• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Aylık Arşivler : Ağustos, 2016

6736 Sayılı Kanun Kapsamında Açıklamalar..

Ağu12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

    6736 sayılı Kanun kapsamında, belediyeler ve bunlara bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşların  yapacakları işlemler;

 

Kurum alacaklarının 6736 sayılı Kanun Uyarınca belediyeler ve bunlara bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşlarca borçların yapılandırmasına ilişkin, ödeme ve bozulma koşullarına dair bazı usul ve esasların uygulanması;

Bu Kapsamda,

Bu Kanun kapsamında belediyeler ve bunlara bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşlarca ödenmesi gereken tutarlar, belediyelerin genel bütçe vergi gelirleri tahsilat toplamı üzerinden ayrılan paylarından, 2/7/2008 tarihli ve 5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin dördüncü fıkrasındaki yüzde 40 oranı dikkate alınmaksızın aylık dönemler halinde azami yüz kırk dört eşit taksitte tahsil edilir. Şu kadarki, bu kapsamda yapılacak kesinti tutarı her hal ve takdirde bu idareler adına genel bütçe vergi gelirleri tahsilat toplamı üzerinden ayrılan payların aylık tutarının yüzde 50’sini aşamaz.

1) Taksitle yapılacak ödemelerde belirlenen tutar;

a) Altı eşit taksit için (1,032),

b) Dokuz eşit taksit için (1,053),

c) Oniki eşit taksit için (1,064),

ç) Onsekiz eşit taksit için (1,086),

d) Yirmidört eşit taksit için (1,109),

e) Otuzaltı eşit taksit için (1,19),

f) Kırksekiz eşit taksit için (1,247),

g) Altmış eşit taksit için (1,304),

ğ) Yetmişiki eşit taksit için (1,361),

h) Yüzkırkdört eşit taksit için (1,703),

katsayısı ile çarpılır ve bulunan tutar, taksit sayısına bölünmek suretiyle aylık dönemler halinde tahsil edilecek taksit tutarı hesaplanacak  olup,

Maliye Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumuna bağlı tahsil dairelerine bu Kanun kapsamında ödenecek olan alacakların 6183 sayılı Kanunun 41 inci maddesine göre kredi kartı kullanılmak suretiyle ödenmesi uygun görüldüğü takdirde, ödemeye aracılık yapan bankalarca, kart kullanıcılarına kredi kartı işlemine konu borç tutarının, taksitler halinde yansıtılması ve taksit ödeme aylarında hesaplarına borç kaydedilmesi koşuluyla, bu ödemeler için ödeme tarihi olarak kredi kartının kullanıldığı gün esas alınır ve borçluya tahsilatın yapıldığını gösterir makbuz verilir. Bu şekilde tahsil edilen tutarların bankalarca Hazine/Sosyal Güvenlik Kurumu hesaplarına aktarılmasına ilişkin 6183 sayılı Kanunun 41 inci maddesinde belirlenen süre, taksit aylarının son gününü izleyen günden itibaren hesaplanır. Taksitlerin kredi kartı kullanılmak suretiyle ödenmesi bu madde hükmüne göre katsayı uygulanmasına engel teşkil etmeyecek olup,

Bu Kanuna göre ödenmesi gereken taksitlerin ilk ikisi süresinde ödenmek koşuluyla, kalan taksitlerden; bir takvim yılında iki veya daha az taksidin, süresinde ödenmemesi veya eksik ödenmesi halinde, ödenmeyen veya eksik ödenen taksit tutarlarının son taksiti izleyen ayın sonuna kadar, gecikilen her ay ve kesri için 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesine göre belirlenen gecikme zammı oranında hesaplanacak geç ödeme zammı ile birlikte ödenmesi şartıyla bu Kanun hükümlerinden yararlanılır. İlk iki taksitin süresinde tam ödenmemesi ya da süresinde ödenmeyen veya eksik ödenen diğer taksitlerin belirtilen şekilde de ödenmemesi veya bir takvim yılında ikiden fazla taksitin süresinde ödenmemesi veya eksik ödenmesi halinde matrah ve vergi artırımına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu Kanun hükümlerinden yararlanma hakkı kaybedilir. Bu hüküm her bir madde ve alacaklı idareler açısından taksitlendirilen alacaklar için ayrı ayrı uygulanır.

Bu Kanunun 3 üncü maddesinin dokuzuncu fıkrası ve 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında, vadesinde ödenmesi öngörülen alacakların veya taksit tutarının %10’unu aşmamak şartıyla 5 Türk Lirasına (bu tutar dâhil) kadar yapılmış eksik ödemeler için bu Kanun hükümleri ihlal edilmiş sayılmayacaktır

Yazıldı Duyurular, Güncel Mevzuat

MAKALE

Ağu12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

MAHALLİ İDARELERDE İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMA(MA) SI

GİRİŞ

          İdare etmekle hüküm vermenin, ayrı görevler olduğuna ve ayrı organlarca yerine getirilmesi gerektiği anlayışına kolay varılmadığı bir gerçektir.Zaman zaman, kamu hizmetini etkili ve verimli bir biçimde sağlamakla görevli olan yürütme organının; daha önceden veya kendisince belirlenmiş belirli hukuk kurallarına bağlı olarak faaliyette bulunmadığı, idare edenlerin kişisel arzu ve yararlarını yerine getirme amacını güttüğü görülebilmektedir. Hukuk anlayışının ve idari rejimin değişmesi veya gelişmesiyle denetim yöntemleri de gelişmiştir. Ancak, bu denetim yöntemleri arasında en etkili olanı, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargının denetimine tabi tutulmasıdır. Anayasanın 2.maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Hukuk Devletidir. Hukuk devleti; kamu hizmeti görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan infaz eden devleti ifade eder. Kurallara bağlılığın denetimini elbette ki yargı yapacaktır. Buradan da bağımsız bir yargı sisteminin var olması gerektiği ve yargı tarafından verilen kararlara uyulmak zorunda olunduğu anlaşılacaktır. Hukuk devletinin vazgeçilmez unsurları;

*Kamu gücünün temsilcisi olan idare, faaliyetlerinde hukuka uygun davranmak zorundadır.

*İdarenin davranışlarının, kamu hizmetinden yararlananlarca önceden belirlenebilir olması gerekir.

*İdarenin, yargı denetimine açık ve bununla da bağlı olması zorunludur.İdarenin yargı denetimine açık olmaması durumunda, yargının ve hukuk devletinin varlığından söz etmek doğru olmaz. Aynı şekilde alınan yargı kararlarına uyulmaması, bağımsız yargı erkini anlamsız ve etkisiz hale getirmektir.

* İdarenin mali sorumluluğu ( Anayasa 125. madde); idarenin, kamu hizmeti görenlere verdiği zararlardan dolayı sorumlu tutulmasını ifade eder. Kural, idarenin kusurun varlığı halinde sorumlu olduğudur; ancak bazı hallerde idarenin kusursuz sorumluluğunu da kabul etmek gerekir.

Hukuk devletinin temel unsuru, bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır.

“…Hukuk devletinin temel unsuru bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır). Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzenini kuran bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan bir devlet olmak gerekir. Hukuk devletinde kanun koyucu da dahil olmak üzere devletin bütün organları üstünde hukukun mutlak bir hakimiyete haiz olması, kanun koyucunun yasama faaliyetlerinde kendisini her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı tutması lazımdır. Zira kanunun da üstünde kanun koyucunun bozamayacağı temel hukuk prensipleri ve Anayasa vardır. Anayasa Mahkemesi 11.10.1963 tarih ve E.1963/124).

Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinin 4001 sayılı yasayla değişik 1. fıkrasının tümcesi de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis etmeye mecburdur şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2.maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine uygun bir düzenleme getirmektedir.

Anayasada hüküm altına alınan bir hususun, İdari Yargılama Usulü Kanununda tekrar düzenlenmesini irdelediğimizde, yargı kararlarının uygulanma mecburiyeti acısından, adli yargı kararları ile idari yargı kararları arasında bir fark olmadığı,ancak, idari yargının doğası gereği, idare, hem davalıdır hem de sonuçta kararın uygulayıcısı olma durumundadır. Adli yargı kararlarının uygulanmasında ender olarak sorun yaşanırken, idari yargı kararları için uygulanmama ya da gereği gibi uygulanmama sorununun, çok olmasa da sıkça karşılaşılan bir durum olduğu ortadadır. İdari Yargılama Usulü Kanununun 28’inci maddesinde, idarenin yargı kararlarına göre “…gecikmezsizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya…” mecbur olduğu söylenmeseydi bile yargı kararlarını uygulamak zorunda olduğu konusu tartışmasız olacaktı. Bu nedenle yasa koyucunun, 2577 sayılı Kanunda böyle bir düzenlemeye gitmesinin  nedenini belki de konunun, sıklıkla, sorun oluşturma potansiyelinde aramak gerekmektedir.Yargı kararlarının uygulanması hukuk devleti acısından bir zorunluluk olması yanı sıra , modern demokrasi kavramlarının benimsenmesiyle de ilişkilidir.

İdarenin, yargının verdiği kararı yerine getirip getirmeme hususunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Yargıtay’ın bir kararında açıkça belirtildiği üzere,“… Yasalar da ve yargı kararları da yanlış olabilirler ve bilimsel katta her zaman eleştirilebilirler, eleştirilmelidirler de. Ancak bunları uygulamak durumda bulunan yargıçlar ve görevliler, yasaları ya da yargı kararlarını ‘yanlış’ özrüne dayanarak öznel ve kişisel yorum ve gerekçelerle uygulamaktan alıkoyamazlar. Onlara düşen, ne ve nasıl olursa olsunlar, yasaları ve yargı kararlarını uygulamaktır. Zira yasalara doğru oldukları için değil, yasa oldukları için, yargı kararlarına da haklı oldukları için değil, yargı kararı oldukları için uyulur….”.İdari yargı kararlarının uygulanması, özellikle yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanması zorunluluğu zaman içinde tartışılagelmiş;bazı kesimlerce, tazminat ödenmesi durumunda yargı kararının uygulanması gereğinin ortadan kaldıracağı tezi ileri sürülmüştür.

Bu konudaki tartışmalara/farklı görüşlere Danıştay son noktayı koymuş, “… idareye dilerse Danıştay kararını uygulamak, dilerse tazminat ödemek tarzlarından birini seçmek gibi bir hak tanınmamıştır.Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan bu hükümler yargı kararlarının bağlayıcılığını ve uygulanma zorunluluğunu belirtmeleri yönünden temel hükümler olup, idareye keyfi bir bicimde yargı kararını uygulamama olanağı ve yetkisi tanımadıkları gibi, idare bütçesinden ödeyeceği bir tazminatı gözden çıkararak yargı kararını uygulamaktan da kaçınamaz. Böyle bir davranış kesin hükme saygı ve hukuk devleti ilkeleriyle de bağdaşmaz.”(Danıştay 5.Dairesinin 15.12.1993 tarihli ve E. 1992/5927, K.1993/5739) Sonuç olarak, idarelerin tazminat ödemek suretiyle, kararları uygulama yükümlülüğünden kurtulamayacağı açıkça belirtmiştir.

                                                YARGI KARARLARI ÇEŞİTLERİ

                  1. Adli Yargı Kararları

Adli yargı; özel hukuk kişilerinin birbirleri arasındaki veya özel hukuk kişileri ile idare arasındaki, idari eylem veya işlem sayılmayan hallerde, konusu çoğunlukla para ile ölçülebilen uyuşmazlıkların çözüldüğü yargı yeridir.Adli yargı kararlarının infazı, devlet’in icra ve infaz kurumlarınca ve devlet gücü kullanılarak infaz edileceğinden adli yargı kararlarının uygulanmasında, bazı istisnai durumlar dışında, uygulanmama sorunu ile pek karşılaşılmaz.

2. İdari Yargı Kararları

                  a. İptal Kararları:İptal davası, korunmasız birey karşısında daha güçlü, ayrıcalıklı ve üstün yetkilere sahip idarenin yapmış olduğu idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu, maksat yönlerinden biri veya birkaçı ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaları ifade eder.İptal kararları;Anayasa’nın,idarenin hukuka uygunluğunun denetlenmesi amacıyla yargı organına verdiği yetkinin sonucudur.İdarenin hukuka aykırı işlemlerinden dolayı hakları ihlal edilenlere, haklarının yargı organınca iadesidir de diyebiliriz. İptal kararları hukuk düzenini korur ve idarenin yasalara uygun hareket etmesini sağlar.“İptal davalarının esas amacı; bir hakkın ihlal edilip edilmediği ve böyle bir ihlal sonucunda ortaya çıkacak zararın tazmini değildir. Bu davalar bir idari tasarrufun (kararın veya işlemin) hukuka aykırılığı dolayısıyla iptalini, ortadan kaldırılmasını amaç edinen, başka bir değişle idari işleme, karara yöneltilmiş davalardır. Bu davalarda idari bir işlemin hukuk kurallarına uygun olup, olmadığını incelenmekte ve hukuk kurallarına aykırılığı halinde bu işlemin iptali yoluna gidilmektedir. İptal davasının konusu, idari bir işlemin hukuk kurallarına aykırı olup olmadığını incelemek ve aykırılığı halinde işlemi ortadan kaldırmaktır. İptal davasının amacı ise; idarenin hukuka aykırı karar almasını önlemek, böylece idarenin hukuk kurallarına riayetini sağlamak ve hukuka aykırı olduğu tespit edilen kararları ortadan kaldırmak suretiyle hukuk düzenini korumaktır.”

İptal kararlarının sonuçları: İptal kararları; Kesin hüküm teşkil ederler, idarenin işlemini hukuk aleminde hiç var olmamış gibi, tesis edildiği tarihten itibaren bütün etki ve sonuçlarıyla beraber kaldırırlar. İptal edilen işlem, idarenin düzenleyici işlemlerinden ise; hakları ihlal edilenlerden sadece davacı olanları değil davacı olmayan diğer hakları ihlal edilenleri de etkiler. Ancak iptal konusu işlem bireysel işlem ise; bu durumda bu karardan sadece davacılar yararlanacaktır. İptal edilen işlem, tesis edildiği tarihten itibaren hukuk aleminde hiç var olmamış kabul edilir. İptal edilen işlemi eski hale getirmekle yetkili ve görevli kamu görevlileri, iptal kararlarını, gerek kendilerine göre yorumlamaları gerek şahsi husumetler ve gerekse bilgi eksikliğinden dolayı uygulamada çok farklı uygulanma/uygulanmama problemleriyle karşılaşılmasına neden olmaktadır.

                     İptal kararlarının uygulanma şekli: İptal kararları geriye yürürler.Bu nedenle, geriye yürümek teriminin  iyi anlaşılması ve  kavranılması gerekir. İptal kararlarında, tesis edildiği/alındığı tarihten itibaren kaldırılan bir işleme bağlı olarak tesis edilmiş/alınmış diğer işlemlerde ortadan kalkacaktır.Kararların geriye yürümesi için çoğu kez idare, yeni işlemler tesis etmek durumunda kalabilir.Sorunlarda zaten tesis edilmeyen veya yanlış tesis edilen geriye yürütücü işlemlerden kaynaklanmaktadır. Örnek verilecek olursa; görevinden alınan memurun açtığı dava sonucunda alınan iptal kararını idare, memuru göreve iade ederek gereği gibi uygulamış sayılmaz. Zira görevden alma işleminin hukuk aleminde hiç var olmamış gibi sayılması gerekir. Aksi halde bu İYUK 28. maddesindeki sorumlulukları doğurur. İdare, verilen iptal kararı doğrultusunda memuru görevine iade ettikten sonra sanki görevinden hiç alınmamış gibi, memurun alması gereken özlük, maaş ve diğer haklarını da iade etmek zorundadır. Davacının dilekçesinde bunları ayrıca belirtmesine gerek yoktur. Bu iptal kararının gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynaklı bir sorun olduğu için, bu soruna bağlı yaptırımlar uygulanacaktır. İdare her ne surette olursa olsun yargı kararlarını gereği gibi yerine getirmekten ne kaçınabilir nede kurtulabilir.

İptal kararlarının kazanılmış haklara etkisi:Danıştay, iptal edilen ana işlem sonucunda ona bağlı olarak tesis edilen diğer işlemlerinde ortadan kaldırılmasından dolayı hakları ihlal edilenlerin haklarının meşru olmadığını ve meşru olmayan hakkın aranamayacağını, içtihatlarında kabul etmiştir.Örnek verilecek olunursa; kamu görevlisinin görevden alınma işleminin iptal edilmesi durumunda onun yerine atanan görevlinin, görevinden alınması gerekir. İşte bu durumda sonradan görevinden alınan bu kamu görevlisi hakkı meşru değildir ve meşru olmayan hak aranamaz. Ancak burada kazanılmış hak ilkesine değinmeden geçmemiz yanlış olacaktır. Kazanılmış hak iki şekilde ortaya çıkabilir; 1)iptal edilen ana işlem dolayısıyla ondan önceki işlemin yürürlük kazanması ve iptal edilen işleme bağlı olarak tesis edilen diğer işlemlerin iptali suretiyle yürürlük kazanan(eski) işleme aykırılık teşkil etmesi durumu veya,2)hukuka aykırı olan düzenleyici işleme bağlı olarak; iptal edilene kadar tesis edilen işlemler. Burada kazanılmış hakkın doğup doğmadığı hakkında kesin çizgiler bulunmamaktadır. Yargı mercileri somut olayları inceleyerek karar vermektedirler.(Danıştay 5. Dairesi 09.02.2000 tarih ve E.1997/2609E, K.2000/437)

                 b. Yürütmenin Durdurulması Kararları: Yürütmenin durdurulması kararı; idare aleyhine iptal davası açıldığı durumlarda, iptali istenen işlemi geçici olarak askıya alan bir karardır.Yürütmenin durdurulması kararlarının verilebilmesi için;1- İdarenin icra edilebilir bir işleminin bulunması,2- İşlemin açıkça hukuka aykırı olması,3- İcra edilmesi durumunda telafisi güç veya imkânsız zararların doğması,4-Teminat verilmesi (istisnaları vardır) gerekir.Yürütmenin durdurulması kararının verilebilmesi için 2 ve 3. maddelerindeki koşulların birlikte varlığı gerekmektedir. Yürütmenin durdurulması kararları, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun etkin biçimde denetlenmesinin vazgeçilmez unsurudur. Bu kararlar için idarenin işlemi uygulamış olmasına gerek yoktur, uygulanabilir nitelikteki bir işlem tesis etmesi yeterlidir. Yürütmenin durdurulması kararının geriye yürüyüp yürümeyeceği konusunda çeşitli görüşler mevcuttur ancak gerek Danıştay ve gerekse öğretide katıldığımız görüşe göre, yürütmenin durdurulması kararları geriye yürürler.İYUK 28/1. maddesi uyarınca idare, yürütmenin durdurulması kararlarına karşı somut olaya göre işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu işlem ve eylemler, elbette ki dava konusu işlemi iptal edilmiş varsayarak, işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri getirilmesinden ibarettir.Ancak iptal kararından farkı; yürütmenin durdurulması kararının idarece tesis olunan işlemi, hukuk aleminden kaldırmayan sadece askıya alan geçici nitelikte bir karar olmasıdır. Yürütmenin durdurulması kararının bağlı olduğu iptal davasının reddi durumunda yürütmenin durdurulması kararı da ortadan kalkacaktır. Yürütmenin durdurulması kararı verilirken, işlemin açıkça hukuka aykırı olması koşulunun aranması, bu kararın uygulanması zorunluluğunun önemini göstermektedir. Uygulanma zorunluluğu İYUK 28. maddesi ile teminat altına alınmıştır. Ancak bu, işlemin kesin olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmez. İdare hiçbir surette yürütmenin durdurulması kararını uygulamaktan kaçınamaz. Uygulamada, bu kararı uygulamama gerekçeleri olarak; bu karara esas teşkil eden davanın sonuçlanmasının beklenmesi gerektiği, yürütmenin durdurulması kararının hukuka uygun olmadığı, idare işleyişine aykırı olduğu vs. gibi daha da çoğaltılabilecek gerekçeler, kararı uygulamama gerekçeleri olarak öne sürülmekte ve uygulamadan kaçınılmaya çalışılmaktadır. Ancak uygulamayanlar İYUK 28. maddesi uyarınca sorumludurlar ve ayrıca TCK 257. maddesi uyarınca da suç işlemiş sayılırlar.Bir başka sorun ise; yürütmenin durdurulması kararının dava sonuçlanıncaya kadar uygulanmadığı durumlarda, dava retle sonuçlanmışsa yürütmenin durdurulması kararın verildiği tarih ile iptal davasının sonuçlandığı tarih arasında kalan sürede meydana gelen zararın tazminine ilişkindir. Böyle durumlarda ilgili, idare aleyhine tazminat davası açabilir.(İYUK 28/3). Zira ortada uygulanmayan bir yargı kararı mevcuttur. Karar nihai olmasa bile İYUK 28/1 maddesi uyarınca uygulanması zorunlu bir karardır. Davanın retle sonuçlanması, yürütmenin durdurulması kararının uygulanmaması halini hukuka uygun hale getirmez.

               c. Tam Yargı Davaları: Tam yargı davalarında kamu hizmetinden yararlananlar, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararların tazminini veya idare tarafından ihlal edilen haklarının iadesini isterler. Uygulamada tam yargı davalarının kabulü halinde idarenin yargı kararını uygulamamasına pek rastlanılmamaktadır. Tam yargı davaları, belirli bir miktarı içerenler ve içermeyenler olarak İYUK 28/2.maddesi tarafından ikiye ayrılmış, belirli bir miktarı içeren tam yargı davaları için icra ve infaz yolunun genel hükümlere göre olacağı belirtilmiştir. Yani İcra ve İflas Yasası’nın hükümleri uygulanarak ilamın uygulanması yoluna gidilecektir. Sınırlı sayıda kamu mal ve alacaklarının haczedilebilir olması problemler doğurabilecektir. Belediyelerin 5393 sayılı Kanunun 15.maddesi son bendi uyarınca aldıkları   “doğmuş ve doğacak bütün gelir ve malvarlıklarını kamu hizmetine tahsis ettikleri” şeklinde bir kararla zaten sınırlı sayıda olan haczedilebilir mal ve alacaklar iyice azaltılarak daraltma yoluna gidilmiştir.Fakat bu, yargı kararlarının uygulanmaması sorununu oluşturmayacaktır.

Çünkü, ilama bağlı borçlar,5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun  20/d maddesi uyarınca, kamu idarelerinin içinde bulunulan yıl bütçesinden ödenecektir. Bazen iptal kararları da belirli bir meblağın ödenmesini gerektirebilir. Bu gibi iptal kararlarının da, tam yargı davaları gibi genel hükümler çerçevesinde icra ve infaz edilmesini kabul etmek “hukuk devleti” ilkesince de yerinde olacaktır. Zira idarenin yargı kararlarını kendiliğinden yerine getirmek zorunda olmasına rağmen, yerine getirmemesi devam ede gelen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Önemli bir başka konu ise; tam yargı davalarının çoğunun iptal davaları ile birlikte açıldığı ve iptal davasına konu bir işlemden doğan,  zararın tespitinin mümkün olmamasından dolayı dava dilekçesinde miktarın belirtilememiş olmasıdır. Danıştay içtihatlarında da kabul edildiği üzere; bu durumu İYUK 15/1-d maddesine  aykırı bulmak doğru olmaz aksine bu şekilde dava açılabileceği kabul edilmelidir. Bu gibi durumlarda miktarın hesaplanması idareye bırakılmaktadır. Miktarı belirli olmayan bu çeşit tam yargı davalarının uygulamaya konulması İYUK 28/1’e göre olmalıdır.  Bir diğer husus ise; tam yargı davası kabul olunan ilgilinin, bu kararın geç icrasından dolayı faiz istemini ancak 818 sayılı Borçlar Yasası 101/1.maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 117/1maddesi) uyarınca borçlu idareyi ihbaren temerrüde düşürdükten sonra isteyebilmesidir. İYUK 28/6. maddesi bu konuya değinmiş,ancak gecikme faizinin ne zamandan itibaren yürütüleceğine açıklık getirmemiştir. Bunun haricinde kararın geç uygulanmasından dolayı her hangi bir tazminat (İYUK madde 28/3’teki gibi) davası açılabilmesi geçerli mevzuatlar uyarınca mümkün değildir. İdari sözleşmelerin uygulanması sırasında taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklar dolayısıyla tazminat istemiyle açılan davalar, tam yargı davaları olarak kabul edilip, bu davaların uygulanma yöntemine tabidir.

                        d. Vergi Mahkemelerinin Görev Alanına Giren Davalar: Bu alana giren kararları, Vergi Mahkemeleri veya Vergi Mahkemelerinin tek hakimli olarak baktığı davalarda itiraz durumunda Bölge İdare Mahkemeleri verir.İYUK 28. maddesinin 5. fıkrası “Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu karalara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece mükellefe bildirilir.” hükmünü içermektedir. Hükümden de anlaşılacağı üzere yargı kararının idareye tebliğinden sonra, idare yeniden hesaplama yoluna gidecektir. Buradan idare aleyhine açılan davanın kısmen veya tamamen kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aksi halde yeniden hesaplama gereği doğmayacaktır. Yeniden hesaplama yapıldıktan sonra ilgili idare, hesaplamayı ilgili mükellefe tebliğ etmelidir.  Eğer fazladan vergi veya ceza alacağı tahsil edilmişse bunu da ilgili mükellefe iade etmesi gerekir.Yani, haksızlığa sebep olan idare, bu haksızlığı yine kendi inisiyatifiyle düzeltmeye çalışacaktır.

                                YARGI KARARLARININ UYGULANMAMASI

Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan “Yasama ve yürütme organlarıyla idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükümle beraber 2577 sayılı İYUK’UN 28/1. maddesindeki “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz (30) günü geçemez” hükmü idareye; “derhal” ve “aynen” uygulama yükümlülüğü getirmiştir.Bilindiği gibi yargı organları, idarenin yerine geçip idari işlem tesis edecek şekilde karar vermezler. Yalnızca idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunu denetlerler. İdare, bu işlem ve eylemlerin yargı kararıyla ortadan kaldırılması durumunda yeniden hukuka uygun olan idari işlem ve eylemlere ilişkin düzenleme yapmak ve bunları yerine getirmek zorundadır. Çoğu zaman idarenin yargı kararlarını yerine getirmesi bir işlem tesisi veya eylemi ile mümkün olabilmektedir. Örneğin; görevinden alınan kamu görevlisine eski unvanını iade etmek veya iptal edilen bir vergi için fazla vergi vermiş olanlara fazlayı iade etmek şeklinde olabilir. İdarenin yargı kararlarını yerine getirmemesi, hiç uygulamama veya gereği gibi uygulamama şeklinde olabilir. Yani idarenin kararı hiç uygulamadığı veya gereği gibi uygulamadığı her iki halde de idarenin sorumluluğuna gidilir.

1. Hiç Uygulamama: İdarenin yargı kararlarına kayıtsız kalması, hiçbir eylem ve işlemde bulunmaması halidir. Yargı kararlarının uygulanması için gerekli olan işlemlerin yapılmayıp idarenin hareketsiz kalması, uygulamamanın en tipik örneğidir. Ruhsatları iptal olunan yapıların imar mevzuatına uygun hale getirilmemesi, otuz günlük süre geçtiği halde görevine başlatılması gereken memurun görevine başlatılmaması gibi durumlar hiç uygulamamaya örnek olarak gösterilebilir.

                      2. Gereği Gibi Uygulamama: Yargı kararlarının hiç uygulanmamasından farklı olarak idare hareketsiz kalmamakta, yargı kararları doğrultusunda bir işlem tesis etmekte veya eylemde bulunmaktadır. Ancak idarenin tesis ettiği işlemler, kararı gereğince yerine getirmediği gibi, ulaşılmak istenen hukuksal koruma ve menfaati bertaraf edecek, ihlale uğratacak niteliktedir. “…yargı yerlerince verilen kararların, ilgili mercilerce uygulanması asıl olup, bu yoldaki hukuki işlemlerinde yine aynı merciler tarafından hukuk kuralları çerçevesinde yapılması hukuka bağlı devlet ilkesinin bir gereğidir.” Gereği gibi uygulamama çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bunları; geç uygulama, noksan uygulama ve biçimsel uygulama başlığı altında incelenecektir.

                   3. Geç uygulama: İYUK 28/1. maddesine göre; idare, gecikmeksizin yargı kararlarına uygun olarak işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur. Gecikmeksizin deyiminden anlaşılması gereken “makul süre” dir. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz (30) günü geçemez. İptal kararı hukuki sonuçlarını taraflara tebliğinden itibaren doğurmaktadır (Danıştay 5. Dairesi  11.11.1998 tarih ve E.1997/354,K.1998/2626). Tebliğ hususunda esas alınacak olan tarih, idarenin genel evrak kayıt tarihidir. Bunun dışına çıkarak kararı uygulamaya yetkili memura tebliğ şartı aramak uygulamada büyük sorunlar doğurabilecektir. İdarenin yargı kararlarını uygulama zorunluluğu kararın kendisine ulaşmasıyla başlar ve idare kararın ulaşmasından sonra makul bir süre içerisinde kararın gereğini yapmak zorundadır. İYUK 28/1. maddesinde belirtilen otuz (30) günlük süre; idarenin gerekli işlem ve eylemleri yapması için lazım olan azami süredir. Yoksa idareye tanınmış, idarenin serbest tasarruf edebileceği bir süre değildir. Kararın ne zaman uygulandığı konusu uygulamada problem oluşturabilecek gibi görünse de; yasada önemli olan, kararın uygulanması için gerekli işlemlerin başladığı tarih değildir. Otuz günlük süre içinde yapılan işlem ve eylemler kararın zamanında uygulandığı anlamına gelmez. Örneğin; görevine iade edilmesi gereken bir kamu görevlisi için, kararın tebliğinden itibaren otuz günlük süre içinde işlem yapıldığı ama işlemlerin başkaca sebeplerden dolayı yetişmediği gerekçesi ile sorumluluktan kurtulamaz. Zira, görevlinin görevine otuz içinde iadesi sağlanamamıştır, dolayısıyla idare bu tarihe kadar geçen sürede oluşan zararlardan (maddi, manevi zarar, gecikme faizi, vs.) sorumludur.

4.Eksik uygulama: İdarenin yargı kararlarını uygulamama hallerinden biride eksik uygulama halidir. İdare yargı kararını uygulamada kararın tam olarak uygulanması için gerekli olan işlemleri eksik tesis eder. Danıştay 5. Dairesi, şube müdürlüğünden alınan davacının açmış olduğu davada yürütmenin durdurulması kararına uygun olarak göreve iade kararı vermiştir. Bu karar doğrultusunda aynı dönemde on altı (16) şube müdürünün on beşi (15) ile hizmet sözleşmesi yenilendiği halde davacı ile hizmet sözleşmesi yenilenmemiştir.  Böylece göreve iade sağlanarak yargı kararı uygulanmış, sözleşmenin diğer şube müdürleriyle beraber yenilenmeyerek karar uygulanması eksik kalmıştır.

               5.Biçimsel uygulama: Aynı zamanda muvazaalı uygulamada denilen biçimsel uygulamamada da; idare, yargı kararını süresi içinde icaplarına göre işlem tesis etmektedir. Ancak kısa süre içinde, tesis ettiği işlemi ortadan kaldırarak, uygulama halini bir formaliteden öteye geçirmemektedir. Hukuka aykırılığı sebebiyle ortadan kaldırılan işlem veya eylemin bu şekilde biçimsel olarak yapıp tekrar eski durumuna getirilmesi idarenin sorumluluğunun doğmasına engel değildir. Konuyu en iyi “İptal kararı üzerine görevine başlatılıp üç (3) gün sonra görevden alınan davacı hakkındaki karar uygulanmış sayılmaz” şeklindeki Danıştay 5. Dairesi’nin 26.11.1987 tarih, E.1986/183,1987/1659 sayılı kararı anlatmaktadır. Karardan anlaşıldığı gibi; bu tür uygulamaların yerine getirme sayılmayıp, Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine de aykırı olduğu açıktır. Bu yüzden idarenin tazmin sorumluluğuna gidilebilir.

                          İptal Kararlarının Uygulanmaması 

Anayasanın 138’inci ve İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.maddesi hükmüne göre idarelerin, idari yargı kararlarını uygulamama yetkisi yoktur ve kararların gereğini yapmak zorundadırlar. İdare, yargı kararlarını uygulamamasına özür gösteremez. Bazı istisnai durumlarda, iptal kararının uygulanmaması değil; uygulanamaması söz konusu olabilir. Bu durumu hukuken de kabul edilen makul bir neden saymak mümkündür. Burada dikkat edilmesi gerek nokta yargı kararının imkânsızlık nedeniyle uygulanamamasının sadece iptal kararları için söz konusu olabileceğidir.Ancak, aynı gerekçeyi tam yargı davasında ileri sürmek mümkün değildir..İdari yargı kararlarını uygulama imkansızlığı, hukuki ya da fiili nedenlerle olabileceği gibi davacı ya da üçüncü şahıslardan doğan bazı durumlardan kaynaklanmış da olabilir. Danıştay 1. Daire Başkanlığının “… Ancak, uygulamada ve öğretide de kabul edildiği gibi temel amaç yargı kararının gerekçesine uygun olarak uygulanması olmasına karsın, kimi özel durumlarda bu kararların uygulanmasında fiili ve hukuki imkansızlık olabilir. Doğaldır ki imkansızlık durumunun var olup olmadığı her olayın özelliğine göre kendi içinde değerlendirilecektir.”şeklindeki kararında belirtildiği üzere, bu nedenler  ve imkansızlık halleri her olay içinde, kendi koşulları içinde karara muhatap olan mahalli idarelerce değerlendirilmelidir.Böyle bir durum söz konusu olduğunda; belediyelerde bu husus nasıl uygulanmalıdır konusuna açıklık getirmek gerekirse;5393 sayılı Belediye Kanunun 37.maddesine göre belediye başkanı belediye idaresinin başı ve belediye tüzel kişiliğinin temsilcisidir.Kanunun 38.maddesinde ise,belediye teşkilâtının en üst amiri olarak belediye teşkilâtını sevk ve idare etmek belediye başkanının görevleri arasında sayılmıştır. İptal kararının uygulanabilmesi için belediye encümeninin veya meclisince karar alınmasını gerektiriyorsa,belediye başkanı tarafından belediyenin yetkili organlarından karar alınmasını sağlaması, eğer bu tür bir uygulamaya gerek bulunmuyorsa,bu durumda  iptal kararının belediye başkanınca yerine getirilmesi gereklidir.5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 29.maddesinde  Valinin il özel idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olduğu belirtilmiş,  Kanunun 30/a maddesinde ise  ; “İl özel idaresi teşkilâtının en üst amiri olarak il özel idaresi teşkilâtını sevk ve idare etmek, il özel idaresinin hak ve menfaatlerini korumak” valinin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. Bu idarelerde de, belediye idaresine ilişkin yapılan açıklama doğrultusunda işlem yapılması gerekmektedir.

                                Hukuki İmkansızlık

Hukuki imkansızlık halini, iptal kararının uygulanmasının başka bir hukuk kuralı tarafından engellenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu duruma, özellikle kamu görevlileriyle ilgili davalarda rastlanılmaktadır. Konuya  ilişkin tipik örneklerden biri ise bir kamu görevlisinin atama işlemine karsı dava açması durumunda, karardan önce resen veya kendi istemiyle emekliye ayrılması veya başka bir göreve atanmasıdır. Böyle bir durumda, artık idarenin iptal kararını uygulaması mümkün değildir. Burada hukuki imkânsızlık halinde söz edilebilir. Danıştay, “yürütmenin durdurulması kararı uygulanarak görevine iade edildikten sonra kendi isteğiyle emekliye ayrılan kamu görevlisinin iptal kararı üzerine emeklilik statüsünden çıkarılarak görevine döndürülmesi konusunda idarenin yargı kararıyla zorlanamayacağına” hükmetmistir. Danıstay, yine benzer bir kararındaki, “idari işlemlerin idari yargı mercilerine iptal edilmesi, halinde idarenin bu iptal kararına uygun olarak yukarıda yer alan hüküm gereğince yeni bir işlem tesis etmesi gerekmektedir. Ancak bu uyuşmazlıkta davacının görevine 1402 sayılı yasa hükmü uyarınca son verilmesi nedeniyle, Danıştay ilamının uygulanması esnasında ortaya yeni bir hukuki durumun çıktığı ve davalı idarece bu hukuki durum göz önüne alınarak işlem tesis edildiği anlaşılmış olup, yukarıda yer alan yasa hükmü uyarınca bu şekilde görevlerine son verilen memurların, bir daha kamu hizmetlerinde çalıştırılması mümkün bulunmadığından, davacının yeniden memuriyet statüsüne dönmesi hukuken mümkün değildir.” (Danıştay 5. Dairesinin 21.1.1997 tarihli ve E. 1994/2686, K. 1997/91 sayılı kararı) gerekçesiyle, bir kamu görevlisinin görevden çekilmiş sayılmasının iptali istemiyle açtığı dava devam etmekteyken, 1402 sayılı Kanunun uygulanmasıyla görevinden alınan bir kamu görevlisinin, devam etmekte olan davada verilen iptal kararına dayanılarak göreve başlatılmasına olanak olmadığına hükmedilmiştir. İdarî yargı kararının hukukî imkânsızlık sebebiyle uygulanamaması hali için, dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: İdarenin, iptal kararının sadece “göreve iadeye” ilişkin kısmını uygulayamayacak olması, davacının müktesep veya sübjektif haklarına ilişkin iptal kararı yönünde işlem tesis etmesine engel olmayacaktır.(Danıştay 3. Dairesinin 9.3.1978 tarihli ve E. 1978/151, K. 1978/199 sayılı kararı) Aksine iptal kararı bu yönüyle, idare tarafından uygulanmak zorundadır.

Hukukî imkânsızlık hali ile karşılaşılan bir diğer örnek “nitelik” kaybıdır. Bilindiği gibi memur olmak için 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda genel nitelikler/şartlar aranmakta; idareler ayrıca, gördükleri kamu hizmetinin niteliğine göre bu genel niteliklere ek olarak özel bazı nitelikler/şartlar arayabilmektedir. Belli nitelikleri gerektiren görevlerle ilgili olarak acılan iptal davalarında, yargılama sureci devam ederken aranılan nitelikleri kaybeden kamu görevlilerinin iptal kararına rağmen, göreve başlatılmamaları da hukuki imkansızlık haline örnektir. Başka bir istişari kararında Danıştay, görevlerine son verilen kişilerin açmış oldukları iptal davası sürerken, açıkta oldukları dönemde yeni bir durumun ortaya çıkması halinde, idarenin, bu nedene dayanarak yeni bir işlem yapmasının mümkün olduğunu belirtmiştir.Danıştay 1. Dairesi, 10.07.1985 tarihli ve E. 1985/144, K. 1985/156 sayılı Kararında“…belirtilen nedenlerle, emniyet teşkilatında görevli iken meslekten ilişikleri kesilenler hakkında verilen iptal kararlarının uygulanmasının zorunlu bulunduğu, ancak meslekten ilişiklerinin kesilmesini gerektirir yeni bir durumun ortaya çıkması halinde bu nedene dayanılarak yeni bir işlem yapılmasının mümkün bulunduğu …” şeklinde görüş vermiştir.  Diğer bir hukuki imkansızlık hali de teşkilatın ortadan kalkması veya idarenin elinden gelen her şeyi yapmış olmasına rağmen, gereken yasal düzenlemenin yapılamamış olması nedeniyle yargı kararını uygulayamamasıdır. Danıştay 13. Dairesi, 29.11.2005 tarihli ve E. 2005/5545, K. 2005/5698 sayılı kararında, “…..bank a.s.’nin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin 28.12.2001 tarihi itibariyle kaldırılmasına ilişkin 13.12.2001 tarih ve 522 sayılı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kararını iptal eden Danıştay Onuncu Dairesi’nin 21.6.2004 gün, E. 2002/666, K. 2004/5576 sayılı kararının uygulanması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun 24.09.2004 gün ve 1400 sayılı kararı ile bu kararın yeniden incelenerek kaldırılması isteminin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle acılan davada; …bank a.ş.’nin banka olarak tüzel kişiliğini idare hukuku dışındaki yasal düzenlemeler kapsamında yitirmiş olması ve hukuken ve fiilen idarenin işlem tesisi ile önceki hukuksal durumun resen tesis edilmesinin mümkün olmaması, başka bir anlatımla, devir, kararının alındığı tarihteki …bank’ın hukuki ve mali yapısının tesisi suretiyle davacıya iadesinde hukuki ve maddi (fiili) imkansızlık bulunması nedeniyle idarenin idari yargı kararını uygulayamadığı sonucuna varıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığına” hükmetmiştir.Bu kararda,uygulamada bulunacak kurumun tüzel kişiliğini idare hukuku dışındaki yasal düzenlemeler kapsamında yitirmiş olması nedeniyle,kararı uygulayacak bir kurum/kuruluşun yokluğu söz konusudur.Mahalli idareler açısından bu kararı değerlendirdiğimizde,ülkemizde de çeşitli yasal düzenlemelerle özellikle belde belediye tüzel kişiliklerine son verilerek diğer belediyelere (alacak ve borçlarıyla ve personeliyle birlikte) devredilmektedir.Tüzel kişiliği kaldırılmış olan belediye aleyhine  verilmiş bir idari yargı kararı söz konusu olduğunda,yargı kararının uygulanması ilke olarak  bağlanılan belediyece yapılmalıdır.Ancak,belediyece aksi yönde bir uygulamada da bulunulması,kararın tüzel kişiliği kaldırılan belediyeye ilişkin olduğu savı ileri sürülebilir.Bu durumda,yargı kararını uygulamaktan kaçınan belediye aleyhine de dava açılması yoluna gidilebilir.Danıştay 5. Dairesi de 14.10.1996 tarihli ve E. 1995/1287, K. 1997/2084 sayılı kararında, “…devredilen personelin mağduriyetinin önlenmesi için Kurumun, gerek Başbakanlık gerek Ulaştırma Bakanlığı ve gerekse PTT nezdinde her turlu girişimde bulunduğu anlaşılmış olup belirtilen durum karsısında, idare mahkemesince verilen ve davacının TRT kurumundaki görevine dönmesi sonucunu doğuran iptal kararının davalı idarece ‘kasıtlı’ olarak yerine getirilmediğinden söz edilmesine olanak bulunmadığını” belirtmiştir.

 Fiili İmkansızlık

Hukuki imkansızlık halinden ayrılması  kolay olmayan fiili imkansızlık hali,iptal kararının nesnel alanda meydan gelen engeller nedeniyle uygulanamaması olarak tanımlanmaktadır. Tarihi değer taşıyan binaların yıktırılması, antika değeri olan eserlerin tahrip edilmesi, yetişmiş ağaçların kesilmesi, eski eserlerin zarar görmesi gibi örnekler, geri dönülemez sonuçlar doğuran işlemlerin iptaline yönelik yargı kararlarının fiili imkansızlık sebebiyle uygulanamamasına verilebilecek en basit ve akla gelen örneklerdir. Danıştay 12. Dairesinin 17.04.1972 tarihli ve E. 1971/1914, K. 1972/1113 sayılı kararında, davacının askere gitmesi sebebiyle göreve başlatılmamasını, fiili imkansızlık saymıştır. Örneklerden de anlaşılacağı gibi,eski hale dönüştürülmesi,iade edilmesi ve uygulanabilmesi fiilen mümkün olmayan hususların fiili imkansızlık olarak değerlendirilmesi gerekir.Ancak,bu konuda genelleme yapmaktan kaçınarak her olayı kendi içinde ve meydana geliş şekline göre değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.Aksi hal bizleri yanlış ve hatalı sonuçlara götürebildiği gibi,kişisel veya kurumsal sorumlulukların doğmasına da neden olabilir.

                  SONUÇ

Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinin 4001 sayılı yasayla değişik 1. fıkrasının tümcesi de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis etmeye mecburdur şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2.maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine uygun bir düzenleme getirmektedir. Söz konusu ilke karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmesiz uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.  İdare Mahkemesi  kararı söz konusu olduğuna göre, işlem tesis etmek zorunda olan idarenin; bu yargı kararının gereğini yapması gerekirken, yargı kararını uygulamama yoluna gitmesi hukuken tasvip edilemez.Zira yargı kararlarına ve hukuka duyulması gereken güveni sarsan bu davranışın açık ve emredici Anayasa ve Yasa kurallarıyla bağdaştırılması mümkün değildir. Diğer taraftan iptal kararlarına karşı itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş olması kararın uygulanmasını durdurmaz. İdare itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş olsa da 30 günlük süre içerisinde söz konusu karar kaldırılmadıkça/bozulmadıkça/yürürlüğü durdurulmadıkça uygulanmak zorundadır. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilmesi mümkündür Yine idareler hukuki veya fiili imkansızlık nedeniyle kararın uygulanmasından kaçınabilmektedir. Yargı kararının gereği gibi uygulanmaması tazminat ve/veya cezai sorumluluk doğurmakla birlikte, kararların yerine getirilmesini izlemek veya denetleme konusunda ayrı bir sistem mevcut değildir. Yargı kararlarının yerine getirilmesi bakımından   bir hukuki yapı öngörülmediği surece bireylere yargılama surecinde sağlanan güvencelerin sonuç yaratmaması nedeniyle  bir anlamı kalmamaktadır.Yargı kararlarının uygulanması zorunluluğu ilkesinden, kasten olmasa bile elde olmayan sebeplerle zaman zaman sapmalar meydana gelmesi de olabilmektedir.Ancak Bu durumda, “imkansızlık”ın gerçekten söz konusu  olup olmadığının yargı kararını uygulamakla yükümlü idarelerce  iyi irdelenmesi, gerekmektedir. İdarelerin idari yargı kararlarının uymaktan ziyade uymama yönündeki davranışları, bu konuda temkinli yanaşmayı gerektirmektedir. İmkansızlık bulunmamasına rağmen yargı kararı doğrultusunda işlem tesis etmemek, elbette tazminat ve cezai anlamda sorumluluk doğurabilecektir. Ancak önemli olanın, yargı kararının uygulanması olduğu düşünüldüğünde yargı kararlarının gereği gibi uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek bir mekanizmaya/sisteme veya özel hukuki bir yapıya ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir.

 

 

 

Yazıldı Makale ve Görüşler

Vergi Affı TBMM’den Geçti

Ağu05
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Milyonların beklediği yasa TBMM’den geçti ve alacaklar yeniden yapılandırıldı. Yasa Cumhurbaşkanının onayından sonra yürürlüğe girecek. Vergi cezaları, askerlik, seçim, nüfus, trafik karayolu geçiş ücreti ve RTÜK idari para cezaları, gümrük vergileri, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı, sigorta primleri, topluluk sigortası primleri, emeklilik keseneği ve kurum karşılığı, işsizlik sigortası primi, sosyal güvenlik destek primi, genel sağlık sigortası prim alacakları ile bu alacaklara ilişkin her türlü faiz, zam, gecikme zammı, gecikme faizi, cezai faiz ve gecikme cezaları yeniden yapılandırıldı. Kesinleşmiş kamu alacakların asıl tutarları tahsil edilecek. Asıl tutara uygulanan gecikme faizi, gecikme zammı ve gecikme cezası yerine yurt içi ÜFE esas alınarak belirlenecek tutar ödenecek.

TARİH 30 HAZİRAN

Ayrıca belediyelerin idari para cezaları, su, atık su ve katı atık ücreti alacakları, belediyelere ödenmesi gereken paylar hariç, beyana dayanan vergilerde ve 2016’ya ilişkin 30 Haziran’dan önce tahakkuk eden vergi ve bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri, gecikme zamları da yeniden yapılandırma kapsamında yer alacak. Yapılandırmalar, 30 Haziran da dahil, bu tarihten önceki dönemi kapsayacak. Kesinleşmiş kamu alacakların asıl tutarlarının tahsilinden vazgeçilmeyecek. Bu asıllara uygulanan gecikme faizi, gecikme zammı ve gecikme cezası yerine yurt içi ÜFE esas alınarak belirlenecek tutar ödenecek. Bu yıla ilişkin tahakkuk eden motorlu taşıtlar vergisinin ikinci taksidi kapsam dışı kalacak.

 

DEĞİŞİM ORANI

Maliye Bakanlığı, il özel idareleri ve belediyelere bağlı tahsil dairelerince takip edilen alacaklardan, vergilerin ödenmemiş kısmı ile bunların gecikme faizi ve gecikme zammı yerine, Yİ-ÜFE aylık değişim oranı esas alınacak. Sadece gecikme faizi, gecikme zammı gibi fer’i alacağın ödenmemesi halinde Yİ-ÜFE oranında hesaplanan tutarın belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla, vergilere bağlı gecikme faizi ve gecikme zammı gibi alacaklar, ödenmiş olanlar dahil olmak üzere asla bağlı kesilen vergi cezaları ve bunların gecikme zamlarından vazgeçilecek.

Bir vergi aslına bağlı olmaksızın kesilmiş vergi cezaları ile iştirak nedeniyle kesilen vergi cezalarının yüzde 50’si ve bu tutara gecikme zammı yerine, Yİ-ÜFE esas alınarak hesaplanacak tutarın; ödenmeyen alacağın sadece gecikme zammından ibaret olması halinde gecikme zammı yerine Yİ-ÜFE esas alınarak hesaplama yapılacak. Bu tutarın belirtilen şekilde tamamen ödenmesi şartıyla cezaların kalan yüzde 50’si ve bu cezalara bağlı gecikme zamlarının tamamı tahsil edilmeyecek.

 

Askerlik, seçim, nüfus, trafik, karayolu taşıma, RTÜK idari para cezalarının tamamı ile bunların dışında kalan asli amme alacaklarının ödenmemiş kısmının tamamı, bunlara bağlı fer’i alacaklar yerine Yİ-ÜFE esas alınarak hesaplama yapılacak. Alacağın sadece fer’i alacaktan ibaret olması halinde hesaplanan bu tutarın ödenmesiyle, faiz, cezai faiz, gecikme faizi, gecikme zammından vazgeçilecek.

GÜMRÜK VERGİLERİ

Vergi veya gümrük vergilerinin ödenmemiş kısımlarının tamamı ile bu asıllara bağlı faiz, gecikme faizi ve gecikme zammı gibi kamu alacaklarında da aynı hüküm uygulanacak. Ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen tutarlar bu hüküm çerçevesinde ödenirse, binde 2 faiz alacağından vazgeçilecek.

Gümrük vergileri asıllarına bağlı olmaksızın kesilen idari para cezaları ile Kabahatler Kanunu’nun iştirak hükümleri nedeniyle kesilen idari para cezalarının yüzde 50’sinin, belirtilen süre ve şekilde tamamen ödenmesi şartıyla cezaların kalan yüzde 50’si tahsil edilmeyecek.

İdari para cezalarının tamamı ile bunların dışında kalan asli amme alacaklarının ödenmemiş kısmının tamamı, Belediye Gelirleri Kanunu’na göre tahsili gereken ücretler ile su, atık su ve katı atık ücreti alacaklarından vadesi 30 Haziran’dan önce ödenmemiş olanlar, ilgili kanun kapsamında büyükşehir belediyeleri su ve kanalizasyon idarelerinin su ve atık su bedeli alacak asılları, bunlara bağlı faiz, gecikme faizi, gecikme zammı yerine Yİ-ÜFE hesaplanacak. Bu tutarın belirtilen şartlarda ve sürede ödenmesi şartıyla faiz, cezai faiz, gecikme faizi ve gecikme zammı gibi fer’ilerden vazgeçilecek.

Kanuna göre, kanunun kapsadığı dönemlere ilişkin olarak inceleme ve tarhiyat aşamasında bulunan alacaklara yönelik başlayan vergi incelemeleriyle, takdir, tarh ve tahakkuk işlemlerine devam edilecek. Bu işlemlerin tamamlanmasından sonra tarh edilen vergilerin yüzde 50’si ile bu tutara gecikme faizi yerine Yİ­-ÜFE oranı esas alınarak hesaplanacak tutar ile bu tarihten sonra ihbarnamenin tebliği üzerine belirlenen dava açma süresinin bitim tarihine kadar hesaplanacak gecikme faizinin tamamının, vergi aslına bağlı olmayan cezalarda cezanın yüzde 25’inin; vergi aslının yüzde 50’sinin, vergi aslına bağlı olmayan cezalarda cezanın yüzde 75’inin, vergilere düzenlemenin yayımlandığı tarihe kadar uygulanan gecikme faizinin ve vergi aslına bağlı cezaların tamamının tahsilinden vazgeçilecek. Ancak bunun için ihbarnamenin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde yazılı başvuruda bulunularak, ikişer aylık dönemler halinde 6 eşit taksitte ödenmesi gerekecek.

EMLAK VERGİSİ

2016 yılı ve önceki vergilendirme dönemlerine ilişkin emlak vergisi bildiriminde bulunmayan veya bildirimde bulunduğu halde vergisi eksik tahakkuk eden mükelleflerce bildirimde bulunulması ve tahakkuk eden vergi ve taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payının tamamı ile bunlara bağlı gecikme faizi ve gecikme zammı yerine hesaplanan Yİ-ÜFE tutarının ödenmesi şartıyla bu alacaklara bağlı gecikme faizi, gecikme zammı ve vergi cezalarının tamamının tahsili yapılmayacak.

Eczaneler, stoklarında kaydi olarak yer aldığı halde fiilen bulunmayan ilaçları, maliyet bedeli üzerinden fatura düzenleyerek kayıtlarından çıkarabilecek. Kayıtlardan çıkarılan ilaçların maliyet bedeli üzerinden yüzde 4 oranında hesaplanan KDV, ayrı bir beyanname ile beyan edilerek beyanname verme süresi içinde 3 taksitle ödenecek.

Yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymetler ile diğer sermaye piyasası araçlarını, 31 Aralık 2016’ya kadar Türkiye’ye getirenler, bu varlıkları serbestçe tasarruf edebilecek. Mükellefler, Türkiye’ye getirilen varlıklarını işletmelerine dahil edebilecek veya işletmelerinden çekebilecek.

 

 

Yazıldı Duyurular, Güncel Mevzuat

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız