• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Aylık Arşivler : Ağustos, 2015

Danıştay Altıncı Daire, Esas: 2014/2803, Karar: 2015/3624, Tarihi: 02.06.2015

Ağu27
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

ÖZÜ: Dava açma süresi içinde idareye yapılan başvurunun, altmış gün içinde yanıtlanmaması durumunun zımni ret sayılması, idarenin keyfi olarak vatandaşın başvurusunu bekletmesine karşı getirilmiş bir güvence olup, idarenin yanıt verme yükümlülüğünü kaldıran bir durum değildir. Zımni ret sonunda dava açma hakkını kullanmayan birinin, idarenin sonradan vermiş olduğu ret cevabı üzerine dava açma hakkını kullanması Anayasa’nın 74 ve 125. maddelerinin vermiş olduğu hakkın bir gereğidir. Zımni ret müessesesi, idarenin keyfi olarak cevap vermemek suretiyle dava açma hakkının engellenmesi nedeniyle getirilmiştir. İdari yargıda, idarenin iptal davası ile denetlenmesi esas olup, idarenin cevap vermemek suretiyle, hak arama özgürlüğünün kullanılmasına engel olması zımni ret müessesesi ile ortadan kaldırılmıştır. Zımni ret süresi sonundan itibaren başlayan dava açma süresi geçtikten sonra idareden gelen açık cevap üzerine süresi içinde dava açılabilecek olup, Anayasanın 125. maddesinin üçüncü fıkrası gereği bu duruma herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında, ilgilinin imar planlarına askı süresi içerisinde idareye yapmış olduğu itirazın yanıtlanmayarak reddi üzerine süresi içerisinde dava açabileceği gibi, zımni ret işlemi yerine idarece sonradan tesis edilecek ve idarenin gerçek iradesini ortaya koyan işleme karşı da dava açma süresi içerisinde dava açabilmesi mümkündür

İzmir İli, Konak ilçesi, Kahramanlar mahallesi, 1371 ada, 102 parseli de kapsayan alanda belediye meclisinin 01.06.2006 günki, 82/1006 sayılı kararı ile kabul edilen 1/1000 ölçekli uygulama imar planı ile buna yapılan itirazın reddine dair anılan meclisinin 05.11,2004 günlü, 4845/5388 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış; idare Mahkemesince, dava konusu uygulama imar planının 20.10.2005 ile 21.11.2005 günleri arasında askıya çıkarılmak suretiyle ilan davacılar tarafından anılan plana askı süresi içerisinde 15.11.2005 günü itiraz edildiği, son askı süresini izleyen altmış gün içerisinde davacıların itirazının yanıtlanmayarak reddedildiği günü izleyen altmış günlük dava açma süresi geçirilerek 04.09.2006 günü görülen davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu ifade edilmiş; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde de: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiş; Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise: “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağına vb sürelerini belirtmek zorundadır.” kuralı yer almış, bu ek fıkranın gerekçesinde ise: “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmış, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir.” açıklaması yapılmıştır. Bu bağlamda, Anayasanın “Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07.05.2004 günlü, 5170 sayılı Yasanın 7. maddesi) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü getirilmiştir. Bu hüküm ile usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenmiştir. Buna göre, bu antlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda uluslararası antlaşma kurallarının esas alınması anayasal bir gerekliliktir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme, AİHS) 6/1. maddesinde: “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” kuralı yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu -Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, bazı sınırlamalara tabi olabildiğini, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özürlü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiğini, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceğini, bu ilkelerden, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınmaları gerektiği belirtilmiştir.

Anayasa’nın “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin 3. fıkrasında, “idari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar” hükmü yer almaktadır. Anayasa’nın 74. maddesi, idareye başvurulara “yazılı” yanıt verme yükümlülüğü getirmektedir. 74. maddenin II. fıkrasına göre, “kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.” hükmü yer almaktadır. Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği belirtilmiştir. 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava açma süresinin ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı belirtilmiştir. 2577 sayılı Kanunun “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde:

1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.

2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.

3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” hükmü yer almıştır.

3194 sayılı imar Kanununun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinin (b) bendinde: “İmar Planları; Nazım imar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.” kuralı yer almaktadır. Ayrıca, 5393 sayılı Belediye Kanununun 20. maddesinin 1. fıkrasında, belediye rneclisinin, her ayın ilk haftası, önceden kararlaştırdığı günde toplanacağı, 5675 sayılı Yasanın 3. maddesiyle eklenen fıkrasında ise: “Belediye başkanı, acil durumlarda lüzum görmesi halinde belediye meclisini bir yılda üç defadan fazla olmamak ve her toplantı bir birleşimi geçmemek üzere toplantıya çağırır. Olağanüstü toplantı çağrısı ve gündem en az üç gün önceden meclis üyelerine yazılı olarak duyurulur ve ayrıca mutat usullerle ilan edilir. Olağanüstü toplantılarda çağrıyı gerektiren konuların dışında hiçbir konu görüşülemez.” kuralı bulunmaktadır. Uygulamada, 3194 sayılı Yasanın 8. maddesine göre belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe giren ve askıya çıkarılan planlara yapılan itirazları ve planları, belediye meclisinin, kendisine gönderildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde inceleyerek karar vermesi ve belediye meclisinin yasal olarak olağan ve olağanüstü yapabilecekleri toplantıları dikkate alındığında, itirazlar hakkında belediye meclisi tarafından 2577 sayılı Yasanın 11. maddesine göre oluşan zımnı ret süresi içerisinde karar oluşturulması ve tebliğ edilmesinin özellikle kapsamlı planlarda her zaman için mümkün olmadığı görülmektedir.

Esasen, 2577 sayılı Yasada yer alan kurallar idari usulü belirleyen kurallar olmayıp, yargılama usulünün belirlenmesine ilişkin kurallardır. Yargılama usulünde, dava açılmadan önce, idari yoldan işlemin idare bünyesinde ilgili yönünden yeniden değerlendirilmesine olanak sağlayan ve dava açılmasını idarenin bu değerlendirme sonucuna bağlayan ve bunu dava açma süresi ile ilişkilendiren Yasanın 10, 11, 12, 13. maddesindeki gibi kurallar yer almaktadır. Bu kapsamda yapılacak başvurulara cevap verilmemesi hali ise, dava açma süresine yönelik olarak oluşturulmuştur. Yukarıdaki hükümler uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında askı tarihleri arasında 2577 sayılı Kanunun 11. maddesi uyarınca imar planlarına itirazda bulunulması üzerine; anılan itiraza ilişkin başvurunun Anayasanın 40. maddesi uyarınca yetkili makama geciktirilmeden ulaştırılması ve 74. maddesi uyarınca başvurunun sonucunun gecikmeksizin ilgiliye bildirilmesi gerekmekte olup; ilgilinin haklarının zımni ret süresi ile sınırlandırılması yukarıda yer verilen yasal düzenlemelere uygun görülmemiştir.

Dava açma süresi içinde idareye yapılan başvurunun, altmış gün içinde yanıtlanmaması durumunun zımni ret sayılması, idarenin keyfi olarak vatandaşın başvurusunu bekletmesine karşı getirilmiş bir güvence olup, idarenin yanıt verme yükümlülüğünü kaldıran bir durum değildir. Zımni ret sonunda dava açma hakkını kullanmayan birinin, idarenin sonradan vermiş olduğu ret cevabı üzerine dava açma hakkını kullanması Anayasa’nın 74 ve 125. maddelerinin vermiş olduğu hakkın bir gereğidir. Zımni ret müessesesi, idarenin keyfi olarak cevap vermemek suretiyle dava açma hakkının engellenmesi nedeniyle getirilmiştir. İdari yargıda, idarenin iptal davası ile denetlenmesi esas olup, idarenin cevap vermemek suretiyle, hak arama özgürlüğünün kullanılmasına engel olması zımni ret müessesesi ile ortadan kaldırılmıştır. Zımni ret süresi sonundan itibaren başlayan dava açma süresi geçtikten sonra idareden gelen açık cevap üzerine süresi içinde dava açılabilecek olup, Anayasanın 125. maddesinin üçüncü fıkrası gereği bu duruma herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır.

2577 sayılı Kanunun “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddenin 3. bendinde “isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde” dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı düzenlenmiştir. Burada “reddedilme” veya “reddedilmiş sayılma” durumu söz konusudur. Buradan anlaşılması gereken idare dava açma süresi içinde yapılan başvuruya açıkça ret cevabı verebilir. Bu cevap dava açma süresini başlatır. Bu cevabın altmış günlük dava açma süresi içinde verilmemesi nedeniyle oluşan zımni retten sonra idarenin vermiş olduğu açık ret cevabının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde hükmü yorumlamak, hükmün bir kısmını uygulanamaz hale getirmektedir. Böyle yorumlandığında hükmün “veya” bağlacından önceki kısmının anlamı kalmamaktadır. İdari işleme karşı dava açmadan önce idareye başvuran kişilere, Anayasanın 74.maddesine göre idarenin yanıt vermesi zorunlu olduğundan, idarenin açık yanıtının zımni ret süresi içinde gelmesi gerektiğine dair bir sınırlama madde metninde yer almamaktadır. Madde metni bu yorumda bulunulmayacak kadar açıktır. Dava açma süresi içinde yapılan başvuruya idarenin almış gün içinde cevap vermemesi nedeniyle oluşan zımni retten sonra dava açma hakkı olduğunu bilmeyen, idareye olan güven nedeniyle idarenin cevap vermesini bekleyen kişiye zımni ret süresinden sonra idarece verilen ret cevabı üzerine dava açma hakkı veren 2577 sayılı yasanın 11. maddesi hak arama özgürlüğünün bir gereğidir.Buna göre, idarenin Anayasadan doğan yükümlülüğünü zamanında yerine getirmeyerek, 2577 sayılı Kanunun 11. maddesinde belirtilen sürenin geçmesinden sonra başvurunun ilgili makama ulaştırılmasından veya başvurunun sonucunun süresinden sonra ilgiliye bildirilmesinden doğan sorumluluğu başvuru sahibine yüklemek mümkün değildir. Başvuruya, yetkili organ tarafından sonradan verilen cevap üzerine, ilgilisinin cevabın tebliğinden itibaren süresi içerisinde dava açabileceği açıktır.

Aksine bir yaklaşım idarenin zımni ret süresi geçtikten sonra ve bu sürenin geçtiğini bile bile kendiliğinden tesis etmiş olduğu bu işlemi, dava konusu edilebilecek nitelikte işlem olma özelliğinden çıkarır ki, bir hukuk devletinde bu yaklaşımın, mülkiyet hakkına ilişkin işlemin sonuçları da dikkate alındığında kabulü uygun görülmemiştir. Bu değerlendirmeler ışığında, ilgilinin imar planlarına askı süresi içerisinde yapmış olduğu itirazın yanıtlanmayarak reddi üzerine süresi içerisinde dava açabileceği gibi, zımni ret işlemi yerine idarece sonradan tesis edilecek ve idarenin gerçek iradesini ortaya koyan işleme karşı da dava açma süresi içerisinde dava açabilmesi mümkündür. Uyuşmazlığa konu olayda, taşınmaz’ ile ilgili olarak imar planına askı tarihleri içinde itiraz eden davacının; davalı idare tarafından itirazın reddine dair işlemin kendisine bildirilmesi üzerine, dava açma süresi içerisinde görülen davayı açtığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, İzmir 2. İdare Mahkemesinin 28/01/2011 gönlü, E:2011/103, K.2011/68 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 02/06/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

              Yargıtay 12. Ceza Dairesi, E: 2014/18496, K: 2015/9591, Tarih: 03.06.2015

           ÖZÜ: Bünyesinde koruma, uygulama denetim büroları kurulan idarelerden izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranların, 2863 saılı Kanunun 65/d maddesi gereğince cezalandırılması gerekeceği,   bu kapsamda, suça konu taşınmazın bulunduğu ilde suç tarihi itibariyle büyükşehir belediyesi veya il özel idaresi bünyesinde koruma, uygulama denetim bürosu kurulup kurulmadığı araştırılıp, eğer kurulmuş ise, taşınmazın bulunduğu yerin koruma, uygulama denetim bürosunun sorumluluk alanı kapsamında olup olmadığı hususu tespit edilip, hükümden sonra, 08.10.2013 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesinde yapılan değişiklikler de dikkate alınarak, sanığın hukuki durumunun takdir ve tayininde zorunluluk bulunmaktadır.

08.10.2013 tarih ve 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanunun 7. maddesine göre, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararlarının, 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edileceği; sit alanlarının, tabiat varlıklarının ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dahil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin tescil kararlarının da Resmi Gazete’de yayımlanmakla birlikte, Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulacağı; Belirtilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından ise, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dahil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin olarak, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılması gerektiği;

Bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında, İzmir 1 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 30.01.2002 tarih, 9728 sayılı kararıyla kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen bölge içerisinde yer alan ve Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 20.06.1981 tarih, A-2954 sayılı kararıyla koruması gerekli kültür varlığı olduğu kabul edilen İzmir ili, Konak ilçesi Esnafşeyh mahallesi, 184 ada, 5 sayılı parselde yer alan tescilli binanın sanık Bülent Hoşgöz tarafından 10.12.2004 tarihinde satın alındığı, sanığın verdiği ifadelerinde binayı satın aldığında yıkılmış, harap bir halde olduğunu, binanın yerinde az bir enkazın olduğunu, onu da tehlike arzetmesi nedeni ile kaldırdığını ve yerine yeni bina yaptırdığını beyan ettiği, İzmir Konak Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu görevlilerince 29.04.2013 tarihinde yapılan denetimde, tescilli binanın yerine zemin+4 katlı betonarme binanın yapılmış ve kullanılmakta olduğunun tespit edildiği, bu tespit üzerine ilgili Koruma Bölge Kurulu’nun 17.05.2013 tarih, 1313 sayılı kararıyla sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği, dosya kapsamında bulunan tescilli binanın 1997 yılına dair fotoğraflarından ve İzmir 1 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 26.12.1997 tarih, 6992 sayılı kararından anlaşılacağı üzere, tescilli binanın bakımsız ve harap bir halde olduğu, 1997 yılında yıkıldığı, çevreye zarar vermemesi için Belediyenin gerekli önlemleri alması konusunda Koruma Kurulu’nca uyarıldığı, bu nedenle sanığın korunması gerekli kültür varlığını yıkarak zarar vermekten sorumlu tutulamayacağı, sanığın eyleminin ancak kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı içerisinde izinsiz bina yapmak suretiyle fiziki ve inşai müdahalede bulunmak suçunu oluşturabileceği, eylemleri sabit olan sanık hakkında 2863 sayılı Kanuna aykırılık ve imar kirliliğine neden olmak suçlarından davanın açıldığı, her ne kadar yapılan yargılama neticesinde, 11.10.2013 tarih ve 28792 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6498 sayılı Kanun gereğince, sit alanı ilanına ilişkin kararların ilgilisine tebliğ edilmesinin zorunlu hale getirildiği, olayda ise tebliğin bulunmadığı gerekçesi gösterilerek, 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçunun oluşmadığı kabul edilmiş, sanığın TCK’nın 184/1. maddesinde düzenlenen imar kirliliğine neden olmak suçundan mahkumiyetine, 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçundan ise, TCK’nın 44. maddesi gereğince hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş ise de; tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararlarının tebliğ zorunluluğunun yukarıda açıklandığı üzere, 11.10.2013 tarihinden itibaren yapılan tescil işlemleri için gerekli olduğu, bu tarihten önce yapılmış tescil işlemleri için tebliğ zorunluluğu bulunmayıp, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilmiş koruma kararının bilindiğinin kabul konusunda yeterli olduğu, olayımızda ise davaya konu yerin artık tek yapı ölçeğindeki kültür veya tabiat varlığı olmadığı, davaya konu yerin kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiş bölge içerisinde yer aldığı, davaya konu yerin tapu kaydında, taşınmazın sit alanı içerisinde kaldığına dair şerhin bulunduğu, bu nedenle sanığın izinsiz bina yaptığı yerin sit alanı içerisinde yer aldığını bildiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu nedenle sanığın eylemleri ile 2863 sayılı Kanunun 65/b maddesinde ve TCK’nın 184/1. maddesinde düzenlenmiş suçları ihlal ettiği, TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kaidesinin objektif koşullarının “tek bir fiilin bulunması” “birden fazla kanun hükmünün ihlali”nden ibaret olduğu, sanığın, işlediği fiille birden fazla suçun oluşmasına sebebiyet vermesi karşısında, hakkında eylemine temas eden en ağır hüküm olan 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kabul göre de; Bünyesinde koruma, uygulama denetim büroları kurulan idarelerden izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranların, 2863 saılı Kanunun 65/d maddesi gereğince cezalandırılması gerekeceği,   bu kapsamda, suça konu taşınmazın bulunduğu ilde suç tarihi itibariyle büyükşehir belediyesi veya il özel idaresi bünyesinde koruma, uygulama denetim bürosu kurulup kurulmadığı araştırılıp, eğer kurulmuş ise, taşınmazın bulunduğu yerin koruma, uygulama denetim bürosunun sorumluluk alanı kapsamında olup olmadığı hususu tespit edilip, hükümden sonra, 08.10.2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesinde yapılan değişiklikler de dikkate alınarak, sanığın hukuki durumunun takdir ve tayininde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince, sanığın mahkumiyetine ilişkin hükmün isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 03/06/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

             İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu Y.D. İtiraz No: 2015/1245, T:24.06.2015

            ÖZÜ: 17.11.2014 tarihinde yapılan denetimde işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilerek 2559 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca 27.11.2014 tarih ve 2036 sayılı Belediye Encümeni karar ile 30.400,00 TL, para cezası verilen davacıya 05.02.2015 tarihinde yapılan tespitte yine işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilmesi nedeniyle en son uygulanan 30.400,00 TL para cezasının bir kat arttırılarak 60.800,00-TL, para cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından dava konusu işlem nedeniyle idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenle, davalı idare itirazının kabulüne karar verilmiştir.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun; 27. maddesinin 2. fıkrasında; “Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.” hükmüne yer verilmiş; bu fıkraya 21.02.2014 gönlü, 6526 sayılı Kanunun 17. maddesi ile eklenen cümlede ise “Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz. Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkansız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur.” hükmü getirilmiştir.

Yasanın bu hükmünün diğer maddelerde yer alan kurallarla birlikte incelenmesinden, mahkemece hukuka aykırı bulunan her idari işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin öngörülmediği, işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması şartının da gerçekleşmesinin ön koşul olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.

2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 6. maddesinde; “Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinden;…

d) Mevzuat hükümlerine aykırı olarak işletilen,

İş yerlerinin işletmecilerine beşyüzmilyon Türk Lirası ile birmilyar Türk Lirası arasında idari para cezası verilir.

Bu maddede öngörülen idari para cezaları, belediye sınırları içinde belediye encümeni, belediye sınırları dışında il daimi encümeni tarafından verilir. Verilen idari para cezalarına dair kararlar ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. İdari para cezaları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.

Bu maddede belirtilen aynı fiillerin bir yıl içinde tekrarı halinde, en son uygulanan para cezası bir kat artırılarak uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; İzmir İli, Konak İlçesi, 1486 Sokak, No:2 Alsancak adresinde faaliyet gösteren işyerinin 28.02.2013 tarih ve 386 sayılı encümen kararına istinaden ruhsatsız olduğundan bahisle 13.03.2013 tarihinde ruhsat alıncaya kadar mühürlendiği ve 2559 sayılı Kanun 6/d maddesi uyarınca 950,00 TL, yapılan denetimlerde işyerinin yeniden faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi üzerine, 04.04.2013 tarih ve 644 sayılı karar ile 1.900,00 TL, 29.08.2013 tarih ve 1409 sayılı karar ile 3.800,00 TL, 06.03.2014 tarih ve 342 sayılı karar ile 7.600,00 TL, 12.06.2014 tarih ve 878 sayılı karar ile 15.200,00 TL, 27.11.2014 tarih ve 2036 sayılı karar ile 3.0.400,00 TL para cezası verildiği, dava konusu işleme ilişkin yapılan kontrolde de yine ruhsatsız olarak faaliyetine devam ettiğinin anlaşılması üzerine dava konusu 12.02.2015 tarih ve 286 sayılı karar ile 60.800,00-TL, para cezası verildiği anlaşılmaktadır.

Olayda, 17.11.2014 tarihinde yapılan denetimde işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilerek 2559 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca 27.11.2014 tarih ve 2036 sayılı Belediye Encümeni karar ile 30.400,00 TL, para cezası verilen davacıya 05.02.2015 tarihinde yapılan tespitte yine işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilmesi nedeniyle en son uygulanan 30.400,00 TL para cezasının bir kat arttırılarak 60.800,00-TL, para cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından dava konusu işlem nedeniyle idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenle, davalı idare itirazının kabulüne, İzmir 5. İdare Mahkemesi’nin 21.05.2015 tarih ve E: 2015/277 sayılı yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne ilişkin kararının kaldırılmasına, 2577 sayılı yasanın 27/2. maddesinde öngörülen şartlar birlikte gerçekleşmediğinden yürütmenin durdurulması isteminin reddine, 2577 sayılı yasanın 27/7. maddesi gereğince 24/06/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

DUYURU

Ağu27
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

BELEDİYE VE ÖZEL İDARELERDE ÇALIŞAN KAMU GÖREVLİLERİNİN  DİKKATİNE!

23.Ağustos 2015 günlü Resmi Gazetede, KAMU GÖREVLİLERİNİN GENELİNE VE HİZMET KOLLARINA YÖNELİK MALİ VE SOSYAL HAKLARA İLİŞKİN 2016 VE 2017 YILARINI KAPSAYAN 3.DÖNEM TOPLU SÖZLEŞME Yayınlanmıştır.

Yazıldı Duyurular

Danıştay Birinci Daire,E.2015/1014,K.2015/1034,T.23.06.2015

Ağu21
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

   

   M.B.Derneğine ait yapının lokal olarak kullanılmasına ilişkin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylanarak yapılan restorasyonundan sonra kullanım amacına aykırı  olarak  içkili kafeterya olarak kullanımına göz yummak  eylemiyle ilgili olarak; kamuya yararlı dernek statüsünde olan M.B.Derneğine ait yapının belediye ile dernek arasında yapılan 21.03.2010 tarihli protokol kapsamında tarihi eser olan yapının  restorasyonu için çalışmalara başlanıldığı, restorasyonun  amacının   yapının korunması ve dernek  için sosyal tesis, lokal olarak kullanımına uygun hale getirmek olduğu, bu kapsamda İzmir  1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 28.01.2011 gün ve 5647 sayılı ve 13.04.2011 gün ve  5861 sayılı kararları uyarınca restorasyon çalışmalarının yürütüldüğü, restorasyonun Koruma Kurulunun onayına uygun  olarak 16.11.2011 tarihinde geçici kabulünün yapıldığı,26.01.2012 tarihli kira sözleşmesi ile yapının dernek tarafından kiralandığı, kira sözleşmesinden sonra yapı  için 16.03.2012 gün ve 129 sayılı lokal amaçlı  yapı kullanım  izin belgesinin düzenlendiği, özel yapı  şeklini gerektiren  işyerlerinden olmaması nedeniyle  içkili kafeterya  faaliyeti için  ruhsat başvurusunun İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik  hükümleri kapsamında değerlendirildiği, mevzuata aykırılık görülmemesi sebebiyle faaliyet konusu içkili kafeterya olan bu yer  için 10.05.2012 gün ve 58 sayılı  işyeri açma ve çalışma ruhsatının düzenlendiği, restorasyondan sonra işyeri açma ve  çalışma ruhsatı  düzenlenirken  Koruma Kurulundan  izin alınması yolunda bir mevzuat  hükmü bulunmadığından, bu nedenle  ilgililere isnat edilen  eylemin, haklarında soruşturma yapılamasını gerektirecek nitelikte olmadığının  kabulüyle, İçişleri Bakanlığının 09.03.2015 gün ve  Mül.Tef.Ku.Bşk 2015/70 sayılı kararının K.T.,S.P.,M.K.,H.E., ve K.S.  için soruşturma izni verilmesine ilişkin  kısmının kaldırılmasına  oy çokluğuyla karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

17 AĞUSTOS MARMARA DEPREMİ VE YAPILAN ÇALIŞMALAR

Ağu18
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

GAZETELERDEN

 17 AĞUSTOS MARMARA DEPREMİ VE YAPILAN ÇALIŞMALAR

17 Ağustos Marmara depreminin  yıl dönümünde, bu acı güne  ilişkin o günden bu yana nelerin yapılıp yapılmadığı veya yapılamadığı bu yazıda irdelenmeye çalışılmıştır.MARMARA Denizi, büyük bir depremin beklendiği bölgedeki fay hareketlerini incelemek ve bölgenin karakterini anlamak için 36 ay süreyle Fransızlarla ortaklaşa takibe alındı. Deniz tabanı ve altına, son teknoloji cihazlar yerleştirildi. Çalışmayla alınan veriler Kandilli Rasathanesi’ne aktarıldı. 8 milyon Euro bütçeli projeyle deprem erken uyarı sistemi, Marmaray ve İGDAŞ ile entegre edildi. Olası bir depremde gaz kesilecek.

 ‘FAYIN ORTA KISMI SÜREKLİ KAYIYOR’

Çalışmanın detaylarını  anlatan Prof. Dr. Celal Şengör, İstanbullular açısından değişen bir şey olmadığını söylerken, “Çalışma, fayın orta kısmının sürekli hareket ettiğini ortaya koydu. Bu da Adalar’ın önünün çok tehlikeli olduğunu gösterdi’’ dedi. Uydular kullanılarak fayın orta kesiminin sürekli kaydığının tespit edildiğini dile getiren Şengör, “Bu çok önemli bir şey. Kilitlenen yer Adalar önü. Çok çok tehlikeli bir yer. Ama evi sağlam olana hiçbir şey olmaz. En tehlikeli yere bina yapılır, yeter ki tehlike bilinsin’’ uyarısı da yaptı. Marmara’da deformasyonun (bozulmanın) zannettiklerinden daha dağınık olduğunu kaydeden Şengör, “Bir sürü küçük fay bulundu. Bunlar, atımı (depremle ortaya çıkan hareket) karşılıyor. Sismologlar ise tek fayda atım karşılanacak sanıyor. Marmara olduğu gibi deforme oluyor. Derdimiz şu; bu deformasyonun ne kadar dağınık olduğunu bilmiyoruz’’ diye konuştu.

ERKEN UYARI: EN FAZLA 13, EN AZ 3 SANİYE

Prof. Dr. Celal Şengör, oluşturulan erken uyarı sisteminin ne kadar zaman kazandıracağının, depremin olacağı yere bağlı olduğunu belirterek, “En uzak noktada, Ganos’ta (Şarköy bölgesindeki Ganos Dağı fayı) olursa 12-13 saniye ama yakın bir yerde olursa 3-4 saniye kazandırır. Bu da gazın kesilmesini sağlar’’ bilgisini verdi.Prof. Dr. Şengör, çalışmalarla ilk yapılan tahminlerin değişmediğini, proje çerçevesinde birçok noktaya cihazlar yerleştirildiğini kaydederek, “Kandili, bunlarla sürekli gözlem yapabilecek. Denizin altından, karadan ve uzaydan’’ ifadesini kullandı.

3 İL İÇİN DEPREM UYARISI

Fırat Üniversitesi’nde düzenlenen panelde İstanbul, Elazığ ve Erzincan olmak üzere 3 büyük ilde deprem uyarısını tekrar eden Prof. Dr. Naci Görür de bir kentin depreme nasıl hazırlanması gerektiğini anlattı. Deprem alarmı verilen kentlerde öncelikle o kentleri depreme hazırlama çalışmaları yapılması gerektiğini vurgulayan Görür, bunun ilk aşamasının ise tehlike analizi olduğunu belirtti. Görür, “Tehlikenin nereden geldiğini, ne büyüklükte olduğunu, kenti nasıl etkileyeceğini, hangi bölgeleri daha fazla hasara uğratacağını bilmeniz lazım. Tehlikeyi tanımak lazım. Ama bugüne kadar bunu hiçbir yetkili kurum yapmadı. AFAD var ama onların bu araştırmayı yapacak nitelikleri yok. Karşılık olmadan bilim adamları bunu yapabilir. Çaldığımız bütün kapılar yüzümüze kapanıyor” diye eleştiride bulundu.

RISK 30 YIL IÇINDE YÜZDE 65

Kandilli Rasathanesi’ne göre önümüzdeki 30 yıl içinde yüzde 65 oranında bir deprem riski var. Marmara Bölgesi’nde beklenen bu risk, İstanbul’a yaklaşık 15 kilometre mesafeden geçen Marmara Denizi’ndeki Kuzey Anadolu Fay Zonu üzerinde. Son depremin üzerinden 248 yıl geçen olası büyük İstanbul depreminde en tehlikeli yer ise Adalar önü. Doğu ve batı arasındaki geçiş noktası olan Marmara Bölgesi’nde 2 bin yılı kapsayan deprem kayıtlarına göre, en az bir orta yoğunlukta depremin her 50 yılda İstanbul’da etkili olduğu görüldü. 1509 yılında Marmara Denizi Adalar yakınlarındaki depremden 257 yıl sonra 1766 yılında Marmara Denizi doğusunda oluşan deprem İstanbul’u etkileyen büyük depremler oldu. Buna göre yüksek yoğunluklu depremlerin görüldüğü süre ise 250-300 yıl arasında.

MARSİTE PROJESİ

AB destekli bir proje. Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü koordine ediyor. Fransız IFREMER Araştırma Enstitüsü ile işbirliği yapılıyor. Amaç, Marmara Denizi’ni yakın takibe almak. Proje bütçesi 8 milyon Euro, süresi de 36 ay. Tekirdağ Gaziköy’de 146 metrelik derin bir kuyu açıldı. İçine son teknoloji cihazlar yerleştirildi. Buradan alınan veriler, Kandilli Rasathanesi’ne aktarılıyor. Deprem erken uyarı sistemi, Marmaray ve İGDAŞ ile entegre edildi. Olası bir depremde gaz kesilecek. Marmara Denizi’ndeki her türlü yer, uzay, deniz ve kara gözlemi yapılacak. Elde edilen veriler Avrupa’daki enstitülerle ortaklaşa incelenecek. Yeraltı suları, radon gazı, kabuk deformasyonları gözlenecek. Fay yakınındaki deprem ve sıvı aktiviteleri izlenecek. Bölgedeki, deprem ve tsunami riskinin gerçek zamanlı olarak belirlenmesine çalışılacak

Yazıldı Duyurular

BAŞBAKANLIK DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞININ ÇEŞİTLİ TARİHLERDE VERDİĞİ GÖRÜŞLER

Ağu18
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Yer değiştirme suretiyle başka bir yere atanan memurun mehil müddeti içinde hastalık raporu alması halinde göreve ne zaman başlaması gerekir?

657 sayılı Kanunun 62, 63, 76, 105 ve 169 uncu maddeleri çerçevesinde konuyu izah etmek gerekirse;

a) Başka yerdeki görevlere ataması yapılan memura 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 62 nci maddesi gereğince verilen mehil müddetinin memurun başka yere taşınmasına ilişkin işleri yapabilmesi için verildiği düşünüldüğünde, bu süre içinde hastalanarak hastalık raporu alan memurun bu işleri yapamayacağının değerlendirilmesi sebebiyle, memurun mehil müddeti içinde hastalık raporu alması halinde mehil müddeti duracak ve rapor süresinin bitiminde mehil müddetinin kalan kısmı devam edecektir.

b) Başka yerdeki görevlere ataması yapılan memurun 657 sayılı Kanunun 62 nci maddesi gereğince verilen mehil müddeti içinde memuriyet statüsünün devam etmesi, mezkur Kanunun 105 inci maddesinde memura verilen hastalık izninde aylık ve özlük haklarının korunacağının ve yine aynı Kanunun 18 inci maddesinde bu Kanunda yazılı haller dışında memurun aylığının elinden alınamayacağının belirtilmesi sebebiyle, mehil müddeti içinde hastalık raporu alan memurun usulüne uygun olarak almış olduğu hastalık raporunun hastalık iznine çevrilerek aylığının ödenmesi gerekmektedir.

650 sayılı KHK ile yapılan değişiklik sonrasında kamu kurum ve kuruluşlarında memur statüsünde görev yapan eğitim personeli, özel öğretim kurumlarında görev alabilirler mi?

5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 8 inci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarında; “İhtiyaç halinde, resmi okullarda görevli öğretmenlere asıl görevlerini aksatmamak ve aylık karşılığı okutmakla yükümlü bulunduğu haftalık ders saati sayısını doldurmaları kaydı ve çalıştıkları kurumların izni ile sadece okullarda, aylık karşılığı okutmakla yükümlü bulunduğu haftalık ders saati sayısının yarısı kadar ücretli ders verilebilir. Öğretmenlerin toplam ders saati sayısı haftada otuz saati geçemez.

Uzman öğretici, usta öğretici ve öğretmenlik yapma nitelik ve şartlarını taşıyan diğer Devlet memurlarına, ilgili birimlerin izniyle haftada on saati geçmemek üzere ücretli ders görevi verilebilir. Ders saati ücretli olarak görevlendirileceklerle ilgili diğer hususlar yönetmelikle belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir.

Yine, 5580 sayılı Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesinin (b) bendinde ise, “özel öğretim kurumları” kavramı okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim, özel eğitim okulları ile çeşitli kursları, uzaktan öğretim yapan kuruluşları, dershaneleri, motorlu taşıt sürücüleri kursları, hizmet içi eğitim merkezleri, öğrenci etüt eğitim merkezleri, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri ile benzeri özel öğretim kurumları şeklinde tanımlanmış; (c) bendinde de “özel okul” kavramının sadece okul öncesi eğitim, ilköğretim, özel eğitim ve ortaöğretim özel okullarını kapsadığı ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere; 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesiyle, memurların mesleki faaliyette bulunmak üzere gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir işyerinde veya vakıf üniversitelerinde çalışamayacakları, ancak özel kanunlarda belirtilen görevlerin bu yasaklamanın kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir. Özel kanun niteliğindeki 5580 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarıyla da, 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesindeki ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyette bulunma yasağına istisna bir düzenleme getirilmiş olup, bu hüküm ve açıklamalar çerçevesinde; Devlet memurları ile resmi okullarda görev yapan öğretmenlerin, 5580 sayılı Kanunun 8 inci maddesi kapsamında ders görevi alabilmeleri mümkündür.

Memurlar, Hafta sonlarında, hafta içi mesai saatlerinde veya mesai saatleri dışında, resmi tatil günlerinde, izinli olunan veya ücretsiz izinli oldukları günlerde şirket, vakıf ve dernekler tarafından organize edilen veya dernek veya vakıfların iktisadi işletmeleri aracılığı ile düzenledikleri eğitim, seminer, çalıştay, proje, danışmanlık gibi faaliyetlerde eğitici sunucu, danışman gibi sıfatlar ile bedelli veya bedelsiz-gönüllü olarak görev alınabilir mi?

Devlet memurlarının mesai saatleri dışında veya kurumlarının iznini almak suretiyle mesai saatleri içinde;

a) 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesi hükmü kapsamında yukarıda yer verilen veya verilmeyen “özel kanunlarda belirtilen görevler”i yapmaları ve bunlara dayalı olarak gelir elde etmeleri mümkündür.

b) 5580 sayılı Kanun ve ikincil mevzuat hükümlerine uyulmak ve haftalık 10 saati aşmamak üzere “özel öğretim kurumlarında” ders görevi almaları mümkündür.

c) 5846 Fikir ve Sanat Eserleri Kanununu çerçevesinde meydana getirdikleri eserleri sözleşme yapmak suretiyle yayımlatabilecekleri söz konusu eserlerin seminer, konferans, panel gibi tanıtım faaliyetlerine müellif olarak iştirak etmelerine engel bir husus bulunmamaktadır.

d) Anayasa ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu çerçevesinde derneklere ve vakıflara üye olabilecekleri gibi yönetim kurullarında görev alabilecekleri, üyesi oldukları bu derneklerin seminer, konferans, panel, kurs gibi faaliyetlerine de eğitici, panelist ve benzeri şekilde katılabilirler, bu faaliyetleri için ücret alabilirler, bunların faaliyetleri sebebiyle oluşan masrafları derneklerce karşılanabilir.

e) Türk Ticaret Kanunun 16 maddesi hükmü uyarınca ticari işletme işleten vakıf ve dernek yönetim kurullarında görev alamazlar. Ticari işletme işleten bir derneğin yönetim kurulunda görev almasının ise ancak söz konusu derneğin gelirinin yarısından fazlasının kamu görevi niteliğindeki işlere harcanması şartıyla mümkün olabilecektir.

f) 5072 sayılı Kanun kapsamında kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu hizmetlerini veya personelini desteklemek üzere kurulan dernekler ve Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıflarda görev alan kamu görevlileri, anılan Kanunun 2. maddesi hükmü uyarınca ücret, huzur hakkı ve başka bir ad altında herhangi bir karşılık alamazlar.

g) Mer’i mevzuat gereğince diğer kamu kurum ve kuruluşları ile yabancı memleket veya uluslararası kuruluşlarda hizmet almaları için izin verilen Devlet memurları hariç olmak üzere kendilerine aylıksız izin verilenlerin memur olarak çalıştıkları dönemde yapmaları yasaklanmış olan kazanç getirici faaliyetleri aylıksız izinde iken de yapmaları memurlara getirilen yasak kapsamındadır. Bu yasağa uymamanın cezası ise kademe ilerlemesinin durdurulmasıdır.

 Devlet memurları televizyon kanallarında yayınlanan dizilerde figüran olarak rol alabilir mi?

Bazı memurların sahip olduğu özel yetenekleri onları sanatsal etkinlik yapmaya sevk etmektedir. Bazen figüran bazen de ses ve saz sanatçısı olabilmektedirler. Bu durumlar memurlar için getirilen yasak kapsamına girer mi?

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurlara getirilen bazı yasaklar açık açık belirlenmişken bazı yasaklar ise yorumla ve diğer kanunlardaki hususlarla açıklığa kavuşturulabilmektedir.

Genel bir tanımlaması yapılmamakla birlikte memurların hizmet içinde ve dışında itibar ve güven duygusuna layık olması önemli bir kuraldır. Bu husus 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 8’inci maddesinde; “Devlet memurları, resmi sıfatlarının gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını hizmet içindeki ve dışındaki davranışlarıyla göstermek zorundadırlar” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu Kanunun 28’inci maddesinde ise; “Memurlar Türk Ticaret Kanunu’nda göre (Tacir) ve (Esnaf) sayılmalarını gerektirecek bir faaliyette bulunamaz, ticaret ve sanayi müesseselerinde görev alamaz, ticari mümessil veya ticari vekil veya kollektif şirketlerde ortak veya komandit şirkette komandite ortak olamazlar. (Görevli oldukları kurumların iştiraklerinde kurumlarını temsilen alacakları görevler hariç.) Memurların üyesi oldukları yapı, kalkınma ve tüketim kooperatifleri ile kanunla kurulmuş yardım sandıklarının yönetim ve denetim kurulları üyelikleri görevleri ve özel kanunlarda belirtilen görevler bu yasaklamanın dışındadır” hükmüne yer verilerek genel yasaklar tadat edilmiştir.

Bu açıklamalar çerçevesinde;

1- 657 sayılı Kanun’a tabi personelin televizyon dizilerinde rol almasının, figüranlık yapmasının memurların hizmet içinde ve dışında itibar ve güven duygusunu zedelemesi kaydıyla,

2- Bu faaliyetlerin mesai saatleri dışında icra edilmesi,

3- Bu faaliyetten ticari kazanç sağlanmaması,

4- Herhangi bir akid ile işverene bağlanılmaması,

5- Sosyal güvenlik kuruluşlarından biriyle ilişkilendirilmemesi halinde mümkündür.

Yine bu konuda yapılan faaliyetin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında yapılması da yasak kapsamının dışındadır. İlgililerin kaset çıkarması ya da köşe yazarlığı yapması gibi faaliyetleri bu kapsamda sıralayabiliriz. İşin özü ise yapılan faaliyetin tacir veya esnaf tanımı kapsamında olmamasıdır. Aksi durum ise cezayı gerektirmektedir. Yasak kapsamına giren faaliyetlerin tespiti halinde ise verilecek ceza kademe ilerlemesinin durdurulmasıdır.

Devlet memurlarının mesleği dışında göreviyle ilgili olmayan konularda köşe yazarlığı yapabilir mi? İnternet sitelerinde yazılar yazabilir mi?

Devlet memuru olarak görev yapan personelin; bir gazetede hizmet akdine bağlı olarak köşe yazarlığı yapamayacağı, 657 sayılı Kanun’un ödev ve sorumluluklar ile yasaklara ilişkin hükümlerine riayet etmek kaydıyla 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser çıkarabileceği, mezkur Kanun kapsamında eser çıkarmasının disiplin suçu sayılmayacağı değerlendirilmektedir.

Devlet memuru olarak görev yapan personelin dergide “bir hizmet akdine bağlı olarak” köşe yazarlığı yapamayacağı ancak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Basına bilgi veya demeç verme” başlıklı 15. maddesine aykırılık teşkil edecek nitelikte bilgi açıklamamak kaydıyla, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser çıkarabilmesinin mümkün olduğu değerlendirilmektedir. İnternet sitelerinde yazılan yazılar da bu kapsamdadır.

Ancak, yazılan yazıların eser niteliğinde olup olmadığı, herhangi bir siyasi parti; kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef alıp almadığı, gazete sahibi gerçek veya tüzel kişilerle sözleşmeye dayalı bir ilişki içerisinde olup olmadığı hususları dikkate alınarak konunun memurların çalıştıkları kurumlarca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Devlet memurunun kızına ait şirketin işlerini vekaleten yürütmesi yasak kapsamında mıdır?

… Valiliği İl Eğitim Denetmenliği tarafından yürütülen inceleme esnasında öğretmen… ‘ın, kızına ait… Eğitim Gereçleri Ofis Mobilyaları İnşaat ve Dekorasyon Ticaret Limited Şirketi’ne ait işleri vekaleten yürüttüğünün tespitine binaen, şirket işlerine vekalet etmenin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre yasak olup olmadığı ve eğer memurlarca yapılması yasaklanan işlerden ise mezkür kanunun 125’inci maddesinin hangi bendine göre değerlendirilmesi gerektiği hususlarında hasıl olan soruya şu şekilde cevap verilmiştir.

657 sayılı Kanun’un 28’inci ve 125’inci maddesi ile 6098 sayılı Kanun’un 551’inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde; noterden tasdikli vekaletname örneğinde …’ın, … Eğitim Gereçleri Ofis Mobilyaları İnşaat ve Dekorasyon Ticaret Limited Şirketi’nin işlemleriyle vekil tayin edilmesi, ilgili memurun ticari vekil gibi değerlendirilmesi sonucunu doğurmakta olup; bu durumda ilgilinin ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyette bulunma yasağını ihlal ettiği ve 657 sayılı Kanun’un 125/D-h bendinde yer alan; ticaret yapmak veya devlet memurlarına yasaklanan diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunmak,” hükmüne göre cezalandırılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.

Kitabın yazarı olarak ismi ile birlikte kariyer unvanının ve görev yaptığı kurumun adının kullanılması mümkün müdür?

Gizli bilgileri bulundurmamak koşuluyla, Devlet Memurunun 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında her türlü eser çıkarabileceği değerlendirilmekle birlikte, 657 sayılı Kanun’da devlet memurunun kitabın yazarı olarak ismi ile birlikte kariyer unvanının ve görev yaptığı kurumun adının kullanılması hususunda herhangi bir yasal engel bulunmamakta olup, bu tür faaliyetler 657 sayılı Kanun’a ve ilgili diğer mevzuata aykırılık teşkil etmemektedir.

 

Yazıldı Makale ve Görüşler

BELEDİYELERİMİZİN DİKKATİNE !

Ağu13
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

2015 YILI KURBAN HİZMETLERİNİN UYGULANMASINA DAİR TEBLİĞ,12 Ağustos 2015 ÇARŞAMBA gün ve    29443 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

Yazıldı Duyurular

GAZETELERDEN 15 yıl 3600 gün çalışan herkes tazminat alabilecek mi?

Ağu07
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Soru 1: Başka bir şirketten şu andaki ücretimden daha iyi bir ücretle iş teklifi aldım. 15 yıl 3.600 günü de doldurdum. İstifa edip tazminatımı alarak yeni şirkette işe başlayabilir miyim?

Cevap: 15 yıl 3.600 günle kıdem tazminatı, emeklilik için yaş dışındaki diğer şartları doldurmak anlamına gelmektedir. Prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık süresini dolduran işçi yaş şartını çalışmadan bekleyebilir ve bu nedenle işinden ayrıldığında kıdem tazminatı alabilir.

SGK’dan yazı alınacak

Ancak bu durum bütün işçiler için 15 yıl, 3.600 günle söz konusu olmayabilir. 15 yıl 3.600 gün şartı 8.9.1999 öncesinde ilk kez sigortalı olanlar için geçerlidir. Örneğin, 1 Ocak 2000 tarihinde ilk kez sigortalı olan bir işçinin yaş dışındaki şartları tamamlaması nedeniyle kıdem tazminatı alabilmesi için 4.500 prim günü ve 25 yıl sigortalılık şartlarını tamamlaması gerekmektedir. Yani 15 yıl 3.600 gün herkes için geçerli bir şart değildir. 8.9.1999 sonrasında ilk kez sigortalı olanlar sigortalı oldukları tarihe göre farklı şartlara tabidirler.

İlk kez sigortalı olunan tarihe göre değişen emeklilik koşullarından prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık süresini dolduran işçiler, bu durumlarını tespit eden yazıyı bağlı oldukları SGK il veya ilçe müdürlüklerinden alıp işverene verdikleri takdirde kıdem tazminatlarını alabilirler. SGK gerekli kontrolleri yaparak kişinin emeklilik için gerekli yaş dışındaki diğer şartları tamamlamış olması halinde çalışana “kıdem tazminatı alabilir” yazısı vermektedir.

İşverenin bu yazıyı kabul etmemesi veya kıdem tazminatı ödememesi mümkün değildir. İşverenin bu yazıya rağmen tazminat ödememesi halinde işçi mahkemeye başvurarak kıdem tazminatını talep edebilir. Ancak bu yazının SGK’dan alınmış olması çok önemlidir. İşçi bu yazı olmadan işverenden kıdem tazminatı talep ederse işveren yazıyı görmeden ödeme yapmayabilir.

İşçi, emeklilik için yaş dışındaki diğer şartları tamamlamış olması nedeniyle kıdem tazminatına hak kazanmışsa tazminatını son işvereninden alır. Son işverenine bağlı olarak yalnızca 1 yıl çalışmış işçi 1 yılın karşılığı olarak 1 brüt ücreti tutarında kıdem tazminatı alabilir.

Tazminat alıp tekrar çalışmak mümkün mü?

Bu hak kapsamında kıdem tazminatı alanların yeniden çalışıp çalışamayacağı konusu farklı değerlendirmelere konu olabiliyordu. Bu durumdaki işçiler kısa bir süre sonra yeniden çalışmaya başladıklarında tazminatı ödeyen işveren bu kişiler hakkında “hakkın kötüye kullanıldığı” iddiası ile dava açıp tazminat istiyordu. Diğer yandan Anayasa’da açıkça yer alan çalışma hürriyeti kapsamında bu kişilerin tazminat aldıktan sonra yeniden çalışmasının “hakkın kötüye kullanılması” olup olmadığı konusunda farklı kararlar da söz konusuydu.

Yargıtay nokta koydu

15 yıl 3.600 günle kıdem tazminatı alan bir işçinin bu hakkını kötüye kullandığı iddiası ile açılan davada Yargıtay açıkça, bu durumdaki işçilerin yeniden çalışmaya başlamasının “hakkın kötüye kullanılması” olmadığı yönünde karar verdi. Bu karar sonrası 15 yıl 3.600 günle kıdem tazminatı alan kişilerin yeniden çalışmaya başlamalarının önünde bir engel kalmamış oldu. Daha önce bazı durumlarda mahkemeler işçinin çok kısa bir süre sonra yeniden çalışmaya başlaması halinde bu durumun “hakkın kötüye kullanılması” olarak değerlendirilebileceği yönünde kararlar verebiliyorlardı. Ancak kararda açıkça bu ifadenin yer alması tazminat alan kişilerin yeniden çalışabileceklerini ortaya koymuş oldu.

Bu karar 15 yıl 3.600 günle kıdem tazminatı talep edecek işçilerin elini önemli ölçüde güçlendirmiş oldu. Bu şekilde kıdem tazminatı alacak işçiler yeniden çalıştıklarını işverene ve çalışma arkadaşlarına duyurmamak gibi yöntemlere başvuruyorlardı. Ancak bu karar sonrası bu haklarını kullanarak açıkça işvereni zarara uğratmadıkları durumlarda yeniden çalışmaya başlamalarının önünde bir engel kalmamış oldu.

Ayrıca, kararda Yargıtay işçinin yeni işinde daha iyi çalışma koşulları ve ücrete sahip olmasının bile hakkın kötüye kullanımı olmadığını ifade ediyor.

Yazıldı Güncel Mevzuat

5 Ağustos 2015 günlü ve 29436 sayılı Resmî Gazetede, SOSYAL GÜVENLİK KURUMU SAĞLIK UYGULAMA TEBLİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ yayınlanmıştır.Bu Tebliğle yapılan değişiklikler şunlardır;

Ağu06
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 3.3.3.A – Gözlük cam ve çerçevesi

(1) Gözlük cam ve çerçevenin temininde göz sağlığı ve hastalıkları uzman hekimleri ile bu dalda ihtisas yapan asistan hekimler tarafından düzenlenen reçeteye/e-reçeteye dayanılarak işlem yapılacaktır. Ancak acil polikliniklerinde yazılan gözlük cam ve çerçeve reçete/e-reçete bedelleri karşılanmayacaktır.

(2) Gözlük cam ve çerçeveleri, 5193 sayılı Optisyenlik Hakkında Kanun hükümlerine uygun olarak faaliyetlerini sürdüren ve Kurumla görmeye yardımcı tıbbi malzeme sözleşmesi imzalayan optisyenlik müesseselerinden temin edilecektir.

(3) Cam bedelleri, çerçeve bedeli ile birlikte sözleşmeli optisyenlik müesseseleri tarafından Kuruma fatura edilir.

(4) SUT eki EK-3/D Listesinde yer alan camlar ile hasta tarafından talep edilen farklı özelliklere sahip camlar arasında oluşacak fark ücreti Kurum tarafından karşılanmaz.

(5) Gözlük camı ve çerçevelerinin yenilenme süresi 3 yıldır. Ancak, görme bozukluğunda 0,5 diyoptrilik değişiklik olması halinde gözlük camı süresinden önce yenilenebilir.

3.3.3.C – Kontakt lensler

(1) Kontakt lens bedelleri;

a) Konjenital katarakt nedeniyle opere olmuş afak olgularda,

b) Travma ve iatrojenik nedenlerle tek gözde veya iki gözde göz lens bağlarının kopması ve akabinde göz içine tekrar lens konulamaması sonucu gelişen afaki olgularda,

c) Keratokonusu olan göze gözlük uygulanmış ve gözlükle görme keskinlikleri 10/10 a kadar (tama) artmayan olgularda,

ve bu durumlarının üçüncü basamak sağlık hizmeti sunucularınca düzenlenen en az bir göz sağlığı ve hastalıkları uzman hekiminin yer aldığı sağlık kurulu raporunda/e-raporda, teşhis, hastaya uygun görülen lensin çapı (BC), derinliği (DİA), diyoptri değeri (POW) ile lensin niteliğinin (sert, yumuşak, gaz geçirgenliği v.b.) belirtilmesi ve Kurumla sözleşmeli optisyenlik müesseselerinden temin edilmesi şartıyla SUT eki EK-3/D Listesinde yer alan bedeller üzerinden Kurumca karşılanır.

(2) Kontakt lenslerin yenilenme süresi 2 yıldır.

(3) Konjenital katarakt nedeniyle opere olmuş 6 yaşından küçük çocuklarda 6 ayda bir yenilenmesi halinde sağlık kurulu raporuna/e-rapora istinaden bedelleri Kurumca karşılanır.

(4) Konjenital katarakt nedeniyle opere olmuş ve afakı 6 yaşından sonra da devam eden olgularda kontakt lensin sağlık kurulu raporu/e-rapor ile “aylık sık replasmanlı” olarak kullanılacağının belirtilmesi halinde 6 ayda bir, “yıllık” olarak kullanılacağının belirtilmesi halinde ise yılda bir yenilenebilir.

(5) Konjenital katarakt nedeniyle opere olmuş afak olgular hariç kontakt lens kullanan hastaların ayrıca gözlük cam ve çerçeve bedelleri Kurumca karşılanmaz.

(6) Kontakt lens solüsyonlarının bedelleri Kurumca karşılanmaz.

“3.3.35-İşitme Cihazı ve Kulak Kalıbı

(1) Dijital programlanabilir işitme cihazlarının bedeli Kurumca karşılanır. Kurumca bedeli karşılanacak olan dijital programlanabilir işitme cihazları; otomatik veya manuel ses kontrol sistemi, maksimum çıkış kontrol sistemi ve kazanç kontrol sistemi özelliklerine sahip olmalıdır.

(2) 0-18 yaş çocuklar için eğitimleri de göz önünde bulundurularak, dijital programlanabilir işitme cihazları;

a) 0-4 yaş çocuklar için;

1.  En az dört kanallı (Kanaldan bağımsız-channel free sinyal işleme özellikli cihazlarda bu özellik aranmaz),

2.  En az dört bantlı,

3.  Gürültü azaltıcı ve feedback yönetimi özellikli,

4.  FM sistem uyumlu özellikli olmalıdır.

Bu kişilerde kulak içi/kanal içi cihaz kullanıldığı takdirde bedeli Kurumca karşılanmaz.

b) 5-12 yaş çocuklar için;

1.  En az dört kanallı (Kanaldan bağımsız-channel free sinyal işleme özellikli cihazlarda bu özellik aranmaz),

2.  En az sekiz bantlı,

3.  FM sistem uyumlu,

4.  Gürültü azaltıcı ve feedback yönetimi özellikli,

5.  Çift mikrofonlu olmalıdır.

Bu kişilerde kulak içi/kanal içi cihaz kullanıldığı takdirde bedeli Kurumca karşılanmaz.

c ) 13-18 yaş çocuklar için;

1.  En az dört kanallı (Kanaldan bağımsız-channel free sinyal işleme özellikli cihazlarda bu özellik  aranmaz),

2.  En az sekiz bantlı,

3.  FM sistem uyumlu (kulak içi/kanal içi cihazda bu şart aranmaz),

4.  Gürültü azaltıcı ve feedback yönetimi özellikli,

5.  Çift mikrofonlu (kulak içi/kanal içi cihazda bu şart aranmaz) kulak arkası veya kulak içi/kanal içi cihaz olmalıdır.

(3) 18 yaş üzeri erişkinler için işitme cihazı;

1.  En az dört kanallı (Kanaldan bağımsız-channel free sinyal işleme özellikli cihazlarda bu özellik aranmaz),

2.  En az dört bantlı,

3.  Gürültü azaltıcı ve feedback yönetimi özellikli,

4.  Çift mikrofonlu (kulak içi/kanal içi cihazda bu şart aranmaz) kulak arkası veya kulak içi/kanal içi  cihaz olmalıdır.

(4) İşitme cihazı bedellerinin ödenebilmesi için SUT’un 5.3.4 numaralı maddesinde tanımlanan belgelere ilave olarak;

a) Odyolojik test sonuçlarını gösterir belgenin, aşağıda tanımlanan yetkili personel tarafından imza ve kaşesinin bulunduğu onaylanmış aslı;

1) 0-4 yaş arası çocuklar ve saf ses odyometri testi yapılamayan 4 yaş ve üzeri tüm hastalar için beyin sapı odyometrisinin (ABR Testi) Kulak Burun Boğaz Hastalıkları uzman hekimi veya odyolog tarafından onaylanmış aslı,

2) Saf ses odyometri testinin, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları uzman hekimi veya odyolog veya odyometrist tarafından onaylanmış aslı,

3) Davranım odyometri testi yapılmış ise sonucunun Kulak Burun Boğaz Hastalıkları uzman hekimi veya odyolog tarafından onaylanmış aslı.

b) İşitme cihazına ait barkod ile birlikte cihazın marka, model ve seri numarasını gösterir etiketin aslı,

c) Sağlık Bakanlığınca düzenlenmiş olan ruhsatname ve sorumlu müdür belgesinin onaylı örneği,

ç) İşitme cihazına ve tedarikçi firma ve/veya alt bayii bilgilerine ait TİTUBB PRICAT çıktıları,

d) Hastanın işitme eşiklerinin bu cihaza ait işitme kazanç eğrisinin ve cihaz uyarlama metodunun içerisinde yer aldığını gösterir işitme cihazı merkezi tarafından düzenlenmiş ıslak imzalı belge (gerçek kulak ölçümü sonuçları),

e) İşitme cihazının hastanın işitme kaybına uygunluğunu belirten ve merkez tarafından düzenlenmiş ıslak imzalı taahhütname,

f) İşitme cihazının teknik bilgilerinin yer aldığı, işitme merkezi tarafından onaylanmış katalog istenecektir.

(5) İşitme cihazı faturası üzerinde; hasta adı, hasta T.C. kimlik numarası, işitme cihazına ait marka, model ve seri numarası bilgileri yer alacaktır. Fatura arkasında “işitme cihazının eksiksiz ve çalışır durumda teslim alındığı ve işitme cihazı ile ilgili eğitimin tarafına verildiği” ibarelerinin hasta veya yakını tarafından yazılarak imzalanmış olması gerekmektedir.

(6) İşitme cihazı bedellerinin Kurumca ödenebilmesi için, Kurumla sözleşmeli resmi sağlık kurumlarınca en az 1 (bir) Kulak Burun Boğaz Hastalıkları uzman hekiminin yer aldığı sağlık kurulu raporu düzenlenecektir.

(7) İşitme eşiği tayini ABR testi ile yapılması gerekenlerde, test Tonal ABR ile yapılarak alçak frekans (500 veya 1000 Hz) ve yüksek frekans (2000 veya 4000 Hz) gruplarından birer frekans olmak üzere en az iki frekansa ait eşikler test rapor kısmında dB nHL olarak belirtilmelidir.

(8) İşitme eşiği tayini saf ses odyometri testi ile yapılmışsa; test en az 500-1000-2000-4000 Hz frekanslarında hava yolu ve 500-1000-2000-4000 Hz frekanslarında kemik yolu işitme eşiklerini ve konuşmayı ayırt etme skorlarını içermelidir. 8 yaş altı çocuklarda, konuşmayı ayırt etme skoru şartı aranmaz. 8 yaş ve üzerinde konuşmayı ayırt etme skoru yapılamaması durumunda tıbbi gerekçesi sağlık kurulu raporunda belirtilmelidir.

(9) İşitme cihazı bedeli ödenebilmesi için;

a) 0-18 yaş çocuklarda; işitme kaybının kalıcı işitme kaybı olduğu 3. basamak resmi sağlık kurumlarınca düzenlenen sağlık kurulu raporunda belirtilmeli ve aşağıdaki yöntemlerden biri ile test edilmiş olmalıdır;

1) İşitme eşikleri saf ses odyometri testi ile belirlenmiş ise iyi işiten kulakta 500-1000-2000-4000 Hz frekanslarında saf ses ortalaması en az 26 dB ve üzerinde olmalıdır.

2) Davranım odyometri testi ile belirlenmiş ise 500-1000-2000 Hz frekanslarının eşik ortalaması 26 dB ve üzerinde olmalıdır.

3) Tonal ABR ile belirlenmesi durumunda iyi işiten kulakta frekansların eşik ortalaması 30 dB nHL ve üzerinde olmalıdır.

b) 18 yaş üzeri erişkinlerde; işitme kaybının kalıcı işitme kaybı olduğu resmi sağlık kurumlarınca düzenlenen sağlık kurulu raporunda belirtilmeli ve aşağıdaki yöntemlerden biri ile test edilmiş olmalıdır;

1) Saf ses odyometri testi yapılan hastalarda iyi işiten kulakta 500-1000-2000-4000 Hz frekanslarında saf ses ortalaması en az 30 dB ve üzerinde olmalıdır.

2) Saf ses odyometri testi yapılamayan hastalarda işitme eşiğinin tonal ABR ile belirlenmesi durumunda iyi işiten kulakta frekansların eşik ortalaması 30 dB nHL ve üzerinde olmalıdır.

c) 0-18 yaş çocuklarda bilateral işitme cihazı bedeli; bilateral kalıcı işitme kaybı bulunduğunun 3. Basamak resmi sağlık kurumlarınca düzenlenen sağlık kurulu raporunda belirtilmesi halinde Kurumca karşılanır.

d) 18 yaş üzeri erişkinlerde bilateral işitme cihazı bedeli; bilateral  kalıcı işitme kaybı bulunduğunun, daha önce tek kulakta en az 6 ay süre ile işitme cihazı kullanıldığının ve işitme cihazı kullanımı sonucunda elde edilen eşikler sonucunda hastanın işitme cihazından yarar gördüğünün (konuşmayı ayırt etme skorunda cihazlı ve cihazsız ölçümlerde artış sağlaması) 3. basamak resmi sağlık kurumlarınca düzenlenen sağlık kurulu raporunda belirtilmesi halinde Kurumca karşılanır.

(10) 0-18 yaş çocuklarda 5 yıldan önce cihaz yenilenmesi için progresif işitme kaybı olduğu ve mevcut cihazın bu kaybı karşılamada yetersiz kaldığı sağlık kurulu raporunda belirtilmelidir.

(11) İşitme cihazı sağlık kurulu raporu ve odyolojik test sonuçları 4 (dört) ay süreyle geçerlidir.

(12) İşitme cihazı kulak kalıplarının yenilenmesinin gerektiğinin tek KBB uzman hekimi raporu ile ibraz edilmesi durumunda Kurumca bedelleri karşılanır. Ancak, işitme cihazlarının ilk kez alınması aşamasında, kulak kalıpları için ayrıca herhangi bir ödeme yapılmayacaktır.

(13) 18 yaş altı çocuklar için belirlenmiş olan tutar; 0-4 yaş için % 80, 5-12 yaş için % 60 ve 13-18 yaş için % 50 oranında artırılarak Kurumca bedeli karşılanır.”

Yazıldı Güncel Mevzuat

Meclis Üyelerinin Görev Yetkileri Konulu Hizmet İçi Eğitim

Ağu04
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Kent Eğitim ve Seferihisar Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen Belediye Mevzuat ve uygulamalarına dair genel bilgilendirmenin verildiği hizmet içi eğitimimiz, 2. Gün meclis üyelerinin görev, yetki ile sorumluluklarına ilişkin soru ve cevaplarla tamamlandı. Haziran ayında gerçekleştirilen etkinliğimize Seferihisar Belediye Başkanı SN. Tunç SOYER başta olmak üzere başkan yardımcıları , meclis üyeleri ve birim amirlerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Tüm Seferihisar Belediyesi personeli ve idarecilerine göstermiş oldukları ilgi ve konukseverlikten dolayı Kent Eğitim ailesi olarak teşekkür ederiz.

Yazıldı Seminerler

Belediye Zabıta ve İtfaiye Mevzuatı Eğitimi

Ağu04
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Kent Eğitim ve Babaeski Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen Zabıta ve İtfaiye Mevzuatı konulu Hizmet İçi Eğitim seminerimiz Mayıs ayında gerçekleştirildi. 2 gün süren eğitime Babaeski Belediye Başkanı  SN. Abdullah HACI başta olmak üzere; başkan yardımcıları , zabıta ve itfaiye personelinin katılımıyla gerçekleştirilen eğitimimiz , katılımcıların sorularının cevaplandırılmasıyla tamamlandı. Tüm Babaeski Belediye Başkanlığı personeli ve idarecilerine eğitimimize göstermiş oldukları ilgi ve konukseverlikten dolayı Kent Eğitim ailesi olarak teşekkürlerimizi sunarız.

Yazıldı Seminerler

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız