• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Aylık Arşivler : Haziran, 2016

BELEDİYELERDE DANIŞMANLIK HİZMET ALIMI HAKKINDA

Haz30
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                 

24 Aralık 2007 PAZARTESİ gün ve 26736 sayılı Resmi  Gazetede yayınlanan, 22.11.2007 gün ve Esas : 2004/114, 2007/85 sayılı kararında özetle;

“24.7.2003 günlü, dolaylı bir özelleştirme yöntemini benimsediği ve Anayasa’nın 128. maddesinde öngörülmeyen bir istihdam şeklinin düzenlendiği, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 2. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür” Anayasa’nın 47. maddesi ile 128. 25172 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4924 sayılı “Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 11 inci maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinin “III-SAĞLIK HİZMETLERİ VE YARDIMCI SAĞLIK HİZMETLERİ SINIFI” başlıklı bendine eklenen paragrafta: “Bu sınıfa dahil personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler, lüzumu halinde bedeli döner sermaye gelirlerinden ödenmek kaydıyla, Bakanlıkça tespit edilecek esas ve usullere göre hizmet satın alınması yoluyla gördürülebilir.” hükmü yer almıştır. Bu düzenlemenin, idarenin maddesi birlikte değerlendirildiğinde, sağlık hizmetlerinin bütünüyle devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmeti şeklinde nitelendirilmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla sağlık hizmetinin  tamamının salt memur ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerektiğinden söz edilemeyeceği gibi, 47. maddesinde öngörülen hizmet kapsamında bunun özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılabileceği  olanaklıdır.” Danışmanlık hizmet alımının 5393 sayılı Kanunun 49,657 sayılı Kanunun 4 ve 5.maddeleri ile, Anayasanın 128.maddesine aykırılığı değerlendirilse bile, yukarıda yer alan Anayasa Mahkemesi Kararı ve 5393 sayılı Kanunun Belediyenin giderleri başlıklı 60.maddesinin (l) bendinde; Avukatlık, danışmanlık ve denetim hizmetleri karşılığı yapılacak ödemelerin, belediyenin harcama yapabileceği giderler arasında yer alması nedenleriyle; Danışmanlık hizmetinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu çerçevesinde karşılanması mümkündür.

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Yönetmelik Değişikliği Hakkında

Haz30
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

30 Haziran 2016 PERŞEMBE günlü ve 29758 sayılı Resmi Gazetede “İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HİZMETLERİ YÖNETMELİĞİNDEDEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK” yayınlandı. Bu Yönetmelikle yapılan ek ve değişiklikler;

MADDE 1 – 29/12/2012 tarihli ve 28512 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliğinin 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Birden fazla iş güvenliği uzmanı görevlendirilen kamu, maden, inşaat, metal, tekstil, sağlık, ulaşım, taşımacılık, ticaret, imalat, bakım, onarım, kurulum, enerji, kimya, tarım, ziraat, hayvancılık, mobilya, ormancılık, gıda, matbaa, atık yönetimi, su temini, temizlik, ilaçlama sektörlerine ait işyerlerinde, tam süreli iş güvenliği uzmanlarından sadece birisinde uygun belge sınıfı aranır.”

MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 11 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(7) 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde; işveren ve hizmet sunanlar arasında mutabık kalınarak aynı sözleşme yılı içerisinde, aylık hizmet süreleri birleştirilebilir veya hizmet sunum aralıkları belirlenebilir.”

MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 14 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi ve dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, dördüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki beşinci ve altıncı fıkralar eklenmiş ve mevcut fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.

“c) Kamu kurum ve kuruluşlarına ait işyerlerinde çalışanlar arasından görevlendirme yapılması durumunda en geç beş gün içerisinde İSG-KATİP’teki örneğine uygun görevlendirme belgesi düzenlenir ve sistem üzerinden ilgili kişiler tarafından onaylanır. Görevlendirmenin farklı bir kamu kurum ve kuruluşuna ait işyerlerine yapılması halinde düzenlenen görevlendirme belgesinin görevlendirilen kişiler tarafından da sistem üzerinden onaylanması gerekmektedir. İSG-KATİP üzerinden onaylanan görevlendirme belgesinin bir nüshası kurum tarafından, bir nüshası da görevlendirme yapılan kişiler tarafından saklanır.

(4) İş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi veya diğer sağlık personeli belgesi olan işverenin; işyerindeki işyeri hekimliği, iş güvenliği uzmanlığı veya diğer sağlık personeli görevini kendisinin üstlenmesi durumunda, İSG-KATİP’teki örneğine uygun taahhütname işveren tarafından en geç beş gün içinde düzenlenerek onaylanır.

(5) Kamu kurum ve kuruluşlarına ait işyerlerinde OSGB’lerden hizmet alınması halinde; İSG-KATİP’teki örneğine uygun sözleşme düzenlenir ve karşılıklı olarak en geç beş gün içerisinde sistem üzerinden onaylanır. İSG-KATİP üzerinden onaylanan sözleşme nüshalarından biri kurum tarafından, biri OSGB’ler tarafından saklanır. OSGB’den hizmet alınması durumunda görevlendirilecek işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve diğer sağlık personeli bu konuda ayrıca bilgilendirilir.

Yazıldı Güncel Mevzuat

BELEDİYELERİMİZE HATIRLATMA!

Haz29
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 7.maddesinde yer alan    “Dönüşüm gelirleri”  başlıklı düzenlemenin 10.fıkrasında 6704 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile 26/4/2016 tarihinden itibaren;

“(10) Riskli alanlarda, rezerv yapı alanlarında ve riskli yapıların bulunduğu parsellerde, gerçek kişilerce ve özel hukuk tüzel kişilerince uygulamada bulunulması hâlinde, yapıların mevcut alanları için daha önce belediyelerce alınan harç ve ücretlere ilave olarak, sadece kullanım maksadı değişiklikleri ile yapı alanındaki artışlar için hesaplanan harç ve ücret farkları alınır.” Uygulamasına dikkat edilmelidir.

Yazıldı Duyurular, Güncel Mevzuat

Danıştay Kararı Kısıtlılık Hakkında

Haz27
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Danıştay 6. Daire, E. 2015/680,K. 2015/4767,T. 30.06.2015

ÖZÜ: İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır. Bakılan davada, davacının mülkiyet hakkını kullanamamaktan yakınarak, tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmakta ise de; esasen davacının uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibari ile taşınmaz için kısıtlılık durumun mevcut olduğu, mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olma durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına karşın, satış işlemi sonucu mülkiyet sahibi olan davacı açısından kısıtlılık, halinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin ve mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanması durumunun, gerçekleşmediği gözetilerek tazminat isteminin reddi gerekir.

 

TÜRK MİLLETİ ADINA

Dava, davacının hissedarı olduğu, Ankara ili, Yenimahalle ilçesi, Yuva Mahallesi, 43071 ada, 1 Sayılı parselde bulunan 3.574,00 m² yüzölçümlü taşınmazın imar planı ile “İdari Tesis Alanı” olarak ayrılmasına rağmen, davalı idareler tarafından kullanım amacı doğrultusunda kamulaştırma görevinin yerine getirilmeyerek mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlandığından bahisle fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere taşınmazın değerine karşılık 1.000,00 TL’nin ( ıslah suretiyle belirlenen 105.780,00 TL’ ) dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, dosyanın incelenmesi sonucu davacıya ait taşınmazın imar planında “İdari Tesis Alanı” olarak belirlenmesi sebebiyle 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç, 3 ay içinde bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programının belediyece hazırlanmaması ve bunun sonucunda taşınmazının kamulaştırılmaması sebebiyle davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı ve bu kısıtlamanın sonraki tarihli Meclis kararlan ile de kaldırılmadığının sabit olduğu, taşınmaz malın değerinin belirlenerek ilgilisine ödenmesi gerektiği, bu çerçevede, taşınmazın değerinin saptanması amacıyla Mahkemece yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelmesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda; taşınmazının fiyatının 860,00 TL olduğu, taşınmazın davacının hissesine isabet eden kısmının dava açma tarihi itibariyle değerinin ise ( 123m²x860,00 ) 105.780,00 TL olarak tespit edildiği, taşınmazın davacının hissesine isabet eden 105.780,00 TL olarak belirlenen değerinin dava açma tarihi olan 23.7.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte dayalı idarelerce davacıya ödenmesine karar verilmiş; bu karar, davalı idareler tarafından esas yönünden bozulması istemiyle, davacı tarafından tazminat miktarına işletilen faizin tarihi yönünden düzeltilerek onanması istemiyle temyiz edilmiştir. Anayasanın 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir, Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” kuralına yer verilmiş, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını düzenleyen 13. maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Keza Anayasanın 90. maddesi uyarınca uygun bulunan ve iç hukukun bir parçası halini alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 numaralı Ek Protokolünün “Mülkiyetin korunması’ başlıklı 1. maddesinde de; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” hükmü yer almıştır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.1999 gün ve E: 1999/33, K: 1999/51 Sayılı kararıyla; 3194 Sayılı İmar Kanununun 13. maddesinin 1. ve 3. fıkraları iptal edilmiş, iptal kararının gerekçesinde; “Ç. demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu sebeple getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak ayrık durumlarda ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilir. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın-gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir. 3194 Sayılı Kanunun 13. maddesinin itiraz konusu 1. fıkrasında imar planlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan, yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Kanunun 10. maddesinde de belediyelerin, imar planlanma yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarım hazırlayacakları belirtilmiş, ancak Yasa’da bu planların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına İlişkin bir kurala yer verilmemiştir. 13. maddenin 1. fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu açıktır. İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de 23.9.1981 tarihli Sporrong ve Lonnroth kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” nitelemelerine yer verilmiştir. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesi’nin sözü edilen kararında da atıf yapılan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 23.9.1982 gün ve 7151/75 Sayılı Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararında ise Mahkeme; başvurucuların taşınmazlarının uzun bir süre inşaat yasağı kapsamında tutulmasını ve bu sürede kamulaştırma yapılmamasını mülkiyet hakkına müdahale olarak kabul etmiş, bu durumun müdahaleyi ağırlaştırdığı kanaatine vararak, kararın devamında, başvurucuların mülkiyet haklarını kullanmalarının Sporrong Miras Şirketi olayında toplam 25 yıl. Bayan Lönnroth olayında on iki yıl engellendiğini, bu bağlamda uzatılmış yasakların mülk sahipleri üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlan hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir Devlette olması gereken durumla bağdaştırabilir görmediğini kaydetmiş, bu yasakların yarattığı durumun mülkiyet hakkının korunması ile genel menfaatin gerekleri arasında sağlanması gereken dengeyi bozduğunu, başvurucuların hukuki durumlarının gerekli dengenin bulunmamasına yol açtığını vurgulamış, sonuçları inşaat yasakları ile ağırlaştırılmış olan kamulaştırma izinlerinde ( izin verilmemesi ) her iki başvurucu yönünden Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Yukarıda özetlenen Anayasa Mahkemesi kararında atıf yapılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 23.9.1982 gün ve 7151/75 Sayılı Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararı incelendiğinde, zarar/tazminat olgusunun mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması ile ileriye yönelik olarak belirsiz bir süre engelleme durumunun mülkiyet sahibinde meydana getirdiği mağduriyet çerçevesinde şekillendiği, başka bir deyişle mülkiyet hakkının kısıtlanmasının malikler üzerindeki manevi etkisinin nazara alınması sonucu başvurucular yönünden ihlal kararı verildiği anlaşılmaktadır. Dava dosyasının incelenmesinden, davacının hissedarı olduğu, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi. Yuva Mahallesi, 43071 ada. 1 Sayılı parselde bulunan 3-574,00 m² yüzölçümlü taşınmazın Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisinin 1.6.1992 tarih ve 177 Sayılı kararı ile onaylanan 1/5000 ölçekli Yuva Köyü ve Çevresi Nazmı imar Planı doğrultusunda hazırlanan 1. ve 2. Etap 1/1000 ölçekli imar planları ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin 12.10.1995 tarih ve 711 Sayılı kararı ile onaylanan revizyon imar planı içerisinde kaldığı, Yenimahalle Belediye Encümeni’nin 6.5.1997 tarih ve 1515 Sayılı kararı ile onaylanan Yuva Köyü ve Çevresine ait 1/1000 ölçekli imar planı ve 84138 Sayılı parselasyon planı ile “İdari Tesis Alanı’ olarak ayrıldığı, dava devam ederken Yeni Mahalle belediye meclisinin 6.11.2013 tarihli, 1004 Sayılı kararı ile taşınmazın kullanımının “özel sosyal kültürel tesis alanı” olarak değiştirildiği, bu kararın Ankara Büyükşehir Belediye meclisinin 10.12..2013 tarihli, 2192 Sayılı kararı ile onandığı, davacının uyuşmazlık konusu taşınmazla mülkiyet bağının ise 19.10.2011 tarihli satış işlemi ile kurulduğu, davacının 30.1.2012 tarihinde Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma sebebiyle tazminat davası açtığı, bu davada görevsizlik kararı verilmesi üzerine bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bakılan davada, davacının mülkiyet hakkını kullanamamaktan yakınarak, tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmakta ise de; esasen davacının uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibari ile taşınmaz için kısıtlılık durumun mevcut olduğu, yukarda belirtilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında belirtilen mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olma durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına karşın, 19.10.2011 tarihli satış işlemi sonucu mülkiyet sahibi olan davacı açısından kısıtlılık, halinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin ve mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanması durumunun, gerçekleşmediği görülmektedir. Bu durumda, İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi gerekirken, tazminat talebinin, kabulüne dair temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.Davacı tarafından her ne kadar davaya konu tazminat miktarına işletilen, faiz yönünden kararın düzeltilerek onanması istemiyle temyiz talebinde bulunulmuş ise de, Mahkeme kararının esas yönünden bozulması karşısında bu talebin reddi gerektiği açıktır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Ankara 10. idare Mahkemesince verilen 23.10.2014 tarihli, E:2013/1134, K:2014/1153 Sayılı kararın BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 30.6.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

2942 Sayılı Kanun-8,22 ve 23. Madddeleri Hakkında

Haz27
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun

Kanun No. 4650                            Kabul Tarihi : 24.4.2001

MADDE 8. — 2942 sayılı Kanunun 15 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Madde 15. — Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı ihtisas odalarının her biri tarafından, üyelerinin oturdukları yeri göz önünde bulundurarak her il için onbeş ila yirmibeş, ayrıca il merkezleri için il, ilçeler için ilçe idare kurullarınca bu bölgelerde oturan ve mühendis veya mimar olan taşınmaz mal sahipleri arasından on beş bilirkişi her yıl Ocak ayının ilk haftasında seçilerek isim ve adreslerini bildiren listeler valiliklere verilir. Bilirkişi olarak görev yapacakların nitelikleri ve çalışma esasları, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin görüşü alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığının birlikte hazırlayacakları bir yönetmelikle belirlenir.

Valilikçe onanan listelerden, odalar tarafından seçilenler il merkezi ve ilçelerdeki asliye hukuk mahkemelerine, idare kurulları tarafından seçilenler de seçildikleri yerin asliye hukuk mahkemelerine bildirilir.

Süresi bitenler tekrar seçilebilir.

Bilirkişi kurulu; kamulaştırmaya konu olan yerin cins ve niteliğine göre, üçü odalar listesinden, ikisi de idare kurulu listesinden seçilmek suretiyle beş kişiden oluşur.

Kamulaştırılan taşınmaz malın üstün niteliği göz önüne alınarak, bilirkişilerden üçü aynı uzmanlık kolundan seçilebilir.

Kamulaştırmayı yapan idarede görevli olanlar, kamulaştırılan taşınmaz malın sahipleri ve bunların usul ve füruu, karı-koca, üçüncü derece dahil, kan ve sıhri hısımları ve mal sahipleri ile menfaat ortaklığı olanlar bilirkişi seçilemezler.

Bakanlıklarının taşra birimleri ile diğer resmî daire ve kurumlardan alınacak fen adamları ile bilirkişi kurulu tamamlanır. Bunların da bulunmadığı veya fiili veya hukuki sebeplerle bilirkişi seçimlerine imkan olmadığı takdirde, komşu illerin oda listelerinden, yoksa bu fıkrada belirtilen resmî daire ve kurumlardan alınacak fen adamları ile kurul tamamlanır.

Mahkemelere gönderilen listelerde yazılı olanlar ve yukarıdaki fıkrada gösterilen kimseler arasından taraflar bilirkişi seçmekte anlaşamadıkları takdirde bilirkişiler hakim tarafından resen seçilir.

Hakim, bilirkişilere yemin ettirir.

Bilirkişi kurulu, taşınmaz malın değerini 11 ve 12 nci maddeler hükümlerine göre tayin ve takdir ederek, gerekçeli raporunu onbeş gün içinde mahkemeye verir.

Bilirkişilerce yapılan değer tespitinde, idarece belgelerin mahkemeye verildiği gün esas tutulur.

 

MADDE 22. — Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 23. — Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

 

Yazıldı Yargı Kararları

Soru – Cevap

Haz24
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Soru: 

İyi çalışmalar

Biz ŞAHİNLER İNŞAAT olarak yapım ve hizmet ihaleleri kapsamında iş yapmayı düşünüyoruz ama hiç daha önce ihale almadık veya tamamlamadık bu sektöre yeni gireceğiz bundan dolayı iş deneyim belgemiz bulunmuyor ilgi alanımıza giren yapım işleri tutarları bir milyon ile 3 milyon tl arasındaki ihaleler bu durumda yapımda %80 hizmette %15 iş bitirme istiyor bildiğim kadarıyla işte burda ne yapacağımızı bilmiyoruz yani şu çelişkiye düştük
İş deneyim belgesi ihale tamamlıyarak elde ediliyor.
ihale almak için iş deneyim belgesi gerekiyor.
işte tamda bu çıkmazın içindeyiz bizim danışmanlık hizmeti almak istediğimiz konu tam olarak bu.
iş bitirmeye sahip faal olmayan bir şirketi satın almak istemiyoruz nitelikli dolandırıcılardan korktuğumuz için geçmiş borçlarla başımızı belaya sokmamak için.

cevabınızı bekliyoruz teşekkürler. ŞAHİNLER İNŞAAT dalaman-muğla

Cevap:

İş Deneyim Belgelerinin Değerlendirilmesine İlişkin Esaslar;

Kamu İhale Genel Tebliğinin 7.maddesinde, İhale uygulama yönetmeliklerinin “İş deneyimini gösteren belgeler” başlıklı maddelerinde; iş ortaklığında pilot ortağın ve diğer ortakların her birinin istenen iş deneyim tutarını belli oranlarda sağlaması şartı getirilmiş olmakla birlikte, ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, bu şartın aranmayacağı da hüküm altına alınmıştır. Bu kapsamda, uygulama yönetmeliklerinin “İş deneyim belgelerinin değerlendirilmesi” başlıklı bölümünün “Değerlendirmeye ilişkin esaslar” maddelerinde de; ihaleye katılan iş ortaklığının ortakları tarafından ortaklık oranları ve yapısı aynı olmak kaydıyla daha önce kurulmuş olan iş ortaklığının gerçekleştirdiği bir işten elde edilen iş deneyimini gösteren belgelerin sunulması halinde, iş ortaklığının iş deneyim tutarının ortakların hisse oranlarına bakılmaksızın belge tutarı esas alınarak hesaplanması öngörülmüştür. Kamu İhale Genel Tebliğdeki örnek aşağıya alınmıştır.

Örneğin; tüzel kişi (A)’nın pilot ortak sıfatıyla % 60,  tüzel kişi (B)’nin özel ortak sıfatıyla % 25 ve gerçek kişi (C)’nin ise yine özel ortak sıfatıyla % 15 oranında ortak olduğu (ABC) iş ortaklığı tarafından gerçekleştirilen bir işten dolayı 1/10/2008 tarihinde ilgili mevzuatı uyarınca (1.000.000. TL) tutarında iş deneyim belgesi düzenlenmiştir. 1.8.2011 tarihinde ilan edilen bir ihaleye teklif vermek üzere (A), (B) ve (C) yeniden bir araya gelerek (A)’nın pilot ortak sıfatıyla % 60,  (B)’nin özel ortak sıfatıyla % 25 ve (C)’nin de özel ortak sıfatıyla % 15 oranında ortak olduğu (ABC) iş ortaklığını kurmuşlardır. Söz konusu iş ortaklığı tarafından verilen teklif kapsamında, 1/10/2008 tarihinde düzenlenen ve benzer işten elde edilmiş olan (1.000.000 TL) tutarındaki iş deneyim belgesi sunulmuştur. Bu durumda, ihale komisyonu (ABC) iş ortaklığı tarafından sunulan iş deneyim belgesini inceleyecek ve iş deneyim belgesi sahibi iş ortaklığı ile ihaleye teklif veren iş ortaklığını oluşturan kişilerin (A,B,C), ortaklık oranlarının (A % 60, B % 25 ve C % 15) ve ortaklık sıfatlarının (A pilot ortak, B ve C özel ortak) aynı olması nedeniyle, iş deneyim tutarını her bir ortağın iş ortaklığındaki ortaklık oranına göre ayrı ayrı hesaplamayacak ve belge tutarı olan 1.000.000 TL’yi güncellemek suretiyle (ABC) iş ortaklığının iş deneyim tutarı olarak kabul edecektir.

 

Yapım işlerinde son on beş yıl içinde geçici kabulü yapılan işlere ait iş deneyim belgesi kullanılabilecektir. Yapımla ilgili hizmet işlerinden elde edilen belgelerin süresi beş yıldan on beş yıla çıkarılarak yapım işleriyle eşitlenmiştir. Böylece son on beş yıl içinde kabul işlemleri tamamlanan yapımla ilgili hizmet işlerine ait belgeler kullanılabilecektir. İş denetleme ve iş yönetme belgelerinin süresi on beş yıl olarak belirlenmiş, belge sahibi olabilmek için işin % 80 inde bulunma şartı getirilmiştir. İş durum belgesi düzenlenme şartları ağırlaştırılmış, sadece yapım ve yapımla ilgili hizmet işlerinde gerçekleştirme, denetleme ve yönetmeyle sınırlandırılmıştır. Devam eden yapım ve yapımla ilgili hizmet işlerinde; ilk sözleşme bedelinin tamamlanması şartıyla, son onbeş yıl içinde gerçekleşme oranı toplam sözleşme bedelinin en az % 80’ine ulaşan ve kusursuz olarak gerçekleştirilen, denetlenen veya yönetilen işlerde iş durum belgesi düzenlenebilecektir.

İş ortaklığında, ortakların hisse oranına bakılmaksızın pilot ortağa ait iş deneyim tutarı, konsorsiyumda ise koordinatör ortağa ait iş deneyim tutarı dikkate alınarak ekonomik açıdan en avantajlı teklif belirlenir.

İhale Şartnamesinde düzenleme varsa; “Ortak Girişim”; ihaleye katılmak üzere birden fazla gerçek veya tüzel kişinin aralarında yaptıkları anlaşma ile oluşturulan iş ortaklığı veya konsorsiyumları, “Pilot” veya “Koordinatör Ortak” ise; ortak girişimdeki gerçek veya tüzel kişilerden teknik bilgi bakımından diğer ortaklara göre daha güçlü olan ve sözleşmenin yürütülmesi aşamasında ortak girişim adına idareye muhatap olan ortağı İfade etmektedir.

 

İş ortaklıklarında, ortaklar bütün hak ve sorumluluklarıyla işin tamamını birlikte yapmak üzere anlaşma yapmışlardır. Taahhüdün yerine getirilmesinde müştereken ve müteselsilen sorumluluk söz konusudur. İhaleye ortak girişim olarak katılacaklar, aralarında bir ortaklık anlaşması yaparlar. Pilot ortağın da belirtildiği bu anlaşma ihale aşamasında teklifle birlikte verilmektedir. İhalenin ortaklık üzerinde kalması halinde bu anlaşma notere tasdik edilerek sözleşmeden önce idareye verilmesi gerekmektedir.

İş ortaklığı, bir ön koşula tabi olmaksızın her ihaleye katılabilir. Konsorsiyumun ihaleye katılabilmesi için, bu hususun ihale dokümanında  “Bu ihaleye konsorsiyumlar katılabilir” şeklinde bir ön izne yer verilmesine bağlıdır.

           Konsorsiyum üyeleri işin kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili kısımlarını yapmak üzere, ihaledeki hak ve sorumlulukları da belirlenerek aralarında anlaşma yaparlar. Ortak girişimde olduğu gibi, ihale aşamasında kendi aralarında yaptıkları anlaşmanın idareye verilmesi gerekmektedir. Bu anlaşmada, işin yapım süresinde koordinasyonu sağlayacak “koordinatör ortak”da belirlenir. İhalenin konsorsiyum üzerinde kalması halinde, ortaklar arasında imzalanan anlaşmanın noter tasdikli olanının idareyle imzalanacak sözleşmeden önce idareye verilmesi gerekmektedir.

          Ortaklıkta, işin yapımında tüm ortaklar idareye karşı müştereken ve müteselsilen sorumludur. Konsorsiyumlarda ise, her üye işin kendi yaptığı bölümünden idareye karşı sorumludur. İşin kar veya zararı üyeler arasında ortak paylaşılmaz. Her üye kendi yaptığı işin karını alır veya zararına katlanır.Konuyu bir örnekle somutlaştırmak gerekirse; bir otoyol yapımını bütünüyle iki ortağın birlikte üstlenmesi bir ortak girişimdir. Bu işte ortaklardan birinin yolun alt yapısını, diğerinin de yolun yüzeyindeki projesine göre asfalt veya beton kaplama yapılmasını üstlenmesi şeklinde tesis edilen ortaklık ise konsorsiyumdur. Yapım işlerinde pilot ortağın ,istenen asgari iş deneyim tutarının en az % 80’ini, diğer ortakların her birinin ise, istenen asgari iş deneyim tutarının en az % 20’sini sağlaması zorunludur. Konsorsiyumların katılabileceği ihalelerde, uzmanlık gerektiren kısımlar esas alınarak, konsorsiyum ortağı tarafından birden fazla kısma ya da tek bir aday veya istekli tarafından işin tamamına başvuruda bulunulması veya teklif verilmesi halinde, iş deneyimini tevsik etmek amacıyla her bir kısım için iş deneyimini gösteren ayrı bir belge sunulabilir.

Hizmet alım ihalelerinde, iş ortaklarının iş deneyimini karşılama sorumluluğu ortağın pilot ortak olup olmamasına bağlıdır. Yönetmeliğin 39/5 maddesi uyarınca, iş ortaklığında pilot ortağın istenen iş deneyim tutarının en az yüzde 70’ini, diğer ortakların her birinin ise istenen asgari iş deneyim tutarının en az yüzde 10’unu sağlaması gerekir. Pilot ortak dışındaki diğer ortak veya ortakların iş deneyim tutarı toplamı asgari iş deneyim tutarının yüzde 30’undan az olamaz.

Konsorsiyumların katılabileceği ihalelerde, Yönetmeliğin 39/8 maddesi uyarınca;  uzmanlık gerektiren kısımlar esas alınarak konsorsiyum ortağı tarafından birden fazla kısma ya da tek bir aday veya istekli tarafından işin tamamına başvuruda bulunulması veya teklif verilmesi halinde, iş deneyimini tevsik etmek amacıyla her bir kısım için iş deneyimini gösteren ayrı bir belge sunulabilir.

 

 

Yazıldı Soru / Cevap

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, E. 2015/3757,K. 2016/10322,T. 11.4.2016

Haz23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sonra ödeneceği,işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği, bunun toplu bir nitelik kazanması durumunda dahi kanun dışı grev sayılamayacağı ve bu durumda işçinin haklı sebebe dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı bulunduğu

İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur. Ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. Aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sonra ödenmelidir. İşçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş ve bunun toplu bir nitelik kazanması durumunda dahi, kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı sebebe dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da tanınmıştır. Ödenmemesi halinde işçiye haklı nedenle fesih hakkı tanınacağı düzenlenen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir. İşverenliğe sunulan fesih bildirimi ile davacının, ödenmediğini iddia ettiği işçilik alacaklarını talep ettiği görülmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının fesih tarihi itibariyle ödenmeyen fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda işçi feshinin, haklı sebebe dayandığı, işçi feshinden sonra düzenlenen devamsızlık tutanaklarına itibar edilmemesi gerekir. İşçi feshinin haklı sebebe dayanması sebebiyle mahkemece kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi isabetlidir. Ancak, fesih iradesinin işçiden geldiği göz önüne alındığında, ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, fazla mesai ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, istemi kısmen hüküm altına almıştır. Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin işçilik ücretlerini talep ettiği ve işyerinde birtakım hususların düzelmesini talep ettiği ihtarnamesini davalıya göndermesinin akabinde, işçilik ücretlerinin ödenmemesi üzerine işi bırakmak zorunda kaldığını belirterek kıdem ve ihbar tazminatları ile ödenmediğini iddia ettiği ulusal bayram ve genel tatil ücretleri ile fazla çalışma alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

Gerekçe:

1-)Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

2-)Taraflar arasında, davacı işçinin iş sözleşmesini haklı sebeple feshedip feshetmediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur. 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 32/4. maddesinde ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. Aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sonra ödenmelidir.4857 Sayılı Kanun’da ve işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş ve bunun toplu bir nitelik kazanması durumunda dahi, kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı sebebe dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da tanınmıştır. 4857 Sayılı Kanun’un 24. maddesinin II-(e) bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir. Somut olayda, işverenliğe sunulan 18.4.2012 tarihli fesih bildirimi ile davacının, ödenmediğini iddia ettiği işçilik alacaklarını talep ettiği görülmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının fesih tarihi itibariyle ödenmeyen fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda işçi feshinin, anılan Kanun’un 24. maddesinin II-(e) bendinde düzenlenen haklı sebebe dayandığı, işçi feshinden sonra düzenlenen devamsızlık tutanaklarına itibar edilmemesi gerektiği anlaşılmaktadır. İşçi feshinin haklı sebebe dayanması sebebiyle mahkemece kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi isabetlidir. Ancak, fesih iradesinin işçiden geldiği göz önüne alındığında, ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ :  Temyiz olunan kararın, yukarda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 11.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

İş Sağlığı ve Güvenliği Hakkında

Haz23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

BELEDİYELERİMİZİN DİKKATİNE!

1 Temmuz 2016 tarihinden itibaren az tehlikeli ve 50’den az çalışanı olan kamu, özel tüm işyerlerine iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu geliyor. Manavından fırınına, pastanecisinden, taksicisine, mobilyacısından giyim eşyası satanlara kadar bir kişi bile çalıştırsa binlerce işyeri için yeni dönem başlıyor.1 Temmuz’da, on binlerce işletmeyi ilgilendiren önemli bir uygulama başlıyor. Bu tarihten itibaren, bir kişi bile çalıştıran işyerlerine, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu geliyor. İş kazalarını önlemek amacıyla 2012 yılında, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çıkartıldı. Her iş yerinde bir iş güvenliği uzmanı ile işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu getiren kanun kapsamında da işyerleri; az tehlikeli, tehlikeli, çok tehlikeli olmak üzere üç gruba ayrılarak işletmelere, zorunlu uygulama için geçiş süresi tanındı. 50 kişinin altında çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli işyerleri için hekim ve iş güvenliği uzmanı istihdam etme zorunluluğu, 2014’ün Ocak ayında başladı.

KAMU VE ÖZEL SEKTÖR

Kanunda öngörülen geçiş sürecinin son aşaması da 1 Temmuz’da tamamlanıyor ve bu tarihten itibaren ister kamu olsun ister özel, az tehlikeli ve 50’den az çalışanı olan tüm işyerleri için zorunluluk başlıyor. Böylece, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da resmen uygulama girmiş oluyor. Yeni uygulama kaç işletmeyi ilgilendiriyor diye baktım. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verilerine göre, bu yılın Mart ayında toplam işyeri sayısı 1,7 milyonun biraz üzerinde. 50’den az çalışanı olan işletme sayısı ise, 1 milyon 654 bin. Bunların yarısı az tehlikeli işlerde faaliyet gösterse, kabaca, hekim ve iş güvenliği uzmanı bulundurma zorunluluğu 500 bin işletmeyi yakından ilgilendiriyor diyebiliriz.

CEZASI 13 BİN LİRA

Yeni düzenlemede, 10’dan az çalışanı olan ve az tehlikeli işyerlerine bazı esneklik de tanınıyor. İşverenin kendisi ya da görevlendireceği bir kişi, gerekli eğitimleri almak kaydıyla; işe giriş ve periyodik muayeneler, tetkikler hariç, iş sağlığı ve güvenliği hizmetini kendi yürütebilecek. Peki, kanunda belirtilen kurallara uymamanın cezası nedir? 5 bin lira ila 10 bin lira arasında değişiyor, ancak hem iş güvenliği uzmanı hem de hekim için ayrı ayrı ve istihdam edilmeyen her ay için ceza katlanarak artıyor; aylık 13 bin liraya kadar çıkabiliyor.

 YÜZLERCE MESLEK VE BİNLERCE İŞYERİ

1 Temmuz’da zorunlu olarak iş güvenliği uzmanı ve hekim istihdam edecek az tehlikeli işyerleri; tarımdan gıdaya, mobilyadan otomotive, elektronikten taşımacılığa kadar yüzlerce mesleği kapsıyor. Belli başlıları ise şöyle: Meyve-sebze yetiştiriciliği-depolanması-satılması, tohumculuk, ormancılık, tahıl ürünleri ile ilgili tüm işyerleri, dondurulmuş gıda üretimi, ekmek fırınları, pastaneler, manavlar, makarna üreticileri, çikolata-kakao ve şekerleme ürünleri imalatı-depolanması-satışı, çay ve kahve üretimi, tüm içecek ürünlerinin üretimi-satışı, halıcılar, mobilyacılar, tüm tekstil-konfeksiyon üretimi ve satışı yapan işyerleri, ayakkabıcılar, müzik aleti üreticileri, elektrikçiler, oto bayileri, oto yedek parçacıları, nalburlar, bilgisayar ile ilgili tüm işler, oyuncak üretici ve satıcıları, müzayede şirketleri, su ticareti yapan şirketler, eczaneler, taksiler, araç kiralama şirketleri, her türlü nakliye işi yapan şirketler Kanun kapsamına  girmektedir.

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ RESMEN BAŞLADI

* Kamu, özel tüm işyerleri, iş güvenliği uzmanı ve hekim çalıştırmak zorunda.

* İşyerleri faaliyetlerine göre; tehlikeli, çok tehlikeli, az tehlikeli olmak üzere üç gruba ayrılıyor.

* Tüm işyerleri iş kazası ve meslek hastalığına karşı risk değerlendirmesi yapacak.

* 10’dan az çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli işyerlerinin iş güvenliği konusundaki giderlerini devlet destekleyecek.

* İşverenler Ortak Sağlı ve Güvenlik Birimlerinden (OSGB) hizmet alabilecek.

* Tüm işyerleri acil eylem planı hazırlayacak.

* Çalışanlara iş sağlığı ve güvenliği konusunda eğitim verilmesi zorunlu. Çok tehlikeli işlerde çalışanlar mesleki eğitim ve belge alacak.

Yazıldı Duyurular, Güncel Mevzuat

Yargıtay 22.Hukuk Dairesi Kararı Hakkında

Haz23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, E. 2015/28040,K. 2015/31329,T. 24.11.2015

ÖZÜ: İşçi ücretlerine ilişkin davalar 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Fazla çalışma ve genel tatil alacakları bu tür alacaklardandır. Bu nedenle ıslahla talep edilen fazla çalışma ve genel tatil alacağının ıslah tarihinden geriye doğru 5 yılın dışında kalan ve dava dilekçesinde talep edilen miktardan fazla olan kısmı zamanaşımına uğramıştır. Gerekirse bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle ıslaha karşı yapılan zamanaşımı itirazı değerlendirilerek davacının fazla çalışma ve genel tatil alacağı hakkında yeniden bir karar verilmelidir.

Davacı, davalı ait işyerinde çalıştığını,çalıştığı dönem içerisinde hakettiği bir kısım işçilik alacaklarının ya kendisine hiç ödenmediğini ya da eksik ödenmiş olduğunu belirterek işçilik alacaklarını hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Gerekçe:

1- ) Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- ) Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Davacı, mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre fazla çalışma ve genel tatil alacağı yönünden davasını ıslah etmiştir. Davalı işveren, ıslaha karşı süresinde verdiği yazılı itiraz dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Dava dilekçesi içeriği incelendiğinde, davacı yanın işçilik alacakları yönünden fazlaya dair haklarını saklı tutarak kısmi dava açtığı anlaşılmaktadır. Hem mülga 818 sayılı Borçlar Kanunun 126/3, hem de 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Borçlar Kanun’un 147/1 maddesine göre işçi ücretlerine ilişkin davalar 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Fazla çalışma ve genel tatil alacakları bu tür alacaklardandır. Bu nedenle ıslahla talep edilen fazla çalışma ve genel tatil alacağının ıslah tarihinden geriye doğru 5 yılın dışında kalan ve dava dilekçesinde talep edilen miktardan fazla olan kısmı zamanaşımına uğramıştır. Gerekirse bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle ıslaha karşı yapılan zamanaşımı itirazı değerlendirilerek davacının fazla çalışma ve genel tatil alacağı hakkında yeniden bir karar verilmelidir.

3- ) Davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin takdirinde ret edilen alacak miktarının dikkate alınmaması da hatalı olup bozma sebebidir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 24.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, E. 2015/30383,K. 2015/33791,T. 7.12.2015

Haz23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

ÖZÜ: Dava feshin geçersizliği ve işe iade istemine ilişkindir. Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusudur. Dosya kapsamına göre, fesih bildiriminin yazılı olarak yapılmasına rağmen fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu gerekçeyle mahkemece feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiş olması dosya içeriğine uygun olduğundan, davalı tarafın bu yöndeki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak, 4857 sayılı Kanun’un 21. maddesinin birinci fıkrasında işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırları gösterilmiş olup söz konusu tazminatın belirtilen sınırlar arasında işçinin kıdemi, fesih sebebi gibi olgular dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Dosya içeriğine göre; davacının davalı işyerinde çalıştığı süre esas alınarak, işe başlatmama tazminatının davacının beş aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesine karar verilmesi hatalıdır. Fesih sebebine ve davacının kıdemine göre davacının dört aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesi dosya içeriğine uygun düşecektir.

Davacı vekili; müvekkilinin iş sözleşmesinin geçerli bir sebep olmaksızın davalı tarafından feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini istemiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı Belediye vekili; husumet itirazında bulunarak, davacının diğer davalı çalışanı olduğunu, asıl işveren-alt işveren ilişkisi yönünden müvekkili idarenin  sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Davalı şirket vekili; diğer davalı ile aralarında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğunu, davacının iş sözleşmesinin emsali diğer çalışanlara göre performansının yetersiz ve verimsiz olması sebebiyle geçerli sebeple feshedildiğini savunmuştur.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve davacının davalı B. A.’ye ait işyerindeki işine iadesine, beş aylık ücret tutarında işe başlatmama tazminatı belirlenmesine ve boşta geçen süre için en çok dört aya kadar ücret ve diğer hakların davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalılar temyiz etmiştir.

Gerekçe: Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup normatif dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. ve devamı maddeleridir. 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Somut olayda; davalı işverenlikte kaynak ustası olarak çalışan davacının iş sözleşmesi davalı tarafından 08.09.2014 tarihi itibariyle feshedilmiştir. Dosya kapsamına göre, fesih bildiriminin yazılı olarak yapılmasına rağmen fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu gerekçeyle mahkemece feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiş olması dosya içeriğine uygun olduğundan, davalı tarafın bu yöndeki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak, 4857 sayılı Kanun’un 21. maddesinin birinci fıkrasında işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırları gösterilmiş olup söz konusu tazminatın belirtilen sınırlar arasında işçinin kıdemi, fesih sebebi gibi olgular dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Dosya içeriğine göre; davacının 21.03.2013- 07.08.2014 tarihleri arasında merkez kadroda, 08.08.2014-08.09.2014 tarihleri arasında ise davalı şirket nezdinde ihaleli işler kapsamında çalıştığı anlaşılmakla, işe başlatmama tazminatının davacının beş aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesine karar verilmesi hatalıdır. Fesih sebebine ve davacının kıdemine göre davacının dört aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesi dosya içeriğine uygun düşecektir. Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ :  Yukarıda açıklanan gerekçe ile;

1-Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2-İşverence yapılan FESHİN GEÇERSİZLİĞİNE, davacının davalı B. A.’ye ait işyerindeki işine İADESİNE,

3-Davacının kanuni sürede işe başvurmasına rağmen, işverenin süresi içinde işe başlatmaması halinde davalılar tarafından müştereken ve müteselsilen ödenmesi gereken tazminat miktarının fesih sebebi ve kıdemi dikkate alınarak dört aylık ücreti olarak belirlenmesine,

4-Davacının işe iade için işverene süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar doğmuş bulunan en çok dört aylık ücret ve diğer haklarının davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesi gerektiğinin belirlenmesine,

5-Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

6-Davacı tarafından yapılan 35,00 TL yargılama giderinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine,

7-Davacı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre hesaplanan 1.500,00 TL vekalet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine,

8-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak, 07.12.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları
Onceki Sayfa ←

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız