• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Aylık Arşivler : Nisan, 2012

Sayıştay Temyiz Kurulu Kararı

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Sayıştay Temyiz Kurulu, Karar No:32731, Karar Tarihi: 18.01.2011

ÖZÜ: Belediyelerin ilgili Kanunlarında öngörülmediği halde, meclis kararı ile cari hesap şeklinde kısa vadeli borçlanmalarının mümkün olmadığı hk.

             KARAR: …892 sayılı ilamın 30’uncu maddesinde,Belediyenin ……… Özel Finans Kurumu ile 2004 yılında …………. YTL limitli Genel Kredi Sözleşmesi imzaladığı, 06.10.2005 tarihinde kredi limitinin ……….. YTL’ ye çıkarıldığı, 2006 yılında toplam …………. YTL tutarındaki kredi nedeniyle kar payı/faiz ve diğer masraflar olarak ………. YTL ödenmesi nedeniyle tazmin hükmolunmuştur.

Dilekçi dilekçesinde, Genel Kredi Sözleşmesinin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 1580 sayılı Belediye Kanununun “ Meclisin müzakere edeceği ve karar vereceği işler” başlıklı 70. maddesinin 5. bendinde “ikrazlar istikrazlar” denilerek meclisin borç alıp verme işlerini müzakere edip karara bağlamakla görevli olduğunun belirtildiğini, , Aynı Kanunun 19/6 maddesinin belediyeleri belediye hizmetlerinin ifası zımnında şahsi hükmü sıfatıyla borç alıp vermeye yetkili kıldığını, Anılan Kanunun yukarıdaki maddelerinde, yapılacak borçlanmanın konusu, miktarı ve geri ödeme yöntemleri hakkında herhangi bir kısıtlayıcı hükme yer verilmediğini, Kredi Limit Artırım Sözleşmesinin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 5393 sayılı Belediye Kanununun “borçlanma” başlıklı 68. maddesinde; “Belediye, görev ve hizmetlerinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre borçlanma yapılabilir ve tahvil ihraç edebilir: d)Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, faiz dahil iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla arttırılan miktarını aşamaz…” hükmü yer aldığını, Aynı kanunun 15.maddesinde belediyelerin yetkileri arasında “Borç almak, bağış kabul etmek” de sayıldığını, 18.madde ile Borçlanmaya karar vermenin meclis yetkisine verildiğini, bu çerçevede konunun Belediye Meclisinde görüşülüp 11.02.2005 tarih ve 446 sayılı meclis kararıyla banka ve özel finans kurumlarından kullanılacak krediler ile ilgili sözleşme imzalama ve ödeme şartları konusunda gerekli yetki alındığını, tüm bu düzenlemelerde belediyelerin borçlanma şekline ilişkin bir açıklamaya yer verilmediğini, belediyelerin açık hesap şeklinde kısa vadeli borçlanma yapamayacakları şeklinde kısıtlayıcı bir hüküm bulunmadığını, öte yandan Belediyenin borç toplamı gelirlerinin %10 unu da aşmadığını, denetçinin belediyelerin ancak bir proje karşılığı uzun vadeli borçlanabileceklerini belirttiğini, Belediyenin dış borçlanma veya bir tahvil ihracında bulunmadığını, söz konusu borçlanmanın tamamen yatırım hizmetlerinin hızlandırılması amacı ile kullanıldığını;………… Belediyesi Halk Sarayı,………… geneli asfalt ve bordür yapımı, muhtelif parkların yapılması, mahalle konaklarının yapımı Belediye ve vatandaşların işbirliğiyle yapılan okulların tamamlanması gibi yatırım işlerini aksatmamak ve bir an önce hizmete sunmak amacıyla kredi kullanıldığını, Belediyenin hesap iş ve işlemlerinde 2005 yılında Taahhütler Hesabı ve Taahhütlerden Alacaklar Hesabı çalıştırılmadığından Müdürlüğe intikal eden müteahhit, cari ve kamulaştırmadan ötürü tahakkuk etmiş alacak miktarının kayıtlarda görülmediğini, Müdürlüğe intikal eden tahakkukların geliş tarihlerine göre bir sıralama yapılarak ödeme yapıldığı tarihte kayıt işlemleri yapıldığını, 2005 yılı kayıtlarına bakıldığında yukarıda belirtildiği üzere taahhüt hesaplarında kayıt dışı kalmış alacakların işleme konulmadığından ötürü banka mevcutlarında artı bakiye görüldüğünü, oysa ki, süregelen yıllardan bu yana ödemelerin Müdürlüğe intikal ettiği tarihten itibaren ancak ortalama dört-beş ay sonra hak sahiplerine ödeme yapılabileceğini, tüm bu nedenlerle Belediyenin daha çok zamanla sınırlı ihtiyaç duyduğu bazı projelerin finansmanında bir sıkıntı ile karşılaşmamak için bir kredi sözleşmesi imzaladığını, Ancak borçlanma öncesi ……….. Bank ve …………… Bank nezdinde faiz oranlarıyla ilgili araştırma yapılarak daha avantajlı teklif sunan finans kurumunun tercih edildiğini, kısacası Belediyenin, görev ve hizmetlerinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla borçlanma yoluna gittiğini, bir kamu zararından bahsedebilmek için Belediyenin borçlanmaması durumunda katlanmak zorunda kalacağı maddi ve manevi maliyetin öncelikle hesaplanabilmesi buna göre bir durum tespiti yapıldıktan sonra karar verilmesi gerektiğini, yapılan ödemeler mevzuata uygun olduğundan dairesinin kararının temyizen incelenerek bozulmasına karar verilmesini talep etmektedir.

Açık hesap şeklinde kullanılması öngörülen Genel Kredi Sözleşmesinin imzalandığı 2004 yılında yürürlükte bulunan 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun70’inci maddesinde ikraz ve istikrazlara Belediye Meclisince karar verileceği belirtilmektedir.

5393 sayılı Belediye Kanununun 68 inci maddesinde, “Belediye görev ve hizmetinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre borçlanma yapabilir ve tahvil ihraç edebilir.

a) Dış borçlanma, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde sadece belediyenin yatırım programında yer alan projelerinin finansmanı amacıyla yapılabilir.

b) İller Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredi kullanan belediye, ödeme planını bu bankaya sunmak zorundadır. İller Bankası hazırlanan geri ödeme planını yeterli görmediği belediyenin kredi isteklerini reddeder.

c) Tahvil ihracı, yatırım programında yer alan projelerin finansmanı için ilgili mevzuat hükümleri uyarınca yapılır.

d) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, faiz dahil iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarını aşamaz. Bu miktar Büyükşehir belediyeleri için bir buçuk kat olarak uygulanır.

e) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketler en son kesinleşmiş bütçe gelirlerinin, 213 sayılı Vergi Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla arttırılan miktarının yılı içinde toplam yüzde onunu geçmeyen iç borçlanmayı belediye meclisinin kararı; yüzde onunu geçen iç borçlanma için ise meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı ile yapabilir.

f) Belediyelerin ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt yapı yatırımlarında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmalar (d) bendindeki miktarın hesaplanmasında dikkate alınmaz. Dış kaynak gerektiren projelerde Hazine Müsteşarlığının görüşü alınır.

Yukarıda belirtilen usul ve esaslara aykırı olarak borçlanan belediye yetkilileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun görevi kötüye kullanmaya ilişkin hükümleri uygulanır.

“Belediye, varlık ve yükümlülüklerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı mali tablolarını üçer aylık dönemler halinde İçişleri Bakanlığına, Maliye Bakanlığına, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına ve Hazine Müsteşarlığına gönderir.” denilmektedir.

 Yukarıda anılan hükme göre belediyeler;

– 4749 sayılı Kanun kapsamında yatırım programlarında yer alan projelerin finansmanı amacıyla dış borçlanma, -İller Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredi kullanma şeklinde borçlanma,

– Yatırım programlarında yer alan projelerin finansmanı için ilgili mevzuat hükümleri uyarınca tahvil ihracı yolu ile borçlanma yapabilmektedir.

 Anılan kanun maddesinde belirtilen borçlanmalar dışında borçlanma mümkün değildir ve belediyenin cari hesap şeklinde kısa vadeli borçlanmasına izin veren bir düzenleme bulunmamaktadır.

Dilekçi 11.02.2005 tarih ve 446 sayılı meclis kararıyla banka ve özel finans kurumlarından kullanılacak krediler ile ilgili sözleşme imzalama ve ödeme şartları konusunda gerekli yetki alındığını belirtmekte ise de, genel bir yetki devri ile gerek 1580 sayılı kanun, gerek 5393 sayılı kanunun 68’inci maddesinde yer almayan bir usulle borçlanılması mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, dilekçi iddialarının reddi ile 766 sayılı ilamın 30’uncu maddesiyle toplam ……….. YTL.’na dair tazmin hükmünün TASDİKİNE,”

 

Yazıldı Yargı Kararları

5018 SAYILI KANUN ÇERÇEVESİNDE SORUMLU TUTULACAK GÖREVLİ VE YETKİLİLERİN BELİRLENMESİ HAKKINDA SAYIŞTAY GENEL KURUL KARARI

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

5018 SAYILI KANUN ÇERÇEVESİNDE SORUMLU TUTULACAK GÖREVLİ VE YETKİLİLERİN BELİRLENMESİ HAKKINDA SAYIŞTAY GENEL KURUL KARARI

Karar Tarihi : 14.6.2007,Karar No : 5189/1

KONU

Sayıştay’ca yapılan incelemeler sonucunda kamu zararı tespit edildiğinde ve kamu kaynağının verimli, etkin ve ekonomik kullanılmadığı saptandığında, 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çerçevesinde sorumlu tutulacak görevli ve yetkililerin belirlenmesi hususundaki tereddüt.

İNCELEME

Konu ile ilgili mevzuat, denetçi müzekkeresi ve bu husustaki Daire kararı incelendikten sonra, gereği görüşüldü :

I- HESAP VERME

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 8’inci maddesi hükmü uyarınca, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların yetkili kılınmış mercilere hesap vermeleri zorunludur.Yine aynı Kanunun 68’inci maddesinde dış denetimin, kamu idaresi hesapları ve bunlara ilişkin belgeler esas alınarak, malî tabloların güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin malî denetimi ile kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin malî işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti ve kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımından değerlendirilmesi suretiyle gerçekleştirileceği ifade edilmiştir.

 1- Yönetim Dönemi Hesabının Verilmesi

Uygunluk denetiminin ve hesap yargısının temelini muhasebe birimi hesapları oluşturmaktadır.5018 sayılı Kanunda muhasebe yetkililerinin Sayıştay’a karşı hesap verme sorumluluklarını düzenleyen açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, Kanunun 61.maddesinde defter, kayıt ve belgelerin usulüne uygun olarak tutulmasından,muhafaza edilmesinden ve denetim için hazır bulundurulmasından muhasebe yetkililerinin sorumlu oldukları, 8’inci maddesinde de her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların, kaynakların muhasebeleştirilmesinden ve raporlanmasından sorumlu oldukları ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları belirtilmiştir.Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 36’ncı maddesinin ikinci fıkrasında da “Yönetim dönemi hesabı,görev başındaki muhasebe yetkilisi tarafından,mevzuatında belirtilen süre içerisinde yetkili mercilere verilir” şeklinde düzenlenmiştir.Anılan Kanun ve Yönetmelikteki bu hükümler karşısında, muhasebe yetkililerini Sayıştay’a hesap verme konusunda birinci derece sorumlu kabul etmek gerekmektedir.

2- Kamu İdaresi Hesabının Verilmesi

Kamu idaresi hesabı, kuruluşun konsolide hesabıdır. Kamu idare hesabı mali denetim ve performans denetiminin konusunu oluşturmaktadır.5018 sayılı Kanunun 61.maddesinin ikinci fıkrasında, muhasebe yetkililerinin gerekli bilgi ve raporları düzenli olarak kamu idarelerine vermeleri öngörülmüştür. Aynı Kanunun 60.maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (g) bentlerinde ise, bütçe kayıtlarını tutmak, bütçe uygulama sonuçlarına ilişkin verileri toplamak, değerlendirmek ve bütçe kesin hesabı ile mali istatistikleri hazırlamak, idarelerin faaliyet raporunu hazırlamak mali hizmetler biriminin görevi olarak gösterilmiştir.Aynı Kanunun 76’ncı maddesinde de, kamu idareleri ve görevlilerinin, muhasebeleştirme ve raporlama işlemlerine ilişkin bilgi ve belgeleri denetimle görevlendirilmiş olanlara ibraz etmek, görevin sağlıklı yapılmasını sağlayacak önlemleri almak ve her türlü yardım ve kolaylığı göstermek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.

II- SORUMLULUK

5018 sayılı Kanunda, yönetim dönemi hesabı ve buna bağlı olarak genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesapları ile bu hesaplara ilişkin işlemlerinin doğruluğu ve kanunlara uygunluğu yanında, kamu idaresi hesabıyla kuruluşun tüm mali ve idari performansı da esas alınmış,hesap verme sorumluluğu bu bağlamda düzenlenmiştir.5018 sayılı Kanunla,1927 yılında çıkarılıp uzun süre yürürlüğünü sürdürmüş bulunan 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunuyla oluşturulan kamu mali yönetim sistemimiz neredeyse tümüyle değiştirilerek daha etkin, daha çağdaş,uluslararası ölçütlere daha uygun bir kamu mali yönetim ve kontrol sistemi oluşturulması amaçlanmıştır. Bu Kanunla bütçe kapsamının genişletilmesi suretiyle bütçe hakkının en iyi şekilde kullanılması, bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde etkinliğin artırılması, mali yönetimde saydamlığın sağlanması, iyi bir hesap verme mekanizmasının kurulması ve bu açıdan harcama sürecinde yetki ve sorumluluk dengesinin tesisi amaçlanmıştır.Yetki ve sorumluluk dengesi kurulurken yetkiler yanında Kanunun pek çok maddesinde sorumluluklardan söz edilmektedir. Gerçekten 5018 sayılı Kanunun 8’inci maddesinde hesap verme sorumluluğundan, 31.maddesinde harcama yetkisinden doğan sorumluluktan, 32. maddesinde harcama yetkililerinin sorumluluğundan,33.maddesinde gerçekleştirme görevlilerinin sorumluluğundan,38.maddesinde gelirlerin toplanma sorumluluğundan, 44.maddesinde mal yönetim sorumluluklarından, 48.maddesinde mal yönetiminde etkililik ve sorumluluktan, 58.maddesinde ön mali kontrol görevinin yönetim sorumluluğu çerçevesinde yürütülmesinden, 61’inci maddesinde muhasebe yetkililerinin sorumluğundan, 76.maddesinde kamu idarelerinin sorumluluğundan bahsedilmektedir.5018 sayılı Kanunla kamu mali yönetim ve kontrol sistemi oluşturulurken iç denetim ile dış denetim birlikte düzenlenmiştir. Kanunun “Dış denetim” başlıklı 68.maddesinin ilk fıkrasında, Sayıştay tarafından yapılacak harcama sonrası dış denetimin amacının, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde yönetimin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenerek sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine raporlanması olduğu belirtilmiş, izleyen fıkralarda dış denetimin mali denetim, hukuka uygunluk denetimi ve performans denetimi suretiyle gerçekleştirileceği ifade edilmiş, dördüncü fıkrasında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak dış denetim genel değerlendirme raporunun nasıl hazırlanacağı düzenlenmiş ve beşinci fıkrasında da Sayıştay tarafından hesapların hükme bağlanması, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesapları ile bu hesaplarla ilgili işlemlerin yasal düzenlemelere uygun olup almadığına karar verilmesi şeklinde tanımlandıktan sonra, son fıkrasında dış denetim ve hesapların hükme bağlanmasına ilişkin diğer hususların ilgili kanunda düzenlenmesi öngörülmüştür.Söz konusu maddede hesap verme sorumluluğu çerçevesinde yapılacak işlerin dış denetiminin hangi tür denetimlerle gerçekleştirileceği, dış denetim genel değerlendirme raporunun Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması ve hesapların hükme bağlanmasına kadar Sayıştay’a mevdu pek çok görev ve yetki düzenlenmiş bulunmaktadır. Ancak tereddüt konusu olan husus, mali sorumluluğa ilişkin sorumluluk halleri ve sorumlu tutulacak yetkili ve görevlilerin belirlenmesi olduğundan, maddenin sorumlulukla ilgili son iki fıkrasından hareketle soruna çözüm aranmıştır.Bahse konu Kanunun, 68’inci maddede, kamu idarelerinin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenerek performans ve mali denetime ilişkin sonuçlarının raporlanması öngörülmüş ise de, “kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin mali işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti” de öngörülmek suretiyle hukuka uygunluk denetiminin, dış denetimin gerçekleştirilme yollarından biri olduğu belirtilmiştir. Hatta bununla da yetinilmeyerek maddenin beşinci fıkrasında Sayıştay’ca hesapların hükme bağlanmasının, kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesaplarıyla bu hesaplarla ilgili işlemlerin yasal düzenlemelere uygun olup olmadığına karar verilmesi anlamına geldiği ifade edilmiştir. Son fıkrasında da dış denetim ve hesapların hükme bağlanmasına ilişkin diğer hususların ilgili kanunda düzenlenmesi öngörülmüştür.Anılan maddede, hesapların hükme bağlanmasından söz edilmekle Sayıştay yargısal fonksiyonuna işaret edilmiş olmaktadır.Maddenin ikinci fıkrasında bahsedilen hukuka uygunluk denetimiyle kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesapları ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığı tespit edilecek, bu tespitler Sayıştay yargısına intikal ettirilerek hesap ve işlemlerin yasal düzenlemelere uygun olup olmadığına ilişkin olarak karar verilecektir. Başka bir deyişle, sorumluların hesap ve işlemleri hükme bağlanmış olacaktır.Sayıştay’ın, hesap ve işlemlerin hukuka uygunluğunun tespiti ile sorumluların sorumluluklarını ve sorumluluk derecelerini kapsayan yargılama faaliyeti, Anayasanın 160.maddesindeki “kesin hükme bağlama” deyiminde ifadesini bulmuştur. 5018 sayılı Kanunun 68.maddesinin hesapların Sayıştay’ca hükme bağlanmasına ilişkin beşinci fıkrasını, Anayasanın “Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak..” şeklindeki 160’ıncı maddesi hükmü karşısında başka türlü değerlendirme imkânı yoktur. Esasen Anayasanın, “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” şeklindeki 11’inci maddesi hükmü karşısında başka şekilde düşünmek de mümkün değildir.Belirtilen 68. maddenin beşinci fıkrasında Sayıştay’ca hesapların hükme bağlanması tanımlandıktan sonra daha fazla ayrıntıya girilmeden, son fıkrada dış denetim ve hesapların hükme bağlanmasına ilişkin diğer hususlar ilgili kanuna bırakılmıştır. Bu düzenleme tarzı, Anayasanın 160.maddesinde izlenen yönteme de uygundur. Zira Anayasanın bu maddesinde “. sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak .” ve “Sayıştay’ın kesin hükümleri hakkında ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren on beş gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler.” denilmiş, madde gerekçesinde de açıklandığı üzere “sorumlular” ve “ilgililer” in belirlenmesi ise kanuna bırakılmıştır.68.maddede sözü edilen ilgili kanun, 832 sayılı Sayıştay Kanunudur. 832 sayılı Kanunun 45.maddesinin “Sorumlularca; gelir, gider, mal ve kıymetlerden mevzuata uygun olarak tahakkuk ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı, verilmediği, saklanmadığı veya idare edilmediği Sayıştay’ca kesin hükme bağlananları, sorumlular keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden başlayarak üç ay içinde Hazineye ödemekle zorunludurlar.” şeklindeki ilk fıkrasıyla sorumluluk halleri belirlenmiş, ancak Sayıştay Kanununda “sorumlular”ın kimler olduğu belirtilmemiştir.832 sayılı Kanunun anılan 45.maddesi hükmüne göre sorumluluk için yegâne şart, mevzuata aykırılıktır. 832 sayılı Kanun, Anayasadaki ifadeye uygun olarak sorumlular demekle yetinmiş, bunların kimler olduğunu sayma yoluna gitmemiş, eski deyişle meskut geçmiş, sorumluların tayinini başka kanunlara bırakmıştır.

 III – SORUMLULAR

5018 sayılı Kanunda dört grup sorumlu belirlenmiştir.

1- Bakanlar

5018 sayılı Kanunun 10’uncu maddesinde, “Bakanlar hükümet politikasının uygulanması ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların stratejik planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan sorumludur” denilmek suretiyle bakanların sorumluluk esasları belirlenmiştir.Ancak Sayıştay yargılaması sırasında bakanın sorumluluğu ile ilgili bir hususa rastlanması durumunda bu hususun ilgili mercilere bildirilmesi mümkün bulunmaktadır.

2- Üst Yöneticiler

5018 sayılı Kanunun 11’inci maddesinde; “Bakanlıklarda müsteşar, diğer kamu idarelerinde en üst yönetici, il özel idarelerinde vali ve belediyelerde belediye başkanı üst yöneticidir. Ancak, Millî Savunma Bakanlığında üst yönetici Bakandır.Üst yöneticiler, idarelerinin stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık programlara, kurumun stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet gereklerine uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, sorumlulukları altındaki kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde elde edilmesi ve kullanımını sağlamaktan, kayıp ve kötüye kullanımının önlenmesinden, malî yönetim ve kontrol sisteminin işleyişinin gözetilmesi, izlenmesi ve bu Kanunda belirtilen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden Bakana; mahallî idarelerde ise meclislerine karşı sorumludurlar.Üst yöneticiler, bu sorumluluğun gereklerini harcama yetkilileri, malî hizmetler birimi ve iç denetçiler aracılığıyla yerine getirirler.” denilmek suretiyle üst yöneticilerin sorumlulukları düzenlenmiştir.Üst yöneticiler işlerin gidişatından harcama yetkililerinin ve diğer görevlilerin bilgilendirmeleri ve raporları ile bilgi sahibi olmaktadırlar. Bununla birlikte Üst yöneticilerin özel Kanunlardan doğan Sayıştay’a karşı mali sorumlulukları olabileceği gibi, münferit bir olayda sorumluluklarına hükmedilmeleri de gerekebilir. Bu husus, meselenin Sayıştay yargısında görüşülmesi sırasında hükme bağlanacak bir konudur.Dolayısıyla bu aşamada bir genelleme yaparak üst yöneticilerin, işlemlerin hukuka uygun olarak yürütülmesinden sorumlu olacakları ya da olmayacakları yönünde bir görüş belirtilmesi uygun bulunmamaktadır.

3- Harcama Yetkilileri

5018 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinin (k) bendinde, kamu idaresi bütçesinde ödenek tahsis edilen ve harcama yetkisi bulunan birim harcama birimi olarak tanımlanmıştır.Kanunun 31’inci maddesinde bütçeyle ödenek tahsis edilen her bir harcama biriminin en üst yöneticisinin harcama yetkilisi olduğu ifade edilmiş,32’nci maddesinde ise; bütçeden harcama yapılabilmesi harcama yetkilisinin, harcama talimatı vermesine bağlanmış, harcama talimatlarında da hizmet gerekçesi,yapılacak işin konusu ve tutarı,süresi,kullanılabilir ödeneği,gerçekleştirme usulü ile gerçekleştirmeyle görevli olanlara ilişkin bilgilerin yer alacağı,harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun,tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken işlemlerden harcama yetkililerinin sorumlu oldukları belirtilmiştir.5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesinde de, giderin gerçekleştirilmesinin,harcama yetkililerince belirlenen görevli tarafından düzenlenen ödeme emri belgesinin harcama yetkilisince imzalanması ve tutarın hak sahibine ödenmesi ile tamamlanacağı hüküm altına alınmıştır.Mevzuatın yukarıda belirtilen hükümlerine göre, bütçeden yapılacak harcamalarda süreç, harcama talimatı ile başlamakta ve ödeme emri belgesi uyarınca hak sahibine ödeme yapılması ile son bulmaktadır.5018 sayılı Kanunda, giderin yapılmasından ödeme aşamasına kadar tüm işlemlerin harcama yetkilisinin gözetim ve denetimi altında, onun emir ve talimatı ile yürütülmesi öngörüldüğünden, sorumluluk konusunda da harcama yetkilisi ön plana çıkmaktadır.Kanunda harcama yetkilisinin, bütçeyle ödenek tahsis edilen her harcama biriminin en üst yöneticisi olarak tanımlanması, idari açıdan üst yöneticilere; hukuka uygunluk açısından da yetkili kılınmış mercilere hesap vermekle sorumlu olduğunu göstermektedir. Bu anlamda harcama yetkililerinin Sayıştay’a hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır.

a) Harcama Yetkililerinin Genel Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunda harcama yetkilisi ifadesiyle bir program sorumlusuna ve statü hukukunda tanımlanan daire/birim amirine işaret edilmektedir.Bu konumda olan yöneticilerin, 657 sayılı Kanunun 10’uncu maddesinde belirtildiği gibi, amiri oldukları kuruluş ve hizmet biriminde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurları takip ve kontrol etmekten görevli ve sorumlu tutulacakları da tabiidir.Bu hükümler karşısında, bütçeden yapılacak harcamalar konusunda 5018 sayılı Kanunda öngörülen harcama sürecinde tek ve tam yetkili olan, giderin yapılmasına karar vermekten ödeme aşamasına kadar tüm işlemleri emir ve talimatı çerçevesinde yürüten ve maiyetindekileri ve onların eylem ve işlemlerini gözetmek ve denetlemekle yükümlü olan harcama yetkilisinin, Sayıştay’a karşı hesap verme konusunda tam ve doğrudan sorumlu olduğu anlaşılmaktadır.Bu nedenle, harcama yetkililerinin, harcama talimatlarının ve buna konu olan harcamaların bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygunluğundan sorumlu olduklarına oybirliğiyle,

 b) Kurul, Komite veya Komisyon Üyelerinin Harcama Yetkisinden Doğan Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kanunların verdiği yetkiye istinaden yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komite kararıyla yapılan harcamalarda, harcama yetkisinden doğan sorumluluk kurul, komite veya komisyona ait olur” denilmektedir.Kurul halinde görev yapan karar organlarının genellikle icra yetkileri bulunmamaktadır. Ancak Savunma Sanayi Müsteşarlığında olduğu gibi bazı kuruluşların karar organlarının icra yetkisi bulunmaktadır. Bu nedenle Kanunun 31’inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komite kararıyla yapılan harcamalarda, harcama yetkisinden doğan sorumluluk belirlenirken; kararın, harcama talimatının unsurlarını taşıyıp taşımadığının ve kurul, komisyon veya komitenin harcama sürecinde rol alıp almadığının belirlenmesi gerekmektedir.Bu durumda;

– Kanunların verdiği yetkiye istinaden yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor ve kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer alıyorsa, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul, komite veya komisyona ait olacağına,

– Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor, ancak kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer almıyorsa, yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komitenin sadece harcama talimatının kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olmasından sorumlu olacağına,

– Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı bir giderin yapılması için harcama yetkilisine izin verme şeklinde düzenlenmiş ise, bu halde kurul, komisyon veya komitenin harcamaya izin veren kararın kanun, tüzük ve yönetmeliğe uygun olmasıyla sınırlı olarak sorumlu olacağına,

Çoğunlukla,

c) Harcama Yetkisinin Devri Halinde Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin birinci fıkrasında, harcama yetkilisi, “Bütçeyle ödenek tahsis edilen her bir harcama biriminin en üst yöneticisidir” şeklinde tanımlanmış, dördüncü fıkrasında, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde merkez ve merkez dışı birimler ve görev unvanları itibarıyla harcama yetkililerinin belirlenmesine, harcama yetkisinin bir üst yönetim kademesinde birleştirilmesine ve devredilmesine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığınca belirleneceği öngörüldükten sonra, harcama yetkisinin devredilmesinin, yetkiyi devredenin “idari sorumluluğunu” ortadan kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin dördüncü fıkrası hükmünden, doktrinde imza yetkisi olarak adlandırılan yönetsel uygulama kapsamında bir devir anlamı çıkartılamayacağı gibi, yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu kaldırmayacağına dair hükümde geçen idari sorumluluğun, mali sorumluluğu da içerdiği varsayımıyla yetkiyi devredenle devralanın Sayıştay’a karşı birlikte sorumlu tutulmaları, başka bir deyişle harcama yetkilerini devretmeleri halinde dahi, harcama yetkililerinin mali sorumluluklarının devam ettiği sonucu da çıkartılamaz.Zira yetki devri ve imza yetkisi tanınması ayrı ayrı kavramlardır. Yetki devrinde, yetkisini devreden, yetki devri kaldırılıncaya kadar devrettiği yetkisini kullanamaz, yapılan işlem kendisine yetki devredilenin işlemidir. Karar alma yetkisi, devreden makamdan çıkıp devredilen makama geçmektedir. Bir makam veya görevlinin ödevlerinden bir kısmını bilgisi dahilinde ve karar alma yetkisi kendisinde kalmak üzere başkasına yaptırarak yükünü hafifletmesi anlamındaki imza yetkisi tanınması, yetki devri değildir. Bunun içindir ki, imza yetkisi tanınmasında, yetki tanıyanın sorumluluğu devam eder. Ancak, 31’inci maddenin dördüncü fıkrasında, kanundan kaynaklanan ve idari karar ve onayla yapılan yetki devri ayırımı yapılmadan sadece yetki devrinden bahsedilmektedir.   Kanunda imza yetkisinin tanınmasından değil, açıkça harcama yetkisinin devrinden söz edilmektedir. Bu yetki devrinin, imza yetkisi olarak değerlendirilmesine olanak verecek en ufak bir ipucu dahi yoktur. Nitekim Maliye Bakanlığınca bu fıkraya dayanılarak çıkarılan 1 seri numaralı Harcama Yetkilileri Hakkında Genel Tebliğde de mesele bu şekilde değerlendirilerek harcama yetkisinin devrinden söz edilmiştir. Bunun gibi 5.5.2005 tarihli ve 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun 25’inci maddesinde, harcama yetkisinin, 5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinde belirtilen usûl ve esaslar çerçevesinde vergi dairesi başkanlığınca kısmen veya tamamen grup müdürlüklerine veya vergi dairesi müdürlüklerine devredilebileceği hüküm altına alınmıştır.Literatürde de yetki devri halinde, yapılan işlemin yetki devredilenin işlemi olduğu ve dolayısıyla bu işlemden doğan sorumluluğun yetki devredilen makama geçtiği genel kabul gören bir husustur.3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 38’inci maddesinde yetki devrinin, yetki devreden amirin sorumluluğunu kaldırmayacağı belirtilmekte ise de, 5018 sayılı Kanun, 3046 sayılı Kanuna göre özel kanun niteliğindedir. Ayrıca, 3046 sayılı Kanunun “Sorumluluk ve Yetkiler” başlıklı üçüncü kısmında yer alan anılan 38’inci maddede geçen sorumluluk, aynı Kanunun “Yöneticilerin sorumlulukları” başlıklı 34’üncü maddesinde, yöneticilerin, yapmakla yükümlü oldukları görevleri, bakanlık emir ve direktifleri yönünde mevzuata, plan ve programlara uygun olarak düzenlenmesi ve yürütülmesinden bir üst kademeye karşı sorumlu olduklarına ilişkin hiyerarşik veya idari sorumluluk olup, 5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin, harcama yetkisinin devredilmesinin, devredenin idari sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağına ilişkin dördüncü fıkrasıyla aynı paraleldedir.Anılan 31’inci maddenin harcama yetkisinin devri halinde idarî sorumluluğun sürmesini öngören hükmü, işin tabiatına da uygundur. Zira, 5018 sayılı Kanunun üst yöneticilerin hesap verme sorumluluğuna ilişkin 11’inci maddesinin son fıkrasında, üst yöneticilerin, bu sorumluluğun gereklerini harcama yetkilileri, mali hizmetler birimi ve iç denetçiler aracılığıyla yerine getireceklerinin belirtilmiş olması karşısında, harcama yetkililerinin idari sorumluluklarının sürmesi, işin gereğinden kaynaklanmaktadır.Harcama yetkisini devreden harcama yetkilisinin mali sorumluluğunun bulunmaması, 5018 sayılı Kanunla öngörülen mali sorumluluk sisteminin de doğal bir sonucudur. 5018 sayılı Kanundan önceki mevzuatımızda mali sorumluluk için yegâne şart, mevzuata aykırılık olup, buna ilaveten zarar, kusur gibi başkaca bir şart öngörülmemiştir. Sorumlulukta sadece mevzuata aykırılığın yeterli sayıldığı bu sistem, 5018 sayılı Kanunla değiştirilmiş bulunmaktadır. Gerçekten, bu Kanunun 71’inci maddesinde, “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır” şeklinde tanımlanarak kamu zararının belirlenmesinde esas alınacak unsurlar a-g işaretli bentlerde sayılmıştır. Gerek bu madde gerek diğer maddeler nazara alındığında 5018 sayılı Kanuna göre mali sorumluluğun şartları şöylece sıralanabilir:

– Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem, eylem bulunmalıdır.

-Ortada bir kamu zararı olmalıdır.

-Mevzuata aykırı karar, işlem ve eylemle zarar arasında bir illiyet olmalıdır.

Bu yeni sorumluluk sisteminde objektif kusursuz sorumluluk anlayışından vazgeçilmiş bulunulmaktadır.Harcama yetkilisinin, harcama yetkisini devretmesi halinde harcama yetkisi, devralana geçtiğinden harcama yetkisine ilişkin karar, işlem ve eylemler devir alan tarafından gerçekleştirilmekte, yetkisini devreden harcama yetkilisinin mevzuata aykırı karar alması, işlem yapması veya eylemde bulunması söz konusu olmamaktadır.Yetkisini devretmek suretiyle harcama sürecinin dışında kalan harcama yetkilisinin kasıt, kusur veya ihmalinden de söz edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemi bulunmayan kasıt, kusur veya ihmali söz konusu olmayan ve bu haliyle herhangi bir zarar ika etmesi de mümkün olmayan harcama yetkilisine malî sorumluluk yüklenmesi mümkün bulunmamaktadır. Harcama yetkilisinin bu durumda sorumlu tutulması, hem 5018 sayılı Kanunla hem de hukukun genel ilkeleriyle bağdaştırılamaz.5018 sayılı Kanunun anılan maddesinin dördüncü fıkrasının harcama yetkisinin devrinin yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı yolundaki hükmünde geçen idari sorumluluğun, mali sorumluluğu da içerdiği söylenemez. Zira “idari sorumluluk” ve “mali sorumluluk” ayrı kavramlar olup, idari sorumluluk, mali sorumluluğu içermemektedir. Gerçekten 5018 sayılı Kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi sırasında düzenlenen Plan ve Bütçe Komisyonu raporunda “malî yönetim alanında siyasi, idari ve mali sorumluluk birbirinden ayrılmakta, . harcama yetkilisinin, malî yönden yaptığı harcamaların mevzuata uygunluğundan, yönetsel yönden ise verimlilik, etkinlik ve tutumluluk ilkeleri çerçevesinde sorumluluğu düzenlenerek görev, yetki ve sorumluluklar açık bir şekilde ortaya konulmakta, yetki-sorumluluk dengesi yeniden kurulmaktadır” denilmek suretiyle idari ve mali sorumluğun ayrı sorumluluk türleri olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sayıştay açısından mali sorumluluğun bir tazmin sorumluluğu olmasına karşın, 31.maddenin dördüncü fıkrasında geçen idarî sorumluluk, 657 sayılı Kanunun 10. maddesi anlamında, Devlet memurlarının, amiri oldukları kuruluş ve hizmet birimlerinde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurları yetiştirmekten, hal ve hareketlerini takip ve kontrol etmekten görevli ve sorumlu olduklarına dair yönetsel bir sorumluluktur.Bahse konu 31’inci maddenin dördüncü fıkrasında harcama yetkisinin devrinin idari sorumluluğu kaldırmayacağı belirtilmektedir. Bunun mefhumu muhalifinden harcama yetkisinin devri halinde, devredenin mali sorumluluğunun ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. Gerçekten Kanun Koyucu, harcama yetkisinin devri halinde mali sorumluluğun da sürmesini amaçlamış olsaydı, pekâlâ mali ve idari sorumluluğun ortadan kalkmayacağını açıkça ifade eder ya da yetki devrinin kapsayıcı şekilde sorumluluğu ortadan kaldırmayacağını belirtmekle yetinebilirdi.Bu yapılmamış, sadece idari sorumluluğun ortadan kalkmayacağına vurgu yapılmıştır.Dolayısıyla, harcama yetkisinin devredilmesi,yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu kaldırmamakla birlikte, yetkiyi devreden harcama yetkilisinin malî sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.Bu nedenlerle, harcama talimatının kullanılmasından doğan sorumluluğun, harcama yetkisinin devredildiği görevliye ait olması gerektiğine çoğunlukla,

d) Görev Ayrılığı Nedeniyle Yetki Devrinde Harcama Yetkisinden Doğan Sorumluluk
5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin ikinci fıkrasında, teşkilat yapısı ve personel durumu gibi nedenlerle harcama yetkililerinin belirlenmesinde güçlük bulunan idareler ile bütçelerinde harcama birimleri sınıflandırılmayan idarelerde harcama yetkisi, üst yönetici veya üst yöneticinin belirleyeceği kişiler tarafından, mahalli idarelerde İçişleri Bakanlığının, diğer idarelerde ise Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine yürütülebilir denilmektedir.Kanunun anılan hükmü uyarınca ya da bütçe kanunlarında yer verilen bazı hükümler ile idareler veya idarelerin değişik birimleri arasında iş ve hizmet ilişkisine bağlı olarak yapılan ödenek aktarımları ve buna bağlı olarak harcama süreçleri, genel harcama sürecinin dışına çıkabilmektedir.Kanundan veya işin gereğinden kaynaklanan bu tür görev paylaşımlarında, aktarılan ödeneğin kullanım yetkisi ve bu ödenekle yerine getirilen işlemlerin gerçekleştirilmesi görevi, ödeneği devralan idareye veya birime geçeceğinden, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun da, genel harcama yetkililerinin sorumluluğu çerçevesinde, ödenek aktarımının yapıldığı idare veya birimin harcama yetkilisine ait olması gerekmektedir.Öte yandan, idare veya birimin teşkilat yapısı nedeniyle, personel ücretlerinin kuruluşun personel biriminde, kurumun elektrik su giderlerinin idari ve mali işler birimince ödenmesinde olduğu gibi, destek hizmet birimlerinde birleştirilen harcamalar için üst yöneticinin onayı ile harcama yetkisinin, destek hizmet birimi harcama yetkilisine verilmesi halinde de, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun görev verilen destek hizmet birimi harcama yetkilisine ait olması gerekmektedir.

Bu nedenlerle, mevzuatta yer alan bazı hükümler nedeniyle kamu idareleri arasında veya idarenin değişik birimleri arasında iş ve hizmet ilişkisine bağlı olarak yapılan ödenek aktarmalarında, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun, ödenek aktarılan birimin en üst yöneticisine ait olduğuna oybirliğiyle,

e) Vekâlet Görevi Nedeniyle Yetki Devrinde Harcama Yetkisinden Doğan Sorumluluk
 5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesi uyarınca bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama biriminin en üst yöneticisi harcama yetkilisidir. Kanunda öngörülen harcama yetkilisinin izin, hastalık ve geçici görev gibi sebeplerle görevlerinde bulunmadığı durumlarda, bu kişilerin yerine, mevzuatlarında öngören usulle vekâleten atanan kişi asilin tüm yetki ve sorumluluklarını taşıyacağından harcama yetkisini de kullanacaktır.Bu nedenle, harcama yetkilisinin yerine, mevzuatında öngörülen usullere uygun olarak vekâleten atanan görevlinin, vekâlet ettiği göreve ait harcama yetkisini kullanmasından doğan sorumluluğun bu görevi vekâleten yürüten görevliye ait olduğuna oybirliğiyle,

4- Gerçekleştirme Görevlileri

5018 sayılı Kanunun 33.maddesi uyarınca bütçeden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal, veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanması ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekmektedir.5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesinde; “Bütçelerden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin, görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanması ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekir. Giderlerin gerçekleştirilmesi; harcama yetkililerince belirlenen görevli tarafından düzenlenen ödeme emri belgesinin harcama yetkilisince imzalanması ve tutarın hak sahibine ödenmesiyle tamamlanır.Gerçekleştirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler.Elektronik ortamda oluşturulan ortak bir veri tabanından yararlanmak suretiyle yapılacak harcamalarda, veri giriş işlemleri gerçekleştirme görevi sayılır. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin esas ve usûller Maliye Bakanlığınca belirlenir.Gerçekleştirme görevlileri, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerden sorumludurlar” denilmektedir.Bu hüküm uyarınca, bir mali işlemi gerçekleştirmede görevli olanların sorumluluğunun belirlenmesinde, gerçekleştirme işlemini yapan memurun, yetkili ve görevli olması ve yapılan giderin de bu görevli tarafından düzenlenip imzalanan belgeye dayanıyor olması zorunludur. Bir başka deyişle, yukarıda anılan belge ve imza olmadan ödeme emri belgesinin tamamlanmış sayılmaması gerekmektedir. Aynı şekilde, belgeyi düzenleyenin de gerçekleştirme konusunda yetkisinin bulunması ve harcama talimatı ile veya sair surette amir tarafından görevlendirilmiş olması gerekmektedir.Bu anlamda gerçekleştirme belgelerinin hazırlanması, taslak metinlerin yazılması, temize çekilmesi, kaydedilmesi, bilgisayara giriş yapılması gibi yardımcı hizmetlerin gerçekleştirme görevi kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.

a) Ödeme Emri Belgesini Düzenlemekle Görevlendirilen Gerçekleştirme Görevlisinin Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesinin birinci fıkrası hükmü uyarınca ödeme emri belgesi, harcama yetkilisi tarafından belirlenen bir görevli tarafından düzenlenecektir.Ödeme emri belgesi tek başına mali bir işlem sayılmamakla birlikte taahhüt ve tahakkuk aşamalarından sonra ödeme aşamasına geçilmesine esas teşkil etmektedir.31.12.2005 tarihli ve 26040 sayılı 3. mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan İç Kontrol ve Ön Mali Kontrole İlişkin Usul ve Esasların 12 ve 13’üncü maddelerinde ödeme emri belgesi düzenleme görevi,ön mali kontrol kapsamında ele alınmakta ve “kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” şerhi çerçevesinde değerlendirilmektedir.Aynı esaslarda belirtildiği üzere,harcama yetkilileri, yardımcıları veya hiyerarşik olarak kendisine en yakın üst kademe yöneticileri arasından bir veya daha fazla sayıda gerçekleştirme görevlisini ödeme emri belgesi düzenlemekle görevlendirecek, ödeme emri belgesini düzenlemekle görevlendirilen gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde ön malî kontrol yapacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen gerçekleştirme görevlisinin yaptığı işlemler nedeniyle sorumluluk üstlenmesi tabiidir.Ayrıca, harcama birimlerinde süreç kontrolü yapılarak her bir işlem daha önceki işlemlerin kontrolünü içerecek şekilde tasarlanıp uygulanacak, mali işlemlerin yürütülmesinde görev alanlar, yapacakları işlemden önceki işlemleri de kontrol edeceklerdir. Bu bağlamda ödeme emri belgesini düzenlemekle görevlendirilen gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde ön mali kontrol yaparak, ödeme emri belgesi üzerine “Kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” şerhi düşüp imzalayacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen görevli, gerçekleştirme belgelerinin ödeme emri belgesine doğru aktarılması yanında, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan da sorumludur.Yapılan bu açıklamalara göre, aslî bir gerçekleştirme belgesi olan ödeme emri belgesini düzenleyen sıfatıyla imzalayan gerçekleştirme görevlisinin, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan harcama yetkilisi ile birlikte sorumlu tutulması gerektiğine çoğunlukla,

b) Ödeme Emri Belgesine Eklenmesi Gereken Taahhüt ve Tahakkuk Belgelerine İlişkin Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesi uyarınca bütçeden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanmış ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekmektedir.Öte yandan anılan maddede, bir mali işlemin gerçekleştirilmesinde görevli olanların sorumluluğunun belirlenmesinde, bu görevlilerin yetkili ve görevli olması ve yapılan giderin de bu görevlilerce düzenlenen belgeye dayanıyor olması hususlarına bakılması gerekmektedir. Yani mali işlemin gerçekleştirilmesinde, görevli olanların imzası olmadan ödeme belgesinin tamamlanmış sayılmaması gerekmektedir.Bu nedenle, ödeme emri belgesine eklenmesi gereken taahhüt ve tahakkuk işlemlerine ilişkin fatura, beyanname, tutanak gibi gerçekleştirme belgelerini düzenleyen veya bu belgeleri kabul eden gerçekleştirme görevlilerinin, bu görevleriyle ilgili olarak yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak harcama yetkilisiyle birlikte sorumlu tutulmaları gerektiğine çoğunlukla,

c) Kurul, Komisyon veya Benzeri Bir Organca Düzenlenen Gerçekleştirme Belgelerinde Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesi uyarınca mali işlemin gerçekleştirilmesinde görevli olanların sorumluluğu, bu işlemleri yetkili ve görevli olarak yapmalarına ve yapılan giderin bu kişilerce düzenlenen belgeye dayanılarak yapılması hususlarına göre belirlenmektedir.Bu nedenle mevzuatına göre oluşturulan kurul, komisyon veya benzeri bir organ tarafından düzenlenen keşif, rapor, tutanak, karar veya ödemeye esas benzeri belgelerden doğacak sorumluluğa, işlemi gerçekleştiren ve bu belgeyi düzenleyip imzalayan kurul üyelerinin de dahil edilmeleri ve bu işlem nedeniyle harcama yetkilisiyle birlikte sorumlu tutulmaları gerektiğine çoğunlukla,

d) Elektronik Ortamda Oluşturulan Ortak Veri Tabanına Bilgi Girişine Esas Olacak Belgelere İlişkin Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesine 5436 sayılı kanunla eklenen üçüncü fıkrada; “Elektronik ortamda oluşturulan ortak bir veri tabanından yararlanmak suretiyle yapılacak harcamalarda, veri giriş işlemleri gerçekleştirme görevi sayılır. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin esas ve usûller Maliye Bakanlığınca belirlenir.” denilmektedir.Kanunun anılan maddesine dayanılarak çıkarılan ve 31.12.2005 tarihli ve 26040 sayılı 3. mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliğinin 5.maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında “Elektronik ortamda oluşturulan ortak bir veri tabanından yararlanmak suretiyle yapılacak harcamalarda, veri giriş işlemleri gerçekleştirme görevi sayıldığından, ödeme belgesine ayrıca bu verileri kanıtlayıcı belge bağlanmaz.Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.” denilmektedir.Yönetmeliğin söz konusu hükmüne göre 28.9.2006 tarihli ve 26303 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Hakkında Genel Tebliğde de, veri giriş işlemlerinin gerçekleştirme görevi sayılacağı, ödeme belgesine aylık bordroların bağlanmayacağı, değişikliklere ilişkin kanıtlayıcı belgelerin ödeme belgesine bağlanacağı belirtilmiştir.Ortak veri tabanına girilen verilerin doğruluğu halinde, çıktının doğruluğu sistemce güvenceye bağlandığından, elektronik ortamdan alınan çıktının sıhhati, doğrudan doğruya veri girişinin doğruluğuyla ilgili bulunmaktadır.Bu nedenlerle, elektronik ortamda oluşturulan veri tabanından yararlanılarak yapılacak harcamalarda, sisteme girilecek verilerin bulunduğu belgeleri düzenleyen ve imzalayan görevlilerin, bu işlemle ilgili gerçekleştirme görevlisi olarak kabul edilmesi ve yaptığı işlemlerden harcama yetkilisi ve sorumluluğu bulunan diğer gerçekleştirme görevlileriyle birlikte sorumlu tutulmaları gerektiğine çoğunlukla,

5- Muhasebe Yetkilisinin Görev ve Sorumlulukları

Muhasebe yetkilisinin harcama sürecindeki rolü belge kontrolü ve ödeme olarak görülmekte ise de, kuruluş muhasebesinin genel düzenlemesi ve yönetim dönemi hesabının verilmesi bakımından bu görevlinin özel bir yeri ve işlevi vardır. Bu itibarla Sayıştay’a karşı sorumluluk noktasında muhasebe yetkilisinin sorumluluğunun ayrıntılı olarak ele alınması gerekmektedir.

a) Muhasebe Yetkilisinin İmza Kontrol Görev ve Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunun 61’inci maddesi uyarınca muhasebe yetkilisinin, ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde yetkililerin imzasını arama yükümlülüğü bulunmaktadır.Bu nedenle;

– Ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları olmakla birlikte, ödeme emri belgesi eki belgeler üzerinde herhangi bir imza eksiği varsa muhasebe yetkilisinin, ödeme emri belgesi üzerinde imzası bulunan harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması gerektiğine,

– Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi veya gerçekleştirme görevlisinden sadece birinin imzası varsa, muhasebe yetkilisinin, imzası bulunan görevliyle birlikte sorumlu tutulması gerektiğine,

– Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları yoksa muhasebe yetkilisinin, tek başına sorumlu tutulması gerektiğine,

Çoğunlukla,

b)Ödemeye Esas Belgelerin Eksikliği ve Maddi Hata Bulunması Durumunda Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 61maddesi ile Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 29’uncu maddesinde, muhasebe yetkilisinin taahhüt ve tahakkuk aşamaları tamamlanmış, ödeme emri belgesi düzenlenmiş ve ön mali kontrolden geçerek ödenmek üzere muhasebe birimine gelmiş bulunan gider ve muhasebe belgeleri ile ön ödeme belgeleri üzerinde, ödemeye ilişkin belgelerin tamam olup olmadığını ve maddi hata bulunup bulunmadığını kontrol etmekle yükümlü olduğu, ilgili mevzuatında belirtilen belgeler dışında belge aramayacağı ve sorumluğunun görevi gereği incelemesi gereken belgelerle sınırlı olduğu belirtilmektedir.5018 sayılı Kanunun 33.maddesi uyarınca bütçeden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanmış ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirme görevlilerinin, harcama talimatı üzerine işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, yanında bu işlemlerin belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevi de bulunmaktadır. Dolayısıyla ödemeye esas teşkil eden belgelerdeki noksanlıklardan gerçekleştirme görevlisinin sorumlu olmadığı söylenemez.Öte yandan, giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup, çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki maddi hatalardan muhasebe yetkilisi de sorumlu tutulmaktadır.Bu olgu, Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 29’uncu maddesinin dördüncü fıkrasında; “Muhasebe yetkililerinin maddi hataya ilişkin sorumlulukları;bir mali işlemin muhasebeleştirilmesine dayanak teşkil eden karar, onay, sözleşme, hakediş raporu, bordro, fatura, alındı ve benzeri belgelerde; gelir, alacak, gider ya da borç tutarının tespit edilmesine esas rakamların hiçbir farklı yoruma yer vermeyecek biçimde, bilerek veya bilmeyerek yanlış seçilmesi, oranların yanlış uygulanması, aritmetik işlemlerin yanlış yapılması ve muhasebeleştirmeye esas toplamlarının muhasebeleştirme belgesinde ilgili hesaplara noksan veya fazla kaydedilmek suretiyle yapılan yersiz ve fazla alma, verme, ödeme ve gönderilmesiyle sınırlıdır. Teknik nitelikteki belgelerde, bu niteliğe ilişkin olarak yapılmış maddi hatalardan bu belgeleri düzenleyen ve onaylayan gerçekleştirme görevlileri sorumlu olup, muhasebe yetkililerinin bu belgelere ilişkin sorumlulukları aritmetik işlemlerdeki yanlışlıklarla sınırlıdır.” biçiminde, 30’uncu maddesinde de, “Ödeme emirleri, muhasebe birimine geliş tarihinden itibaren, en geç dört iş günü içinde incelenir, uygun bulunanlar muhasebeleştirilerek tutarları hak sahiplerinin banka hesabına aktarılır. Eksik veya hatalı olan ödeme emri belgesi ve eki belgeler, düzeltilmek veya tamamlanmak üzere en geç, hata veya eksikliğin tespit edildiği günü izleyen iş günü içinde gerekçeleriyle birlikte harcama yetkilisine yazılı olarak gönderilir. Hata veya eksiklikleri tamamlanarak tekrar muhasebe birimine verilenler, en geç iki iş günü sonuna kadar incelenerek muhasebeleştirme ve ödeme işlemi gerçekleştirilir.Hak sahiplerinin banka hesaplarına aktarılmaksızın kasadan veya çek düzenlenmek suretiyle bankadan yapılabilecek ödeme tür ve tutarları ile kontrol, muhasebeleştirme ve ödeme süresini dört iş gününden daha az olarak belirlemeye, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde Bakanlık, kapsamdaki diğer kamu idarelerinde üst yöneticiler yetkilidir.” şeklinde ifade edilmiş bulunmaktadır.Yönetmeliğin yukarıya alınan maddesinde ifade edildiği gibi, bir mali işlemin muhasebeleştirilmesine dayanak teşkil eden belgelerde gelir, alacak, gider ya da borç tutarının tespit edilmesine esas rakamlardaki açık, kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen hatalar maddi hata olarak nitelendirilmektedir.Söz konusu mevzuat hükümleri karşısında, ödemeye esas teşkil etme niteliği bulunan, fakat gider evrakı arasında yer almayan bir belge nedeniyle ortaya çıkan kamu zararı ile giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki açık ve kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen maddi hatalardan muhasebe yetkilisinin, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması gerektiğine, hatanın bariz olup olmadığı hususunun ise yargı dairelerince kararlaştırılacak bir husus olduğuna çoğunlukla,

c) Muhasebe Yetkilisinin Gideri Hak Sahibine Ödeme Görevi

Muhasebe yetkilisinin, usul ve mevzuatına göre tahakkuk ettirilmiş gideri hak sahibine ödemek ve ödeme yaparken hak sahibinin kimliğini kontrol etmekle görevli olduğu, 5018 sayılı Kanunun 61’inci maddesinde ve Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 23. ve 29.maddelerinde hüküm altına alınmıştır.Muhasebe yetkilisi mutemetlerinin hesabına bakmak ve onları aklamak, Kanunun 61’inci maddesinin son fıkrasına göre, muhasebe yetkilisinin görevi olduğundan, gideri hak sahibine ödemeden doğan sorumlulukta mutemetlerin, Sayıştay’a karşı sorumlu kabul edilmemesi gerekmektedir.Bu nedenle, hak sahibi olmayan kişilere ödeme yapılması nedeniyle ortaya çıkan kamu zararından, doğrudan ve tek başına muhasebe yetkilisinin sorumlu tutulması gerektiğine oybirliğiyle,

d) Muhasebe Yetkilisinin Gelir ve Alacakları Tahsil Görevi

5018 sayılı Kanunun 61.maddesinin birinci fıkrasında, muhasebe hizmeti; “gelirlerin ve alacakların tahsili, giderlerin hak sahiplerine ödenmesi, para ve parayla ifade edilebilen değerler ile emanetlerin alınması, saklanması, ilgililere verilmesi, gönderilmesi ve diğer tüm malî işlemlerin kayıtlarının yapılması ve raporlanması işlemleridir.” şeklinde tanımlanmış; aynı maddenin ikinci fıkrasında muhasebe yetkilisinin,bu hizmetlerin yapılmasından ve muhasebe kayıtlarının usulüne uygun, saydam ve erişilebilir şekilde tutulmasından sorumlu olduğu belirtilmiş, aynı Kanunun 60.maddesinde de, ilgili mevzuatı çerçevesinde idare gelirlerini tahakkuk ettirmek, gelir ve alacaklarının takip ve tahsil işlemlerini yürütmek muhasebe biriminin görevleri arasında sayılmıştır. Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 23.maddesinde, gelirleri ve alacakları ilgili mevzuatına göre tahsil etmek, yersiz ve fazla tahsil edilenleri ilgililerine iade etmek ve bu işlemlere ilişkin kayıtları usulüne uygun, saydam ve erişilebilir şekilde tutmak, mali rapor ve tabloları her türlü müdahaleden bağımsız olarak düzenlemek muhasebe yetkilisinin görevlerinden kabul edilmiş, aynı Yönetmeliğin 32.maddesinde de idarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının yükümlüleri ve sorumluları adına ilgili hesaplara kaydedilerek tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisinin sorumlu olduğu açıkça ifade edilmiştir.Açıklanan nedenlerle, idarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının takip ve tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisinin tek başına sorumlu olduğuna çoğunlukla,

Karar verildi.

             5018 sayılı Kanun Çerçevesinde Sorumlu Tutulacak Görevli ve Yetkililerin Belirlenmesi Hakkında Sayıştay Genel Kurul Kararı Özü

            Kamu zararı

            “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır” şeklinde tanımlanarak kamu zararının belirlenmesinde esas alınacak unsurlar Kanunun 71.maddesinin “ a-g ” işaretli bentlerde sayılmıştır. Gerek bu madde gerek diğer maddeler nazara alındığında 5018 sayılı Kanuna göre mali sorumluluğun şartları şöylece sıralanabilir:

          a)Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem, eylem bulunmalıdır.

           b)Ortada bir kamu zararı olmalıdır.

           c)Mevzuata aykırı karar, işlem ve eylemle zarar arasında bir illiyet olmalıdır.

              Bu yeni sorumluluk sisteminde objektif kusursuz sorumluluk anlayışından vazgeçilmiş bulunulmaktadır. Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemi bulunmayan kasıt, kusur veya ihmali söz konusu olmayan ve bu haliyle herhangi bir zarar ika etmesi de mümkün olmayan harcama yetkilisine malî sorumluluk yüklenmesi mümkün bulunmamaktadır. Harcama yetkilisinin bu durumda sorumlu tutulması, hem 5018 sayılı Kanunla hem de hukukun genel ilkeleriyle bağdaştırılamaz

               Ödemeye esas teşkil etme niteliği bulunan, fakat gider evrakı arasında yer almayan bir belge nedeniyle ortaya çıkan kamu zararı ile giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki açık ve kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen maddi hatalardan muhasebe yetkilisinin, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması ancak, hatanın bariz olup olmadığı hususunun ise yargı dairelerince kararlaştırılması gerekir.

                 Üst Yönetici

                 Üst yöneticilerin özel Kanunlardan doğan Sayıştay’a karşı mali sorumlulukları olabileceği gibi, münferit bir olayda sorumluluklarına hükmedilmeleri de gerekebilir. Bu husus, meselenin Sayıştay yargısında görüşülmesi sırasında hükme bağlanacak bir konudur.Dolayısıyla bu aşamada bir genelleme yaparak üst yöneticilerin, işlemlerin hukuka uygun olarak yürütülmesinden sorumlu olacakları ya da olmayacakları yönünde bir görüş belirtilmesi uygun bulunmamaktadır.

                 Harcama Yetkilisi

                 Bütçeden yapılacak harcamalarda süreç, harcama talimatı ile başlamakta ve  ödeme emri belgesi uyarınca hak sahibine ödeme yapılması ile son bulmaktadır.5018 sayılı Kanunda, giderin yapılmasından ödeme aşamasına kadar tüm işlemlerin harcama yetkilisinin gözetim ve denetimi altında, onun emir ve talimatı ile yürütülmesi öngörüldüğünden, sorumluluk konusunda da harcama yetkilisi ön plana çıkmaktadır.Kanunda harcama yetkilisinin, bütçeyle ödenek tahsis edilen her harcama biriminin en üst yöneticisi olarak tanımlanması, idari açıdan üst yöneticilere; hukuka uygunluk açısından da yetkili kılınmış mercilere hesap vermekle sorumlu olduğunu göstermektedir. Bu anlamda harcama yetkililerinin Sayıştay’a hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır.5018 sayılı Kanun ve Yönetmelikteki bu hükümler karşısında, muhasebe yetkililerini Sayıştay’a hesap verme konusunda birinci derece sorumlu kabul etmek gerekmektedir.

                Harcama yetkilileri, harcama talimatlarının ve buna konu olan harcamaların bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygunluğundan sorumludurlar.

                *Harcama yetkisinin devredilmesi,yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu kaldırmamakla birlikte, yetkiyi devreden harcama yetkilisinin malî sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.Bu nedenlerle, harcama talimatının kullanılmasından doğan sorumluluğun, harcama yetkisinin devredildiği görevliye ait olması gerekir.

                *Kamu idareleri arasında veya idarenin değişik birimleri arasında iş ve hizmet ilişkisine bağlı olarak yapılan ödenek aktarmalarında, harcama yetkisinden doğan sorumluluk, ödenek aktarılan birimin en üst yöneticisine,

               *Harcama yetkilisinin yerine, mevzuatında öngörülen usullere uygun olarak vekâleten atanan görevlinin, vekâlet ettiği göreve ait harcama yetkisini kullanmasından doğan sorumluluk bu görevi vekâleten yürüten görevliye aittir.

              Harcama Yetkisinin kurul veya komisyon eliyle yürütülmesi

              Kanunların verdiği yetkiye istinaden;

            1)Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor ve kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer alıyorsa, harcama yetkisinden doğan sorumluluk; yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul, komite veya komisyona aittir.

            2)Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor, ancak kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer almıyorsa, yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komitenin sadece harcama talimatının kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olmasından sorumlu olur.

            3)Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı bir giderin yapılması için harcama yetkilisine izin verme şeklinde düzenlenmiş ise, bu halde kurul, komisyon veya komitenin harcamaya izin veren kararın kanun, tüzük ve yönetmeliğe uygun olmasıyla sınırlı olarak sorumlu olur.

           Gerçekleştirme Görevlileri

          Ödeme emri belgesini düzenlemekle görevlendirilen gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde ön mali kontrol yaparak, ödeme emri belgesi üzerine “Kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” şerhi düşüp imzalayacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen görevli, gerçekleştirme belgelerinin ödeme emri belgesine doğru aktarılması yanında, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan da sorumludur.Yapılan bu açıklamalara göre, aslî bir gerçekleştirme belgesi olan ödeme emri belgesini düzenleyen sıfatıyla imzalayan gerçekleştirme görevlisinin, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan harcama yetkilisi ile birlikte ,

                  *Ödeme emri belgesine eklenmesi gereken taahhüt ve tahakkuk işlemlerine ilişkin fatura, beyanname, tutanak gibi gerçekleştirme belgelerini düzenleyen veya bu belgeleri kabul eden gerçekleştirme görevlilerinin, bu görevleriyle ilgili olarak yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak harcama yetkilisiyle birlikte,

                 *Mevzuatına göre oluşturulan kurul, komisyon veya benzeri bir organ tarafından düzenlenen keşif, rapor, tutanak, karar veya ödemeye esas benzeri belgelerden doğacak sorumluluğa, işlemi gerçekleştiren ve bu belgeyi düzenleyip imzalayan kurul üyelerinin de dahil edilmeleri ve bu işlem nedeniyle harcama yetkilisiyle birlikte ,

              *Elektronik ortamda oluşturulan veri tabanından yararlanılarak yapılacak harcamalarda, sisteme girilecek verilerin bulunduğu belgeleri düzenleyen ve imzalayan görevlilerin, bu işlemle ilgili gerçekleştirme görevlisi olarak kabul edilmesi ve yaptığı işlemlerden harcama yetkilisi ve sorumluluğu bulunan diğer gerçekleştirme görevlileriyle birlikte,  sorumlu tutulmaları gerekir.

                Ödeme aşamasındaki sorumluluk

                Ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları olmakla birlikte, ödeme emri belgesi eki belgeler üzerinde herhangi bir imza eksiği varsa muhasebe yetkilisinin, ödeme emri belgesi üzerinde imzası bulunan harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte,

            *Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi veya gerçekleştirme görevlisinden sadece birinin imzası varsa, muhasebe yetkilisinin, imzası bulunan görevliyle birlikte ,

            *Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları yoksa muhasebe yetkilisinin, tek başına sorumlu tutulmaları gerekir.

               Muhasebe Yetkilisi

               Ödemeye esas teşkil etme niteliği bulunan, fakat gider evrakı arasında yer almayan bir belge nedeniyle ortaya çıkan kamu zararı ile giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki açık ve kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen maddi hatalardan muhasebe yetkilisinin, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması ancak, hatanın bariz olup olmadığı hususunun ise yargı dairelerince kararlaştırılması gerekir.

 

             Muhasebe yetkilisi mutemetlerinin hesabına bakmak ve onları aklamak, Kanunun 61’inci maddesinin son fıkrasına göre, muhasebe yetkilisinin görevi olduğundan, gideri hak sahibine ödemeden doğan sorumlulukta mutemetlerin, Sayıştay’a karşı sorumlu kabul edilmemesi gerekmektedir.Bu nedenle, hak sahibi olmayan kişilere ödeme yapılması nedeniyle ortaya çıkan kamu zararından, doğrudan ve tek başına muhasebe yetkilisinin sorumlu tutulması gerekir.

           İdarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının takip ve tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisi tek başına sorumludur.

 

Yazıldı Yargı Kararları

Taşınır Mal İşlemleri (Makale)

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

TAŞINIR MAL YÖNETMELİĞİ UYGULAMALARI ( 1 , 2  VE 3 SAYILI  GENEL TEBLİĞLER ÇERÇEVESİNDE) DEĞERLENDİRİLMESİ

              10.12.2003 tarih ve 25326 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun amacı, Avrupa Birliği standartlarına uygun olarak,  kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesini ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir.

5018 sayılı  Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte çıkarılan yaklaşık 20’ye yakın Yönetmelik ile ikincil mevzuatı da tamamlanmış olmaktadır.Bu Kanun uyarınca; kaynağına ve edinme yöntemine bakılmaksızın kamu idarelerine ait taşınır malların kaydı, muhafazası ve kullanımı ile yönetim hesabının verilmesi, merkez ve taşrada taşınır yönetim sorumlularıyla bunlar adına görev yapacak olanların belirlenmesi ve kamu idareleri arasında taşınırların bedelsiz devri ile tahsisine ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla Taşınır Mal Yönetmeliği düzenlenmiştir.Kamu idareleri arasında taşınır mal devirleri ile, taşınır mal kayıt ve kontrol yetkililerinin görevlendirilmesinde yaşanan tereddütlerle, taşınır mal kayıt ve kontrol yetkilisi olarak görevlendirilen kamu görevlilerinin kefalete tabi kılınıp kılınmayacağına ilişkin konulara açıklık getirilmek amaçlanmıştır.

             5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun İlgili Hükümleri Doğrultusunda Konunun İrdelenmesi

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun  Taşınır ve Taşınmaz Mal işlemlerine ilişkin yürürlükteki maddeleri konunun daha iyi anlaşılabilmesi bakımından aynen aşağıya alınmıştır.

               Taşınır ve Taşınmaz İşlemleri

                Madde 44- Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerince, taşınır ve taşınmaz edinilmesi, yönetilmesi, trampası, elden çıkarılması, ecrimisilin tahsil ve takibinde izlenecek yöntem, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin yönetimi ve korunması, işgalli malların tahliyesi gibi hususlar ilgili kanunlarında düzenlenir.

               (Değişik ikinci cümle: 22/12/2005-5436/10 md.) Bu malların kaydı ile taşınırların muhafazası,  kullanımı, mal yönetim hesabının verilmesi ve mal yönetim sorumlularıyla bunlar adına görev yapacak olanların belirlenmesine ilişkin usûl ve esaslar, Maliye Bakanlığınca hazırlanacak ve Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.

              Taşınır ve Taşınmaz Edinme

              Madde 45- Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, kamu hizmetlerinin zorunlu kıldığı durumlarda gereken nicelikte ve nitelikte taşınır ve taşınmazları, yurt içinde veya yurt dışında, bedellerini peşin veya taksitle ödeyerek veya finansal kiralama suretiyle edinebilirler. Kamu idareleri, taşınmaz satın alma veya kamulaştırma işlemlerini yetki  devri yoluyla bir başka   kamu idaresi eliyle yürütebilir. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin edindiği taşınmazlar Hazine adına, diğer kamu idarelerine ait taşınmazlar ise tüzel kişilikleri adına tapu sicilinde tescil olunur. Hazine adına tescil edilen taşınmazlar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir. Bu tescil işlemleri, adına tescil yapılan idarenin taşınmazın bulunduğu yerdeki ilgili birimine bildirilir.

Kamu idarelerince üretilen malların kendi tüketimlerinde kullanılması halinde bunların bedelleri, rayiç bedel üzerinden ilgili ödenek tertibine gider ve karşılığı gelir kaydedilir.

Kamu idareleri, ihtiyaç fazlası taşınırları ile görmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinde kullanılacağına ve amacına uygun kullanılmaması halinde geri alınacağına dair tapu kütüğüne şerh konulması kaydıyla taşınmazlarını diğer kamu idarelerine bedelsiz olarak devredebilir.

Devredilmeyecek taşınır ve taşınmazlar ile devir ve kayıt işlemlerine ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.

Kamu idareleri arasındaki taşınmazların mülkiyetine ilişkin uyuşmazlıklar, görevli mahkemelerce çözümlenir.            

             Taşınır ve Taşınmaz Satışı

              Madde 46- Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin her türlü taşınır ve taşınmazlarının satışına Maliye Bakanlığı yetkilidir. Satış bedelleri genel bütçeye gelir kaydedilir. Diğer kamu idarelerine ait taşınır ve taşınmazların elden çıkarılması özel kanunlarında belirtilen yetkili organlarının kararıyla mümkündür.

Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin taşınmazlarından değeri her yıl merkezî yönetim bütçe kanununda belirtilen sınırın üzerinde olanlar, Bakanlar Kurulu kararıyla satılır.

             Taşınmaz Tahsisi

             Madde 47- (Değişik: 22/12/2005-5436/4 md.)

Kamu idareleri, kanunlarında belirtilen kamu hizmetlerini yerine getirebilmek için mülkiyetlerindeki taşınmazlarla Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerleri, birbirlerine ve köy tüzel kişiliklerine bedelsiz olarak tahsis edebilirler. Tahsis edilen taşınmaz, amaç dışı kullanılamaz.

Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlarla Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerleri tahsis etmeye, kamu ihtiyaçları için gerekli olmayanların tahsisini kaldırmaya Maliye Bakanlığı; diğer taşınmazları tahsis etmeye ve tahsisini kaldırmaya ise maliki kamu idaresi yetkilidir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve usûller Maliye Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.

Kanunlardaki özel hükümler saklıdır. 

             Mal Yönetiminde Etkililik ve Sorumluluk

             Madde 48- Kamu idareleri, taşınırların yönetimi, kaydı, muhafazası ve kullanımından sorumludurlar. Taşınırların özelliğinden veya olağan kullanımından kaynaklanan yıpranma ile usulüne uygun olarak belirlenen firelerden dolayı sorumluluk aranmaz.

Kullanılmak üzere taşınır teslim edilen görevliler, taşınırın korunmasından ve taşınıra verilen zararlardan sorumludur. Kamu idareleri, verilen zararların sorumlularına ödettirilmesini sağlamakla yükümlüdür.

Kamu idarelerine ait malları edinme, kiralama, tahsis, yönetim, kullanma ve elden çıkarma işlemleri, mevzuatında öngörülen kurallar dahilinde hizmetin amacına uygun olarak verimlilik ve tutumluluk ilkesine göre yapılır. Bu ilkeye aykırı eylem ve işlemlerden doğacak zararlardan, malların yönetimi veya kullanılması hususunda yetki verilenler sorumludur.

Kamu mali yönetiminde görevli, yetkili ve sorumlu kılınan idare görevlilerinin Hesap verme sorumluluğu 5018 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde açıklanmıştır. Madde aynen şöyledir.

            Hesap Verme Sorumluluğu

            Madde 8- Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır. 

             Taşınır Mal  Yönetmeliğine göre taşınır mal kayıt ve işlemlerinde Harcama yetkilisi, Kayıt kontrol yetkilisi, Muhasebe Yetkilisi ve konsolide görevlilerinin görev, yetki ve sorumlulukları ile kamu idareleri arasında taşınırların bedelsiz devrine ilişkin esas ve usuller; 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun  44 üncü maddesine dayanılarak hazırlanan ve 18.1.2007 gün ve 26207 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak   “Taşınır Mal Yönetmeliği”  yürürlüğe konulmuştur.Taşınır Mal Yönetmeliği’nde taşınır mal yönetiminde idare sorumlularının ve bunlar adına görev yapacak olanların belirlenmesine ilişkin hususlar, diğer taraftan kamu idareleri arasında ihtiyaç fazlası taşınırların bedelsiz devrine ilişkin hususlar  etraflıca açıklanmış olup ilgili madde hükümleri aynen aşağıya çıkarılmıştır.

            Sorumluluk

            MADDE 5 – (1) Harcama yetkilileri taşınırların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak edinilmesinden, kullanılmasından, kontrolünden, kayıtlarının bu Yönetmelikte belirtilen esas ve usullere göre saydam ve erişilebilir şekilde tutulmasını sağlamaktan ve taşınır yönetim hesabını ilgili mercilere göndermekten sorumludur. Harcama yetkilileri taşınır kayıtlarının bu Yönetmelik hükümlerine uygun olarak tutulması ve taşınır yönetim hesabının ilgili mercilere gönderilmesi sorumluluğunu taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri aracılığıyla yerine getirir.

(2) Harcama yetkilileri, taşınırlara ilişkin işlem ve kayıtların usule uygun olarak yapılıp yapılmadığını kontrol etmeye veya ettirmeye; kasıt, kusur veya ihmal sonucu kırılan, bozulan veya kaybolan taşınırların ilgililerden tazmini için gerekli işlemleri yapmaya veya yaptırmaya yetkilidir.

(3) Kamu idarelerine ait taşınırların muhafazası ile görevli olan veya kendilerine kullanılmak üzere taşınır teslim edilen kamu görevlileri bu taşınırları en iyi şekilde muhafaza etmek, gerekli bakım ve onarımlarını yapmak veya yaptırmak, veriliş amacına uygun bir şekilde kullanmak ve görevin sona ermesi veya görevden ayrılma halinde iade etmek zorundadırlar.

(4) Zimmetle teslim edilen dayanıklı taşınırlar, kullanıcıları tarafından başkasına devredilemez. Kullanıcılarının görevden ayrılması halinde söz konusu taşınırların ambara iade edilmesi zorunludur. Bu şekilde teslim yapılmadan personelin kurumla ilişiği kesilmez.

(5) Taşınırların muhafazasından ve yönetilmesinden sorumlu olanların, gerekli tedbirlerin alınmaması veya özenin gösterilmemesi nedeniyle taşınırın kullanılmaz hale gelmesi veya yok olması sonucunda sebep oldukları kamu zararları hakkında, 27/9/2006 tarihli ve 2006/11058 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümleri uygulanır.

(6) Kullanılmak üzere kendilerine taşınır teslim edilen kamu görevlilerinin kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizlik ya da dikkatsizlikleri nedeniyle oluşan kamu zararı, değer tespit komisyonu tarafından tespit edilecek rayiç bedeli üzerinden, ilgili mevzuat hükümleri uygulanmak suretiyle tahsil edilir.

(7) Taşınırların özelliğinden veya olağan kullanımından kaynaklanan yıpranma ile usulüne uygun olarak belirlenen firelerden dolayı sorumluluk aranmaz. 

           Taşınır Kayıt ve Kontrol Yetkilileri

            MADDE 6 – (1) Taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri, harcama yetkililerince, memuriyet veya çalışma unvanına bağlı kalmaksızın, taşınır kayıt ve işlemlerini bu Yönetmelikte belirtilen usule uygun şekilde yapabilecek bilgi ve niteliklere sahip personel arasından görevlendirilir. Dış temsilciliklerde taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri misyon şefleri tarafından görevlendirilir. Taşınır işlemleri yoğun olan harcama birimlerinde birden fazla taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilebilir.

(2) Taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin görev ve sorumlulukları aşağıda belirtilmiştir.

a) Harcama birimince edinilen taşınırlardan muayene ve kabulü yapılanları cins ve niteliklerine göre sayarak, tartarak, ölçerek teslim almak, doğrudan tüketilmeyen ve kullanıma verilmeyen taşınırları sorumluluğundaki ambarlarda muhafaza etmek.

b) Muayene ve kabul işlemi hemen yapılamayan taşınırları kontrol ederek teslim almak, bunların kesin kabulü yapılmadan kullanıma verilmesini önlemek.

c) Taşınırların giriş ve çıkışına ilişkin kayıtları tutmak, bunlara ilişkin belge ve cetvelleri düzenlemek ve taşınır yönetim hesap cetvellerini konsolide görevlisine göndermek.

ç) Tüketime veya kullanıma verilmesi uygun görülen taşınırları ilgililere teslim etmek.

d) Taşınırların yangına, ıslanmaya, bozulmaya, çalınmaya ve benzeri tehlikelere karşı korunması için gerekli tedbirleri almak ve alınmasını sağlamak.

e) Ambarda çalınma veya olağanüstü nedenlerden dolayı meydana gelen azalmaları harcama yetkilisine bildirmek.

f) Ambar sayımını ve stok kontrolünü yapmak, harcama yetkilisince belirlenen asgarî stok seviyesinin altına düşen taşınırları harcama yetkilisine bildirmek.

g) Kullanımda bulunan dayanıklı taşınırları bulundukları yerde kontrol etmek, sayımlarını yapmak ve yaptırmak.

ğ) Harcama biriminin malzeme ihtiyaç planlamasının yapılmasına yardımcı olmak.

h) Kayıtlarını tuttuğu taşınırların yönetim hesabını hazırlamak ve harcama yetkilisine sunmak.

(3) Ayrıca taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri, sorumluluklarında bulunan ambarlarda kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizlikleri nedeniyle meydana gelen kayıp ve noksanlıklardan sorumludurlar.

(4) Taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri sorumluluklarında bulunan ambarları devir ve teslim etmeden görevlerinden ayrılamazlar.

              Taşınır Konsolide Görevlileri

              MADDE 7 – (1) Kamu idarelerinin merkez ve taşra harcama birimlerinin taşınır hesaplarının, ilçe, il, bölge, dış temsilcilik ve merkez teşkilatları itibarıyla konsolide edilmesi işlemlerini yürütmek üzere merkez, bölge, il ve gerek görülmesi halinde ilçe teşkilatlarında birer taşınır konsolide görevlisi belirlenir.

(2) Taşınır konsolide görevlisi, kamu idarelerinin merkez teşkilatlarında strateji geliştirme birimi yöneticisine bağlı malî hizmetleri yürüten birimin bünyesindeki taşınır kayıt işlemlerinden sorumlu yöneticidir. İlçe, il veya bölge teşkilatlarında ise taşınır konsolide görevlisi, bu teşkilatların en üst yöneticileri tarafından belirlenir.

(3) Merkezdeki taşınır konsolide görevlileri, harcama birimleri ile dış temsilciliklerden ve taşradaki taşınır konsolide görevlilerinden aldıkları Taşınır Hesap Cetvellerini konsolide ederek, idarenin Taşınır Kesin Hesap Cetveli ile Taşınır Hesabı İcmal Cetvelini, üst yönetici adına hazırlamakla yükümlüdür.

               Muhasebe Yetkililerinin Taşınır Hesabına İlişkin Görev ve Sorumlulukları

               MADDE 8 – (1) Taşınır işlemlerine ilişkin muhasebe kayıtları, Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliğine dayanılarak çıkarılmış ilgili muhasebe düzenlemeleri ve bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde muhasebe yetkilileri tarafından yapılır.

(2) Muhasebe yetkilileri, harcama birimlerince hazırlanan Harcama Birimi Taşınır Yönetim Hesabı Cetvelinde gösterilen tutarların muhasebe kayıtlarıyla uygunluğunu kontrol ederek onayladıktan sonra, harcama yetkilisine göndermekle görevli ve sorumludurlar.

(3) Muhasebe yetkililerinin bu Yönetmelikteki görevleriyle ilgili sorumlulukları, taşınır işlemlerine ilişkin muhasebe kayıtlarının, dayanağı belgelere uygunluğu ile harcama birimlerince hazırlanan Harcama Birimi Taşınır Yönetim Hesabı Cetvellerini inceleyip onaylayarak harcama yetkilisine vermekle sınırlıdır.  

               Kamu İdareleri Arasında Bedelsiz Devir

MADDE 31-(1) Kayıtlara alınış tarihi itibarıyla beş yılını tamamlamış ve idarece kullanılmasına ihtiyaç duyulmayan taşınırlar, bu taşınıra ihtiyaç duyan idarelere bedelsiz devredilebilir.

(2) Ancak devralmak isteyen idare açısından bakım, onarım ve taşıma giderleri nedeniyle ekonomik olmayan ve kullanılmasında fayda görülmeyen taşınırlar devredilemez.

(3) Kamu idarelerince yürütülen veya desteklenen projelerin gerçekleştirilmesi için edinilen araştırma ve geliştirme amaçlı taşınırlar, uluslararası organizasyonların gerçekleştirilmesi için alınan taşınırlar ile devredilmediği takdirde kullanım imkanı kalmayacak olan veya zorunlu sebeplerle devredilmesi gereken tüketim malzemelerinin devrinde beş yıl şartı aranmaz.

(4) (Değişik:19/10/2010 – 27616 R.G.)İdareler, sahip oldukları taşınırları (taşıt ve iş makineleri dahil) birinci fıkrada belirtilen beş yıl şartı aranmaksızın ihtiyacı bulunan diğer idarelere geçici olarak tahsis edebilir.

(5) (Değişik:19/10/2010 – 27616 R.G.)Bedelsiz devredilecek ve devredilemeyecek taşınırlar ile tahsise ilişkin diğer esas ve usuller Bakanlıkça belirlenir.

                Taşınır Mal Yönetmeliği Uygulamasıyla İlgili Maliye Bakanlığı Tebliğleri

Açıklanmasına ihtiyaç duyulan hususlarla ilgili olarak  Maliye Bakanlığı Tebliğ ve genelgelerle ilgili idarelere gereken duyuruları yapılmaktadır. Taşınır Mal Yönetmeliği ile ilgili olarak bugüne kadar üç adet tebliğ yayımlanmış bulunmaktadır.

                Taşınır Mal Yönetmeliği 1 sayılı Genel Tebliği 08.08.2007 tarih ve 26637 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış bulunmaktadır. Anılan Tebliğ düzenleyici ve denetleyici kurumlar hariç olmak üzere genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin elinde bulunan ihtiyaç fazlası taşınırların, kapsamdaki diğer kamu idarelerine bedelsiz devredilmesine ilişkin usûl ve esaslar ile devredilemeyecek taşınırların belirlenmesi amacıyla, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 45 inci maddesi ile 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla 18/1/2007 tarihli ve 26407 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan Taşınır Mal Yönetmeliğinin 31 inci maddesinin Bakanlığımıza verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanmıştır.

                 1. İhtiyaç Fazlası Taşınırlar ve Bedelsiz Devre İlişkin Genel Esaslar

(1) 5018 sayılı Kanunla oluşturulan yeni malî yönetim sisteminde; kamu idarelerinin, ihtiyaçlarını stratejik planlarına, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayanarak planlamaları ve bütçeleştirmeleri; sağlanan kaynakları etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanmaları temel ilkedir.

(2) Adı geçen Kanunun 8.maddesinde, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların kaynakların etkili, ekonomik, verimli olarak elde edilmesinden ve kullanılmasından sorumlu ve bu hususlarda yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları hükme bağlanmış; Taşınır Mal Yönetmeliğinin 5 inci maddesinde de bu husus vurgulanmıştır.

(3) Bu çerçevede kamu idareleri, ihtiyaç fazlası taşınır oluşmaması için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler.

(4) Bununla birlikte, zorunlu veya öngörülemeyen sebeplerle ortaya çıkan ve yapılan araştırma ve değerlendirmeler sonucunda idarenin merkez ve taşra birimleri itibarıyla kullanım imkanı olmadığı anlaşılan taşınırlar “ihtiyaç fazlası taşınır” olarak kabul edilecek ve diğer kamu idarelerine bu Tebliğde belirlenen usûl ve esaslara bağlı kalmak suretiyle bedelsiz devredebilecektir. Kamu idareleri, ihtiyaç duydukları taşınırları öncelikle diğer idarelerdeki ihtiyaç fazlası taşınırlardan karşılamak suretiyle temin etmeleri esas olup, bu şekilde karşılamaları halinde, satın alma yoluna gitmeyecekler ve bu ihtiyaçları için ödenek veya kaynak ayrılması talebinde bulunmayacaklardır.

(5) Kamu kaynağının verimli kullanılması ve kamuda tasarruf sağlanması bakımından ihtiyaç fazlası taşınırların kamu idareleri arasında bedelsiz devredilmesinin etkin bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, Bakanlığımız (Muhasebat Genel Müdürlüğü) www.muhasebat.gov.tr web adresinde İhtiyaç Fazlası Taşınır Sorgu Ekranı oluşturulmuştur. Kamu idareleri, tespit etmiş oldukları ihtiyaç fazlası taşınırlarının girişlerini,  bu Tebliğin bedelsiz devre ilişkin şartlar başlıklı üçüncü bölümünün birinci fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde belirtilen tüketim malzemeleri hariç olmak üzere, say2000i kapsamındaki muhasebe birimleri aracılığıyla İhtiyaç Fazlası Taşınır Sorgu Ekranı kullanılmak suretiyle bu ekranda yapılacak açıklamalar çerçevesinde gerçekleştireceklerdir.

               2. Bedelsiz Devre İlişkin Şartlar

              (1) İhtiyaç fazlası olduğu tespit edilen taşınırların diğer kamu idarelerine bedelsiz devredilmesinde aşağıdaki şartlar aranacaktır:

a) Taşınırlar, kayıtlara alınış tarihi itibarıyla beş yılını tamamlamış olmalıdır. Ancak, aşağıda belirtilen durumlarda beş yıl şartı aranmayacaktır.

1) Kamu idarelerince araştırma ve geliştirme amacıyla yürütülen veya desteklenen projelerin gerçekleştirilmesi için edinilen ve proje çalışmalarının tamamlanmasından sonra sözleşme hükümlerine dayanılarak idareye devredilen taşınırlardan idarece kullanılmasına ihtiyaç duyulmayanlar.

2) Uluslararası organizasyonların gerçekleştirilmesi için yapılan toplantı, konferans, tanıtım, spor, yarışma, gösteri, sergi ve benzeri faaliyetler için alınmış olan taşınırlardan söz konusu faaliyetler tamamlandıktan sonra idarece kullanılmasına ihtiyaç duyulmayanlar.

3) İdarece kullanım imkanı bulunmadığı gibi diğer idarelere devredilmediği takdirde çürüme, bozulma veya kullanım süresinin dolması gibi nedenlerle bir daha kullanılamayacak olan ya da diğer zorunlu sebeplerle devredilmesi gereken tüketim malzemeleri.

b) İdarenin ihtiyaç duymaması nedeniyle devrettiği taşınıra, devralacak idarece ihtiyaç duyulmalı ve kullanılmasında yarar görülmelidir.

c) İhtiyaç fazlası taşınırlar, devralacak idareye bakım, onarım ve taşıma giderleri yönünden ekonomik olmayan malî külfetler getirmemelidir. Beş yılını tamamladığı halde devralmak isteyen idare açısından bakım, onarım ve taşıma giderleri nedeniyle devri ekonomik olmayan ve kullanılmasında fayda görülmeyen taşınırlar devir işlemine konu edilmeyecek, bu tür taşınırlar, kuruluşların tabi oldukları mevzuat hükümlerine göre satılmak veya imha edilmek suretiyle tasfiye edilecektir.

ç) Devredilecek taşınırların devralacak idare tarafından taşınması esastır; ancak zorunlu durumlarda devreden idare tarafından da taşıtılabilir.

d) Kamu idarelerinin yapmış olduğu taşıma giderleri taşınırın değeri ile ilişkilendirilmez.

e) Mahalli idarelerde ortaya çıkan ihtiyaç fazlası taşınırların, diğer idarelere devrinde ilgisine göre valinin, belediye başkanının veya birlik başkanının onayı aranacaktır.

f) Taşınır devirleri, Bakanlığımızca (Muhasebat Genel Müdürlüğü) yayımlanan Parasal Sınırlar ve Oranlar Hakkındaki Genel Tebliğinde belirlenen limitler dikkate alınarak harcama yetkilisi veya üst yöneticinin onayı ile yapılacaktır.

(2) Devrine karar verilen taşınır için iki nüsha Ek-1 form (Taşınır Devrine İlişkin Protokol) düzenlenecek ve söz konusu taşınırlar, Yönetmelik hükümleri gereğince gerekli işlemler yapıldıktan sonra devredilecek ve devralınacaktır.

             3. Devredilemeyecek Taşınırlar

(1) Taşıt ve iş makineleri, ihtiyaç fazlası taşınıra konu edilmeyecek ve devredilmeyecektir.

(2)   Ancak, idarece ihtiyaç duyulmadığından diğer idarelere bedelsiz devredilmesinde yarar görülenlerin devri, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerince Bakanlığımızın; mahalli idarelerde meclis kararlarına bağlı olarak, sosyal güvenlik kuruluşlarınca ise ilgili Bakanlığın teklifi üzerine, Bakanlığımızın uygun görüşünün alınması suretiyle yapılacaktır.

(3) Kamu idarelerince araştırma ve geliştirme amacıyla yürütülen veya desteklenen projelerin gerçekleştirilmesi için edinilen ve proje çalışmalarının tamamlanmasından sonra sözleşme hükümlerine dayanılarak idareye devredilen taşıt ve iş makinelerinin diğer kamu idarelerine devrinde de bu madde hükmü uygulanacaktır.…” denilmektedir.

Yönetmeliğin değişik 31.maddesiyle Taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsis imkanı getirilmiş ve bu durum 3 sayılı Genel Tebliğde açıklanmıştır.Bu Tebliğe göre;

          Geçici olarak tahsis edilecek taşınırlar ve tahsise ilişkin genel esaslar

(1) Taşınırlar 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda kamu kaynakları arasında sayılmış, Kanunun 8 inci maddesinde de, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların kaynakların etkili, ekonomik, verimli olarak elde edilmesinden ve kullanılmasından sorumlu ve bu hususlarda yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.

(2) Kamu hizmetlerinin, idarelerin bütçelerine konulan ödeneklerle, mevzuatla belirlenmiş ilke ve amaçlara uygun olarak gerçekleştirilmesi; kamu hizmetlerinin istenilen düzeyde ve kalitede sunulabilmesi için ihtiyaçların stratejik planlara, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayanılarak planlanması ve bütçeleştirilmesi; bütçe kaynaklarının etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

(3) Bu çerçevede; kamu idareleri ancak kendi ihtiyaçları için taşınır edinebilirler ve bunları etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanmakla yükümlüdürler. Mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde diğer bir idarenin ihtiyacını temin amacıyla taşınır edinemezler.

(4) Bununla birlikte, kamunun elinde bulunan atıl kapasitenin değerlendirilerek, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması ve bu suretle kamuda tasarruf sağlanması amacıyla, idarelere ait taşınırlardan bilgisayar, sunum ve gösteri cihazları, kesintisiz güç kaynakları, jeneratör veya bu tür makine ve cihazlarla donanımlı alanlar, seyyar kulübe, kabin, konteynır gibi dayanıklı taşınırlar ile taşıt ve iş makineleri, idarelerin;

a) Önceden düşünülmeyen, ancak yapılmasında zorunluluk bulunan seminer, eğitim, toplantı, konferans, gezi ve benzeri nedenlerle,

b) İlgili mevzuat gereğince belirli makam ve görevlilerin hizmetine verilmiş taşıtların tamir, bakım-onarım ve benzeri nedenlerle kullanılamadığı durumlarda,

c) Yangın, sel baskını, deprem gibi doğal afet halleri ile kamu hizmetinin gerektirdiği ivedi ve zorunlu hallerde,

ortaya çıkan ihtiyaçları için geçici olarak tahsis edilebilecektir.

Ayrıca, idaresince yapılan araştırma ve değerlendirme sonucunda birimlerinin dönemsel veya mevsimsel olarak kullanmayacağı tespit edilen taşıt ve iş makineleri, bunlara ihtiyaç duyan idarelere, mülki idare amiri tarafından, gerekli görülmesi halinde, koordinasyon sağlanmak suretiyle, geçici olarak tahsis edilebilir.

(5) Ancak, belirli bir hizmetin üretilmesinde kullanılan ve kullanımı sonucunda tükenen veya ilk özelliklerini kısmen veya tamamen kaybederek bir daha kullanılmayacak hale gelen tüketim madde ve malzemeleri geçici tahsise konu edilemezler.

  Geçici tahsis yetkisi ve tahsis şartları

(1) Taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsis yetkisi, üst yönetici tarafından ayrıca bir düzenleme yapılmadığı sürece taşınırın yönetiminden ve hesabını vermekten sorumlu harcama yetkilisine aittir.

(2) Taşınırların idareler arasında tahsisinde aşağıdaki şartlar aranacaktır:

a) Tahsis, idarenin geçici olarak ortaya çıkan ihtiyaçları için ve sadece ihtiyaç süresiyle sınırlı olarak yapılacaktır.

Bununla birlikte,

1) Dozer, vinç, grayder, kepçe, asfaltlama ve betonlama makineleri, kaya kamyonları, yükleyiciler, transpalet, beko-loder, traktör, çöp kamyonu, arazöz ve itfaiye aracı gibi iş makineleri, sondaj makineleri ve bunların ekipmanları altı ay süre ile,

2) Yukarıda sayılanlar dışında kalan diğer dayanıklı taşınırlar ise ihtiyaç süresi aşılmamak koşuluyla üç ay süre ile,

3) 237 sayılı Taşıt Kanununa bağlı I ve II sayılı Cetvelde sayılan makamlara ait mevcut taşıtların herhangi bir nedenle geçici olarak kullanılamaması durumlarında kullanılabilir hale gelinceye kadar; kullanımının imkânsız olduğu durumlarda ise yeni taşıt temin edilinceye kadar,

geçici tahsis yapılabilir.

Bu süreler, zorunlu hallerde aynı sürelerle sınırlı ve bir kereye mahsus olmak üzere uzatılabilir.

b) Genel ve özel bütçeli idarelerin merkez birimlerince yapılan tahsisler hariç olmak üzere geçici tahsis; mahalli idarelerde hizmet vermekle yetkili oldukları coğrafi alanla, diğer kamu idarelerinde ise bulundukları ilin idâri (ilçeler dahil) alanı ile sınırlı olarak yapılabilecektir.

c) Tahsis edilen taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanım için gerekli toner, kartuş, kağıt, akaryakıt, yağ vb. diğer zorunlu giderleri, tahsis yapılan idarece karşılanacaktır.

ç) Taşınır, ihtiyacın ortadan kalktığı günü takip eden günden itibaren en geç yedi iş günü içinde, tahsisi yapan idareye iade edilecektir.

d) Tahsis edilen taşınırlar için tutanak düzenlenmesi zorunludur. Ancak, taşıt ve iş makineleri için idareler arasında protokol düzenlenecektir. Düzenlenen tutanak veya protokolde;

1) Tahsis edilen taşınırın cinsi, adedi ve tahsis amacı ile tahsis süresine,

2) Taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanılacak tüketim madde ve malzemelerin, tahsis edilen idarece karşılanacağına,

3) Taşınırın tesliminden itibaren kullanımı süresince idareye veya diğer kamu idarelerine ya da özel kişilere verilecek zararların tazminine ilişkin sorumluluğun, tahsis edilen idareye ait olduğuna,

4) İdarelerce gerekli görülecek diğer hususlara,yer verilir.

 Tahsis edilen taşınırların takibi ve idarelerin sorumluluğu

(1) Tahsis edilen taşınırlar, tahsisi yapan idare kayıtlarında, Dayanıklı Taşınırlar Defterinin “Nereye Verildiği” sütununda veya bu amaçla ayrıca tutulacak kayıtlarda tahsis edilen idare, tahsis süresi ve teslim edilen yetkili bilgilerine yer verilmek suretiyle takip edilir. Tahsis edilen taşınırlar için kullanıcı idare tarafından yapılan değer artırıcı harcamalardan 10 Ocak 2008 tarihli ve 26752 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1 sayılı Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği Genel Tebliğinde belirlenen tutarı aşanlar, varlığın kayıtlı değerine eklenmek üzere harcamaya ilişkin faturanın bir örneği gönderilmek suretiyle tahsisi yapan idareye bildirilir.

(2) Tahsis edilen taşınırlar için, tahsisi yapan harcama biriminin görevlendireceği birim yetkilisi tarafından, tahsisi isteyen idare talebine uygun olarak Taşınır İstek Belgesi (Taşınır Mal Yönetmeliği eki Örnek: 7) düzenlenir. Tahsis edilen taşınırlar bu belgeye dayanılarak ilgisine göre 6 veya 6/A örnek numaralı Zimmet Fişi ile öncelikle Taşınır İstek Belgesinde gösterilen birim yetkilisine zimmetlenir, birim yetkilisince düzenlenecek tutanakla da tahsis edilen idarenin yetkilisine imzası alınmak suretiyle teslim edilir.

(3) Taşınırın teslim anındaki durumu, düzenlenecek tutanakta veya protokolde ayrıntılı olarak gösterilir.

03.12.2009 tarih ve 27421 sayılı Resmi Gazete’de Maliye Bakanlığı tarafından 2 sayılı Taşınır Mal Yönetmeliği Genel Tebliği yayımlanmış olup bu tebliğde de önemli açıklamalarda bulunulmuştur. Özellikle bu tebliğde en çok tartışma ve tereddüt konusu olan taşınır mal kayıt kontrol yetkilisinin görevlendirilmesi ile kefalet konusunda getirilen açıklama kayda değer bulunmuştur.Anılan tebliğ aynen aşağıya çıkarılmıştır.

“…

1. Amaç

(1) Bu Tebliğ, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 44 üncü maddesi gereğince 28/12/2006 tarihli ve 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Taşınır Mal Yönetmeliğinin 6.maddesi uyarınca görevlendirilen taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin görevlendirilmesinde ve 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri ile bu idarelere bağlı döner sermayeli kuruluşlarda görevlendirilen taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin kefalete bağlanmasında ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesi ve kamu idareleri arasında uygulama birliğinin sağlanması amacıyla hazırlanmıştır.

2. Taşınır Kayıt ve Kontrol Yetkililerinin Görevlendirilmesi

(1) Bilindiği üzere; Taşınır Mal Yönetmeliği hükümleri gereğince taşınır kayıtlarının harcama birimleri itibarıyla tutulması ve taşınır yönetim hesabının da harcama birimleri itibarıyla verilmesi esastır. Harcama birimi, kamu idaresi bütçesinde ödenek tahsis edilen ve harcama yetkisi bulunan merkez birimleri ve ödenek gönderme belgesiyle harcama yetkisi verilen merkez dışı birimlerdir.

(2) Harcama birimine ait taşınır kayıtlarının tutulmasını sağlamaktan harcama yetkilileri sorumlu, kayıtları usulüne uygun olarak tutmaktan ise taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri görevli ve sorumludur. Yönetmeliğin 6. maddesinin birinci fıkrasında, taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin, harcama yetkililerince, memuriyet veya çalışma unvanına bağlı kalmaksızın, taşınır kayıt ve işlemlerini Yönetmelikte belirtilen usule uygun şekilde yapabilecek bilgi ve niteliklere sahip personel arasından görevlendirileceği, taşınır işlemleri yoğun olan harcama birimlerinde birden fazla taşınır kayıt ve kontrol yetkilisinin görevlendirilebileceği hükme bağlanmıştır. Ayrıca, taşınır kayıt ve kontrol yetkilisinin, harcama birimince edinilen taşınırları cins ve niteliklerine göre sayarak, tartarak, ölçerek teslim almak, doğrudan tüketilmeyen ve kullanıma verilmeyen taşınırları sorumluluğundaki ambarlarda muhafaza etmekle görevli ve sorumlu olduğu vurgulanmıştır.

(3) Buna göre, harcama yetkililerince yapılacak taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirmelerinde aşağıda belirtilen hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

a) Birden fazla fiziki ambarı/deposu bulunup, işlemleri tek bir taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi tarafından yürütülemeyecek kadar yoğun olan harcama birimlerinde birden fazla taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilebilecektir.

b) Ayrıca, bir bütün oluşturmakla birlikte ayrı bina ve yerlerde konuşlanmış harcama birimine bağlı alt birimlerden atölyesi veya makine parkı bulunan alt birimlerde de iş yoğunluğuna bağlı olarak ayrı taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilebilir.

c) Birden fazla fiziki taşınır ambarı/deposu olsa dahi, taşınır işlemleri tek bir taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi tarafından yürütülmesi mümkün olan harcama birimlerinde ve taşınırların muhafaza edileceği birer fiziki ambarı olmamasına rağmen, kayıtların ayrıntılı izlenebilmesi için elektronik ortamda harcama birimine bağlı birer ambar olarak tanımlanmış bulunan ilköğretim okulu, eğitim kursu, sağlık ocağı, dispanser gibi alt birimlerde, ayrıca taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilmesi zorunlu değildir.

3. Taşınır Kayıt ve Kontrol Yetkililerinin Kefalete Bağlanması

(1) 2/6/1934 tarihli ve 2489 sayılı Kefalet Kanununun 1 inci maddesinin 25/6/2009 tarihli ve 5917 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle değişik birinci fıkrasında; “10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri ile bu idarelere bağlı döner sermayeli kuruluşlarda para, menkul kıymet ve ayniyatı alıp veren ve elinde tutan; memur, sözleşmeli personel ve işçiler (geçici işçiler hariç) için müteselsil kefalet usulü kabul edilmiş ve bu maksatla tüzel kişiliği haiz Kefalet Sandığı kurulmuştur. Bu Kanundaki memur ve müstahdem ibarelerinden bu fıkrada geçen kefalete tabi personel anlaşılır” hükmü mevcuttur.

(2) Buna göre kamu idarelerinde görevlendirilen taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin de kefalete bağlanarak aylık ve ücretlerinden 2489 sayılı Kanunun değişik 2. maddesinde belirtilen tutarda kefalet aidatı kesilmesi ve Kefalet Sandığı hesabına gönderilmesi zorunludur.

(3) Kullanılmak üzere kişilere veya ortak kullanım alanlarına verilen dayanıklı taşınırların zimmetlendiği sorumlular ile ilköğretim okulu, eğitim kursu, sağlık ocağı, dispanser gibi birimlerde ilgililere zimmetlenen malzeme, araç ve gereçlerin sorumluları ve taşınır yönetim hesaplarının konsolide edilmesinden sorumlu konsolide görevlilerinin kefalete tabi tutulmasına gerek bulunmamaktadır.…” Denilmektedir.

                       PARASAL SINIRLAR VE ORANLAR HAKKINDA GENEL TEBLİĞ

(SAYI: 2011/1)

                                                       (27 Ocak 2011 gün ve  27828 sayılı R.G.)

 

(1) 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve diğer mevzuat gereğince, uygulanacak parasal sınırlar, faiz oranları, alındı birim fiyatları bu Tebliğ eki tablolarda gösterildiği şekilde tespit edilmiştir.

2. Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğine tabi işlemler

2.1. Kasa işlemleri

(1) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 12 nci maddesi ile Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 9 uncu maddesi gereğince, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine hizmet veren muhasebe birimlerince kasadan yapılacak ödeme sınırı; Tablo I’in kasa işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 12 ve 27 nci maddeleri gereğince ertesi gün yapılacak ödemeleri karşılamak üzere ve kişi malı emanet dövizlerden kasada bulundurulacak miktarlar ile T.C. Ziraat Bankası şubesi bulunmayan ilçelerde gerekli güvenlik önlemleri alınmak şartıyla veznede bulundurulacak azami miktar Tablo I’in kasa işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(3) Tebliğ eki tabloda kasa işlemleri bölümünde gösterilen parasal sınırların yetersiz kalması durumunda, muhasebe birimlerinin gerekçeli başvuruları üzerine Bakanlığımızca (Muhasebat Genel Müdürlüğü) tespit edilen sınırlar uygulanacaktır. Daha önce bu kapsamda Bakanlığımızca yeniden artırılmasına izin verilen limitlerin, bu Genel Tebliğle belirlenen limitlerin üzerinde olması halinde özel olarak verilmiş limitlerin uygulanmasına devam edilecektir.

2.2. Banka işlemleri

(1) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 524 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi gereğince, Tek Hazine Hesabı sistemine tabi olan muhasebe birimlerinin toplu ödemelerde bankaya önceden haber vermeleri gereken tutar Tablo I’in banka işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Bu tutarın altındaki ödemeler için bankanın önceden haberdar edilmesi ve mutabakat sağlanması zorunlu değildir.

2.3. Kaybedilen alındılara ilişkin işlemler

(1) Muhasebe birimlerince, her ne suretle olursa olsun alınan para ve değerlere karşılık verilmiş olan alındılardan kaybedilmiş olanlar için ilan verilmesine gerek görülmeyen tutar, Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 528 inci maddesi gereğince, Tablo I’in kaybedilen alındılara ilişkin işlemler bölümünde gösterilmiştir.

3. Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğe tabi işlemler

3.1. Muhasebe yetkilisi mutemedi işlemleri

(1) Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 7 nci maddesi uyarınca, muhasebe birimleri dışında görev yapan muhasebe yetkilisi mutemetleri tarafından 7 günlük süre beklenilmeksizin muhasebe birimi veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarı ile mahkeme başkanlıkları, icra ve iflas daireleri ve izale-i şüyu memurluklarındaki muhasebe yetkilisi mutemetlerince, 492 sayılı Harçlar Kanununun eki (1) ve (3) sayılı tarifelere göre makbuz karşılığı tahsil edilip, 7 günlük süre beklenilmeksizin muhasebe birimi veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarı, Tablo I’in muhasebe yetkilisi mutemedi işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde görev yapan muhasebe yetkilisi mutemetleri için yukarıda belirtilen sınırın yetersiz kalması durumunda, gerekçeli tekliflerle Bakanlığımıza (Muhasebat Genel Müdürlüğü) başvurularak alınacak izne göre işlem yapılacaktır. Bu teklif yazısında muhasebe yetkilisi mutemedinin son iki ayda muhasebe veznesine yatırdığı tutarlar ve yatırılma tarihleri de belirtilecektir. Daha önce bu kapsamda Bakanlığımızca yeniden artırılmasına izin verilen limitlerin, bu Genel Tebliğle belirlenen limitlerin üzerinde olması halinde özel olarak verilmiş limitlerin uygulanmasına devam edilecektir.

3.2. Trafik para cezası tahsil eden görevlilerle ilgili işlemler

(1) Trafik para cezasını tahsil edecek muhasebe yetkilisi mutemetleri ile ilgili işlemler, 27/1/1989 tarihli ve 20062 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Trafik Para Cezalarının Tahsilinde ve Takibinde Uygulanacak Esas ve Usuller ile Kullanılacak Belgeler Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yürütülecektir. Bu görevliler için belirlenen 7 ve 3 günlük süreler beklenmeksizin muhasebe biriminin veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarları, Tablo I’in trafik para cezasını tahsil eden muhasebe yetkilisi mutemetleri bölümünde gösterilmiştir.

3.3. Yetkili memurlarla ilgili işlemler

(1) 8/6/1988 tarihli ve 19836 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Pul ve Değerli Kağıtların Bayiler ve Yetkili Memurlar Vasıtası ile Sattırılmasına ve Bayilere Satış Aidatı Verilmesine Dair Yönetmeliğin 12 nci maddesi hükümleri çerçevesinde değerli kağıt verilen yetkili memurlar tarafından 15 günlük süre beklenilmeksizin muhasebe biriminin veznesine teslim edilmesi gereken satış hasılatı tutarı Tablo I’in yetkili memurlarla ilgili işlemler bölümünde gösterilmiştir.

4. Muhasebe Yetkilisi Adaylarının Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Muhasebe Yetkililerinin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik hükümleri gereğince yardımcılara devredilecek görev ve yetkiler

(1) Anılan Yönetmeliğin 26 ncı maddesi gereğince, görev, yetki ve sorumlulukların yardımcılara devredilmesinde Tablo I’in C bölümünde gösterilen parasal sınırlar dikkate alınacaktır.

5. Kaybolan faturalarla ilgili işlemler

(1) Merkezî Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde kamu idarelerince alınan mal, hizmet ve yapım işleri karşılığında özel kişiler tarafından düzenlenen faturaların kaybedilmesi halinde, noter onaylı fatura örneklerinin kabul edileceği fatura tutarı Tablo I’in Ç bölümünde gösterilmiştir.

6. Taşınırların kayıtlardan çıkarılması

(1) Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine göre, taşınırların devir, imha, hurdaya ayırma, satış ve terkini suretiyle kayıtlardan çıkarılmasında Tablo I’in D bölümünde gösterilen parasal sınırlar dikkate alınacaktır. Taşınırların kayıtlardan çıkarılması, belirlenen limitler dahilinde harcama yetkilisinin, limit üzerinde olanlar ise ilgili üst yöneticinin onayı ile yapılacaktır.

(2) Devir, satış, imha, hurdaya ayırma ve terkin işlemlerinin birden fazla taşınırı ihtiva etmesi halinde söz konusu limitler taşınır bazında değil, işlem bazında uygulanacaktır.

7. Ön ödeme işlemleri

(1) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince Bakanlığımız izni aranmaksızın açılabilecek krediler ile Bakanlığımız iznine tabi olan kredi tutarları Tablo II’nin A bölümünde, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerince harcama yetkilisi mutemetlerine verilebilecek avans sınırı Tablo II’nin B bölümünde gösterilmiştir.

(2) Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinden Tablo II’nin C bölümünde gösterilenler, kendileri için belirlenen sınır dahilinde avans verebileceklerdir.

(3) Milli İstihbarat Teşkilatı mutemetleri ile dış temsilcilikler emrine ve askerî daireler mutemetlerine verilecek avans sınırları Tablo II’nin Ç, D ve E bölümlerinde gösterilmiştir. Belirlenen sınırların üzerinde avans verilmesine ihtiyaç duyulması halinde, gerekçeleriyle birlikte Bakanlığımıza başvurularak izin alınması gerekir.

(4) Milli Savunma Bakanlığına bağlı birlik ve kurumlardan “Tümen ve daha üst birlikler ile eşiti kurum ve kuruluşlar” kapsamına giren askerî birimler Tablo III’te gösterilmiştir. Bunların dışında kalan birlikler, “Tugay ve eşitine kadar olan askerî kurum ve kuruluşlar” kapsamında sayılacaktır.

8. Muhasebe kayıtlarından çıkarılacak alacaklar

(1) 6183 sayılı Kanunun 106 ncı maddesi gereğince, yapılacak takip sonunda tahsili imkansız veya tahsili için yapılacak giderlerin alacaktan fazla bulunduğu anlaşılan 213 sayılı Kanun kapsamına giren amme alacakları ile diğer amme alacaklarından, amme idarelerinde terkin yetkisini haiz olanlar tarafından tahsil zamanaşımı süresi beklenilmeksizin terkin olunabilecek miktarlar Tablo IV’de gösterilmiştir.

(2) Yılları merkezî yönetim bütçe kanunlarında hüküm bulunması koşuluyla; 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Kanun kapsamında izlenen alacakların dışında kalan alacaklardan, tahsili için yapılacak takibat giderlerinin asıl alacak tutarından fazla olacağı anlaşılanlardan tutarı Tablo IV’de gösterilen miktara kadar olanlar kayıtlardan çıkarılır. Ancak, bu alacaklardan davaya veya icraya intikal etmiş olanların kayıtlardan çıkarılması için, genel bütçeli idarelerce 8/1/1943 tarihli ve 4353 sayılı Kanun hükümlerine göre, kapsamdaki diğer kamu idarelerinde ise özel mevzuatlarındaki hükümlere göre yetkili merciden takipten vazgeçme onayı alınması gerekir.

(3) 5018 sayılı Kanunun 79 uncu maddesi hükmü gereğince, genel bütçe muhasebe birimlerinin hesaplarında kayıtlı olup zaruri veya mücbir sebeplerle takip ve tahsil imkanı kalmadığı tespit edilen kamu alacaklarından tutarı Tablo IV’de gösterilen miktara kadar olanların, idarelerince 4353 sayılı Kanun hükümlerine göre yetkili merciden alınacak takipten vazgeçme onayına dayanılarak, kayıtlardan çıkarılması uygun görülmüştür. Diğer idarelerin hesaplarında kayıtlı söz konusu tutara kadar olan kamu alacaklarının kayıtlardan çıkarılmasına üst yöneticiler yetkilidir.

(4) Söz konusu alacakların kayıtlardan çıkarılmasına ilişkin muhasebeleştirme belgesi ekine, gerekenler için takipten vazgeçme onayı ile tahsil edilebilmesi için yapılan adres tespiti ve malvarlığı araştırmalarına ilişkin yazışmaların konusunu, tarih ve sayısını gösterir bir dizi pusulası bağlanır.

9. Faiz oranları

(1) Genel hükümlere göre takip edilerek tahsil olunacak kişilerden alacaklara 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümlerine göre uygulanacak kanuni faiz oranları ile temerrüt faizi oranları, yıllar itibarıyla Tablo V’de gösterilmiştir.

10. Alındılar ve alındı birim fiyatları

(1) Bakanlığımızca bastırılan ve genel bütçe kapsamı dışındaki idareler ile döner sermaye ve fonlar tarafından mevzuatları gereğince kullanılması gereken alındıların birim satış fiyatları Tablo VI’da gösterilmiştir.

11. Kaldırılan düzenlemeler

(1) 29/1/2010 tarihli ve 27477 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2010/1 sıra no.lu Parasal Sınırlar ve Oranlar Hakkında Genel Tebliğ yürürlükten kaldırılmıştır.

12. Yürürlük

(1) Bu Tebliğ, yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

(2) Tebliğ olunur.

Parasal Sınırlar

 

E-TAŞINIR MALLARIN KAYITLARDAN ÇIKARILMASI    
Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine göre harcama yetkilisinin onayı ile kayıtlardan çıkarılacak taşınırlar için uygulanacak limitler,
1. Taşınırların kamu idareleri arasında bedelsiz devri ve satışında

3.000

2. Taşınırların hurdaya ayrılmasında, imha ve terkin edilmesinde

5.400

3. Taşınırların aynı kamu idaresine bağlı harcama birimleri arasındaki devrinde

15.000

TAŞINIR MAL YÖNETMELİĞİ GENEL TEBLİĞİ

(SAYI: 3)

 (19.12.2010 gün ve 27790 sayılı R.G.)

          1- Amaç ve kapsam

(1) Bu Tebliğ, 28/12/2006 tarihli ve 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Taşınır Mal Yönetmeliğinin 31 inci maddesinin 4/5/2010 tarih ve 2010/504 sayılı Kararla değişik beşinci fıkrası hükmüne dayanılarak, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin sahip oldukları taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsisine ilişkin esas ve usullerin belirlenmesi amacıyla hazırlanmıştır.

2- Geçici olarak tahsis edilecek taşınırlar ve tahsise ilişkin genel esaslar

(1) Taşınırlar 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda kamu kaynakları arasında sayılmış, Kanunun 8 inci maddesinde de, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların kaynakların etkili, ekonomik, verimli olarak elde edilmesinden ve kullanılmasından sorumlu ve bu hususlarda yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.

(2) Kamu hizmetlerinin, idarelerin bütçelerine konulan ödeneklerle, mevzuatla belirlenmiş ilke ve amaçlara uygun olarak gerçekleştirilmesi; kamu hizmetlerinin istenilen düzeyde ve kalitede sunulabilmesi için ihtiyaçların stratejik planlara, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayanılarak planlanması ve bütçeleştirilmesi; bütçe kaynaklarının etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

(3) Bu çerçevede; kamu idareleri ancak kendi ihtiyaçları için taşınır edinebilirler ve bunları etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanmakla yükümlüdürler. Mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde diğer bir idarenin ihtiyacını temin amacıyla taşınır edinemezler.

(4) Bununla birlikte, kamunun elinde bulunan atıl kapasitenin değerlendirilerek, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması ve bu suretle kamuda tasarruf sağlanması amacıyla, idarelere ait taşınırlardan bilgisayar, sunum ve gösteri cihazları, kesintisiz güç kaynakları, jeneratör veya bu tür makine ve cihazlarla donanımlı alanlar, seyyar kulübe, kabin, konteynır gibi dayanıklı taşınırlar ile taşıt ve iş makineleri, idarelerin;

a) Önceden düşünülmeyen, ancak yapılmasında zorunluluk bulunan seminer, eğitim, toplantı, konferans, gezi ve benzeri nedenlerle,

b) İlgili mevzuat gereğince belirli makam ve görevlilerin hizmetine verilmiş taşıtların tamir, bakım-onarım ve benzeri nedenlerle kullanılamadığı durumlarda,

c) Yangın, sel baskını, deprem gibi doğal afet halleri ile kamu hizmetinin gerektirdiği ivedi ve zorunlu hallerde,

ortaya çıkan ihtiyaçları için geçici olarak tahsis edilebilecektir.

Ayrıca, idaresince yapılan araştırma ve değerlendirme sonucunda birimlerinin dönemsel veya mevsimsel olarak kullanmayacağı tespit edilen taşıt ve iş makineleri, bunlara ihtiyaç duyan idarelere, mülki idare amiri tarafından, gerekli görülmesi halinde, koordinasyon sağlanmak suretiyle, geçici olarak tahsis edilebilir.

(5) Ancak, belirli bir hizmetin üretilmesinde kullanılan ve kullanımı sonucunda tükenen veya ilk özelliklerini kısmen veya tamamen kaybederek bir daha kullanılmayacak hale gelen tüketim madde ve malzemeleri geçici tahsise konu edilemezler.

3- Geçici tahsis yetkisi ve tahsis şartları

(1) Taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsis yetkisi, üst yönetici tarafından ayrıca bir düzenleme yapılmadığı sürece taşınırın yönetiminden ve hesabını vermekten sorumlu harcama yetkilisine aittir.

(2) Taşınırların idareler arasında tahsisinde aşağıdaki şartlar aranacaktır:

a) Tahsis, idarenin geçici olarak ortaya çıkan ihtiyaçları için ve sadece ihtiyaç süresiyle sınırlı olarak yapılacaktır.

Bununla birlikte,

1) Dozer, vinç, greyder, kepçe, asfaltlama ve betonlama makineleri, kaya kamyonları, yükleyiciler, trans palet, beko-loder, traktör, çöp kamyonu, arozöz ve itfaiye aracı gibi iş makineleri, sondaj makineleri ve bunların ekipmanları altı ay süre ile,

2) Yukarıda sayılanlar dışında kalan diğer dayanıklı taşınırlar ise ihtiyaç süresi aşılmamak koşuluyla üç ay süre ile,

3) 237 sayılı Taşıt Kanununa bağlı I ve II sayılı Cetvelde sayılan makamlara ait mevcut taşıtların herhangi bir nedenle geçici olarak kullanılamaması durumlarında kullanılabilir hale gelinceye kadar; kullanımının imkânsız olduğu durumlarda ise yeni taşıt temin edilinceye kadar,

geçici tahsis yapılabilir.

Bu süreler, zorunlu hallerde aynı sürelerle sınırlı ve bir kereye mahsus olmak üzere uzatılabilir.

b) Genel ve özel bütçeli idarelerin merkez birimlerince yapılan tahsisler hariç olmak üzere geçici tahsis; mahalli idarelerde hizmet vermekle yetkili oldukları coğrafi alanla, diğer kamu idarelerinde ise bulundukları ilin idâri (ilçeler dahil) alanı ile sınırlı olarak yapılabilecektir.

c) Tahsis edilen taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanım için gerekli toner, kartuş, kağıt, akaryakıt, yağ vb. diğer zorunlu giderleri, tahsis yapılan idarece karşılanacaktır.

ç) Taşınır, ihtiyacın ortadan kalktığı günü takip eden günden itibaren en geç yedi iş günü içinde, tahsisi yapan idareye iade edilecektir.

d) Tahsis edilen taşınırlar için tutanak düzenlenmesi zorunludur. Ancak, taşıt ve iş makineleri için idareler arasında protokol düzenlenecektir. Düzenlenen tutanak veya protokolde;

1) Tahsis edilen taşınırın cinsi, adedi ve tahsis amacı ile tahsis süresine,

2) Taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanılacak tüketim madde ve malzemelerin, tahsis edilen idarece karşılanacağına,

3) Taşınırın tesliminden itibaren kullanımı süresince idareye veya diğer kamu idarelerine ya da özel kişilere verilecek zararların tazminine ilişkin sorumluluğun, tahsis edilen idareye ait olduğuna,

4) İdarelerce gerekli görülecek diğer hususlara,yer verilir.

4- Tahsis edilen taşınırların takibi ve idarelerin sorumluluğu

(1) Tahsis edilen taşınırlar, tahsisi yapan idare kayıtlarında, Dayanıklı Taşınırlar Defterinin “Nereye Verildiği” sütununda veya bu amaçla ayrıca tutulacak kayıtlarda tahsis edilen idare, tahsis süresi ve teslim edilen yetkili bilgilerine yer verilmek suretiyle takip edilir. Tahsis edilen taşınırlar için kullanıcı idare tarafından yapılan değer artırıcı harcamalardan 10 Ocak 2008 tarihli ve 26752 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1 sayılı Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği Genel Tebliğinde belirlenen tutarı aşanlar, varlığın kayıtlı değerine eklenmek üzere harcamaya ilişkin faturanın bir örneği gönderilmek suretiyle tahsisi yapan idareye bildirilir.

(2) Tahsis edilen taşınırlar için, tahsisi yapan harcama biriminin görevlendireceği birim yetkilisi tarafından, tahsisi isteyen idare talebine uygun olarak Taşınır İstek Belgesi (Taşınır Mal Yönetmeliği eki Örnek: 7) düzenlenir. Tahsis edilen taşınırlar bu belgeye dayanılarak ilgisine göre 6 veya 6/A örnek numaralı Zimmet Fişi ile öncelikle Taşınır İstek Belgesinde gösterilen birim yetkilisine zimmetlenir, birim yetkilisince düzenlenecek tutanakla da tahsis edilen idarenin yetkilisine imzası alınmak suretiyle teslim edilir.

(3) Taşınırın teslim anındaki durumu, düzenlenecek tutanakta veya protokolde ayrıntılı olarak gösterilir.

5- Tebliğin yayımından önce tahsis edilmiş olan taşınırlar

(1) Taşınır Mal Yönetmeliğine 2010/504 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla eklenen Geçici 4 üncü madde gereğince, bu Tebliğin yayımından önce diğer kamu idarelerinin kullanımına verilen taşınırlar hakkında da bu Tebliğle belirlenen esas ve usuller uygulanır.

6- İlgili mevzuata göre geçici olarak görevlendirilecek taşıt ve iş makineleri

(1) Afet ve acil durum, seferberlik ve savaş hali ile seçim dönemlerinde; yetkili makamlarca belli görevler için yazılı olarak talep edilen taşınırların tahsisinde bu Tebliğ hükümleri ile bağlı olmaksızın ilgili mevzuatındaki hükümlere göre hareket edilir.

7- Yürürlük

(1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

(2) Tebliğ olunur.

 

 

 

 

Yazıldı Makale ve Görüşler

MALİ SORUMLULUK KAVRAMI

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                          MALİ SORUMLULUK KAVRAMI

Son yıllarda kamu yönetiminde sıkça vurgulanan etkinlik, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kavramlarla mali sorumluluğun da önemi giderek artmıştır. Mali sorumluluk; kişinin hazineye veya bir başka kişiye verdiği zararın kendisine ödettirilmesi sonucunu doğuran sorumluluk türü olarak tanımlanmasına rağmen bu sorumluluğu sadece bir tazmin sorumluluğu olarak görmek yanlıştır. Çünkü mali sorumluluk mali görevin gereği gibi yerine getirilmesidir. Ancak mali sorumluluğun ve mali görevin ne olduğu, sorumluların kim olduğu ve sorumluluk kapsamları net olarak bilinmemektedir.İdare hukukunun temel konularından birisi, kamunun örgütlenmesi bağlamında görev yetki  ve sorumlulukların saptanması  ve kurallarının konulmasıdır. Bu alanda kabul edilen, başta Anayasa olmak üzere, (kurumların teşkilat  ve vazifelerine ilişkin) kuruluş kanunları, personel  ve kadro kanunları, bütçeleri ile gelir  ve giderlerine ilişkin mali kanunlar, iş  ve hizmetlerde uyulması gereken kuralları gösteren usul kanunları, hep kuruluşlara  ve bunların memurlarına yapmaları gereken işleri, bu işleri yürütürken sahip oldukları yetkileri, kullandıkları yetkilerin sonuçlarına göre maruz kalacakları yaptırımları göstermek  ve düzenlemek üzere bir araya getirilmiştir.Belirli görevleri yapmak üzere kurulan birimlerin birbirleri ile karşılıklı ilişkileri, yardımlaşmaları veya görev/yetki dengelenmeleri  ve bunların hizmet sunmak durumunda oldukları vatandaşlar karşısındaki yükümlülükleri de idare hukuku kapsamında düzenlenmektedir. Kamu hukuku alanında bulunan mevzuat hükümlerinin anlaşılmasında ve yorumlanmasında bu özellik asla unutulmamalı ve gözden uzak tutulmamalıdır.

                    SORUMLULUK NEDİR ?

Sorumluluk,kısaca  memurun yaptığı işin hesabını vermesi gereğidir. Memurun yaptığı iş, görevi gereği yapması gereken iştir. Yetkisini görevin gereğine uygun olarak kullanıp kullanmadığı, işi verilen amacına uygun olarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin sorgulanmasıdır. Sorumluluk, bu anlamda, yaptırıma bağlanmış yetkidir. Memur, görevi ifa ederken bir takım yetkiler kullanmak durumundadır. Yetkilerini kullanırken yasalara, yönetmeliklere, iyi yönetim ilkelerine ve etik kurallarına uyacaktır. Yetkili olmadığı işleri yapmaktan veya yetkilerini yerinde ve doğru olarak kullanmamaktan dolayı bir takım yaptırımlarla karşı karşıya kalacağını da bilebilmelidir. Sorumlulukların isimlendirilmesi ve sınıflandırılması da bu yaptırımlarla ilgilidir. Yaptırım idari/disipliner bir yaptırım ise idari sorumluluktan; adli/cezai bir yaptırım gerektiriyorsa adli sorumluluktan; mali yükümlülükler getiriyorsa mali sorumluluktan söz edilir. Bir başka deyişle, görevli memurları sorumlu tutarken, sadece “ sorumludur” denilip geçilmez; hangi sonuca muhatap kılındığı da söylenmek durumundadır. Hukuk metinlerinin de bunları açıkça yazması gerekir. Sorumluluk, yasal bir kavramdır ve ancak yasa ile konulabilir. Tüzük, yönetmelik vs. türünden idari düzenleyici metinlerle veya yargı içtihatları ile sorumluluklar ihdas ve icat edilmesi olanağı yoktur. Yasaların açıkça yaptırımını belirtmediği sorumlulukları, (belki) etik kurallarının bir gereği  ve sonucu olarak anlamak daha doğru olacaktır. Açıklık, saydamlık, belirlilik, hesap verebilirlik türünden, görevin ifasından çok, bu ifanın niteliğine bağlı gerekliliklerin (yaptırımı da belirtilmemiş ise) etik bağlamda kabul edilmesi yerinde olur.

                    MALİ SORUMLULUK NEDİR ?

Mali sorumluluk bir görev sorumluluğudur ve üstlenilen görevin niteliğine bağlı olarak sonuçlar doğurur. Mali sorumluluğu, yapılan işten ve kullanılan yetkiden bağımsız olarak bir tazmin sorumluluğuna indirgemek ve anlamak yanlış olur. Mali sorumluluk bir görev sorumluluğu ise, öncelikle mali görevin ne olduğunun da bilinmesi ve tanımlanması gerekmektedir. Görev, bütçe yönetimi, bütçe ödeneklerinin kullanılmasına ilişkin mali iş ve işlemlerin yerine getirilmesi, gelir ve alacakların takip ve tahsili, Devlet mallarının korunması ve idaresi, bunların muhasebesinin tutulması ve yetkili merciler önünde hesabının verilmesidir. Bu işler Devlet tüzel kişiliği adına, yetkili memurlar tarafından yürütülen bir vekâlet ve emanet idaresi faaliyetidir. Bir başka deyişle,  kamu malvarlığı ve bütçesi korunmak ve yönetilmek üzere bir takım görevlilere emanet edilmekte ve bunların Devlet adına yetki kullanmaları için kendilerine vekâlet verilmektedir. Görev ve yetki verilenlerin dışında hiç kimsenin kamu mal varlığına el uzatması,  kamu adına harcama yapması veya gelir toplaması imkânı bulunmamaktadır,aksine davranışlar cezalandırılır. Görevlendirilen ve münhasıran kendilerine yetki verilen memurların yaptıkları eylem, iş ve işlemlerin hesabını vermeleri gerektiği ise çok açık bir gerekliliktir. Bu olguya    “bidayeten zimmetdar olma” denilmektedir. Bu kavram hukuk metinlerine yansımamış olmakla birlikte durumu en iyi ifade etmesi bakımından günlük dilde kullanılagelmektedir. Bütçemi ve kaynaklarımı senin zimmetine verdim (sana emanet ettim), hesabını da senden sorarım, mantığına dayanmaktadır. Bu kanunla belirlenmiş (objektif) bir sorumluluktur. Kişisel (subjektif) durumlar ve niyetler sorumluluğun saptanmasında pek fazla belirleyici değildir. Kişisel ve diğer dış sebeplerin dikkate alınacağı haller de (elbette) bulunabilir ve bunlar da kanunda ayrıca belirlenmelidir. Türk Ceza Kanunun 247.maddesinde düzenlenen “zimmet” suçu, görevi nedeniyle kendisine tevdi olunan kıymetleri özel mal varlığına katan veya başkasına devreden memurların durumunu düzenlemektedir Bir başka deyişle, ceza kanunumuz “zimmet” kavramını değil; “zimmet suçu” kavramını tanımlamaktadır.Yoksa kendisine Devlet malının zimmetlendiği herkes peşinen suçlu durumuna düşecek değildir.  Diğer taraftan, bu kavramın kusursuz sorumluluk şeklinde anlaşılması ve tanımlanması da yanlış ve yanıltıcıdır. Kusursuz sorumluluk,  kamu hukukunda idarenin kamu yararına giriştiği bir takım hizmetlerin ifası sırasında, bazı kişilere kaçınılması mümkün olmayan zararlar vermesi dolayısıyla doğan bir tazmin yükümlülüğüdür. Memurun kusursuz sorumluğundan söz eden her hangi bir yasa hükmü söz konusu değildir; özel hukukta ise kendi yararına iş yaptıran kişilerin, kendi fiilleri ile olmasa bile üçüncü kişilere verdikleri zararların tazmin ve telafisi yükümlülüğünü anlatan bir kavramdır. (Borçlar Kanununda düzenlenmiş bulunan temyiz kudretini haiz olmayanların, istihdam edenin, inşaat yaptıranın, hayvan idare edenin mesuliyeti v.b gibi)

                       GÖREV- GÖREVLİ (SORUMLU)-SORUMLULUK İLİŞKİSİ

Bir mali usul kanununun birincil işlevi, mali işlerin neler olduğu; bu işlerin ne şekilde  ve hangi görevli tarafından  ve ne tür bir yetki kullanılarak yapılacağı  ve yapılmasının, yapılmamasının veya yanlış yapılmasının sonuçlarının ne olacağının düzenlenmesidir.

                    Bütçe Yönetimi

Meclisin yürütme organına verdiği gelir toplama yetkileri ile gider yapma izinlerinin kullanılması görevi ve yetkisi (bütçe yetkisi), Bakanlar ve onlara izafeten imza atan yüksek yöneticilere aittir.Mülga 1050 sayılı Kanun Bakanları ve bakan adına hareket eden yüksek dereceli memurları “Birinci derece ita amiri” olarak isimlendiriyordu. Bunlar başında bulundukları kamu idareleri emrine tahsis olunan kamu kaynaklarının belirlenen hükümet politikaları, kurumun/idarenin stratejik amaç kamu hedefleri doğrultusunda kullanmak ve elde ettikleri sonuçlar hakkında Meclise hesap vermekle yükümlüdürler. 5018 sayılı Kanun da aynı anlayışı biraz farklı bir isimlendirme ile sürdürmektedir. Bu Kanunda ita amiri sıfatı kullanılmaksızın doğrudan bakanlar ve üst yöneticilerden söz edilmiştir. Bakanlıklarda müsteşarın, diğer kamu idarelerinde en üst yöneticinin (Milli Savunma Bakanlığında Bakan; üniversitelerde rektör; bağımsız bütçeli idarelerde müsteşar, başkan veya genel müdür; illerde ve il özel idarelerinde vali; belediyelerde belediye başkanı) idarenin “üst yönetici”si olacağı açıklanmıştır.  Üst yöneticiler bağlı oldukları bakan ile birlikte parlamentoya hesap verirler ve sorumluluklarına tayin de parlamentoya aittir. Kural bu olmakla birlikte, Bakan dışında, üst yöneticilerin karar ve eylemleri ile harcama sürecine dahil olmaları halinde harcama yetkilisi gibi sorumlu tutulmaları da mümkündür.1050 sayılı Kanunda ita amirlerinin harcamadan sorumlu tutulabilmeleri için yazılı şekilde sorumluluk üstlenmiş olmaları gerekirken; 5018 sayılı Kanun, bunların harcama talimatlarına ve uygulama sürecindeki işlemlere imza atmış olmaları halinde doğrudan sorumlu tutulmalarını öngörmektedir ki, kanımızca bu anlayış daha doğru ve tutarlıdır.  Bütçe yetkisi ve yönetimi, bazen idarenin başındaki tek bir kişiye değil; yönetim kurulu, yönetim komitesi, icra komitesi, encümen gibi adlar altında oluşturulan organlara verilmektedir .Bu takdirde üst yönetici sıfatının bu organa ait olacağı ve üyelerinin kollektif sorumluluğunun esas alınacağı tabiidir.Üst yöneticilerin esas olarak parlamentoya karşı sorumlu oldukları belirtilmişti. Ancak, harcama yetkisi kullanan üst yöneticilerin Sayıştay’a karşı da hesap verme yükümlülüğü altına girecekleri de gözden uzak tutulmamalıdır. Bazı ihalelerde ihale yetkilisinin, personel giderlerinde atamaya yetkili amir konumunda bulunmaları veya üst yönetime tahsis edilen ödeneklerin kullanımında olduğu gibi, doğrudan harcama emri vermeleri halinde, harcama yetkililerinin genel sorumluluğunun, bunlar için de geçerli olacağı tabiidir.

                     Harcama yönetimi

5018 sayılı Kanunun 31.maddesine göre, başında bulundukları idari birimler (hizmet birimleri) adına bütçede ödenek tahsis edilmiş bulunan yöneticiler bu ödenekleri kullanmak suretiyle idarelerine yüklenmiş bulunan kamu hizmetlerinin kendilerine düşen kısımlarını yerine getirirler. Mülga 1050 sayılı Kanunun 22/A maddesinde yer alan tanımlamada yöneticiler, ödeneklerin yerinde  kullanılmasından giderin gerçek ihtiyaç karşılığı olmasından, programlanmış hizmet, faaliyet ve projelerin zamanında ve tam olarak yerine getirilmesinden sorumlu tutulmuşlardır. Aynı olguyu 5018 sayılı Kanun “Harcama yetkilileri, harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden sorumludur” ifadeleriyle tekrarlamaktadır.İşte,verdikleri emir ve talimatları ile yönetmek ve yönlendirmek durumunda oldukları memurları eliyle kamu hizmetini yürüten ve karşılığı bütçe giderini ödeten yöneticiler “harcama yetkilisi” olarak tanımlanmaktadır.Bu birim yöneticilerine sadece bütçe ile harcama yetkisi verilmemektedir; daha önce yönetimine verilmiş bir resmi aygıt (personel-teşkilat ve malzeme kadroları) da vardır. Harcama yetkililiği bir kadro unvanı değildir. Bütçeyle veya ödenek gönderme belgesi ile ödenek tahsis edilen birimin en üst yöneticisi, bu sıfatı da taşır ve bu yetkiyi kullanır. Amiri bulunduğu birimin icraatından sorumlu olan kişi, sarfiyatından da sorumludur. Gerek mülga 1050 sayılı Kanun ve gerekse yerine geçen 5018 sayılı Kanun bütçe hizmetlerinin yerine getirilmesinde, aynı görevliyi işaret etmektedir. 1050 sayılı Kanundaki tahakkuk memurunun, bütçe giderinin ödettirilmesi konusunda yetkili olmamasına karşılık (ödetme yetkisi ikinci derece ita amirleri tarafından verile emri imzalanması suretiyle kullanılmakta idi.); 5018 sayılı Kanunun harcama yetkilisi ödeme emri belgesini (eski adıyla verile emri) imzalamak suretiyle, bütçe giderinin ödenmesi için muhasebe yetkilisine emir ve talimat verebilme yetkisine de sahip kılınmıştır. Daha önce, harcama sorumluluğunun odağında tahakkuk memuru vardı; yeni düzenlemeyle aynı sorumluluk harcama yetkilisinin omuzlarındadır. Harcama yetkilisinin emir ve talimatı olmadan hiçbir bütçe gideri ödenemez  ve ondan başka hiç kimse harcama sürecini yönetemez, yönlendiremez. Kanun harcama yetkisini kime vermişse, harcama yetkilisi o’dur. Bu yetki, kanunda belirtilen hallerde ve sadece üst yönetim kademesinde birleştirilebilir. Görev bölüşümü veya hizmet aktarımı şartıyla diğer hizmet birimlerinin en üst yönetim kademesine devredilebilmesi veya birleştirilmesi de mümkündür.  Bu konuya ilişkin düzenlemelerin ise Maliye Bakanlığınca yapılması öngörülmüştür.Harcama yetkilisinin 5018 sayılı Kanun  ve Bütçe Kanunları çerçevesinde belirlenmiş olması karşısında, aynı hizmet birimi içerisinde daha alt kademelere yetki devri imkanı bulunmamaktadır. Birim amirinin yardımcılarına veya örgüt kademesindeki en yakın yöneticiye yapacağı devirler, imza yetkisi verme kapsamında, birim amirinin yaptığı görevlendirmelerdir  ve kendi mali sorumluluğunu kaldırmaz. Bu takdirde, yetki devredilen yardımcı, asıl harcama yetkilisi ile birlikte sorumlu olur.

                  Gelirlerin toplanması

Mülga 1050 sayılı Kanun; gelirlerin tarh, tebliğ  ve tahakkuk işlemlerini gelir tahakkuk memurlarına; tahsilini saymanlara görev olarak vermekte idi. 5018 sayılı Kanunda bir gelir yetkilisinden söz edilmemekte  Kanunun 60/e maddesine göre,ilgili mevzuatı çerçevesinde idare gelirlerini tahakkuk ettirmek, gelir ve alacakların takip ve tahsil işlemlerini yürütmek görevi mali hizmetler birimine verilmektedir.Gelir ve alacakların tahsili, muhasebe hizmeti kapsamında da sayılmakla birlikte, Muhasebe yetkilisinin bu konudaki sorumluluğu konusunda başkaca bir belirleme, bu Kanunda yer almamaktadır. Mali hizmetler biriminin en üst yöneticisini, gelir tahakkuk yetkilisi olarak kabul etmek yanlış olmaz, diye düşünülebilir .

                   Mali iş ve işlemlerin yürütülmesi ve belgelendirilmesi

Birimin ikinci kademe yöneticileri ile idari personeli aldıkları harcama talimatı çerçevesinde ve harcama yetkilisinin emir ve yönlendirmeleri doğrultusunda hizmetleri yürütürler ve yaptıkları her bir işe ait işlemleri gerçekleştirirler. Burada önemle dikkate alınması gereken husus, bu memurların yetki kullanan değil; kanunla veya yönetici onayı ile görevlendirilen kimseler olduklarıdır. Teşkilat ve kadro kuralları ile belirlenen çerçevede kendi üstlerine  düşen görevleri yerine getirecekler ve yaptıkları iş ve işlemlere ilişkin belgeleri alacak veya düzenleyeceklerdir. 5018/sayılı Kanunun 33.maddesi uyarınca,her bir memur, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak sorumlu tutulacaklardır.Mülga,1050 sayılı Kanununu yürürlükte olduğu geçmiş uygulamada,22/D maddesine göre; ödemelere esas olmak üzere keşif, hakediş, tutanak, rapor, karar, bordro, harcama pusulası, sözleşme taslağı, şartname ve benzeri tahakkuk belgelerini düzenleyen veya fatura nizamı çerçevesinde düzenlenen teslim belgelerini kabul edenler de sorumluluk kapsamında değerlendirilmekte idiler. 5018 uygulamasında, mali hizmet ve işleri yerine getiren ve yaptıkları iş ve işlemlere ilişkin belgeleri düzenleyen görevliler, farklı bir isim altında fakat aynı mantıkla tanımlanmaktadırlar. Eski uygulamada, bizzat tahakkuk amiri tarafından düzenlenmesi öngörülen, fakat daima başka bir görevli tarafından hazırlanan tahakkuk müzekkeresi (ve aynı kağıt üzerinde yer alan verile emri), uygulamadaki geleneğe uygun olarak, bu yeni Kanunda “Ödeme Emri” adıyla, harcama yetkilisi tarafından görevlendirilen bir gerçekleştirme görevlisi tarafından hazırlanacaktır. Gerçekleştirme görevlileri, adı üstünde, yetki kullanan kimseler olmayıp, üzerlerine düşen görevleri mevzuat, emir ve talimatlar çerçevesinde ve amirlerinin yönetiminde yürütmek durumunda olan memurlardır. Bunların sorumlulukları da yaptıkları veya yapmak durumunda oldukları iş ve işlemlerle sınırlıdır. Bunun dışında, kimsenin yaptığı işlerin sorumluluğunu üstlenemezler. Bunların hesap verme sorumluluğu da doğrudan ve tek başlarına değildir. Bunlar harcama yetkilisi için saptanan sorumluluğa, hatası ile ilişkili olarak, katılırlar. Bir başka deyişle, doğrudan ve tek başlarına Sayıştay’a muhatap kabul edilemezler.

Bir gerçekleştirme görevlisinin Harcama yetkilisine ve Sayıştay’a karşı sorumlu tutulabilmesi için, hatasının mutlaka yaptığı işleme veya düzenlediği belgeye ilişkin olması ve bu işlem veya belgenin ödemenin dayanağı olabilecek nitelikte bulunması gereklidir. Bir başka deyişle o görevlinin düzenleyip imzaladığı belge olmadan ödeme yapılamayacak olmalıdır,işlem tamamlanmış  sayılmamalıdır. Bu görevlilerin (eskinin tahakkuk memurları yerine koyarak) muhatap kabul edilmesini iddia eden bir yanlış anlama oldukça yaygındır.Daha önceleri tahakkuk evrakını tamamlayan  memurları tahakkuk memuru sanmak ne kadar yanlış idiyse; bu günün gerçekleştirme görevlilerini eskinin tahakkuk memurunun yerine koymak da o kadar yanlıştır.

                Ön mali kontrol

5018 sayılı Kanunun33/1 maddesi ile İç Kontrol ve Ön Mali Kontrole İlişkin Usul ve Esaslar’ın 12.maddesine göre, gerçekleştirme görevlilerince düzenlenen tahakkuk belgeleri, bu görevlilerden birisi veya özel olarak harcama yetkilisi tarafından bu iş için görevlendirilen bir memur tarafından derlenip/toparlanarak bir ödeme emri belgesine bağlanır ve“Düzenleyen” görevli tarafından (gerçekleştirme görevlisi sıfatıyla) imzalanarak mali hizmetler birimine verilir. Harcama biriminde tamamlanan  ve ödeme emrine bağlanarak ön mali kontrole tabi tutulmak üzere mali hizmetler birimine gönderilen belgeler mali hizmetler birim yöneticisi (veya görevlendirdiği bir uzman) tarafından incelenip görüldükten sonra “Kontrol edilmiş  ve uygun görülmüştür” şerhi ile imzalanarak  harcama birimine iade edilir  ve buradan ödenmek üzere muhasebe yetkilisine verilir.Kontrol süreci ile mali işlem süreci biri diğerinden tamamen bağımsız iki ayrı fonksiyondur. Belge düzenleyenlerin veya hiyerarşi zinciri içinde yer alan yöneticilerin işlem süreci içinde yaptıkları kontroller ile iç kontrol sistemi çerçevesinde yapılan kontrollerin bir birini tamamlaması veya birinin diğerinin yerine geçmesi söz konusu olmaz. 5018 Kanunun 60maddesinin dördüncü fıkrası, bunu “Mali hizmetler biriminde ön mali kontrol görevini yürütenler, mali işlem sürecinde görev alamazlar” ifadesi ile hükme bağlıyor. Harcama yetkisi ve buna bağlı mali işlemler diğer icracı birimlerde yürütüleceğinden, mali hizmetler birimi personelinin buralarda hizmet görme olanağı bulunmamaktadır.

               Giderin ödenmesi

Mali işlem sürecinin son aşaması, giderin hak sahibine ödenmesidir. Harcama talimatı ile hizmet tanımlanmış, kaynak/ödenek temin edilmiş, görevliler belirlenmiştir. Gerçekleştirme görevlilerinin her biri (tek başlarına veya kurul halinde) üzerlerine düşen görevleri, birim amirinin yönetim ve denetiminde yerine getirmişler, her türlü hizmeti gerçekleştirmişler ve bu işlere ilişkin belgeleri almış, düzenlemiş ve kontrol ederek, birleştirilmek üzere “ödeme emri belgesi”ni düzenleyecek olan arkadaşlarına vermişlerdir. Bu son görevli, düzenlediği ödeme emri belgesini, kendi parafını da koyarak, mali kontrol görevlisinin “Kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” parafından geçirdikten sonra harcama yetkilisine sunacaktır. Harcama yetkilisinin imzasını ödeyiniz emrini içeren belge muhasebe yetkiline gönderilecektir.

Muhasebe yetkilisi, ödeme emri belgesini;

-Yetkililerin imzalarının tamam olup/olmadığı,

-Mevzuatında öngörülen belgelerinin bulunup/bulunmadığı,

-Maddi hatadan arınmış olup/olmadığı,

-Hak sahibinin kimliği,

Bakımlarından kontrol edecek  ve uygun bulduğu takdirde ödemeyi yapacaktır.Noksan bulduğu hususlar varsa, bunları düzeltilmek veya tamamlanmak üzere, en geç bir iş günü içinde gerekçeleriyle birlikte harcama yetkilisine bir yazı ile iade edecektir. Düzeltilen veya tamamlanan belgelere ilişkin gider ödenecektir.5018 sayılı Kanunun 61.maddesinde, muhasebe yetkilisinin    sorumluluğunun  “Kontrol yükümlülüğünden dolayı sorumluluk” biçiminde nitelendirilmesi ve bunu da görevleri gereği incelemeleri gereken belgelerle sınırlandırması son derece önemli  ve üzerinde durulması gereken bilinçli bir tercihtir.

Bu bölümde üzerinde durulması gereken diğer bir nokta, maddi hata kavramıdır. Mülga 1050 sayılı Kanun, saymanın inceleme yükümlülüğü konusunda (diğer bentler yanında) iki ayrı bent içeriyordu.Birincisi mevzuata uyarlık,ikincisi maddi hata. Bu ayrımın yapıldığı yerde maddi hatanın sadece hesap  ve kayıt hatalarını (aritmetik hata) kapsadığı anlaşılmakta idi. Ancak, 5018 sayılı kanunda mevzuata uyarlılığın muhasebe yetkilisinin sorumluluk kapsamından çıkarılmış olması zihinlerde karışıklığa neden olmaktadır.Zira, maddi hatanın iki kaynağı vardır: Birincisi mevzuatta belirlenen miktar, oran, sınır ve kurallara uyulmamasıdır.Örneklersek; Altıncı derecedeki memura birinci derecedeki memur harcırahının verilmesi (H cetveli), yıllara sari inşaat işlerinde hak edişten %5 kesinti yapılması gerekirken, %3 kesilmesi, türünden hatalar bu türe örnek verilebilir.  İkinci maddi hata türü aritmetik yanlışlıklardır. Dört işlem hataları, takdim-tehir hataları, rakam kaymaları, icmal/aktarma yanlışları, unutma ve atlamalar (hata ve nisyan), ters veya topal kayıtlar vs. bu türdendir. Bu yeni düzenleme kapsamında, kolayca görülen  ve anlaşılan, hiçbir yorum gerektirmeyen mevzuata aykırılıklar maddi hata sayılacak  ve muhasebe yetkilisi sorumlu tutulacak mıdır; yoksa, maddi hata aritmetik hatalardır, mevzuata uygun bulunmayan işlerin tümünde muhasebe yetkilisinin sorumluluğu olamaz mı denilecektir ?Kanımızca, kontrol sorumluluğu (daha doğrusu Kanundaki ifade ile kontrol yükümlülüğü) hem en geniş anlamıyla, mevzuata uyumsuzluğu  ve hem de maddi (aritmetik) hataları içermelidir.

                Mali işlemlerin kayda alınması (muhasebe)

Her türlü hatadan arınmış olarak tamamlanan tahakkuk belgelerinin öngördüğü ödemenin hak sahibine ödenmesi ile mali işlem süreci sona ermiş olmaktadır. Bundan sonrası gerekli defterlerin tutulması ve düzenlenerek yetkili makamlar/merciler nezdinde hesabının verilmesidir. Bu aşamada diğer tüm memurlar devreden çıkmakta, karışımızda yalnızca muhasebe yetkilisi kalmaktadır, hesap verme zamanına kadar. 5018 sayılı Kanunun  49, 50, 61, 62.maddelerindeki düzenlemeler uyarınca,.   muhasebe yetkilisi, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri ile muhasebe standartlarına uygun (merkezi idarede bu standart ve ilkeler muhasebe yönetmelikleri ile saptanmaktadır) bir muhasebe düzenini kurmak  ve işletmekle görevlidir. Mülga 1050 sayılı Kanunun 13.maddesinde yer alan  “… muhasipler (Saymanlar) tanzim ettikleri evrakın sıhhatinden ve kanunlara unluğundan mesuldürler. ” hükmü ile asıl işaret edilen konu, bu alandır. Esasen, saymanların tahakkuk müzekkeresinin verile emri kısmı dışında giderin veya gelirin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ilişkin bir görevleri de bulunmamaktadır. Bu nedenle saymanlara tüm sarf evrakının sorumluluğunun yüklenmesi de doğru bir uygulama sayılmazdı.

                 Kamu malvarlığının korunması ve yönetimi

5018 sayılı Kanunun 44.ve 48.maddelerindeki düzenlemelere göre; Nakit ve benzeri kıymetler belirli veznelerde; taşınır mallar belirli bir ambarlarda, belirli memurların sorumluluğunda korunur ve idare edilir.Genel bütçe kapsamındaki  kamu taşınmazları Maliye Bakanlığınca idare edilir. Diğer kamu idarelerine ait taşınır ve taşınmazların eden çıkarılması özel kanunlarında belirtilen yetkili organların kararıyla mümkündür.Kendilerine kullanılmak üzere taşınır  kıymet emanet edilen görevliler, bunların korunmasından ve taşınıra verdikleri zarardan sorumludurlar.

                 HESAP VERME

Hesap verme, görevli  ve yetkili memurların, kamuoyu  ve yasalarla belirlenmiş merciler önünde, yaptıkları iş  ve işlemlerin nitelik  ve içeriğini açıklamalarıdır. Yetki kullanan herkes, yürüttüğü iş, işlem  ve zararın hesabını vermek; attığı imzanın sorumluluğunu üstlenmek durumundadır. Bu bağlamda, hesap sorulan kişinin yetki durumu öncelikle ve özellikle önemlidir. Yetkisiz kimselerden açıklama (istizah) alınması ve onların sorumlu tutulması olanağı yoktur.

                 Muhasebe yetkililerinin hesap vermesi

5018 sayılı Kanunun 49,50,61 ve 76.maddeleri ile 832 sayılı Kanunun 38-44,51.maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; öncelikle göz önünde bulundurulması gereken husus şudur: Muhasebe yetkilisinin hesap vermesinden kastedilen; tutulan defter ve kayıtlar ile bunların dayanağı olan belgelerin muhafaza ve Sayıştay denetimine ibraz edilmesi ile denetim sırasında sorulacak sorgulara cevap verilmesi, gerekli açıklamaların yapılmasıdır. Bu sorgu muhasebe düzeninin kuruluş, işleyiş ve  sunumuna ilişkindir, işlemlerin içeriği, henüz bu hesap verme kapsamında ele alınmamaktadır Bir veya birkaç harcama biriminin muhasebesi bir muhasebe yetkilisi tarafından tutulabilir. Bütçe ile verilen veya ödenek gönderme belgeleri ile tahsisi edilen ödeneklerin hesabı birimler itibariyle  ve bütçe kanunu paralelinde muhasebeleştirilerek, sonuçları Sayıştay’a sunulur. 1050 sayılı Kanun, bu hesabın sayman tarafından Sayıştay’a verilmesini öngörmekte idi.5018 sayılı Kanun muhasebe yetkililerinin Sayıştay’a hesap vermesi konusunu açıkça düzenlememektedir; 8 inci maddesinde (tüm) görevli  ve yetkili olanların yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunluluğundan; 61.maddesinde “…tüm mali işlemlerin kayda alınması  ve raporlanmasından; 76. maddesinde, kamu idareleri  ve görevlilerinin denetimle görevlendirilmiş olanlara her türlü bilgi  ve belgeyi ibraz etmek,gereken yardım  ve kolaylığı göstermekle yükümlü olduğundan söz edilmekte, başkaca ayrıntı verilmemektedir. Bu kadarının muhasebe yetkilisinin Sayıştay’a karşı hesap verme sorumluluğunu belirlemede yeterli olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir.Zaten, bu gün için muhasebe yetkililerinin yargılama sonucu sorumlu tutulmalarına da 5018 sayılı Kanun değil; Anayasa  ve 832 sayılı Kanun hükümleri dayanak alınarak karar verilmektedir

                   Harcama yetkililerinin hesap vermesi

Mali işlem ve eylemlerin içeriğindeki mevzuata uyumsuzluk ve hataların cevaplandırılması görevi öncelikle bu işlemleri yürüten harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlilerinin sorumluluğudur.1050 sayılı Kanun tahakkuk memurlarının tanzim ettikleri evrakın sıhhatinden  ve mevzuata uyumundan sorumlu tutulmakta idiler İşlem sürecinde görev alan  ve bu görevlerine bağlı olarak keşif, hak ediş, tutanak, rapor, karar,  ve benzeri belgeleri düzenleyen, onaylayan (veya kabul eden) uzman bir görevli veya komisyon, kurul gibi bir organın üyeleri de bu sorumluluğa katılmaktaydılar İnceleme  ve görüş bildirme görevleri dolayısıyla Saymanlar da sorumlu kabul edilmişlerdir 1050 sayılı kanun ita amirlerinin (üst yöneticilerin) gözetim görevini sorumluluk konusu saymamıştır. Ancak, özel olarak yapılmasını emrettikleri işler ile ilgili sorumluluk üstlenebilmekte idiler. 5018 sayılı Kanunun 32.maddesi, harcama yetkililerini verdikleri harcama talimatının mevzuata uygunluğundan   ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden sorumlu tutmaktadır  Bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve  işlemlerin tüm mali süreci kapsadığını gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Harcama yetkilisinin ödetme/ita yetkisini de haiz olduğu dikkate alındığında, neden hesap verme sorumluluğunun odağında bulunduğunu anlamak daha da kolaylaşacaktır.

                    Diğer görevlilerin hesap vermesi

5018 sayılı Kanunun 33.maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, mali sürecin diğer aşamalarında görev alan personelin münferiden hesap verme öznesi kabul edilmeleri mümkün değildir. Bunlar, mevzuat çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak sorumlu tutulabilirler Bu sınırlı sorumluluk, doğrudan ve tek başına değil, yöneticilerinin ve ortak işlem yürüttükleri mesai arkadaşlarının sorumluluğuna katılma şeklinde olacaktır.

                  Üst yöneticilerin hesap vermesi

5018 sayılı Kanun üst yöneticileri tümüyle mali işlem sürecinin dışında tutmakta; bunlar için sorumluluk üstlenme uygulamasını bile öngörmemektedir. Ancak, İdarelerin teşkilat kanunları, personel kanunları, İhale Kanunu ve bazı kanunların özel düzenlemeleri dolayısıyla üst yöneticilerin harcama yetkisi kullanmaları mümkün olabilmektedir. Böylesi durumlarda harcama yetkilisi gibi sorumlu olacakları tabiidir.Bu tür istisnai durumlar dışında, üst yöneticiler gelir, gider ve mal işlemleri dolayısıyla sorumlu olmayacaklardır.Harcama yetkilileri ve muhasebe yetkilileri kendi birimleri itibariyle ve bütçe tasnifi doğrultusunda yönetim dönemi hesaplarını çıkarır ve İdare’nin Strateji Geliştirme Başkanlıklarına iletirler. Bu Başkanlık topladığı verileri konsolide ederek kamu idaresinin kesin hesabını çıkarır, idarenin faaliyet raporunu ve mali istatistiklerini de ekleyerek kamu idaresi hesabını oluşturur ve üst yöneticiye sunar. Kamu idaresi hesabının verilmesi ise tümüyle üst yöneticinin omuzlarındadır. Üst yöneticilerin yerel meclislerine  hesap vermeyi gerektiren bu görev, 5018 sayılı Kanunda çok geniş ve ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.

                SORUMLULUK- YAPTIRIM İLİŞKİSİ

Bir mali işlemin sorumluluk gerektirip gerektirmediği; sorumluluk gerektiriyorsa, bu sorumluluğun kime ait olduğu; sorumlu tutulan kişiye ne yaptırım uygulanacağı denetim faaliyetinin konusunu oluşturur. Sorumluluk/yaptırım ilişkisini iyi anlayabilmek için sorumluluk türlerini anlamlı/işlevsel bir analize tabi tutmak gereklidir:

               Performans sorumluluğu; kamu idaresinin imkân ve kaynaklarının iyi yönetim ilkeleri çerçevesinde etkin, verimli ve ekonomik olarak kullanılması ve elde edilen sonuçların kamuya ve yetkili mercilere açıklanması sorumluluğudur. İcraat (performans) bir idari- siyasi faaliyettir ve yaptırımı da idari ve siyasi karakterlidir. Denetim faaliyeti bu alanda idarenin sunduğu rapor, tablo, istatistik vs. veriler ile kendi bulguları ışığında bir doğrulama/teyit işlevi görür; herhangi bir yaptırım öngörmez.

                Gözetim sorumluluğu: Devlet memurları, amiri oldukları kuruluş ve hizmet birimlerinde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurlarını yetiştirmekten, hal ve hareketlerini takip ve kontrol etmekten görevli ve sorumludurlar. Anlaşılacağı üzere, yönetici konumunda olan herkes, yukarı kademelere doğru hesap verme; aşağı kademelere doğru yönetme ve gözetme yükümlülüğü altındadır. Konunun Personel Kanununda düzenlenen yönüyle mali bir sorumluluk olmadığı ortadadır. Ancak, bunun yapılan veya yaptırılan iş ve işlemler bakımından hiçbir mali yaptırımının olmayacağı da söylenemez.

                 Uygulama sorumluluğu/Uygunluk sorumluluğu: Her bir görevli, kanunlar çerçevesinde yapması gereken iş ve işlemlerden sorumludur. İdarelerin gelir, gider ve mallarına ilişkin iş ve işlemlerini yürütenler, bu eylem ve işlemlerinin kanunlara, tüzüklere ve yönetmeliklere uygun olarak yerine getirilmesinden sorumludurlar. Mevzuata aykırı uygulamaların yaptırımları da, genellikle, bu metinlerde gösterilmiştir. Düzeltil(e)meyen uygunsuzlukların (hatalı işlemlerin) Sayıştay denetim ve yargısı açısından iki tür yaptırımı söz konusudur: Birincisi varsa kamu zararının tazmini; ikincisi ise uygunsuzluk giderilinceye kadar memurun sorumluluğunun kaldırılmamasıdır. Bu ikinci kararı mevzuatımız, zaman zaman “zimmet hükmü” kavramıyla karşılıyor.

                  Zimmet sorumluluğu: Kendilerine bütçe kullanma izni verilenler (gelir toplayan ve harcama yapanlar) ile nakdi veya ayni kamu malı emanet edilenler, bu hizmetleri yasalar ve kurallar çerçevesinde yürütmenin ve kaynakları gereğince yönetip korumanın sorumluluğunu da üstlenmiş olurlar. Bu, verilen görevin doğal bir sonucudur. Mülga 1050 sayılı Kanunun temel esprisi, bu kabule dayanmakta idi. zimmetdar olan bu görevliler, Sayıştay ve ilgili makamlar nezdinde hesaplarını verdikten sonra zimmetlerinden beraat etmekteydiler. Bu bağlamda, zimmet hükmü, sorumlunun, sorumluluğunun devamına karar verilmesi anlamını taşır.  Zimmetdarlık anlayışı, 5018 sayılı Kanunda belirgin değildir; ancak, Anayasa ve Sayıştay Kanunu çerçevesinde uygulama sürmektedir.  Zimmet sorumluluğu konusunda önemle göz önünde bulundurulması gereken husus, bunun bir tazmin sorumluluğu olmayıp; hatanın giderilmesi ve varsa bir kamu alacağının takip ve tahsil edilerek yerine konması sorumluluğu olmasıdır. Bu yapılmaz, hata sürdürülür veya kamu alacağının tahsil imkânı ortadan kalkarsa, kusuru ile kamu zararına sebep olan görevliden bu zararın tazminine hükmedilebilir. Böylesi bir durumda zimmet sorumluluğu, tazmin sorumluluğuna dönüşebilir.

                    İnceleme/ kontrol sorumluluğu: Yapılan işlerin ve bunlara ilişkin olarak düzenlenen kağıtların bir başka göz tarafından (iç kontrol mekanizmaları veya dış kontrol yetkilileri veya mercilerince) incelenip denetlenmesi yanlışlıkların ve yolsuzlukların önlenmesi ve düzeltilmesi bakımından son derece önemli konudur. Ancak, uygulayıcıların her türlü hatası tam olarak fark edilemez ve saptanamaz. Her iş olup bittikten sonra yapılacak denetimlerin başarı şansı oldukça sınırlıdır. Bu hallerde hatalar, ancak geriye kalan izler ve ipuçları ile kavranabilir.Hataların sonradan tespit yüzdesindeki düşüklüğüne “denetimin riski” denilmektedir. Bu risk, denetleyenin sorumluluk altına konulmamasını gerektirir. 5018 sayılı Kanunun 58. maddesinin ilk şeklinde mali kontrol yetkilisi ve sorumluluğu düzenlenmekte idi. 5436 sayılı Kanunla yapılan bir değişiklikle bu unvan ve sorumluluk kaldırılmıştır.Harcama birimlerinde, süreç kontrolü yapmak durumunda olan görevlilerin yapacağı işlemden önceki işlemleri de kontrol etmeleri, kanunen yapmak durumunda olmadıkları işlerin ve amiri olmadıkları mesai arkadaşlarının sorumluluğuna iştirak etmeleri anlamına gelmemektedir. Bu konuda, ödeme emri belgesini düzenleyen görevlinin, özellikle harcama yetkilisinin yardımcısı veya hiyerarşik kademede bir alt yönetici konumunda olması durumunda, sorumluluğa katılması gerektiği düşünülebilir. Zira ödeme emri belgesi, önceki işlemleri de içerecek başlı başına bir işlem belgesidir ve ödeme yapılabilmesinin vazgeçilmez şartıdır. Bir başka deyişle, yaptığı işin asıl niteliği kontrol değil, uygulamadır.

                      SORUMLU-YAPTIRIM İLİŞKİSİ

Yukarıdaki bölümlerde mali sürecin hangi aşamalarında kimlerin görev aldığı, dolayısıyla kimlerin sorumlu tutulacağı açıklanmıştı. Bu açıklamalarda mali işlem süreci esas alınmış ve bütçenin kabulü ile ödeneklerin belli olmasını takiben ödenek dağıtımı ve kullanımı, harcama talimatı ve iş ve işlemlerin yürütülmesi, belgelerin düzenlenmesi, ödeme emri ve ödeme aşaması sırasıyla hesap verme noktasına gelinmişti. Bu bölümde, mali denetim süreci paralelinde, görevlilerin sorumluluk gerektiren iş ve işlemleri ile bunlara karşı  kalacağı yaptırımlar incelenecektir:

                      Hesap ver(e)meyen muhasebe yetkilileri

5018 sayılı Kanun Muhasebe yetkililerinin hesap vermesini sessiz geçtiği gibi, hesap vermemesini de sessiz geçmektedir. Oysa, 1050 sayılı Kanun on üçüncü faslını bu konuya ayırmıştır. Bu bölümde, Saymanların her yılın bitiminde hesaplarını Sayıştay’a vermekle yükümlü oldukları; mali yılın bitiminden önce görevden ayrılan saymanın hesabını yerine gelen devredeceği; ölen veya hesap verme imkânı kalmayan saymanın hesabının yerine gelene devrinin Maliye Bakanlığınca oluşturulacak bir heyet tarafından yapılacağı; yönetim dönemi hesaplarının mali yılın bitiminden itibaren yedi ay (832/39’a göre mahsup döneminin bitiminden itibaren bir ay) içinde Sayıştay’a gönderilmemesi halinde, Sayıştayca maaşının yarısına kadar para cezasıyla cezalandırılacağı; hesabın denetlenmesi sırasında suç teşkil eden bir fiile rastlandığı takdirde genel hükümlere göre takibat yapılmak üzere Dairesine gönderileceği vs. yazılmıştır. 832 sayılı Sayıştay Kanunun 41-44,49-54 üncü maddeleri de bu konuyu düzenlemektedir. Farklı olarak, para cezası yaptırımının 1050 sayılı Kanunda Sayıştay’ca hükmedilmesine karşılık; 832’de Sayıştay’ın istemi üzerine ilgili dairelerince uygulanacak olmasıdır. 5018 sayılı Kanunun 76.maddesi uyarınca, Sayıştay denetimine giren daire ve kurumlar görevlilerinden denetleme ve yargılama sırasında istenilen her türlü bilgi ve belgeyi vermeyen ve denetleme ve yargılamayı güçleştirenler ile Sayıştay ilamlarının infazını izlemeyenlere de aynı yaptırımlar uygulanır.

                   Belge noksanı

Bir ekonomik değer yaratıldığında, başka bir şekle dönüştürüldüğünde, değişime konu edildiğinde, el değiştirdiğinde veya yok olduğunda muhasebeleştirilir. Bütün mali işlemlerin muhasebeleştirilmesi ve her muhasebe kaydının belgeye dayanması  5018 sayılı Kanunun 50.maddesi hükmüdür.832ayılı Kanunun 59.ve 59.maddelerine göre; zaruri sebeplerle asılları veya ikinci nüshaları ibraz veya tevdi edilemeyen hallerde, hizmetin yapıldığını ve karşılığının hak sahibine verildiğini gösteren evraka, belgeye ve mevcut kayıt ve delillere göre, savcının düşüncesi alındıktan sonra sorumluların beraat veya zimmetine hükmedilir.Ancak, bu evrak ve senetler kanun, nizam ve kararlara uygun değilse saymanın bu Kanuna göre olan sorumluluğu devam eder.Aslı temin edilemeyen veya zayi olan belgelerin yerine, bunların suret veya kopyalarının hangi şartla konulabileceği Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliği’nin 5.maddesi ile de ayrıntılı olarak açıklanmıştır.Belge noksanından, muhasebe yetkilileri doğrudan doğruya sorumludurlar.Diğer görevlilerin de, duruma göre, bu sorumluluğa katılacakları tabiidir.Kolayca anlaşılacağı üzere, belge noksanı tek başına bir tazmin hükmüne yol açacak bir sebep olamaz. Bu durumda saymanın beraatına veya sorumluğunun devamına (zimmetine) hükmedilir. Tazmini gerektiren başka bir hususun olup olmadığı ayrı bir inceleme ve yargılama konusudur.

                İmza noksanı

Tahakkuk belgeleri arasında her hangi birisinin eksik olması ile taşıması gereken yetkili imzanın bulunmaması, aynı sonucu doğuran noksanlıklardır. Burada belgenin suretinin veya kopyasının temini de söz konusu değildir. İmzanın sonradan tamamlattırılamaması halinde o belgeye itibar etmek mümkün olmaz. Belgeyi yok kabul etmek gerekir. Yaptırımının da aynı olacağı tabiidir.

               Hak sahibinin kimliği

Ödeme emri belgesi üzerinde yazılı isim doğru olmak kaydıyla, ödemenin başka bir kimseye veya yetkisiz bir vekile yapılması doğrudan muhasebe yetkilisinin sorumluluğundadır. Hatanın düzeltilememesi halinde muhasebe yetkilisinin sorumluluğunun devamına (zimmetine); kamu parasının takip ve tahsil imkânının ortadan kalkması halinde ise meydana gelen zararın kendisinden tazminine karar verilmesi gerekecektir. Zarar, muhasebe yetkilisi mutemedinin (veznedarın) hatasından da kaynaklansa, Sayıştay’a karşı hesap verme sorumluluğu ve bunun gereği olan yaptırım, muhasebe yetkilisi hakkında olacaktır. Mutemet, ita amirinin/üst yöneticinin değil, muhasebe yetkilisinin mutemedidir. Bu nedenle muhasebe yetkilisi mutemetleri doğrudan muhasebe yetkilisine karşı sorumludur. Rücu hakkı, elbette saklıdır.

                Kanun, tüzük  ve yönetmeliklere uygunsuzluk

Genel olarak, her idari işlemin bir yasal nedeni ve dayanağı olmak zorundadır. Kamu idarelerinin (daha doğrusu tüm kamu tüzel kişilerin) ehliyeti yasaların çizdiği alan ile sınırlıdır, yasal dayanağı olmayan hiçbir tasarrufa girişilemez. Ancak, hesap denetimi  ve yargısı, esas itibariyle mali hususlarla ilgili olduğundan, mali kanunlarda öngörülen miktar, had  ve oranlar ile mali kurallara ağırlık verilmekte; yasalara aykırı diğer hususlar ya idaresine yazılmakta veya mahkemelere intikal ettirilmektedir. Mevzuata uymayan işlemlerden ileri gelen kamu zararının ilgililere ödettirilmesi gerekeceği tabiidir.

                Ödenek aşımı

Ödenek aşımı kamu idaresi ölçeğinde, meclis tarafından verilen yetkinin aşılması anlamındadır. Dolayısıyla yaptırımı da meclisce belirlenir. Bu güne kadarki uygulama, bunların hemen tümünün kesin hesapların görüşülmesi sırasında kabul edilmesi  ve tamamlayıcı ödenekle kapatılması yönündedir. Harcama birimlerinin ödenek aşımı ise bütçe programı içinde olmak kaydıyla,   aktarma uygulamasıyla karşılanabilecek aksaklıklardır. Bu şekilde karşılanamayan ödenek aşımları  5018 sayılı Kanunun 70,73 maddeleri uyarınca, idari yollarla cezalandırılması mümkündür.Ödenek üstü harcamalarda sorumlulara Sayıştay’ca yaptırım hükmedilebilmesi için, uygulamanın bir  kamu zararına yol açıp açmadığının ortaya konulmuş olması gerekir. Ödeneksiz harcama yapılması veya mevcut ödeneğin tahsis amacı dışında kullanılması (bütçe tertibine uyumsuzluk) da ciddi kural ihlalleri olmakla birlikte, bunların da mali yaptırımları yoktur.Bir başka deyişle, bu eylemlerin bir  kamu zararına yol açtığı ortaya konulmadığı takdirde tazmin hükmü verilemez.

                   Maddi hata

Yanılma veya yanlış yapma insani bir kusurdur.Mali işlemlerde hata iki türlü olabilmektedir: hukuki maddi hatalar ve hesap hataları. Mevzuattan veya sözleşmeden kaynaklanan maddi hatalar, bu metinlerde belirlenen miktar, had ve oranlar ile konulan veya sözleşmeyle belirlenen kuralların yanlış uygulanmasıdır. Maddi hatadan; kural olarak kararı veren, işlemi yapan veya belgeyi düzenleyen sorumludur.Ancak, hata ortaya çıktıktan sonra, bunun düzeltilmemesinden, işlemi yöneten de sorumludur. Özellikle, hatayı yapan görevli, bu hatadan ileri gelen kamu zararını veya sakıncayı giderecek veya telafi edecek yetkiden yoksun ise, sorunun o’nun üzerinde bırakılıp kenara çekinilmesi kabul edilemez. Örneğin, mükellefin beyan ettiği vergiyi eksik tahakkuk ve tahsil ettiren memur , bu noksanlığı kişisel olarak tamamlattıramaz, durumu (kendisi veya hatayı saptayan kimse) ilgili takip servisine intikal ettirmeli ve noksan tahsilâtın takip ve tahsili sağlanmalıdır. Bu da ilgili müdürün (veya bir başka yetkilinin) işe el koyması ile mümkün olur. Benzer şekilde, harcama belgeleri üzerindeki hatanın tüm sorumluluğunu da, bu belgeleri kontrol etmek durumunda olan muhasebe yetkilisine yüklemenin isabetli olmayacağı ortadadır.

                KAMU ZARARI

Mülga 1050 sayılı Kanun bir hazine zararından söz etmesine rağmen bir tanımlama yapmamıştı. Bu durum,uygulamada herhangi bir aksaklık yaratmamıştır. Zira zararın pek çok hukuki metinde tanımı vardır. Buna karşın, 5018 sayılı Kanun 71 inci maddesinde “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı, karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır” diye bir tanımlama yapmıştır. Bu tanımın tartışmaya açık yönlerini bir tarafa bırakarak; kamu zararı, mevzuata aykırı bir surette kamu kaynağında azalışa yol açılması veya artışa engel olunmasıdır, şeklinde bir tanım kabul edilebilir. Zarar, belli başlı üç kaynaktan ortaya çıkar;

                    Kanun, tüzük ve yönetmeliklere aykırılık: Mevzuatın belirlediği kural, miktar, oran  ve hadlerin yanlış uygulanması suretiyle kamuya zarar verilebilir, burada  belirlenen tutardan fazla ödeme yapılmasından söz ediliyor. Bu belirlemenin mevzuatta veya sözleşmede yapılabileceği dikkate alınmalıdır.)Yasal dayanağı olmayan veya öngörülen miktardan fazla ödenen paralar, bunların ahizleri açısından sebepsiz bir zenginleşme teşkil eder. Borçlar Kanununun 61. maddesinde bu husus “haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisap eden kimse, onu iadeye mecburdur.” hükmü ile düzenlemektedir. Buna göre sebepsiz zenginleşmenin yaptırımı geri verme zorunluluğu olur.  Mülga 1050 sayılı Kanunun20.maddesine göre bu durum,sorumlu memurların sorumluluğu da bu yersiz/fazla ödemeleri kişi borcu hesaplarına alarak ahizlerinden takip ve tahsil etmek suretiyle yerine koymaktan ibarettir. İhmal ve kusurları ile bu paraların tahsil imkânının ortadan kalkmasına yol açan görevliler hakkında Sayıştay’ca tazmin hükmü verilebilecektir. Gelir kanunları açısından da aynı kural geçerlidir. Üçüncü kişilerle yapılan sözleşmelerde yer verilen hükümlere aykırılık nedeniyle de kamu zararına yol açılması mümkündür.Sözleşme hükümlerine aykırı davranışların yaptırımı,aykırı bir durum mevcut değil ise, genellikle 818 sayılı Borçlar Kanununda ve sözleşmelerde belirlenir; geç teslimde gecikilen her gün için …. TL gecikme cezası kesilir…, gibi.

                   Haksız fiillerle kamuya zarar verilmesi: 818 sayılı Borçlar Kanununun 41.maddesi haksız fiili, “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur” şeklinde tanımlıyor. Zararın gerçek miktarını tespit ve ispat mümkün olmadığı takdirde hakim, durumun gereğine ve hatanın ağırlığına göre tazminatın şeklini ve içeriğini tespit edecektir . Bu genel hüküm, memur olan-olmayan tüm failler için geçerlidir. 657 sayılı Kanunun 12.maddesi hükmü, memurların haksız fiillerini, “Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır”   şeklinde düzenlemiştir. Açıklanan hükümler, doğrudan zarar veren kişinin şahsı ile ilgili yaptırımları içermektedir. Sayıştay denetim ve yargısı bağlamında sorumlu memurların da kendi fiilleri ile kamuya verdikleri zararları bu çerçevede tazmin ile yükümlü olacakları tabiidir. Ancak, sorunun can alıcı noktası, hesap yargısı kapsamında sorumlu memurların, görevleri (karar, iş ve işlemlerinde düştükleri hatalar) dolayısıyla yol açtıkları veya karıştıkları kamu zararları nedeniyle ne tür bir yaptırıma maruz kalacaklarıdır. Örneğin, denetim sırasında taşınır mal sorumlusunun ambarında bulunması gereken bir bilgisayarın yok olduğu saptanmış olsun. Sorumlunun yok olan malın rayiç bedeli üzerinden ödemesine mi hükmedilir? Yoksa, soruşturma ve takdire dayalı bir değerlendirme mi yapılır? Mülga,1050 sayılı Kanunda “… bu takdirde saymanın beraat veya sorumluluğu, bağlı olduğu bakanlığının görüşü alınarak Sayıştay’ca hükme bağlanır “denilmiştir. Saymanın sorumluluğuna hükmedilmesinin sonuçlarının ne olacağı ise diğer maddelerde yazılmıştır. Sonuç olarak, kendi kusur ve noksanı dolayısıyla kamuya zarar veren sorumlunun (Sayıştay’a hesap vermekle yükümlü kişinin) bu zararını tazmin etmesi açık bir hukuk kuralıdır. Ancak, üçüncü kişilerin sebep olduğu veya yararlandıkları zararların da, takip ve tahsil konusundaki çabaları hiç dikkate alınmadan, bu görevlilere ödettirilmek istenmesi makul bir yaklaşım olarak kabul edilemez. 5018 sayılı kanunun 71 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, tespit edilen kamu  zararının ilgililerden tahsil edileceği; beşinci (son) fıkrasında, kamu zararının, bu zarara neden olan kamu görevlisinden veya diğer gerçek ve tüzel kişilerden tahsiline ilişkin esas ve usullerin yönetmelikle düzenleneceğinden söz edilmektedir. Bu ifadelerin arka planında her zararın hemen ve derhal kamu görevlisince tazminine karar verilmeyeceği; zarara neden olan gerçek (fail, müsebbip veya ahiz) kişinin takip edilmesi gerekeceği düşüncesi bulunmaktadır.

                SONUÇ  OLARAK

Mali sorumluluklar konusunda yukarıda yapılan açıklamaları hüküm cümleleri ile özetlersek:

1)Görevler ve yetkiler teşkilat ile kadro kanunları ile; yaptırımlar ise usul ve ceza kanunları ile belirlenir. Bazı özel kanunlarda da bu tür hükümler mevcut olabilmektedir. Yetki kullanılmadan görev yerine getirilemez; sorumluluk üstlenilmeden yetki kullanılamaz. Sorumluluk,yetkiye bağlıdır.Yetkisiz kişinin hesap verme ehliyeti de olmaz,

2)Üst yöneticilerin sorumlulukları idari/siyasi niteliklidir. Bunlar için mali yaptırımlar uygulanmaz.Ancak, verdikleri kararlar  ve talimatlar, düzenleyici işlem veya prensip kararı niteliğinde değil de; doğrudan iş  ve işlem sürecine dayanak oluşturuyorsa, sonuçlarından da harcama yetkilisi gibi sorumlu olurlar,

3)Harcama yetkilileri, ödenek verilen birimlerin en üst yöneticileri olup, mali denetimin de asıl muhatabı  ve sorumlusudurlar. Harcama yetkisi, üst yönetim kademesinde birleştirilebilir veya görev bölüşümü çerçevesinde diğer hizmet birimlerinin en üst yöneticilerine, belirli kurallar çerçevesinde, idarenin üst yöneticisinin onayı ile devredilebilir. Kural olarak, harcama yetkililerinin yardımcılarına  ve alt kademe yöneticilere yetki devri olanağı yoktur. Bu tür bir görevlendirme olursa, bunu yetki devri olarak değil, imza yetkisi verme biçiminde anlamak ve yorumlamak gerekir. İmza yetkisi verilmesi, amirin hesap verme yükümlülüğünü kaldırmayacağı gibi, idari/mali sorumluluklarını da kaldırmaz. Kurul kararına dayanan harcama talimatlarında, karara katılan üyeler müştereken sorumlu olurlar,

               4)Gerçekleştirme görevlileri, kanunlar ve idari emirler çerçevesinde yapmaları gereken iş  ve işlemlerle sınırlı olarak sorumlu tutulabilirler. Kurul, komisyon, komite  ve sair adlar altında birlikte yürüttükleri iş  ve işlemlerle ilgili olarak birlikte sorumlu olurlar.  Bunlar, amiri konumunda olmadıkları diğer gerçekleştirme görevlilerinin sorumluluklarına katılmadıkları gibi tek başlarına da sorumlu tutulamazlar,

              5)Muhasebe yetkilileri, muhasebe sisteminden ve buna ilişkin hesabın verilmesinden; kendisine tevdi olunan nakit ve benzeri kaynakların idare ve muhafazasından doğrudan sorumludurlar. Harcama sürecinde düzenlenen belgelerin doğruluk ve uygunluğunu kontrol etmekle yükümlüdürler. Kontrol yükümlülüğünün yaptırımı olup olmayacağı ayrıca düzenlenmesi gereken bir konudur,

              6)Taşınır malların kıymet hareketleri genel muhasebe içersinde izlenecek ve denetlenecektir. Fiziki kontrol  ve denetimler ile bunlara yarayan ambar kayıtları  ve hesap cetvellerinden taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri sorumludurlar,

                 7) Kamu zararı, mali süreçte görev alanların temel sorumluluk konusudur. Zararın doğal yaptırımı tazmin’dir. Ancak, zararı kim vermiş ise o’nun tazmin etmesi asıldır. Burada kamu görevlilerinin sorumluluğu verilen zararın, tazmin ve telafisini sağlamaktır. Bunu yapmadıkları, kamu  alacağının tahsilini tehlikeye düşürdükleri veya zaman aşımına uğrattıkları takdirde, bu zararın kendilerine ödettirilmesinin gerekeceği de tabiidir,sonuçlarına ulaşılabilir.

Ercüment AKIŞ

Başkontrolör

Yazıldı Makale ve Görüşler

HUKUKİ İMKANSIZLIK/MAHALLİ İDARELERDE İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMA(MA) SI

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

MAHALLİ İDARELERDE İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMA(MA) SI

          GİRİŞ

İdare etmekle hüküm vermenin, ayrı görevler olduğuna ve ayrı organlarca yerine getirilmesi gerektiği anlayışına kolay varılmadığı bir gerçektir.Zaman zaman, kamu hizmetini etkili ve verimli bir biçimde sağlamakla görevli olan yürütme organının; daha önceden veya kendisince belirlenmiş belirli hukuk kurallarına bağlı olarak faaliyette bulunmadığı, idare edenlerin kişisel arzu ve yararlarını yerine getirme amacını güttüğü görülebilmektedir. Hukuk anlayışının ve idari rejimin değişmesi veya gelişmesiyle denetim yöntemleri de gelişmiştir. Ancak, bu denetim yöntemleri arasında en etkili olanı, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargının denetimine tabi tutulmasıdır. Anayasanın 2.maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Hukuk Devletidir. Hukuk devleti; kamu hizmeti görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan infaz eden devleti ifade eder. Kurallara bağlılığın denetimini elbette ki yargı yapacaktır. Buradan da bağımsız bir yargı sisteminin var olması gerektiği ve yargı tarafından verilen kararlara uyulmak zorunda olunduğu anlaşılacaktır. Hukuk devletinin vazgeçilmez unsurları;

*Kamu gücünün temsilcisi olan idare, faaliyetlerinde hukuka uygun davranmak zorundadır.

*İdarenin davranışlarının, kamu hizmetinden yararlananlarca önceden belirlenebilir olması gerekir.

*İdarenin, yargı denetimine açık ve bununla da bağlı olması zorunludur.İdarenin yargı denetimine açık olmaması durumunda, yargının ve hukuk devletinin varlığından söz etmek doğru olmaz. Aynı şekilde alınan yargı kararlarına uyulmaması, bağımsız yargı erkini anlamsız ve etkisiz hale getirmektir.

* İdarenin mali sorumluluğu ( Anayasa 125. madde); idarenin, kamu hizmeti görenlere verdiği zararlardan dolayı sorumlu tutulmasını ifade eder. Kural, idarenin kusurun varlığı halinde sorumlu olduğudur; ancak bazı hallerde idarenin kusursuz sorumluluğunu da kabul etmek gerekir.

Hukuk devletinin temel unsuru, bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır.

“…Hukuk devletinin temel unsuru bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır). Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzenini kuran bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan bir devlet olmak gerekir. Hukuk devletinde kanun koyucu da dahil olmak üzere devletin bütün organları üstünde hukukun mutlak bir hakimiyete haiz olması, kanun koyucunun yasama faaliyetlerinde kendisini her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı tutması lazımdır. Zira kanunun da üstünde kanun koyucunun bozamayacağı temel hukuk prensipleri ve Anayasa vardır. Anayasa Mahkemesi 11.10.1963 tarih ve E.1963/124).

Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinin 4001 sayılı yasayla değişik 1. fıkrasının tümcesi de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis etmeye mecburdur şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2.maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine uygun bir düzenleme getirmektedir.

 

            Anayasada hüküm altına alınan bir hususun, İdari Yargılama Usulü Kanununda tekrar düzenlenmesini irdelediğimizde, yargı kararlarının uygulanma mecburiyeti acısından, adli yargı kararları ile idari yargı kararları arasında bir fark olmadığı,ancak, idari yargının doğası gereği, idare, hem davalıdır hem de sonuçta kararın uygulayıcısı olma durumundadır. Adli yargı kararlarının uygulanmasında ender olarak sorun yaşanırken, idari yargı kararları için uygulanmama ya da gereği gibi uygulanmama sorununun, çok olmasa da sıkça karşılaşılan bir durum olduğu ortadadır. İdari Yargılama Usulü Kanununun 28’inci maddesinde, idarenin yargı kararlarına göre “…gecikmezsizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya…” mecbur olduğu söylenmeseydi bile yargı kararlarını uygulamak zorunda olduğu konusu tartışmasız olacaktı. Bu nedenle yasa koyucunun, 2577 sayılı Kanunda böyle bir düzenlemeye gitmesinin  nedenini belki de konunun, sıklıkla, sorun oluşturma potansiyelinde aramak gerekmektedir.Yargı kararlarının uygulanması hukuk devleti acısından bir zorunluluk olması yanı sıra , modern demokrasi kavramlarının benimsenmesiyle de ilişkilidir.

              İdarenin, yargının verdiği kararı yerine getirip getirmeme hususunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Yargıtay’ın bir kararında açıkça belirtildiği üzere,“… Yasalar da ve yargı kararları da yanlış olabilirler ve bilimsel katta her zaman eleştirilebilirler, eleştirilmelidirler de. Ancak bunları uygulamak durumda bulunan yargıçlar ve görevliler, yasaları ya da yargı kararlarını ‘yanlış’ özrüne dayanarak öznel ve kişisel yorum ve gerekçelerle uygulamaktan alıkoyamazlar. Onlara düşen, ne ve nasıl olursa olsunlar, yasaları ve yargı kararlarını uygulamaktır. Zira yasalara doğru oldukları için değil, yasa oldukları için, yargı kararlarına da haklı oldukları için değil, yargı kararı oldukları için uyulur….”.İdari yargı kararlarının uygulanması, özellikle yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanması zorunluluğu zaman içinde tartışılagelmiş;bazı kesimlerce, tazminat ödenmesi durumunda yargı kararının uygulanması gereğinin ortadan kaldıracağı tezi ileri sürülmüştür.

Bu konudaki tartışmalara/farklı görüşlere Danıştay son noktayı koymuş, “… idareye dilerse Danıştay kararını uygulamak, dilerse tazminat ödemek tarzlarından birini seçmek gibi bir hak tanınmamıştır.Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan bu hükümler yargı kararlarının bağlayıcılığını ve uygulanma zorunluluğunu belirtmeleri yönünden temel hükümler olup, idareye keyfi bir bicimde yargı kararını uygulamama olanağı ve yetkisi tanımadıkları gibi, idare bütçesinden ödeyeceği bir tazminatı gözden çıkararak yargı kararını uygulamaktan da kaçınamaz. Böyle bir davranış kesin hükme saygı ve hukuk devleti ilkeleriyle de bağdaşmaz.”(Danıştay 5.Dairesinin 15.12.1993 tarihli ve E. 1992/5927, K.1993/5739) Sonuç olarak, idarelerin tazminat ödemek suretiyle, kararları uygulama yükümlülüğünden kurtulamayacağı açıkça belirtmiştir.

YARGI KARARLARI ÇEŞİTLERİ

                  1. Adli Yargı Kararları

Adli yargı; özel hukuk kişilerinin birbirleri arasındaki veya özel hukuk kişileri ile idare arasındaki, idari eylem veya işlem sayılmayan hallerde, konusu çoğunlukla para ile ölçülebilen uyuşmazlıkların çözüldüğü yargı yeridir.Adli yargı kararlarının infazı, devlet’in icra ve infaz kurumlarınca ve devlet gücü kullanılarak infaz edileceğinden adli yargı kararlarının uygulanmasında, bazı istisnai durumlar dışında, uygulanmama sorunu ile pek karşılaşılmaz.

                   2. İdari Yargı Kararları

                  a. İptal Kararları:İptal davası, korunmasız birey karşısında daha güçlü, ayrıcalıklı ve üstün yetkilere sahip idarenin yapmış olduğu idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu, maksat yönlerinden biri veya birkaçı ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaları ifade eder.İptal kararları;Anayasa’nın,idarenin hukuka uygunluğunun denetlenmesi amacıyla yargı organına verdiği yetkinin sonucudur.İdarenin hukuka aykırı işlemlerinden dolayı hakları ihlal edilenlere, haklarının yargı organınca iadesidir de diyebiliriz. İptal kararları hukuk düzenini korur ve idarenin yasalara uygun hareket etmesini sağlar.“İptal davalarının esas amacı; bir hakkın ihlal edilip edilmediği ve böyle bir ihlal sonucunda ortaya çıkacak zararın tazmini değildir. Bu davalar bir idari tasarrufun (kararın veya işlemin) hukuka aykırılığı dolayısıyla iptalini, ortadan kaldırılmasını amaç edinen, başka bir değişle idari işleme, karara yöneltilmiş davalardır. Bu davalarda idari bir işlemin hukuk kurallarına uygun olup, olmadığını incelenmekte ve hukuk kurallarına aykırılığı halinde bu işlemin iptali yoluna gidilmektedir. İptal davasının konusu, idari bir işlemin hukuk kurallarına aykırı olup olmadığını incelemek ve aykırılığı halinde işlemi ortadan kaldırmaktır. İptal davasının amacı ise; idarenin hukuka aykırı karar almasını önlemek, böylece idarenin hukuk kurallarına riayetini sağlamak ve hukuka aykırı olduğu tespit edilen kararları ortadan kaldırmak suretiyle hukuk düzenini korumaktır.”

İptal kararlarının sonuçları:İptal kararları;Kesin hüküm teşkil ederler, idarenin işlemini hukuk aleminde hiç var olmamış gibi, tesis edildiği tarihten itibaren bütün etki ve sonuçlarıyla beraber kaldırırlar. İptal edilen işlem, idarenin düzenleyici işlemlerinden ise; hakları ihlal edilenlerden sadece davacı olanları değil davacı olmayan diğer hakları ihlal edilenleri de etkiler. Ancak iptal konusu işlem bireysel işlem ise; bu durumda bu karardan sadece davacılar yararlanacaktır. İptal edilen işlem, tesis edildiği tarihten itibaren hukuk aleminde hiç var olmamış kabul edilir. İptal edilen işlemi eski hale getirmekle yetkili ve görevli kamu görevlileri, iptal kararlarını, gerek kendilerine göre yorumlamaları gerek şahsi husumetler ve gerekse bilgi eksikliğinden dolayı uygulamada çok farklı uygulanma/uygulanmama problemleriyle karşılaşılmasına neden olmaktadır.

İptal kararlarının uygulanma şekli:İptal kararları geriye yürürler.Bu nedenle, geriye yürümek teriminin  iyi anlaşılması ve  kavranılması gerekir. İptal kararlarında, tesis edildiği/alındığı tarihten itibaren kaldırılan bir işleme bağlı olarak tesis edilmiş/alınmış diğer işlemlerde ortadan kalkacaktır.Kararların geriye yürümesi için çoğu kez idare, yeni işlemler tesis etmek durumunda kalabilir.Sorunlarda zaten tesis edilmeyen veya yanlış tesis edilen geriye yürütücü işlemlerden kaynaklanmaktadır. Örnek verilecek olursa; görevinden alınan memurun açtığı dava sonucunda alınan iptal kararını idare, memuru göreve iade ederek gereği gibi uygulamış sayılmaz. Zira görevden alma işleminin hukuk aleminde hiç var olmamış gibi sayılması gerekir. Aksi halde bu İYUK 28. maddesindeki sorumlulukları doğurur. İdare, verilen iptal kararı doğrultusunda memuru görevine iade ettikten sonra sanki görevinden hiç alınmamış gibi, memurun alması gereken özlük, maaş ve diğer haklarını da iade etmek zorundadır. Davacının dilekçesinde bunları ayrıca belirtmesine gerek yoktur. Bu iptal kararının gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynaklı bir sorun olduğu için, bu soruna bağlı yaptırımlar uygulanacaktır. İdare her ne surette olursa olsun yargı kararlarını gereği gibi yerine getirmekten ne kaçınabilir nede kurtulabilir.

İptal kararlarının kazanılmış haklara etkisi:Danıştay, iptal edilen ana işlem sonucunda ona bağlı olarak tesis edilen diğer işlemlerinde ortadan kaldırılmasından dolayı hakları ihlal edilenlerin haklarının meşru olmadığını ve meşru olmayan hakkın aranamayacağını, içtihatlarında kabul etmiştir.Örnek verilecek olunursa; kamu görevlisinin görevden alınma işleminin iptal edilmesi durumunda onun yerine atanan görevlinin, görevinden alınması gerekir. İşte bu durumda sonradan görevinden alınan bu kamu görevlisi hakkı meşru değildir ve meşru olmayan hak aranamaz. Ancak burada kazanılmış hak ilkesine değinmeden geçmemiz yanlış olacaktır. Kazanılmış hak iki şekilde ortaya çıkabilir; 1)iptal edilen ana işlem dolayısıyla ondan önceki işlemin yürürlük kazanması ve iptal edilen işleme bağlı olarak tesis edilen diğer işlemlerin iptali suretiyle yürürlük kazanan(eski) işleme aykırılık teşkil etmesi durumu veya,2)hukuka aykırı olan düzenleyici işleme bağlı olarak; iptal edilene kadar tesis edilen işlemler. Burada kazanılmış hakkın doğup doğmadığı hakkında kesin çizgiler bulunmamaktadır. Yargı mercileri somut olayları inceleyerek karar vermektedirler.(Danıştay 5. Dairesi 09.02.2000 tarih ve E.1997/2609E, K.2000/437)

b.Yürütmenin Durdurulması Kararları:Yürütmenin durdurulması kararı; idare aleyhine iptal davası açıldığı durumlarda, iptali istenen işlemi geçici olarak askıya alan bir karardır.Yürütmenin durdurulması kararlarının verilebilmesi için;1- İdarenin icra edilebilir bir işleminin bulunması,2- İşlemin açıkça hukuka aykırı olması,3- İcra edilmesi durumunda telafisi güç veya imkânsız zararların doğması,4-Teminat verilmesi (istisnaları vardır) gerekir.Yürütmenin durdurulması kararının verilebilmesi için 2 ve 3. maddelerindeki koşulların birlikte varlığı gerekmektedir. Yürütmenin durdurulması kararları, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun etkin biçimde denetlenmesinin vazgeçilmez unsurudur. Bu kararlar için idarenin işlemi uygulamış olmasına gerek yoktur,uygulanabilir nitelikteki bir işlem tesis etmesi yeterlidir.Yürütmenin durdurulması kararının geriye yürüyüp yürümeyeceği konusunda çeşitli görüşler mevcuttur ancak gerek Danıştay ve gerekse öğretide katıldığımız görüşe göre, yürütmenin durdurulması kararları geriye yürürler.İYUK 28/1. maddesi uyarınca idare, yürütmenin durdurulması kararlarına karşı somut olaya göre işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu işlem ve eylemler, elbette ki dava konusu işlemi iptal edilmiş varsayarak, işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri getirilmesinden ibarettir.Ancak iptal kararından farkı; yürütmenin durdurulması kararının idarece tesis olunan işlemi, hukuk aleminden kaldırmayan sadece askıya alan geçici nitelikte bir karar olmasıdır. Yürütmenin durdurulması kararının bağlı olduğu iptal davasının reddi durumunda yürütmenin durdurulması kararı da ortadan kalkacaktır.Yürütmenin durdurulması kararı verilirken, işlemin açıkça hukuka aykırı olması koşulunun aranması, bu kararın uygulanması zorunluluğunun önemini göstermektedir. Uygulanma zorunluluğu İYUK 28. maddesi ile teminat altına alınmıştır. Ancak bu, işlemin kesin olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmez. İdare hiçbir surette yürütmenin durdurulması kararını uygulamaktan kaçınamaz. Uygulamada, bu kararı uygulamama gerekçeleri olarak; bu karara esas teşkil eden davanın sonuçlanmasının beklenmesi gerektiği, yürütmenin durdurulması kararının hukuka uygun olmadığı, idare işleyişine aykırı olduğu vs. gibi daha da çoğaltılabilecek gerekçeler, kararı uygulamama gerekçeleri olarak öne sürülmekte ve uygulamadan kaçınılmaya çalışılmaktadır. Ancak uygulamayanlar İYUK 28. maddesi uyarınca sorumludurlar ve ayrıca TCK 257. maddesi uyarınca da suç işlemiş sayılırlar.Bir başka sorun ise; yürütmenin durdurulması kararının dava sonuçlanıncaya kadar uygulanmadığı durumlarda, dava retle sonuçlanmışsa yürütmenin durdurulması kararın verildiği tarih ile iptal davasının sonuçlandığı tarih arasında kalan sürede meydana gelen zararın tazminine ilişkindir. Böyle durumlarda ilgili, idare aleyhine tazminat davası açabilir(İYUK 28/3). Zira ortada uygulanmayan bir yargı kararı mevcuttur. Karar nihai olmasa bile İYUK 28/1 maddesi uyarınca uygulanması zorunlu bir karardır. Davanın retle sonuçlanması, yürütmenin durdurulması kararının uygulanmaması halini hukuka uygun hale getirmez.

               c. Tam Yargı Davaları:Tam yargı davalarında kamu hizmetinden yararlananlar, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararların tazminini veya idare tarafından ihlal edilen haklarının iadesini isterler. Uygulamada tam yargı davalarının kabulü halinde idarenin yargı kararını uygulamamasına pek rastlanılmamaktadır. Tam yargı davaları, belirli bir miktarı içerenler ve içermeyenler olarak İYUK 28/2.maddesi tarafından ikiye ayrılmış, belirli bir miktarı içeren tam yargı davaları için icra ve infaz yolunun genel hükümlere göre olacağı belirtilmiştir. Yani İcra ve İflas Yasası’nın hükümleri uygulanarak ilamın uygulanması yoluna gidilecektir. Sınırlı sayıda kamu mal ve alacaklarının haczedilebilir olması problemler doğurabilecektir. Belediyelerin 5393 sayılı Kanunun 15.maddesi son bendi uyarınca aldıkları   “doğmuş ve doğacak bütün gelir ve malvarlıklarını kamu hizmetine tahsis ettikleri” şeklinde bir kararla zaten sınırlı sayıda olan haczedilebilir mal ve alacaklar iyice azaltılarak daraltma yoluna gidilmiştir.Fakat bu, yargı kararlarının uygulanmaması sorununu oluşturmayacaktır.

Çünkü,ilama bağlı borçlar,5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun  20/d maddesi uyarınca ,kamu idarelerinin cari yıl bütçesinden ödenecektir. Bazen iptal kararları da belirli bir meblağın ödenmesini gerektirebilir. Bu gibi iptal kararlarının da, tam yargı davaları gibi genel hükümler çerçevesinde icra ve infaz edilmesini kabul etmek “hukuk devleti” ilkesince de yerinde olacaktır. Zira idarenin yargı kararlarını kendiliğinden yerine getirmek zorunda olmasına rağmen, yerine getirmemesi devam ede gelen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.Önemli bir başka konu ise; tam yargı davalarının çoğunun iptal davaları ile birlikte açıldığı ve iptal davasına konu bir işlemden doğan,  zararın tespitinin mümkün olmamasından dolayı dava dilekçesinde miktarın belirtilememiş olmasıdır. Danıştay içtihatlarında da kabul edildiği üzere; bu durumu İYUK 15/1-d maddesine  aykırı bulmak doğru olmaz aksine bu şekilde dava açılabileceği kabul edilmelidir. Bu gibi durumlarda miktarın hesaplanması idareye bırakılmaktadır. Miktarı belirli olmayan bu çeşit tam yargı davalarının uygulamaya konulması İYUK 28/1’e göre olmalıdır.  Bir diğer husus ise; tam yargı davası kabul olunan ilgilinin, bu kararın geç icrasından dolayı faiz istemini ancak 818 sayılı Borçlar Yasası 101/1.maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 117/1maddesi) uyarınca borçlu idareyi ihbaren temerrüde düşürdükten sonra isteyebilmesidir. İYUK 28/6. maddesi bu konuya değinmiş,ancak gecikme faizinin ne zamandan itibaren yürütüleceğine açıklık getirmemiştir. Bunun haricinde kararın geç uygulanmasından dolayı her hangi bir tazminat (İYUK madde 28/3’teki gibi) davası açılabilmesi geçerli mevzuatlar uyarınca mümkün değildir. İdari sözleşmelerin uygulanması sırasında taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklar dolayısıyla tazminat istemiyle açılan davalar, tam yargı davaları olarak kabul edilip, bu davaların uygulanma yöntemine tabidir.

d. Vergi Mahkemelerinin Görev Alanına Giren Davalar:Bu alana giren kararları, Vergi Mahkemeleri veya Vergi Mahkemelerinin tek hakimli olarak baktığı davalarda itiraz durumunda Bölge İdare Mahkemeleri verir.İYUK 28. maddesinin 5. fıkrası “Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu karalara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece mükellefe bildirilir.” hükmünü içermektedir. Hükümden de anlaşılacağı üzere yargı kararının idareye tebliğinden sonra, idare yeniden hesaplama yoluna gidecektir. Buradan idare aleyhine açılan davanın kısmen veya tamamen kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aksi halde yeniden hesaplama gereği doğmayacaktır. Yeniden hesaplama yapıldıktan sonra ilgili idare, hesaplamayı ilgili mükellefe tebliğ etmelidir.  Eğer fazladan vergi veya ceza alacağı tahsil edilmişse bunu da ilgili mükellefe iade etmesi gerekir.Yani, haksızlığa sebep olan idare, bu haksızlığı yine kendi inisiyatifiyle düzeltmeye çalışacaktır.

                        YARGI KARARLARININ UYGULANMAMASI

Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan “Yasama ve yürütme organlarıyla idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükümle beraber 2577 sayılı İYUK’UN 28/1. maddesindeki “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz (30) günü geçemez” hükmü idareye; “derhal” ve “aynen” uygulama yükümlülüğü getirmiştir.Bilindiği gibi yargı organları, idarenin yerine geçip idari işlem tesis edecek şekilde karar vermezler. Yalnızca idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunu denetlerler. İdare, bu işlem ve eylemlerin yargı kararıyla ortadan kaldırılması durumunda yeniden hukuka uygun olan idari işlem ve eylemlere ilişkin düzenleme yapmak ve bunları yerine getirmek zorundadır. Çoğu zaman idarenin yargı kararlarını yerine getirmesi bir işlem tesisi veya eylemi ile mümkün olabilmektedir. Örneğin; görevinden alınan kamu görevlisine eski unvanını iade etmek veya iptal edilen bir vergi için fazla vergi vermiş olanlara fazlayı iade etmek şeklinde olabilir. İdarenin yargı kararlarını yerine getirmemesi, hiç uygulamama veya gereği gibi uygulamama şeklinde olabilir. Yani idarenin kararı hiç uygulamadığı veya gereği gibi uygulamadığı her iki halde de idarenin sorumluluğuna gidilir.

                      1. Hiç Uygulamama: İdarenin yargı kararlarına kayıtsız kalması, hiçbir eylem ve işlemde bulunmaması halidir. Yargı kararlarının uygulanması için gerekli olan işlemlerin yapılmayıp idarenin hareketsiz kalması, uygulamamanın en tipik örneğidir. Ruhsatları iptal olunan yapıların imar mevzuatına uygun hale getirilmemesi, otuz günlük süre geçtiği halde görevine başlatılması gereken memurun görevine başlatılmaması gibi durumlar hiç uygulamamaya örnek olarak gösterilebilir.

2. Gereği Gibi Uygulamama: Yargı kararlarının hiç uygulanmamasından farklı olarak idare hareketsiz kalmamakta, yargı kararları doğrultusunda bir işlem tesis etmekte veya eylemde bulunmaktadır. Ancak idarenin tesis ettiği işlemler, kararı gereğince yerine getirmediği gibi, ulaşılmak istenen hukuksal koruma ve menfaati bertaraf edecek, ihlale uğratacak niteliktedir. “…yargı yerlerince verilen kararların, ilgili mercilerce uygulanması asıl olup, bu yoldaki hukuki işlemlerinde yine aynı merciler tarafından hukuk kuralları çerçevesinde yapılması hukuka bağlı devlet ilkesinin bir gereğidir.” Gereği gibi uygulamama çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bunları; geç uygulama, noksan uygulama ve biçimsel uygulama başlığı altında incelenecektir.

                     3. Geç uygulama:İYUK 28/1. maddesine göre; idare, gecikmeksizin yargı kararlarına uygun olarak işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur. Gecikmeksizin deyiminden anlaşılması gereken “makul süre” dir. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz (30) günü geçemez. İptal kararı hukuki sonuçlarını taraflara tebliğinden itibaren doğurmaktadır (Danıştay 5. Dairesi  11.11.1998 tarih ve E.1997/354,K.1998/2626). Tebliğ hususunda esas alınacak olan tarih, idarenin genel evrak kayıt tarihidir. Bunun dışına çıkarak kararı uygulamaya yetkili memura tebliğ şartı aramak uygulamada büyük sorunlar doğurabilecektir.İdarenin yargı kararlarını uygulama zorunluluğu kararın kendisine ulaşmasıyla başlar ve idare kararın ulaşmasından sonra makul bir süre içerisinde kararın gereğini yapmak zorundadır. İYUK 28/1. maddesinde belirtilen otuz (30) günlük süre; idarenin gerekli işlem ve eylemleri yapması için lazım olan azami süredir. Yoksa idareye tanınmış, idarenin serbest tasarruf edebileceği bir süre değildir. Kararın ne zaman uygulandığı konusu uygulamada problem oluşturabilecek gibi görünse de; yasada önemli olan, kararın uygulanması için gerekli işlemlerin başladığı tarih değildir. Otuz günlük süre içinde yapılan işlem ve eylemler kararın zamanında uygulandığı anlamına gelmez. Örneğin; görevine iade edilmesi gereken bir kamu görevlisi için, kararın tebliğinden itibaren otuz günlük süre içinde işlem yapıldığı ama işlemlerin başkaca sebeplerden dolayı yetişmediği gerekçesi ile sorumluluktan kurtulamaz. Zira, görevlinin görevine otuz içinde iadesi sağlanamamıştır, dolayısıyla idare bu tarihe kadar geçen sürede oluşan zararlardan (maddi, manevi zarar, gecikme faizi, vs.) sorumludur.

                4.Eksik uygulama:İdarenin yargı kararlarını uygulamama hallerinden biride eksik uygulama halidir. İdare yargı kararını uygulamada kararın tam olarak uygulanması için gerekli olan işlemleri eksik tesis eder.Danıştay 5. Dairesi, şube müdürlüğünden alınan davacının açmış olduğu davada yürütmenin durdurulması kararına uygun olarak göreve iade kararı vermiştir. Bu karar doğrultusunda aynı dönemde on altı (16) şube müdürünün on beşi (15) ile hizmet sözleşmesi yenilendiği halde davacı ile hizmet sözleşmesi yenilenmemiştir.  Böylece göreve iade sağlanarak yargı kararı uygulanmış, sözleşmenin diğer şube müdürleriyle beraber yenilenmeyerek karar uygulanması eksik kalmıştır.

5.Biçimsel uygulama:Aynı zamanda muvazaalı uygulamada denilen biçimsel uygulamamada da; idare, yargı kararını süresi içinde icaplarına göre işlem tesis etmektedir. Ancak kısa süre içinde, tesis ettiği işlemi ortadan kaldırarak, uygulama halini bir formaliteden öteye geçirmemektedir. Hukuka aykırılığı sebebiyle ortadan kaldırılan işlem veya eylemin bu şekilde biçimsel olarak yapıp tekrar eski durumuna getirilmesi idarenin sorumluluğunun doğmasına engel değildir.Konuyu en iyi “İptal kararı üzerine görevine başlatılıp üç (3) gün sonra görevden alınan davacı hakkındaki karar uygulanmış sayılmaz” şeklindeki Danıştay 5. Dairesi’nin 26.11.1987 tarih, E.1986/183,K. 1987/1659 sayılı kararı anlatmaktadır. Karardan anlaşıldığı gibi; bu tür uygulamaların yerine getirme sayılmayıp Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine de aykırı olduğu açıktır. Bu yüzden idarenin tazmin sorumluluğuna gidilebilir.

                          İptal Kararlarının Uygulanmaması  

Anayasanın 138’inci ve İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.maddesi hükmüne göre idarelerin, idari yargı kararlarını uygulamama yetkisi yoktur ve kararların gereğini yapmak zorundadırlar. İdare, yargı kararlarını uygulamamasına özür gösteremez. Bazı istisnai durumlarda, iptal kararının uygulanmaması değil; uygulanamaması söz konusu olabilir. Bu durumu hukuken de kabul edilen makul bir neden saymak mümkündür. Burada dikkat edilmesi gerek nokta yargı kararının imkânsızlık nedeniyle uygulanamamasının sadece iptal kararları için söz konusu olabileceğidir.Ancak, aynı gerekçeyi tam yargı davasında ileri sürmek mümkün değildir..İdari yargı kararlarını uygulama imkansızlığı, hukuki ya da fiili nedenlerle olabileceği gibi davacı ya da üçüncü şahıslardan doğan bazı durumlardan kaynaklanmış da olabilir. Danıştay 1. Daire Başkanlığının “… Ancak, uygulamada ve öğretide de kabul edildiği gibi temel amaç yargı kararının gerekçesine uygun olarak uygulanması olmasına karsın, kimi özel durumlarda bu kararların uygulanmasında fiili ve hukuki imkansızlık olabilir. Doğaldır ki imkansızlık durumunun var olup olmadığı her olayın özelliğine göre kendi içinde değerlendirilecektir.”şeklindeki kararında belirtildiği üzere, bu nedenler  ve imkansızlık halleri her olay içinde, kendi koşulları içinde karara muhatap olan mahalli idarelerce değerlendirilmelidir.Böyle bir durum söz konusu olduğunda; belediyelerde bu husus nasıl uygulanmalıdır konusuna açıklık getirmek gerekirse;5393 sayılı Belediye Kanunun 37.maddesine göre belediye başkanı belediye idaresinin başı ve belediye tüzel kişiliğinin temsilcisidir.Kanunun 38.maddesinde ise,belediye teşkilâtının en üst amiri olarak belediye teşkilâtını sevk ve idare etmek belediye başkanının görevleri arasında sayılmıştır. İptal kararının uygulanabilmesi için belediye encümeninin veya meclisince karar alınmasını gerektiriyorsa,belediye başkanı tarafından belediyenin yetkili organlarından karar alınmasını sağlaması, eğer bu tür bir uygulamaya gerek bulunmuyorsa,bu durumda  iptal kararının belediye başkanınca yerine getirilmesi gereklidir.5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 29.maddesinde  Valinin il özel idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olduğu belirtilmiş,  Kanunun 30/a maddesinde ise  ; “İl özel idaresi teşkilâtının en üst amiri olarak il özel idaresi teşkilâtını sevk ve idare etmek, il özel idaresinin hak ve menfaatlerini korumak” valinin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.Bu idarelerde de,belediye idaresine ilişkin yapılan açıklama doğrultusunda işlem yapılması gerekmektedir.

            Hukuki İmkansızlık

Hukuki imkansızlık halini, iptal kararının uygulanmasının başka bir hukuk kuralı tarafından engellenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu duruma, özellikle kamu görevlileriyle ilgili davalarda rastlanılmaktadır. Konuya  ilişkin tipik örneklerden biri ise bir kamu görevlisinin atama işlemine karsı dava açması durumunda, karardan önce resen veya kendi istemiyle emekliye ayrılması veya başka bir göreve atanmasıdır. Böyle bir durumda, artık idarenin iptal kararını uygulaması mümkün değildir.Burada hukuki imkânsızlık halinde söz edilebilir. Danıştay, “yürütmenin durdurulması kararı uygulanarak görevine iade edildikten sonra kendi isteğiyle emekliye ayrılan kamu görevlisinin iptal kararı üzerine emeklilik statüsünden çıkarılarak görevine döndürülmesi konusunda idarenin yargı kararıyla zorlanamayacağına” hükmetmistir. Danıstay, yine benzer bir kararındaki, “idari işlemlerin idari yargı mercilerine iptal edilmesi, halinde idarenin bu iptal kararına uygun olarak yukarıda yer alan hüküm gereğince yeni bir işlem tesis etmesi gerekmektedir. Ancak bu uyuşmazlıkta davacının görevine 1402 sayılı yasa hükmü uyarınca son verilmesi nedeniyle, Danıştay ilamının uygulanması esnasında ortaya yeni bir hukuki durumun çıktığı ve davalı idarece bu hukuki durum göz önüne alınarak işlem tesis edildiği anlaşılmış olup, yukarıda yer alan yasa hükmü uyarınca bu şekilde görevlerine son verilen memurların, bir daha kamu hizmetlerinde çalıştırılması mümkün bulunmadığından, davacının yeniden memuriyet statüsüne dönmesi hukuken mümkün değildir.” (Danıştay 5. Dairesinin 21.1.1997 tarihli ve E. 1994/2686, K. 1997/91 sayılı kararı) gerekçesiyle, bir kamu görevlisinin görevden çekilmiş sayılmasının iptali istemiyle açtığı dava devam etmekteyken, 1402 sayılı Kanunun uygulanmasıyla görevinden alınan bir kamu görevlisinin, devam etmekte olan davada verilen iptal kararına dayanılarak göreve başlatılmasına olanak olmadığına hükmedilmiştir. İdarî yargı kararının hukukî imkânsızlık sebebiyle uygulanamaması hali için, dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: İdarenin, iptal kararının sadece “göreve iadeye” ilişkin kısmını uygulayamayacak olması, davacının müktesep veya sübjektif haklarına ilişkin iptal kararı yönünde işlem tesis etmesine engel olmayacaktır.(Danıştay 3. Dairesinin 9.3.1978 tarihli ve E. 1978/151, K. 1978/199 sayılı kararı) Aksine iptal kararı bu yönüyle, idare tarafından uygulanmak zorundadır.

Hukukî imkânsızlık hali ile karşılaşılan bir diğer örnek “nitelik” kaybıdır. Bilindiği gibi memur olmak için 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda genel nitelikler/şartlar aranmakta; idareler ayrıca, gördükleri kamu hizmetinin niteliğine göre bu genel niteliklere ek olarak özel bazı nitelikler/şartlar arayabilmektedir. Belli nitelikleri gerektiren görevlerle ilgili olarak acılan iptal davalarında, yargılama sureci devam ederken aranılan nitelikleri kaybeden kamu görevlilerinin iptal kararına rağmen, göreve başlatılmamaları da hukuki imkansızlık haline örnektir. Başka bir istişari kararında Danıştay, görevlerine son verilen kişilerin açmış oldukları iptal davası sürerken, açıkta oldukları donemde yeni bir durumun ortaya çıkması halinde, idarenin, bu nedene dayanarak yeni bir işlem yapmasının mümkün olduğunu belirtmiştir.( Danıştay 1. Dairesi, 10.07.1985 tarihli ve E. 1985/144, K. 1985/156 sayılı Kararında“…belirtilen nedenlerle, emniyet teşkilatında görevli iken meslekten ilişikleri kesilenler hakkında verilen iptal kararlarının uygulanmasının zorunlu bulunduğu, ancak meslekten ilişiklerinin kesilmesini gerektirir yeni bir durumun ortaya çıkması halinde bu nedene dayanılarak yeni bir işlem yapılmasının mümkün bulunduğu …” şeklinde görüş vermiştir.  Diğer bir hukuki imkansızlık hali de teşkilatın ortadan kalkması veya idarenin elinden gelen her şeyi yapmış olmasına rağmen, gereken yasal düzenlemenin yapılamamış olması nedeniyle yargı kararını uygulayamamasıdır. Danıştay 13. Dairesi, 29.11.2005 tarihli ve E. 2005/5545, K. 2005/5698 sayılı kararında, “…..bank a.s.’nin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin 28.12.2001 tarihi itibariyle kaldırılmasına iliksin 13.12.2001 tarih ve 522 sayılı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kararını iptal eden Danıştay Onuncu Dairesi’nin 21.6.2004 gün, E. 2002/666, K. 2004/5576 sayılı kararının uygulanması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun 24.09.2004 gün ve 1400 sayılı kararı ile bu kararın yeniden incelenerek kaldırılması isteminin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle acılan davada; …bank a.ş.’nin banka olarak tüzel kişiliğini idare hukuku dışındaki yasal düzenlemeler kapsamında yitirmiş olması ve hukuken ve fiilen idarenin işlem tesisi ile önceki hukuksal durumun resen tesis edilmesinin mümkün olmaması, başka bir anlatımla, devir, kararının alındığı tarihteki …bank’ın hukuki ve mali yapısının tesisi suretiyle davacıya iadesinde hukuki ve maddi (fiili) imkansızlık bulunması nedeniyle idarenin idari yargı kararını uygulayamadığı sonucuna varıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığına” hükmetmiştir.Bu kararda,uygulamada bulunacak kurumun tüzel kişiliğini idare hukuku dışındaki yasal düzenlemeler kapsamında yitirmiş olması nedeniyle,kararı uygulayacak bir kurum/kuruluşun yokluğu söz konusudur.Mahalli idareler açısından bu kararı değerlendirdiğimizde,ülkemizde de çeşitli yasal düzenlemelerle özellikle belde belediye tüzel kişiliklerine son verilerek diğer belediyelere (alacak ve borçlarıyla ve personeliyle birlikte) devredilmektedir.Tüzel kişiliği kaldırılmış olan belediye aleyhine  verilmiş bir idari yargı kararı söz konusu olduğunda,yargı kararının uygulanması ilke olarak  bağlanılan belediyece yapılmalıdır.Ancak,belediyece aksi yönde bir uygulamada da bulunulması,kararın tüzel kişiliği kaldırılan belediyeye ilişkin olduğu savı ileri sürülebilir.Bu durumda,yargı kararını uygulamaktan kaçınan belediye aleyhine de dava açılması yoluna gidilebilir. Danıştay 5. Dairesi de 14.10.1996 tarihli ve E. 1995/1287, K. 1997/2084 sayılı kararında, “…devredilen personelin mağduriyetinin önlenmesi için Kurumun, gerek Başbakanlık gerek Ulaştırma Bakanlığı ve gerekse PTT nezdinde her turlu girişimde bulunduğu anlaşılmış olup belirtilen durum karsısında, idare mahkemesince verilen ve davacının TRT kurumundaki görevine dönmesi sonucunu doğuran iptal kararının davalı idarece ‘kasıtlı’ olarak yerine getirilmediğinden söz edilmesine olanak bulunmadığını” belirtmiştir.

           Fiili İmkansızlık

Hukuki imkansızlık halinden ayrılması  kolay olmayan fiili imkansızlık hali,iptal kararının nesnel alanda meydan gelen engeller nedeniyle uygulanamaması olarak tanımlanmaktadır. Tarihi değer taşıyan binaların yıktırılması, antika değeri olan eserlerin tahrip edilmesi, yetişmiş ağaçların kesilmesi, eski eserlerin zarar görmesi gibi örnekler, geri dönülemez sonuçlar doğuran işlemlerin iptaline yönelik yargı kararlarının fiili imkansızlık sebebiyle uygulanamamasına verilebilecek en basit ve akla gelen örneklerdir. Danıştay 12. Dairesinin 17.04.1972 tarihli ve E. 1971/1914, K. 1972/1113 sayılı kararında, davacının askere gitmesi sebebiyle göreve başlatılmamasını, fiili imkansızlık saymıştır. Örneklerden de anlaşılacağı gibi,eski hale dönüştürülmesi,iade edilmesi ve uygulanabilmesi fiilen mümkün olmayan hususların fiili imkansızlık olarak değerlendirilmesi gerekir.Ancak,bu konuda genelleme yapmaktan kaçınarak her olayı kendi içinde ve meydana geliş şekline göre değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.Aksi hal bizleri yanlış ve hatalı sonuçlara götürebildiği gibi,kişisel veya kurumsal sorumlulukların doğmasına da neden olabilir.

            SONUÇ

Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinin 4001 sayılı yasayla değişik 1. fıkrasının tümcesi de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis etmeye mecburdur şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2.maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine uygun bir düzenleme getirmektedir. Söz konusu ilke karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmesiz uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.  İdare Mahkemesi  kararı söz konusu olduğuna göre, işlem tesis etmek zorunda olan idarenin; bu yargı kararının gereğini yapması gerekirken, yargı kararını uygulamama yoluna gitmesi hukuken tasvip edilemez.Zira yargı kararlarına ve hukuka duyulması gereken güveni sarsan bu davranışın açık ve emredici Anayasa ve Yasa kurallarıyla bağdaştırılması mümkün değildir. Diğer taraftan iptal kararlarına karşı itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş olması kararın uygulanmasını durdurmaz. İdare itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş olsa da 30 günlük süre içerisinde söz konusu karar kaldırılmadıkça/bozulmadıkça/yürürlüğü durdurulmadıkça uygulanmak zorundadır. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilmesi mümkündür Yine idareler hukuki veya fiili imkansızlık nedeniyle kararın uygulanmasından imtina edebilmektedir. Yargı kararının gereği gibi uygulanmaması tazminat ve/veya cezai sorumluluk doğurmakla birlikte, kararların yerine getirilmesini izlemek veya denetleme konusunda ayrı bir sistem mevcut değildir. Yargı kararlarının yerine getirilmesi bakımından   bir hukuki yapı öngörülmediği surece bireylere yargılama surecinde sağlanan güvencelerin sonuç yaratmaması nedeniyle  bir anlamı kalmamaktadır.Yargı kararlarının uygulanması zorunluluğu ilkesinden, kasten olmasa bile elde olmayan sebeplerle zaman zaman sapmalar meydana gelmesi de olabilmektedir.Ancak Bu durumda, “imkansızlık”ın gerçekten söz konusu  olup olmadığının yargı kararını uygulamakla yükümlü idarelerce  iyi irdelenmesi, gerekmektedir. İdarelerin idari yargı kararlarının uymaktan ziyade uymama yönündeki davranışları, bu konuda temkinli yanaşmayı gerektirmektedir. İmkansızlık bulunmamasına rağmen yargı kararı doğrultusunda işlem tesis etmemek, elbette tazminat ve cezai anlamda sorumluluk doğurabilecektir. Ancak önemli olanın, yargı kararının uygulanması olduğu düşünüldüğünde yargı kararlarının gereği gibi uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek bir mekanizmaya/sisteme veya özel hukuki bir yapıya ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir.

3 Şubat 2012

                                                                                                                               Ercüment AKIŞ 

                                                                                                                                 Başkontrolör

                                                                                                                                                                     

Yazıldı Makale ve Görüşler

Yapı Denetimine Tabi Olan Yapılar

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YAPI DENETİME TABİ OLAN YAPILAR

 

  Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği metin 5205 sayılı Yasayla 4708 sayılı Kanunun 1.maddesinde yapılan düzenlemeyle ilgilidir.Bu konunun A.Mahkemesinde görüşülmesi sırasında  648 sayılı KHK ile yeniden düzenleme yapılmıştır ve halen bu düzenleme geçerlidir. Tek parselde, bodrum katı dışında en çok iki katlı ve toplam 200 metrekareyi geçmeyen müstakil yapılar yapı denetime tabi değildir.Bu konuda yeniden düzenleme  yapılırken ve yapı büyüklüğü,kat dedi ve nüfus esası istisnaları olmadan  yapı denetimini  her yapı için  zorunlu kılan bir  düzenleme yapılması  kişisel arzumdur.Afet (her türlüsü) yapının büyüklüğüne bakmadan veya nüfusu 5000den az veya çok olan yerleşimleri dikkate almaksızın her yapıyı etkiler.

 Anayasa Mahkemesi, tek parselde bodrum katı dışında en çok iki katlı ve toplam 200 metrekareyi geçmeyen müstakil yapıların yapı denetimi kapsamı dışında tutulmasına ilişkin Kanun hükmünü iptal edildiğinden (03/11/2011 günlü, E. 2010/75, K. 2011/150 sayılı kararıyla) bu düzenlemenin yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin kararı (Esas: 2010/75,Karar:2011/42 -Yürürlüğü Durdurma,Tarih: 03/11/2011) 15 Kasım 2011 gün ve  28113   sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı.Danıştay 6. Dairesinin, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin ikinci fıkrasına, 5205 sayılı Kanun ile eklenen ”… ile tek parselde, bodrum katı dışında en çok iki katlı ve toplam 200 metrekareyi geçmeyen müstakil yapılar…” ibaresinin iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemiyle başvurusunu Anayasa Mahkemesi görüştü.Davayı görüşen Anayasa Mahkemesi heyeti, ”tek parselde, bodrum katı dışında en çok iki katlı ve toplam 200 metrekareyi geçmeyen müstakil yapıların yapı denetimi kapsamı dışında tutulmasına” olanak sağlayan Kanun hükmünü iptal etti.Heyet, söz konusu ibarenin uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç ve olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın, Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 3 Kasım 2011 tarihinde oybirliği ile karar verdi.Buna göre Anayasa Mahkemesinin iptale ilişkin kararının gerekçesi Resmi Gazete’de yayımlanana kadar düzenlemenin yürürlüğü durdurulmuş oldu.Yapı Denetimi Kanunu’na, 5205 sayılı Yapı Denetimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile ”Bu Kanun, 3194 sayılı İmar Kanununun 26. maddesinde belirtilen kamuya ait yapı ve tesisler ile 27. maddesinde belirtilen ruhsata tabi olmayan yapılar hariç, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak yapıların denetimini kapsar” maddesindeki, ”… ruhsata tabi olmayan yapılar” ibaresinden sonra gelmek üzere ”… ile tek parselde, bodrum katı dışında en çok iki katlı ve toplam ikiyüz metrekareyi geçmeyen müstakil yapılar…” ibaresi eklenmişti.

 Bilindiği gibi, 4708 sayılı Kanunun  648 sayılı KHK.’nin (17.08.2011 gün ve 28028 sayılı R.G.) 42.maddesiyle 1.maddesinin  ikinci fıkrası değiştirilmiş ve bu Kanun ;

“b) Bodrum katı dışında en çok iki katlı ve yapı inşaat alanı toplam 200 metrekareyi geçmeyen müstakil yapılar,

c) Entegre tesis niteliğinde olmayan tarım ve hayvancılık amaçlı yapı ve tesisler,

d) Köy yerleşik alanlarında, belediye ve mücavir alan sınırları içinde olmayan iskân dışı alanlarda ve nüfusu 5000’in altında olan belediyelerin belediye ve mücavir alan sınırları içinde bodrum katı ve çatı arası dışında en çok iki katlı ve yalnızca bir bodrum katın inşaat alanı hesaba katılmaksızın toplam inşaat alanı 500 metrekareyi geçmeyen konut yapıları ile bunların kömürlük, otopark, depo gibi müştemilatı,hariç olmak üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak yapıların denetimini kapsar.”

           Şeklinde yeniden düzenlenmiştir.

Yazıldı Güncel Mevzuat

644 Sayılı KHK Uyarınca Düzenlenecek Ruhsat İşlemleri

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI

Mesleki Hizmetler Genel MüdürIüğü

 

09.01.2012

  Sayı    : B.09.0.MHG.0.10.00.00-327-67

Konu  : 644 sayılı KHK uyarınca düzenlenecek ruhsat işlemleri

 İlgi (a) da kayıtlı Genelgenin 10 uncu maddesinde ise; “Özel Çevre Koruma Bölgelerinde yer alan köy yerleşik alanlarında ve Bakanlığa yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni düzenleme görevi verilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2’nci maddesinin birinci fıkrası (ç), (ğ) ve (h) bentleri ile 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi kapsamında kalan konularda, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerinin, Bakanlığımız taşra teşkilatı olan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerince düzenleneceğine açıklık getirilmiştir.Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi yanında, işi yeri açma ve çalışma ruhsatı işlemleri, Bakanlığımız taşra teşkilatı olan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerince yürütülecektir. Ancak, İl Müdürlüklerimiz, yapılan müracaatlar üzerine ilgili İdaresinden ayrıntılı bilgi isteyecektir. Bu işlemleri yapmakla yetkili İdareler, bu iş ve işlemlerin yapılmama gerekçelerini etraflıca açıklayarak konu hakkındaki görüşlerini en geç on beş gün içinde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerine bildirmek zorundadır. İdareler tarafından verilen görüşler sonucunda İmar Planına ve yürürlükteki mevzuat hükümlerine aykırılığı bulunmadığı anlaşılan ruhsat başvuruları için on iş günü içinde yapı ruhsatı, ruhsat ve eklerine uygun olarak inşası tamamlanan yapılara da yine on iş günü içinde yapı kullanma izin belgesi düzenlenecektir.Ruhsat veya yapı kullanma izin belgesi düzenlenmesine ilişkin incelemede eksikliklerin fark edilmesi halinde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri, eksiklikleri, giderilmek üzere belgeleri on beş gün içinde talep sahiplerine iade edecektir. Eksiklikler tamamlanıp idareye teslim edildiğinde ise en geç on iş günü içinde yapı ruhsatı veya yapı kullanma izin belgesinin düzenlenmesi zorunludur.Belediye Gelirleri Kanununun “Bina İnşaat Harcı” Bölümünün “İstisnalar” başlıklı Ek-2’nci maddesine göre bina inşaat harcından istisna yapılar hariç; anılan Kanunun 80 ve 81’nci maddeleri uyarınca parselin bulunduğu Belediyesince yapılan işlem karşılığı alınan harçların miktarını geçmemek üzere, proje inceleme ve tasdik işlemleri için alınacak proje ve tasdik hizmeti bedeli, yapı kullanma izni verilmesi işleri için alınacak yapı kullanma izni hizmeti bedeli, işyeri açılması için alınacak işyeri açma izni hizmeti bedeli, zemin ve yol kanal açma izni verilmesi, yapım ve yıkım artığı malzeme ile toprak kazısının taşınması için belediyelerce yer gösterilmesi ve bu yerlerin tesviyesi için alınacak zemin açma izni ve toprak hafriyatı hizmeti bedeli, Bakanlığımız Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü hesabına yatırılacaktır.Belediye ve mücavir alan sınırları dışında kalan yatırımlarda ise, yatırıma konu alanın en yakınında yer alan Belediye için geçerli olan harç miktarlarını geçmemek kaydıyla, yukarıda bahsi geçen “hizmet bedelleri” Bakanlığımız Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü hesabına yatırılacaktır.Otopark Yönetmeliği ve Otopark Yönetmeliği Hakkında Genel Tebliğ uyarınca, yapılacak yapılara, bina otopark yerleri ayrılmadıkça yapı ruhsatı, bu otoparklar inşa edilip hazır hale getirilmedikçe de yapı kullanma izni verilemez.İçişleri Bakanlığınca hazırlanarak 30/01/2007 tarih ve 26419 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Ruhsatı ve Yapı Kullanma İzin Belgesi kullanılmasına İlişkin Mecburi Standard Tebliğinin eki TS 8737 Standart Yapı Ruhsatı formunun web ortamında doldurulması zorunludur. İhtiyaç duyulması halinde yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi düzenlenebilmesi için, Bakanlığımıza İçişleri Bakanlığının ilgi (b) yazısında bildirildiği üzere; Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin il sınırları yetki alanları içinde olmak üzere, Ulusal adres veri tabanı üzerinden yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi düzenleyebilmeleri için bu konuda görev yapacak personelin belirlenmesi ve öncelikle bu belgeleri düzenleme yetkisi verilen personele ilişkin bilgilerin, yazımız ekinde yer alan ilgi (b) yazı eki formata uygun olarak doldurularak İçişleri Bakanlığı, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne iletilmesi gerekmektedir.Bilgilerinizi, uygulamaların yukarıdaki açıklamalarımız dahilinde gerçekleştirilmesini teminen ruhsat düzenlemekle yetkili, iliniz dahilindeki Belediyelere, İl Özel idaresine, Çevre ve Şehircilik Müdürlüklerine duyurulması hususunu önemle rica ederim.

                                                                                                                            İrfan UZUN

                                                                                                                                 Bakan a.

                                                                                                                      Müsteşar Yardımcısı

 

 

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

MEVZUAT HABERLERİ

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

21/02/2011

 

Sayı   : B.05.0.MAH.0.01.01.00/5085

Konu : Özel öğretim kurumları

 

BOLU VALİLİĞİNE

(İl Mahalli İdareler Müdürlüğü)

İlgi : 28/01/2011 tarih ve B.05.4.VLK.4.14.07.00/517.02.01/723 sayılı yazınız.

 İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin 6 ncı maddesinin özel öğretim kurumlarına uygulanıp uygulanmayacağı ve bu kurumların hafta tatili çalışma ruhsatı alıp almayacakları hakkında görüş isteyen ilgi yazınız incelenmiştir.

5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 3 üncü maddesine 28/11/2010 tarihli ve 6082 sayılı Kanunun 19 maddesiyle eklenen son fıkrada “10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi, 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ile 22/2/2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen izin veya ruhsatlar, bu Kanun kapsamındaki özel öğretim kurumlarını kapsamaz. Özel öğretim kurumları mevzuatına uygun olmak kaydıyla işyeri açma ve çalışma ruhsatı Bakanlıkça verilir. Bakanlık bu yetkisini valiliklere devredebilir.” hükmü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 58 inci maddesinde “….ve ulusal bayram günlerinde çalışmaları belediyelerce izne bağlı işyerlerine ruhsat verilmesi, Tatil Günlerinde Çalışma Ruhsatı Harcına tabidir.” hükmü ve aynı kanunun 59 uncu maddesinde “Tatil günlerinde çalışma ruhsatı harcının mükellefi kendisine çalışma ruhsatı verilen gerçek veya tüzel kişidir.” hükmü, 394 sayılı Hafta Tatili Kanununun 1 inci maddesinde “On bin veya on binden fazla nüfusu havi şehirlerde alelumum fabrika, imalathane, tezgah, dükkan, mağaza, yazıhane, ticarethane, sınai ve ticari bilumum müessesat ve tevabiinin haftada bir gün tatili faaliyet etmeleri mecburidir” hükmü, aynı Kanunun 4 üncü maddesinde “Atide zikrolunan müesseseler yevmi mahsusta hafta tatilinden müstesnadır” hükmü ve 8 inci maddesinde “İş bu kanunun ahkamı istisnaiyesinden istifade etmek isteyen müesseselerin sahip veya müdiri mes’ullerinin mahalli belediye meclislerine müesseselerin nevi, evsaf ve şeraitini ve istihdam ettikleri memurin ve amele miktarını mübeyyin bir beyanname vererek ruhsatname almaları lazımdır. Belediye mıntıkalarından hariç bulunan müesseseler en yakın belediyelere müracaat ederler. Ruhsatnameler bir sene için muteberdir.” hükmü, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin 6 ncı maddesinde “…İşyerlerine bu Yönetmelikte belirtilen yetkili idareler dışında diğer kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili meslek kuruluşları tarafından özel mevzuatına göre verilen izinler ile tescil ve benzeri işlemler bu Yönetmelik hükümlerine göre ruhsat alma mükellefiyetini ortadan kaldırmaz…” hükmü yer almaktadır. Danıştay Sekizinci Dairesinin 29/09/1995 tarih K:2760, E:4868 kararında konu hakkında “…Davacının işleticisi bulunduğu otel anılan kanunun 4 üncü maddesinde belirtilen istisna kapsamında olduğundan aynı kanunun 8 inci maddesinin getirdiği açık kural uyarınca mahalli belediye meclisine beyanname vererek Hafta Tatili Ruhsatnamesi almak ve alınan ruhsatnameyi her yıl yenilemek zorunluluğu bulunduğu kuşkusuzdur…” ifadesi yer almaktadır.

Mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesi neticesinde; 5580 sayılı Kanunda gösterilen özel öğretim kurumlarına, bu Kanunun 3 üncü maddesine eklenen fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işyeri açma ve çalışma ruhsatının Milli Eğitim Bakanlığınca verilmesi gerektiği, dolayısıyla belediyelerce bu kurumlara işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilemeyeceği, ancak sözü edilen özel öğretim kurumları hafta tatilinde faaliyet göstermesi durumunda ilgili belediyeye başvuru yaparak hafta tatili ruhsatı almaları ve buna ilişkin harcı ödemeleri gerektiği değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

Yavuz Selim KÖŞGER

Bakan a.

Genel Müdür

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

 

26.12.2011

 

Sayı      : B.05.0.MAH. 0.02.01.00-349-31814

Konu    : Hafta Tatili Hakkında Kanun

İlgi       : Emniyet Genel Müdürlüğünün 28/11/2011 tarih ve 8954-231875 sayılı yazısı.

394 sayılı Hafta Tatili Hakkında Kanunla ilgili olarak Türkiye Lokantacılar, Kebapçılar, Köfteciler, Pastacılar ve Tatlıcılar Federasyonu tarafından Bakanlığımıza sunulan 19/03/2008 tarihli ve 2008/111 sayılı yazıya cevap olarak gönderilen 21/05/2008 tarihli ve 45624 sayılı “…394 sayılı Kanunun istisna hükümlerinden yararlanmak isteyen işyerlerinin Kanunun 8 inci maddesi uyarınca ilgili belediyeye müracaat ederek hafta tatilinde çalışma ruhsatı alması ve gerekli harcı ödemesi gerektiği..” şeklindeki yazımızın iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle açılan dava sonucunda Ankara 1. İdare Mahkemesince 15/04/2010 tarihli ve E.2009/1822, K:2010/509 sayılı iptal kararı, Danıştay Sekizinci Dairesinin 07/12/2010 tarihli ve E: 2010/5698, K:2010/6534 sayılı kararı ile onanmıştır.

Söz konusu karar ekte gönderilmiş olup, uygulamanın bu yönde yapılması hususunda iliniz dahilindeki belediyelere bilgi verilmesini rica ederim.

 

Yavuz Selim KÖŞGER

Bakan a.

Genel Müdür

T.C

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Hukuk Müşavirliği

 

 

Sayı:18770                                                                                                               27.12.2011

Konu: Deniz Turizmi Araçları İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı

İlgi   :Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 25/10/2011 tarih ve B.05.0.MAH.0.00.00.00-253-26550 sayılı yazısı.

 GÖRÜŞ İSTENİLEN KONU    : Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün İlgi yazısıyla; deniz turizmi araçlarına işyeri açma ve çalışma ruhsatı, canlı müzik izni ve alkollü içki satış izni verilip verilemeyeceği ile verilmesi halinde işyeri açma ve çalışma ruhsatıyla, yangın güvenlik raporunun hangi idare tarafından düzenleneceği hususlarında Bakanlık görüşü istenilmektedir.

 İLGİLİ BİRİMİN GÖRÜŞÜ       : Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü konuya ilişkin olarak;“…deniz turizmi araçlarının İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik çerçevesinde umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak ruhsatlandırılmasında ve bu yerlere canlı müzik izni verilmesinde herhangi bir sakınca bulunmadığı, yangın güvenliği raporu ile işyeri açma ve çalışma ruhsatının da limanların bulunduğu yetkili mahalli idare tarafından düzenlenmesinin gerektiği “Şeklinde görüş bildirmiştir. 

 HUKUK MÜŞAVİRLİĞİNİN GÖRÜŞÜ : Konuya ilişkin olarak mevzuatta; 3572 sayılı İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair KHK’nin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun 2 inci maddesinde; “Bu Kanun hükümleri;

            …

            c) 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamına giren turizm işletmelerine,Uygulanmaz.” ,    

            2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun “Kapsam” başlıklı 2 nci maddesinde; “Bu Kanun, turizm hizmeti ile bu hizmetin gereği kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve  turizm merkezlerinin tespiti ile geliştirilmelerine, turizm yatırım ve işletmelerinin teşvik edilmesine, düzenlenmesine ve denetlenmesine ilişkin hükümleri kapsar.”,Aynı Kanunun “Tanımlar” başlıklı 3 üncü maddesinde; “Bu Kanunda yer alan;

            i)(Değişik: 28/12/2006-5571/13 md.) Deniz turizmi araçları: Gezi, spor, eğlence ve turizm amaçlı olarak, denize elverişlilik belgesine sahip gerçek ve tüzel kişilere ait özel ve ticarî yatları, kurvaziyer gemileri ve dalabilir deniz araçlarını…İfade eder.”,

            Aynı Kanunun “Alkollü içki satışı” başlıklı 19 üncü maddesinde; “ (Değişik: 7/8/1997 – 4302/1 md.) Belgeli işletmeler, Bakanlığın iznine bağlı olarak, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 178 inci maddesi ile 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 61 inci maddesindeki alkollü içki satışı ve ruhsatlarına ilişkin hükümlerin dışındadır. …”,     

             Aynı Kanunun  “Deniz turizmi araçları yatırım ve işletmeciliği:” başlıklı 27 nci maddesinde; “(Değişik: 28/12/2006-5571/16 md.) Gerçek ve tüzel kişiler, Bakanlıktan belge alarak deniz turizmi araçları yatırım ve işletmeciliği yapabilirler.

             Bakanlıktan belgeli deniz turizmi araçları bu Kanunda belirtilen amaçlar dışında faaliyette bulunamazlar.

             Türk Bayrağı çekemeyen deniz turizmi araçlarına, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 823 üncü maddesine bağlı kalmaksızın, Türk Bayrağı çekilmesine izin vermeye Bakanlık yetkilidir.

             Yabancı bayraklı deniz turizmi araçlarının Türk karasuları ve limanları arasında turizm amacıyla kullanılmasına ilişkin esaslar yönetmelikle belirlenir.”,

            5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun “İl özel idaresinin yetkileri ve imtiyazları” başlıklı 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (g) bendinde; “Belediye sınırları dışındaki gayri sıhhî müesseseler ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerine ruhsat vermek ve denetlemek. …”,

             5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun “Büyükşehir, ilçe … belediyelerinin görev ve sorumlulukları” başlıklı 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendinde; “Büyükşehir belediyesi tarafından yapılan veya işletilen alanlardaki işyerlerine büyükşehir belediyesinin sorumluluğunda bulunan alanlarda işletilecek yerlere ruhsat vermek ve denetlemek.”,Aynı fıkranın (u) bendinde; “…; itfaiye ve acil yardım hizmetlerini yürütmek; patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, konut, işyeri, eğlence yeri, fabrika ve sanayi kuruluşları  ile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek, bu konuda mevzuatın gerektirdiği izin ve ruhsatları vermek.”,

            5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” başlıklı 15 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (l) bendinde; “Gayrisıhhi müesseseler ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemek.”,Aynı fıkranın (o) bendinde; “Gayrisıhhî işyerlerini, eğlence yerlerini, halk sağlığına ve çevreye etkisi olan diğer işyerlerini kentin belirli yerlerinde toplamak; …”,

               4250 sayılı  İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanununun “İspirto ve ispirtolu içkilerle diğer maddelerin satışı” başlıklı 19 uncu maddesinde; “ (Değişik: 14/6/1984 – 3023/1 md.)İspirto ile bira ve şarap dahil her çeşit ispirtolu içki satmak isteyenler İnhisarlar İdaresinden ruhsat almaya mecburdurlar. Bu ruhsatın esasları Maliye ve Gümrük Bakanlığınca objektif kurallar belirlenerek düzenlenecek bir yönetmelikle tespit edilir.

         (Değişik ikinci fıkra: 24.11.2004 – 5259/7 md.) Açık olarak alkollü içki, bira, şarap ve ispirto ile her çeşit ispirtolu içki satmak isteyenler, belediye veya il özel idaresinden ruhsat almaya mecburdurlar. Belediye veya il özel idaresi, ruhsat vermeden önce, yetkili kolluk kuvvetinin görüşünü alır. Kolluk kuvveti görüşünü yedi gün içinde verir.

           (Değişik: 11/1/2001 – 4619/3 md.) Öğrenci yurtları, spor kulüpleri, her türlü öğretim ve eğitim kurumları, kahvehane, kıraathane, pastahane, bezik ve briç salonlarında alkollü içkilerin satışı için ruhsat verilmez. …”,   

            14.07.2005  tarih ve 2005/9207 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilerek 10.08.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının (a) bendinde; “Yetkili idare: Belediye sınırları ve mücavir alanlar dışı ile kanunlarda münhasıran il özel idaresine yetki verilen hususlarda il özel idaresini; büyükşehir belediyesi sınırları ve mücavir alanlar içinde büyükşehir belediyesinin yetkili olduğu konularda büyükşehir belediyesini, bunların dışında kalan hususlarda büyükşehir ilçe … belediyesini; belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediyeyi ve organize sanayi bölgesi sınırları içinde organize sanayi bölgesi tüzel kişiliğini,”,Aynı fıkranın (h) bendinde; “İçkili yer bölgesi: Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisi, bu sınırlar dışında il genel meclisi tarafından valilik veya kaymakamlığın görüşü alınarak tespit edilen ve içerisinde şarap ve bira dahil her türlü alkollü içeceğin verilebileceği işyerlerinin açılabileceği bölgeyi,” Aynı Yönetmeliğin “İşyerlerinde aranacak genel şartlar” başlıklı 5 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendinde, “Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinde genel asayiş ve güvenlik yönünden yetkili kolluk kuvvetinin görüşünün alınmış olması,”“İşyeri açılması” başlıklı 6 ncı maddesinin 1 inci fıkrasında; “(Değişik birinci fıkra: 19.03.2007-2007/11882 S.Yön./3. md.)Yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamaz ve çalıştırılamaz. İşyerlerine bu Yönetmelikte belirtilen yetkili idareler dışında diğer kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili meslek kuruluşları tarafından özel mevzuatına göre verilen izinler ile tescil ve benzeri işlemler bu Yönetmelik hükümlerine göre ruhsat alma mükellefiyetini ortadan kaldırmaz. İşyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan açılan işyerleri yetkili idareler tarafından kapatılır.”,“Yönetmelikte yer almayan işyerleri” başlıklı 9 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında; “Bu Yönetmelik kapsamına girmesine rağmen adı ve nitelikleri belirtilmeyen sıhhî bir işyerinin açılması halinde, benzeri işyerleri için öngörülen esaslara göre işlem yapılır.”,“Birden fazla faaliyet konusu bulunan işyerleri” başlıklı 10 uncu maddesinde;“Adresi ve işleticisi aynı olan ve birden fazla faaliyet konusu bulunan işyerlerine, ana faaliyet dalı esas alınarak tek ruhsat düzenlenir. Talî faaliyet konuları ruhsatta ayrıca belirtilir.  Aynı adreste bulunsa bile ana faaliyet konusu veya işletmecisi farklı olan işyerlerine ayrı ayrı ruhsat düzenlenir. …”,“İçkili yer bölgesinin tespiti” başlıklı 29 uncu maddesinde; “İçkili yer bölgesi, mülkî idare amirinin genel güvenlik ve asayiş durumu hakkındaki görüşü doğrultusunda belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisi, bu sınırlar dışında il genel meclisi tarafından tespit edilir.

            İçkili yer bölgesi haricinde içkili yer açılamaz.”,“Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin açılması” başlıklı 32 nci maddesinde; “Umuma açık istirahat ve eğlence yerinin açılması ve faaliyette bulunmasına belediye sınırları ve mücavir alan sınırları içinde belediye, bu alanlar dışında il özel idaresi tarafından izin verilir. İl özel idaresi ve belediyeler, umuma açık istirahat ve eğlence yeri ruhsatını vermeden önce kolluk kuvvetinin görüşünü alır.

… Sabit veya seyyar olarak kullanılan kara, deniz, hava ve her çeşit taşıma araçlarının umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak kullanılmasının istenmesi halinde, deniz araçları için bağlı olduğu veya bulunduğu liman başkanlığının, diğerleri için ilgili kurum ve kuruluşların uygun görüşü alınır.…”, “Canlı müzik yayını”  başlıklı 38 inci maddesinde; “Lokantalara, içkili yerlere ve meskûn mahal dışında bulunan çay bahçelerine, halkın huzur ve sükûnu ile kamu istirahatı açısından sakınca bulunmaması kaydıyla yapılacak ölçüm ve kontrolü müteakip, yetkili idarelerin en üst amiri veya görevlendireceği kişinin kararıyla canlı müzik izni verilir. Canlı müzik izni ruhsata işlenmez. Ancak görevliler sorduğu zaman gösterilebilecek şekilde işyerinde bulundurulur.Canlı müzik izni verilen yerlerde, belirlenen saatler dışında ve ilgili mevzuatta belirtilen ses seviyelerinin üstünde halkın huzur ve sükûnunu bozacak şekilde yayın yapılması durumunda izin iptal edilir. Bu hususlar, canlı müzik izni verilirken işletme sorumlusuna tebliğ edilir. İşletme sorumluları, canlı olarak veya elektronik cihazlarla yapılan müzik yayınının tespit edilen saatleri aşmamasını ve gerekli ikaz levhalarının asılmasını sağlar.”,

            07.01.2011 tarih ve 27808 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkilerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin;   “Perakende ve açık alkollü içki satışı ile ilgili işyerlerine ilişkin esaslar” başlıklı 10 uncu maddesinde; “(1) Açık alkollü içki satış belgesi bulunmayan perakende satış yapılan işyerlerinde, açık alkollü içki tüketilemez ve sunumu yapılamaz.

            (2) Belediye mücavir alanları ve konaklama yerleri hariç olmak üzere, otoyollarda ve devlet karayollarında bulunan yapı ve tesislerde alkollü içki satışı yapılamaz.

            (3) Öğrenci yurtları, spor kulüpleri, her türlü öğretim ve eğitim kurumları, kahvehane, kıraathane, pastane, bezik ve briç salonlarında alkollü içki satışı yapılamaz. Akaryakıt istasyonlarının mağaza ve lokantalarında ise, hacmen % 5 alkolden fazla alkol içeren alkollü içkilerin satışı yapılamaz.” Hükümleri yer almaktadır.

              Dosyasının ve eklerinin incelenmesinden; ….. Büyükşehir Belediyesinin 03.05.2011 tarih ve 12634-1075-194 sayılı yazıyla ……. Valiliğinden yüzer deniz turizmi araçlarının ruhsatlandırılması ile canlı müzik ve açıkta içki satışı gibi tereddüt edilen hususlarda görüş talep ettiği, Valiliğin talebi üzerine Kültür ve Turizm Müdürlüğünün 08.09.2011 tarih ve 0847 sayılı yazısıyla, alkollü içki satışı, canlı müzik yayını ve yangın güvenlik raporu alınması hususlarının Bakanlıklarının yetki alanı dışında olduğunun belirtildiği, bilahare konunun Bakanlığımıza intikali üzerine Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 25.10.2011 tarih ve 253-26550 sayılı yazıyla Hukuk Müşavirliğimizden Bakanlık görüşü istediği anlaşılmıştır.Mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde görüş istenilen konu irdelendiğinde;Deniz turizmi araçlarının gezi, spor, eğlence ve turizm amaçlı olarak, denize elverişlilik belgesine sahip gerçek ve tüzel kişilere ait özel ve ticari yatları, kurvaziyer gemileri ve dalabilir deniz araçlarını ifade ettiği,Yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamayacağı ve çalıştırılamayacağı, deniz turizmi araçlarına da işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesi gerektiği, araçlar turizm işletme belgeli de olsa yetkili mahalli idareden işyeri açma ve çalışma ruhsatının alınması gerektiği bu konuda muafiyet bulunmadığı,İşyeri açma ve çalışma ruhsatının düzenlenmesinde; deniz araçlarının bağlı (kayıtlı) olduğu liman,belediye sınırları ve mücavir alanı içinde ise il, ilçe ve belde belediyelerinin, büyükşehir belediyesi sınırları veya mücavir alan sınırı içinde ise büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu konularda büyükşehir belediyelerinin, bunların dışında kalan hususlarda büyükşehir ilçe belediyelerinin (5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun yetki verdiği konularda) belediye ve mücavir alan sınırları dışında ise il özel idarelerinin yetkili olduğu,Yangın güvenlik raporu düzenlenmesinde deniz araçlarının bağlı (kayıtlı) olduğu liman,belediye sınırları ve mücavir alan içinde ise il, ilçe ve belde belediyelerinin, büyükşehir belediyesi sınırları veya mücavir alanı sınırı içinde ise büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu,   il özel idarelerinin yetki alanında ise yangın güvenlik raporu verme yetkisine sahip herhangi bir itfaiye biriminin bu raporu düzenleyebileceği,Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinde genel asayiş ve güvenlik yönünden yetkili kolluk kuvvetinin görüşünün alınması zorunluluğunun bulunduğu, ayrıca sabit veya seyyar olarak kullanılan deniz taşıma araçlarının umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak kullanılmasının istenmesi halinde, deniz araçları için bağlı olduğu liman başkanlığının da uygun görüşünün alınacağı,İçkili yer bölgesinin; belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisi bu sınırlar dışında ise il genel meclisi tarafından valilik ve kaymakamlığın görüşü alınarak tespit edilen ve içerisinde şarap ve bira dahil her türlü alkollü içeceğin satılabileceği işyerlerinin açılabileceği bölgeleri ifade ettiği, bu bölgeler haricinde içkili yer açılamayacağı, açık olarak alkollü içki satmak isteyenlerin, belediye veya il özel idaresinden ruhsat alacakları,Diğer taraftan; turizm işletme belgeli işyerlerinin bu belge dışında yetkili mahalli idarelerden ayrıca işyeri açma ve çalışma ruhsatı alması zorunluluğu bulunmakla birlikte, içki satışı ve canlı müzik yayını yapılabilmesi için ayrı bir izin almaya gerek olmadığı,Dolayısıyla; deniz turizmi araçlarına bulundukları yere göre yetkili mahalli idarelerce usulüne uygun şekilde işyeri açma ve çalışma ruhsatı, içkili yer izni ve canlı müzik yapma izni verileceği, bu araçlarının turizm işletme belgeli olması halinde ise yine işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınması gerekmekle birlikte içki satışı ve canlı müzik yayını yapılması için diğer turizm işletmelerinde olduğu gibi yetkili mahalli idarelerden ayrı bir izin almaya gerek bulunmadığı,

 

 

           Değerlendirilmektedir.

Yazıldı Güncel Mevzuat

PARASAL SINIRLAR VE ORANLAR HAKKINDA GENEL TEBLİĞ (SAYI: 2012/1) (11.02.2012 tarih ve 28201 sayılı Resmi Gazete)

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

PARASAL SINIRLAR VE ORANLAR HAKKINDA GENEL TEBLİĞ(SAYI: 2012/1)(11.02.2012 tarih ve 28201 sayılı Resmi Gazete)

 Amaç ve kapsam

MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve diğer mevzuat kapsamında uygulanacak olan parasal sınırları, faiz oranlarını ve alındı birim fiyatlarını belirlemektir.

 Kasa işlemleri

MADDE 2 – (1) 30/12/2006 tarihli ve 26392 (3. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 12 nci maddesi ile 31/12/2005 tarihli ve 26040 (3. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 9 uncu maddesi gereğince, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine hizmet veren muhasebe birimlerince kasadan yapılacak ödeme sınırı; Tablo I’in kasa işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 12 ve 27 nci maddeleri gereğince ertesi gün yapılacak ödemeleri karşılamak üzere ve kişi malı emanet dövizlerden kasada bulundurulacak miktarlar ile T.C. Ziraat Bankası şubesi bulunmayan ilçelerde gerekli güvenlik önlemleri alınmak şartıyla veznede bulundurulacak azami miktar Tablo I’in kasa işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(3) Tebliğ eki tabloda kasa işlemleri bölümünde gösterilen parasal sınırların yetersiz kalması durumunda, muhasebe birimlerinin gerekçeli başvuruları üzerine Bakanlığımızca (Muhasebat Genel Müdürlüğü) tespit edilen sınırlar uygulanacaktır. Daha önce bu kapsamda Bakanlığımızca yeniden artırılmasına izin verilen limitlerin, bu Genel Tebliğle belirlenen limitlerin üzerinde olması halinde özel olarak verilmiş limitlerin uygulanmasına devam edilecektir.

 Banka işlemleri

MADDE 3 – (1) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 524 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi gereğince, Tek Hazine Hesabı sistemine tabi olan muhasebe birimlerinin toplu ödemelerde bankaya önceden haber vermeleri gereken tutar Tablo I’in banka işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Bu tutarın altındaki ödemeler için bankanın önceden haberdar edilmesi ve mutabakat sağlanması zorunlu değildir.

 Kaybedilen alındılara ilişkin işlemler

MADDE 4 – (1) Muhasebe birimlerince, her ne suretle olursa olsun alınan para ve değerlere karşılık verilmiş olan alındılardan kaybedilmiş olanlar için ilan verilmesine gerek görülmeyen tutar, Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 528 inci maddesi gereğince, Tablo I’in kaybedilen alındılara ilişkin işlemler bölümünde gösterilmiştir.

 Muhasebe yetkilisi mutemedi işlemleri

MADDE 5 – (1) Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 7 nci maddesi uyarınca, muhasebe birimleri dışında görev yapan muhasebe yetkilisi mutemetleri tarafından yedi günlük süre beklenilmeksizin muhasebe birimi veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarı ile mahkeme başkanlıkları, icra ve iflas daireleri ve izale-i şüyu memurluklarındaki muhasebe yetkilisi mutemetlerince, 492 sayılı Harçlar Kanununun eki (1) ve (3) sayılı tarifelere göre makbuz karşılığı tahsil edilip, 7 günlük süre beklenilmeksizin muhasebe birimi veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarı, Tablo I’in muhasebe yetkilisi mutemedi işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde görev yapan muhasebe yetkilisi mutemetleri için yukarıda belirtilen sınırın yetersiz kalması durumunda, gerekçeli tekliflerle Bakanlığımıza (Muhasebat Genel Müdürlüğü) başvurularak alınacak izne göre işlem yapılacaktır. Bu teklif yazısında muhasebe yetkilisi mutemedinin son iki ayda muhasebe veznesine yatırdığı tutarlar ve yatırılma tarihleri de belirtilecektir. Daha önce bu kapsamda Bakanlığımızca yeniden artırılmasına izin verilen limitlerin, bu Genel Tebliğle belirlenen limitlerin üzerinde olması halinde özel olarak verilmiş limitlerin uygulanmasına devam edilecektir.

 Trafik para cezası tahsil eden görevlilerle ilgili işlemler

MADDE 6 – (1) Trafik para cezasını tahsil edecek muhasebe yetkilisi mutemetleri ile ilgili işlemler, 6/4/2011 tarihli ve 27897 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Kanunu Hükümleri Gereğince Uygulanan İdari Para Cezalarının Tahsilinde ve Takibinde Uygulanacak Usul ve Esaslar ile Kullanılacak Alındılar, Tutanaklar ve Defterler Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yürütülecektir. Bu görevliler için belirlenen yedi ve üç günlük süreler beklenmeksizin muhasebe biriminin veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarları, Tablo I’in trafik para cezasını tahsil eden muhasebe yetkilisi mutemetleri bölümünde gösterilmiştir.

 Yetkili memurlarla ilgili işlemler

MADDE 7 – (1) 8/6/1988 tarihli ve 19836 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Pul ve Değerli Kağıtların Bayiler ve Yetkili Memurlar Vasıtası ile Sattırılmasına ve Bayilere Satış Aidatı Verilmesine Dair Yönetmeliğin 12 nci maddesi hükümleri çerçevesinde değerli kağıt verilen yetkili memurlar tarafından on beş günlük süre beklenilmeksizin muhasebe biriminin veznesine teslim edilmesi gereken satış hasılatı tutarı Tablo I’in yetkili memurlarla ilgili işlemler bölümünde gösterilmiştir.

 Muhasebe yetkilisi yardımcılarına devredilecek görev ve yetkiler

MADDE 8 – (1) 30/12/2005 tarihli ve 2005/9912 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Muhasebe Yetkilisi Adaylarının Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Muhasebe Yetkililerinin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 26 ncı maddesi gereğince, görev, yetki ve sorumlulukların yardımcılara devredilmesinde Tablo I’in C bölümünde gösterilen parasal sınırlar dikkate alınacaktır.

 Kaybolan faturalarla ilgili işlemler

MADDE 9 – (1) 31/12/2005 tarihli ve 26040 (3. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Merkezî Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde kamu idarelerince alınan mal, hizmet ve yapım işleri karşılığında özel kişiler tarafından düzenlenen faturaların kaybedilmesi halinde, noter onaylı fatura örneklerinin kabul edileceği fatura tutarı Tablo I’in Ç bölümünde gösterilmiştir.

 Taşınırların kayıtlardan çıkarılması

MADDE 10 – (1) 28/12/2006 tarihli ve 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine göre, taşınırların devir, imha, hurdaya ayırma, satış ve terkini suretiyle kayıtlardan çıkarılmasında Tablo I’in D bölümünde gösterilen parasal sınırlar dikkate alınacaktır. Taşınırların kayıtlardan çıkarılması, belirlenen limitler dahilinde harcama yetkilisinin, limit üzerinde olanlar ise ilgili üst yöneticinin onayı ile yapılacaktır.

(2) Devir, satış, imha, hurdaya ayırma ve terkin işlemlerinin birden fazla taşınırı ihtiva etmesi halinde söz konusu limitler taşınır bazında değil, işlem bazında uygulanacaktır.

 Ön ödeme işlemleri

MADDE 11 – (1) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince Bakanlığımız izni aranmaksızın açılabilecek krediler ile Bakanlığımız iznine tabi olan kredi tutarları Tablo II’nin A bölümünde, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerince harcama yetkilisi mutemetlerine verilebilecek avans sınırı Tablo II’nin B bölümünde gösterilmiştir.

(2) Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinden Tablo II’nin C bölümünde gösterilenler, kendileri için belirlenen sınır dahilinde avans verebileceklerdir.

(3) Milli İstihbarat Teşkilatı mutemetleri ile dış temsilcilikler emrine ve askerî daireler mutemetlerine verilecek avans sınırları Tablo II’nin Ç, D ve E bölümlerinde gösterilmiştir. Belirlenen sınırların üzerinde avans verilmesine ihtiyaç duyulması halinde, gerekçeleriyle birlikte Bakanlığımıza başvurularak izin alınması gerekir.

(4) Milli Savunma Bakanlığına bağlı birlik ve kurumlardan “Tümen ve daha üst birlikler ile eşiti kurum ve kuruluşlar” kapsamına giren askerî birimler Tablo III’te gösterilmiştir. Bunların dışında kalan birlikler, “Tugay ve eşitine kadar olan askerî kurum ve kuruluşlar” kapsamında sayılacaktır.

 Muhasebe kayıtlarından çıkarılacak alacaklar

MADDE 12 – (1) 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 106 ncı maddesi gereğince, yapılacak takip sonunda tahsili imkansız veya tahsili için yapılacak giderlerin alacaktan fazla bulunduğu anlaşılan 213 sayılı Kanun kapsamına giren amme alacakları ile diğer amme alacaklarından, amme idarelerinde terkin yetkisini haiz olanlar tarafından tahsil zamanaşımı süresi beklenilmeksizin terkin olunabilecek miktarlar Tablo IV’de gösterilmiştir.

(2) Yılları merkezî yönetim bütçe kanunlarında hüküm bulunması koşuluyla; 6183 sayılı Kanun kapsamında izlenen alacakların dışında kalan alacaklardan, tahsili için yapılacak takibat giderlerinin asıl alacak tutarından fazla olacağı anlaşılanlardan tutarı Tablo IV’de gösterilen miktara kadar olanlar kayıtlardan çıkarılır. Ancak, bu alacaklardan davaya veya icraya intikal etmiş olanların kayıtlardan çıkarılması için, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan hükümlere göre yetkili merciden takipten vazgeçme onayı alınması gerekir.

(3) 5018 sayılı Kanunun 79 uncu maddesi hükmü gereğince, muhasebe birimlerinin hesaplarında kayıtlı olup zaruri veya mücbir sebeplerle takip ve tahsil imkanı kalmadığı tespit edilen kamu alacaklarından tutarı Tablo IV’de gösterilen miktara kadar olanlar, yetkili merciden takipten vazgeçme onayı alındıktan sonra kayıtlardan çıkarılır.

(4) Söz konusu alacakların kayıtlardan çıkarılmasına ilişkin muhasebeleştirme belgesi ekine, gerekenler için takipten vazgeçme onayı ile tahsil edilebilmesi için yapılan adres tespiti ve malvarlığı araştırmalarına ilişkin yazışmaların konusunu, tarih ve sayısını gösterir bir dizi pusulası bağlanır.

 Faiz oranları

MADDE 13 – (1) Genel hükümlere göre takip edilerek tahsil olunacak kişilerden alacaklara 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümlerine göre uygulanacak kanuni faiz oranları ile temerrüt faizi oranları, yıllar itibarıyla Tablo V’de gösterilmiştir.

 Alındılar ve alındı birim fiyatları

MADDE 14 – (1) Bakanlığımızca bastırılan ve genel bütçe kapsamı dışındaki idareler ile döner sermaye ve fonlar tarafından mevzuatları gereğince kullanılması gereken alındıların birim satış fiyatları Tablo VI’da gösterilmiştir.

 Yürürlükten kaldırılan Tebliğ

MADDE 15 – (1) 27/1/2011 tarihli ve 27828 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Parasal Sınırlar ve Oranlar Hakkında Genel Tebliğ (Sayı: 2011/1) yürürlükten kaldırılmıştır.

 Yürürlük

MADDE 16 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

 Yürütme

MADDE 17 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Maliye Bakanı yürütür.

 Tabloları görmek için tıklayınız.

 

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Yargıtay İmar Kirliliği Kararı

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay 4. Ceza Dairesi,Esas : 2011/6773,Karar : 2011/8408,Tarih:15.06.2011

ÖZÜ: Belediye mücavir alanı olan yayla sahilinde mülkiyeti davalı olan yere kaçak inşaat yapılan konusu yerin  Orman Kanununun 2/B maddesine göre hazine adına orman vasfından çıkartılan yerlerden olduğunun belirlenmiş bulunmasına göre,dava konusu yerin özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı araştırılıp saptandıktan sonra 775 sayılı Gecekondu Kanununun 37. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı da tartışılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekir.

 

5237 sayılı TCY’NIN 184. maddesinin 1. fıkrasında ; “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapma ve yaptırma”, aynı maddenin 2. fıkrasında “yapı ruhsatiyesi almadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etme”, 3. fıkrasında ise “yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade etme” fiilleri suç olarak düzenlenmiş olup, yine aynı maddenin 4. fıkrasında, ”üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır” hükmü ile, 1. ve 2. fıkralar bakımından maddenin uygulanacağı yerler “belediye sınırları içerisi” veya “özel imar rejimine tabi yerler” biçiminde sınırlandırılmıştır.Diğer taraftan, 775 sayılı Gecekondu Yasasının 37. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; belediyelere, Hazineye, özel idarelere ve katma bütçeli dairelere ait veya devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde izinsiz yapı yaptırma, satma, rehnetme, devir ve satın alma eylemlerinde ya da aynı maddenin 2. fıkrası gereği özel kişilerin veya birinci fıkrada sayılanlar dışındaki tüzel kişilerin arazi ve arsaları üzerinde yapılacak izinsiz yapılar hakkında arazi sahibinin başvurusu üzerine, anılan 37. maddeyi değiştiren 5728 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önceki eylemler bakımından 37/1. maddede yazılı cezaların, sonraki eylemler bakımından ise eylemin niteliğine göre 154 veya TCK 184/1-2. madde hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.Anayasanın 38/3 ve TCY’NIN 2. maddesinin 1. fıkrasındaki suçta ve cezada kanunilik ilkesi ve TCK 2/3. maddesinde yer alan; “kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz. ” şeklindeki hükümler karşısında, 3, fıkra hariç 184/1. maddenin uygulanabilmesi için öncelikle maddenin uygulama alanıyla ilgili ‘belediye sınırı’ ve ‘özel imar rejimine tabi yerler’ kavramlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.Belediye sınırları; 3.7.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 5. maddesinde belirtilen yönteme göre saptanır. Aynı Kanunun 6. maddesine göre; “Belediye sınırları, belediye meclisinin kararı ve kaymakamın görüşü üzerine valinin onayı ile kesinleşir.Kesinleşen sınırlar, valilikçe yerinde uygulanmak suretiyle taraflara gösterilir ve durum bir tutanakla belirlenir. Kesinleşen sınır kararları ile dayanağı olan belgelerin birer örneği; belediyesine, mahallî tapu dairesine, il özel idaresine ve o yerin mülkî idare amirine gönderilir.Kesinleşen sınırlar zorunlu nedenler olmadıkça beş yıl süre ile değiştirilemez. “Yürürlükten kaldırılan 7.12.2004 tarihli ve 5272 sayılı Belediye Kanununun 5. ve 6. maddeleri de aynı hükümleri kapsamaktadır. Yine, mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu kapsamında belediye sınırı, kanunun 4. maddesinde belirtilen yönteme göre saptanmakta, 5. maddede ise sınırların kesinleşmesi yöntemi şöyle düzenlenmekteydi:1580 – Madde 5 : A) “Seksen binden az nüfuslu olan beldelerde belediye meclislerinin kararı ve mahalli idare heyetinin mütalaası alındıktan sonra vilayet idare heyetinin tasdiki ile.B) (Değişik bent: 04/07/1988 -KHK-336/1 md; Aynen kabul: 07/02/1990 – 3612/10 md.) Seksen binden fazla nüfuslu belediyelerde belediye meclisinin kararı, idare heyetinin muvafakati, Valiliğin teklifi ve İçişleri Bakanlığının tasdiki ile kesinleşir.Tasdik edilmeyen sınır kağıtları esbabı mucibesiyle mahallerine iade edilir. Sınırın değiştirilmesine ihtiyaç olursa yeni sınırın çizilmesi aynı usule tabidir. “5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 5. maddesinde de büyükşehir belediye sınırı tanımlanmıştır: “Büyükşehir belediyelerinin sınırları, adını aldıkları büyükşehirlerin belediye sınırlarıdır. ” Aynı Kanunun 27/3. maddesi uyarınca; “Büyükşehir belediyesi mücavir alanlarının ilçe ve ilk kademe belediyeleri arasındaki bölüşümü büyükşehir belediye meclisince yapılır. “3194 sayılı İmar Kanununun 2. maddesinde imar uygulamaları bakımından kapsamı açıklanmış; “Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapılar bu Kanun hükümlerine tabidir” denilmiştir.İmar Kanununun 5. maddesinde tanımlandığı üzere mücavir alan; “imar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş olan alanlardır. Aynı maddede imar planı uygulamasında ilgili idarenin; belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde belediye, bu sınırlar dışında ise valilik olduğu” belirtilmiştir.İmar Kanununun 45. maddesinde de mücavir alanın oluşturulması yöntemi açıklanmıştır :Madde 45 – “Mücavir alan sınırları belediye meclisi ve il idare kurulu kararına dayanarak vilayetlerce Bakanlığa gönderilir. Bakanlık bunları inceleyerek aynen veya değiştirerek tasdik etmeye veya değiştirilmek üzere iadeye yetkilidir.Mücavir alanın ilgili belediye sınırına bitişik olması gerekmez. Ayrıca, bu alanlar köyleri de ihtiva edebilir.Mücavir alandan çıkarılma da aynı usule tabidir. Bakanlık gerekli gördüğü hallerde mücavir alana alma ve çıkarma hususunda resen karar verebilir. “İmar Kanununun 19. maddesine göre de imar planlarına göre yapılacak parselasyon planları belediye ve mücavir alan içinde belediye encümeni, belediye ve mücavir alan dışında ise il idare kurulunun onayından sonra yürürlüğe girer.İmar Kanununun 21/1. maddesinde, kanun kapsamına giren bütün yapılar için belediye veya veliliklerden yapı ruhsatiyesi alınması zorunlu kılınmıştır.Ruhsatsız bina yapılması halinde yapılacak işlemler İmar Kanununun 32. maddesinde gösterilmiştir. Bu hüküm gerek belediye ve mücavir alan içerisinde ve gerekse bu alanlar dışında yapılan ruhsata tabi yapılar bakımından geçerlidir :Madde 32 – “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (…) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”İmar Kanununun 42. maddesinde de ruhsatsız yapılar dolayısıyla yapı sahibine, yapı müteahhidine veya bu aykırılığı 6 iş günü içinde idareye bildirmeyen fenni mesullere idari para cezası verileceği hükmü yer almaktadır.Özel imar rejimine tabi yerler ise; belirli bir idari sınıra bağlı kalınmaksızın, ekonomik, kültürel, doğal ya da başka özellikleri gereğince ve kamu yararı nedeniyle İmar Kanunundan farklı bir şekilde veya tamamlayıcı ve koruyucu nitelikteki imar usul ve esaslarının özel bir kanunla düzenlendiği yerleri ifade etmektedir. Bu nedenle özel imar rejimine tabi yerlerdeki ruhsatsız bina yapılması, yaptırılması eylemlerinin suç sayılması için belediye sınırları içinde olması değil, özel imar rejimine tabi bir yerde olup olmadığı ölçütü aranacaktır. Bu hususun da ilgili belediye veya valilikten sorularak saptanması gerekmektedir.Açıklanan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, “belediye sınırı” terimi mülga ve yürürlükteki Belediye Kanununda yasal bir idari kavram olarak gösterilmiş, İmar Kanununun 5. maddesinde mücavir alan tanımlanıp, 45. maddesinde mücavir alanın oluşturulma yöntemi düzenlenmiş ve mücavir alanlardaki ruhsat işlemlerinde belediye başkanlığı yetkili kılınmış, ayrıca İmar Kanununun 2, 5 ve 19. maddelerinde ise “belediye ve mücavir alan içinde” veya “belediye ve mücavir alan sınırları içinde” şeklindeki ifadelerde ‘mücavir alan’ teriminden başka ‘belediye sınırı’ teriminin de imar rejimi açısından anlamına işaret edilmiş ve bu şekilde ‘belediye sınırı’ teriminin salt idari bir kavram olmayıp, imar mevzuatı kavramı olduğu da gösterilmiş, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 184. maddesi ile imar kirliliğine neden olma suçu düzenlenirken de yasa koyucu tarafından bilinçli olarak “belediye sınırı” kavramı kullanılarak, maddenin 4. fıkrasında, suçla ilgili bu düzenlemenin 3. fıkra hariç, “ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde” uygulanacağı açıklanmış ve böylece, imar uygulaması bakımından belediye sınırı dışında ve fakat belediyenin ruhsatlandırma yetkisi içerisinde kalan mücavir alanlardaki bina ve yapılarla ilgili olarak belediyelerin İmar Kanununun 32 ve 42. maddelerindeki, ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapımına ilişkin inşaatı durdurup mühürleme, imar planına veya ruhsata uygun hale getirilmezse yıkma ve idari para cezası uygulama şeklindeki idari yaptırımlar geçerli olmakla birlikte, yasa koyucunun yalnızca belediye sınırları veya özel imar rejimine tabi yerler içerisindeki ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapılması eylemlerini suç olarak düzenlediğinin anlaşılmasına ve mücavir alandaki ruhsatsız bina yapma   eyleminin   TCY’NIN  184/1.  maddesindeki   suçu   oluşturmayacağının   anlaşılmasına  karşın, incelenen dosyada belediye mücavir alanı olan yayla dahilinde mülkiyeti davalı olan yere kaçak inşaat yapıldığından bahisle kamu davası açılmış ve bilirkişinin 14.11.2008 tarihli raporunda dava konusu yerin orman kadastrosunca Orman Kanununun 2/B maddesine göre hazine adına orman vasfından çıkartılan yerlerden olduğunun belirlenmiş bulunmasına göre, öncelikle dava konusu yerin özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı araştırılıp saptandıktan sonra 775 sayılı Gecekondu Kanununun 37. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı da tartışılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik inceleme ile TCY’NIN 184/1. maddesi uyarınca hüküm kurulması,Yasaya aykırı ve sanık temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce açıklanan nedenlerle yerinde  görüldüğünden HÜKMÜN  BOZULMASINA,  yargılamanın  bozma  öncesi   aşamadan   başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 15.6.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Yargıtay 4. Ceza Dairesi,Esas: 2009/10287,Karar: 2011/7022, Tarih:25.05.2011

ÖZÜ:İmar kirliği suçu ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde  uygulanacağından, mücavir alan olarak belirtilen yerin özel imar  rejimine tabi yerlerden olup olmadığı konusunda araştırma yapılması, ayrıca 5237 sayılı TCY.NIN 184.maddesinin 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş  olması nedeniyle, mahallinde  uzman bilirkişi aracılığıyla keşif yapılarak inşaatın yapım tarihi tespit edilmelidir.

 

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.Ancak; TCY.nın 184/4.maddesinin “Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri  ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde  uygulanır” hükmü uyarınca 3. fıkra hariç mücavir alanın maddenin kapsamı dışında tutulması karşısında, ilgili yazıda mücavir alan olarak belirtilen yerin özel imar  rejimine tabi yerlerden olup olmadığı konusunda araştırma yapılması, ayrıca 5237 sayılı TCY.nın 184.maddesinin 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş  olması ve sanığın söz konusu yapıları 2002 yılının yaz aylarında yaptığını beyan  etmesi karşısında; suç tarihinin belirlenmesi açısından  tutanak düzenleyicilerin yöntemince dinlenmesi, mahallinde  uzman bilirkişi aracılığıyla keşif yapılarak inşaatın yapım tarihinin tespitine  yönelik teknik verilerin açıklattırılması ve tüm kanıtların birlikte  değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi  gerekirken, eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması, Yasaya aykırı ve katılan …. Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 25.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Yargıtay 8.Daire,Esas :2009/3185,Karar :2011/4740,Tarih: 13.06.2011  

ÖZÜ:Belediye teşkilatı bulunan yerlerde hakkı olmayan yere tecavüz suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesindeki suçu oluşturmaz.

 

Oluşa, mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi raporu içeriğine göre; Kızılcasöğüt kasabası Asarlık mevkiinde bulunan 1377 parsel numaralı  meraya  ekip sürmek suretiyle 3400 metrekare tecavüzde bulunduğunun anlaşılmasına, ayrıca kabulünde bu yönde olduğunun belirtilmesine karşın, dava konusu yerin 50-60 yıldır tarım arazisi olarak kullanıldığından söz edilerek dosya içeriğine uygun düşmeyen yazılı gerekçe ile sanığın beraatına karar verilmiş ise de;keşifte dinlenen mahalli bilirkişi anlatımı ve teknik bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın Kızılcasöğüt kasabası, Asarlık mevkiinde bulunduğunun belirtilmesine göre, belediye teşkilatı bulunan yerlerdeki kamuya ait taşınmazlara tecavüzün, hükümden sonra yürürlüğe giren 5841 sayılı Kanunla değişik 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesindeki suçu oluşturmayacağı, koşulların varlığı halinde 3091 sayılı Yasaya aykırılıktan söz edilebileceği gözetilerek, suça konu yerin belediye sınırları içerisinde olup olmadığı kesin biçimde saptandıktan sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince istem gibi (BOZULMASINA), 13.06.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

Yazıldı Yargı Kararları
Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız