Danıştay 14. Daire,E. 2011/9441,K. 2012/7203,T. 16.10.2012
ÖZET : Dava, yapının yapı ruhsatının yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle ruhsatsız hale geldiğinden bahisle, yıkımına ilişkin Belediye Encümeni kararının iptali istemine ilişkindir. Sağlıklı ve dengeli bir çevrenin oluşturulması bakımından, yürürlükte bulunan plan hükümlerine aykırı olarak inşa edilen yapıların, yapının inşa edildiği tarihte yürürlükte bulunan plana ve ruhsata uygun olarak inşa edilse dahi, bu planın hukuka ve mevzuata aykırı olduğu tespit edilerek yargı merciince iptal edilmesi durumunda kazanılmış hakkın bulunmaması nedeniyle yıkılması gerekmektedir. Ancak, yıkım işlemi tesis edilmeden önce, hukuka aykırı bir şekilde plan yapan ve bu plana göre ruhsat veren idare tarafından, kusurlu davranışı nedeniyle, iyi niyetli kişilere bina bedelinin ödenmesi gerekmektedir. Bina bedeli davacıya ödenmeden ruhsatsız yapının yıkımı yolunda tesis edilen işlemde, hukuka uyarlık bulunmadığından, İdare Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen karar hukuka aykırıdır.
Dava, İstanbul İli, Kartal İlçesi, 119 pafta, 5964 ada, 11 sayılı parselde bulunan yapının 11.7.2000 tarihli, 1-84 sayılı yapı ruhsatının yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle ruhsatsız hale geldiğinden bahisle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca yıkımına ilişkin 6.9.2007 tarihli, 1181 sayılı Kartal Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporun ve dosyanın birlikte değerlendirilmesinden; uyuşmazlığa konu yapıya verilen 11.7.2000 tarihli, 1-84 sayılı yapı ruhsatı ve dayanağı plan tadilatına ilişkin 5.7.1999 tarihli, 1999/72 sayılı meclis kararı ile imar durumunu düzenleyen encümen kararının İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 31.12.2003 günlü, E:2002/1287, K:2003/1818 sayılı kararıyla iptaline karar verildiği, iptal kararının onanarak kesinleştiği, anılan yargı kararının gerekçesi de dikkate alındığında, ruhsata bağlanamayacağı anlaşılan yapıların kazanılmış hak kapsamında da korunmasının mümkün olmadığı bu nedenle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasanın “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”, “Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma” başlıklı 90. maddesinin 5. fıkrasında ise; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. 19.03.1954 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 6366 sayılı Kanun ile Türkiye tarafından da kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol’ün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” hükmü yer almaktadır. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesinde ise; “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce ( … ) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; İstanbul İli, Kartal İlçesi, 119 pafta, 5964 ada, 11 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 5.7.1999 tarihli, 1999/72 sayılı Kartal Belediye Meclisi kararıyla plan tadilatı yapıldığı, 26.4.2000 tarihli imar durumuna göre konut yapımı için 11.7.2000 tarihli, 1-84 sayılı inşaat ruhsatının verildiği, anılan plan tadilatına ilişkin meclis kararıyla, bu plan değişikliği uyarınca tesis edilen yola terk ile ilgili imar durumuna ilişkin encümen kararının ve yapı ruhsatının iptali istemiyle açılan davada, İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 31.12.2003 günlü, E:2002/1287, K:2003/1818 sayılı kararıyla, dava konusu işlemlerin iptaline karar verildiği, iptal kararının onanarak kesinleştiğinden bahisle, yapının yıkımına karar verilmesi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Düzenleyici işlem niteliğindeki imar planlarının, idarece kaldırılması veya değiştirilmesi durumunda, bu planların yürürlükte oldukları süre içerisinde ve bu planlara dayalı olarak tesis edilen bireysel işlemlerin kişiler bakımından sübjektif nitelikte kazanılmış hak doğuracağı tabiidir. İdari işlemlerin geriye yürümeyeceğine ilişkin idare hukuku ilkesi ile bu gibi durumlarda kazanılmış hakların korunması ve idari istikrarın sağlanması amaçlanmıştır. Ancak bu şekilde bir kazanılmış hakkın var olduğu hallerde idari işlemin ve dayanağı olan düzenleyici işlemin hukuka uygun olduğu konusunda bir tartışma da mevcut değildir. Tartışma; idari işlemin dayanağı olan düzenleyici işlemin yargı yerince iptal edilmiş olması halinde ortaya çıkmaktadır. Zira bu durumda iptal davasına konu işlemin hukuka aykırılığı tespit edilerek iptal edilmesi sonucunda, işlem tesis edildiği tarih itibariyle hiç var olmamış gibi bütün sonuçlarıyla ortadan kalkmaktadır. Yargı yerince iptal edilen plana dayalı olarak verilmiş olan inşaat ruhsatının idarece iptal edilmesi veya söz konusu ruhsatla ilgili olarak açılmış bir davanın mevcut olması halinde; her ne kadar ruhsat işlemi tesis edildiği tarihte plana uygun ise de, hukuka aykırılığı saptanan plana ilişkin olarak verilen iptal kararı nedeniyle imar planı tesis tarihi itibariyle yürürlükten kalkacağından inşaat ruhsatının da hukuki dayanağı kalmayacağı ve iptali gerekeceği gibi, ruhsatsız konuma düşen yapının da yıkılması gerekmektedir. Aksi görüş; yargı yerince hukuka aykırılığı tespit edilerek iptal edilen ve tesis edildiği tarih itibariyle yürürlükten kalkan bir düzenleyici işleme dayanılarak tesis edilmiş ve dava konusu da edilmiş bir işleme rağmen ileriye yönelik bir kazanılmış hakkın tanınması sonucunu doğurur ki, bu durumun kısaca tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olduğu Devlet biçimi olarak tanımlayabileceğimiz Hukuk Devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı aşikardır.Nitekim, iptal edilen düzenleyici normlara göre kazanılmış hakların korunması amacına yönelik olarak Anayasa’nın 153.maddesi ile getirilen “iptal kararları geriye yürümez” hükmüne rağmen, yargı yerlerinde görülmekte olan davaların Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen hükümler dikkate alınarak çözümlenmesinin Hukuk Devleti ilkesine uygun olmadığı içtihatlarla benimsenmiştir. Ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesi ile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bağlayıcı olmakta, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 53. maddesinin “ı” bendi ile, mahkeme kararlarının, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması durumu “Yargılamanın yenilenmesi” sebebi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle yargı mercilerince, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararların, mevcut olaylara uygulanması açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; kıyıda yer alan taşınmazın bir şekilde özel mülkiyet konusu yapılarak tapuya kişi adına kaydedilmesinin ardından açılan tapu iptali davasından sonra, taşınmazın, sahibine tazminat ödenmeksizin hazine adına kaydedilmesi üzerine açılan davada; “AİHM, söz konusu malın edinimindeki başvuranların iyi niyetinin bunun aksi yönde olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, devlet lehine malın iptal tarihine kadar, başvuranlar miras yoluyla malın sahibiydiler ve mala ait veraset ve intikal vergilerini ödemişlerdir. Başvuranlar sakin bir şekilde mallarından faydalanmış ve yasal malik olarak ve bu amaçla inşaat ruhsatı aldıktan sonra otel inşaatına başlamışlardır. Daha sonra AİHM, adli kararla başvuranların mallarından yoksun bırakıldıklarını tespit etmektedir. AİHM, burada hiçbir keyfiyetin bulunmadığını belirtmektedir. Ulusal mahkemelerin ileri sürdüğü gerekçeler göz önünde bulundurulduğunda, “kamu yararı nedeniyle” başvuranların mülkiyet haklarından mahrum bırakılmaları aksi yönde değildir. AİHM, ihtilaflı arsanın deniz kenarında olduğuna ve herkese açık kamusal alan olan sahilde bulunduğuna, tarafların itiraz etmediğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, bu nokta Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından vurgulanmıştır. Bu mülkiyetten yoksun bırakılma yasal amaç gütmektedir.
İhtilaflı tedbirin istenilen adil dengeyi koruyup korumadığını ve başvuranlara orantılı olmayan bir yükümlülük getirip getirmediğini tespit etmek amacıyla, ulusal mevzuatın öngördüğü kamulaştırma biçimlerini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu bakımdan, AİHM, malın değeriyle ilintili olarak makul bir miktarı ödemeden mülkiyet hakkından mahrum bırakılmanın aşırı bir ihlal olacağını ve hiçbir kamulaştırmanın bulunmayışının ne Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi alanında ne de özel koşullarda haklı gösterilemeyeceğini daha önce söylemişti ( Bkz. Nastou-Yunanistan ( no:2 ), no: 16163/02, §33, 15 Temmuz 2005, Jahn ve diğerleri-Almanya, no: 46720/99, 72203/01 ve 72552/01, § 111, 2005-…, ve 9 Aralık 1994 tarihli Manastır Azizleri-Yunanistan kararı, A serisi no: 301-A, s. 35, § 71 ). Bu davada başvuranlar, ne mallarının Hazine Müsteşarlığına nakli nedeniyle ne de ulusal mahkemeler önünde bu yönde dava açmalarına rağmen otellerinin yıkılması nedeniyle hiçbir tazminat elde edememişlerdir. AİHM, Hükümet’in hiçbir tazminatın bulunmayışını haklı gösterecek özel bir durumu ileri sürmediğini not etmektedir.AİHM, sonuç olarak, başvuranlara tazminat ödenmediği durumda, mülkiyetin korunması ve kamu yararı gereklilikleri arasında kurulması gereken adil dengeyi başvuranlar aleyhinde bozduğuna kanaat getirmektedir.” şeklinde karar vermiştir ( N.A. ve Diğerleri, Başvuru No:37451/97, 11.10.2005 ). Yine; tapu siciline güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli kişinin, daha sonra taşınmazın, ruhsatsız olduğundan ve mutlak koruma alanında bulunması nedeniyle ruhsata bağlanma imkanı da bulunmadığından davacıya bir bedel ödenmeksizin idare tarafından yıkılması üzerine açılan davada ise; “AİHM, AİHS’de çevrenin genel olarak korunmasını güvence altına alan bir madde bulunmamasına rağmen, günümüz toplumunda bu tür bir korumanın büyük önem teşkil eden bir unsur olduğunu kabul ettiğini kaydeder. Ayrıca, AİHM bazı davalarda benzer konuları incelemiş ve çevrenin korunmasının önemini vurgulamıştır ( bkz., diğer hususlar meyanında, Taşkın ve Diğerleri/Türkiye, no. 46117/99, AİHM 2004-X; Moreno Gomez/İspanya, no. 4143/02, AİHM 2004-X; Fadeyeva/Rusya, no. 55723/00, AİHM 2005-IV ). Yukarıda kaydedilenler ışığında ve ulusal mahkemelerin sunduğu nedenler göz önüne alındığında, AİHM, başvuranın mülkünden mahrum bırakılmasının, kamu sağlığının ve çevrenin korunması amacıyla, yani “kamu yararının” gözetilmesi sonucunda gerçekleştirildiğinin tartışma götürmez olduğu kanaatindedir ( bkz. Lazaridi/Yunanistan, no. 31282/04, 34. paragraf, 13 Temmuz 2006 ). Bu durumda, çözüme kavuşturulması gereken konu, söz konusu müdahalenin başvuranın ve genel olarak toplumun çıkarları arasında adil bir denge kurup kurmadığıdır. İç hukuk kapsamındaki tazminat hakkı, itiraz edilen tedbirin gerekli adil denge unsuruna riayet edip etmediğini ve söz konusu tedbirin, başvuran üzerine orantısız bir yük yükleyip yüklemediğini değerlendirmede esas teşkil etmektedir. AİHM bu hususta daha önce, mülkün değeriyle makul surette orantılı bir tazminat ödenmeksizin mülkten mahrum bırakmanın, normal koşullar altında, orantısız bir müdahale teşkil edeceğine ve tazminat ödenmemesinin, yalnızca istisnai koşullar altında 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi bağlamında haklı görülebileceğine karar vermiştir ( bkz. N.A. ve Diğerleri/Türkiye, no. 37451/97, 41. paragraf, AİHM 2005-X; Nastou/Yunanistan ( no. 2 ), no. 16163/02, 33. paragraf, 15 Temmuz 2005; Jahn ve Diğerleri/Almanya [BD], no. 46720/99, 72203/01 ve 72552/01, 111. paragraf, AİHM 2005-VI ).
Mevcut davada, idare mahkemelerinin Ankara İl İdare Kurulu’nun yıkım emrini onayladığı göz önüne alındığında, başvuranın mülkünden mahrum bırakılmasına karşılık tazminat alma hususunda gerçekçi bir başarı olasılığı mevcut olmamıştır. Bu nedenle, başvuranın evini kaybetmesine karşılık tazminat almasını sağlayacak bir iç hukuk yolunun olmaması, mülkiyet hakkından tam olarak yararlanmasını engellemiştir. AİHM bu bağlamda,, iç hukukta Devlet’in tapu kayıtlarından kaynaklanan herhangi bir zarardan sorumlu olduğunun öngörülmesine rağmen, Hükümet’in, söz konusu mahrum bırakma karşılığı tazminat ödenmemesini hakli gösteren istisnai koşullar dile getirmediğini kaydeder. Sonuç olarak, kendisine tapu vererek evinin yasal sahibi olduğunu kabul eden ulusal makamlar, başvuranın evinin yıkılması sonucu uğradığı zarardan otomatik olarak sorumlu olmuştur. AİHM, yukarıda kaydedilenler ışığında, başvurana tazminat ödenmemesinin, mülkiyetin korunması ve kamu yararı gerekleri arasında kurulması gereken adil dengenin başvuranın zararına olacak şekilde bozulmasına yol açtığı kanaatindedir ( bkz. N.A. ve Diğerleri, 42. paragraf ). Dolayısıyla, 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.” şeklinde karar vermiştir ( Yıldırı -Türkiye, Başvuru No:21482/03, 24.11.2009 ) Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin ve AİHM kararlarının birlikte değerlendirilmesinden; sağlıklı ve dengeli bir çevrenin oluşturulması bakımından, yürürlükte bulunan plan hükümlerine aykırı olarak inşa edilen yapıların, yapının inşa edildiği tarihte yürürlükte bulunan plana ve ruhsata uygun olarak inşa edilse dahi, bu planın hukuka ve mevzuata aykırı olduğu tespit edilerek yargı merciince iptal edilmesi durumunda kazanılmış hakkın bulunmaması nedeniyle yıkılması gerekmektedir. Ancak, yıkım işlemi tesis edilmeden önce, hukuka aykırı bir şekilde plan yapan ve bu plana göre ruhsat veren idare tarafından, kusurlu davranışı nedeniyle, iyi niyetli kişilere bina bedelinin ödenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, bina bedeli davacıya ödenmeden ruhsatsız yapının yıkımı yolunda tesis edilen işlemde, hukuka uyarlık bulunmadığından, İdare Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 26/02/2010 günlü; E:2007/2177, K:2010/194 sayılı kararın BOZULMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 16.10.2012 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.