• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Aylık Arşivler : Şubat, 2016

Yer Değiştirme Yönetmeliği Hakkında

Şub29
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 26 Şubat 2016 günlü ve  29636    sayılı Resmi  Gazetede ;  2016/8516 Karar sayılı Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” in yürürlüğe konulması; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (Devlet Personel Başkanlığı)’nın 22/1/2016 tarihli ve 374 sayılı yazısı üzerine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 2 nci ve 72 nci maddelerine göre, Bakanlar Kurulu’nca 26/1/2016 tarihinde kararlaştırılmıştır.

DEVLET MEMURLARININ YER DEĞİŞTİRME SURETİYLE ATANMALARINA İLİŞKİN YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

MADDE 1- 19/4/1983 tarihli ve 83/6525 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

Vali, kaymakam, bölge müdürü, başmüdür, il ve ilçe müdürleri, emniyet müdürü, emniyet amiri, milli eğitim müdürü, defterdar, mal müdürü, kadastro müdürü, tapu sicil müdürü, Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü, Nüfus Müdürü ve bunların yardımcıları, taşra teşkilatında görevli şube müdürü, müdür, il ve ilçe müftüsü ve bunların yardımcıları ile koruma ve güvenlik hizmetlerini yürüten personelin, nüfusa kayıtlı olduğu ile veya Nüfusa kayıtlı olmamakla birlikte, en az 15 yıl müddetle devamlı olarak ikamet ettikleri ile atanmalarını engelleyen yönetmelik hükmü yürürlükten kaldırılmıştır.

Bazı memurların, nüfusa kayıtlı olduğu il’e atanmalarını engelleyen hüküm genel yönetmeliğin yanı sıra kurumsal düzeydeki nakil yönetmeliklerinde de yer almaktadır.

Bu nedenle Yönetmelik değişikliğine paralel olarak; Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Yöneticileri,  Karayolları Genel Müdürlüğü,  Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, SGK, İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığının Yer Değiştirme Yönetmeliklerinde yer alan benzer hükümlerin yürürlükten kaldırılmasına yönelik değişiklikler yapılması gerekmektedir.

               YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILAN MADDE

Madde 15 – (Değişik madde: 06/05/1992 – 92/3009 K.)

Vali, kaymakam, bölge müdürü, başmüdür, il ve ilçe müdürleri, emniyet müdürü, emniyet amiri, milli eğitim müdürü, defterdar, mal müdürü, kadastro müdürü, tapu sicil müdürü, Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü, Nüfus Müdürü ve bunların yardımcıları, taşra teşkilatında görevli şube müdürü, müdür, il ve ilçe müftüsü ve bunların yardımcıları ile koruma ve güvenlik hizmetlerini yürüten personel;

a) Kendisinin veya eşinin nüfusa kayıtlı olduğu il ve bu il’e bağlı ilçelere,

b) Nüfusa kayıtlı olmamakla birlikte, en az 15 yıl müddetle devamlı olarak ikamet ettikleri veya hizmetini olumsuz yönde etkileyecek maddi ilişkisinin bulunduğu il veya ilçeye, bu il’e bağlı ilçelere, ilçenin bağlı bulunduğu il ve bu il’e bağlı diğer ilçelere,

c) (Mülga bend)atanamazlar.

Ancak, son genel nüfus sayımına göre;

a) Ekli 1 Sayılı Cetvelde IV, V ve VI ncı bölge kapsamında belirlenen il merkezleri ile bunlara bağlı ilçe merkezlerinden nüfusu 50.000’i aşan yerlere,

b) Diğer il veya ilçe merkezlerinden nüfusu 100.000’i aşan yerlere,yapılacak atamalarda yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz.

Kurumlar hizmet gereği ve özelliklerini dikkate alarak ikinci fıkrada belirtilen sınırın üzerinde bir rakam tesbit edebilirler.

Yazıldı Güncel Mevzuat

Sınav Genel Yönetmeliği Hakkında

Şub29
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Kamu Görevlerine ilk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğe İlişkin DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞININ AÇIKLAMASI

           Resmi Gazetede yayımlanan değişiklik sonrasında, ÖSYM’nin sonuç açıklama tarihini değiştireceğini ve bu sayede 2016 yılında mezun olacakların 2016/1 KPSS tercih işlemlerine başvurabileceğini belirtmiştir. Bilindiği üzere, 29/01/2016 tarihinde yapılan duyuruda 2016/1 merkezi yerleştirme işlemlerinde 2014 yılı KPSS sonuçlarının kullanılmasını ve 2016 yılı Haziran ayında mezun olacak adayların da bu yerleştirmede tercihte bulunabilmesini sağlamak amacıyla Başkanlığımızca “Kamu Görevlerine ilk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı” hazırlandığı ifade edilmişti. Bahsi geçen “Kamu Görevlerine ilk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”; 26/02/2016 tarihli ve 29636 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak bugün itibariyle yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Söz konusu değişiklik ile;

            1. KPSS’NİN sonuçlarının açıklanmasından itibaren geçerlilik kazanması sağlanarak, sınavın yapıldığı ve sonuçların açıklandığı tarihler arasında adayların bir önceki KPSS sonuçlarını kullanabilmeleri temin edilmiştir.

2. 2017 yılından itibaren KPSS A Grubu sınavlarında birtakım düzenlemeler yapılabilmesi için, A Grubu kadrolara başvuru açısından 2016 KPSS puan türlerinin geçerlilik süresi bir yıl olarak belirlenmiştir.

Yönetmelikteki bu değişiklikle birlikte, ÖSYM Başkanlığı tarafından daha önce 9 Haziran 2016 olarak belirlenen 2016 KPSS Lisans sonuç açıklama tarihi de değiştirileceğinden, 2016 yılı Haziran ayında mezun olacak adayların 2016/1 merkezi yerleştirmelerinde 2014 yılı KPSS sonuçları ile tercih yapmaları sağlanmış olacaktır.

Bu nedenle 2016 yılında mezun olacak adayların 2016/1 yerleştirmelerine başvuramayacağına yönelik olarak basında yer alan haberlere itibar edilmemelidir.

Başkanlığın bahsettiği yönetmelik değişikliği 26 Şubat tarihli Resmi Gazetede yayımlandı. Yayımlanan değişikliğe göre, sınav sonuçları, bir sonraki sınavın yapıldığı tarihe kadar değil, bir sonraki sınav sonuçlarının açıklandığı tarihe kadar geçerli olacaktır. Hali hazırdaki ÖSYM açıklamasına göre, 2016 KPSS Lisans sonuçlarının açıklanma tarihi 9 Haziran’dır. Tüm bu gelişmeler sonrasında, Devlet Personel Başkanlığının yukarıdaki açıklamasında; KPSS sonuç açıklama tarihinin de değişeceğini, bu sayede de 2016 mezunlarının 2016/1 KPSS tercihlerine 2014 KPSS puanlarıyla başvuru yapabileceği anlaşılmaktadır.

Yazıldı Güncel Mevzuat

Alışveriş Merkezleri Yönetmeliği Hakkında

Şub26
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

26 Şubat 2016 CUMA günlü ve 29636 sayılı Resmi Gazetede; 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 3 üncü, 5 inci, 10 uncu, 11 inci, 12 nci, 16 ncı ve 17 nci maddelerine dayanılarak hazırlanan ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK alışveriş merkezlerine ilişkin ilke ve kurallar ile alışveriş merkezi maliki ile yönetiminin, yetkili idarelerin ve diğer ilgili kurum ve kuruluşların alışveriş merkezlerine ilişkin görev ve sorumluluklarını kapsamaktadır.

Yönetmeliğin 5.maddesindeki  “Alışveriş merkezinin projelendirilmesi ve ruhsatlandırılması “ şeklindeki düzenlemede  ;

“(3) Alışveriş merkezine yapı ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi ve işyeri açma ve çalışma ruhsatını verme, değiştirme ve yenileme yetkisi büyükşehir olan yerlerde büyükşehir belediyesine; diğer yerlerde belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde ilgili belediyelere, belediye sınırları ve mücavir alanlar dışında ise il özel idarelerine aittir.

(4) Alışveriş merkezi projesi için yapı ruhsatı verilirken, başvuru tarihinden itibaren üç iş günü içinde üst meslek kuruluşlarının yazılı görüşleri talep edilir.

(5) Üst meslek kuruluşları, talep yazısının kendilerine ulaştığı tarihten itibaren on beş iş günü içinde görüşlerini yazılı olarak gönderir. Bu görüşler tavsiye niteliğindedir. Görüş yazılarında; yapı ruhsatını vermeye yetkili idarenin sınırları içindeki alışveriş merkezi sayısı, bunların birbirine ve yerleşim yerlerine olan mesafesi, ulaşım imkânları, alışveriş merkezinin çevreye, altyapıya ve trafiğe getireceği yükler ile yaratacağı can ve mal güvenliği riski gibi ekonomik, sosyal, çevresel ve demografik unsurlara yer verilir. Süresi içinde görüş verilmemesi halinde görüşün olumlu olduğu kabul edilir.

(6) Büyükşehir belediyesi tarafından alışveriş merkezi projesi için yapı ruhsatı verilirken ilgili ilçe belediyesinden de görüş alınabilir. Bu durumda, dördüncü ve beşinci fıkralardaki usul ve esaslar uygulanır.

(7) 4 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen niteliklere sahip olan alışveriş merkezine yapı kullanma izin belgesi verilir. Kanunun uygulamasında bu belge işyeri açma ve çalışma ruhsatı yerine geçer.” Hükmü yer almaktadır.

Yazıldı Güncel Mevzuat

İçişleri Bakanlığı Görüşleri

Şub24
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

 

SAYI : B050MAH0650002/7543-82078 (300-318)5393                                       9.8.2005

  KONU: Cami ve okullara arsa

temin edilip edilemeyeceği

 ERBAA BELEDİYE BAŞKANLIĞINA

                                      İLGİ: 19.07.2005 tarihli ve 2005/175 sayılı yazınız.

Belediyenizce cami ve okul gibi ihtiyaçların giderilmesi için arsa temin edilip edilemeyeceği, inşaat yapılıp yapılamayacağı veya bu gibi inşaatlara malzeme yardımında bulunulup bulunulamayacağına dair görüş isteyen ilgi yazınız incelenmiştir.

5393 sayılı Belediye Kanununun 14/b maddesinde “Okul öncesi eğitim kurumları açabilir; Devlete ait her derecedeki okul binalarının inşaatı ile bakım ve onarımını yapabilir veya yaptırabilir, her türlü araç, gereç ve malzeme ihtiyaçlarını karşılayabilir;…”, 15 inci maddesinin (h) bendinde “Mahallî müşterek nitelikteki hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla, belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde taşınmaz almak, kamulaştırmak, satmak, kiralamak veya kiraya vermek, trampa etmek, tahsis etmek, bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesis etmek.”,

3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesi “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakati aranmaksızın, birbirleri ile,yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır. Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.” hükümlerini taşımaktadır. Bu hükümlere göre, beldenin okul ve ibadethane yapımı için ihtiyacı olan arsalar 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesi çerçevesinde temin edilecektir.5393 sayılı Kanun uyarınca ise, Devlete ait her derecedeki okul binalarının inşaatı ile bakım ve onarımı belediye tarafından yapılabilecek, yaptırılabilecek ya da her türlü araç, gereç ve malzeme ihtiyaçları karşılanabilecektir.

Bilgilerinizi rica ederim.

 Mevlüt ATBAŞ

Bakan a.

Genel Müdür V.

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

            SAYI : B050MAH065000/9338-82437                                                         22.9.2005

 (300-318)5393

           KONU: Tereddüt konuları

                          PINARBAŞI BELEDİYE BAŞKANLIĞINA-KASTAMONU

                        İLGİ:10.8.2005 tarihli ve 001-2/63 sayılı yazınız.

5393 sayılı Kanunun uygulanmasında tereddüte düşüldüğüne dair ilgi yazınız incelenmiştir.5393 sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (p) bendi gereğince “Kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek.” belediyelerin görevidir.

Yukarıdaki hüküm ve aynı Kanunun 14 üncü maddesi çerçevesinde belediye sınırları içinde taksi durağı oluşturulması, yerinin belirlenmesi veya taksi sayısının tespit edilmesi belediyenin görevidir. Meclis ve encümenin görevleri arasında bu konuda bir hüküm mevcut olmadığından, durak yerleri ve taksi sayıları ile ilgili hususların mecliste veya encümende görüşülmesine gerek bulunmamaktadır. Ancak, taksi ücret tarifelerinin Kanunun 18/ f maddesi çerçevesinde belediye meclisince belirlenmesi gerekmektedir. Bu işlemler için herhangi bir merciin onayı alınmayacaktır.

Belediye bünyesinde zabıta müdürlüğü olmasa dahi, bu hizmetleri yürüten zabıta memurları tarafından Kabahatler Kanunu ve 1608 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda işlem yapılacaktır.

Encümen üyelerinin seçimi hakkındaki 22.7.2005 tarihli ve 54628 sayılı genelgenin bir örneği ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinizi rica ederim.

                                                                                                                      Mevlüt ATBAŞ

                                                                                   Bakan a.  

 Genel Müdür V.

 

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

 Sayı : B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 18102-45767                                     22/06/2010

Konu: İmar para cezası

                                                 İZMİR VALİLİĞİNE                     

                 İlgi: 06/06/2010 tarihli ve B.05.4.VLK.4.34.07.00/253-2441 sayılı yazınız.

İlgi yazınızda; Buca İlçesinde 04.08.2006 tarihinden itibaren TOKĠ mülkiyetinde bulunan arsalar üzerinde TOKĠ Başkanlığınca yapılan ihale sonucunda konut yapımlarının  başlatıldığı ve TOKİ ile Buca Belediyesi arasında imzalanan protokol çerçevesinde çekilen kuralar ile hak sahiplerinin belirlendiği, TOKİ Başkanlığının Buca Belediyesine 25.07.2008 tarihinden itibaren çeşitli tarihlerde yapı ruhsatı için başvuru yaptığı, ruhsat işlemleri neticelenmeden Belediyeye yapılan bir şikayet üzerine Buca Belediyesince 03.05.2010  tarihinde yapı tatil zaptı düzenlendiğinden bahisle, yapı tatil zaptı ve sonrasında yapılacak işlemler için 3194 sayılı Kanunun 42 nci maddesi ve 2985 sayılı Kanunun Ek-9 uncu maddesi çerçevesinde Bakanlığımız görüşünün bildirilmesi talep edilmektedir

                3194 sayılı İmar Kanununun İdari müeyyideler başlıklı 42 nci maddesinin birinci fıkrasında “Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır.” hükmü, 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun 5273 sayılı Kanunla değişik Ek-9 uncu maddesinin birinci fıkrasında “Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılacak veya yaptırılacak yapılara, imar plânlarında o maksada tahsis edilmiş olmak, uygulama imar plânı ve mevzuata aykırı olmamak üzere mimarî, statik, tesisat ve her türlü fennî mesuliyetin Başkanlık tarafından üstlenilmesi ve mülkiyetin belgelenmesi kaydıyla başkaca belge istenmeksizin müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde avan projeye göre yapı ruhsatı verilir…” hükmü yer almaktadır.

Ayrıca, Bakanlığımız Hukuk Müşavirliğinin 08.04.2010 tarihli ve 5260 sayılı yazısında “…Anayasaya uygun olarak yeniden düzenlenen 42 nci maddenin yürürlük tarihi olan 17.12.2009 tarihinden önceki kabahatlere veya imar mevzuatına aykırı eylemler için ceza verilemeyeceği, fiillerin karşılığı olan hiçbir ceza hükmümün kalmadığı, idari para cezasına konu eylemin idari yönden suç olmaktan çıktığı, daha sonra yapılan yeni düzenlemenin fiilden sonra yürürlüğe giren yasa hükmü olduğu, failler aleyhine uygulanamayacağı,…” şeklinde görüş bildirilmiştir.

Mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesi neticesinde; 3194 sayılı İmar Kanununun İdari müeyyideler başlıklı 42 nci maddesinde 5940 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 17.12.2009 tarihinden önce tespit edilmiş bulunan imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve haller için 17.12.2009 tarihinden sonra tespit edilmiş gibi tutanak düzenlenerek cezai müeyyide uygulamasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

 Yavuz Selim KOŞGER

 Bakan a.

 Genel Müdür

T.C.

İÇİŞLERİ  BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

Sayı : B050MAH0650002/ 82231                                                                20/09/2006

(300-308)77

Konu : Cezalar

 YALOVA BELEDİYE BAŞKANLIĞINA

            İlgi : 7.6.2006 tarihli ve 1403-823896 sayılı yazınız.

             Mevzuata aykırı olarak işletilen umuma açık istirahat ve eğlence yerleri dışındaki sıhhi işyerlerine ne şekilde ceza verileceğine dair ilgi yazınız incelenmiştir.

10.8.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik”te işyerleri açılırken aranacak şartlar belirlenmiştir.

Ruhsat verildikten sonra aranan şartlarda değişiklik olması ya da işletmenin ilgili diğer mevzuata aykırı olarak işletildiğinin tespit edilmesi halinde, işyerinin niteliğine göre öngörülmüş cezai müeyyide veya 1608 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası veya işyerinin faaliyetten men cezaları uygulanabilecektir.

Bilgilerinizi rica ederim.

Ercan TOPACA

 Bakan a.

Genel Müdür V.

T.C.

İÇİŞLERİ  BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

Sayı : B0500MAH.0060001. 521.2009.27.861/11077-53889

 Konu : Görüş                                                                                                     29 / 04 / 2009

 

GAZİANTEP VALĠLĠĞĠNE

(İl Mahalli İdareler Müdürlüğü)

                  İlgi : Şehitkamil Belediye Başkanlığının 24/04/2009 tarih ve 375/2009 sayılı yazısı.

           İlgi yazıda; imar plan değişikliğiyle ilgili bir konunun Şehitkamil Belediye Meclisince imar komisyonuna havale edildiği, imar komisyonunun raporu üzerine belediye meclisince konuyla ilgili Çevresel Etkilerin Araştırılması Komisyonunun kurulduğu, Gaziantep Büyükşehir Belediyesince araştırma komisyonu kurulamayacağına ilişkin görüş bildirilmesi üzerine, yine Şehitkamil Belediyesince komisyonun adının Araştırma ve Etik İhtisas Komisyonu olarak değiştirilmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Söz konusu komisyonun imar değişikliğiyle ilgili konuda raporu gündeme alıp görüşülüp görüşülemeyeceği ve konunun meclis gündemine getirilip getirilemeyeceği hususunda tereddüte düşüldüğünden Bakanlığımız görüşü sorulmaktadır.5393 sayılı Kanunun İhtisas Komisyonları başlıklı 24 üncü maddesinde; “Belediye meclisi, üyeleri arasından en az üç en fazla beş kişiden oluşan ihtisas komisyonları kurabilir. Komisyonların bir yılı geçmemek üzere ne kadar süre için kurulacağı aynı meclis kararında belirtilir. İhtisas komisyonları, her siyasî parti grubunun ve bağımsız üyelerin meclisteki üye sayısının meclis üye tam sayısına oranlanması suretiyle oluşturulur. İl ve ilçe belediyeleri ile nüfusu 10.000’in üzerindeki belediyelerde plân ve bütçe ile imar komisyonlarının kurulması zorunludur. Meclis toplantısını müteakip imar komisyonu en fazla on iş günü, diğer komisyonlar ise beş iş günü içinde kendilerine havale edilen işleri sonuçlandırır. Komisyonlar kendilerine havale edilen işlerle ilgili raporlarını bu sürenin sonunda meclise sunmadıkları takdirde, konu meclis başkanı tarafından doğrudan gündeme alınır. İhtisas komisyonlarının görev alanına giren işler bu komisyonlarda görüşüldükten sonra belediye meclisinde karara bağlanır…” hükmü yer almaktadır.

Kanun hükmünün değerlendirilmesinde, imar komisyonunun görev alanına giren

konuların bu komisyonda görüşülmeden belediye meclisinde herhangi bir karar alınamayacağı gibi bu komisyonun görev alanına giren konularda başka bir komisyon kurulması veya kurulmuş bir komisyonun bu konuya görüşüp bir karar almasının mümkün olmadığı değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

  Ercan TOPACA

 Vali

 Bakan a.

 Genel Müdür

T.C.

İÇİŞLERİ  BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

Sayı : B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 19363-45813                                     05/07/2010

 Konu: Toplu taşıma ihalesi

 ZONGULDAK VALİLİĞİNE

                İlgi: 10/06/2010 tarihli ve B054VLK4670700-253-3654 sayılı yazınız.

               İliniz Kozlu Belediyesince yapılan güzergah kiralama ihalesi uhdesinde kalan firma tarafından belediyeye müracaat edilerek toplu taşıma yapılan güzergahta bulunan alışveriş merkezlerince özel servis çalıştırıldığı, bu şartlarda taşımacılık yapılamayacağı, bu nedenle araç sayısının ve kira bedelinin düşürülmesi talep edildiğinden bahisle, ihalede belirtilen ücretin düşürülüp düşürülemeyeceğine dair görüş isteyen ilgi yazınız incelenmiştir.

Yazınız ekinde yer alan dokümanların incelenmesinden, söz konusu ihalenin ilgili

mevzuat kapsamında hazırlanan idari ve teknik şartnamelere göre yapıldığı ve sonucunda, yapılması ve araç sayısının artırılıp eksiltilmesine ilişkin belediye encümenine yetki verdiği görülmektedir.2886 sayılı Devlet İhale Kanununun şartname ve eklerinde değişiklik halinde ilan başlıklı 19 uncu maddesinde “İlan yapıldıktan sonra şartname ve eklerinde değişiklik yapılamaz. Değişiklik yapılması zorunlu olursa, bunu gerektiren sebep ve zorunluluklar bir tutanakla tespit edilerek önceki ilanlar geçersiz sayılır ve iş yeniden aynı şekilde ilan olunur” hükmü yer almaktadır.

Kanun hükmünün değerlendirilmesi neticesinde, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu

hükümlerine uygun olarak ihalesi yapılıp sözleşmeye bağlanan işle ilgili olarak, daha sonra belediyenin hiçbir organının kararı ile ihale sözleşmesinin değiştirilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

  Yavuz Selim KÖŞGER

 Bakan a.

 Genel Müdür

  T.C.

İÇİŞLERİ  BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

 

Sayı : B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 33509-45428                                         14/12/2010

             Konu : İmar para cezaları

 İSTANBUL VALİLİĞİNE

(İl Mahalli İdareler Müdürlüğü)

            İlgi : 05/10/2010 tarihli ve B.05.4.VLK.4.34.07.00/045/46024 sayılı yazınız.

5747 sayılı Kanunla Samandıra, Sarıgazi ve Yenidoğan ilk Kademe Belediyelerinin tüzel kişiliklerinin kaldırılarak birleştirilmesi suretiyle kurulan Sancaktepe Belediye Başkanlığınca; 3194 sayılı İmar Kanununun 42 nci maddesinin Anayasa Mahkemesinin 17.04.2008 tarihli ve E:2005/5,K:2008/93 sayılı kararıyla iptali ve bu kararın Resmi Gazetede yayınlandığı 05.11.2008 tarihinden dört ay sonra yürürlüğe girdiği 05.03.2009 tarihi ile 5940 sayılı Kanunla yeniden düzenlenen 3194 sayılı Kanunun 42 nci maddesinin yayım tarihi olan 17.12.2009 tarihi arasında uygulanan imar cezalarının yargıya intikal ettirilerek iptal ettirildiği belirtilerek, henüz yargıya intikal etmemiş cezalarla ilgili encümen kararlarının yeni encümen kararı ile kaldırılıp kaldırılmayacağı ve 17.12.2009 tarihinden sonra 42 nci maddenin uygulanıp uygulanmayacağına dair görüş sorulduğundan bahisle, konu hakkında Bakanlığımız görüşü isteyen ilgi yazınız incelenmiştir.

Konuyla ilgili olarak Bakanlığımız Hukuk Müşavirliğinin 08.04.2010 tarihli ve 5260 sayılı yazısında “…Anayasaya uygun olarak yeniden düzenlenen 42 nci maddenin yürürlük tarihi olan 17.12.2009 tarihinden önceki kabahatlere veya imar mevzuatına aykırı eylemler için ceza verilemeyeceği, fiillerin karşılığı olan hiçbir ceza hükmümün kalmadığı, idari para cezasına konu eylemin idari yönden suç olmaktan çıktığı, daha sonra yapılan yeni düzenlemenin fiilden sonra yürürlüğe giren yasa hükmü olduğu, failler aleyhine uygulanamayacağı, ancak imara aykırı fiil devam ediyor ise yeni tarihli tutanak tutulmak suretiyle yeni düzenleme doğrultusunda ceza uygulanabileceği, İmar Kanununa aykırılık giderilmişse herhangi bir cezai işlem yapılamayacağı, İmar Kanunu’nun 32 nci maddesine göre verilen idari para cezası olmayan yıkım kararlarının geçerli olduğu ve uygulanacağı…” şeklinde görüş bildirilmiştir. Ayrıca, “…idarenin, hukuka aykırı ve açık hata bulunan işlemlerinin belirli bir süre ile sınırlı olmadan her zaman geri alınabileceği…”hususunda Danıştay 10. Dairesinin E:1991/235,K:1991/3727 kararı mevcuttur.

Konunun Bakanlığımız Hukuk Müşavirliğinin görüşü ve Danıştay Kararı çerçevesinde değerlendirilmesi hususunda;

Bilgi ve gereğini rica ederim.

  Yavuz Selim KÖŞGER

 Bakan a.

 Genel Müdür

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

Sayı   :B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 33427/45094                                  30.12.2009

 Konu :Görüş

 KIRKLARELİ VALİLİĞİ

(İl Mahalli İdareler Müdürlüğüne)

İlgi: 21/10/2009 tarih ve 1172 sayılı yazınız.

          İliniz Lüleburgaz Belediyesinin 5393 sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesinin (k) fıkrası ve 18 inci maddesinin (h) fıkrasında yer alan uyuşmazlık ve dava konusu olma

ifadelerinin, dava konusu olan alacakların yanında, hakkında icra muamelesi başlatılmış olan alacakları da kapsayıp kapsamadığı konusunda Bakanlığımızdan görüş soran ilgi yazınız incelenmiştir.

5393 sayılı Belediye Kanununun belediyelerin yetkileri ve imtiyazları başlıklı 15 inci maddesinin (k) bendinde “Vergi, resim ve harçlar dışında kalan dava konusu uyuşmazlıkların anlaşmayla tasfiyesine karar vermek.” hükmü, meclisin görev ve yetkileri başlıklı 18 inci maddesinin (h) bendinde “Vergi, resim ve harçlar dışında kalan ve miktarı beşbin YTL’den fazla dava konusu olan belediye uyuşmazlıklarını sulh ile tasfiyeye, kabul ve feragate karar vermek.” hükmü ve encümenin görev ve yetkileri başlıklı 34 üncü maddesinin (f) bendinde “Vergi, resim ve harçlar dışında kalan dava konusu olan belediye uyuşmazlıklarının anlaşma ile tasfiyesine karar vermek.” hükmü yer almaktadır.

Mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesi neticesinde; vergi, resim ve harç dışında kalan belediye alacakları dava konusu olmuş veya dava konusu olan alacak ile ilgili uyuşmazlık karara bağlandıktan sonra kesinleşen karar üzerine, alacağın tahsili amacıyla belediye doğrudan yada genel usullere göre icra yoluna başvurmuş ise, belediye yetkili organlarının kararı ile söz konusu alacağın anlaşma yoluyla tasfiye yoluna gidilebileceği, ancak herhangi bir dava konusu olmadan belediye idaresi doğrudan kendisi veya genel usullere göre icrai takibat yoluyla alacağın tahsili yoluna gitmesi durumunda alacağın anlaşma yoluyla tasfiyeye gidilmesinin mümkün olmadığı

değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

  Ercan TOPACA

 Vali

 Bakan a.

 Genel Müdür

T.C.

İÇİŞLERİ  BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

Sayı : B.05.0.MAH.0.01.01.00/28078-45205                                               11/10/2010

    Konu : Pakistan’a yardım yapılması

 ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI

(Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığına)

             İlgi : 18/08/2010 tarihli ve M.06.0.ABB.0.76.02-2010/834 sayılı yazınız.

             Pakistan’da yaşanan sel felaketinden zarar gören insanlara yardım yapmak amacıyla, Belediyeniz tarafından Pakistan’a yardım için kampanya başlatılması hususunda 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 74 üncü maddesi gereği gerekli iznin verilmesi hususundaki ilgi yazınız incelenmiştir.

5393 sayılı Belediye Kanununun Belediyenin Giderleri başlıklı 60 ıncı maddesinin (m) fıkrasında “Yurt içi ve yurt dışı kamu ve özel kesim ile sivil toplum örgütleriyle birlikte yapılan ortak hizmetler ve proje giderleri.” hükmü, aynı kanunun 74 üncü maddesinde “Belediye, belediye meclisinin kararına bağlı olarak görev alanıyla ilgili konularda faaliyet gösteren uluslararası teşekkül ve organizasyonlara, kurucu üye veya üye olabilir. Belediye bu teşekkül, organizasyon ve yabancı mahallî idarelerle ortak faaliyet ve hizmet projeleri gerçekleştirebilir veya kardeş kent ilişkisi kurabilir. Birinci ve ikinci fıkra gereğince yapılacak faaliyetlerin, dış politikaya ve uluslararası anlaşmalara uygun olarak yürütülmesi ve önceden İçişleri Bakanlığının izninin alınması zorunludur.” hükmü, 75 inci maddesinin (c) fıkrasında “Belediye, belediye meclisinin kararı üzerine yapacağı anlaşmaya uygun olarak görev ve sorumluluk alanlarına giren konularda; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, özürlü dernek ve vakıfları, Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanunu kapsamına giren meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirebilir.” hükmü yer almaktadır.

Kanun hükümlerinin değerlendirilmesi neticesinde; belediyelerin, alacakları meclis kararına istinaden, önceden İçişleri Bakanlığından izin almak kaydı ile afete uğramış bir ülkedeki mahalli idarelerle ortak hizmet projeleri gerçekleştirerek kaynak aktarabilecekleri, belediyelerin görev alanı ile ilgili faaliyet gösteren uluslararası teşekkül ve organizasyonlarla da, yine alınacak meclis kararına ve önceden İçişleri Bakanlığından izin alınmak kaydı ile bu bölgelerde ortak hizmet projeleri gerçekleştirip kaynak aktarabileceği gibi ülkemizde faaliyet gösteren kamu yararına çalışan dernekler, özürlü dernek ve vakıfları, Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanunu (5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu) kapsamına giren meslek odaları ile alınacak meclis kararına istinaden ortak hizmet projeleri gerçekleştirip, kaynak aktarabilecekleri değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

  Yavuz Selim KÖŞGER

Bakan a.

Genel Müdür

 T.C.

İÇİŞLERİBAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

 Sayı : B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 3641-45091                                              09/02/2009

Konu: Görüş

KAYSERİ VALİLİĞİNE

(İl Mahalli İdareler Müdürlüğüne)

             İlgi : 21/01/2008 tarih ve 87 sayılı yazısı.

 

İlgide kayıtlı yazınızda Erciyes Üniversitesi Rektörlüğünce Yükseköğrenim

Kanununun amacı doğrultusunda ve Kayseri ilinin sosyal, ticari ve sanayi yapısına uygun

alanlarda yetiştirilmek üzere yurtdışındaki merkezlere gönderilecek olan bilim adamlarının masraflarının ilçe belediyeleri tarafından karşılanıp karşılanamayacağı sorulmaktadır. 5393 sayılı Belediye Kanununun belediyelerin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 14 üncü maddesinde yurt dışına bilim adamı gönderme ile ilgili belediyelere herhangi bir yetki ve görev verilmediği gibi Kanunda bunlarla ilgili bir ödeme de öngörülmemiştir. Kaldı ki, yurt içinde öğrenim gören yükseköğrenim öğrencilerine burs verme ile ilgili belediyelere 5102 sayılı Kanunla tanınan istisna da Anayasa Mahkemesinin 20/11/2008 tarih ve 2004/24 esas sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Mevzuat hükmünün değerlendirilmesinde üniversite rektörlüklerince yurt dışına

gönderilecek bilim adamlarının masraflarının belediyelerce karşılanmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

 Ercan TOPACA

 Vali

 Bakan a.

 Genel Müdür

Yazıldı Yargı Kararları

Danıştay Kararı

Şub24
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin


 

 

 

YUKARIDAKİ DANIŞTAY KARARINDA;

1- 657 SAYILI KANUNUN 99 VE DEVAM EDEN MADDELERİNDE ÇALIŞMA SAATLERİNE, MESAİNİN BAŞLANGIÇ VE BİTME SAATLERİNE İLİŞKİN ESASLARA YER VERİLMİŞ OLMASINA RAĞMEN, MESAİ TAKİBİNE DAİR BİR HÜKME YE

R VERİLMEDİĞİNİ,

2- PARMAK İZİ KONTROLÜ YOLUYLA, KİŞİSEL VERİLERİN ALINABİLMESİ İÇİN YASAL BİR DÜZENLEMENİN OLMASI GEREKTİĞİ GEREKÇELERİYLE,

İDARE İŞLEMİNİN İPTALİNE KARAR VERMİŞTİR.

Yazıldı Yargı Kararları

Katı Atık Abone ve Tarifeleri Hakkında Danıştay Kararları

Şub23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin



 


Yazıldı Yargı Kararları

4483 Sayılı Kanun Hakkında

Şub23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

             

 Danıştay 1. Daire,E. 2011/615,K. 2011/1610,T. 24.10.2011

               ÖZET : Yasama dokunulmazlığı 4483 sayılı Kanun kapsamında, Belediye Başkanının ifadesinin alınmasına ve hakkında ön inceleme yapılmasına engel oluşturmayacaktır.

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 4. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında; bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmamasının, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesinin zorunlu olduğu, iddiaların da ciddi bulgu ve belgelere dayanması gerektiği, bu hükme aykırı bulunan ihbar ve şikayetlerin, Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmayacağı ve durumun ihbar veya şikayette bulunana bildirileceği, 5. maddesinde, izin vermeye yetkili merciin, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlendiğini öğrendiğinde bir ön inceleme başlatacağı, ancak ihbar ve şikayetler konusunda daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme olması halinde müracaatın işleme konulmayacağı, 6.maddesinde de, ön inceleme ile görevlendirilen kişilerin, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olduğu, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilecekleri; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunacakları, yetkili merciin de bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar vereceği hükme bağlanmıştır. Dosyanın incelenmesinden, şikayetçi …vekili Av. … ‘in Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede, şikayetçinin 2002-2004 yılları arasında … ilçesinde faaliyet gösteren … Tekstil Kumlama Yıkama Boyama San.Ltd.Şti’de kot kumlama işçisi olarak çalıştığını, bu işyerinde işyeri güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle silikozis hastalığına yakalandığını, gayri sıhhi müesseseleri ruhsatlandırmak ve denetlemekle görevli Belediyenin gerekli denetimleri yapmayarak söz konusu işyerinin mevzuata aykırı faaliyette bulunmasına göz yumduğunu iddia ederek Büyükşehir ve … Belediye yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunduğu, Başsavcılığın 11.3.2009 tarih ve Soruşturma No: 2009/18550 sayılı yazısıyla şikayet evrakının 4483 sayılı Yasa uyarınca gereğinin takdir ve ifası için İstanbul Valiliğine gönderildiği, Valilikçe yaptırılan araştırma sonucunda düzenlenen 29.5.2009 tarihli raporda, … Belediye Başkanı ve yetkilileri ile Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin mevzuat uyarınca gerekli işlemleri tesis ettikleri, görevlerini ihmal etmedikleri ve haklarında ön inceleme yaptırılması gerekmediği kanaatinin bildirildiği, kanaat doğrultusunda içişleri Bakanınca şikaye in işleme konulmamasına ilişkin 11.12.2009 tarih ve INS:09.34.2234 sayılı kararın alındığı, şikayetçinin bu karara itirazı üzerine Dairemizin 15.7.2010 tarih ve E:2010/564, K:2010/1245 sayılı kararıyla, itiraz kabul edilerek ve iddia konusuyla ilgili ön inceleme yapılması gerektiği belirtilerek söz konusu işleme konulmama kararının kaldırıldığı, Dairemiz kararı üzerine içişleri Bakanı tarafından ön inceleme onayı verildiği ancak Mülkiye Müfettişince yapılan incelemede, aynı konu ve görevliler hakkında daha önce 27.9.2010 tarih ve 105/105 sayılı ön inceleme raporu ile 27.9.2010 tarih ve 105/106 sayılı tevdi raporunun düzenlenmiş olduğu belirtilerek söz konusu iddiayla ilgili olarak 4483 sayılı Kanunun 5. maddesi gereğince mükerrer ön inceleme yapılmasının mümkün olmadığının bildirildiği, yetkili merciin de aynı gerekçeyle … Belediye Başkanı ve diğer Belediye görevlileri hakkında şikayetin işleme konulmamasına ilişkin 30.12.2010 tarih ve İNS:09.34.2234 sayılı kararı aldığı anlaşılmıştır. Dairemizin 26.5.2011 tarihli ara kararıyla içişleri Bakanlığından, itiraza konu işleme konulmama kararının gerekçesini oluşturan 27.9.2010 tarihli, 105/105 sayılı ön inceleme raporu ile 105/106 sayılı tevdi raporunun istenildiği, ara kararımıza verilen cevap ve eki belgelerden, şikayete konu işyerinde gerekli denetimlerin yapılmadığı iddiasını kapsayacak şekilde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve … Belediyesi görevlileri (ilgili Belediye Başkan Yardımcıları ile Ruhsat ve Denetim Müdürleri) yönünden 105/105 sayılı ön inceleme raporunun düzenlendiği ve bu kişiler hakkında soruşturma izni verilmemesi yolunda İçişleri Bakanı tarafından 28.9.2010 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk.2010/349 sayılı kararın alındığı, söz konusu kararın itiraz edilmeyerek kesinleştiği, şikayet edilen … Belediye Başkanı …’ın ise ön inceleme tarihinde milletvekili olması nedeniyle anılan ön inceleme raporu ve yetkili merci kararı kapsamında değerlendirilmediği, şikayetin adı geçene ilişkin kısmı tefrik edilerek bu kişi hakkında 105/106 sayılı tevdi raporunun düzenlendiği, bu raporda, adı geçenin halen milletvekili olması nedeniyle Anayasanın 83. maddesi uyarınca yasama dokunulmazlığının bulunduğu, bu nedenle 4483 sayılı Kanunun 6. maddesi gereğince ifadesinin temini mümkün olmadığından konunun ilgiliye ilişkin kısmının Adalet Bakanlığına tevdi edilmesi gerektiğinin bildirildiği anlaşılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının yasama dokunulmazlığını düzenleyen 83. maddesinin 2 nci fıkrasında, seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekilinin, Meclisin kararı olmadıkça tutulamayacağı, sorguya çekilemeyeceği, tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı hüküm altına alınmıştır. Anayasadaki düzenlemeden de anlaşıldığı üzere yasama dokunulmazlığı, suç işlediği iddia edilen milletvekilini, hürriyeti kısıtlayıcı bazı usul işlemlerinden ve yargılamalardan korumayı ifade etmektedir. Ayrıca 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Tanımlar başlıklı 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde sorgu, şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya k ovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi şeklinde tanımlanmıştır. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 6 ncı maddesinde, ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişilerin, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz oldukları, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemesi Kanununa göre işlem yapabilecekleri, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunacakları hükmüne yer verilmiştir. Kanunda belirtilen ifade alma işlemi, Anayasanın 83. maddesinde belirtilen sorguya çekilme anlamına gelmeyip sadece hakkında ön inceleme yapılanın ön inceleme konusu olaya ilişkin bilgi ve görgüsüne başvurulması anlamını taşımaktadır. Kaldı ki, 4483 sayılı Kanunla, yürürlükten kaldırılan 4 Şubat 1329 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat’ın öngördüğü soruşturma sisteminden vazgeçilmiş izin sistemi benimsenmiştir. Böylece 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca memurlar ve diğer kamu görevlilerine görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı soruşturma izni verilmiş ise ancak o zaman haklarında Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturma yapılması mümkündür. Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturma yapılmasına başlanılmasından itibaren kişi, Ceza Muhakemesi Kanununa göre “şüpheli” sıfatını kazanacaktır. Kişinin ön incelemede ifadesine başvurulmakla, kişiye ceza hukuku ilkeleri açısından “şüpheli” sıfatının yüklenemeyeceği açıktır. Böylece, yetkili merci tarafından hakkında soruşturma izni verilen ancak Anayasanın 83. maddesi uyarınca yasama dokunulmazlığı bulunan kişiler hakkında Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturma yapılabilmesi ve ifade alınabilmesi ancak yasama dokunulmazlığının TBMM’ce kaldırılmasına bağlıdır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle TBMM’ye gönderilmek üzere Adalet Bakanlığına bildirilmesi için tevdi raporu düzenleme görevi de yine Ceza Muhakemesi Kanununa göre soruşturma yapmakla görevli Cumhuriyet başsavcılığına aittir. Ayrıca 4483 sayılı Kanun kapsamında alınacak ifadenin, vicahen alınması zorunlu olmayıp, gerektiğinde makul bir süre verilmek suretiyle yazıyla istenebileceği hususu da göz önünde bulundurulduğunda, yasama dokunulmazlığının …’ın ifadesinin alınmasına dolayısıyla hakkında ön inceleme yapılmasına engel oluşturmayacağı sonucuna varılmaktadır. Diğer taraftan, İçişleri Bakanının 30.12.2010 tarih ve İNS:09.34.2234 sayılı kararında, şikayet konusunda daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme olduğu gerekçesiyle … Belediye Başkanı ve diğer Belediye görevlileri hakkında işleme konulmama kararı verilmişse de, Belediye Başkanı dışındaki … Belediye görevlileri hakkında aynı şikayet konusuyla ilgili olarak daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme bulunduğu, Belediye Başkanı hakkında ise yasama dokunulmazlığına sahip olduğu ve ifadesinin alınamayacağı belirtilerek ön inceleme yapılmadığı ve dosyanın ilgiliye ilişkin kısmı tefrik edilerek Adalet Bakanlığına gönderilmesi yolunda tevdi raporu düzenlendiği, dolayısıyla Belediye Başkanı hakkında aynı iddiayla ilgili olarak daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayet konusu eylemle ilgili Belediye Başkanı dışında kalan diğer Belediye görevlileri yönünden daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme bulunduğu ve aynı eylem nedeniyle mükerrer soruşturma yapılamayacağı, bu nedenle şikayetin Belediye görevlilerine ilişkin kısmının, anılan 5. madde kapsamında ön inceleme yapılmasını gerektirmediği anlaşıldığından, İçişleri Bakanının 30.12.2010 tarih ve İNS:09.34.2234 sayılı kararının, Belediye Başkanı dışında kalan diğer Belediye görevlileri hakkında şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kısmına yapılan itirazın reddine,

             SONUÇ : Şikayet konusu eylemle ilgili Belediye Başkanı yönünden daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme bulunmadığı, yasama dokunulmazlığının ise, yukarıda ayrıntılı olarak incelendiği üzere, 4483 sayılı Kanun kapsamında ifadesinin alınmasına ve hakkında ön inceleme yapılmasına engel oluşturmadığı, bu nedenle yetkili merci tarafından verilen ön inceleme emri uyarınca Belediye Başkanı hakkında bir ön inceleme raporu düzenlenmesi ve yetkili merci tarafından söz konusu ön inceleme raporu da göz önünde bulundurulmak suretiyle soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin bir kararın tesis edilmesi, verilecek kararın türüne göre on günlük itiraz süresini ve itiraza bakmakla görevli yeri de belirten gerekli bildirimlerin yapılması, tesis edilen karara karşı itirazda bulunulması durumunda yazılı bildirimlere ilişkin tarihli ve imzalı bildirim alındıları ile itiraz dilekçelerinin de eklenerek dosyanın Dairemize gönderilmesi gerektiğinden, şikayetçi itirazının kısmen kabulü ile içişleri Bakanının 30.12.2010 tarih ve İNS:09.34.2234 sayılı kararının Belediye Başkanı hakkında şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kısmının kaldırılmasına, dosyanın içişleri Bakanlığına, kararın bir örneğinin şikayetçi vekiline gönderilmesine, 24.10.2011 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

             KARŞI OY : İçişleri Bakanının 30.12.2010 tarih ve İNS:09.34.2234 sayılı kararında, şikayetçinin çalıştığı işyerinde gerekli denetimlerin yapılmadığı iddiasıyla ilgili olarak daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme olduğu gerekçesiyle … Belediye Başkanı ve diğer Belediye görevlileri hakkında işleme konulmama kararı verildiği, dosya kapsamından Belediye Başkanı dışındaki … Belediye görevlileri hakkında aynı şikayet konusuyla ilgilli olarak daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme bulunduğu, Belediye Başkanı hakkında ise yasama dokunulmazlığına sahip olduğu ve ifadesinin alınamayacağı belirtilerek ön inceleme yapılmadığı ve dosyanın ilgiliye ilişkin kısmı tefrik edilerek Adalet Bakanlığına gönderilmesi yolunda tevdi raporu düzenlendiğinin anlaşıldığı, yetkili merci kararının itirazen incelenmesi sonucunda, şikayet konusuyla ilgili Belediye Başkanı yönünden daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme bulunmadığı, yasama dokunulmazlığının ise, 4483 sayılı Kanun kapsamında ifadesinin alınmasına ve hakkında ön inceleme yapılmasına engel oluşturmadığı, bu nedenle Belediye Başkanı hakkında bir ön inceleme raporu düzenlenmesi ve yetkili merci tarafından söz konusu ön inceleme raporu da göz önünde bulundurulmak suretiyle soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin bir kararın tesis edilmesi gerektiği belirtilerek içişleri Bakanının 30.12.2010 tarih ve İNS:09.34.2234 sayılı kararının Belediye Başkanı hakkında şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kısmının kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu kararda ön inceleme sırasında başvurulması gereken ifade almanın, Anayasanın 83. maddesiyle getirilmiş bulunan sınırlamalarla ilgisinin olmadığı, yasama dokunulmazlığının ifade almaya ve karar vermeye engel teşkil etmeyeceği görüşü benimsenmiştir. Dairenin kararı kaldırma gerekçesi esas itibariyle 4483 sayılı Kanuna göre ifade almanın Ceza Muhakemesi Kanununun tanımladığı anlamda bir ifade alma işlemi olmadığı yönünde şekillenmiştir. Oysaki, gerek yürürlükten kaldırılan Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun, gerekse 1412 sayılı CMUK yerine geçen kanunlar yasama dokunulmazlığının kaldırılması konusunda, eskiye göre daha kolaylaştırıcı bir sistem getirmemiştir. Bilindiği üzere 02.12.1999 tarihi itibariyle memur ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri iddia edilen suçlarla ilgili işlemler ve verilen kararlar yeni bir düzenlemeye tabi tutulmuş bulunmaktadır. Getirilen sistemde ön inceleme işlemlerinin basit ve hızlı işlemesi amacı güdülmüş ve Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanundan farklı olarak 1982 yılında yürürlüğe giren Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında yer alan izin sistemine geçilmiştir. Ayrıca, anılan tarihten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun kapsamı, sadece görevden doğan suçlarla sınırlandırılmıştır. Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun yerini alan bu Kanun, basit ve hızlı işleyen bir sistemi benimsemiş; ön inceleme, karar ve itiraz süreciyle ilgili belli süreler getirmiş, ifade alınmasını, ön incelemeye başlamadan önceki aşamada hukuki ve fiili engeller hariç zorunlu kılmıştır. İzin sistemini benimsemiş olan 4483 sayılı Kanun uyarınca yetkili merciin onayı ile başlatılan ön inceleme işlemleri, bu Kanunun 6. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca atıfta bulunduğu 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu(CMUK) ile 1.6.2005 tarihi itibariyle bu Kanun yerini almış bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda (CMK) yer alan bazı yetkilerde kullanılarak sonuçlandırılmaktadır. Örneğin yeminli yazman görevlendirilmesi, bilirkişi ataması, muhbir ve müşteki ile hakkında ön inceleme yapılanın ifadesinin alınması, tanıkların çağrılması gibi ceza muhakemesi işlemlerine başvurulmaktadır. Bir başka önemli nokta ise, 4483 sayılı Kanunun 6 nci maddesi gereğince ön inceleme aşamasında ifade alınmasının zorunlu olmasıdır. Ayrıca bu zorunluluk tek taraflı bir zorunluluktur. Hakkında inceleme başlatılan kamu görevlileri ifade verip vermemekte serbest olsalar da ön inceleme yapmakla görevlendirilenler, bunların ifadelerini alarak bilgi ve belgeleri toplamak mecburiyetindedirler. Kanun bu konuda takdir hakkı tanımamaktadır. Kanunun öngördüğü süreler ve bu süreleri kesen diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde ifadenin alınması, ifade verilmiyorsa ya da ön inceleme ve karar verme süresi geçiyorsa, bu durumları belgeleyen objektif kanıtların dosyaya konulmasından sonra işlemlerin sonuçlandırılması gerekmektedir. 4483 sayılı Kanunda yer alan “ifade alma” kavramı Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan ifadeden farklı olmayıp her iki kavram da bir ceza muhakemesi işlemidir. Diğer taraftan 4483 sayılı Kanunun yasalaştığı tarihte yürürlükte olan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun (C.M.U.K.) 132 – 135. maddelerinde yer alan “ifade” ve “sorgu” kavramları bu Kanun yerine geçen yeni Ceza Muhakemesi Kanununun (C.M.K.) 145 – 147 nci maddelerinde de aynen yer almıştır. Kavramların özünde bir değişiklik olmamakla birlikte yürürlükten kalkan C.M.U.K.’un anılan maddelerindeki “ifade” ve “sorgu” kavramları, bu Kanunun yerine geçen C.M.K’nın 2 nci maddesindeki tanımlar başlığı altında ayrıca açıklanmıştır. Dolayısıyla 4483 sayılı Kanunun 6 nci maddesi uyarınca ifade alınmasında, eski ve yeni ceza muhakemesi mevzuatı açısından herhangi bir farklılık bulunmamaktadır. Bu nedenle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 2 nci maddesinde tanımlanan ve sorgu aşamasında kullanılması gereken bir yetki olan ifade almanın, 4483 sayılı Kanuna göre yapılan ön inceleme işlemleri sırasında alınan ifadeden ayrı bir müessese olduğu düşünülemez. Çünkü 4483 sayılı Kanun gereği başvurulan ifade alma işlemi de bir ceza muhakemesi işlemidir. C.M.K’nın 145. maddesindeki “ifadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi….” ibaresi de böyle bir değerlendirmeye imkan vermektedir. 4483 sayılı Kanunun 6 nci maddesine göre ifade alınması, ön incelemeye başlanmasında bir ön şartsa ön incelemeye muhatap olan kamu görevlisinin böyle bir güvenceden ve haktan mahrum edilemeyeceği açıktır. Çünkü ifade, savunma açısından çok önemlidir. Nitekim bu Kanun tasarısının Meclise sunulduğu ilk şeklinde “gerektiğinde ifadesi alınarak” sözcüğü mevcutken, bu düzenleme, genel kuruldaki görüşmeler sırasında muhalefet milletvekillerinin de katkısıyla hazırlanan ve ortaklaşa verilen önerge ile “ifadesi de alınarak” biçiminde değiştirilmek suretiyle yasalaştırılmıştır. Kanunda yapılan bu değişiklik sırasında Meclis Genel Kurulunda yapılan görüşmelere ilişkin tutanaklarda, soruşturma kararı verilmeden önceki aşamalarda kullanılan bazı yetkilerin ceza muhakemesi yetkisi olacağı, bilgi ve belge toplanmasına ifade alınarak başlanacağı hususları yer almıştır. Bu görüşme tutanaklarından da anlaşılacağı üzere ifade alma, ön incelemeye başlanması sırasında objektif şartlarda uyulması gereken bir usul kuralıdır. Daha sonra ilgilinin savunmasının alınacak olması bu aşamanın işlemsiz geçilmesine cevaz vermemektedier. Daha önce de işaret edildiği üzere 4483 sayılı Kanunun 6 nci maddesine göre yapılan işlemler ceza muhakemesi işlemidir. İfade için çağrıldığı halde ilgili gelmemişse bu ayrı bir durumdur ve yasal hakkını kullanmayacak demektir. Doğaldır ki hakkında ön inceleme başlatılan ifadeye zorlanamaz. Uygulamada çoğunlukla ön inceleme işlemleri bütüncül bir yaklaşımla ele alınmadığı için bu işlemler sırasında birçok kavram birbirinin yerine kullanılmaktadır. Bu bağlamda ifade alma ve savunma isteme kavramları da karışmakta, zaman zaman birbirinin yerine kullanıldığı sıkça görülebilmektedir. Diğer yandan, milletvekilliğine seçilen kamu görevlisiyle ilgili olarak başlatılması gereken bir ön incelemeyi, Anayasanın 83. maddesiyle birlikte düşünmek gerekmektedir. Çünkü, kamu görevlisinin, önceki görev dönemiyle ilgili olarak başlatılan ön inceleme işlemlerinde, milletvekillerine, Anayasanın 83. maddesiyle getirilen yasama dokulmazlığı güvencesi ve Meclisin izninin alınması şartı gözardı edilemez. 4483 sayılı Kanun, ön incelemeyi görevden doğan suçlarla sınırladığı ve görev esnasında işlenen suçları kapsam dışında bıraktığı için iddiaların kanıtlanmasında tanık ifadesinin rolü neredeyse kalmamıştır. Kamu görevlilerinin işlediği suçların kanıtları işlem dosyalarında yer aldığı için bunların toplanması çoğunlukla hakkında işlem yapılan kişilerden bağımsız olabilmekte ve herhangi bir sorun teşkil etmemektedir. Bu belgeler toplanarak hazırlanacak dosyanın milletvekilinin ifadesi alınmadan önce TBMM’ye gönderilerek izin istenmesi ve izin verilmesi halinde ifade alınarak ön inceleme ve karar verme işlemlerinin sonuçlandırılması, izin veya yanıt verilmemesi halinde ise yasama döneminin bitmesinin beklenmesi gerekir. On inceleme işlemlerini düzenleyen 4483 sayılı Kanuna göre kamu görevlisi hakkında yetkili merci kararını verirken, kamu görevlilerinin hukukunu koruyacak tüm kurallara eksiksiz uyulup uyulmadığını da aramak zorundadır. Somut olayda milletvekili seçilen ve yeni bir statü kazanan … Belediyesi eski Başkanı …’ın milletvekilliği sıfatından kaynaklanan yasama dokunulmazlığının gözardı edilmesi mümkün değildir. Çünkü, yasama dokunulmazlığı, memur yargılama mevzuatınının öngördüğü izin sisteminden daha fazla hak sağlamaktadır. On inceleme yapılması ve karar verilmesi için getirilen yasal süreler Anayasanın 83. maddesi uyarınca askıya alınabilmekte, bekletici mesele sayılmaktadır. Gerekli olan Meclis kararı alınıncaya kadar ön inceleme sürecindeki süre ve dava zamanaşımı işlememektedir. Anayasal düzenlemeler uyarınca milletvekili istese bile Türkiye Büyük Millet Meclisinin izni olmadıkça ön inceleme tamamlanamaz. Anayasanın 83. maddesinin 2 nci fıkrasında “…sorguya çekilemez” ibaresinden yola çıkılarak burada yer almadığı için milletvekili seçilen Belediye Başkanı …’ın ifadesinin istenebileceği sonucuna varılması uygulamada önemli sorunlara neden olabilecektir. 4483 sayılı Kanunda geçen “ifade almanın” da bir ceza muhakemesi işlemi olduğu kabul edildiğinde, CMK’nın 2 nci maddesindeki tanımlamalara bakarak bu kavrama farklı anlamlar yüklemek de mümkün değildir. Dolayısıyla milletvekili seçilen Belediye Başkanı …’ın dosyasının Meclise gönderilerek yasama dokunulmazlığının kaldırılması yolunda işlem yapılması, mevcut memur yargılama usulüne göre 1924 yılından bu yana yürürlüğe giren tüm Anayasalarda yer alan ve güçlendirilerek korunan yasama dokunulmazlığının ön inceleme işlemlerinde de dikkate alınması gerekmektedir. Yasama dokulmazlığının gözardı edilmesi halinde ise, milletvekilliğine seçilen memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yerli yersiz ihbarlarla görevini yapamaz hale düşürülmeleri kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Bir başka ifade ile milletvekili seçilmiş kamu görevlileri, yapılacak ihbar ve şikayetlerle sürekli olarak ön inceleme görevlilerine ifade vermeye mecbur kalacaklardır. Açıklanan nedenlerle, milletvekili dokunulmazlığını gözeterek 4483 sayılı Kanunun özüne, Anayasanın 129/5 ve 83. maddelerinin ruhuna uygun olarak verildiğini düşündüğüm kararın kaldırılması yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

 

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Belediyelerle İlgili İçişleri Bakanlığı Görüş ve Genelgeleri

Şub19
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Görüşleri Okumak İçin Tıklayınız…

Yazıldı Makale ve Görüşler, Yargı Kararları

DİSİPLİN UYGULAMALARINA İLİŞKİN AÇIKLAMA

Şub18
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

DİSİPLİN UYGULAMALARINA İLİŞKİN AÇIKLAMA

***DİSİPLİN SUÇU İŞLEDİĞİ İLERİ SÜRÜLEN MEMUR HAKKINDA DİSİPLİN SORUŞTURMASI YAPILMAKSIZIN DİSİPLİN AMİRİNCE DOĞRUDAN CEZA VERİLEMEZ.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 126. maddesinde uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarının disiplin amiri tarafından verileceği hükme bağlanmış, aynı Kanunun 128. maddesinde de disiplin amirlerinin uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarını soruşturmanın tamamlandığı günden itibaren onbeş gün içinde vermek zorunda oldukları belirtilmiştir. Öte yandan, Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmelik’in 19. maddesi 1. fıkrasında, disiplin amirlerinin yükümlülükleri belirtildikten sonra 2. fıkrasında: “a) Memurların uyarma, kınama, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve memurluktan çıkarma cezalarından biriyle cezalandırılması gereken disipline aykırı davranışlarını öğrendikleri tarihten itibaren kanunen belli süreler içinde disiplin soruşturmasını başlatarak; gerekli cezayı uygulayarak, disiplin cezası verme yetkisinin zaman aşımına uğramasını önlemek,

b) Uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarını soruşturmanın tamamlandığı tarihi izleyen 15 gün içinde vermek,

e) Uyarma ve kınama cezalarına karşı yapılan itirazları, cezalarla ilişkin karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren 30 gün içinde inceleyerek sonuçlandırmak, zorundadırlar.” hükmü yer almaktadır. Açıklanan mevzuat hükümleri uyarınca, ilgililer hakkında disiplin cezası verilebilmesi için isnat olunan fiil ve haller hakkında usulünce soruşturma yapılması ve soruşturma sonucunda suç konuları ile ilgili memur hakkında cezai, idari ve mali yönlerden gerekli işlemlerin yapılması gerekir.Bu nedenle disiplin cezasına konusu işlemin dayanağı olan fiillerin tespiti amacıyla usulüne uygun soruşturma açılmadan, gerekli olan inceleme yapılmadan ve tanık ifadeleri alınmadan doğrudan, disiplin amirince davacıdan savunma alınarak ceza verilemez. Bu yönteme uyulmaksızın disiplin suçu işlediği isnat edilen eylemin ancak soruşturma yapılarak ortaya konulabileceğinden, bu usule uyulmadan tesis edilen işlemlerde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

***DİSİPLİN CEZASINI VEREN AMİR, CEZAYA İTİRAZ ÜZERİNE OLUŞTURULAN DİSİPLİN KURULUNDA ÜYE OLARAK YER ALAMAZ.

Disiplin kurulları ve amirleri tarafından verilen disiplin cezalarının sağlıklı ve nesnel olması, disiplin amirleri ve disiplin kurulu başkan ve üyelerinin olayı nesnel olarak  değerlendirmesiyle mümkündür. Disiplin Hukukunda; hakkında disiplin soruşturması yürütülen kişilerle arasında husumet bulunan, soruşturmada taraf olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin, disiplin amiri sıfatıyla ya da disiplin kurulu başkan ve üyesi olarak tesis edilecek disiplin cezası işlemine katılamayacakları kabul edilmektedir. Bu nedenle, disiplin kurullarının, başkan ve üyelerinin disiplin cezası teklif ettikleri veya disiplin soruşturmasını yaptıkları memurlarla ilgili disiplin kurullarına katılamaması gerektiğinden, disiplin cezasını veren disiplin amirinin aynı cezaya yapılan itirazın görüşüldüğü disiplin kurulu toplantısına katılamaz. Mardin İdare Mahkemesi 09.01.2014 T,2013/1681 Esas,2014/46 Karar.

***MEMUR HAKKINDA SORUŞTURMAYI YAPAN İLE DİSİPLİN CEZASI VERENİN AYNI KİŞİ OLMASI HALİNDE, CEZA VERİLMESİNDE HUKUKA UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.

Danıştay 12. Dairesi, E :2014/3085, K : 2014/4911,T: 12/06/2014

ÖZET: Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmeliğin 6. ve 19. maddeleri göz önüne alındığında; kamu görevlisinin suç oluşturduğu iddia edilen fiili ile ilgili olarak İdarece açılan bir disiplin soruşturmasını yapmakla görevlendirilen soruşturmacının daha sonra disiplin amiri sıfatıyla ceza vermesi objektiflik ve tarafsızlık ilkesine uygun düşmemektedir.

Dava, Kayseri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda İnfaz ve Koruma memuru olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125-B/a bendi uyarınca uyarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 27/03/2012 tarihli ve 2012/14 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Kayseri 1. İdare Mahkemesi’nin 29/01/2013 tarihli ve E:2012/797, K:2013/58 sayılı kararıyla, soruşturmayı yapan ile cezayı veren kişilerin ayrı kişiler olması gerekir iken Cezaevi 2. Müdürü tarafından hem olayın soruşturulması hem de davacıya ceza verilmesi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde, nesnel, eşit ve güvenirlilik ilkelerine uygun verilmesinin koşullarını oluşturan “şekil” kurallarına uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Bu karara karşı davalı idare tarafından itiraz edilmesi üzerine, Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin 03/10/2013 tarihli ve E:2013/943; K:2013/977 sayılı kararıyla; Kayseri 1. İdare Mahkemesinin 29/01/2013 tarihli ve E:2012/797, K:2013/58 sayılı kararının bozulmasına ve dosyanın esastan incelenmesi sonucunda; disiplin soruşturmasına konu olayın soruşturma raporu ve 09/03/2012 tarihli tutanakla sabit olması karşısında, dava konusu disiplin cezasında hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karar karşı davacı tarafından kararın düzeltilmesi isteminde bulunulmaması üzerine karar kesinleşmiştir. Danıştay Başsavcılığı, “davacının işlediği iddia edilen fiili soruşturmakla görevlendirilen ve davacının disiplin amiri olan Kayseri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 2. Müdürünün getirdiği teklif doğrultusunda cezayı yine kendisinin vermesinde, objektiflik ve tarafsızlık ilkelerine uygun değerlendirme yapıldığından söz edilemeyeceği açık olmakla, verilen cezada hukuka uygunluk görülmediği, dolayısıyla davanın reddi yolunda verilen Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin 03/10/2013 tarihli ve E:2013/943; K:2013/977 sayılı kararının yürürlükteki hukuka aykırı sonuç ifade ettiğinden 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51.maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51 .maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay’ca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı ve bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderilip, Resmi Gazetede yayımlanacağı kuralına yer verilmiştir.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinin B bendinin (a) alt bendinde “Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kusurlu davranmak” kınama cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.24/10/1982 tarihli ve 17848 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmeliğin 6. maddesinde; “Disiplin kurulu başkan ve üyelerinin disiplin cezası verilmesini teklif ettikleri veya disiplin soruşturmasını yaptıkları memurlara ait işlerle ilgili kurul toplantılarına katılamayacakları” öngörülmüş, 18. maddesinde; “Disiplin amirlerinin, kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile Kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Devlet memuru olarak emrettiği görevleri yurt içinde veya dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre, 657 sayılı Kanun’da yazılı disiplin cezalarından yetkisi dahilinde bulunanları vermeye yetkili olduğu” belirtilmiş, 19. maddesinde ise “Disiplin amirlerinin disiplin işlerinde kendilerine 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve özel kanunlarla verilen yetkileri kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacıyla; memurlara kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınan hakları gözönünde tutan, hakkaniyet ve eşitliği esas alan bir tutum ve davranış için de kullanmakla yükümlü oldukları” hükmüne yer verilmiştir .Öte yandan, 30/05/1999 tarihli ve 23710 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, Adalet Bakanlığı Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliği’nin 21.maddesinde, “memurun disipline aykırı davranışının öğrenilmesi üzerine, disiplin amiri veya görevlendirileceği bir muhakkik tarafından derhal soruşturmasına başlanır. Muhakkik olarak tayin edilecek kişinin, hakkında soruşturma yapılan memura eşit veya daha üst bir görevde bulunmasının zorunludur” hükmüne yer verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden 08/03/2012 tarihinde saat 15:00’te bayanlar koğuşunda bulunan tutuklu S.G.nin doğum sancısının gelmesi üzerine hastaneye sevk edildiği, vardiyada o gün itibarıyla görevli olan tek beyan memurun da refakatçi olarak hastaneye gittiği, vardiya görevini yapacak memur kalmaması nedeniyle davacının da aralarında bulunduğu bazı memurların göreve çağrıldığı halde gelmemesi üzerine soruşturma başlatıldığı, davacının disiplin amiri olan cezaevi 2. müdürünün disiplin soruşturmasını bizzat yürüttüğü, tanıkların ifadelerine başvurarak ifade tutanaklarını düzenlediği, davacının savunmasını aldığı soruşturma raporu niteliğindeki 27/03/2012 tarihli ve 2014/14 sayılı işlemle de davacıya bizzat disiplin çezası verdiği anlaşılmaktadır. Disiplin cezaları, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi bakımından kamu görevlilerinin mevzuat uyarınca yerine getirmek zorunda oldukları ödev ve sorumlulukları ifa etmemeleri veya mevzuatta yasaklanan fiillerde bulunmaları durumunda uygulanan yaptırımlar olup, memurların özlük hakları üzerinde doğrudan ve önemli sonuçlar doğurmaları sebebiyle sübjektif ve bireysel etkileri bulunduğu gibi kamu görevinin gereği gibi sürdürülmesi ve kamu düzeninin sağlanması bakımından objektif ve kamusal öneme sahiptirler. Bu bakımdan disiplin soruşturmalarının yapılmasında izlenecek yöntem, ceza verilecek fiiller ve ceza vermeye yetkili makam ve kurullar pozitif olarak mevzuatla belirlenmekte, doktrin ve yargısal içtihatlarla da konu ile ilgili disiplin hukuku ilkeleri oluşturulmaktadır. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; Adalet Bakanlığı teşkilatındaki disiplin amirlerinin, Adalet Bakanlığı Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliği’nin 21/1. maddesi uyarınca disiplin soruşturmasını bizzat yapmaları mümkün ise de; Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmeliğin 6. ve 19. maddeleri göz önüne alındığında; kamu görevlisinin suç oluşturduğu iddia edilen fiili ile ilgili olarak İdarece açılan bir disiplin soruşturmasını yapmakla görevlendirilen soruşturmacının daha sonra disiplin amiri sıfatıyla ceza vermesi objektiflik ve tarafsızlık ilkesine uygun düşmemektedir. Olayda, davacının disiplin amiri olan cezaevi 2. müdürünün disiplin soruşturmasını bizzat yürüttüğü, tanıkların ifadelerine başvurarak ifade tutanaklarını düzenlediği, davacının savunmasını alarak, isnat olunan eylemin hukuki nitelendirmesini yaptıktan sonra yine dava konusu yapılan disiplin cezasını kendisinin verdiği dikkate alındığında, objektiflik ve tarafsızlık ilkesine aykırı olarak tesis edilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığımın kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin 03/10/2013 tarihli ve E:2013/943; K:2013/977 sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer örneğinin ilgili Adalet Bakanlığı ve davacı ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve kararın Resmi Gazetede yayımlanmasına, 12/06/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

***DAVACININ DENGİ VEYA ÜSTÜ KONUMUNDA BİR İDARİ GÖREVE SAHİP BULUNMAYAN VE BAŞKA BİR KURUMDA MUHASEBE ŞEFİ OLARAK GÖREVLİ KİŞİNİN MUHAKKİKLİĞİNDE ANILAN UNVANIN UZMANLIĞINI GEREKTİREN SORUŞTURMA KONUSU BULUNMADIĞI HALDE YÜRÜTÜLEN DİSİPLİN SORUŞTURMASININ HUKUKA AYKIRI OLDUĞU

Danıştay 12. Daire, E. 2010/5479,K. 2013/6665,T. 26.9.2013

ÖZET : Davacının dengi veya üstü konumunda bir idari göreve sahip bulunmayan ve başka bir kurumda muhasebe şefi olarak görevli kişinin muhakkikliğinde, anılan unvanın uzmanlığını gerektiren soruşturma konusu bulunmadığı halde yürütülen disiplin soruşturmasının bu yönüyle hukuka aykırı olduğu, davacı hakkında soruşturma ya da inceleme yapma yetkisine sahip bulunmayan ” muhasebe şefi unvanlı ” soruşturmacının katılımı ile hazırlanan soruşturma raporuna dayalı olarak tesis edilen dava konusu disiplin cezası ile cezalandırma işleminde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Dava; Antalya İli, Merkez Döşemealtı İlçesi, … Lisesi müdürü olan davacının yangına karşı önlem planı hazırlamadığından bahisle 1702 sayılı Kanun’un 20/1 maddesi uyarınca ihtar cezasıyla tecziyesine ilişkin 13.03.2009 tarih ve 1187 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince; davacının müdürü olduğu okulda yangına karşı önlem planı hazırlanmadığının sabit olduğu, buna göre vazifesinin ifasında kusurlu olan davacının eylemine uygun disiplin cezasıyla tecziyesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir. 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun’un 20. maddesinin 1. bendinde; “Talimatname ve emirler mucibince yapılması lâzım olan vazifelerin ifasında kusur etmek” eyleminin tespiti halinde memurun ihtar cezası ile cezalandırılacağı kurala bağlanmıştır. 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 31. maddesinin ( Ç ) bendinde; ”Kaymakamlar, dördüncü maddenin son fıkrasında belirtilen daire ve müesseseler dışında kalan bütün Devlet daire ve müessese ve işletmelerini ve özel işyerlerini, özel idare, belediye ve köy idareleriyle bunlara bağlı tekmil müesseseleri denetler ve teftiş ederler. Bu teftiş ve denetlemeyi bizzat veya idare şube başkanları veya validen talep edeceği Bakanlık veya tüzelkişiliği haiz genel müdürlük müfettişleri vasıtasıyla ortaokul veya bu dereceli öğretim müesseselerini de bizzat veya ilgili müfettişleri marifetiyle denetler.” hükmü öngörülmüştür. Dava dosyasının incelenmesinden, Antalya … Lisesi Müdürü olarak görev yapan davacının, yangına karşı önlem planı hazırlamadığı hususları ile ilgili olarak Döşemealtı Kaymakamlığının 19.12.2008 gün ve 1525 -1526 sayılı soruşturma emri ile muhakkik olarak görevlendirilen …Lisesi Müdürü … ve Malmüdürlüğü Muhasebe Şefi … tarafından yürütülen disiplin soruşturması neticesinde okulun genel temizliğinin yeterli ve düzenli olarak yapılmadığı, okulun yangın talimatnamesinin denetim esnasında bulunmadığı, okul aile birliği kararı alınmadan mal ve hizmet alımı yapıldığı, mal ve hizmet alımları taşınır işlem fişi olmadan gerçekleştirildiği ve Malmüdürlüğüne eksik fiş teslim edildiği hususları sabit bulunarak her bir eylem için 1702 sayılı Yasanın 20/1 maddesine aykırılıktan ayrı ayrı ihtar cezası uygulanması teklifinde bulunulduğu, yangına karşı önlem planı hazırlanmadığından bahisle verilen ihtar cezasının iptali için görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda disiplin soruşturmasını yapacak kişilerin kimler olacağı konusunda açık hüküm olmamakla beraber soruşturmacının soruşturulan kişinin üstü, bu mümkün değilse dengi statüsünde olan muhakkikçe yürütülmesi gerektiği yargısal içtihatlarla kabul edilmiştir. Öte yandan, disiplin soruşturmalarında iddia konusu suçların sübuta erip ermediği hususunda soruşturulanların görev yaptığı kurumun yapısı, mevzuatı, yürütülen hizmetin niteliği dikkate alınarak sonuca ulaşılacağından soruşturmacının kurumun sözü edilen özelliklerini bilmesi, bir başka deyişle o kurumda görev yapmasının kamu hizmetinin en iyi şekilde yürütülmesi ilkesine de uygun düşeceği tabiidir. Olayda, disiplin soruşturmasını davacının dengi olarak kabulü gereken “Lise Müdürü” ile birlikte Döşemealtı Malmüdürlüğünde Muhasebe Şefi olarak görev yapan “…”ın muhakkik sıfatıyla birlikte yaptığı görüldüğünden davacının dengi veya üstü konumunda bir idari göreve sahip bulunmadığı ve başka bir kurumda muhasebe şefi olarak görevli kişinin muhakkikliğinde ve anılan unvanın uzmanlığını gerektiren soruşturma konusu bulunmadığı halde yürütülen disiplin soruşturması bu yönüyle hukuka aykırı bulunduğundan, davacı hakkında soruşturma ya da inceleme yapma yetkisine sahip bulunmayan ” muhasebe şefi unvanlı” soruşturmacının katılımı ile hazırlanan soruşturma raporuna dayalı olarak tesis edilen dava konusu disiplin cezası ile cezalandırma işleminde hukuka uyarlık, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 26.09.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

5393 Sayılı Belediye Kanunu’nunda Düzenleme Hakkında

Şub18
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Danıştay İdari İşler Kurulu, Esas :2009/15,Karar: 2009/19,Tarih: 22/12/2009

ÖZET: 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 23’üncü maddesinde düzenlenen, mülki idare amirinin hukuka aykırı gördüğü belediye meclisi kararları aleyhine idari yargıya başvurabileceği yolundaki hükmün, iptal davası açmaya ilişkin olduğu hakkında.

Ağrı Belediye Meclisince alınan 01/11/2005 günlü ve 11 sayılı, 02/10/2006 günlü ve 10/10 sayılı, 07/01/2008 günlü ve 1/1 sayılı kararların, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 23’üncü maddesi uyarınca itirazen incelenerek iptali istemine ilişkin Ağrı Valiliğinin 06/11/2008 günlü ve 3446 sayılı başvurusu üzerine, Birinci Dairece verilen 05/03/2009 günlü ve E: 2008/1362, K: 2009/415 sayılı karar, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 46’ncı maddesinin 1/e bendi uyarınca Danıştay Başkanı tarafından Kurula havale edilerek incelendi.

Gereği görüşülüp düşünüldü : 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 23’üncü maddesinde yer alan, mülki idare amirinin hukuka aykırı gördüğü belediye meclisi kararları aleyhine idari yargıya başvurabileceği yolundaki hükmün, usul hukuku açısından niteliğinin saptanması, maddede düzenlenen  başvurunun bir dava yolu mu yoksa itiraz yolu mu olduğunun açıklığa kavuşturulması için yapılan müzakere sonucunda:

Birinci Daire Başkanı … ile üyeler …, …. ile …’ün, “Türkiye Cumhuriyeti  Anayasası’nın 123 üncü maddesinde, idarenin, kuruluş ve görevleri ile bir bütün olduğu, kuruluş ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı, 127 nci maddesinin beşinci fıkrasında, merkezi idarenin, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu hükme bağlanmıştır.5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 9 uncu maddesinde ise, valinin, ilde devletin ve hükümetin temsilcisi ve ayrı ayrı her bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi yürütme vasıtası olduğu hükmüne yer verildiğinden, bu görevi nedeniyle valinin ildeki bütün yerel yönetimler üzerinde merkezi idare adına idari vesayet yetkisini kullandığı bilinen bir husustur. 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 1 inci maddesinde Danıştayın danışma ve inceleme mercii olduğu hükme bağlandıktan sonra idari vesayet denetimi yapılmasını düzenleyen 42 nci maddesinin (ı) bendinde, Belediye Kanunu ile idari davaya konu olmayan işleri inceleyerek karara bağlamak, (h) bendinde, İdarei  Umumiyei  Vilayat Kanunu Muvakkatı gereğince doğrudan doğruya veya itiraz yoluyla verilen işleri inceleyerek karara bağlamak Birinci Dairenin görevleri arasında sayılmıştır. Merkezi idare ile mahalli idareler arasındaki bütünlüğü sağlamaya yönelik bir hukuki araç olan idari vesayet yetkisine dayanarak merkezi idarenin, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde yerel idarenin karar ve işlemleri üzerinde hem yerindelik, hem hukukilik denetimi yapılabilmesine imkan tanınmıştır. Anayasa ve kanunla belirtilen hallerde ve yine Anayasa ve kanunla gösterilen yöntemlere göre kullanılabilecek bir yetki olan vesayet yetkisi, takdire bağlı değildir. Bu yetkinin kullanılabilmesi için hangi karar ve işlemlerin idari vesayete tabi olduğunun ve nasıl kullanılacağının yasa ile açıkça belirlenmesi gerekmektedir. Buna göre, idari vesayet, merkezi idare ile mahalli idareler arasındaki bütünlüğü sağlamayı amaçlamaktadır. Merkezi idarenin, kamu hizmetlerinin ülke düzeyinde uyumlu bir şekilde yürütülmesi ve kamu kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılmasının sağlanması için mahalli idareleri belli ölçüde denetlemesi gerekmektedir. Merkezi idarenin yerinden yönetim kuruluşları üzerinde sahip olduğu vesayet yetkisi, sınırları kanunla çizilmiş olan bir denetim yetkisidir. Bu şekilde açıkça belirtilmemiş olan işlemler yönünden idari vesayet yetkisinin kullanılmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 23 üncü maddesinde, belediye başkanının, hukuka aykırı gördüğü meclis kararlarını, gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere beş gün içinde meclise iade edebileceği, yeniden görüşülmesi istenilmeyen kararlar ile yeniden görüşülmesi istenip de belediye meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararların kesinleşeceği, belediye başkanının, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine on gün içinde idarî yargıya başvurabileceği, kararların kesinleştiği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde mahallin en büyük mülkî idare amirine gönderileceği, mülkî idare amirine gönderilmeyen kararların yürürlüğe girmeyeceği, mülkî idare amirinin hukuka aykırı gördüğü kararlar aleyhine idarî yargıya başvurabileceği, kesinleşen meclis kararlarının özetlerinin yedi gün içinde uygun araçlarla halka duyurulacağı hükmü yer almaktadır. 5393 sayılı Kanunla getirilmiş olan belediye meclisi kararlarının, en geç yedi gün içinde mahallin en büyük mülkî idare amirine gönderilmesi şeklindeki düzenleme vesayet denetimini sağlamaktadır. Böylelikle, mülki idare amirine, kararların hukuka aykırı oldukları kanaatine ulaşılması halinde idari yargıya başvurma, uygun bulunması halinde hareketsiz kalarak kabul etme şeklinde gerçekleşen bir çeşit vesayet yetkisi tanınmıştır. Nitekim, Danıştay Birinci Dairesi belediye meclisi kararlarını mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu döneminde Kanunun 73 üncü ve 74 üncü maddeleri uyarınca idari itiraz yolu olarak inceleyerek karara bağlamaktaydı. Benzer durumlarda, mülki idare amirlerine verilen yetkilerin vesayet denetimine ilişkin yetkiler olduğu kabul edilmiştir. Nitekim, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 27 nci maddesinin altıncı fıkrasında, valinin kanun, tüzük, yönetmelik ve il genel meclisi kararlarına aykırı gördüğü encümen kararının bir sonraki toplantıda tekrar görüşülmesini isteyebileceği, encümenin kararında ısrar etmesi halinde kararın kesinleşeceği, bu takdirde valinin, kesinleşen encümen kararının uygulanmasını durdurarak idari yargı mercilerine yürütmeyi durdurma talebi ile birlikte on gün içinde başvuracağı, itirazın Danıştayca en geç altmış gün içinde karara bağlanacağı hükmünün yer aldığı, nitekim Danıştay Birinci Dairesinin 8.12.2006 tarih ve E:2006/1186, K:2006/1228 sayılı kararıyla Afyonkarahisar İl Encümeninin imar hukukuna ilişkin kararının itirazen incelendiği ve İdari İşler Kurulunun 8.4.2007 tarih ve E:2007/3, K:2008/2 sayılı kararıyla onandığı, Danıştay Birinci Dairesinin 8.12.2006 tarih ve E:2006/863, K:2006/1229 sayılı kararıyla Muğla İl Encümeninin imar hukukuna ilişkin kararının itirazen incelendiği ve İdari İşler Kurulunun 8.4.2007 tarih ve E:2007/4, K:2008/3 sayılı kararıyla onandığı, Danıştay Birinci Dairesinin 22.5.2007 tarih ve E:2007/475, K:2007/602 sayılı kararıyla Diyarbakır İl Encümeninin maden hukukuna ilişkin kararının itirazen incelendiği ve İdari İşler Kurulunun 8.4.2007 tarih ve E:2007/10, K:2008/4 sayılı kararıyla onandığı görülmektedir. Yine, Anayasa Mahkemesinin 8.1.2007 tarih ve E:2005/32, K:2007/3 sayılı iptal kararından önce 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 15 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, valinin, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine idari yargıya başvurabileceği hükmünün yer aldığı, Danıştay Birinci Dairesinin 1.2.2008 tarih ve E:2007/1025, K:2008/146 sayılı kararıyla Manisa İl Genel Meclisinin şirket kurulmasına ilişkin kararının itirazen incelendiği ve İdari İşler Kurulunun 8.4.2007 tarih ve E:2008/3, K:2008/1 sayılı kararıyla onandığı anlaşılmaktadır. Mahalli idarelere ilişkin 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 27 nci maddesinin altıncı fıkrası ve 15 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu’nun 22 inci maddesinin ikinci fıkrası, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 14 üncü maddesinin beşinci fıkrası ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 23 üncü maddesinin beşinci fıkrasında yer alan ve mülki idare amirlerine mahalli idare organlarının kararları aleyhine idari yargı mercilerine başvurma yetkisi verilen hükümlerin idari vesayet denetimi kapsamında Danıştay idari dairesine başvurma dışında yetkili ve görevli idari mahkemelere iptal istemiyle başvurma yolu olarak düşünülmesi mümkün değildir. Zira, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinin 1/a bendinde, iptal davası, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. İptal davası, idari yargı rejimini benimsemiş olan hukuk sistemlerinde idari işlemlerin yargısal denetimini sağlayan genel dava yoludur. İptal davasının genel dava açma yolu olması nedeniyle bir idari işleme karşı dava açılabilmesi için yasada iptal davası açılabileceğine ilişkin bir hüküm olmasına gerek bulunmamaktadır. İptal davasına göre özel bir başvuru yolu olması nedeniyle idari itiraz yolunun işletilebilmesi için, mutlaka yasal bir düzenlemenin varlığına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bağlamda, vesayet makamının idari vesayet yetkisini iptal davası açmak suretiyle kullanması, başka bir ifadeyle vesayet denetiminde yargısal yöntem, öğretide  tartışma konusu olan, bir vesayet denetimi sayılıp sayılmayacağı konusunda görüş birliği olmayan ve Türk idare hukukuna yabancı bir hukuk uygulamasıdır. Bu yöntemde yerel yönetimin işlem ya da kararlarının yargı organının önüne getirilmesine ilişkin işlemler yönetsel olarak değerlendirilmekte ve bu başvuru vesayet yönetimi tarafından yapılmaktadır. Başvuru sonucu başlayan bu süreç tamamen yargısal olduğu gibi varılan denetim sonucu da yargısaldır. Bu durumda, Anayasanın 125 inci maddesinin dördüncü fıkrası hükmü gereğince, yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olarak işletilebileceğinden, yargısal denetimin yerindelik denetimini içermesi söz konusu olamayacaktır. Oysa Anayasanın 127 nci maddesinde belirtilen amacı gerçekleştirmek üzere, bu maddede sayılan unsurların denetiminin, yerindelik denetimi yapılmadan sağlanması asla mümkün olamayacağından, yargısal denetime başvurma olanağının sağlanması, vesayet denetimi olarak kabul edilmemektedir. İdari vesayetin, vesayet makamlarına salt dava açma yetkisi olarak düzenlenmesi, idari vesayeti ortadan kaldıracak kadar zayıflatılması sonucunu doğurduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla ortaya konulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 8.1.2007 günlü, E: 2005/32, K: 2007/3 sayılı kararında, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 15’inci maddesinin ikinci fıkrasının “… ile yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar…” bölümünün, bu kuralla merkezi idarece Anayasanın 127 nci maddesinde çizilen çerçeve içinde kullanılması gereken vesayet yetkisinin zayıflatıldığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle iptaline, açıklanan nedenlerle 15 inci maddenin üçüncü fıkrasının “… Vali, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine idari yargıya başvurabilir.” ibaresinin de iptaline karar verilmiş, iptal edilen fıkra, bent ve bölümün doğuracağı hukuksal boşluk, kamu düzenini ve kamu yararını ihlâl edici nitelikte görülerek, iptal hükümlerinin kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra, yani 29.12.2008 tarihinde yürürlüğe girmesine karar verilmiş bulunmaktadır. Benzer bir tartışma 5302 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan 13 Mart 1329 tarihli İl Özel İdaresi Kanununun aynı konuyu düzenleyen 141 inci maddesinin uygulaması nedeniyle de yaşanmıştı. Anılan maddede, valinin gerektiğinde kesinleşen encümen kararlarının uygulanmasını durdurarak iptali için idari yargı mercilerine başvurabileceği, ilgili idari yargı merciince verilen karara göre uygulama yapılacağı hükmü yer almaktaydı. Ankara Valiliği tarafından Ankara İl Daimi Encümeni kararının iptali istemiyle yapılan başvuru üzerine Danıştay Onuncu, Sekizinci ve Birinci Daireleri arasında çıkan görev uyuşmazlığının çözümlenmesine ilişkin Danıştay Başkanlar Kurulunun 26.5.1993 tarih ve E:1993/17, K:1993/1 sayılı kararıyla ” … 141. madde uyarınca Vali tarafından bir dava açılması söz konusu olmadığına göre maddede yer alan idari yargı mercii ile 135. maddede belirtilen Danıştay’ın amaçlandığı ve vali tarafından yapılan itiraz konusunda Danıştay’ın amaçlandığı ve vali tarafından yapılan itiraz konusunda Danıştay Yasasının 42. maddesinin (h) bendi uyarınca Birinci Dairece karar verilmesi gerektiğine kuşku yoktur.” gerekçesiyle Birinci Dairenin görevli olduğuna karar verilerek bu nitelikteki hükümlerin idari itiraz yolu olarak algılanmasına gerek duyulduğu hükme bağlanmıştır. Bu durumda, 5393 sayılı Belediye Kanununun 23 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun idari itiraz yolu olduğu ve bu başvurunun esasının Danıştay Birinci Dairesince karara bağlanabileceği açıktır.” yolundaki ayrışık oylarına karşılık, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın İdarenin Bütünlüğü ve Kamu Tüzelkişiliği başlıklı 123’üncü maddesinde: İdarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği; idarenin kuruluş ve görevlerinin, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı, kamu tüzelkişiliğinin, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulacağı belirtilmiş; mahalli idarelerin düzenlendiği 127’nci maddenin birinci ve ikinci fıkralarında da: Mahalli idarelerin; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri olduğu ve mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği hükmüne yer verilmiş; aynı maddenin beşinci fıkrasında ise: Merkezi idarenin, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu kurala bağlanmıştır. Anayasanın yukarıda anılan 123’üncü maddesi, idareyi, herhangi bir ayrım yapılmaksızın, en geniş anlamıyla, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olarak görmekte ve idareyi, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandırmaktadır. Yine, Anayasanın 127’nci maddesinin altıncı bendinde de: İdarenin bütünlüğü ilkesinin sağlanmasına yönelik olarak, merkezi idarenin, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu belirtilmektedir. Yukarıda anılan, anayasal düzenlemeye uygun, mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun meclis kararlarının tasvibi ve tasdiki başlıklı 71’inci maddesinde, bu maddede gösterilen işlere ilişkin belediye meclisi kararlarının, mahallin en büyük mülki amirinin onayı ile yürürlük kazanacağı, mülki amirin onay için kendisine intikal ettirilen kararları bir hafta içinde onaylaması gerektiği, onaylamaz ise, ilgili belediye meclisinin başvurusu üzerine Danıştay tarafından bir ay içinde incelenerek kesin karara bağlanacağı belirtilmiş; bu Kanunun 73’üncü maddesinde de, belediye meclisince verilen kararlardan mülki amirin onayına tabi olmayan diğer bir ifade ile kesin olan kararlara, il idare kurulları ve Danıştay nezdinde yapılacak itirazın yol ve usulleri düzenlenmiş; yine, aynı Kanunun 74’üncü maddesinde de, olağan veya olağanüstü toplantılar dışında veya görev ve kanuni yetkiye aykırı olarak yahut Kanun ve tüzüklere aykırı olarak alınacak belediye meclisi kararlarından, il merkezi dışındaki belediye meclislerince alınacak olanların valinin isteği üzerine il idare kurulunca, il merkezi olan yerler belediye meclislerince alınacak kararların da İçişleri Bakanlığının isteği ile Danıştay’ca incelenerek tasdik veya iptal olunacağı belirtilmiştir. Mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun yukarıda yer verilen 71’inci, 73’üncü ve 74’üncü maddelerinde, meclis kararlarına karşı yapılacak itirazın yol ve usullerinin gösterilmesi, idari vesayete ilişkin kavramlar olan “tasdik” ve “iptal” gibi sözcüklere yer verilmesi, en önemlisi, söz konusu incelemenin, yargısal görevinin yanında danışma ve inceleme fonksiyonu da bulunan Şuray-ı Devlet, (Danıştay) tarafından yerine getirileceğinin maddede açıkça gösterilmesi nedeniyle, burada öngörülen başvuru yolunun, bir idari itiraz yolu olduğu kabul görmüş ve inceleme Danıştay tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yerine getirilmiştir. Uygulama bu şekilde devam etmekte iken, birbirine paralel ve emsal düzenlemeler içeren 1580 sayılı Belediye Kanunu, 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile 13 Mart 1329 tarihli İl Özel İdaresi Kanunu değiştirilmiş idari vesayet yetkisinin kullanımı bakımından önemli değişikliğe gidilmiştir. Sözü edilen mülga yasalarda, idari vesayet yetkisinin, yerindelik ve hukuka uygunluk ölçütleri çerçevesinde kullanılması yolunda düzenlemeler yer almakta iken, yeni çıkarılan yasalarda, vesayet yetkisinin kapsamı ve uygulanma şekli yasa koyucu tarafından hukuka uygunlukla sınırlı olmak üzere idari yargı mercileri nezdinde iptal davası açmak yolu ile sağlanması şeklinde değiştirilmiş bulunmaktadır. Böylece 13/07/2005 günlü Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda, konu yeniden düzenlenmiş ve Meclis Kararlarının Kesinleşmesi başlıklı 23’üncü maddesinde: Belediye başkanının hukuka aykırı gördüğü meclis kararlarını, gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere beş gün içinde meclise iade edebileceği; yeniden görüşülmesi istenilmeyen kararlar ile yeniden görüşülmesi istenip de belediye meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararların kesinleşeceği; belediye başkanının, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine on gün içinde idari yargıya başvurabileceği; kararların kesinleştiği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde mahallin en büyük mülki idare amirine gönderileceği, mülki idare amirine gönderilmeyen kararların yürürlüğe girmeyeceği; mülki idare amirinin hukuka aykırı gördüğü kararlar aleyhine idari yargıya başvurabileceği ve kesinleşen meclis kararlarının özetlerinin yedi gün içinde uygun araçlarla halka duyurulacağı kurala bağlanmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde ise: “Madde ile, daha önce yürürlükte bulunan 1580 sayılı Belediye Kanununda belediye meclisi kararlarının kesinleşmesi için öngörülen onay sistemine son verilerek yeni yöntem benimsenmiştir. Belediye başkanı, hukuka aykırı gördüğü meclis kararlarının bir daha görüşülmesini isteyebilecek, buna gerek görmemesi durumunda karar kendiliğinden kesinleşecektir. Belediye başkanınca tekrar görüşülmesi istenen herhangi bir karar, belediye meclisinde üye tam sayısının salt çoğunluğuyla kabul edildiği takdirde kesinleşmektedir. Belediye başkanı, bu şekilde kesinleşen kararların iptali ve yürütülmesinin durdurulması için on gün içinde idari yargı mercilerine başvurabilmektedir. Kararlar kesinleştiği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde mahallin en büyük mülki idare amirine gönderilecek; mülki idare amirine gönderilmeyen kararlar yürürlüğe girmeyecektir. Bu uygulama meclis kararlarının aleniyetini sağlamada önemli bir işlev görecektir. Yine belediye başkanından ayrı olarak ilde vali ve ilçede kaymakama hukuka aykırı gördüğü meclis kararı aleyhine yargı merciine başvurma yetkisi verilmektedir. Yeni getirilen sistem ile belediyeler üzerinde uygulanan önemli vesayet uygulamalarından birisi olan meclis kararlarının mülki idare amirlerince onayından vazgeçilmekte sadece bu kararların anılan makamlara gönderilmesi öngörülmektedir. Madde ile getirilen bir başka yenilik de meclis kararlarının özetlerinin toplantıyı izleyen en geç yedi gün içinde halka duyurulmasıdır. Kararların halka duyurulması yoluyla ülkemizde eksikliği hissedilen kamuoyu denetiminin etkinleştirilmesi ve halkın yönetime katılmasının özendirilmesi amaçlanmaktadır.” hususlarına yer verilmiş bulunmaktadır. Madde metni ve gerekçesinin birlikte değerlendirilmesinden, bu düzenleme ile Kanun Koyucunun, 1580 sayılı Belediye Kanunu’nda mülki idare amiri olarak vali ve kaymakamlara, bazı meclis kararlarını onaylama veya onaylamayıp tekrar görüşülmek üzere meclise geri çevirme konusunda tanınan yetkiyi sona erdirerek, yerine, hukuka aykırı gördüğü belediye meclisi kararlarına karşı dava açarak idari yargıyı harekete geçirme şeklinde bir yetkiyi kullanma hakkını verdiği görülmektedir. Öte yandan, idari yargı düzeni bakımından, 2575 sayılı Danıştay Kanunu hükümleri uyarınca, yalnızca, Danıştay’a idari itiraz imkanının bulunduğu hususu dikkate alındığında, maddede, Danıştay’a itiraz edilebileceği şeklinde bir düzenleme yerine, idari yargıya başvurulabileceği yolundaki hükmün, valilere, merkezi idarenin taşra ajanı sıfatıyla il yerel yönetim idaresinin aldığı karara karşı Danıştay nezdinde bir itirazda bulunma yetkisini vermeyip; idari yargıda, iptal davası açma imkânını tanımaya ilişkin bir düzenleme olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Danıştay Kanunu’nun 42’nci maddesinin (ı) bendi uyarınca, Birinci Dairece belediye meclisi kararları üzerinde, hem hukukilik, hem de yerindelik denetimini içeren bir vesayet yetkisi kullanılıp karar verilebilmesi için, mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu, İdare-i Umumiye Vilayet Kanunu ve Danıştay’a görev veren pek çok kanunda olduğu gibi görevli yargı yerinin Danıştay olarak açıkça belirtilmesi gerekir. Oysa, 5393 sayılı Kanunun 23’üncü maddesinde mülki idare amirince hukuka aykırı görülen kararlar aleyhine başvuru yeri olarak Danıştay gösterilmeyip, yargı mercileri işaret edilmek suretiyle idari yargı kavramı kullanılmış bulunmaktadır. Halbuki Kanun Koyucunun, Danıştay’ı görevli gördüğü ve incelemenin Danıştay’ca yapılmasını istediği durumlarda, Danıştay ibaresine açıkça yer vermekte, 5393 sayılı Kanunun 23’üncü maddesinde olduğu gibi idari yargı kavramını kullanmadığı bilinmektedir. Nitekim,5393 sayılı Belediye Kanunu’nun, Belediyelerin kuruluşuna ilişkin 4’üncü, tüzel kişiliğin sona erdirilmesine ilişkin 11’inci, belediyenin yetkileri ve imtiyazlarına ilişkin 15’inci, meclisin bilgi edinme ve denetim yollarına ilişkin 26’ncı, meclis üyeliğinin sona ermesine ilişkin 29’uncu,belediye meclisinin feshine ilişkin 30’uncu, belediye başkanlığının sona ermesine ilişkin 44’üncü maddelerinde inceleme ve karar verme yeri olarak Danıştay’ı görevli görerek bu konudaki iradesini açıkça göstermiştir. Konuyla ilgili benzer bir düzenleme olarak görülen 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 15’inci maddesinde, “İl genel meclisi tarafından alınan kararların tam metni, en geç beş gün içinde valiye gönderilir. Vali, hukuka aykırı gördüğü kararları, yedi gün içinde gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere il genel meclisine iade edebilir. Valiye gönderilmeyen meclis kararları yürürlüğe girmez. Yeniden görüşülmesi istenilmeyen kararlar ile yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar kesinleşir. Vali, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine on gün içinde idari yargıya başvurabilir. Kesinleşen il genel meclisi karar özetleri toplantıyı izleyen en geç yedi gün içinde çeşitli yollarla halka duyurulur.” kuralı yer almakta iken, diğer maddeler ile birlikte anılan maddenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine dava açılmış, Mahkeme, 18/01/2007 günlü ve E:2005/32, K:2007/3 sayılı kararıyla, 15’inci maddeye yönelik olarak, Maddenin ikinci fıkrasında yer alan, “… yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar kesinleşir.” biçimindeki kuralla, merkezi idarece Anayasanın 127’nci maddesinde çizilen çerçeve içinde kullanılması gereken vesayet yetkisinin zayıflatıldığı sonucuna ulaşarak, maddenin ikinci fıkrasının “… ile yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar …” ibaresi ile üçüncü fıkrasının “Vali, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine idari yargıya başvurabilir.” ibaresinin iptali ve iptal hükümlerinin Kararın Resmî Gazetede yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra, 29/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, bu kararı ile, maddenin 2’nci fıkrasında yer alan düzenlemenin vesayet yetkisini zayıflattığı sonucuna ulaşmış; maddenin üçüncü fıkrasında yer alan hükmünde, buna bağlı olarak dava yolunu öngördüğüne işaret etmiştir. Bu bağlamda, İl Özel İdaresi Kanunu’nun anılan hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması, bu maddenin uygulanmasından kaynaklanan işlerin idari itiraz yolu ile Danıştay’da incelemesini sağlayıcı bir etki yaratmadığı gibi, bu tip uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde görülmesini engelleyici bir sonuç da doğurmamıştır. Yine inceleme konusu 5393 sayılı Kanunun 23’üncü maddesinde, belediye meclisi kararlarına karşı idari yargıya başvuru yolu olarak: Maddenin üçüncü fıkrasında, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine, belediye başkanına; maddenin beşinci fıkrasında da, maddede öngörülen süreç tamamlanarak kesinleşen meclis kararlarına karşı ise, bu kez, mülki idare amirine yetki verildiği görülmektedir. Buna göre, aynı maddede düzenlenmiş olması, aynı kavramlara yer verilmiş olması nedeniyle her iki başvurunun usulü, hukuki niteliği ve karar organı bakımından birliktelik bulunması gerektiği kuşkusuzdur. Bu çerçevede, yerel yönetim idaresinin başı olan belediye başkanının, diğer bir yerel yönetim organı olan belediye meclisinin kararına karşı yapacağı başvurunun, mahalli idare organlarının karar ve işlemleri üzerinde merkezi idare adına yapılan bir denetim yolu olarak  tanımlanan idari vesayet kavramı ile açıklanmasına olanak bulunmadığı gibi, bu başvurunun vesayet denetimi kapsamında Danıştay İdari Dairesince incelenmesi de teorik olarak mümkün değildir. Dolayısıyla Kanun Koyucunun, aynı maddede, aynı meclis kararına karşı, bir fıkrada idari itiraz yolunu, diğer bir fıkra da ise dava yolunu düzenlemiş olamayacağına göre, maddede hem belediye başkanına, hem de mülki idare amirine belediye meclisi kararlarına karşı tanınan başvuru yolunun yargı mercilerine iptal davası açmak olduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 23’üncü maddesinde düzenlenen mülki idare amirinin hukuka aykırı gördüğü kararlar aleyhine idari yargıya başvurabilecekleri yolundaki hükmün, iptal davası açmaya ilişkin olduğu, bu konuda inceleme ve karar verme yetkisinin ise genel görevli idari yargı yerleri olan idare mahkemelerine ait bulunduğu sonucuna varıldığından, Birinci Daire kararının bozulmasına, dosyanın yeniden karar verilmek üzere anılan Daireye gönderilmesine 22/12/2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Danıştay Birinci Daire, Esas :2009/963,Karar :2009/1433,Tarih:21.10.2009

ÖZET:İşçi statüsünde bulunmasına karşın inşaat mühendisi olarak Fen İşleri Müdürlüğünde kamu görevi ifa edenin 4483 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hakkında.

KARAR

Ön İnceleme Yapılanlar :

1- …- Burdur İli, … Belediye Başkanı

2- …- ” ” ” ”

3- …- ” ” ” Encümen Üyesi

4- …- ” ” ” ”

5- …- ” ” Fen İşleri Müdürü

6- …- ” ” Fen İşleri Müdür Vekili

7- …- ” ” ” ”

8- …-” ” ” ” ”

9- …- ” ” ” ”

10- …- ” ” Fen İşleri Memuru

11- …- ” ” ” İnşaat Mühendisi

İtiraz Edilen Karar : Hakkında ön inceleme yapılanların tümü için soruşturma izni verilmemesine ilişkin İçişleri Bakanının 4.3.2009 tarih ve 2009/6963 sayılı kararı

Karara İtiraz Eden : Şikayetçi …

Soruşturulacak Eylem : Konak Mahallesi … ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerinde inşa edilen yapının yasal süresi içinde tamamlanmaması nedeniyle ruhsatsız duruma düşmesine karşın imar mevzuatında yer alan yaptırımları uygulamamak ve sonrasında ruhsatsız inşa edilen 2 nci kat da dahil olmak üzere söz konusu yapıyı usule aykırı olarak ruhsatlandırmak suretiyle görevi kötüye kullanmak

Eylem Tarihi : 2005 yılı ve öncesi İçişleri Bakanlığının 1.7.2009 tarih ve 9913 sayılı yazısı ekinde gönderilen dosya, İçişleri Bakanının 4.3.2009 tarih ve 2009/6963 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı ve bu karara yapılan itiraz, Tetkik Hakimi Arzu Bozkurt Şen’in açıklamaları dinlenildikten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;

Gereği Görüşülüp Düşünüldü:  Hakkında ön inceleme yapılarak soruşturma izni verilmeyenler arasında bulunan …’in geçici işçi statüsünde bulunmasına karşın inşaat mühendisi olarak Fen İşleri Müdürlüğünde görevli olduğu, dolayısıyla kamu görevi ifa eden adı geçenin de 4483 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Dosyanın incelenmesinden; 1986 yılında düzenlenen yapı ruhsatının süresinin dolması nedeniyle ruhsatsız konumda olan inşaat için, 1992 yılında yapılan imar planı tadilatıyla kat sayısının arttırıldığı da dikkate alınarak, 3.8.2005 tarih ve 26/3 sayılı yapı ruhsatı düzenlendiği, bu işleme ilişkin harçların ve para cezasının tahsil edildiği, ruhsat eki dosyada tüm projelerin fenni mesuliyetinin uygunluğunun tasdik edilmiş olduğu, bu itibarla ilgililere isnat edilen eylemin haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, soruşturma izni verilmemesine ilişkin yetkili merci kararına yapılan itirazın reddine, dosyanın İçişleri Bakanlığına, kararın bir örneğinin itiraz edene gönderilmesine 21.10.2009 tarihinde … yönünden oyçokluğuyla diğer Belediye görevlileri yönünden oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY

İçişleri Bakanlığının 1.7.2009 tarih ve 9913 sayılı yazısı ekinde gönderilen 4.3.2009 tarih ve 2009/6963 sayılı karara işçi statüsünde görev yapan …’ in de dahil edildiği  anlaşılmıştır. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 2. maddesi kapsamında bulunmayan işçiler hakkında anılan yasaya göre “karar verilmesi” mümkün değildir. Kanunun 10. maddesi uyarınca, suça iştirakten dolayı aynı mahkemede yargılanacak olunması da bu gerçeği değiştirmemektedir. Kamu görevlisi kavramı, 1999 yılında yürürlüğe giren 4483 sayılı yasada yer almış; bu tanım 5337 sayılı Türk Ceza Yasasının 6. maddesinin (c) fıkrasıyla daha da açıklık kazanmıştır. Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin “genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memur ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebi ile işledikleri suçlar 4483 sayılı Yasaya tabidir. Türk Ceza Kanununun 6. maddesinin (c) fıkrasında kamu görevlisi “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir suretle sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” olarak tanımlanmıştır. Bu iki düzenlemede de “memur” kavramlarından daha geniş bir kavram olan “kamu görevine” vurgu yapılmış bulunmaktadır. Anayasanın 128. maddesi de bu doğrultuda düzenlemeler içermekte olup esas itibariyle 4483 sayılı Yasa, memurlara, eski mevzuata göre daha sınırlı bir biçimde uygulanmaktadır. Bu çerçevede kamu görevlilerinin görevleri esnasında işlenen ve görevden doğmayan suçları kapsam dışı bırakılmış bulunmaktadır. Memurların sadece görevinden doğan suçları ön inceleme kapsamında ele alınırken, işçilerin genel hükümler yerine 4483 sayılı Yasaya göre işleme tabi tutulması mevcut hükümlere uygun düşmemektedir. Uygulamadaki hukuki düzenlemeler ve yargısal kararlar işçileri kamu görevlisi kapsamında değerlendirmemektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 9.2.1993 gün ve 44/7 sayılı kararı da, işçilerin, Anayasanın 128. maddesindeki memur ve diğer kamu görevlisi sayılmayacağını hüküm altına almıştır. Benzer bir değerlendirmeye Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8.2.1995 gün ve 1994/10-79, K: 1995/45 sayılı kararında da yer verilmiş ve anılan kararda, işçilerin diğer kamu görevlilerinden sayılamayacağına işaret edilmiştir. Yürürlükte bulunan yasal düzenlemeler ve özü itibariyle güncelliğini koruyan yargı kararları karşısında işçiler hakkında genel hükümlere göre doğrudan Cumhuriyet savcılığınca soruşturma yapılması gerektiği, bu

nedenle İçişleri Bakanının 4.3.2009 tarih ve 2009/6963 sayılı kararının işçiye yönelik kısmının kaldırılması ve genel hükümlere göre Cumhuriyet savcılığınca doğrudan soruşturma yapılması için ilgili savcılığa gönderilmesi gerektiği görüşü ile çoğunluk kararının işçiye yönelik kısmına katılmıyorum.

Danıştay Birinci Daire, Esas :2009/1123,Karar :2009/1440,Tarih:21.10.2009

ÖZET: Doğrudan temin usulünün bir ihale usulü olmaması nedeniyle, işin yapılması için teklif verenlerin 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 11 inci maddesinde düzenlenen yasaklılar kapsamına girip girmediğine ilişkin bir inceleme yapılmasına hukuken olanak bulunmadığı hakkında.

KARAR

Hakkında Ön İnceleme Yapılanlar:

1- … – … Büyükşehir Belediye Başkanı

2- … – ” ” Satınalma Dairesi Başkanı, Satınalma Görevlisi

3- … – … Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Dairesi Başkanı, Satınalma Görevlisi

4- … – … Büyükşehir Belediyesi Destek Hizmetleri Dairesi Başkanı, Harcama

Görevlisi

5- … – … Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanı

6- … – … Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Dairesi Başkan Vekili, Satınalma

Görevlisi

7- …- … Büyükşehir Belediyesi Mali Hizmetler Dairesi Başkan Vekili, Satınalma Görevlisi

8- … – … Büyükşehir Belediyesi Satınalma Memuru

9- … – ” Gerçekleştirme Görevlisi

10- … – ” Muhasebe Yetkilisi

11- … – ” Gerçekleştirme Görevlisi

12- … – ” Harcama Yetkilisi

İtiraz Edilen Karar: Hakkında ön inceleme yapılanların tümü için soruşturma izni verilmesine ilişkin İçişleri Bakanının 17.6.2009 tarih ve 2009/147 sayılı kararı

Karara İtiraz Edenler : Hakkında soruşturma izni verilen …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve …

Soruşturulacak Eylem : 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 11 inci maddesine aykırı olarak Belediyenin reklam işlerini … Elektronik Limited Şirketi ile … Ofset Limited Şirketine yaptırmak

Eylem Tarihi : 2006 yılı ve sonrası

İçişleri Bakanlığının 7.8.2009 tarih ve 11875 sayılı yazısı ekinde gönderilen dosya, İçişleri Bakanının 17.6.2009 tarih ve 2009/147 sayılı soruşturma izni verilmesine ilişkin kararı  ve bu karara yapılan itirazlar, Tetkik Hakimi Serkan Kızılyel’in açıklamaları dinlenildikten sonra 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;

Gereği Görüşülüp Düşünüldü: 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 11 inci maddesinde, ihaleyi yapan idarenin ihale yetkilisi kişileri ile bu yetkiye sahip kurullarda görevli kişiler ve ihaleyi yapan idarenin ihale konusu işle ilgili her türlü ihale işlemlerini hazırlamak, yürütmek, sonuçlandırmak ve onaylamakla görevli olanlar ve belirtilen şahısların eşleri ve üçüncü dereceye kadar kan ve ikinci dereceye kadar kayın hısımları ile evlatlıkları ve evlat edinenlerinin doğrudan veya dolaylı veya alt yüklenici olarak, kendileri veya başkaları adına hiçbir şekilde ihalelere katılamayacakları hükmüne yer verildiği, aynı Kanunun 18 inci maddesinde 30.07.2003 tarih ve 4964sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile doğrudan temin yönteminin bir ihale türü olmaktan çıkarıldığı, yine Kanunun 22 nci maddesinde, belli bir miktar parayı aşmayan ihtiyaçların, ihale komisyonu kurma ve 10 uncu maddede sayılan yeterlik kurallarını arama zorunluluğu bulunmaksızın, ihale yetkilisince görevlendirilecek kişi veya kişiler tarafından piyasada fiyat araştırması yapılarak temin edilebileceğinin hükme bağlandığı, öte yandan Kamu İhale Genel Tebliğinin Birinci Bölümünün XV inci maddesinin (B) bendinde, doğrudan teminin bir ihale usulü olmaktan çıkarılması nedeniyle 4734 sayılı Kanunun “İhaleye Katılımda Yeterlik Kuralları” başlıklı 10 uncu maddesi ile “İhaleye Katılamayacak Olanlar” başlıklı 11 inci maddesinin doğrudan temin usulünde uygulanmasının zorunlu olmaktan çıkarıldığının karara bağlandığı görülmektedir. Dosyanın incelenmesinden, 2006 yılında Belediyenin reklam ihtiyaçlarından bir kısmının karşılanması amacıyla 4734 sayılı Kanunun 22 nci maddesi uyarınca görevlendirilen satınalma görevlileri tarafından yapılan piyasa araştırma sonrasında en uygun teklifi veren … Elektronik Limited Şirketi’ne işlerin yaptırıldığı, bu dönemde anılan Şirketin ortaklarından birisinin … Büyükşehir Belediye Başkanı …’in damadı olmasına karşın doğrudan temin usulünün bir ihale usulü olmaması nedeniyle, işin yapılması için teklif verenlerin Kanunun 11 inci maddesinde düzenlenen yasaklılar kapsamına girip girmediğine ilişkin bir inceleme yapılmasına hukuken olanak bulunmadığı, bu durumun Kamu İhale Genel Tebliğinde de düzenlendiği, ilgili dönemde gerçekleştirilen alımların cüzi bir kısmını alan … Elektronik Limited Şirketi’nin rayiç bedelin üstünde bir bedelle işleri yaptığı ya da üstlendiği işin yapılmasında kusurlu davrandığına ilişkin dosyada bilgi veya belge bulunmadığı, yine … Ofset Limited Şirketi tarafından doğrudan temin usulüyle üstlenilen işlerin … Elektronik Limited Şirketine yaptırıldığına ilişkin iddianın ise bilgi ve belgeyle desteklenemediği ve muhbir iddiasından öteye geçemediği, bu nedenle rayiç bedel üzerinden hukuka uygun olarak doğrudan temin usulü ile yapılan alımlar nedeniyle ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, itirazların kabulüyle İçişleri Bakanının 17.6.2009 tarih ve 2009/147 sayılı soruşturma izni verilmesine ilişkin kararının kaldırılmasına, dosyanın İçişleri Bakanlığına, kararın bir örneğinin itiraz edenlere gönderilmesine 21.10.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay 13. Daire, E.2009/3127 , K 2014/2311, T.04.06.2014

ÖZET: İhale süreci içerisinde herhangi bir idare tarafından yasaklama kararı verilmesi durumunda yasaklama kararının Resmî Gazetede yayım tarihinden önce teklif vermiş olan aday veya isteklilerin tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılarak geçici teminatlarının iade edilmesi yönündeki dava konusu düzenlemede hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı hakkında.

Dava, 25.07.2005 tarih ve 25886 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan “Kamu İhale Genel Tebliği”nin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile ilgili birinci bölümünün “XV- İhalelere Katılmaktan Yasaklamaya İlişkin Açıklamalar” başlıklı kısmının “G. Teminatların Gelir Kaydedilmesi” başlıklı maddesinde yer alan “İhale veya son başvuru tarihi itibarıyla haklarında ihalelere katılmaktan yasaklama kararı bulunmayan veya haklarında kamu davası açılmamış aday veya istekliler hakkında, ihale süreci içerisinde herhangi bir idare tarafından yasaklama kararı verilmesi veya haklarında kamu davası açılması durumunda yasaklama kararının Resmi Gazetede yayım tarihinden veya haklarında kamu davası açıldığı tarihten önce teklif vermiş olan istekliler açısından yukarıdaki hükümlerin uygulanmasına imkân bulunmamaktadır. Bu durumda olan aday veya isteklilerin teklifleri değerlendirme dışı bırakılarak geçici teminatları iade edilecektir. İhale sürecine göre, ihale komisyonu kararı veya ihale yetkilisinin onayı iptal edilecek ve usulüne uygun olarak verilmiş diğer teklifler değerlendirilmeye tabi tutularak ihale süreci tamamlanacaktır…” düzenlemesinin iptali istemiyle açılmıştır.25.07.2005 tarih ve 25886 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan dava konusu “Kamu İhale Genel Tebliği”, 22.08.2009 tarih ve 27327 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Kamu İhale Genel Tebliği’nin 98. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ise de; davacı hakkında bir uygulama işleminin bulunması nedeniyle işin esası incelendi:4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 4. maddesinde, “İhale” kavramının, bu Kanun’da yazılı usul ve şartlarla mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin istekliler arasından seçilecek birisi üzerine bırakıldığını gösteren ve ihale yetkilisinin onayını müteakip sözleşmenin imzalanması ile tamamlanan işlemleri ifade edeceği; 5. maddesinin birinci fıkrasında, idarelerin, bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde; saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumlu oldukları; 10. maddesinin 4. fıkrasının (i) bendinde, 11. maddeye göre ihaleye katılamayacağı belirtildiği hâlde ihaleye katılan isteklilerin ihale dışı bırakılacağı; 11. maddesinin 1. fıkrasının düzenlemenin yapıldığı tarihteki hâliyle (a) bendinde, bu Kanun ve diğer Kanunlardaki hükümler gereğince geçici veya sürekli olarak kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanmış olanların doğrudan veya dolaylı veya alt yüklenici olarak, kendileri veya başkaları adına hiçbir şekilde ihalelere katılamayacakları; 4. fıkrasında, bu yasaklara rağmen ihaleye katılan isteklilerin ihale dışı bırakılarak geçici teminatlarının gelir kaydedileceği; ayrıca, bu durumun tekliflerin değerlendirilmesi aşamasında tespit edilememesi nedeniyle bunlardan biri üzerine ihale yapılmışsa teminatın gelir kaydedilerek ihalenin iptal edileceği; 40. maddesinin düzenlemenin yapıldığı tarihteki hâliyle son fıkrasında, ihale kararlarının ihale yetkilisince onaylanmadan önce idarelerin, ihale üzerinde kalan isteklinin 58. maddeye göre yasaklı olup olmadığını anılan maddeye göre teyit ettirerek buna ilişkin belgeyi ihale kararına eklemek zorunda oldukları; 58. maddesinin 3. fıkrasında ise, ihale sırasında veya sonrasında bu fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenlerin, idarelerce o ihaleye iştirak ettirilmeyecekleri gibi yasaklama kararının yürürlüğe girdiği tarihe kadar aynı idare tarafından yapılacak sonraki ihalelere de iştirak ettirilmeyecekleri kurala bağlanmış; düzenleme tarihinde yürürlükte bulunan İhalelere Karşı Yapılacak İdarî Başvurulara Ait Yönetmelik’in 4. maddesinde “ihale süreci”nin, ihale yetkilisince ihale onayı verildiği tarihten itibaren başlayan; sözleşmenin ihale yetkilisi ve yüklenici taraflarca imzalanıp notere onaylattırılması ve tesciliyle, notere onay ve tescil gerekmeyen hâllerde taraflarca sözleşmenin imzalanmasıyla tamamlanan süreci ifade edeceği belirtilmiştir. Anılan düzenlemelerden, bu Kanun’un hazırlanma amacının gerçekleştirilebilmesi için, idarelerin ihalelerde saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarda ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumlu kılınmasının gerekli görüldüğü; kamu ihalelerine girmekten geçici veya sürekli olarak yasaklanmış olanların herhangi bir şekilde ihalelere katılmalarının önlendiği, ihale, ihale kararının onaylanması hâlinde geçerli sayılacağından, onaydan önce idarelerin, ihale üzerinde kalan isteklinin yasaklı olmadığını teyit ettirmek zorunda oldukları; bu teyidin, ihalenin onaylanmasından önceki süreci kapsadığı; ihale işlemleri ve ihale süreci onaydan sonra da devam ettiğinden, sürecin devamında yayımlanan yasaklanma kararlarının da uygulanmasına engel bir durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dava konusu düzenlemede, ihale süreci içerisinde herhangi bir idare tarafından yasaklama kararı verilmesi durumunda yasaklama kararının Resmî Gazetede yayım tarihinden önce teklif vermiş olan aday veya isteklilerin tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılarak geçici teminatlarının iade edileceği; ihale sürecine göre, ihale komisyonu kararı veya ihale yetkilisinin onayının iptal edileceği, usulüne uygun olarak verilmiş diğer tekliflerin değerlendirilmeye tâbi tutularak ihale sürecinin tamamlanacağı belirtilmektedir. Mevzuattaki tanımlarıyla “ihale” ve “ihale süreci” sözleşmenin imzalanmasıyla tamamlanacağından, ihale kararının onaylanmasından sonra yayımlanan yasaklama kararlarının henüz süreç tamamlanmadığından uygulanması gerekmektedir. İdarelerin, ihale kararının onaylanmasından sonra yayımlanan yasaklama kararını dikkate almamaları yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerine aykırı olacaktır. Diğer taraftan, anılan Kanun maddelerine göre, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanmış olanların hiçbir şekilde ihalelere katılamaması, bu yasağa rağmen ihaleye katılan isteklilerin ihale dışı bırakılarak geçici teminatlarının gelir kaydedilmesi; bu durumun tekliflerin değerlendirilmesi aşamasında tespit edilememesi nedeniyle bunlardan biri üzerine ihale yapılmışsa teminatın gelir kaydedilerek ihalenin iptal edilmesi şeklinde ağır yaptırımlar uygulanması karşısında, idarelerin ihale süreci içerisinde, ihale kararlarının onaylanmasından sonra yayımlanmış olsa dahi, ihalelere katılmaktan yasaklanma kararlarına karşı kayıtsız kalmalarının, başta sayılan kamu ihalelerinin temel ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açıktır. Kaldı ki, bu durumdaki isteklilerin, geçici teminatları gelir kaydedilmeyip, kastın bulunmadığı kanaatinden hareketle, iade edilmektedir. Bu durumda, ihale süreci içerisinde herhangi bir idare tarafından yasaklama kararı verilmesi durumunda yasaklama kararının Resmî Gazetede yayım tarihinden önce teklif vermiş olan aday veya isteklilerin tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılarak geçici teminatlarının iade edilmesi yönündeki dava konusu düzenlemede hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; davanın reddine, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam 99,70.-TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 1.500.-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, posta gideri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra istemi hâlinde davacıya iadesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 (otuz) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na temyiz yolu açık olmak üzere, 04.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay 13. Daire, Esas :2005/1819,Karar:2005/4728, Tarih:26.9.2005

ÖZET : Davacı şirketin 1 ( bir ) yıl süreyle bütün kamu kurum ve kuruluşların ihalelerine katılmaktan yasaklanmasına neden olan eyleminin 4734 sayılı Yasa’nın 17/a maddesi kapsamında “Yasak fiil ve davranış” niteliğinde olmadığı, bu gerekçeyle verilen yasaklama kararı davacı şirketin ticari itibarını zedeleyeceğinden ve güvenilirliğini azaltacağından, davacı şirketin söz konusu işlem nedeniyle uğradığı manevi zarara karşılık makul bir tazminata hükmedilmesi gerekir.

Dava, davacı şirketin bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine 1 ( bir ) yıl süreyle katılmaktan yasaklanmasına ilişkin davalı idarenin 03.06.2003 tarih ve … sayılı işleminin iptali ile 150.000.000.000.-TL maddi ve 200.000.000.000.-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; teklif mektubunun usulüne uygun olmaması nedeniyle ihale dışı bırakılan davacının eyleminin 4734 sayılı Yasa’nın 17. maddesinde yer alan “yasak fiil ve davranış” niteliğinde olmadığından, tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı, davacının 150.000.000.000.-TL maddi, 200.000.000.000.-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte tazmini istemine gelince; Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, “İdarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun” hükme bağlandığı, İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, ortada somut bir zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle, zararla idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması gerektiği, bakılan davada, dava konusu edilen 1 ( bir ) yıl süreyle kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanma işleminin, Mahkemelerince hukuka aykırı bulunmuş olmasına karşın, anılan işlem nedeniyle davacının uğradığı maddi zarara ilişkin somut hiçbir verinin sunulamaması karşısında, maddi tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmadığı, manevi tazminat istemi yönünden ise; dava konusu işlemin niteliği itibariyle, davalı idareyi manevi tazminatla yükümlü tutabilecek nitelikte ağır hizmet kusuru bulunmadığı gibi, olayda manevi zararın oluştuğundan da söz edilemeyeceği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiş, taraflar kararın aleyhlerine olan kısımlarını temyiz etmişlerdir. İdare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür. Temyizen incelenen kararın dava konusu işlemin iptali ve maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın belirtilen kısımlarının bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemiştir. Temyize konu kararın manevi tazminat istemine ilişkin kısmına gelince; Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucu doğuran olayların meydana gelmesi ve idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir. Manevi tazminata hükmedilirken ilgililerin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak olay nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın kısmen giderilmesini ifade edecek, idarenin hukuka aykırılığını ortaya koyacak ve hukuka aykırılığı özendirmeyecek bir miktarın belirlenmesi gerekmektedir. Olayda; 13.03.2003 tarihinde … Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi 4 kalem yemek alım ihalesine katılan davacı firmanın teklif mektubunun içinde bir adet şikayet dilekçesi ve 56 adet boş A4 kağıdı bulunması üzerine ihale dışı bırakıldığı, ayrıca davacının bu eyleminin 4734 sayılı Yasa’nın 17/a kapsamında “yasak fiil ve davranış” niteliğinde olduğu gerekçesiyle 1 ( bir ) yıl süreyle bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklanmasına ilişkin dava konusu işlemin oluşturulduğu anlaşılmakta olup, davacının eylemi “hile, vaat, tehdit, nüfuz kullanma, çıkar sağlama, anlaşma, irtikap, rüşvet suretiyle veya başka yollarla ihaleye ilişkin işlemlere fesat karıştırmak veya teşebbüs etmek” niteliğinde olmadığından, bu gerekçeyle verilen yasaklama kararının davacı şirketin ticari itibarını zedeleyeceği, güvenirliğini azaltacağı açıktır. Bu nedenle davacı şirketin söz konusu işlem nedeniyle uğradığı manevi zarara karşılık makul bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken istemin reddinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. madde uyarınca, davalı idarenin temyiz istemi ile davacının temyiz isteminin maddi tazminata ilişkin kısmının reddiyle Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 10.03.2004 tarih ve E:2003/1457, K:2004/295 sayılı kararının, dava konusu işlemin iptali ve maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının onanmasına, davacının temyiz isteminin kısmen kabulüyle mahkeme kararının manevi tazminat isteminin reddine ilişkin bölümünün bozulmasına, dosyanın bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 26.09.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay 5. Daire, E. 2012/5124 ,K. 2014/2469 K.T.26/03/2014

ÖZET : Yasa koyucu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 59. maddesi ile istisnai memuriyetlere atama konusunda idareye takdir yetkisi tanımış ise de, bu memuriyetlerde bulunan kişinin görevden alınması konusunda idarenin mutlak bir takdir yetkisinin bulunmadığı, bu konuda kurulacak işlemlerin de diğerleri gibi yetki, şekil, konu, sebep ve amaç yönlerinden yargı denetimine tabi olduğu hakkında.

Dava; Sağlık Bakanlığı müşaviri olarak görev yapan davacının, başka bir göreve atanmak üzere bu görevinden alınmasına ilişkin 12/11/2010 tarih ve 2010/752 sayılı müşterek kararnamenin davacıya ilişkin kısmının ve Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne eğitim uzmanı olarak atanmasına ilişkin 25/11/2010 tarih ve 20992 sayılı işlemin iptali ile yoksun kalınan parasal hakların yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce, Bakanın kendisi ile doğrudan çalışacağı bakanlık müşavirlerini belirleme hususunda takdir yetkisi bulunduğu, idarenin bu takdir yetkisini hangi yönde kullanacağı hususunda Mahkeme kararı ile zorlanamayacağı, bu sebeple davacının bakanlık müşavirliğinden alınmasına ilişkin müşterek kararnamede hukuka aykırılık bulunmadığı, öte yandan, davacının bakanlık müşaviri olarak atanmadan önce de (25.10.2004-25.11.2004) Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü’nde eğitim uzmanı olarak görev yaptığı, bu nedenle tekrar eğitim uzmanı olarak atanmasına ilişkin işlemde de hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Davacı, dava konusu işlemlerin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 76. maddesinde kurumların, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68. maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilecekleri öngörülmüştür. Anılan maddeyle idarelere kamu görevlilerinin naklen atanmaları konusunda takdir yetkisi tanınmış ise de, bu yetkinin kullanımı kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olup, bu açıdan yargı denetimine tabi bulunduğu İdare Hukukunun bilinen ilkelerindendir. Aynı Kanun’un 59. maddesinde sayılan istisnai memurluklar arasında yer alan Bakanlık Müşavirliğine, bu Kanun’un atanma, sınavlar, kademe ilerlemesi ve derece yükselmesine ilişkin hükümleriyle bağlı olmaksızın tahsis edilmiş derece aylığı ile atanabileceği anılan maddenin birinci fıkrasında kurala bağlanmış olup, ikinci fıkrada da; birinci fıkrada sayılan memurların bulundukları bu kadroların emeklilik aylığının hesabında ve diğer memurluklara naklen atanmalarda herhangi bir sınıf için kazanılmış hak sayılmayacağı, bu görevlerde bulunan memurların emeklilik kıdemlerinin yürümekte devam edeceği hükmü yer almıştır. Bu hükümle yasa koyucu, istisnai memuriyetlere atama konusunda idareye takdir yetkisi tanımış ise de, bu memuriyetlerde bulunan kişinin görevden alınması konusunda idarenin mutlak bir takdir yetkisinin bulunmadığını, bu konuda kurulacak işlemlerinde diğerleri gibi yetki, şekil, konu, sebep ve amaç yönlerinden yargı denetimine tabi olduğunu vurgulamak gerekir. Dosyanın incelenmesinden; 16/09/1991 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmen olarak memuriyete başlayan davacının, 24/02/2003 tarihinde geçici görevle Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nde daire başkanı olarak görevlendirildiği, 25/10/2004 tarihine kadar bu görevi yürüttükten sonra Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne eğitim uzmanı olarak atanmasının ardından 25/11/2004 tarihinde Sağlık Bakanlığı müşavirliği görevine getirildiği, dava konusu edilen 12/11/2010 tarih ve 2010/752 sayılı müşterek kararname ile bu görevinden alınarak 25/11/2010 günlü, 20992 sayılı işlemle aynı Bakanlığın Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne eğitim uzmanı olarak atandığı anlaşılmaktadır. Davacının, 181 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 22. maddesi uyarınca, Bakanlığın görev alanına giren ve özel önem ve öncelik taşıyan konularda Bakana yardımcı olmak üzere 2010 yılında bakanlık müşavirliğine atanmış bulunması, görev süresi içerisinde başarısız ya da yetersiz olduğunu veya bakanlık müşavirliği görevini mevzuat çerçevesinde yapamadığını gösterecek nitelikte herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya sunulamamış olması karşısında, somut bir sebep gösterilmeden, salt takdir yetkisine dayanılarak bakanlık müşavirliği görevinden alınmasına ilişkin müşterek kararnamede ve buna bağlı olarak Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne eğitim uzmanı kadrosuna atanmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce verilen 06/03/2012 günlü, E:2011/243; K:2012/530 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 26/03/2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

 Danıştay 6. Daire, Esas: 2010/1756, Karar: 2014/1355, Tarih:25/02/2014

ÖZET: Mevzii imar planlarının genişletilmesi sonucunu doğuracak ve bu planla bütünleşecek şekilde, mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı hakkında.

Dava, …ili, …İlçesi, …Köyü, … ada … sayılı parselin bulunduğu alanda yapılan 1/1000 ölçekli ilave imar planının kabulüne ilişkin 09.01.2009 tarihli, 52 sayılı il genel meclisi kararının; yapılan planla çıkmaz yol ve çıkmaz yola cepheli parseller oluşturulduğu, bu durumun mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılmış, mahkemece; … ada … nolu parsele yönelik olarak hazırlanan ilave imar planı dava konusu il genel meclisi kararıyla kabul edilmiş olsa da, dava konusu alanın daha önce mevzi imar planı bulunan bölgeye bitişik olduğu, bu haliyle mevzii imar planlarının genişletilmesi sonucunu doğuracak ve bu planla bütünleşecek şekilde, mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı, bu nedenle söz konusu parselin bulunduğu alanda yapılan 1/1000 ölçekli ilave uygulama imar planının kabulüne ilişkin dava konusu işlemde planlama ilke ve esasları ile imar mevzuatına uyarlık bulunmadığı belirtilerek iptal kararı verilmiş, bu karar davalı idare vekili tarafından temyiz edilmiştir.3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5.maddesinde; nazım imar planları, varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan planlar, uygulama imar planları ise; tasdikli halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren planlar olarak tanımlanmış olup, 6.maddesinde; planların, kapsadıkları alan ve amaçları açısından; “bölge planları” ve “imar planları”, imar planlarının ise, “nazım imar planları” ve “uygulama imar planları” olarak hazırlanacağı kurala bağlanmıştır. Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmeliğin 3.maddesinin 4.bendinde; ilave imar planı: yürürlükte bulunan planın ihtiyaca cevap vermediği durumlarda, mevcut plana bitişik ve mevcut planın genel arazi kullanım kararları ile süreklilik, bütünlük ve uyum sağlayacak biçimde hazırlanan plan olarak, 5.bendinde ise mevzii imar planı; mevcut planların yerleşmiş nüfusa yetersiz kalması veya yeni yerleşim alanlarının kullanıma açılması gereğinin ve sınırlarının ilgili idarece belirlenmesi halinde, bu Yönetmeliğin plan yapım kurallarına uyulmak üzere yapımı mümkün olan, yürürlükteki her tür ve ölçekteki plan sınırları dışında, planla bütünleşmeyen konumdaki, sosyal ve teknik altyapı ihtiyaçlarını kendi bünyesinde sağlayan, raporuyla bir bütün olan imar planı olarak tanımlanmıştır. Yukarıda yer verilen ilave ve mevzii imar planı tanımlarının irdelenmesinden; ilave imar planı tanımında yer verilen yürürlükteki plan kavramından, 1/5000 ölçekli nazım imar planları ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının anlaşılması gerektiği, 1/5000 ölçekli nazım imar planlarının; arazi parçalarının genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları gösteren ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen bütüncül planlar olduğu, 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının ise; 1/5000 ölçekli nazım imar planları doğrultusunda hazırlanan, üst ölçekli bu planla hiyerarşik bağı bulunan ve bütünlük arz eden planlar olduğu açıktır.Öte yandan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelikte de; ilave imar planlarının, mevcut planın genel arazi kullanım kararları ile süreklilik, bütünlük ve uyum sağlayacak biçimde hazırlanan planlar olduğu düzenlenmiş, mevzii imar planlarının ise, mevcut planların yerleşmiş nüfusa yetersiz kalması veya yeni yerleşim alanlarının kullanıma açılması gereğinin ortaya çıkması halinde yapılması mümkün olan, yürürlükteki her tür ve ölçekteki plan sınırları dışında, planla bütünleşmeyen konumdaki planlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda mevzii imar planlarının ancak istisnai durumlarda yapılabileceği anlaşılmış olup, mevzii imar planlarının genişletilmesi sonucunu doğuracak ve bu planla bütünleşecek şekilde, mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı değerlendirilmektedir. Kaldı ki, Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik, kanun sistematiği açısından incelendiğinde de; yönetmeliğin 3. maddesinin birinci fıkrasında nazım imar planının, 2. fıkrasında uygulama imar planının, 3.fıkrasında revizyon planın, 4.fıkrasında ise ilave imar planın düzenlendiği, mevzii imar planının ise ilave imar planından sonra 5. fıkrada düzenlendiği dolayısıyla ilave imar planı tanımında yer verilen mevcut plan kavramının mevzii imar planlarını kapsamadığı açıktır.İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür….3. İdare Mahkemesince verilen 30/09/2009 tarihli, E:2009/147, K:2009/1019 sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 25/02/2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Danıştay 12.Dairesİ, Esas:2010/1591,Karar :2013/439,Tarih:12.02.2013

ÖZET : Hatay Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’nde şef olarak görev yapmaktayken Hatay Ağır Ceza Mahkemesi’nin 21.11.2006 günlü, E:2006/176, K:2006/710 sayılı kararıyla 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1. maddesi uyarınca resmi evrakta sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edilen davacının, bu kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmesi üzerine 657 sayılı Yasa’nın 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca memuriyet görevine son verilmesine ilişkin 2.2.2009 gün ve 614 sayılı işlemin iptali istemiyle açtığı davada; her ne kadar işlem tarihi itibariyle davacı hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmakta ise de, davacı tarafından lehe olan Kanun hükümlerinin uygulanması için yapılan başvuru üzerine Hatay Ağır Ceza Mahkemesi’nin 17.2.2009 günlü Ek Kararı ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca davacı hakkındaki söz konusu mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı ve anılan maddede hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade edeceğinin belirtildiği, bu durumda yukarıda belirtilen yeni hukuki gelişme karşısında davacının memuriyete engel bir suçtan mahkum olduğundan söz edilemeyeceğinden, davacının görevine son verilmesine ilişkin işlemde – hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali yolunda Hatay İdare Mahkemesi’nce verilen 9.10.2009 günlü, E:2009/396, K:2009/1434 sayılı kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Ceza Hukukunun temel İlkelerinden biri olan “lehe olan kanun hükmünün uygulanması” ilkesi, belirtilen hukuk dalının niteliği gereği yargılamanın her aşamasında ve hatta hükmün kesinleşmesinden sonra infaz aşamasında da uygulanmaktadır.İdare Hukuku ve İdari Yargılama Hukukunda ise Ceza Hukukundan farklı nitelikte ve bağımsız bir hukuk dalı olmasının bir sonucu olarak, farklı ilke ve uygulamaların hakim olduğu ve bunun başında idari işlemin tesis edildiği tarihteki hukuk kurallarının ve hukuki statünün esas alınması olduğu bilinmektedir. “Lehe olan kanunun uygulanması” ilkesinin idare hukukunda geçerli olduğuna dair mevzuatta herhangi bir hüküm bulunmamakla birlikte, hukuk kurallarındaki değişikliklerle kişilerin lehine bir durum oluşması halinde, söz konusu değişikliklerin yürürlüğe girdikten sonraki olaylara ve kişilere uygulanırken, daha önceki kurallara tabi olan kişilere uygulanmaması Hukuk Devleti ilkesine, eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine uygun olmayacağından bu ilkenin İdare Hukukunda da geçerli olduğunun ve bu bağlamda İdare Hukuku mevzuatındaki boşluğun Ceza Hukuku mevzuatındaki kurallarla ve fakat İdare Hukukunun niteliğine uygun düştüğü ölçüde kıyasen uygulanması gerektiğinin kabulü gerekmektedir. Bu bağlamda, Memur Hukukunun başlıca konularından olan disiplin ve göreve son müessesesi bakımından “lehe olan kanunun uygulanması” ilkesinin geçerli olduğu hususunda duraksamaya yer olmamakla birlikte, idare hukukunun niteliği gereği söz konusu ilkenin ancak işleme karşı açılan davada olağan kanun yolları aşamasının tamamlanarak kararın kesinleşmesi anına kadar uygulanabileceği, buna karşı yargılamanın yenilenmesi gibi olağanüstü kanun yolları aşamasında söz konusu gelişmelerin dikkate alınamayacağı açıktır. Zira kesinleşme tarihinden sonraki gelişmelerin dikkate alınması idari istikrar ilkesiyle bağdaşmayacaktır. Olayda, 657 sayılı Yasa’nın 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca tesis edilecek işlemlerin tamamen ceza yargılamasının sonucuna bağlı olması ve işlem tarihinde davacı hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunması nedeniyle dava konusu hukuka uygun olarak tesis edilmiş ise de, söz konusu işlemin yargısal anlamda kesinleşmesi öncesinde davacının ceza yargısındaki kesinleşen mahkûmiyet hükmünün sonradan verilen ek karar ile açıklanmasının geri bırakılması karşısında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca söz konusu mahkûmiyet hükmü davacı hakkında hukukî bir sonuç doğurmayacağından davacı lehine gerçekleşen bu gelişme dikkate alınacak ve davacının görevine son verilemeyecektir. Buna karşılık, söz konusu göreve son verme işlemi işlem tarihindeki mevzuata uygun olarak tesis edildiğinden ve idarenin gelecekteki mevzuat değişikliklerini önceden bilmesi beklenemeyeceğinden, bu işlemin yargı mercilerince iptali ilgililere parasal ve özlük hak kayıpları bakımından herhangi bir talep hakkı vermeyecektir. Nitekim bu konudaki Danıştay 12. Dairesi kararları bu yöndedir. Öte yandan, göreve son vermeyi gerektiren fiillerin aynı zamanda disiplin suçu oluşturması karşısında, idarelerin ceza yargılamasının sonucunu beklemeksizin ve zamanaşımı sürelerini geçirmeksizin disiplin soruşturmasını başlatmaları ve sonucuna göre işlem tesis etmeleri gerektiği, diğer bir deyişle “göreve son” ve “disiplin” müesseselerini birlikte işletmeleri gerektiği, aksi halde disiplin hukuku yönünden suç oluşturmasına karşılık göreve son verme şartları oluşmayan kişilerin işledikleri disiplin suçlarının cezasız kalması ve idarenin iç disiplinin bozulması durumunun ortaya çıkacağı tartışmasızdır. Açıklanan nedenlerle davalı idarenin temyiz isteminin reddedilerek, İdare Mahkemesi kararının belirtilen açıklama ile onanması gerektiği düşünülmektedir. İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan taraf üzerinde bırakılmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 12.2.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Danıştay 6. Daire,E. 2007/5045,K. 2008/20,T. 15.1.2008

ÖZET: Davacının kiracı olarak oturmakta olduğu binanın ruhsat alınmaksızın kaçak olarak yapıldığı, gerek yapının inşa aşamasında, gerek daha sonraki aşamalarda, yapıya ilişkin bir tespit ve denetim yapılmadığı, yasaların vermiş olduğu denetim ve gözetim görevlerini yerine getirmeyen davalı belediyenin %100 kusurlu olduğu hakkında.

TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı ve Onbirinci Daireleri müşterek heyetince, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun Ek 1. maddesi uyarınca birlikte yapılan toplantıda Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, davalı Adapazarı Belediye Başkanlığı’nın husumet yönünden yapmış olduğu itiraz, 593 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesi’ ile geçici 2. maddesi birlikte ele alındığında, Adapazarı Belediyesi’nin Başkanı ile karar organlarının ilk yerel seçime kadar Adapazarı Büyükşehir Belediyesi’nin Başkanı ve karar organları olarak görev yapması ve bu sürede alt kademe belediyesine ait görev ve yetkilerin de Adapazarı Büyükşehir Belediyesince yerine getirilmesi nedeniyle görülmekte olan tazminat davasının, Adapazarı Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın husumetiyle görülmeye devam edilmesi gerektiği sonucuna varıldığından, yerinde görülmeyerek işin gereği görüşüldü: Dava, davacının kiracı olarak oturmakta olduğu, .. , İli, Adapazarı, … Mahallesi, … Blok A girişinde bulunan dairenin 17.09.1999 günü meydana gelen deprem sonucu yıkılmasında davalı idarelerin Hizmet Kusuru bulunduğu öne sürülerek enkaz altında kalarak vefat eden eşinden dolayı 100.000,00 YTL, çocukları .,. ve … için 150.000.00 ‘er YTL olmak üzere 400.000,00 YTL manevi, enkaz altında kalan eşyaların bedeli olarak 10.000,00 YTL maddi tazminata olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte hükmedilmesi istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, Danıştay Altıncı ve Onbirinci Daireleri müşterek heyetince verilen 22.02.2005 günlü, E:2004/3218, K:2005/1061 sayılı bozma kararına uyularak dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlık konusu yapının deprem nedeniyle ağır hasar öngörerek yıkıldığı ve en kaz altında eş ve iki çocuğu kalarak vefat ettiği, davalı belediyece ara kararına verilen yanıtta davacının kiracı olarak oturmakta olduğu konutun bulunduğu binaya ilişkin işlem dosyasına rastlanılmadığının belirtildiğinin görüldüğü, binanın ruhsat almaksızın kaçak olarak yapıldığı, anılan idarece gerek yapının inşaası aşamasında, gerek daha sonraki aşamalarda yapıya ilişkin olarak herhangi bir tespit ve denetim yapılmadığı, yıkılan binanın kaçak olarak inşaa edilirken, hatalı malzeme ve işçilik kullanılması sonucu deprem sonrasında yıkıldığı kanaatine varıldığı, yasaların vermiş olduğu denetim ve gözetim görevlerini yerine getirmeyen davalı belediyenin zararın meydana gelmesinde %100 oranında kusurlu olduğu, davalı Bakanlığın, ülkenin deprem bölgesi haritalarının hazırlanması, afet bölgesinde yapılacak yapılar hakkındaki yönetmeliklerin çıkartılması konusunda üzerine düşen görevleri yerine getirdiğinden yapının deprem sırasında yıkılmasında kusurunun bulunmadığı, Mahkemesinin E:2005/2934 sayılı dosyasında yapılan ara kararına Adapazarı Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı tarafından verilen cevapta, 2000 yılında ortalama bir evde olması gereken eşyaların toplam değerinin 7.090,00 YTL olduğunun bildirildiği, davacının eş ve iki çocuğunun kaybetmesi sonucu psikolojik olarak etkilendiği, elem ve üzüntü duyduğu, bu elem ve üzüntünün karşılığı olarak eşi için 5.000,00 YTL çocukların her biri için ayrı ayrı 10.000,00 YTL olmak üzere toplam 25.000,00 YTL manevi tazminatın davacıya ödenmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle maddi tazminat isteminin 7.090,00 YTL’lik, manevi tazminat isteminin ise 25.000,00 YTL’lik kısmının kabulüne, fazlaya ilişkin tazminat istemlerinin reddine, kabul edilen maddi ve manevi tazminatın davalı belediyeye başvuru tarihi olan 19.07.2000 gününden itibaren hesaplanarak yasal faiziyle birlikte anılan idarece davacıya ödenmesine, davanın davalı Bakanlık yönünden reddine karar verilmiş; bu karar davacı ile davalı belediye tarafından temyiz edilmiş, temyiz aşamasında da yapıya ilişkin herhangi bir bilgi ve belge dosyaya sunulmamıştır. Tazminat isteminin kısmen kabulü, davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle kısmen reddi yolundaki temyize konu Sakarya 1. İdare Mahkemesinin 26.04.2007 günlü, E:2005/3441, K:2007/444 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemleri yerinde görülmeyerek anılan mahkeme kararının onanmasına, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 15.01.2008 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

Danıştay 11. Daire, E. 2009/4252 ,K.2009/10283 ,T.04.12.2009

ÖZET: Kamu görevlilerine özlük hakları kapsamında yersiz olarak yapılan ödemelerin Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 tarihli ve e: 1968/8, k: 1973/4 sayılı kararı uyarınca re’sen ilgili kamu görevlisinin maaşından kesinti yapılmak suretiyle tahsil edilmesi gerektiği; bu kapsamda kamu zararlarının tahsiline ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmeliğin 10. maddesi uyarınca tesis edilen “rızaen ve sulh yolu ile ödemeye çağrı” niteliğinde bir içeriğe sahip olduğu anlaşılan işlemin kesin ve yürütülmesi gerekli işlem niteliğinde bulunmadığı hakkında.

Dava, Sağlık Bakanlığına bağlı Devlet hastanesinde uzman tabip olarak görev yapan davacının, Devlet hastanesinde tam zamanlı çalıştığı halde, özel muayenehane işlettiğinin tespit edilmesi üzerine, idarece kendisine fazla ödendiği iddia edilen maaş, yan ödeme ve döner sermaye ek ödeme farkı tutarının rızaen ödenmemesi halinde hükmen tahsili için alacak takip dosyasının Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 10. maddesi uyarınca İl Muhakemat Müdürlüğüne gönderileceğinin bildirilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, yasa koyucunun 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 12. maddesi ile Devlet memurlarının doğrudan kişisel nedenlerden dolayı doğan Hazine zararının kendilerinden istenilmesinde genel hükümlere göre hareket edilmesi gerektiğini belirttiği ve bu konuda doğan alacakların 6183 sayılı Kanun uyarınca tahsil edilebilmesine ve bu Yasa uyarınca tebliğname niteliğinde işlem tesisine olanak tanıyan bir açıklamaya yer verilmediği, buna göre Devlet hastanesinde uzman tabip olarak görev yapan davacının, tam zamanlı çalıştığı halde, özel muayenehane işlettiğinin tespiti üzerine, fazla ödendiği iddia edilen maaş, yan ödeme ve döner sermaye ek ödeme tutarı farkının 657 sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca genel hükümler çerçevesinde adli yargı yerinde açılacak dava sonucuna göre tahsil edilmesi gerekirken dava konusu tebliğname niteliğini haiz işlemle takip ve tahsili yoluna gidilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.Davalı idare, İdare Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olmadığını ileri sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, idari dava türleri arasında sayılmış/’dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinin (3-d) işaretli bendinde dava dilekçesinin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olup olmadığı yönünden inceleneceği belirtilmiş, 15. maddesinin (1-b) işaretli bendinde ise davaya konu edilen işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli işlem niteliğinde bulunmaması halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli işlemler, öğreti ve içtihatlarda idari makam ve mercilerin kamu gücüne dayanarak idare işlevine (idare hukuku alanına) ilişkin olarak yaptıkları ve ilgililer hakkında çeşitli hak ve/veya yükümlülükler doğurmak suretiyle hukuk düzeninde değişiklik yapan, başka bir ifadeyle ilgililerin hukukunu etkileyen irade açıklamaları olarak tanımlandığından, dava konusu işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olup olmadığının belirlenebilmesi için öncelikle işleme dayanak olan Yasa ve Yönetmelik hükümlerinin irdelenmesi gerekmektedir.5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemek olduğu belirtilmiş, 25.4.2007 tarihli ve 5628 sayılı Kanunun 4. maddesi ile değiştirilen “Kamu zararı” başlıklı 71. maddesinde,, kamu zararı, “kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.” biçiminde tanımlanmış ve kamu zararının belirlenmesinde; a) iş, mal veya hizmet karşılığı olarak belirlenen tutardan fazla ödeme yapılması, b) mal alınmadan, iş veya hizmet yaptırılmadan ödeme yapılması, c) transfer niteliğindeki giderlerde, fazla veya yersiz ödemede bulunulması, d) iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek fiyatla alınması veya yaptırılması, e) idare gelirlerinin tarh, tahakkuk veya tahsil işlemlerinin mevzuata uygun bir şekilde yapılmaması, g) mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılmasının esas alınacağı, kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda tespit edilen kamu zararının, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte ilgililerden tahsil edileceği, kamu zararının, bu zarara neden olan kamu görevlisinden veya diğer gerçek ve tüzel kişilerden tahsiline ilişkin usûl ve esasların Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.5628 sayılı Kanunun 4. maddesi ile 5018 sayılı Kanunun 71. maddesinde yapılan değişikliğe ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunda; Kanunun ilgili maddesinde, kamu zararının oluşmasında kasıt ve kusura ilişkin açık bir hükmün bulunmaması nedeniyle genel hükümlere paralel olarak kusur esaslı bir sorumluluk tanımının getirilmesi ve kamu görevlisi olmayan üçüncü kişiler tarafından neden olunan kamu zararının da tespit ve tahsili için idari birimler tarafından yapılacak işlemlerin açıklığa kavuşturulmasının amaçlandığı belirtilmiştir.5018 sayılı Kanunun 71. maddesi uyarınca, Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan ve 19.10.2006 tarih ve 26324 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 1.1.2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe giren Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 1. maddesinde, bu Yönetmeliğin amacının, kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda tespit edilen kamu zararlarının tahsiline ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu, “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde, ilgilinin; kendisine yersiz veya fazla ödeme yapılan gerçek ve/veya tüzel kişi ya da kişileri, sorumlunun; kamu zararının oluşmasına sebep olan kamu görevlisini ifade edeceği, “Sorumluluk” başlıklı 5. maddesinde, Kanunun ilgili maddeleri gereğince, kamu görevlilerinin kamu kaynaklarının etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, yönetilmesinden, kullanılmasından, korunmasından, kötüye kullanılmaması ve her an hizmete hazır bulundurulması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumlu oldukları, kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda tespit edilen kamu zararının geri ödenmesi sürecine, kamu görevlileri ile birlikte ilgililerin de dahil edileceği, 7. maddesinde, tespit edilen kamu zararına ilişkin yazı, tutanak, rapor, ilâm ve benzeri belgelerin ilgili kamu idarelerine gönderileceği, kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen kamu zararına ilişkin belgelerde, sorumlularla birlikte tahsil sürecine dahil edilecek ilgililerin de belirtileceği, “Kamu Zararından Doğan Alacağın Tebliğ ve Takibi” başlıklı 10. maddesinde, kamu zararından doğan alacakların, yetkili birimlerce sorumluların ve ilgililerin bilinen adreslerine imzaları alınmak suretiyle veya Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, tebliğde; borcun miktarı, sebebi, doğuş tarihi, faiz başlangıç tarihi, ödeme yeri, yedi günlük itiraz süresi ve itiraz mercii belirtilerek, söz konusu tutarın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde ödenmesinin isteneceği, itiraz ve itirazı değerlendirme süresinin bir aylık ödeme süresini etkilemeyeceği, kamu zararı alacaklarının yapılan tebligata rağmen sorumlular ve/veya ilgililerce süresinde rızaen ödenmemesi halinde ilgili alacak takip dosyasının sürenin bitiminden itibaren beş iş günü içerisinde alacağın hükmen tahsili için, strateji geliştirme birimi veya taşradaki ilgili takip birimince kamu idaresini temsile yetkili hukuk birimine gönderileceği, 12. maddesinde ise kamu zararından doğan alacakların rızaen ve sulh yolu ile ödenmek, Borçlar Kanunu hükümlerine göre takas yapılmak ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle tahsil edileceği belirtilmiş, bu üç tahsil şekli dışında başka bir takip ve tahsil yöntemi öngörülmemiştir.Aktarılan Yasa ve Yönetmelik hükümleri ile kamu kaynaklarının belirlenmiş amaçlar doğrultusunda, ilgili mevzuatla belirlenen kurallara uygun, etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılmasını sağlamak için oluşturulan kontrol sistemi ile mali disiplini sağlamanın hedeflendiği, kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda, kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunduğunun tespit edilmesi durumunda, kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca bu zarara sebebiyet veren kamu görevlilerinden ve ilgililerden zararın tahsil edilmesinin öngörüldüğü, kamu görevlisi ifadesinden; kasıt, kusur ve ihmal sonucunda mevzuata aykırı kararı alan, işlemi tesis eden veya eylemi ile kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye sebebiyet veren sorumlu kamu görevlisinin, ilgililer ifadesinden ise; kendisine ödeme yapılan ve kamu zararının oluşmasına sebebiyet veren kamu görevlisi olmayan gerçek ve/veya tüzel kişilerin anlaşılması gerektiği, bu nedenle, kendisine yersiz olarak ödeme yapılan kamu görevlilerinin 71. madde kapsamında bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Öte yandan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 12. maddesinde, Devlet memurlarının görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek ve kendilerine teslim edilen Devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorunda oldukları, Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal ve tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedel üzerinden ödenmesinin esas olduğu ve zararların ödettirilmesinde genel hükümlerin uygulanacağı hükme bağlanmış olup madde metninde, “genel hükümler uygulanır ” ibaresine yer verilmek suretiyle kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizlik sonucu idareyi zarara uğratan Devlet memurlarına bu zararın ödettirilmesinde, mahkemece verilmiş bir yargı kararının bulunması gerektiğine işaret edilmiştir. Bu hükme dayalı olarak çıkarılan Devlete ve Kişilere Memurlarca Verilen Zararların Nevi ve Miktarlarının Tespiti, Takibi, Amirlerinin Sorumlulukları, Yapılacak Diğer İşlemler Hakkında Yönetmelik bir bütün olarak incelendiğinde, bu Yönetmeliğe göre tespit ve takip edilecek zararın doğrudan doğruya memurun fiilinden kaynaklanmış olması gerektiği, gerek kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile verilen görevlerin kasıt, ihmal veya tedbirsizlik sonucu yapılmaması halinde idarenin uğradığı zararın, gerekse kendisine teslim edilen Devlet malının korunması ve her an hizmete hazır halde bulundurulması için gerekli tedbirleri almaması sonucu Devlet malında meydana gelen zararın bu Yönetmelikte öngörülen usul ve esaslara göre memur tarafından yargı kararına dayalı olarak tazmin edileceği anlaşılmaktadır. Kamu görevlisi olan davacının, tam zamanlı çalıştığı halde, öze! muayenehane işlettiğinin tespiti üzerine yersiz olarak yararlandığı ileri sürülen ödeme nedeniyle oluşan kamu zararının davacının doğrudan bir fiilinden kaynaklanmadığı ve 657 sayılı Kanunun 12. maddesinde öngörülen anlamda Devlet malında meydana gelen zarar olarak nitelendirilemeyeceği açıktır. Bu duruma göre, uyuşmazlığa konu zarar 657 sayılı Kanunun 12. maddesi ve bu madde hükmü uyarınca çıkarılan Yönetmelik kapsamına girmemekle birlikte, kendisine yersiz ödeme yapıldığı ileri sürülen ve kamu görevlisi olan davacının idareyi yanıltması nedeniyle söz konusu zararın oluştuğu gözönünde bulundurulduğunda, kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye sebebiyet veren sorumlu kamu görevlisi ile kendisine yersiz veya fazla ödeme yapılan ve kamu görevlisi olmayan üçüncü kişilerin neden olduğu kamu zararının tahsiline ilişkin usul ve esasları düzenleyen 5018 sayılı Kanunun 71. maddesi ve bu madde hükmü uyarınca çıkarılan Yönetmelik kapsamına da girmemektedir. Kamu görevlilerine özlük hakları kapsamında yersiz olarak yapılan ödemelerin idarece nasıl tahsil edileceğine ilişkin yasal bir düzenleme bulunmamakla birlikte Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 tarihli ve E:1968/8, K:1973/14 sayılı kararı uyarınca bir mahkeme kararına lüzum olmadan re’sen ilgili kamu görevlisinin maaşından kesinti yapılmak suretiyle yersiz ödemelerin idarece tahsil edilebileceği kuşkusuzdur.5018 sayılı Kanunun 71. maddesi uyarınca çıkarılan Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte, kamu zararından doğan alacakların doğrudan kamu görevlisinin maaşından kesinti yapılmak suretiyle istirdat edilebileceğine ilişkin bir tahsil usulüne yer verilmemiş, rızaen ve sulhen ödenmeme durumunda genel hükümlere göre hükmen tahsil yoluna gidilmesi öngörülmüştür. Bu itibarla, anılan Yönetmelik hükümlerine göre düzenlenen ve davacı tarafından iptali istenen “ödeme ve tebliğ belgesi” başlıklı işlemin, rızaen ve sulh yolu ile ödemeye çağrı niteliğinde bir içeriğe sahip olması, bu işlemin anılan Yönetmeliğin 10. maddesi uyarınca tesis edilmesi, ödememe durumunda genel hükümlere göre hükmen tahsil yoluna gidileceğinin vurgulanması ve bu belgeye dayanılarak davacının maaşından kesinti yapılmamış olması karşısında, dava konusu işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli (icrai) işlem niteliğinde olmadığı sonucuna varılmış olup 2577 sayılı Kanunun 14. maddesinin (3-d) işaretli bendi ve 15. maddesinin (1-b) işaretli bendi uyarınca davanın reddine karar verilmesi gerekirken, İdare Mahkemesince işin esası incelenmek suretiyle işlemin iptaline karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davalı temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine, yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmediğinden 25,60-TL harcın istemi halinde davacıya iadesine, 04.12.2009 tarihînde oybirliği ile karar verildi.

Danıştay 9. Daire ,Esas: 2014/1130,Karar: 2014/1663,Tarih: 15/04/2014

ÖZET : 2014 yılında uygulanmak üzere İzmir İli, Karşıyaka İlçesi, Mavişehir Mahallesinde yer alan taşınmazlarının bulunduğu cadde ve sokaklar için takdir edilen asgari arsa m² birim değerinin tespitine ilişkin takdir komisyonu kararının iptali istemiyle açılan davayı süre aşımı nedeniyle reddeden İzmir 4. Vergi Mahkemesi’nin 04/11/2013 tarih ve E:2013/2066, K:2013/1443 sayılı kararının; dilekçede ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.

Uyuşmazlıkta, 2014 yılında uygulanmak üzere İzmir İli, Karşıyaka İlçesi, Mavişehir Mahallesinde yer alan taşınmazlarının bulunduğu cadde ve sokaklar için takdir edilen asgari arsa m² birim değerinin tespitine ilişkin takdir komisyonu kararının iptali istemiyle açılan davayı; takdir komisyonu kararının ilan yoluyla tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 günlük dava açma süresi geçirildikten sonra açıldığı ve idareye yapılan idari başvurunun dava açma süresini tekrar canlandırmayacağı gerekçesiyle süre aşımı nedeniyle reddeden Vergi Mahkemesi kararının bozulması istenilmektedir.213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 49/b maddesinde, aynen, “Takdir komisyonlarının arsalara ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin dört yılda bir yapacakları takdirler, tarh ve tahakkuk işleminin (Emlâk Vergisi Kanunu’nun 33’üncü maddesinin (8) numaralı fıkrasına göre yapılacak takdirler dahil) yapılacağı sürenin başlangıcından en az altı ay önce karara bağlanarak, arsalara ait olanlar takdirin ilgili bulunduğu il ve ilçe merkezlerindeki ticaret odalarına, ziraat odalarına ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları ile belediyelere, araziye ait olanlar il merkezlerindeki ticaret ve ziraat odalarına ve belediyelere imza karşılığında verilir. Büyükşehir belediyesi bulunan illerde takdir komisyonu kararları, vali veya vekalet vereceği memurun başkanlığında, defterdar veya vekalet vereceği memur, vali tarafından görevlendirilecek tapu sicil müdürü ile ticaret odası, serbest muhasebeci mali müşavirler odası ve esnaf ve sanatkârlar odaları birliğince görevlendirilecek birer üyeden oluşan merkez komisyonuna imza karşılığında verilir. Merkez komisyonu kendilerine tebliğ edilen kararları onbeş gün içinde inceler ve inceleme sonucu belirlenen değerleri ilgili takdir komisyonuna geri gönderir. Merkez komisyonunca farklı değer belirlenmesi halinde bu değerler ilgili takdir komisyonlarınca yeniden takdir yapılmak suretiyle dikkate alınır.(Anayasa Mahkemesinin 31.05.2012 tarih ve E:2011/38, K:2012/89 sayılı kararıyla iptal edilen cümle: Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları onbeş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler.) Vergi mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine onbeş gün içinde Danıştay’a başvurulabilir .Kesinleşen asgari ölçüde arsa ve arazi birim değerleri, ilgili belediyelerde ve muhtarlıklarda uygun bir yere asılmak suretiyle tarh ve tahakkukun yapıldığı yılın başından Mayıs ayı sonuna kadar ilân edilir.” hükümlerine yer verilmiştir. Maliye Bakanlığı’nca 05.03.2013 tarihinde yayımlanan 2013/1 Seri No’lu Emlak Vergisi Kanunu İç Genelgesi’nin VI-1-a bölümünde; arsalara ait takdir komisyonlarının, asgari ölçüde arsa m² birim değerlerini en kısa zamanda tespit edecekleri ve bu tespitlere ilişkin hazırlanacak kararın aslının, kararı veren komisyonda dosyalanacağı, iki örneğinin ilgili Belediyeye, birer örneğinin Defterdarlıklara (Gelir Müdürlükleri), Vergi Dairesi Başkanlığı bulunan yerlerde Vergi Dairesi Başkanlıklarına, birer örneğin ise takdirin ilgili bulunduğu il veya ilçe merkezlerindeki ticaret odalarına, ziraat odalarına, ilgili mahalle veya köy muhtarlıklarına en geç 1 Temmuz 2013 tarihine kadar tevdi edileceği düzenlemesi yer almaktadır. Dava dosyasının incelenmesinden; davacı şirket tarafından İzmir İli, Karşıyaka İlçesi, Mavişehir Mahallesi cadde ve sokakları için takdir edilen asgari arsa m² birim değerlerinin tespitine ilişkin 24.05.2013 tarih ve 10 sayılı takdir komisyonu kararı tarafına bildirilmediğinden bahisle davalı idareye yapılan başvuruya istinaden gönderilen 09.09.2013 tarih ve 4521 sayılı cevabi yazı ekinde yer alan takdir komisyonu kararından; davacı şirketin yazının kendisine tebliğ edildiği 18.09.2013 tarihinde haberdar olduğu ve asgari arsa m² birim değerlerinin tespitine ilişkin takdir komisyonu kararının iptali istemiyle 26.09.2013 tarihinde söz konusu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 49’uncu maddesinde, arsalara ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin takdir komisyonu kararlarının, emlak vergisi mükelleflerine ilan yoluyla tebliğ edileceği yönünde bir hüküm bulunmadığından, davacı şirketin idareye yaptığı başvuru üzerine tarafına yapılan tebliğ ile söz konusu takdir komisyonu kararından haberdar olduğundan yasal süresinde Mahkeme kaydına giren dilekçe ile açılan davada; işin esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davayı süre aşımı yönünden reddeden Vergi Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, İzmir 4. Vergi Mahkemesi’nin 04/11/2013 tarih ve E:2013/2066, K:2013/1443 sayılı kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 15/04/2014 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

Danıştay 12.Daire ,Esas :2009/7469, Karar :2010/3354 ,Tarih:21.6.2010

ÖZET : Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların bazı istisnalar dışında yeniden atanamayacakları hakkında.

Yozgat İli Tandır İlçesi Tapu Sicil Müdürü olarak görev yapmakta iken Ağustos 2005 tarihinde emekliye ayrılan davacının, emekli maaşının kesilmesi ve pirim ödemek suretiyle tapu sicil müdürü olarak yeniden göreve başlatılması için yaptığı başvurunun reddine ilişkin 13.3.2007 günlü işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Ankara 5. İdare Mahkemesince verilen 17.4.2009 günlü, E:2008/1240, K:2009/508 sayılı kararla; halen emekli olan davacının açıktan atanma isteminin 5335 sayılı Yasa`nın 30. maddesinin birinci fıkrası kapsamına girdiği, bu isteminin 2007 yılına ilişkin münhal kadro bulunmadığından reddedildiği, bu durumda, açıktan atama yapmak konusunda takdir yetkisine sahip olan ve bu husustaki başvuruları olumlu sonuçlandırmak yönünde yargı kararıyla işlem tesis etmeye zorlanamayacak olan idarenin, 2007 yılına ait açıktan ve naklen atama için münhal kadro bulunmadığından, davacının yeniden göreve atanma talebinin reddine yönelik dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.27.4.2005 tarihli 25798 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 5335 Kanun`un 30. maddesinin birinci fıkrasında; “Cumhurbaşkanı tarafından atananlar, Bakanlar Kurulu kararı veya müşterek kararnameyle atanan veya görevlendirilenler, Türkiye Büyük Millet Meclisince yapılan seçimler sonucunda görev verilenler ile yükseköğretim kurumlarının öğretim üyeliklerine yapılacak atamalar hariç olmak üzere, herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar genel bütçeye dahil dairelerin, katma bütçeli idarelerin, döner sermayelerin, kefalet sandıklarının, sosyal güvenlik kurumlarının ve bütçeden yardım alan kuruluşların kadrolarına açıktan atanamazlar. Diğer Kanunların bu fıkraya aykırı hükümleri uygulanmaz.” hükümlerine yer almıştır. Yukarıda yer verilen 5535 sayılı Kanun`nun 30. maddesinin birinci fıkrasında bazı görevlere açıktan atamalarda istisna olmak üzere, emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların fıkrada belirtilen kurum ve kuruluşların kadrolarına açıktan atanamayacağı emredici bir hükümle vurgulanmış olup, bu duruma göre emekli aylığı almakta olan davacının emekli olmadan önceki tapu sicil müdürlüğü görevine atanması mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenle; davacının yeniden atama istemi konusunda idarenin takdir yetkisi bulunduğu yolundaki gerekçesinde isabet bulunmamakta ise de; karar sonucu itibariyle yerindedir. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin reddine, Ankara 5. İdare Mahkemesince verilen 17.4.2009 günlü, E:2008/1240, K:2009/508 sayılı kararın yukarıda belirtilen gerekçe ile sonuç itibariyle onanmasına temyiz giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde bırakılmasına 21.6.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Yazıldı Güncel Mevzuat
Onceki Sayfa ←

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız