Taslağı okumak için tıklayınız… Genel_idare_Giderleri
Aylık Arşivler : Kasım, 2012
Danıştay İkinci Daire,Esas: 2012/2921,Karar: 2012/3954,Tarih: 14.06.2012
Danıştay İkinci Daire,Esas: 2012/2921,Karar: 2012/3954,Tarih: 14.06.2012
ÖZÜ: 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesi kapsamında sözleşmeli statüde çalışan davacının, 04.06.2011 günlü, 27954 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 632 sayılı KHK hükümleri uyarınca, 657 sayılı Kanunun 4/A maddesi kapsamında, kadrolu memur statüsüne geçirilmek için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 25.01.2012 günlü, E:2011/1674, K:2012/143 sayılı kararıyla; kişilerin kamu personeli statüsüne alınmalarının yetkili makamlarca tesis edilen atama işlemleri ile gerçekleştirildiği,dolayısıyla, atama işlemi aynı zamanda göreve başlama sürecinin ilk adımını teşkil eden bu süreç ilgilinin fiilen göreve başlamasıyla sona erdiği, başka bir ifadeyle, kamu personelinin göreve başlayabilmesi için öncelikle atama onayının yapılması gerekmekte olup, atama onayının olmadığı hallerde göreve başlamak olanaklı bulunmadığı, bu haliyle çalışmaya başlamanın atama onayına bağlı olduğu hususu dikkate alındığında, söz konusu KHK’de geçen “çalımakta olan” ifadesinden atama onayının yapıldığı tarihin anlaşılmasının hakkaniyete uygun düşeceği, kaldı ki atama onayının yapıldığı tarihten başlayarak ilgiliye tebligatın yapıldığı tarihe kadar geçen sürenin tamamen idarenin kontrolünde olduğu, evrakını tam ve eksiksiz teslim eden kişinin, bu süreçte meydana gelecek gecikmelerden sorumlu tutulmasının da, hukukun genel prensiplerine aykırı olacağı ve bu tüm açıklamalar karşısında, davacının atama onayının 04.06.2011 tarihinden önce olduğu hususu dikkate alındığında 632 sayılı KHK’nin 1. maddesindeki koşulu sağladığı görüldüğünden, sözleşmeli pozisyonunun kadrolu pozisyona çevrilmesi yolunda yaptığı başvurusunun reddine ilişkin olarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir.Davalı idareler, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını öne sürerek İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na eklenen geçici 37. maddenin birinci fıkrasında; kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatı ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, ayın veya haftanın bazı günleri ya da günün belirli saatleri gibi kısmi zamanlı çalışanlar ile yükseköğretim kurumlarının araştırma-geliştirme projelerinde proje süreleriyle sınırlı olarak çalışanlar hariç olmak üzere, 4 üncü maddenin (B) fıkrası ve 10/7/2003 tarihli ve 4924 sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca vizelenmiş veya ihdas edilmiş sözleşmeli personel pozisyonlarında bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte çalışmakta olan ve 48 inci maddede belirtilen genel şartları taşıyanlardan otuz gün içinde yazılı olarak başvuranların, pozisyonlarının vizeli olduğu teşkilat ve birimde,bulunduğu pozisyon unvanıyla aynı unvanlı 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye ekli cetvellerde yer alan memur kadrolarına; bulunduğu pozisyon unvanıyla aynı unvanlı memur kadrosu olmaması halinde, 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye ekli cetvellerde yer alan kadro unvanlarıyla sınırlı olmak ve sözleşmeli personel pozisyonlarına ilişkin vize cetvellerindeki nitelikler dikkate alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı’nca müştereken belirlenen memur kadrolarına,bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde kurumlarınca atanacakları hüküm altına alınmıştır.Dosyanın incelenmesinden; ÖSYM Başkanlığı’nca yapılan ve sonuçları 25.05.2011 tarihinde ilan edilen KPSS-2011/7 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Sözleşmeli Pozisyonlarına Yerleştirme Sonuçları’na göre ataması gerçekleştirilecek olan personel ile sözleşme yapılabilmesi için 30.05.2011 tarihinde Makam Oluru’nun alındığı ve bu çerçevede 632 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği 04.06.2011 tarihinden sonra sözleşmesi imzalanan davacı tarafından, 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kadrolu memur olarak atanmak için yapılan başvurunun reddedilmesi üzerine temyizen incelenmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.632 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1. maddesi ile 657 sayılı Kanun’a eklenen geçici 37.maddede; kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatı ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda,ayın veya haftanın bazı günleri ya da günün belirli saatleri gibi kısmi zamanlı çalışanlar ile yükseköğretim kurumlarının araştırma – geliştirme projelerinde proje süreleriyle sınırlı olarak çalışanlar hariç olmak üzere, 657 sayılı Kanun’un 4. maddesinin (B) fıkrası ve 4924 sayılı Kanun uyarınca vizelenmiş veya ihdas edilmiş sözleşmeli personel pozisyonlarında çalışmakta olan personelin memur kadrolarına atanması öngörülmüş ve buna ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Bu kapsamda; anılan maddenin birinci fıkrasında, memur kadrosuna atanabilecek personelin kapsamı ile başvuru ve atanma süreleri, atanma şartları, atanabilecekleri kadro unvanlarına ilişkin hususlar belirtilerek,ataması yapılacakların, maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sözleşmeli personel pozisyonlarında çalışmakta olması şartı aranmıştır.Bu durumda; 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 657 sayılı Kanun’a eklenen geçici 37.maddenin yürürlüğe girdiği 04.06.2011 tarihi itibariyle, davalı idarede anılan pozisyonda istihdamına onay verilmiş olmakla birlikte, henüz çalışmaya başlamadığı açık olan davacının, 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kadroya geçirilmesi talebinin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık, işlemin iptaline yönelik Mahkeme kararında ise hukuki isabet görülmemiştir.Her ne kadar davacı tarafından Anayasa’nın eşitlik ilkesinin olayda ihlal edildiği ileri sürülmüşse de;Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesinin amacı, hukuksal durumları aynı olanların kanunlarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanun karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemek olduğu, bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmakla birlikte, bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitliğin öngörüldüğü, kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmeyeceği, durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabileceği, aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesinin ihlal edilmiş sayılamayacağı açık olup, bu duruma göre ise, 632 sayılı KHK’nın yürürlük tarihi olan 04.06.2011tarihinde fiilen çalışmakta olan sözleşmeli personel ile aynı KHK’da belirtilen istisnalar haricinde fiilen çalışmayan sözleşmeli personel ve ilk kez yerleştirilmesi yapılıp da henüz sözleşme imzalayarak fiilen çalışmaya başlamamış olan sözleşmeli personelin hukuki durumları aynı olmadığından aksi yöndeki iddiaya itibar edilmemiştir.Öte taraftan, ilk defa memurluğa atananlara yolluk verilip verilmeyeceği hususunda Anayasa Mahkemesi’nin önüne götürülen bir uyuşmazlıkta, Anayasa Mahkemesi’nce verilen 20.03.2008 günlü, E:2006/44, K:2008/81 sayılı kararında, ” İlk defa devlet memurluğuna atanan kişi, görevine başlayıncaya kadar memur ya da kamu görevlisi sayılmamakta, görevine başladığı tarihten itibaren kamu görevlisi sıfatını kazanmaktadır. Bu süreye ilişkin olarak kendisine aylık ödenmemekte, tedavi yardımı hizmetleri ile memurlara ve diğer kamu görevlilerine sağlanan bir takım haklardan yararlandırılmamaktadır….” denmekle, atama ile göreve başlama arasındaki ayrımı net çizgileriyle ortaya koyduğu dikkate alındığında, sözleşme imzalamayan bir kimsenin kamu personeli statüsünün başladığından söz etme imkanı bulunmadığı da açıktır.Açıklanan nedenlerle, davalı idarelerin temyiz istemlerinin kabulü ile Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 25.01.2012 günlü, E:2011/1674, K:2012/143 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde Danıştay’a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 14.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Danıştay Onuncu Daire,Esas No : 2008/1207,Tarih: 06.12.2011
İTİRAZ YOLU İLE ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURULMASI KARARI
İlyas Çakır vekili Av. Ali Akdağ tarafından; davacının, karayolunda yurtiçi eşya taşımacılığı yapmak üzere K1 türü yetki belgesi verilmesi istemli başvurusunun reddine ilişkin 19.1.2006 tarih ve 3065 sayılı Afyonkarahisar Ticaret ve Sanayi Odası işleminin iptali istemiyle Ulaştırma Bakanlığı’na karşı açılan dava sonucunda;Afyonkarahisar İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin iptali yolunda verilen 23.8.2007 tarih ve E:2006/748,K:2007/478 sayılı kararının temyizen incelenip bozulması istemi üzerine oluşturulan dosya, Danıştay Onuncu ve Sekizinci Dairelerinden oluşan müşterek kurulca, öncelikle dava konusu işlemin dayanağı olan 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 35. maddesi ile 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 12. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinin Anayasaya uygun olup olmadığı yönünden incelendi, gereği görüşüldü:4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Yetki devri” başlıklı 35. maddesinde, “Bakanlık, bu Kanun gereğince yerine getirmekle yükümlü olduğu görev ve yetkilerinin tamamını veya bir kısmını devredebilir. Devirle ilgili usul ve esaslar çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir.5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 12. maddesinin 1.fıkrasının (t) bendinde ise, “Mevzuatla bakanlıklara veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarına verilen işlerin, bu Kanunda belirtilen kuruluş amaçları ve görev alanı çerçevesinde odalara tevdii halinde bu işleri yürütmek”,odaların görevleri arasında sayılmıştır.Dava konusu işlem; 4925 sayılı Yasanın Ulaştırma Bakanlığına verdiği yetkilerin, K1 türü yetki belgesiyle sınırlı olmak kaydıyla, yukarıda aktarılan Yasa hükümlerine dayanılarak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine (adı geçen Birlik tarafından da, ilgili Ticaret ve Sanayi Odalarına) devredilmesi suretiyle tesis edilmiş olup; bu haliyle,4925 sayılı Yasanın 35. maddesi ile 5174 sayılı Yasanın 12. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinin bakılan davada uygulanacak kural olduğunda duraksama bulunmamaktadır.
I- Yetki ve yetki devri kavramlarının İdare Hukuku bakımından incelenmesi:
İdare Hukukunda “yetki”, idareye Anayasa ve yasalarla tanınmış olan karar alma gücünü ifade eder ve idari işlemlerin en temel öğesini oluşturur. Bir kamu düzeni sorunu olan yetki, yasa koyucu tarafından hangi makam veya merciye verilmiş ise, ancak o makam veya merci tarafından kullanılabilir. Bu bakımdan, yasanın açık izni olmadıkça yetkili makam veya mercinin yetkisini devretmesi olanaklı değildir. Aktarılan nitelikleri gereği, idare hukukunda yetkisizlik kural, yetkili olmak istisnadır. Bu itibarla, yetki hükümlerinin sınır ve çerçevesinin yasayla açıkça çizilmesi gerekir ve genişletici yoruma tabi tutulamaz.”Yetki devri” ise, yukarıda kısaca bahsedildiği üzere, yasayla bir makama verilen karar alma yetkisinin,diğer bir makama aktarılması olup; doktrin ve yargısal içtihatlarla, yetki unsurunun nitelikleri dikkate alınarak geliştirilen bir takım koşul ve kurallara tabidir. Buna göre, yetki devri:
1- Yasada açıkça öngörülmüş olmalıdır. (“yetki devrinin yasallığı”)
Anayasanın 6. maddesindeki, kimsenin kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı kuralı ve 123. maddesindeki “idarenin yasallığı” ilkesi gereği, idare, Anayasa ve yasalarla düzenlenen görev ve yetki sahası içinde faaliyette bulunmak zorundadır. Bu kural ile birlikte, yetkinin kamu düzenine ilişkin olduğu da gözetildiğinde, yetki devrinin yasada düzenlenmesi zorunludur. Bu zorunluluk, yetkili organ veya makamın, dolayısıyla işlemin yetki unsuru yönünden hukuka uygun olup olmadığının tespitine de olanak sağlamaktadır.Özetle, yasada yetki devrine izin verilmeli ve yetki devri yasaklanmamış olmalıdır.
2- Yazılı olmalıdır.
Yetki devri suretiyle, esasen yetkisiz olan bir makam -idari işlemle- yetkili hale getirildiğinden, devir hususunun açıkça (zımni devir mümkün değildir) ve yazılı olarak yapılması gerekmektedir. Bu kural, yetkili makamın ve yetki devrinin kapsamının tespitini mümkün kılmaktadır.
3- Hiyerarşik asta yapılmalıdır.
Yetki devri, karar alma yetkisinin devri olduğuna ve idare hukukunda kararlar kamu görevlilerinin şahsı adına değil, bu kamu görevlilerinin görev yaptığı kamu tüzel kişiliği adına alındığına göre, bir kamu görevlisinin belli bir konuda sahip olduğu karar alma yetkisini, başka bir kamu görevlisine devredebilmesi için, iki kamu görevlisinin de aynı tüzel kişilik (hiyerarşi) içinde bulunması; yetkiyi devredenin hiyerarşik üst konumunda olmasıgerekir. (Gözler, Kemal: İdare Hukuku C.1, Bursa 2003, s.650)
4- Kısmi olmalıdır.
Hiyerarşik üst, yetkisinin yalnızca bir kısmını devredebilir. Zira, tam yetki devri, bir idari makamın bütün görevlerini devrettiği (kendini tasfiye ettiği) anlamına gelir ki, bu durum gerek yetki devrinin istisnailiği, gerekse idarenin yasallığı ilkesine aykırı düşer.Nitekim, yetki devrinin yukarıda değinilen unsurlarına, idare hukuku bakımından “code” niteliğindeki 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun’un “Yetki devri” başlıklı 38. maddesinde de aynen yer verilerek, “Bakan, müsteşar ve her kademedeki bakanlık ve kuruluş yöneticileri, gerektiğinde sınırlarını yazılı olarak açıkça belirlemek şartıyla yetkilerinden bir kısmını astlarına devredebilir.” şeklinde hüküm sevk edilmiştir.
II- Yasa kurallarının anlam ve içeriği:
4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 35. maddesinde, Ulaştırma Bakanlığına, bu Yasada öngörülen görev ve yetkilerinin tamamını, sınır konulmaksızın, herhangi bir kişi/kuruluşa devretme ve devirle ilgili usul ve esasları bizzat çıkaracağı yönetmelikle belirleme yetkisi verilmiştir. 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 12. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinde de, bakanlıklara ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yasa ya da diğer mevzuatla verilen işlerin, çerçeve çizilmeksizin, ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan odalara devredilmesi olanağı tanınmıştır.Nitekim Ulaştırma Bakanlığı da, söz konusu hükümlere istinaden, 25.2.2004 tarih ve 25384 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Karayolu Taşıma Yönetmeliğinin Ek 1. maddesinde getirdiği düzenlemeyle, Karayolu Taşıma Kanunundan doğan yetkilerini, kamu kurum/kuruluşları ve 5174 sayılı Yasa kapsamına giren Birlik ve Odalara protokolle devredebileceğini öngörmüştür.Aktarılan yasa hükümlerinin, idareye yasayla verilen yetkilerin, gerek hiyerarşik ast haricindeki kişi ve kuruluşlara, gerekse tamamının devrine izin vermesi, bu suretle yetki devrinin sınır ve istisnalarının belirlenmemiş olması söz konusu düzenlemelerin Anayasaya uygunluğunun irdelenmesini zorunlu kılmıştır.
III- Yasa kurallarının Anayasanın 7. maddesine uygunluğu:
Anayasanın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu, bu yetkinin devredilemeyeceği kuralına yer verilmiştir.Egemenliğin sahibi olan Millet adına yetki kullanan yasama organı, “yasama” erkinin aslî sahibidir. Böyle bir yetkiden kendi iradesiyle bile vazgeçmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle öğretide, Anayasa’da yasama yetkisinin devredilemeyeceği yolunda bir kural olmasaydı dahi, yasama yetkisinin devredilemeyeceği kabul edilmektedir. Çünkü kamu hukukunda hiçbir Devlet organı, Anayasa ve yasalardan aldığı bir yetkiyi, bu metinlerde açık bir izin olmadıkça başka bir Devlet organına devredemez. (Yasama yetkisinin devredilmezliğinin mutlak bir ilke olmayışı, TBMM’nin çıkaracağı yetki yasalarıyla Bakanlar Kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi verilmesi gibi, bizzat Anayasanın kendisinde istisnai kurallar bulunması konumuzun dışındadır.) Yasama organı, yasa yaparken konuyla ilgili bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak (kazuistik biçimde) ayrıntılara ait kurallar koymak yetkisine sahip ise de; zamanın gereklerine göre sık sık değişen önlemler alınmasına veya alınan önlemlerin kaldırılmasına ve yerine göre yeniden konulmasına gerek duyulan hallerde, yasama faaliyetinin yavaş işlemesi ve günlük olayları izleyerek zamanında önlem almasının güçlüğü karşısında;yasa koyucunun, konunun esaslı unsurlarını yasa ile belirledikten sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin bulunan hususların düzenlenmesi için yürütme organına yetki vermesinin, yasama yetkisinin devri niteliğinde değerlendirilemeyeceği açıktır.Bu durum öğretide, kural-işlem yetkisinin, ilke ve genel olarak yalnız yasama organına ait olduğu;yürütme ve idarenin ise, sadece türevsel, bağlı ve istisnai nitelikte düzenleme yetkisine sahip olduğu şeklinde ifade edilmiştir. (Duran, Lütfi: İdare Hukuku Ders Notları, İstanbul 1982. s.320)Yasama yetkisi asli bir yetki olduğundan ve Türk hukukunda yasayla düzenleme alanı konu itibariyle sınırlandırılmadığından (yasama yetkisinin genelliği), yasama organı, dilediği alanı, kuşkusuz Anayasa ilkelerine uygun olmak koşuluyla düzenleme yetkisini haizdir. (Anayasa Mahkemesinin E:1985/2, K:1985/6 sayılı kararı; Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, 4. Baskı, Ankara 1995, s.164-165)Yasayla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil,bunların yasa metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise, düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder. Ancak temel ilkeler konulup çerçeve çizildikten sonra uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdirine bırakılabilir.Bu bakımdan yasama organının, “temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz geniş bir alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir.” (Anayasa Mahkemesinin E:1993/5, K:1993/25 sayılı kararı). Bir başka deyişle; yasama organı, sahibi olduğu yasama yetkisinin asli, devredilemez niteliğiyle birlikte yürütme ve idarenin türevsel, istisnai, sınırlı düzenleme yeteneğini dikkate almak suretiyle, temel esaslarını kendisinin düzenlediği konularda yürütme ve idareye konunun ayrıntılarını düzenleme yetkisi tanıyabilir.Bu itibarla, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasanın 7. Maddesine uygun olabilmesi için; temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Oysa 4925 sayılı Yasanın itiraza konu 35. maddesinde, anılan Yasa ile Ulaştırma Bakanlığına verilen görevlerden, tanınan yetkilerden hangilerinin kimlere, hangi koşullarla devredilebileceği; 5174 sayılı Yasanın 12.maddesinin 1/t bendinde ise, devredilebileceği öngörülen yetkilerin kaynaklandığı yasalar, bu yetkilerin devre konu olabilecek kısımlar ve bu yetkiye sahip olan kurum-kuruluş ve bakanlıklar belli edilmemiş, çerçevesi çizilmemiş; belirtilen konularda düzenleme yapma yetkisi, herhangi bir temel ilke ve sınır konulmaksızın, tümüyle Ulaştırma Bakanlığına (5174 sayılı Yasa bakımından bütün bakanlık ve kamu kuruluşlarına) bırakılmıştır.Böylece, kamu düzenine ilişkin bulunan ve yasayla belirlenmesi gereken “idarenin yetki alanı”nın düzenlenmesine yönelik yasama yetkisi; yetki devrinin konusu, kapsamı ve devredilecek makam/merci hakkında herhangi bir çerçeve çizilmemek suretiyle fiilen idareye devredilmiştir.Bu bağlamda, 5174 sayılı Yasanın 12. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinde, “…bu Kanunda belirtilen kuruluş amaçları ve görev alanı çerçevesinde…” odalara tevdi edilen işlerden söz edilmesi, konunun yasal çerçevesinin çizilmiş, temel ilke ve sınırlarının yine yasa ile konulmuş olduğu anlamına gelmemektedir. Zira,anılan fıkradaki ifade, 5174 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra yasama organınca çıkarılacak yeni yasalarda kamu kurum ve kuruluşları ile bakanlıklara verilecek görev ve yetkilerin dahi, odalara tevdi edilebilecek işler kapsamında yer almasına olanak tanıdığı gibi; esasen, devre konu işlerin yasama yetkisinin devredilmezliği kuralına aykırı biçimde idare tarafından belirlenmesine izin vermekte; böylelikle devredilecek yetkinin konu, kapsam ve sınırlarını belirlemekten uzak bulunmaktadır.Bu nedenle, 4925 sayılı Yasanın 35. maddesi ile 5174 sayılı Yasanın 12. maddesinin 1/t bendinin,yasama yetkisinin devredilmezliğini öngören Anayasa’nın 7. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır.
IV- Yasa kurallarının Anayasanın 123. maddesine uygunluğu:
Anayasanın 8. maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği; 113. maddesinde, Bakanlıkların kurulması,kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatının yasayla düzenleneceği; 123. maddesinde, idarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve yasayla düzenleneceği hükme bağlanmıştır.Anayasa, yürütme görev ve yetkisinin, yasalar çerçevesinde yerine getirileceğini açıklamakla yetinmeyip;idare kuruluşunun her bir öğesinin de yasayla düzenlenmesini emretmektedir. İdare teşkilatı ile görev ve yetkilerinin yasayla düzenlenmesi öngörüldüğü gibi; ajanlara, vergilere ve mallara ilişkin statülerin de yasal nitelikte olması gerekmektedir. Bu bakımdan, idare onu yetkili kılan “yasa”ya dayanarak hizmette bulunabilir. Bu nedenledir ki, idare hukukunda yetkisizlik kural, yetkili olmak istisnadır. Dolayısıyla, yetki devri de istisnai niteliktedir.Ancak idarenin yasallığı ilkesi, idari kuruluşun tümü ve bütün ayrıntıları ile yasa koyucu tarafından düzenlenmesi zorunluluğunu gerektirmeyip; sadece öğelerinin temel kurallarının ve güvence hükümlerinin yasada yer almasını zorunlu kılar. Nitekim Anayasanın 113. maddesinde, Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri,yetkileri ve teşkilatının yasayla düzenleneceği; 123. maddesinde, kamu tüzel kişiliğinin, ancak yasayla veya yasanın verdiği açık yetkiye dayanılarak kurulacağı belirtilmek suretiyle, idarenin kuruluşunda her noktanın mutlaka yasa hükmüne bağlanmasını şart koşmamış ya da bu alanda yürütme ve idarenin düzenleme yapmasını yasaklamamıştır. Bu itibarla, yasal yetkiye dayanarak ve yasalar ile Anayasa çerçevesinde olmak kaydıyla, yürütme ve idare de, kendi işleviyle ilgili alanda yeni ve ayrıntılı kurallar koyabilirler. Böyle bir düzenlemenin “yasallık” ilkesine aykırı bir yönü yoktur.Diğer yandan, yasama erkinin aksine yürütme erkinin, bir yetki olduğu kadar yükümlülüğü de içermesi nedeniyle, idarenin, yasayla kendisine tevdi edilen görev ve yükümlülükleri tümüyle devretmesi, diğer bir anlatımla kamu hizmetini ifadan vazgeçmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi durumun, gerek yetki devrinin istisnailiği,gerekse idarenin yasallığı ilkesine; dolayısıyla Anayasanın yukarıda anılan hükümlerine aykırı düşeceği açıktır.Nitekim, Anayasa Mahkemesinin 27.4.1993 tarih ve E:1992/37, K:1993/18 kararında da, öğretide kabul edildiği üzere, yetki devrinin “kısmi” olması gerektiği ve “bazı önemli yetkilerin devir konusu yapılamayacağı” vurgulanarak, Yasada biçimi ve sınırları belirli bir yetki devri öngörüldüğü gerekçesiyle iptal isteminin reddine karar verilmiştir.Karayolu Taşıma Kanunuyla, Ulaştırma Bakanlığına, karayolu eşya ve yolcu taşımacılığı alanında faaliyette bulunacak kişilerin, bu alanda faaliyette bulunma ve yetki belgesi alma koşullarının, taban ve tavan ücretlerin (kamu düzeni ve güvenliği gözetilerek) belirlenmesi ve bu kurallara uyulup uyulmadığının denetlenmesi;uyulmadığının tespiti halinde ise, faaliyetin durdurulması, yetkinin iptali ve idari para cezası verilmesi dahil yaptırım uygulanması gibi bir takım kamusal yetkiler tanınmış; iptali istenilen kurallar ise, Bakanlığın bu konuda haiz olduğu yetkilerini kısmen veya tamamen, sınır ve kural getirmeksizin herhangi bir kuruluş/kişiye, bu arada kamu tüzel kişiliğini haiz odalara, süreli veya süresiz olarak devredebileceğini öngörmüştür.Dolayısıyla, itiraza konu Yasa kurallarıyla, Bakanlığın, karayolu taşımacılığı alanındaki bütün yetkilerinin,herhangi bir sınırlama veya istisna konulmaksızın Bakanlık teşkilatı içinde yer almayan, Bakanlık ile hiyerarşik ilişki içinde olmayan kişi ve kuruluşlara devrine olanak sağlanmıştır. Bu nedenle, anılan kurallar, “yetki devri” kurumunun kapsam ve mahiyetine açıkça aykırılık teşkil ettiği gibi, idarenin yasallığını düzenleyen Anayasanın 123. maddesine de aykırı düşmektedir.Esasen, 5174 sayılı Yasanın ilgili bendinde geçen “mevzuat” kelimesi dahi, başlı başına idarenin yasallığı ilkesine, dolayısıyla Anayasanın 123. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Zira, bilindiği üzere,”mevzuat” sözcüğü, normlar hiyerarşisinde yasadan aşağıda yer alan tüzük, yönetmelik, genelge gibi yürütme organının düzenleme yetkisi içerisinde bulunan düzenleyici işlemleri de kapsamaktadır. Oysa idare, Anayasa ve yasalarla düzenlenen görev ve yetki sahası içinde faaliyette bulunmak zorunda olup; idarenin, dayanağını yasadan almaksızın, düzenleyici işlemlerden kaynaklanan bir yetkiye sahip olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Belirtilen nedenlerle, anılan Yasa kurallarının Anayasanın 123. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır.
V- SONUÇ ve İSTEM
Açıklanan nedenlerle ve bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o dava sebebiyle uygulanacak yasa kuralının Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiğini düzenleyen 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesinin 2. fıkrası gereğince, yukarıda açıklanan gerekçelerle; 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 35. maddesi ile 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 12. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinin; Anayasanın 7. ve 123. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasına; dosyada bulunan belgelerin onaylı bir örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine 6.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Danıştay Beşinci Daire,Esas : 2009/7217,Karar: 2011/7571,Tarih: 15.12.2011
Dava, 15.4.2002 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu’na ataması yapılan davacının, söz konusu atama işlemi esnasında ödenmeyen ilk atama yolluğunun ödenmesi istemiyle 7.4.2008 tarihinde yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 22.4.2008 günlü, 1203-7835 sayılı Hacettepe Üniversitesi işleminin iptali ile kendisine ve bakmakla yükümlü olduğu annesine ödenmesi gereken yolluk miktarının ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nce verilen 9.7.2009 günlü, E:2009/340, K:2009/482 sayılı kararla, dava konusu işlemin iptaline ve söz konusu yolluğun, idareye başvurduğu tarihten itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine hükmedilmiştir.Davalı idare, anılan Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını talep etmektedir.2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun “Tek Hakimle Çözümlenecek Davalar” başlıklı 7. maddesinin, 8.6.2000 tarih ve 4577 sayılı Yasanın 3. maddesi ile değişik 1. fıkrasının (a) bendinde, uyuşmazlık miktarı bir milyar lirayı aşmayan; konusu belli parayı içeren idari işlemlere karşı açılan iptal davalarının idare mahkemesi hakimlerinden biri tarafından çözümleneceği hükme bağlanmış; aynı Kanunun 4577 sayılı Yasanın 4 üncü maddesi ile değişik Ek 1.maddesinde ise, bu Kanunun tek hakimle çözümlenecek davalara ilişkin 7. maddesindeki parasal sınırların; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanacağı belirtilmiştir.Buna göre, tek hakimle görülecek sınır 2000 yılında 1.000 TL iken, 2011 yılında 8.390 TL’ ye çıkmıştır.Temyiz istemine konu uyuşmazlık yolluğa ilişkin olup 6245 sayılı Kanunun 45. maddesine göre ve en yüksek dereceli devlet memurunun yıllar itibariyle ödenecek yevmiyesi esas alınarak 1200 kilometre mesafeye göre yapılan sürekli görev yolluğu hesaplamaları ile aynı Kanunun 39 ve 42. maddelerine göre geçici görev yolluğu yönünden yapılan hesaplamalar sonucunda ulaşılan harcırah tutarlarının daima tek hakim sınırının altında kalacağı saptanmıştır.Bu itibarla, temyizen incelenen davadaki yolluk miktarının da tek hakim sınırı içinde kaldığının anlaşılması karşısında, yolluk ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan bu davada, uyuşmazlığın konusunun belli bir parayı içermesi ve bu miktarın da tek hakim tarafından karara bağlanacak uyuşmazlıklar kapsamında bulunması nedeniyle, davanın idare mahkemesi hakimlerinden biri tarafından çözümlenmesi gerekirken, mahkeme heyetince çözümlenmesinde usul hükümlerine uyarlık görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne, Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nce verilen 9.7.2009 günlü, E:2009/340,K:2009/482 sayılı kararın BOZULMASINA, dava dosyasının mahkeme hakimlerinden biri tarafından karar verilmek üzere anılan İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine, 15.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Danıştay Onuncu Daire,Esas : 2008/3133,Karar : 2011/1728,Tarih: 04.05.2011
ÖZÜ:19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 120/-2, 121, 121/2, 121/4-g, 121/4-ğ, 122, 167/3 ve 167/4.maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerin, Yönetmeliğin akaryakıt bayileri ile ilgili kısmının bir takım yükümlülükler getirdiği, akaryakıt istasyonları için güvenlik tedbirlerinin ortak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirken TS 12820 Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardında ayrı, dava konusu Yönetmelikte ayrı düzenlenmesinin doğru olmadığı, iptali istenilen maddelerde belirlenen asgari güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardına göre belirlenmesi gerektiği halde dava konusu madde hükümlerinde standart hükümlerinin esas alınmadığı gibi belirtilen standarda da herhangi bir atıf yapılmadığı, dolayısıyla Yönetmeliğin iptali istenilen maddelerindeki düzenlemelerin standarda uygun olarak yeniden yapılması gerektiği iddialarıyla iptali istenilmektedir.
7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu’nun Ek-9. maddesinde; “Kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar; yangınla mücadele için mevcut personelden ekiplerini kurmak, yangın önleme ve söndürme planlarını hazırlamak, kuruluşun özelliğine göre gerekli araç, gereç ve malzemeyi hazır bulundurmak zorundadır. Gerçek kişiler de yangınla mücadele için gerekli önlemleri alır.Bu maddenin uygulanmasına ilişkin hususlar İçişleri Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca müştereken hazırlanıp Bakanlar Kurulu’nca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.” kuralı getirilmiş; 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde ise; Bakanlığın kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri; tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve diğer idari metinlerle düzenlemekle görevli ve yetkili olduğu belirtilmiş; benzer bir düzenleme de Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 30/A maddesinde yer almıştır. Yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerine dayanılarak, “kamu kurum ve kuruluşları, özel kuruluşlar ve gerçek kişilerce kullanılan her türlü yapı, bina, tesis ve işletmenin, tasarımı, yapımı, işletimi, bakımı ve kullanımı safhalarında çıkabilecek yangınların en aza indirilmesini ve herhangi bir şekilde çıkabilecek yangının can ve mal kaybını en aza indirerek söndürülmesini sağlamak üzere, yangın öncesinde ve sırasında alınacak tedbirlerin, organizasyonun, eğitimin ve denetimin usul ve esaslarını belirlemek” amacıyla çıkarılan ve 19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu 120/2-b maddesinde, depolama tankları ile ilgili düzenlemelere yer verilerek yeraltı tanklarının depo sahasına ait olmayan arsa ve araziden uzaklığının en az 1 m olması şartı getirilerek bu konuda Ek-12/Ç’deki değerlere atıf yapılmış, 121/2 maddesinde, servis istasyonları kurulurken EK-13’de verilen uzaklıklara uyulacağı öngörülmüş, 121/4-g maddesinde, istasyonda bulundurulması gereken tekerlikli yangın söndürme cihazının adeti, ağırlığı ve bulundurulması gereken mesafeler belirlenmiş, 121/4-ğ maddesinde, yönetmeliklere ve standartlara uygun yıldırımdan korunma tesisatı yapılacağı, hükme bağlanmış, 122.maddesinde ise, genel olarak yangından korunma işlemleri sayma yoluyla belirtilmiş, 167/3-maddesinde, tehlikeli maddelerin depolanması ve kullanılması ile ilgili olarak yeraltı tankının kapasitesine göre pompanın, nefesliğin ve dolum ağzı ile tank cidarının. komşu arsa ve yola uzaklık mesafelerine yer verilmiş, 167/4.maddesinde ise bu Yönetmeliğin yürürlüğünden önce yapı ve işletme ruhsatı almış tehlikeli maddelerle ilgili yerlerde, asgari emniyet mesafeleri hariç tutularak yangın güvenliği ve diğer hususlarda bu Yönetmelik hükümlerinin esas alınacağı kurala bağlanmış, Ek-12/Ç’de yeraltı tankları ile ilgili, EK_13’de ise akaryakıt servis istasyonları ile ilgili asgari emniyet mesafeleri belirlenmiştir.Davacı tarafından, Yönetmeliğin akaryakıt bayileri ile ilgili kısmının bir takım yükümlülükler getirdiği, akaryakıt istasyonları için güvenlik tedbirlerinin ortak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirken TS 12820 Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standartında ayrı, dava konusu Yönetmelikte ayrı düzenlenmesinin doğru olmadığı, iptali istenilen maddelerde belirlenen asgari güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardına göre belirlenmesi gerektiği halde dava konusu madde hükümlerinde standart hükümlerinin esas alınmadığı gibi belirtilen standarda da herhangi bir atıf yapılmadığı dolayısıyla Yönetmeliğin iptali istenilen maddelerindeki düzenlemelerin, standarta uygun olarak yeniden yapılması gerektiği öne sürülerek dava konusu maddelerin iptali istenilmekktedir.TS 12820 standardında yer verilen asgari emniyet mesafeleri incelendiğinde, söz konusu standartta 2002 yılında bazı mesafeler .daha yüksek iken 2004 ve 2006 yıllarından yapılan değişiklikler ile bu mesafelerin düşürüldüğü, standardın en son hali ile dava konusu Yönetmelikteki asgari emniyet mesafeleri karşılaştırıldığında Yönetmelikte yer verilen güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardında yer alan mesafelere göre daha güvenlikli bir seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava konusu Yönetmelik hükümlerinin TS 12820 standardına göre eksik ve yangından korunma tedbirleri ve diğer tedbirler yönünden yetersiz olduğu yolundaki davacı iddialarında isabet görülmemektedir. Öte yandan Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan dava konusu Yönetmeliğin normlar hiyerarşisi açısından TS 12820 standardından daha üst bir norm olması nedeniyle anılan standart hükümlerine uyulması gerektiğine ilişkin davacı iddiasına da itibar etme olanağı bulunmadığı gibi Yönetmeliğin 5/3,101/1 ve 121/1 maddeleri incelendiğinde, Yönetmelikle tanımlanmamış ve açıklık gereken hususlar ile Yönetmelikle hüküm bulunmayan hallerde Türk Standartları ile Avrupa Standartlarına ve diğer ilgili standartlara uyulacağının belirtilmesi nedeniyle davacının TS 12820 standartına atıf yapılmadığı yönündeki savı da yerinde değildir.Bu durumda, yangınların ve olası bir yangın anında can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve yangın anında ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak amacıyla kamu güvenliği, imar mevzuatı gereğince uyulması gereken yapı çekme mesafeleri ve mülkiyet hakları gözönünde bulundurularak akaryakıt istasyonları yönünden uyulması gereken asgari güvenlik mesafelerini ve tedbirlerini belirleyen Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu madde ve hükümlerinde, dayanağı Yasa hükümlerine, kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmamaktadır.
Dava, 19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 120/-2, 121, 121/2, 121/4-g, 121/4-ğ, 122, 167/3 ve 167/4.maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’ün iptali istemiyle açılmıştır. 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu’nun Ek-9. maddesinde; “Kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar; yangınla mücadele için mevcut personelden ekiplerini kurmak, yangın önleme ve söndürme planlarını hazırlamak, kuruluşun özelliğine göre gerekli araç, gereç ve malzemeyi hazır bulundurmak zorundadır. Gerçek kişiler de yangınla mücadele için gerekli önlemleri alır.Bu maddenin uygulanmasına ilişkin hususlar İçişleri Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca müştereken hazırlanıp Bakanlar Kurulu’nca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.” kuralı getirilmiş; 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde ise; Bakanlığın kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri; tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve diğer idari metinlerle düzenlemekle görevli ve yetkili olduğu belirtilmiş; benzer bir düzenleme de Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 30/A maddesinde yer almıştır.Yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerine dayanılarak, “kamu kurum ve kuruluşları, özel kuruluşlar ve gerçek kişilerce kullanılan her türlü yapı, bina, tesis ve işletmenin, tasarımı, yapımı, işletimi, bakımı ve kullanımı safhalarında çıkabilecek yangınların en aza indirilmesini ve herhangi bir şekilde çıkabilecek yangının can ve mal kaybını en aza indirerek söndürülmesini sağlamak üzere, yangın öncesinde ve sırasında alınacak tedbirlerin, organizasyonun, eğitimin ve denetimin usul ve esaslarını belirlemek” amacıyla çıkarılan ve 19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu 120/2-b maddesinde, depolama tankları ile ilgili düzenlemelere yer verilerek bu konuda Ek-12/Ç’deki değerlere atıf yapılmış, 121/2 maddesinde, servis istasyonları kurulurken EK-13’de verilen uzaklıklara uyulacağı öngörülmüş, 121/4-g maddesinde, istasyonda bulundurulması gereken tekerlekli yangın söndürme cihazının adeti, ağırlığı ve bulundurulması gereken mesafeler belirlenmiş, 121/4-ğ maddesinde, yönetmeliklere ve standartlara uygun yıldırımdan korunma tesisatı yapılacağı, hükme bağlanmış, 122.maddesinde ise, genel olarak yangından korunma işlemleri sayma yoluyla belirtilmiş, 167/3-maddesinde, tehlikeli maddelerin depolanması ve kullanılması ile ilgili olarak yeraltı tankının kapasitesine göre pompanın, nefesliğin ve dolum ağzı ile tank cidarının komşu arsa ve yola uzaklık mesafelerine yer verilmiş, 167/4.maddesinde ise bu Yönetmeliğin yürürlüğünden önce yapı ve işletme ruhsatı almış tehlikeli maddelerle ilgili yerlerde, asgari emniyet mesafeleri hariç tutularak yangın güvenliği ve diğer hususlarda bu Yönetmelik hükümlerinin esas alınacağı kurala bağlanmış, Ek-12/Ç’de yeraltı tankları ile ilgili, EK-13’de ise akaryakıt servis istasyonları ile ilgili asgari emniyet mesafeleri çizelge ile belirlenmiştir.
Dava konusu Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 121/2, 121/4-ğ, 122, 167/4.maddeleri ile 120/2 ve 121. maddelerin eksik düzenleme nedeniyle iptali isteminin incelenmesi;Yangınların ve olası bir yangın anında can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve yangın anında ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak amacıyla alınacak tedbirleri belirleyen dava konusu düzenlemelerde, kamu yararı amacına ve kamu güvenliği ilkesine aykırılık yoktur.Diğer taraftan, Yönetmeliğin 5/3, 101/1 ve 121/1 maddelerinde; Yönetmelikle tanımlanmamış ve açıklık gereken hususlar ile Yönetmelikte hüküm bulunmayan hallerde Türk Standartları ile Avrupa Standartlarına ve diğer ilgili standartlara uyulacağının belirtilmesi nedeniyle davacının eksik düzenleme bulunduğu yönündeki iddiası yerinde görülmemiştir.
Dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerin iptali isteminin incelenmesi;132 sayılı Türk Standartları Enstitüsü Kuruluş Kanununun 1.maddesinin 1.fıkrasında, Her türlü madde ve mamüller ile usul ve hizmet standartlarını yapmak gayesiyle “Türk Standartları Enstitüsünün” kurulduğu belirtilmiş, 3.fıkrasında, yalnız Türk Standartları Enstitüsü tarafından kabul edilen standartların “Türk Standardı” adını alacağı hükme bağlandıktan sonra aynı maddenin 4.fıkrasında, bu standartların ihtiyari olduğu, standardın ilgili olduğu Bakanlığın onayı ile mecburi kılınabileceği, bir standardın mecburi kılınabilmesi için “Türk Standardı” olmasının şart olduğu, mecburi kılınan standartların Resmi Gazetede yayımlanacağı düzenlenmiştir. Aynı Yasanın 2/A-B-C maddesinde, Her türlü standartları hazırlamak veya hazırlatmak, Enstitü bünyesinde veya hariçte hazırlanan standartları tetkik ve uygun bulduğu takdirde Türk Standartları olarak kabul etmek, kabul edilen standartları yayınlamak ve ihtiyari olarak uygulanmalarını teşvik etmek, mecburi olarak yürürlüğe konmalarında fayda görülenleri, ilgili bakanlığın onayına sunmak Türk Standartları Enstitüsünün görevleri arasında sayılmış olup, Yasanın 6.maddesinde, Enstitüce hazırlanan Standartların kabulünün ve bunlardan zorunlu olarak yürürlüğe konmaları gerekenlerin Teknik Kurul’ca belirleneceği öngörülmüştür.3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2/g maddesinde, Sanayi Mamüllerinin standartlarını hazırlamak veya hazırlatmak, normlarını temin veya tespit etmek ve kalite kontrolünü yapmak veya yaptırmak, gerektiğinde sanayi mamüllerinin fiyatlarını tespit etmek Sanayi ve Ticaret Bakanlığının görevi olarak belirlenirken aynı Yasanın 14/a maddesinde, Türk Standartları Enstitüsünce hazırlanan ve Bakanlıkca ilgili konularda mecburi uygulamaya konulması uygun görülen standartları Bakan onayı ile uygulamaya koymak Ölçüler ve Standartlar Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.TS 12820 “Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardı”, Türk Standartları Enstitüsü’nün Petrol İhtisas Grubu tarafından, motorlu kara ve deniz taşıtlarına akaryakıt ikmalinin yapıldığı sabit istasyonlar ile ilgili emniyet gereklerini belirlemek amacıyla, milli ihtiyaç ve imkanlarımız ön planda olmak üzere, milletlerarası standardlar ve ekonomik ilişkilerimiz bulunan yabancı ülkelerin standartlarındaki esaslar da gözönünde bulundurularak ve bilimsel kuruluşlar, üretici/imalatçı ve tüketici durumundaki konunun ilgililerinin görüşleri alınarak hazırlanmış; Teknik Kurulca standart olarak kabul edilmiş, mecburi standard tebliği olarak yayınlamak üzere Sanayi ve Ticaret Bakanlığının onayına sunulmuş ve anılan Bakanlıkça sözkonusu standart 20.5.2007 tarih ve 26527 sayılı Resmi Gazetede “Mecburi Standard Tebliği” olarak yayınlanmıştır,TS 12820 Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardının “Asgari Emniyet Mesafeleri” başlıklı 4.2.9 maddesinde, akaryakıt istasyonlarında uygulanacak asgari emniyet mesafelerinin Çizelge 2’ye uygun olması gerektiği belirtildikten sonra aynı maddede söz konusu mesafeler ve ilgili açıklamaların bulunduğu Çizelge-2’ye, “Yangın Kontrolü” başlıklı 4.12 maddesinde, her akaryakıt istasyonunda, her dağıtım birimi adasının yanında ve her binanın içerisinde TS 862-7 EN 3-7 ’ye uygun en az 1 adet 6 kg’lık kuru kimyevi tozlu, ilâve olarak istasyon içerisinde farklı yerlerde ancak doldurma ağzına 7 m’den yakın, 30 m’den uzak olmayacak şekilde 2 adet en az 30 kg’lık tekerlekli, söndürme kapasitesi en az 89 B olan kuru kimyevi tozlu yangın söndürücü olması, ayrıca her 6 dağıtım birimi için ilave 1 adet 30 kg’lık veya daha büyük, kuru kimyevi tozlu tekerlekli yangın söndürücü olması gerektiği, diğer taraftan yangın söndürücülerin her pompadan, dağıtım biriminden, tank doldurma borusu ağzından, yağlama veya servis yerinden 30 m’den daha uzakta olmaması gerektiği kuralına yer verilmiştir.Aktarılan mecburi standard kurallarında belirtilen asgari emniyet mesafeleri ve yangın kontrol tedbirlerinden farklı olarak standardın yayımlanmasından sonra 19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g maddesinde “İstasyonda, her dispenser adasının yanında ve her binanın içerisinde, TS 862-EN 3’e uygun en az 1 adet 6 kg’lık kuru kimyevi tozlu, ilave olarak istasyon içerisinde farklı yerlerde ve fakat doldurma ağzına 7 metreden yakın ve 25 m’den uzak olmayacak şekilde, asgari 89 B söndürme etkisi olan en az 2 adet 50 kg’lık kuru kimyevi tozlu tekerlekli yangın söndürme cihazı olması şarttır.”, 167/3. maddesinde, “121 inci madde, mevcut akaryakıt istasyonlarında, bir yeraltı tankı kapasitesi 10 metreküpü geçmiyor ise, pompanın, nefesliğin ve dolum ağzının komşu arsa ve yola olan mesafesi 5 m’den ve tank cidarının komşu arsaya ve yola olan en yakın mesafesi 3 m’den az olmayacak şekilde uygulanır.” hükmüne, Ek-12/Ç’de yeraltı tankları ile ilgili asgari emniyet mesafelerini belirten çizelgeye, EK-13’te ise akaryakıt servis istasyonlarında olması gereken asgari emniyet mesafelerini belirten çizelgeye yer verilmiştir.132 Sayılı Yasa uyarınca, Türkiye’de Standard hazırlamakta tek yetkili kuruluş olan ve bu konuda gerekli teknik donanım ve personele sahip Türk Standartlar Enstitüsü tarafından konuyla ilgili kurumların, kuruluşların ve kişilerin olumlu görüşleri alınarak hazırlanan ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından Mecburi Standard olarak yayımlanan TS 12820 “Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardı” bağlayıcı niteliktedir. Akaryakıt istasyonları emniyet gereklerinde değişiklik yapılması ancak yayımlanan mecburi standartda yapılacak değişiklik ile mümkün olup; standard yürürlükte iken başka bir düzenleyici işlem ile bu konuda değişiklik yapılmasına olanak bulunmamaktadır. Esasen 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu ile yangınla mücadele konusunda Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşların, gerçek kişilerin almaları gereken önlemlerin genel olarak belirlenmesi öngörülmüş; Bakanlar Kuruluna akaryakıt istasyonlarının emniyet gerekleri konusunda standart koyma gibi bir görev ve yetki verilmemiştir. Nitekim dava konusu yönetmeliğin 121 inci maddesinde de, Bakanlar Kurulu kendisini standart koyma konusunda görevli ve yetkili saymadığı için servis istasyonları kurulurken Yönetmelikte yer almayan hususlar hakkında, Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik ve ilgili standart hükümlerine uyulacağı belirtilmiştir.Ancak anılan belirlemenin aksine aynı yönetmeliğin 121/4-g, 167/3, Ek Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerde mecburi standarttan farklı kurallara yer verilmiştir.Oysa 132 sayılı Yasaya göre çıkarılan TS 12820 “Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardı” mecburi satandardının düzenlediği özel konu itibariyle yasadan sonra gelen üst norm niteliği dikkate alındığında akaryakıt istasyonlarının emniyet gerekleri ile ilgili konuda özel düzenleme yapma, standart koyma görev ve yetkisi olmayan, yangınla mücadele için alınacak önlemlerle ilgili genel düzenleme yapması gereken Bakanlar Kurulunun, değişmediği sürece özel nitelikteki mecburi standarda uygun düzenleme yapması zorunludur.Bu itibarla, dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerin İPTALİNE oyçokluğuyla, dava konusu iptal edilen Yönetmelik hükümleri dışında kalan Yönetmelik hükümleri yönünden davanın REDDİNE oybirliğiyle, dava kısmen iptal, kısmen ret ile sonuçlandığından, aşağıda dökümü yapılan 135,50 TL yargılama giderinin yarısı olan 67,75 TL’nin davacı üzerinde bırakılmasına, yargılama giderinin kalan kısmı olan 67,75 TL ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 2.200,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, bu karara karşı tebliğ tarihini izleyen otuz gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na temyiz isteminde bulunabileceğinin taraflara bildirilmesine, 04.05.2011 tarihinde karar verildi.