• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Aylık Arşivler : Ekim, 2016

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Esas. 2015/1607,Karar. 2016/903,Tarih. 1.2.2016

Eki12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Esas. 2015/1607,Karar. 2016/903,Tarih. 1.2.2016

ÖZET : Sit alanına inşaat yapmak suretiyle fiziki müdahale nedeniyle 2863 S.K. muhalefetten yargılanan sanık tarafından suç tarihinde demir direkler dikilip, zemine beton döküldüğünün tespit edildiği, sanığın dosya kapsamında mevcut savunması incelendiğinde, kendisine ait olan davaya konu arazinin sit alanı sınırlarında kaldığını bilmediği, araziye üçüncü kişiler tarafından çöp ve moloz dökülmemesi için etrafına çit çektirdiği şeklindeki beyan edilmiştir. Sanığın inşai ve fiziki müdahalesinin basit tadilat ve tamirat niteliğinde kalıp kalmadığı hususunun açıklığa kavuşturulup, taşınmazın tapu kaydının bir örneği dosyaya getirtilerek, arkeolojik sit alanında bulunduğuna dair beyanlar hanesinde herhangi bir şerh bulunup bulunmadığı, varsa eğer, tescil şerhinin hangi Kurul kararına istinaden konulduğu, sanığın suça konu taşınmazı belirtilen şerhi görebileceği bir tarihte edinip edinmediği, edinme tarihi şerhten önce olsa dahi durumdan haberdar olmasını sağlayacak şekilde tapuda işlem yapıp yapmadığı, diğer yandan, bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline yönelik Koruma Kurulu kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediği, ilan edilmiş ise, sanığın ilan tarihi itibariyle ve uzun zamandır bahse konu bölgede yaşayıp yaşamadığı, taşınmazın bu niteliğinin çevrede yaşayan şahıslar tarafından bilinip bilinmediği, nihayetinde, fiziki müdahale gerçekleştirilen yerin 1. derece arkeolojik sit alanı içerisinde kaldığının sanık tarafından bilinmesi gerekip gerekmediğinin tereddütsüz biçimde tespiti ile sanığın savunmasında dile getirdiği “çöp ve moloz dökülmesini engellemek” amacının tespiti açısından çevre arazilerde anılan yönde yasal olmayan döküm alanlarının bulunup bulunmadığı da araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nin 13/10/2012 tarih, 28440 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2011/18 Esas, 2012/53 Sayılı kararı ile 08/10/2013 tarih ve 6498 Sayılı Kanun kapsamında somut olay değerlendirildiğinde; Yüksek Mahkemece “mülkiyet hakkı ihlali” iddiasının kabul edilmediği, ancak, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan “belirlilik ilkesi” ne göre, kişilerin maliki bulundukları taşınmazların korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı niteliğiyle tescilli olduğunu ya da sit alanı içerisinde kaldığını öğrenmeleri gerektiği hususunun vurgulandığı, iptal hükmündeki gerekçeler doğrultusunda, 2863 Sayılı Kanun’un “tespit ve tescil” başlıklı 7. maddesinin 6498 Sayılı Kanun ile değiştirildiği, buna göre, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına dair tescil kararlarının, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilmesi; sit alanlarının, tabiat varlıklarının ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara dair tescil kararlarının da Resmî Gazetede yayımlanmakla birlikte, Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulması gerektiği; belirtilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından ise, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına dair olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara dair olarak, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılacağı; Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 11/12/1976 tarih, A-262 Sayılı kararı ile tescil edilen Kolophon Antik Kenti sınırlarında, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 22/04/1999 tarih, 7918 Sayılı kararı ile 1. derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenen sınırlar dahilinde yer alan, İzmir ili, M… ilçesi, D… köyü, … ada … parsel sayılı taşınmaz etrafına sanık tarafından suç tarihinde demir direkler dikilip, zemine beton döküldüğünün tespit edildiği, sanığın dosya kapsamında mevcut savunması incelendiğinde, kendisine ait olan davaya konu arazinin sit alanı sınırlarında kaldığını bilmediği, araziye üçüncü kişiler tarafından çöp ve moloz dökülmemesi için etrafına çit çektirdiği şeklindeki beyanı esas alınarak kast yokluğundan beraatine dair yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de, 2863 Sayılı Kanun’un 6498 Sayılı Kanun ile değişik 65. maddesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun arkeolojik sitler koruma ve kullanma koşullarına dair 658 Sayılı ilke kararı incelendiğinde, 1. derece arkeolojik sit alanlarında hiç bir şekilde yapılaşmaya gidilemeyeceği, bilimsel amaçlar dışında kazı yapılamayacağı, toprak, kum alınamayacağı gibi bu veya bunlara benzer malzemelerin dökülemeyeceği, bu kapsamda sanığın eyleminin hukuka uygun kabul edilemeyeceği anlaşılmakla birlikte, basit nitelikteki eylemlerin, 2863 Sayılı Kanun’un 65/4. maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı, bu kapsamda, mahallinde, üniversitelerin arkeoloji veya sanat tarihi kürsüsüne mensup öğretim görevlisi ile inşaat mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti ile keşif yapılarak, taşınmaz etrafına konulan direklerin ne kadar derinliğe dikilip, bunları sabitlemek için kullanılan beton miktarı da dikkate alınarak, sanığın eyleminin ¹2863 Sayılı Kanun’un 9. maddesi kapsamında inşai ve fiziki müdahale ya da İmar Kanunu’nun 21. maddesi kapsamında basit tadilat ve tamirat nitelikte mi olduğu hususu açıklığa kavuşturulup, diğer yandan, ²sanığın davaya konu arazinin sit alanı sınırlarında kaldığını bilip bilmediği hususunun anlaşılması bakımından, taşınmazın tapu kaydının bir örneği dosyaya getirtilerek, arkeolojik sit alanında bulunduğuna dair beyanlar hanesinde herhangi bir şerh bulunup bulunmadığı, varsa eğer, tescil şerhinin hangi Kurul kararına istinaden konulduğu, sanığın suça konu taşınmazı belirtilen şerhi görebileceği bir tarihte edinip edinmediği, edinme tarihi şerhten önce olsa dahi durumdan haberdar olmasını sağlayacak şekilde tapuda işlem yapıp yapmadığı, diğer yandan,³ bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline yönelik Koruma Kurulu kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediği, ilan edilmiş ise, sanığın ilan tarihi itibariyle ve uzun zamandır bahse konu bölgede yaşayıp yaşamadığı, taşınmazın bu niteliğinin çevrede yaşayan şahıslar tarafından bilinip bilinmediği, nihayetinde, ⁴fiziki müdahale gerçekleştirilen yerin 1. derece arkeolojik sit alanı içerisinde kaldığının sanık tarafından bilinmesi gerekip gerekmediğinin tereddütsüz biçimde tespiti ile ⁵sanığın savunmasında dile getirdiği “çöp ve moloz dökülmesini engellemek” amacının tespiti açısından çevre arazilerde anılan yönde yasal olmayan döküm alanlarının bulunup bulunmadığı da araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeksizin, eksik araştırma ile sanığın beraatine dair yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 Sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 Sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 01.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

Danıştay 17. Daire, Esas. 2015/112,Karar. 2015/3038,Tarih. 24.6.2015

Eki12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay  17. Daire, Esas. 2015/112,Karar. 2015/3038,Tarih. 24.6.2015

ÖZET : Dava, mülkiyeti Hazineye ait taşınmazın bir kısmı üzerinde kısmen konut işyeri yapılmak suretiyle davacı tarafından fuzulen işgal edildiğinden bahisle ecrimisil istenilmesine dair ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali istemiyle açılmıştır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacının, imar uygulaması öncesinde kendisine ait taşınmaz üzerinde inşa ettiği bina ve müştemilatın maliki olması karşısında, imar uygulaması sonrasında gerçekleştirilen parselasyon işlemiyle meydana gelen yeni hukuki duruma göre Hazine adına tescil edilen taşınmaz üzerinde kalan yapılardan dolayı 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesi hükmü kapsamında işgalci sayılmasına olanak bulunmadığından, fuzuli şagil kabul edilerek ecrimisil istenilmesinde hukuka uygunluk görülmemektedir. Öte yandan, 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. maddesinde, bir yapının üzerinde bulunduğu yerin, malikinden başkalarına bırakılması suretiyle oluşturulan hisseli imar parselleri üzerindeki yapıların bedelleri, ilgili parsel sahiplerince, yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı sürece eski sahiplerine yapı bedeli ödeninceye kadar kullanma imkanı sağlanmıştır. Anılan düzenleme ile yasakoyucu, imar parselinin yeni maliklerinin imar düzenlemesinden doğan haklarının kullanılabilmesini, parsel üzerindeki yapı bedelinin bu yapının sahibine ödenmesi koşulunun gerçekleştirilmesine bağlamıştır. Bu bağlamda, 3194 Sayılı Kanun’un 18. maddesi uyarınca yapı bedeli ödeninceye kadar davacının bu yapıları kullanma hakkı bulunduğundan, bu kullanımdan dolayı fuzuli şagil sayılması mümkün değildir. Bu durumda, davacının fuzuli şagil olduğu kabul edilerek adına düzenlenen ecrimisil ihbarnamesinde hukuka uyarlık, davaya konu işlemi kısmen iptal eden, davayı kısmen reddeden Bölge İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığından, mahkeme kararının kanun yararına bozulması gerekmektedir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51.maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay’ca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz istemi yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı ve bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderilip, Resmi Gazetede yayımlanacağı kuralına yer verilmiştir. Danıştay Başsavcılığı, gerek paylı mülkiyet halinde paydaşların medeni kanun hükümlerine göre sahip oldukları haklar, gerekse İmar Kanununun 18. maddesindeki düzenlemede, bedeli ödenmedikçe parselasyon öncesi inşa edilen yapıların eski sahipleri tarafından kullanılmasına olanak tanınmış olması karşısında; parselasyon uygulaması sonucu Hazinenin de hissedar haline geldiği mülkiyetindeki taşınmazda, davacıyı, 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesi anlamında fuzuli şagil saymaya olanak bulunmadığı gerekçesiyle mahkeme kararını kanun yararına temyiz etmiştir. 2886 Sayılı Devlet İhale Kanununun 75. maddesinin 1. fıkrasında, Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malların, gerçek ve tüzel kişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden ecrimisil isteneceği, son fıkrasında da, işgal edilen taşınmaz malın, idarenin talebi üzerine, bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek, idareye teslim edileceği hükme bağlanmıştır. Anılan Kanun’un 74. maddesine dayanılarak Maliye Bakanlığı’nca çıkartılan ve işlem tarihinde yürürlükte bulunan Devlete Ait Taşınmaz Mal Satış Trampa, Kiraya Verme, Mülkiyetin Gayri Ayni Hak Tesis, Ecrimisil ve Tahliye Yönetmeliğinin, Tanımlar başlıklı 2. maddesinde, ecrimisil: Bir malın, sahibinin rızası dışında ve onun bu malı kullanmamakla bir zarara uğrayıp uğramayacağı söz konusu edilmeksizin bu maldan işgal, tasarruf veya her ne şekilde olursa olsun yararlanılması sebebiyle şagil tarafından ödenen veya idarece talep edilen tazminat; fuzuli şagil ise, kusuru aranmaksızın kendisine ait olmayan ve sahibinin de rızası veya muvafakati bulunmayan bir malın zilyetliğini eline geçiren, elinde tutan veya her ne şekilde olursa olsun bu maldan tasarrufta bulunan kimseler olarak tanımlanmıştır. Aynı Yönetmeliğin 78. maddesinde, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmaz malların milli emlak servislerince bir program dahilinde fiili durumları mahallinde tespit edilerek, tespitten önceki sürelere ait işgal ve tasarruf sebebi ile ecrimisil tespit, takip ve tahsilatı yapılacağı, sonraki sürelere ait fuzuli işgal ve tasarrufun devamına meydan verilmeden denetim ve idare altına alınacağı açık bir şekilde kurala bağlanmıştır. 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun “Arazi ve arsa düzenlemesi” başlıklı 18. maddesinin 1. fıkrasında, ” İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakati aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır. ” hükmü yer almaktadır. Aynı maddenin 9. fıkrasında düzenleme sırasında, plan ve mevzuata göre muhafazasında mahzur bulunmayan bir yapının ancak bir imar parseli içinde bırakılabileceği, tamamının veya bir kısımının plan ve mevzuat hükümlerine göre muhafazası mümkün görülemeyen yapıların ise, birden fazla imar parseline de rastlayabileceği, hisseli bir veya birkaç parsel üzerinde kalan yapıların bedellerinin, ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği ve aralarında başka bir anlaşma temin edilmediği veya şüyuu giderilmediği müddetçe bu yapıların eski sahipleri tarafından kullanılmasına devam olunacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; … ili, … ilçesi … pafta … sayılı parselde bulunan taşınmaza, davacı tarafından kendi hissesine isabet eden kısmına bina ve işyeri inşa ettiği, hissedarı olduğu taşınmazın yapılan imar düzenlemesi sonucunda imar planında … ada, … sayılı parsel üzerinde kaldığı ve 2002 yılında Hazine adına tescil edildiği, ancak bahsi geçen yapılar sebebiyle davacı adına ecrimisil ihbarnamesi tanzim ve tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesine göre, fuzuli şagilden ecrimisil istenebilmesi için Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malların, gerçek veya tüzel kişiler tarafından herhangi bir hukuki ilişki olmaksızın işgal edilmiş olması gerekmektedir. Uyuşmazlık konusu olayda, davacının, imar uygulaması öncesinde kendisine ait taşınmaz üzerinde inşa ettiği bina ve müştemilatın maliki olması karşısında, imar uygulaması sonrasında gerçekleştirilen parselasyon işlemiyle meydana gelen yeni hukuki duruma göre Hazine adına tescil edilen taşınmaz üzerinde kalan yapılardan dolayı 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesi hükmü kapsamında işgalci sayılmasına olanak bulunmadığından, fuzuli şagil kabul edilerek ecrimisil istenilmesinde hukuka uygunluk görülmemektedir. Öte yandan, 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. maddesinde, bir yapının üzerinde bulunduğu yerin, malikinden başkalarına bırakılması suretiyle oluşturulan hisseli imar parselleri üzerindeki yapıların bedelleri, ilgili parsel sahiplerince, yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı sürece eski sahiplerine yapı bedeli ödeninceye kadar kullanma imkanı sağlanmıştır. Anılan düzenleme ile yasa koyucu, imar parselinin yeni maliklerinin imar düzenlemesinden doğan haklarının kullanılabilmesini, parsel üzerindeki yapı bedelinin bu yapının sahibine ödenmesi koşulunun gerçekleştirilmesine bağlamıştır. Bu bağlamda, 3194 Sayılı Kanun’un 18. maddesi uyarınca yapı bedeli ödeninceye kadar davacının bu yapıları kullanma hakkı bulunduğundan, bu kullanımdan dolayı fuzuli şagil sayılması mümkün değildir. Bu durumda, davacının fuzuli şagil olduğu kabul edilerek adına düzenlenen ecrimisil ihbarnamesinde hukuka uyarlık, davaya konu işlemi kısmen iptal eden, davayı kısmen reddeden Bölge İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığından, mahkeme kararının kanun yararına bozulması gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin kabulüyle İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 26.2.2009 gün ve E:2008/10551, K:2009/3805 Sayılı kararının, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51.maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın bir örneğinin Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve kararın Resmi Gazetede yayımlanmasına, 24.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

Yazıldı Yargı Kararları

Yargıtay 1. Hukuk DAiresi, Esas. 2016/3273,Karar. 2016/4211,Tarih: 6.4.2016

Eki12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay 1. Hukuk DAiresi, Esas. 2016/3273,Karar. 2016/4211,Tarih: 6.4.2016

ÖZET : Dava; imar parseline elatmanın önlenmesi, yıkım ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.Davaya konu binanın imardan önce mi, sonra mı yapıldığının ve dava konusu parsel maliklerinin imar öncesi hak sahibi olup olmadıklarının saptanması, imar öncesi hak sahibi oldukları ve yapının imarla taşkın hale geldiğinin belirlenmesi halinde davacıya kaim bedeli depo ettirilmek suretiyle yıkım kararı verilmesi, aksi halde mutlak olarak yıkıma hükmedilmesi gerekir.

Elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinin kabulüne, ecrimisil isteğinin reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece; “… elatmanın önlenmesi ve eski hali iade isteği bakımından dava değeri belirlenerek harç ikmalinin sağlanması, ondan sonra işin esası bakımından bir hüküm kurulması …” gerektiğine değinilerek bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda haksız müdahalenin keşfen belirlendiği gerekçesiyle elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinin kabulüne, tecavüzlü kısım nedeni ile davacının zararının bulunmadığı gerekçesiyle ecrimisil isteminin reddine karar verilmiş, karar davalılar Halil ve Semiye tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 552 ada 39 parsel sayılı taşınmazın davacı Ahmet, 552 ada 40 sayılı parselin ise davalılar Hakkı ve Halil adına kayıtlı olduğu, eksiğin tamamlatılması suretiyle dosya arasına alınan Orhangazi Belediyesinin 31.12.2015 tarihli yazısından anılan taşınmazların imar parseli olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz’ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus M.K.nun 684. maddesinde açıkca vurgulanmıştır. Ne var ki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı yasanın l605 sayılı yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3l94 sayılı imar yasasının l8. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır. Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır. 2981 sayılı yasanın 3290 sayılı yasa ile değişik l0/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir. Gerçekten, bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur. Somut olaya gelince, yukarıda değinilen hususları içerir biçimde bir araştırma yapılmış değildir. Hâl böyle olunca, davaya konu binanın imardan önce mi, sonra mı yapıldığının ve dava konusu 40 sayılı parsel maliklerinin imar öncesi hak sahibi olup olmadıklarının saptanması, imar öncesi hak sahibi oldukları ve yapının imarla taşkın hale geldiğinin belirlenmesi halinde davacıya kaim bedeli depo ettirilmek suretiyle yıkım kararı verilmesi, aksi halde mutlak olarak yıkıma hükmedilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. SONUÇ : Davalılar Halil ve Semiye’nin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları
Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız