• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Makale ve Görüşler

GAZETELERDEN…

Şub02
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin Geçici 6. maddesi Hakkındaki Danıştay Kararı İnşaat Sektöründe Büyük Kaos Yarattı

Danıştay tarafından verilen yürütmesinin durdurulması kararının İnşaat Sektöründe büyük bir kaos yarattığını fakat bu belirsizliğin kazanılmış hakları ve haklı beklentileri yok edemeyeceğini belirtti.

Kentsel Dönüşüm ve Hukuk Platformu Başkanı Prof. Dr. Gürsel Öngören; Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin Geçici 6. maddesi ile getirilen 1.25′ lik imar avantajı veren düzenlemenin Danıştay tarafından verilen yürütmesinin durdurulması kararının İnşaat Sektöründe büyük bir kaos yarattığını fakat bu belirsizliğin kazanılmış hakları ve haklı beklentileri yok edemeyeceğini belirtti.

Kentsel Dönüşüm ve Hukuk Platformu Başkanı Prof. Dr. Gürsel Öngören, 1.6.2013 tarihinde çıkarılan Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği ile o zamana kadar uygulanan İstanbul ve diğer illerdeki imar yönetmeliklerinin kaldırılarak, arsalardaki inşaat miktarlarını azaltan yeni kuralların belirlendiğini belirtti. Ancak Sektörden gelen tepkiler doğrultusunda bu Yönetmeliğin 8.9.2013, 14.9.2013 ve 22.5.2014 tarihlerinde değiştirildiğini ve bu değişiklikler sonucu Bakanlığın, İnşaat Sektörünün beklentileri doğrultusunda Geçici 6. Madde ile bir düzenleme yaparak; hangi Yönetmelik düzenlemesi daha avantajlı inşaat yapma imkanı veriyorsa onun uygulanması ve belediyelerce inşaat ruhsatının avantajlı koşullara uygun verilme olanağını getirdi. Böylece Tip İmar Yönetmeliğine göre kısaca 1.20 oranına göre uygulanan inşaat miktarı, ortalamada 1.25 oranına çıkabiliyor oldu. Bu geçici kural İnşaat Sektörünün uyum sağlayabilmesi için önce 1.1.2016 tarihine kadar uygulandı ve sonrasında bir Yönetmelik değişikliği ile 11.2017 tarihine kadar uzatıldı.

Arsalarda avantajlı inşaat miktarı sağlayan bu Yönetmeliğin iptali için Mimarlar Odası’nın açtığı dava sonucu, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30 Eylül 2015 tarihli ve Y.D.205/1064 sayıyla verdiği kararla bu avantajlı inşaat uygulamasını durdurdu. Ancak bu karar bir iki gün önce açıklandığı için İnşaat Sektörünün haberi yeni oldu ve inşaatçılar kaosla karşı karşıya kaldı. yatırımlarını ve arsa sahipleriyle anlaşmalarını 1.25 oranına göre yapan inşaat şirketleri büyük bir zararla karşı karşıya kaldı. Bu karar duyulur duyulmaz inşaat şirketlerinin belediyelerde bekleyen inşaat ruhsatları veya almış oldukları inşaat ruhsatlarına göre yapacağı inşaat miktarı konusunda büyük belirsizlik oluştu.

Bir kısım inşaatçılar, “bizim kazanılmış haklarımız var, inşaatımızı başvurusunu yaptığımız ruhsat talebimiz veya aldığımız ruhsat doğrultusunda yaparız” derken bir kısmı da “bu karara uyan belediyeler bizim inşaat ruhsatımızı iptal ederse, bu Yönetmeliğe güvenerek yaptığımız yatırım ne olacak” diye büyük endişeye düşmüş durumdalar.

Prof. Dr. Gürsel Öngören, Danıştay tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararı ile inşaat Sektörünün kaosla karşılaştığını, belediyelerde bekleyen ruhsat taleplerinde artık 1.25 oranının uygulanmayacağını, bu ruhsatların da yeni Tip imar Yönetmeliğine göre verileceğini belirtti. Çözüm için Bakanlığın Bakanlık tarafından yeni bir düzenleme yapılmasını öneren Prof. Dr. Gürsel Öngören, Devletin 2013 yılından bu yana Yönetmeliği dört kez değiştirerek hukuki istikrarın sağlanabilmesi ve yatırımcıların korunması için geçiş dönemi kuralları uyguladığını, bu geçişe en az iki yıl daha devam etmesi gerektiğini söyledi. Prof. Öngören, vatandaşta ve İnşaat Sektöründe oluşan haklı beklentiye uygun yeni düzenlemeyi Çevre ve şehircilik Bakanlığının bir an önce yapmasını beklediklerini ilave etti.

Bu konuda fikirlerine başvurduğumuz İmar Hukukçusu Prof. Dr. İlke Çolak;”devam eden ruhsat başvuruları en çok sorunun yaşanacağı konudur. Vatandaşlar, inşaat şirketleri idareye güvenerek hareket ederler ve bu güvenden dolayı zarar görmüşlerse sorumlusu ilgili idare, yerel yönetim olacaktır. Başvuruda bulunmuş ancak, henüz ruhsat almamış kişilerin bu süreçte yapmış olduğu, proje vb. hazırlıklardan doğan ekonomik kayıplarının sorumluluğu ilgili idareye ait olacaktır.

Ortaya çıkması olası zarar ödemelerinin yerel yönetimlerin mali dengesini etkilemesi mümkündür. Verilmiş bulunan ruhsatlar da ise durum daha farklıdır. Var olan ruhsat hiçbir şekilde doğrudan hükümsüz hale gelmeyecektir. Yönetmeliğin Geçici 6.maddesine göre verilmiş bulunan inşaat ruhsatları yetkili idare tarafından tek tek gözden geçirilerek mevcut hukuki duruma göre yeni bir karar alınması uygun olur. Verilmiş bulunan ruhsatlarının geçersiz hale geldiğini iddia etmek idare hukuku-imar hukuku ilke ve kurallarını yok sayan bir yaklaşım olacaktır” dedi.

Kocaeli Üniversitesi İdare Hukuku Ana Bilim dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Müslüm Akıncı ise; belediyelerin yargı kararını yerine getirmek istemesi halinde, eski yönetmelik hükümleri doğrultusunda ruhsat işlemlerini durdurabileceğini, belediyelerin var olan ruhsatları iptal ederek geçerli olan Tip İmar Yönetmeliğine göre daha az inşaat alanı içeren inşaat ruhsatı verebileceğini, bundan yatırımcıların ve evlerini müteahhide vermiş olan vatandaşların büyük zarar görebileceğini, bu yönde pek çok tazminat davaları ile Devletin karşı karşıya kalacağını belirterek, başlanmış olan projelere kazanılmış hak ilkesi doğrultusunda devam edilmesi gerektiğini belirtti.

 

Yazıldı Duyurular, Güncel Mevzuat

BAŞBAKANLIK DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞININ ÇEŞİTLİ TARİHLERDE VERDİĞİ GÖRÜŞLER

Oca13
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yer değiştirme suretiyle başka bir yere atanan memurun mehil müddeti içinde hastalık raporu alması halinde göreve ne zaman başlaması gerekir?

657 sayılı Kanunun 62, 63, 76, 105 ve 169 uncu maddeleri çerçevesinde konuyu izah etmek gerekirse;

a) Başka yerdeki görevlere ataması yapılan memura 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 62 nci maddesi gereğince verilen mehil müddetinin memurun başka yere taşınmasına ilişkin işleri yapabilmesi için verildiği düşünüldüğünde, bu süre içinde hastalanarak hastalık raporu alan memurun bu işleri yapamayacağının değerlendirilmesi sebebiyle, memurun mehil müddeti içinde hastalık raporu alması halinde mehil müddeti duracak ve rapor süresinin bitiminde mehil müddetinin kalan kısmı devam edecektir.

b) Başka yerdeki görevlere ataması yapılan memurun 657 sayılı Kanunun 62 nci maddesi gereğince verilen mehil müddeti içinde memuriyet statüsünün devam etmesi, mezkur Kanunun 105 inci maddesinde memura verilen hastalık izninde aylık ve özlük haklarının korunacağının ve yine aynı Kanunun 18 inci maddesinde bu Kanunda yazılı haller dışında memurun aylığının elinden alınamayacağının belirtilmesi sebebiyle, mehil müddeti içinde hastalık raporu alan memurun usulüne uygun olarak almış olduğu hastalık raporunun hastalık iznine çevrilerek aylığının ödenmesi gerekmektedir.

650 sayılı KHK ile yapılan değişiklik sonrasında kamu kurum ve kuruluşlarında memur statüsünde görev yapan eğitim personeli, özel öğretim kurumlarında görev alabilirler mi?

5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 8 inci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarında; “İhtiyaç halinde, resmi okullarda görevli öğretmenlere asıl görevlerini aksatmamak ve aylık karşılığı okutmakla yükümlü bulunduğu haftalık ders saati sayısını doldurmaları kaydı ve çalıştıkları kurumların izni ile sadece okullarda, aylık karşılığı okutmakla yükümlü bulunduğu haftalık ders saati sayısının yarısı kadar ücretli ders verilebilir. Öğretmenlerin toplam ders saati sayısı haftada otuz saati geçemez.

Uzman öğretici, usta öğretici ve öğretmenlik yapma nitelik ve şartlarını taşıyan diğer Devlet memurlarına, ilgili birimlerin izniyle haftada on saati geçmemek üzere ücretli ders görevi verilebilir. Ders saati ücretli olarak görevlendirileceklerle ilgili diğer hususlar yönetmelikle belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir.

Yine, 5580 sayılı Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesinin (b) bendinde ise, “özel öğretim kurumları” kavramı okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim, özel eğitim okulları ile çeşitli kursları, uzaktan öğretim yapan kuruluşları, dershaneleri, motorlu taşıt sürücüleri kursları, hizmet içi eğitim merkezleri, öğrenci etüt eğitim merkezleri, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri ile benzeri özel öğretim kurumları şeklinde tanımlanmış; (c) bendinde de “özel okul” kavramının sadece okul öncesi eğitim, ilköğretim, özel eğitim ve ortaöğretim özel okullarını kapsadığı ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere; 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesiyle, memurların mesleki faaliyette bulunmak üzere gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir işyerinde veya vakıf üniversitelerinde çalışamayacakları, ancak özel kanunlarda belirtilen görevlerin bu yasaklamanın kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir. Özel kanun niteliğindeki 5580 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarıyla da, 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesindeki ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyette bulunma yasağına istisna bir düzenleme getirilmiş olup, bu hüküm ve açıklamalar çerçevesinde; Devlet memurları ile resmi okullarda görev yapan öğretmenlerin, 5580 sayılı Kanunun 8 inci maddesi kapsamında ders görevi alabilmeleri mümkündür.

Memurlar, Hafta sonlarında, hafta içi mesai saatlerinde veya mesai saatleri dışında, resmi tatil günlerinde, izinli olunan veya ücretsiz izinli oldukları günlerde şirket, vakıf ve dernekler tarafından organize edilen veya dernek veya vakıfların iktisadi işletmeleri aracılığı ile düzenledikleri eğitim, seminer, çalıştay, proje, danışmanlık gibi faaliyetlerde eğitici sunucu, danışman gibi sıfatlar ile bedelli veya bedelsiz-gönüllü olarak görev alınabilir mi?

Devlet memurlarının mesai saatleri dışında veya kurumlarının iznini almak suretiyle mesai saatleri içinde;

a) 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesi hükmü kapsamında yukarıda yer verilen veya verilmeyen “özel kanunlarda belirtilen görevler” i yapmaları ve bunlara dayalı olarak gelir elde etmeleri mümkündür.

b) 5580 sayılı Kanun ve ikincil mevzuat hükümlerine uyulmak ve haftalık 10 saati aşmamak üzere “özel öğretim kurumlarında” ders görevi almaları mümkündür.

c) 5846 Fikir ve Sanat Eserleri Kanununu çerçevesinde meydana getirdikleri eserleri sözleşme yapmak suretiyle yayımlatabilecekleri söz konusu eserlerin seminer, konferans, panel gibi tanıtım faaliyetlerine müellif olarak iştirak etmelerine engel bir husus bulunmamaktadır.

d) Anayasa ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu çerçevesinde derneklere ve vakıflara üye olabilecekleri gibi yönetim kurullarında görev alabilecekleri, üyesi oldukları bu derneklerin seminer, konferans, panel, kurs gibi faaliyetlerine de eğitici, panelist ve benzeri şekilde katılabilirler, bu faaliyetleri için ücret alabilirler, bunların faaliyetleri sebebiyle oluşan masrafları derneklerce karşılanabilir.

e) Türk Ticaret Kanunun 16 maddesi hükmü uyarınca ticari işletme işleten vakıf ve dernek yönetim kurullarında görev alamazlar. Ticari işletme işleten bir derneğin yönetim kurulunda görev almasının ise ancak söz konusu derneğin gelirinin yarısından fazlasının kamu görevi niteliğindeki işlere harcanması şartıyla mümkün olabilecektir.

f) 5072 sayılı Kanun kapsamında kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu hizmetlerini veya personelini desteklemek üzere kurulan dernekler ve Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıflarda görev alan kamu görevlileri, anılan Kanunun 2. maddesi hükmü uyarınca ücret, huzur hakkı ve başka bir ad altında herhangi bir karşılık alamazlar.

g) Mer’i mevzuat gereğince diğer kamu kurum ve kuruluşları ile yabancı memleket veya uluslararası kuruluşlarda hizmet almaları için izin verilen Devlet memurları hariç olmak üzere kendilerine aylıksız izin verilenlerin memur olarak çalıştıkları dönemde yapmaları yasaklanmış olan kazanç getirici faaliyetleri aylıksız izinde iken de yapmaları memurlara getirilen yasak kapsamındadır. Bu yasağa uymamanın cezası ise kademe ilerlemesinin durdurulmasıdır.

 Devlet memurları televizyon kanallarında yayınlanan dizilerde figüran olarak rol alabilir mi?

Bazı memurların sahip olduğu özel yetenekleri onları sanatsal etkinlik yapmaya sevk etmektedir. Bazen figüran bazen de ses ve saz sanatçısı olabilmektedirler. Bu durumlar memurlar için getirilen yasak kapsamına girer mi?

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurlara getirilen bazı yasaklar açık açık belirlenmişken bazı yasaklar ise yorumla ve diğer kanunlardaki hususlarla açıklığa kavuşturulabilmektedir.

Genel bir tanımlaması yapılmamakla birlikte memurların hizmet içinde ve dışında itibar ve güven duygusuna layık olması önemli bir kuraldır. Bu husus 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 8’inci maddesinde; “Devlet memurları, resmi sıfatlarının gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını hizmet içindeki ve dışındaki davranışlarıyla göstermek zorundadırlar” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu Kanunun 28’inci maddesinde ise; “Memurlar Türk Ticaret Kanunu’nda göre (Tacir) ve (Esnaf) sayılmalarını gerektirecek bir faaliyette bulunamaz, ticaret ve sanayi müesseselerinde görev alamaz, ticari mümessil veya ticari vekil veya kollektif şirketlerde ortak veya komandit şirkette komandite ortak olamazlar. (Görevli oldukları kurumların iştiraklerinde kurumlarını temsilen alacakları görevler hariç.) Memurların üyesi oldukları yapı, kalkınma ve tüketim kooperatifleri ile kanunla kurulmuş yardım sandıklarının yönetim ve denetim kurulları üyelikleri görevleri ve özel kanunlarda belirtilen görevler bu yasaklamanın dışındadır” hükmüne yer verilerek genel yasaklar tadat edilmiştir.

Bu açıklamalar çerçevesinde;

1- 657 sayılı Kanun’a tabi personelin televizyon dizilerinde rol almasının, figüranlık yapmasının memurların hizmet içinde ve dışında itibar ve güven duygusunu zedelemesi kaydıyla,

2- Bu faaliyetlerin mesai saatleri dışında icra edilmesi,

3- Bu faaliyetten ticari kazanç sağlanmaması,

4- Herhangi bir akid ile işverene bağlanılmaması,

5- Sosyal güvenlik kuruluşlarından biriyle ilişkilendirilmemesi halinde mümkündür.

Yine bu konuda yapılan faaliyetin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında yapılması da yasak kapsamının dışındadır. İlgililerin kaset çıkarması ya da köşe yazarlığı yapması gibi faaliyetleri bu kapsamda sıralayabiliriz. İşin özü ise yapılan faaliyetin tacir veya esnaf tanımı kapsamında olmamasıdır. Aksi durum ise cezayı gerektirmektedir. Yasak kapsamına giren faaliyetlerin tespiti halinde ise verilecek ceza kademe ilerlemesinin durdurulmasıdır.

Devlet memurlarının mesleği dışında göreviyle ilgili olmayan konularda köşe yazarlığı yapabilir mi? İnternet sitelerinde yazılar yazabilir mi?

Devlet memuru olarak görev yapan personelin; bir gazetede hizmet akdine bağlı olarak köşe yazarlığı yapamayacağı, 657 sayılı Kanun’un ödev ve sorumluluklar ile yasaklara ilişkin hükümlerine riayet etmek kaydıyla 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser çıkarabileceği, mezkur Kanun kapsamında eser çıkarmasının disiplin suçu sayılmayacağı değerlendirilmektedir.

Devlet memuru olarak görev yapan personelin dergide “bir hizmet akdine bağlı olarak” köşe yazarlığı yapamayacağı ancak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Basına bilgi veya demeç verme” başlıklı 15. maddesine aykırılık teşkil edecek nitelikte bilgi açıklamamak kaydıyla, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser çıkarabilmesinin mümkün olduğu değerlendirilmektedir. İnternet sitelerinde yazılan yazılar da bu kapsamdadır.

Ancak, yazılan yazıların eser niteliğinde olup olmadığı, herhangi bir siyasi parti; kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef alıp almadığı, gazete sahibi gerçek veya tüzel kişilerle sözleşmeye dayalı bir ilişki içerisinde olup olmadığı hususları dikkate alınarak konunun memurların çalıştıkları kurumlarca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Devlet memurunun kızına ait şirketin işlerini vekaleten yürütmesi yasak kapsamında mıdır?

… Valiliği İl Eğitim Denetmenliği tarafından yürütülen inceleme esnasında öğretmen… ‘ın, kızına ait… Eğitim Gereçleri Ofis Mobilyaları İnşaat ve Dekorasyon Ticaret Limited Şirketi’ne ait işleri vekaleten yürüttüğünün tespitine binaen, şirket işlerine vekalet etmenin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre yasak olup olmadığı ve eğer memurlarca yapılması yasaklanan işlerden ise mezkür kanunun 125’inci maddesinin hangi bendine göre değerlendirilmesi gerektiği hususlarında hasıl olan soruya şu şekilde cevap verilmiştir.

657 sayılı Kanun’un 28’inci ve 125’inci maddesi ile 6098 sayılı Kanun’un 551’inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde; noterden tasdikli vekaletname örneğinde …’ın, … Eğitim Gereçleri Ofis Mobilyaları İnşaat ve Dekorasyon Ticaret Limited Şirketi’nin işlemleriyle vekil tayin edilmesi, ilgili memurun ticari vekil gibi değerlendirilmesi sonucunu doğurmakta olup; bu durumda ilgilinin ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyette bulunma yasağını ihlal ettiği ve 657 sayılı Kanun’un 125/D-h bendinde yer alan; ticaret yapmak veya devlet memurlarına yasaklanan diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunmak,” hükmüne göre cezalandırılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.

Kitabın yazarı olarak ismi ile birlikte kariyer unvanının ve görev yaptığı kurumun adının kullanılması mümkün müdür?

Gizli bilgileri bulundurmamak koşuluyla, Devlet Memurunun 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında her türlü eser çıkarabileceği değerlendirilmekle birlikte, 657 sayılı Kanun’da devlet memurunun kitabın yazarı olarak ismi ile birlikte kariyer unvanının ve görev yaptığı kurumun adının kullanılması hususunda herhangi bir yasal engel bulunmamakta olup, bu tür faaliyetler 657 sayılı Kanun’a ve ilgili diğer mevzuata aykırılık teşkil etmemektedir.

         ÖZET: 6495 sayılı Kanun kapsamında kadroya geçirilen personelin başka bir kamu kurum ve kuruluşuna naklen atanıp atanamayacağı hk. (01/11/2013-21137)

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde sözleşmeli personel olarak çalışmakta iken 6495 sayılı kanun kapsamında memur kadrosuna geçirilen personelinizin Diyarbakır Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğüne (DİSKİ) naklen atamasının yapılıp yapılamayacağı konusunda görüş talep eden ilgi yazı ve eki incelenmiştir.

Bilindiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun “Memurların bir kurumdan diğerine nakilleri” başlıklı 74 üncü maddesinin ilk fıkrasında; “Memurların bu Kanuna tabi kurumlar arasında, kurumların muvafakati ile kazanılmış hak dereceleri üzerinden veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle, bulundukları sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle girebilecekleri sınıftan, bir kadroya nakilleri mümkündür…” hükmüne yer verilerek, memurların sınava dayalı olarak veya sınava dayalı olmaksızın bir kurumdan diğerine nakillerinin kurumların muvafakati ile mümkün olduğu belirtilmiştir.

Aynı Kanunun, 02/08/2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 12/7/2013 tarihli ve 6495 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu maddesiyle eklenen, geçici 41 inci maddesinin dördüncü fıkrasında ise; “…Bu madde kapsamında memur kadrolarına atananların beş yıl süreyle başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakli yapılamaz.” hükmüne yer verilmek suretiyle, mezkur madde kapsamında memur kadrolarına atananların beş yıl süreyle başka kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılamayacağı ifade edilmiştir.

Ancak, 657 sayılı Kanunun geçici 41 inci maddesinde öngörülen “nakil yasağının” memurun başka kurumlarda durumuna uygun bir kadroya sınava tabi tutulmaksızın naklen atanması şeklinde uygulanması gerektiği; KPSS veya kurumsal sınavlar sonucunda diğer kamu kurum ve kuruluşlarının memur kadrolarına atanmaya hak kazananların, sınavlara dayalı olarak elde ettikleri kazanılmış haklarının korunması amacıyla, nakil yasağı kapsamında değerlendirilmemesi gerektiği düşünülmektedir.

Yukarıda yer verilen hüküm ve açıklamalar çerçevesinde; kamu kurum ve kuruluşlarında sözleşmeli personel olarak çalışmakta iken 657 sayılı Kanunun geçici 41 inci maddesi kapsamında memur kadrolarına atananların; KPSS veya kurumsal sınavlar sonucunda diğer bir memur kadrosuna atanmaya hak kazanmaları halinde, mezkûr maddede öngörülen nakil yasağına tabi olmadıkları, ancak KPSS veya kurumsal sınavlar olmaksızın diğer kamu kurum kuruluşlarına geçmek isteyenlerin beş yıllık nakil yasağına tabi oldukları belediyeler ve bağlı kuruluşları arasındaki nakillerin de aynı esaslar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği mütalaa olunur.

ÖZET: Engelli memurların veya engelli yakını bulunan memurların yer değiştirmesine ilişkin 657 sayılı Kanunun 72 nci maddesinin beşinci fıkrası hükmüne istinaden memurun kurumlar arası naklinin yapılamayacağı hakkında. (07/03/2014-1023)

Üniversitenizde sözleşmeli statüde büro personeli olarak görev yapmakta iken 17/02/2013 tarihli ve 6495 sayılı Kanun kapsamında memur kadrosuna atanan …’in, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 72 inci maddesinin 5 inci fıkrasına istinaden kurumlar arası nakil talebinin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği hususunda görüş talep eden ilgi yazı incelenmiştir.

Bilindiği üzere 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Geçici 41 inci maddesinde; “…Bu madde kapsamında memur kadrolarına atananların beş yıl süreyle başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakli yapılamaz…” hükmü yer almaktadır.

Diğer taraftan, mezkur Kanunun 72 inci maddesinin 5 inci fıkrasında; “İlgili mevzuatı uyarınca verilecek rapora göre kendisi, eşi veya birinci derece kan hısımlığı bulunan bakmakla yükümlü olduğu aile fertleri engelli olan memurların engellilik durumundan kaynaklanan yer değiştirme taleplerinin karşılanması için düzenlemeler yapılır.” hükmüne yer verilmektedir.

Ayrıca, adı geçen Kanunun 72 inci maddesi zorunlu yer değiştirmeye tabi Devlet memurlarının kurum içi yer değişikliği suretiyle atanmalarını, 73 üncü maddesi aynı kurumun başka başka yerlerde bulunan memurlarının karşılıklı olarak yer değiştirmesini, 74 üncü maddesi memurların bir kurumdan diğerine nakillerini, 76 ıncı maddesi ise zorunlu yer değiştirmeye tabi olmayan memurların kurumlarınca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesini düzenlemektedir.

Bu itibarla, 657 sayılı Kanunun gerek 72 inci maddesinin sadece kurum içi yer değişikliğini kapsaması, gerekse Geçici 41 inci maddesinde sözleşmeli statüden memur kadrolarına atananların beş yıl süreyle başka kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılamayacağının ifade edilmesi hasebiyle adı geçen personelin kurumlar arası naklinin mümkün bulunmadığı mütalaa edilmektedir.

 

 

BAŞBAKANLIK DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞININ ÇEŞİTLİ TARİHLERDE VERDİĞİ GÖRÜŞLER

Ağu18
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Yer değiştirme suretiyle başka bir yere atanan memurun mehil müddeti içinde hastalık raporu alması halinde göreve ne zaman başlaması gerekir?

657 sayılı Kanunun 62, 63, 76, 105 ve 169 uncu maddeleri çerçevesinde konuyu izah etmek gerekirse;

a) Başka yerdeki görevlere ataması yapılan memura 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 62 nci maddesi gereğince verilen mehil müddetinin memurun başka yere taşınmasına ilişkin işleri yapabilmesi için verildiği düşünüldüğünde, bu süre içinde hastalanarak hastalık raporu alan memurun bu işleri yapamayacağının değerlendirilmesi sebebiyle, memurun mehil müddeti içinde hastalık raporu alması halinde mehil müddeti duracak ve rapor süresinin bitiminde mehil müddetinin kalan kısmı devam edecektir.

b) Başka yerdeki görevlere ataması yapılan memurun 657 sayılı Kanunun 62 nci maddesi gereğince verilen mehil müddeti içinde memuriyet statüsünün devam etmesi, mezkur Kanunun 105 inci maddesinde memura verilen hastalık izninde aylık ve özlük haklarının korunacağının ve yine aynı Kanunun 18 inci maddesinde bu Kanunda yazılı haller dışında memurun aylığının elinden alınamayacağının belirtilmesi sebebiyle, mehil müddeti içinde hastalık raporu alan memurun usulüne uygun olarak almış olduğu hastalık raporunun hastalık iznine çevrilerek aylığının ödenmesi gerekmektedir.

650 sayılı KHK ile yapılan değişiklik sonrasında kamu kurum ve kuruluşlarında memur statüsünde görev yapan eğitim personeli, özel öğretim kurumlarında görev alabilirler mi?

5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 8 inci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarında; “İhtiyaç halinde, resmi okullarda görevli öğretmenlere asıl görevlerini aksatmamak ve aylık karşılığı okutmakla yükümlü bulunduğu haftalık ders saati sayısını doldurmaları kaydı ve çalıştıkları kurumların izni ile sadece okullarda, aylık karşılığı okutmakla yükümlü bulunduğu haftalık ders saati sayısının yarısı kadar ücretli ders verilebilir. Öğretmenlerin toplam ders saati sayısı haftada otuz saati geçemez.

Uzman öğretici, usta öğretici ve öğretmenlik yapma nitelik ve şartlarını taşıyan diğer Devlet memurlarına, ilgili birimlerin izniyle haftada on saati geçmemek üzere ücretli ders görevi verilebilir. Ders saati ücretli olarak görevlendirileceklerle ilgili diğer hususlar yönetmelikle belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir.

Yine, 5580 sayılı Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesinin (b) bendinde ise, “özel öğretim kurumları” kavramı okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim, özel eğitim okulları ile çeşitli kursları, uzaktan öğretim yapan kuruluşları, dershaneleri, motorlu taşıt sürücüleri kursları, hizmet içi eğitim merkezleri, öğrenci etüt eğitim merkezleri, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri ile benzeri özel öğretim kurumları şeklinde tanımlanmış; (c) bendinde de “özel okul” kavramının sadece okul öncesi eğitim, ilköğretim, özel eğitim ve ortaöğretim özel okullarını kapsadığı ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere; 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesiyle, memurların mesleki faaliyette bulunmak üzere gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir işyerinde veya vakıf üniversitelerinde çalışamayacakları, ancak özel kanunlarda belirtilen görevlerin bu yasaklamanın kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir. Özel kanun niteliğindeki 5580 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarıyla da, 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesindeki ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyette bulunma yasağına istisna bir düzenleme getirilmiş olup, bu hüküm ve açıklamalar çerçevesinde; Devlet memurları ile resmi okullarda görev yapan öğretmenlerin, 5580 sayılı Kanunun 8 inci maddesi kapsamında ders görevi alabilmeleri mümkündür.

Memurlar, Hafta sonlarında, hafta içi mesai saatlerinde veya mesai saatleri dışında, resmi tatil günlerinde, izinli olunan veya ücretsiz izinli oldukları günlerde şirket, vakıf ve dernekler tarafından organize edilen veya dernek veya vakıfların iktisadi işletmeleri aracılığı ile düzenledikleri eğitim, seminer, çalıştay, proje, danışmanlık gibi faaliyetlerde eğitici sunucu, danışman gibi sıfatlar ile bedelli veya bedelsiz-gönüllü olarak görev alınabilir mi?

Devlet memurlarının mesai saatleri dışında veya kurumlarının iznini almak suretiyle mesai saatleri içinde;

a) 657 sayılı Kanunun 28 inci maddesi hükmü kapsamında yukarıda yer verilen veya verilmeyen “özel kanunlarda belirtilen görevler”i yapmaları ve bunlara dayalı olarak gelir elde etmeleri mümkündür.

b) 5580 sayılı Kanun ve ikincil mevzuat hükümlerine uyulmak ve haftalık 10 saati aşmamak üzere “özel öğretim kurumlarında” ders görevi almaları mümkündür.

c) 5846 Fikir ve Sanat Eserleri Kanununu çerçevesinde meydana getirdikleri eserleri sözleşme yapmak suretiyle yayımlatabilecekleri söz konusu eserlerin seminer, konferans, panel gibi tanıtım faaliyetlerine müellif olarak iştirak etmelerine engel bir husus bulunmamaktadır.

d) Anayasa ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu çerçevesinde derneklere ve vakıflara üye olabilecekleri gibi yönetim kurullarında görev alabilecekleri, üyesi oldukları bu derneklerin seminer, konferans, panel, kurs gibi faaliyetlerine de eğitici, panelist ve benzeri şekilde katılabilirler, bu faaliyetleri için ücret alabilirler, bunların faaliyetleri sebebiyle oluşan masrafları derneklerce karşılanabilir.

e) Türk Ticaret Kanunun 16 maddesi hükmü uyarınca ticari işletme işleten vakıf ve dernek yönetim kurullarında görev alamazlar. Ticari işletme işleten bir derneğin yönetim kurulunda görev almasının ise ancak söz konusu derneğin gelirinin yarısından fazlasının kamu görevi niteliğindeki işlere harcanması şartıyla mümkün olabilecektir.

f) 5072 sayılı Kanun kapsamında kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu hizmetlerini veya personelini desteklemek üzere kurulan dernekler ve Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıflarda görev alan kamu görevlileri, anılan Kanunun 2. maddesi hükmü uyarınca ücret, huzur hakkı ve başka bir ad altında herhangi bir karşılık alamazlar.

g) Mer’i mevzuat gereğince diğer kamu kurum ve kuruluşları ile yabancı memleket veya uluslararası kuruluşlarda hizmet almaları için izin verilen Devlet memurları hariç olmak üzere kendilerine aylıksız izin verilenlerin memur olarak çalıştıkları dönemde yapmaları yasaklanmış olan kazanç getirici faaliyetleri aylıksız izinde iken de yapmaları memurlara getirilen yasak kapsamındadır. Bu yasağa uymamanın cezası ise kademe ilerlemesinin durdurulmasıdır.

 Devlet memurları televizyon kanallarında yayınlanan dizilerde figüran olarak rol alabilir mi?

Bazı memurların sahip olduğu özel yetenekleri onları sanatsal etkinlik yapmaya sevk etmektedir. Bazen figüran bazen de ses ve saz sanatçısı olabilmektedirler. Bu durumlar memurlar için getirilen yasak kapsamına girer mi?

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurlara getirilen bazı yasaklar açık açık belirlenmişken bazı yasaklar ise yorumla ve diğer kanunlardaki hususlarla açıklığa kavuşturulabilmektedir.

Genel bir tanımlaması yapılmamakla birlikte memurların hizmet içinde ve dışında itibar ve güven duygusuna layık olması önemli bir kuraldır. Bu husus 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 8’inci maddesinde; “Devlet memurları, resmi sıfatlarının gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını hizmet içindeki ve dışındaki davranışlarıyla göstermek zorundadırlar” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu Kanunun 28’inci maddesinde ise; “Memurlar Türk Ticaret Kanunu’nda göre (Tacir) ve (Esnaf) sayılmalarını gerektirecek bir faaliyette bulunamaz, ticaret ve sanayi müesseselerinde görev alamaz, ticari mümessil veya ticari vekil veya kollektif şirketlerde ortak veya komandit şirkette komandite ortak olamazlar. (Görevli oldukları kurumların iştiraklerinde kurumlarını temsilen alacakları görevler hariç.) Memurların üyesi oldukları yapı, kalkınma ve tüketim kooperatifleri ile kanunla kurulmuş yardım sandıklarının yönetim ve denetim kurulları üyelikleri görevleri ve özel kanunlarda belirtilen görevler bu yasaklamanın dışındadır” hükmüne yer verilerek genel yasaklar tadat edilmiştir.

Bu açıklamalar çerçevesinde;

1- 657 sayılı Kanun’a tabi personelin televizyon dizilerinde rol almasının, figüranlık yapmasının memurların hizmet içinde ve dışında itibar ve güven duygusunu zedelemesi kaydıyla,

2- Bu faaliyetlerin mesai saatleri dışında icra edilmesi,

3- Bu faaliyetten ticari kazanç sağlanmaması,

4- Herhangi bir akid ile işverene bağlanılmaması,

5- Sosyal güvenlik kuruluşlarından biriyle ilişkilendirilmemesi halinde mümkündür.

Yine bu konuda yapılan faaliyetin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında yapılması da yasak kapsamının dışındadır. İlgililerin kaset çıkarması ya da köşe yazarlığı yapması gibi faaliyetleri bu kapsamda sıralayabiliriz. İşin özü ise yapılan faaliyetin tacir veya esnaf tanımı kapsamında olmamasıdır. Aksi durum ise cezayı gerektirmektedir. Yasak kapsamına giren faaliyetlerin tespiti halinde ise verilecek ceza kademe ilerlemesinin durdurulmasıdır.

Devlet memurlarının mesleği dışında göreviyle ilgili olmayan konularda köşe yazarlığı yapabilir mi? İnternet sitelerinde yazılar yazabilir mi?

Devlet memuru olarak görev yapan personelin; bir gazetede hizmet akdine bağlı olarak köşe yazarlığı yapamayacağı, 657 sayılı Kanun’un ödev ve sorumluluklar ile yasaklara ilişkin hükümlerine riayet etmek kaydıyla 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser çıkarabileceği, mezkur Kanun kapsamında eser çıkarmasının disiplin suçu sayılmayacağı değerlendirilmektedir.

Devlet memuru olarak görev yapan personelin dergide “bir hizmet akdine bağlı olarak” köşe yazarlığı yapamayacağı ancak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Basına bilgi veya demeç verme” başlıklı 15. maddesine aykırılık teşkil edecek nitelikte bilgi açıklamamak kaydıyla, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser çıkarabilmesinin mümkün olduğu değerlendirilmektedir. İnternet sitelerinde yazılan yazılar da bu kapsamdadır.

Ancak, yazılan yazıların eser niteliğinde olup olmadığı, herhangi bir siyasi parti; kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef alıp almadığı, gazete sahibi gerçek veya tüzel kişilerle sözleşmeye dayalı bir ilişki içerisinde olup olmadığı hususları dikkate alınarak konunun memurların çalıştıkları kurumlarca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Devlet memurunun kızına ait şirketin işlerini vekaleten yürütmesi yasak kapsamında mıdır?

… Valiliği İl Eğitim Denetmenliği tarafından yürütülen inceleme esnasında öğretmen… ‘ın, kızına ait… Eğitim Gereçleri Ofis Mobilyaları İnşaat ve Dekorasyon Ticaret Limited Şirketi’ne ait işleri vekaleten yürüttüğünün tespitine binaen, şirket işlerine vekalet etmenin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre yasak olup olmadığı ve eğer memurlarca yapılması yasaklanan işlerden ise mezkür kanunun 125’inci maddesinin hangi bendine göre değerlendirilmesi gerektiği hususlarında hasıl olan soruya şu şekilde cevap verilmiştir.

657 sayılı Kanun’un 28’inci ve 125’inci maddesi ile 6098 sayılı Kanun’un 551’inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde; noterden tasdikli vekaletname örneğinde …’ın, … Eğitim Gereçleri Ofis Mobilyaları İnşaat ve Dekorasyon Ticaret Limited Şirketi’nin işlemleriyle vekil tayin edilmesi, ilgili memurun ticari vekil gibi değerlendirilmesi sonucunu doğurmakta olup; bu durumda ilgilinin ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyette bulunma yasağını ihlal ettiği ve 657 sayılı Kanun’un 125/D-h bendinde yer alan; ticaret yapmak veya devlet memurlarına yasaklanan diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunmak,” hükmüne göre cezalandırılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.

Kitabın yazarı olarak ismi ile birlikte kariyer unvanının ve görev yaptığı kurumun adının kullanılması mümkün müdür?

Gizli bilgileri bulundurmamak koşuluyla, Devlet Memurunun 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında her türlü eser çıkarabileceği değerlendirilmekle birlikte, 657 sayılı Kanun’da devlet memurunun kitabın yazarı olarak ismi ile birlikte kariyer unvanının ve görev yaptığı kurumun adının kullanılması hususunda herhangi bir yasal engel bulunmamakta olup, bu tür faaliyetler 657 sayılı Kanun’a ve ilgili diğer mevzuata aykırılık teşkil etmemektedir.

 

Hukuk Müşavirliği Görüşü

May26
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Hukuk Müşavirliği

09.01.2015

             Sayı: 97110469-045.02-292

Konu: Büyükşehir Belediyelerinin Kooperatif veya Birliklerle

Ortak Hizmet Projesi Yürütüp Yürütemeyeceği

 BAKANLIK MAKAMINA

             İlgi: Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 26.12.2014 tarih ve 30546965-250-26655 sayılı yazısı.

GÖRÜŞ İSTENİLEN KONU: Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nün ilgi yazısıyla; S.S. İzmir Bölgesi Sulama Kooperatifleri Birliği ve S.S. İzmir Tarımsal Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifleri Birliği tarafından Bakanlığımıza sunulan ve İzmir Valiliği’ne intikal ettirilen dilekçelerin gereği yapılmak üzere İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına gönderildiği, ancak İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığınca 5216 sayılı Kanun ve 5393 sayılı Kanunun 75 inci maddesi ile Büyükşehir belediyelerinin kooperatifler veya birlikler ile ortak hizmet projeleri yapabileceğine dair bir hükme rastlanılmadığı belirtilerek konu hakkında görüş istenildiğinden bahisle, bu hususta Bakanlık görüşü istenilmektedir.

 İLGİLİ BİRİMİN GÖRÜŞÜ: Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü konuyla ilgili olarak;

“1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 1 inci maddesinde, “Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir.”; 9 uncu maddesinde, “Kamu ve özel hukuk tüzel kişileri amaçları bakımından ilgilendikleri kooperatiflerin kuruluşlarına yardımcı olabilir, önderlik edebilir ve ortak olabilirler.”; 70 inci maddesinde, “Kooperatiflerin müşterek menfaatlerini korumak, amaçlarını gerçekleştirmek için iktisadi faaliyette bulunmak, faaliyetlerini koordine etmek ve denetlemek, dış memleketlerle olan münasebetlerini düzenlemek, kooperatifçiliği geliştirmek ve eğitim yapmak, kooperatifçilik konularında tavsiyelerde bulunmak gibi hizmetlerin yerine getirilmesi için, Kooperatif birlikleri, kooperatifler merkez birlikleri ve Türkiye Milli Kooperatifiler Birliği kurulur. Kooperatif birlikleri, kooperatifler merkez birlikleri ve Türkiye Milli Kooperatifler Birliği Yönetim Kurulu üyeleriyle memurları haklarında 62 nci madde hükmü uygulanır.” hükümleri;

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7 nci maddesinde, “Büyükşehir belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır: … Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler.”; 28 inci maddesinde, “Belediye Kanunu ve diğer ilgili Kanunların bu kanuna aykırı olmayan hükümleri ilgisine göre büyükşehir ve ilçe belediyeleri hakkında da uygulanır.” hükümleri;

5393 sayılı Belediye Kanununun 75 inci maddesinde, “Belediye, belediye meclisinin kararı üzerine yapacağı anlaşmaya uygun alarak görev ve sorumluluk alanlarına giren konularda; a) Mahalli idareler ile diğer arka kurum ve kuruluşlarına ait yapım; bakım, onarım ve taşıma işlerini bedelli veya bedelsiz üstlenebilir veya bu kuruluşlar ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirebilir ve bu amaçla gerekli kaynak aktarımında bulunabilirler. Bu takdirde iş, işin yapımını üstlenen kuruluşun, tabi olduğu mevzuat hükümlerine göre sonuçlandırılır. … c) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve 7/6/2005 tarihli ve 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu kapsamına giren meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirebilir Diğer dernek ve vakıflar ile gerçekleştirilecek ortak hizmet projeleri için mahallin en büyük mülki idare amirinin izninin alınması gerekir.” hükmü yer almaktadır.

Mevzuat hükümlerinin birlikte mütalaa edilmesi neticesinde; kooperatiflerin, 5393 sayılı Kanunun 75 inci maddesinde sayılan tüzel kişilikler arasında yer almamakla birlikte,  büyükşehir ve büyükşehir ilçe belediyelerine tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilme görev ve yetkisi verildiğinden, bu belediyelerce meclis kararı alınmak suretiyle tarımsal amaçlı kooperatiflerle işbirliği yapılarak ortak proje yürütülmesinde hukuki bir engel bulunmadığı” şeklinde görüş bildirmiştir,

HUKUK MÜŞAVİRLİĞİNİN GÖRÜŞÜ: Konuya ilişkin mevzuatta;

24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 9 uncu maddesinde; “Kamu ve özel hukuk tüzel kişileri amaçları bakımından ilgilendikleri kooperatiflerin kuruluşlarına yardımcı olabilir, önderlik edebilir ve ortak olabilirler.”

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasının (f) bendinde, “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler.”,

5393 sayılı Belediye Kanununun 75 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde; “Belediye, belediye meclisinin kararı üzerine yapacağı anlaşmaya uygun olarak görev ve sorumluluk alanlarına giren konularda; “… c) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, Bakanlar Kurulunca vergi maliyeti tanınmış vakıflar ve 7/6/2005 tarihli ve 5162 saydı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu kapsamına giren meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirebilir. Diğer dernek ve vakıflar ile gerçekleştirilecek ortak hizmet projeleri için mahallin en büyük mülki idare amirinin izninin alınması gerekir.” hükümleri yer almaktadır.

Dosyasının tetkikinden;

S.S. İzmir Bölgesi Sulama Kooperatifleri Birliği ve S.S. İzmir Tarımsal Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifleri Birliği’nin müracaatı sonrası İzmir Valiliği tarafından, büyükşehir belediyeleri ve büyükşehir ilçe belediyelerinin Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birlikleri arasında yapılacak protokoller kapsamında ortak projeler ve uygulamalar yapıp yapamayacakları konusunda Bakanlık görüşü istenildiği anlaşılmaktadır.

 Yukarıda değinilen mevzuat hükümleri çerçevesinde görüş istenilen konu irdelendiğinde;

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasının (f) bendindeki “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler.” hükmü ve her ne kadar kooperatifler sayılmamış olmakla birlikte 5393 saydı Belediye Kanununun 75 inci maddesi kapsamında, söz konusu maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde sayılan “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, Bakanlar Kurulunda vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu kapsamına giren meslek odaları” dışında kalan diğer dernek ve vakıflar için öngörülen “gerçekleştirilecek ortak hizmet projeleri için mahallin en büyük mülkü idare amirinin izni’ni almak suretiyle,

1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 9 uncu maddesine göre, belediyelerin amaçları bakımından ilgilendikleri kooperatiflerle ortak projeler ve uygulamalar yapabilecekleri değerlendirilmektedir.

Uygun görüldüğü takdirde görüş yazımızın Mahalli idareler Genel Müdürlüğüne havalesini arz ederim.

 

Doç. Dr. İlker GÜNDÜZÖZ

I. Hukuk Müşaviri V

BELEDİYELERDE VERGİ İDARELERİNDE TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ

Mar06
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                   

BELEDİYELERDE VERGİ İDARELERİNDE  TOPLAM KALİTE  YÖNETİMİ

 

             5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu ile ek ve değişiklikleri hakkındaki kanunları, yürürlükten kaldıran ve 29.05.1981 tarihinde yürürlüğe giren 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun uygulanmasıyla, belediye gelirlerinde ciddi ve önemli artışlar olmuş ve bu nedenle de belediye yönetimleri daha etkin olmaya başlamıştır. Mülga 5237 sayılı Kanunda yer alan bazı gelir türlerini kaldıran (Tente Siper Saçak Resmi, Süs Köpekleri Resmi v.b.) ve yeni vergi, resim ve harç yükümlülükleri  getiren 2464 sayılı Kanunla  belediyelerimizde vergi daireleri oluşturulduğu ve  bu birimin  müdürlük biçiminde örgütlenmeye başladığı görülmüştür. Vergi uygulamasıyla birlikte 6183 sayılı Kanunda yer alan ancak önceki yıllarda uygulanmayan verginin tarh, tahakkuk ve tahsilat işlemleri yanı sıra gelirlerin izlenmesi/denetlenmesi gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Mülga Belediye Gelirleri Kanunundaki vergi, resim ve harçların izlenmemesi yönetim zafiyetinden değil, vergi, resim ve harç miktarlarının tahsil edilemeyecek kadar az olmasından kaynaklanmıştır. Örneklemek gerekirse; beş para,on para, bir kuruş, on kuruş gibi rakamlar söz konusudur ki bu para cinsleri çoktan tedavülden kalkmış ancak antikacılardan edinebilen cinsten olmasındandır. Ancak 2464 sayılı Kanun da zamanla erozyona uğramış, bazı gelir türleri (meslek vergisi, akaryakıt tüketim vergisi, temizleme ve aydınlatma harcı, Esnaf muaflığı belgesi harcı v.b. gibi) ya tamamen uygulamadan kaldırılmış ya da merkezi idarenin gelirleri arasına dahil edilmiştir.

2464 Sayılı Kanun, gelirin tahakkuk ve tahsilatını düzenlemesi itibariyle 3 kategoriye ayrılmaktadır.

Birinci kategoride; Vergi oran ve miktarları  Kanunla belirlenmiş vergi türleri,

İkinci kategoride;2464 sayılı Kanun’un 96/A maddesi hükmü uyarınca, belediye grupları itibariyle miktarının tespit yetkisi Bakanlar Kuruluna verilen; Kaynak Suları Harcı, Hayvan Kesimi ve Muayene Denetleme Harcı, Ölçü ve Tartı Aletleri Muayene Harcı, Kayıt Suret Harcı, İmar Mevzuatı Gereğince Alınacak Harçlar (ticaret ve konut bölgeleri için ayrı ayrı), Muayene Ruhsat ve Rapor Harcı, Sağlık Belgesi Harcı ve Bina İnşaat Harcı,

Üçüncü kategoride Bakanlar Kurulunca belediye grupları itibariyle tespit edilen miktarlar üzerinden tahakkuk ettirilen; İlan ve Reklam Vergisi, Eğlence Vergisinin biletle girilmesi zorunlu olmayan eğlence yerlerinden alınacak günlük miktarları düzenleyen bölümü, İşgal Harcı, Tatil Günlerinde Çalışma Ruhsatı Harcı ve İşyeri Açma İzin Harcı yer almaktadır.

Diğer taraftan 2464 sayılı Kanunun belediye gelirlerini de 3 ayrı temelde düzenlediği görülmektedir. Bunları; BELEDİYE GELİRLERİ, BELEDİYE HARÇLARI VE HARCAMALARA KATILMA PAYLARI şeklinde de sıralayabiliriz.

Belediyelerin önemli gelir kalemlerinden bir diğeri de önceki yıllarda merkezi idarenin asli gelirleri arasında iken tahakkuk ve tahsilatı belediyelere bırakılan 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunundur. Bilindiği gibi bu vergi bir tür servet vergisidir.Kişi veya kurumlar nasıl edinirse edinsin, yasal olsun veya olmasın emlak vergisi kapsamına  giren taşınmazlar verginin konusu içinde yer almaktadır. 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunundaki muafiyet ve istisnalar arasına, bir tek meskeni olup da, intifa sahibi olanlardan; Emekliler, Hiçbir geliri olmayanlar, Şehit yakınları ,Dul ve yetimler,Gaziler emlak vergisinden muaf tutulmaktadır. Emlak vergisinden muaf olunabilmesi için ilk koşul konutun büyüklüğünün 200 metrekare büyüklüğünü geçmemesi ve tek meskene sahip olunmasıdır. Bu uygulamaya göre,200 metrekareyi geçmeyen kışlık meskeni olup da yazlık evi de olanlar bu muafiyetten faydalanamamaktadır. Buna karşın tek mesken indirimi de emlak vergisi ödemelerinde sağlanan kolaylıklar arasında yer alıyor. Vergi mükelleflerinin, tek mesken indiriminden faydalanabilmeleri için bir dilekçe ile bağlı oldukları belediyeye başvuruda bulunmaları gerekiyor.

Sorumluluk ; Belediye Gelirlerinin tahakkuk ve tahsili konusunda mülga 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununa göre, gelirlerin tarh, tahakkuk ve tebliğ işlemlerinden gelir tahakkuk memurları, tahsilinden ise saymanlara görev verilmekteydi.5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunun 60/e maddesine göre; ilgili mevzuatı çerçevesinde idare gelirlerini tahakkuk ettirmek, gelir ve  alacakların takip ve tahsil işlemlerini yürütmek görevi mali hizmetler birimine verilmektedir. Gelir ve alacakların tahsili, muhasebe hizmeti kapsamında sayılmakla birlikte, Muhasebe Yetkilisinin bu konudaki sorumluluğu konusunda Kanunda başkaca bir belirleme yer almamaktadır. Bu düzenlemeye göre, gelir birimi Mali Hizmetler Biriminde diğer alt hizmetler (Stratejik  plan ve  performans birimi, bütçe ve kesin hesap birimi.v.b.gibi) gibi bir alt birimi olarak değerlendirilmiştir.

Diğer taraftan, 5393 sayılı Belediye Kanununun Belediye başkanının görev ve yetkilerini belirleyen 38.madddesinin (f) fıkrasında ;

“ Belediyenin gelir ve alacaklarını takip ve tahsil etmek”  belediye başkanının görevleri arasında sayılmıştır. Doğal olarak belediye başkanının belediye gelirini  doğrudan takip etmesi mümkün olmadığından bu görevini mali hizmetler birimi eliyle kullanacaktır. Dolaylı yoldan da olsa bu durum belediye başkanının belediye gelir ve alacaklarını takip nedeniyle sorumluluğunu değiştirmemektedir. Bu açıdan bakıldığında, belediye başkanının 5018 sayılı Kanundaki politikaları izlemesi zorunluluğu bulunmaktadır.

5018 sayılı Kanunun “Gelir politikası ve ilkeleri”  başlıklı 36.madddesindeki düzenlemesinde Gelirlerin toplanmasındaki ilkeler sayılmıştır. Buna göre, idarelerce ;

a) ………………………………………………………………..

b) Mükellef ve sorumlulara vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerini kolayca yerine getirebilmeleri için gerekli hizmetler sağlanır.

c) Mükellef ve sorumluların vergiye uyumu teşvik edilir.

d)Hakların korunması ve yükümlülükler konusunda mükelleflerin bilgilendirilmesi için ilgili idareler tarafından gerekli önlemler alınır.

Vergi, günümüzde devletlerin üstlendiği fonksiyonları yerine getirmesini sağlayan temel kamu geliridir. Toplumu oluşturan bireyler, ödeme güçlerinin belirli bir oranında genelde devleti özelde belediyeleri finanse ederler. Toplum üyelerinin, vergi ödevinin doğuşu, vergiyi doğuran olayla birlikte ortaya çıkar. Kişi, ortaya çıkan vergi borcunu ödemekle mükellef olduğundan, vergi mükellefi olarak adlandırılır.Vergi mükellefi; Vergi Yasalarına göre üzerine vergi borcu doğan gerçek ya da tüzel kişilerdir.

Toplam Kalite Yönetimi Özellikleri:

5018 sayılı Kanunda Gelir Politikası ve İlkeleri başlığı altında düzenlenen hüküm uyarınca, yönetim tarihimizde ilk kez gelir idaresinin ve mükelleflerin  sorumlulukları vurgulanmış, bu amaçla idarelerin çalışmalarda bulunması, gerekli önlemleri alması ve hizmetin sunulması  konularına değinilmiştir. Kanunun öngördüğü hususların yerine getirilebilmesi için yönetim anlayışının da değişmesi gerekmektedir. Bu amaçla başarılı yönetim için kaliteli yönetim olgusu ön plana çıkmıştır. Günümüzde üretim faaliyetlerinin daha çok özel sektöre bırakılması nedeniyle üretici devlet yerine daha çok düzenleyici ve denetleyici faaliyetler üstlenen bir devlet yapısı ortaya çıkmıştır. Ekonominin serbest piyasa düzeninde şekillendiği bu yeni düzende,devlet, mal üretimini yavaş yavaş terk ederek kamu hizmetine yönelmiştir. Bu durum devletin kamu hizmetleri için ihtiyaç duyduğu kaynakların vergilerle karşılanma oranını artırmıştır.20. yüzyıl başından itibaren özel sektörde gelişen yeni bir yönetim anlayışı II. Dünya Savaşı sonrası devlette de uyarlamaya başlanılmıştır. 1950’li yıllarda   temelleri atılan bu yeni yönetim anlayışı   tüm dünyaya yayılarak, toplam kalite yönetimi olarak geniş bir uygulama alanı bulmuştur.Müşteri odaklı bir yönetim felsefesi olan Toplam Kalite Yönteminde, temel amaç hem iç, hem de dış müşterilerinin ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanması olup, etkinlik, etkililik ve verimlilik esaslarına dayanmaktadır.Başlangıçta sanayide, üretim sektöründe uygulanmaya başlanan bu çağdaş yönetim anlayışının, her alan için geçerli olduğu görülerek; hizmet sektöründe de uygulanılmaya başlanılmıştır.Aynı başarılı sonuçlar kamu kurum ve kuruluşlarında da alınmaya başlanmıştır.Toplam Kalite Yönetimi felsefesinin katılımcı yönetim ve vatandaş memnuniyetinin sağlama ilkeleri doğrultusunda, devletin bunlara cevap verebilecek şekilde yeniden yapılanması gündeme gelmiştir.

Toplam Kalite Yönetimine göre;Gelir politikasını adalet ve tarafsızlık içinde uygulamak; vergi ve diğer gelirleri en az maliyetle toplamak; mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunu sağlamak; mükellef haklarını gözeterek yüksek kalitede hizmet sunmak suretiyle yükümlülüklerini kolayca yerine getirmeleri için gerekli tedbirleri almak; saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik, etkililik ve mükellef odaklılık temel ilkelerine göre görev yapmak,   yeni yönetim  anlayışı olarak kabullenip uygulanması gerekli bir husustur.

Ancak, belediyelerimizde açıklanan yeni yönetim anlayışına göre görevlerini yerine getirmek üzere bir yapılanma ve anlayış ne yazık ki söz konusu değildir.

Bu tür yapılanmada;

• Vergi bilincinin artırılması gerekli çalışmalar yapılmalı,

• Mükellefler vergi mevzuatından doğan hakları ve ödevleri konusunda bilgilendirilmeli,

• Mükelleflere yönelik hizmetlerin ve her türlü iletişimin, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli tedbirler alınmalı,

• Mükellef haklarının korunmasını sağlamak ve buna ilişkin gerekli alt yapı hazırlanmalı,

• Mükellef şikayetlerinin değerlendirilmesi için gerekli tedbirleri alınmalı,

• Mükellef memnuniyeti ölçülmeli ve değerlendirmeli,

• Vergi mevzuatının adil uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alınmalıdır.

Toplam kalite, çalışanların katılımı ve müşteri merkezli bir modelle, süreçlerin iyileştirilmesi, organizasyondaki değişik grupların kalite geliştirme, kaliteyi koruma ve kalite iyileştirme çabalarını müşteri tatminini de göz önünde tutarak üretim ve hizmeti en ekonomik düzeyde gerçekleştirebilmek için birleştiren etkili bir sistemdir.Klasik yönetim anlayışında astlar, amirlerinden aldıkları talimatlara göre tepeden aşağıya doğru inen bir hiyerarşi çerçevesinde hareket ederler. Bunun doğal sonucu olarak kurum, yalnızca üst yönetimin görüş ve düşünceleri doğrultusunda  hareket etmektedir. Toplam Kalite Yönetimi’nin amacı müşteri tatmininin sağlanması olduğu için organizasyonun tüm birimleri, müşteri talepleri doğrultusunda yönlendirilmektedir. Yani, müşterinin/ mükellefin sesine de kulak vermektir. Kaliteli hizmeti gerçekleştirmek ise, temelde çalışanların tümü ile yönetimin sorumluluğundadır. Temel hedefin, “müşterilere kaliteli hizmet vermek” olduğu yönetim tarafından çalışanlarına içtenlikle benimsetilmelidir. Bir başka bakış açısıyla hizmet sunan ile hizmetten yararlanan tarafların “Devlet-Vatandaş” olarak görmek yerine yeni bir felsefeyle, “Vatandaş-Vatandaş” olarak algılamak daha doğru olacaktır. Böylelikle kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koymamız daha kolay olacak ve “kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak” biz de başkalarına aynı şekilde davranmış olacağız. İşletmelerin başarısı büyük  ölçüde müşteri ihtiyaçlarının  anlaşılmasına ve karşılanmasına bağlıdır.Müşteri isteklerinin tatminini, temel örgüt felsefesi haline dönüştüren kuruluşlar, müşterilerini koşulsuz mutlu etmeyi “olmazsa olmaz” bir ilke olarak algılayan bir örgüt kültürü oluştururlar. TKY’nde örgüt felsefesini şu iki cümleyle ifade etmek mümkündür. “Bizim paramızı patron değil, müşteri öder.” Bunu kamuya uyguladığımızda; “Bizim paramızı devlet, belediye başkanı değil, halk öder.”

Kamu yönetiminde TKY’NİN uygulanması açısından kamu personelinin, sağlıklı, temiz ve düzenli koşullarda çalışmaları, yaptıkları işten tatmin olmaları, eğitim ve kendini geliştirme imkanlarıyla işlerinde belirleyici olmaları yani işlerinde inisiyatif sahibi/lider olmalarını sağlamak, önemle üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Müşteri görüşlerini en iyi yansıtan olgulardan biri şikayetlerdir. Yapılan bir araştırmaya göre (özel sektörde); Müşteriler genellikle karşılaştıkları problemleri ilgili kuruluşlara bildirmekten çok diğer müşterilere aktarmaktadırlar. yapılan araştırmada; aldığı ürün veya hizmetten memnun olmayan her 100 müşteriden sadece 4’ünün şikayetlerini üretici firmaya ilettiği, buna karşın memnun olmayan müşterilerin her birinin bu memnuniyetsizliğini yakın çevresindeki 10 kişiye anlattığı görülmüştür. Aldığı ürün veya hizmetten memnun kalmayan 10 müşteriden sadece 1 tanesi tekrar aynı ürünü ya da hizmeti denemekte ve yeni bir müşteri kazanmak,mevcut müşteriyi tutmaktan daha pahalıya mal olmaktadır. (Kamu sektöründe bu konuda yapılan bir araştırmaya rastlamadım.)

Sürekli İyileştirme ve Geliştirme: Herhangi bir kurumda işletme hedeflerine ulaşmak amacıyla, her düzeydeki fonksiyonların sürekli iyileştirilmesi düşüncesi egemen olmalıdır. Sürekli gelişmeyi kısaca “ÖNCE PLANLA – SONRA UYGULA – YAPILANI KONTROL ET – SONUÇLARI İRDELE VE ÖNLEM AL” şeklinde özetlemek mümkündür.

Kalite” bir amaç değil sonuç olmalıdır. Sadece rekabet  gücünü sağlamaya olanak veren bir araçtır. Çok yüksek bir kalite düzeyine çıkmak dahi yeterli değildir, sürekli olarak rakiplerden ilerde olmak gerekir. Bunu sağlayan yöntem ise sürekli gelişmedir.  Sürekli gelişme, bitmek bilmeyen bir yarıştır. Yeterliliğin kabul edilip benimsendiği yerde iyileşme durur. Kamu kurumların yapması gereken, en tepeden en alt kademeye kadar tüm çalışanları sürekli geliştirme faaliyetine yönlendirmek olmalıdır.

Belediye Vergi dairesi çalışanları olarak mükelleflere sunulan hizmetlerde ve vergi dairesinin iç işlemlerinde sürekli iyileştirmeyi ve geliştirmeyi hedef almak zorunludur. Sürekli olarak geliştirilemeyen her hizmet, günümüzde yerinde sayma değil geriye gitme anlamına gelmektedir.

Toplumsal Sorumluluk: TKYönetimini uygulayan kamu kuruluşlarının; topluma ve müşterilerine karşı sorumluluk sahibi olarak, şeffaf ve hesap verilebilir şekilde, bir  yaklaşım benimsemek zorundadır. Kalite, bir ürün veya hizmetin önceden tespit edilen veya gelecekte doğabilecek ihtiyaçları karşılama kabiliyetine dayanan özelliklerinin toplamıdır. Kaliteyi sağlayacak bileşenlerin en önemli kriterlerinden biri müşteri odaklılıktır. Hatta kalite tanımlarından biri, “üretilen ürün ya da hizmetin müşteri ihtiyaçlarını tam olarak karşılayabilmesi” dir.Değişen ve gelişen Dünyayı yakalamak için Toplam kalite yönetimini yakalamak için bazı çalışmalarda bulunulması yararlı olur.

VERGİ DAİRELERİNİN ÖNEMİ

Belediye vergilerini takip ve tahsil eden birimler belediyenin kamu harcamalarının temelini oluşturan kaynakların toplanmasını üstlenmiş bir birim olup, bu kaynakların toplanma ve aktarma işlemleri burada yapılmaktadır. Vergi dairesinin iş ve işlemleri ile uyguladığı mevzuat ve bunların değişikliklerinin sıkça ve karmaşık olması yanı sıra mükellef özelliklerinin de çeşitliliği uygulamada karşılaşılan genel sorunlardandır. Her belediyenin yapısal bir bütünlük arzetmemesi, her belediyenin yönetim anlayışından kaynaklı farklı uygulamalar da söz konusudur. Bazı belediye yönetimleri mükellefleri mağdur etmemek uğruna ve müşteri memnuniyetini sağlamaya yönelik olarak, bazı gelirlerin takibinde ve tahsilinde vergi idaresi birimine olumsuz tavır takınabilmektedir.          Vergi dairesinin şekillenmesine karar veren, Mali Hizmetler Müdürlüğüdür. Bu bazı hallerde belediye başkanının düşünceleri ve istekleri doğrultusunda da şekillenebilmektedir. Bu birimin şekillenmesinde, vergi idarelerinin günümüz gelişmelerine paralel olarak reorganizasyonu, vergi idaresinin hiyerarşik ve akış organizasyonuna önem vermelidir.Birimlerin uygulamalarında hiyerarşik ve akış organizasyonu bir bütün olmasına rağmen, vergi dairelerinde bu organizasyonun bütünlüğünün sağlanamadığı görülmektedir.

Üst yönetimle bağlantı kuracak, karar ve koordinasyondan sorumlu bir birim yetkilisi, fonksiyonlara göre bölüm birim yetkilisine yardımcı olacak bir görevlendirme, servis bazında ise alt yönetici konumunda bulunan şeflerden ve memurlardan oluşturulmasında yarar görülmektedir. Sadece bu görevlendirmeyle kalınmamalı, birim yetkilisinin ve diğer kamu görevlilerinin görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanmalı ve Mali Hizmetler Müdürlüğü Görev ve Çalışma Yönetmeliğinde yer almalıdır. Kamu yönetiminde kaliteli hizmet anlayışının odağında “önce insan” olgusu vardır. Özel işletmelerde geçerli olan müşteri kavramı, kamu yönetiminde de dikkate alınmaya başlanmıştır.

Bu anlamda mükellefin istek ve ihtiyaçları da dikkate alınarak, istenilen yer ve zamanda hizmetin sunumu temel hedef olmalıdır. Bu amaçla; Kredi kartıyla ödeme kolaylığı sağlama, yaşlı ve hasta mükelleflerin ayağına giderek vergi tahsilini sağlama, o beldede ki okullarda çeşitli etkinliklere katılarak veya organize ederek, çocukluk ve ergenlik aşamasında  hem belediye idaresini tanıtmak ve hem de verginin temel özellikleri ve  toplumsal yararının neler olduğunun anlatılması gibi çalışmalar söz konusu olabilir. Sadece vergi ödeme aylarında bez afiş veya diğer şekildeki pankartlarla mükellefi uyarma eylemiyle sınırlı kalınmamalıdır. İnsanın özünde vergi vermek konusunda her zaman olumsuz bir düşüncesi olduğu unutulmamalıdır. Vergi sosyolojisinde vergi mükellefi olmanın  “yolunacak kaz”  olarak değerlendirildiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Sunulacak hizmetlerde kaliteyi tespit etmek için bazı unsurları aramak gerekmektedir.Bu unsurlar şunlardır:

• Güvenilirlik: Hizmetin bir kerede ve doğru yapılmasıdır. Tek seferde ve doğru biçimde görevimizi tamamlamak ilk amacımız olmalıdır. Bu, kurumumuzun güvenilir imajının devam etmesini sağlayacaktır. Aksi takdirde kurumumuzun hizmeti aksattığı ya da tam anlamıyla yerine getiremediği düşüncesi, mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunu olumsuz yönde etkileyecektir.

• Heveslilik: Personelin hizmet vermeye her zaman hazır ve istekli olmasıdır. Hazır ve istekli olmayan personel tarafından hizmet zamanında ve doğru olarak verilemeyeceğinden hizmet verimli olmayacaktır. Kısaca belirtmek gerekirse hizmetin  zamanında bitirilmesi kaliteli hizmetin gereğidir.

• Yetenek: Personelin gerekli mesleki bilgi ve yeteneğe sahip olmasıdır. Vergi dairesi çalışanı, vergi mevzuatı ve mükellef hizmetleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığı takdirde mükellefin sorularını yeterince yanıtlayamayacaktır. Bu nedenle personelin sahip olduğu yeteneklerin, hizmet sunumunda değerlendirilmesi ve bunu açığa çıkarılması gerekmektedir.

• Ulaşılabilirlik: Mükellefin hizmetten kısa zamanda ve düşük bir maliyetle yararlanabilmesini ifade eder. Mükelleflerin vergi dairelerine kolayca ulaşmasının yanı sıra; gelişen teknolojiden yararlanarak vergiyle ilgili kaynaklara internetle, telefonla ve faksla ulaşıp vergi dairesine gelmeden gerekli bilgilere ulaşması yada işlemini yapabilmesidir.

• Nezaket: Personelin, mükelleflere karşı kibar ve saygılı olmasıdır.Mükelleflerle ilişkilerde nezaket kurallarına uygun davranılması kaliteli hizmetin gereğidir.

• İletişim: Mükelleflere vergi hizmeti hakkında, onun anlayabileceği düzeyde bilgi verilmesidir. Yapılan hizmetin, verilen bilginin mükellef tarafından, anlaşılabilir açıklıkta olması ve personelin bunu mükellefe sağlayacak tutum ve davranışlar içerisinde olmasıdır.

• İnanılırlık: Personelin hizmet verirken mükellefe samimi bir tavırla yaklaşıp kurumun yarattığı imaj ve kendisinin kişisel beceri ve yetenekleri ile kuruma olan inancı güçlendirmesidir.Kurum imajı ve personelin kişisel özellikleri inanılırlığı artıran faktörler olması nedeniyle personelin bu yönünün geliştirmesi gereklidir.

• Güvenlik: Verilen hizmetin tehlike, risk ve şüpheden uzak olmasıdır. Bu durum gizliliği de kapsamaktadır. Vergi mahremiyeti mükellef bilgilerinin gizli olmasını ve üçüncü kişilerin menfaatine kullanılmamasını öngörür. Vergi hizmetini yerine getirirken çalışanların mükellefin temel haklarından olan vergi mahremiyetini gözetmek zorundadırlar.

• Mükellefi Anlama/Tanıma: Mükellefe özel ilgi gösterilmesi,ismi ile çağırılması, mükellef açısından onur verici bir davranış olarak değerlendirilir. Bu sayede daha iyi iletişim kurulması sağlanacaktır. Ayrıca mükellefe yönelik “Sizin için ne yapabilirim?” gibi olumlu sorular mükellefi anlamayı ve beklentisini öğrenmeyi kolaylaştıracaktır.

• Hizmet Ortamı: Hizmetin verildiği ortamın fiziksel özellikleri,personelin dış görünüşü, kullanılan araç ve gereçler ve bunların teknolojik gelişmelere uygunluğu da hizmet kalitesini etkilemekte ve mükelleflerin karşı olumlu düşünceleri ve inancı artmaktadır.

Özetle; tüm bu unsurların tamamının var olduğu bir hizmeti “kaliteli hizmet” olarak tanımlamak mümkündür.

 MÜKELLEF HİZMETLERİ KAVRAMI

               Yönetim anlayışının değişmesiyle birlikte özellikle özel sektörde ortaya çıkan yenilikler, üretim ve pazarlama süreçlerini de etkileyerek müşteri odaklı bir tarzın doğmasına neden olmuştur.Bu yenilik müşterinin üretim sürecinin merkezine yerleşmesini ve karar birimlerinden biri haline gelmesini sağlamıştır. Günümüzde modern devletler, devlet eliyle yürütülen faaliyetlerinde özel sektörün başarı ile kullandığı yönetim model yada tekniklerini kullanmakta ve başarılı sonuçlar almaktadırlar. Ülkemizde özel sektörde uygulanan başarılı çalışmaların kamu yönetiminde ve yerel yönetimlerde de uygulaması beklenmektedir.

                Daha kaliteli hizmet sunmak amacıyla yeniden yapılanacak gelir biriminin mükelleflerini artık müşteri gibi algılamak zorundadır. Müşteri ilişkileri kavramının belediyede yansıması “mükellef hizmetleri” dir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken, müşteri ile mükellef arasındaki bir takım farklılıkların bulunmasıdır. Müşterinin herhangi bir mal veya hizmeti satın alıp almama, satın alacağı yeri ve zamanı seçme konusunda  bir takım özgürlükleri vardır. Ayrıca bu durum mal ve hizmet üreticileri için de geçerlidir. Oysa ki mükellefler için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü ülkemizde yerel bazda verilen yetkiler ve yasalarla düzenlenen bazı vergileri toplama görevi, Belediye Başkanlıklarına verilmiştir.

Vergi Usul Kanunu’nun 8. maddesine göre mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu doğan gerçek veya tüzel kişidir. Mükellefler açısından vergi yükümlülüklerini yerine getirme ve vergi hizmetlerini sunma konusunda belediye  dışında başka bir seçenek bulunmamaktadır. Bu durum her iki taraf için de kanunlarda belirtilen bir zorunluluktur. Örneğin emlak vergisi mükelleflerin vergiyi hangi belediyeye ödeyecekleri önceden bellidir. Böyle olunca mükelleflerin ve çalışanların yüksek kalitede hizmete layık olduğu inancındayız. Bu anlayışa göre bankonun bu tarafında çalışan personel ile diğer taraftaki mükellef arasında hiçbir farklılık yoktur. Personelin mükellefe hizmet sunan kamu görevlisi olmasının yanı sıra kendisi de bir vatandaştır ve aslında kaliteli hizmet ürettiği kişi de kendisidir. Diğer taraftan hizmet talep eden mükelleflere en iyi hizmeti sunmak yasal bir görevdir.

Kaliteli hizmet ile mükelleflerin daha fazla bilinçlenmesi sağlanmalı, ödevlerini gönüllü yerine getirmeleri teşvik edilmeli ve bu durum belediye  gelirlerinin artmasına kamu hizmetlerinin  sağlam ve yeterli kaynaklarla finanse edilmesini temin etmelidir. Kaliteli hizmet sunmak belediye yönetiminin ve gelir idaresi biriminin  personelinin öncelikle topluma karşı sorumluluğudur.

O halde hiyerarşik organizasyona vergi daireleri için karar verme oluşumu diyebiliriz. Şöyle ki; yönetici konumunda olan müdürün öngörülen belli hedeflere ulaşabilmesi yani, tahakkuk ve tahsilat oranlarını yükseltmesi, hizmetlerin, ekonomik, süratli ve kaliteli şekilde yürütülmesi için bazı temel yönetim fonksiyonlarını yerine getirmesi beklenir. Bu görevlerin en önemlisi kuşkusuz karar alma olayıdır. Üst düzey yönetici sevk ve idare eden, karar alan kişidir. Çünkü, özellikle kamu hizmet sektöründe yönetim birden fazla çözüm yolunun bulunduğu bir ortamda ve var olan bilgilerin yardımıyla tüm alternatiflerin en doğrusunun seçilmesine bağlı bulunmaktadır.

En doğru alternatif ise, stratejik yönetimsel kararlar alınması, sağlıklı bilgilerin derlenmesi ve bilimsel olarak yönetim destek tekniklerinin kullanılması ile görev tanımının tam olarak belirlenip tanımlanmaması vb. hususlar belirlenebilir.

Organizasyon teknikleri açısından bakıldığında, bir vergi dairesinde günlük işlemlere yönelik faaliyetleri yürütmek üzere alınan kararlar önceden programlanmış kararlardır. Bu tür kararlar, yani neyin nasıl yapılacağı vergi dairesi için hazırlanacak işlem/işlemler yönergelerinde belli kurallara dayandırılmalıdır.

Bu tür görevlerin, kararların vergi dairesi yönetim piramidinin tabanındaki alt ve orta düzey yöneticiler tarafından verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu tür görevler özde görevli memurlarca yapıldığından şefler ve birim yetkilisi/müdür yardımcılarınca bu görevlerin, daha düzgün ve çabuk sonuçlandırılmasının ötesinde bir fonksiyon ifade etmemektedir.

Vergi dairelerinde bir de çözümü belli yöntemlere dayanmayan, bir defaya mahsus, kendine özgü, karmaşık yapılı, olaya bağlı, risk ve sorumluluk unsuru taşıyan, birden fazla servis veya bölümü ilgilendiren, koordinasyon ve karar verilmesi gereken görevler vardır. Bu görevler önceden kurallara bağlanmamış, yapısal olmayan yani önceden programlanmamış görevlerdir. Bu görevlerin kararları ise üst yönetici olan vergi dairesi yöneticisi tarafından verilir yada bu görevlere ilişkin esasların belirlenmesi için konunun, bir üst makama iletilmesi ve paylaşılması gerekir.

Önceden programlanmamış bu görevlerin üst birimlere iletilmesi çaresiz kalma durumlarında başvurulması gerekli olmasına rağmen, bu tür olaylar meydana geldiğinde bunların çoğu üst birimlere intikal ettirilmektedir. Dolayısıyla da, vergi dairelerinde işlerin yavaşlamasına, birikmesine neden olmaktadır. Örneğin 6552 sayılı Kanun gereğince mükelleflerle olan ilişkilerde önceden düşünülmeyen veya mükellefin özel durumu nedeniyle doğan bir işlem başvurusunda izlenecek yol ve yöntem karşısında sıkıntı yaşanması v.b.gibi.

Aynı şekilde vergi dairelerinin bugünkü yönetiminin her kademesinde (alt, orta, üst yönetim) yürütülen iş ve işlemlerde risk ve sorumluluk unsuru ağır bastığından her kademede bir üst yönetime iletmekte böylelikle de önceden programlanmış iş ve işlemler üst yönetimde toplandığında  tüm işlerin bir merkezde düğümlendiği görülmektedir.Bunun sonucunda ise alt, orta ve üst yönetim kademelerinin en aza  indirgenmesi ile sorunun çözümü kolaylaşacaktır.

Belediyelerin Mali Hizmetler Müdürlüğü Görev, Yetki ve Sorumluluklarına ilişkin olarak düzenledikleri Yönetmeliklerinde, üst yönetici olan müdürün görev yetki ve sorumlulukları arasında sayılanlar, belli kurallara dayandırılmış ve planlanmış işlemlerin karar ve yürütme yetkisinin alt ve orta yönetici durumundaki müdür yardımcıları ve şeflere kademeli olarak dağıtılmasına imkan sağlayan  düzenlemelerin bulunması halinde  müdür; üst yönetimin gereği olan;

1- Koordinasyon görevini ifa etmesi, memur, şef ve birim sorumlusu arasındaki ilişkiyi izlemesi ve geliştirmesi, kendi görüş ve deneyimlerini diğer kadrolara aktarması, buna göre karar alması,

2- Kendisi ile birim sorumlusu ve şefler hatta memurlar arasında sabit ve katı engelleri kaldırarak, bu kişiler ile yakınlık ve iyi bir diyalog kurması ile karar verme sürecinin o denli hızlandırması ve kararın sağlıklı olma oranının yükseltmesi,

3- Engellerin ortadan kalkması ile vergi dairesi sorunlarını çözmede alacağı destek sayesinde yeteneklerini arttırması, dolayısıyla bu yeteneklerini alt yönetime yansıtması daha sonra ortaya çıkmadan sorunların ortadan kalkması, telafisi mümkün olmayan safhaya gelmeden olası sonuçlara göre senaryolar biçiminde görmesi,

4- Olaya münhasır olarak alınan karara ilave kararların alınması sürecinin hem kısıtlanması hem rahatlatılması,

fonksiyonlarına sahip olabilecektir.

Vergi dairelerinin, kendilerinden beklenilen hedefe ulaşabilmesi, modern yönetim fonksiyonlarının uygulandığı, süratli, ekonomik, kaliteli, etkin yani, yüksek performansla çalışmasına, örgütlenmesine, öngörülen yönetim kademelerinin görev, yetki ve sorumluluklarının net olarak tanımlanmasına ve fiilen uygulanmasına bağlı bulunmaktadır.

Vergi Dairesi sorumlusunun/yöneticisinin, yönetim sürecinde etkili olamamasının nedenlerinden biriside, 5393 sayılı Belediye Kanununun öngördüğü hususların yerine getirilememiş olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. 5393 sayılı Kanunun 38/b maddesiyle belediye başkanına verilen görevler arasında; “belediye faaliyetlerinin ve personelinin performans ölçütlerini hazırlamak ve uygulamak, izlemek ve değerlendirmek, bunlarla ilgili raporları meclise sunmak”,

yine anılan Kanunun Denetimin amacı başlıklı 54.maddesinde; “Belediyelerin denetimi; faaliyet ve işlemlerde hataların önlenmesine yardımcı olmak, çalışanların ve belediye teşkilâtının gelişmesine, yönetim ve kontrol sistemlerinin geçerli, güvenilir ve tutarlı duruma gelmesine rehberlik etmek amacıyla; hizmetlerin   süreç   ve   sonuçlarını   mevzuata,  önceden   belirlenmiş    amaç  ve   hedeflere, performans ölçütlerine ve kalite standartlarına göre tarafsız olarak analiz etmek” hususunda standartların ve kriterlerin belirlenmiş olmamasındandır. Bu konuda ne belediye faaliyetlerinin/hizmetlerinin kriterleri belirlenmiş ve ne de personelin performans kriterleri belirlenmemiştir. Ancak kriterleri belirleyen veya yapma gayreti içinde olan belediyelerin olduğundan da şüphe bulunmamaktadır.

Diğer taraftan İçişleri veya Maliye Bakanlığınca da belirlenmiş kriterler de bulunmamaktadır. Belediyelerde dış denetim yapan Sayıştay’ın da kendi denetim elemanlarınca denetimlerde yararlanacağı ve hazırladığı kriterler mevcut ise de belediyelerin sundukları hizmet standartlarına ve faaliyetlerine ilişkin  genel ölçütler/kriterler belirlenmiş değildir. Genel kabul gören bir anlayış, bütçenin gelir ve  gider bazında %70 ve üstü oranında gerçekleşmesi durumunda başarılı sayılmaktadır.

Kişisel olarak örneklemek gerekirse, yönetim sürecinin en yaygın biçimi olarak, vergi dairesi yönetim süreci;

– Ana hedeflerin saptanması,

– Yardımcı hedeflerin saptanması,

– İş ve zaman planlamasının yapılması,

– Bölüm ve servislerin örgütlenmesi,

– Uygulama,

– Değerlendirme,

– Koordinasyon,

– Kontrol (Teftiş) olarak belirlenebilir.

Vergi Dairesi yöneticisi, bu yönetim sürecini çok sınırlı olmak şartıyla düzeltme yetkisine sahip bulunmaktadır. Çünkü, ilgili ve yetkili birimler bu yönetim süreçlerine ilişkin ne bir kriter ne de aksiyonlar geliştirmişlerdir. (alt makamların risk, sorumluluk ve becerilerinden üst yönetime iletmesi v.b. konularda yoğunlaşmış olduğu da dikkate alınmalıdır.) Dolayısıyla bu durum vergi dairesi yöneticisinin/sorumlusunun  inisiyatifine bırakılmıştır. Örneğin, çoğu iş ve işlemlerin hangi sürede yapılması gerektiği belirtilmemiş olup, kriter olarak hep zamanaşımı süresi olan 5 yıl esas alınmaktadır. Böyle bir yönetim sürecinde meydana gelen olumsuzlukların çözümünü tam olarak vergi dairesi yönetiminde aramak mümkün bulunmamaktadır.

Tabi bu yönetim sürecini etkileyen dış etkenlerin ve yönetim kaynaklarının da modern yönetim fonksiyonlarına uygun olarak sağlandığı söylenemez. Çünkü; yönetim sürecinin sağlıklı, etkin ve verimli şekilde işlemesi vergi dairesinin ihtiyaç duyduğu yönetim kaynaklarından;

– O hizmet için gereken zaman ve yerde, gerekli nitelik ve nicelikte personelin,

– İhtiyaç duyulan maddi imkanların,

– Sağlıklı ve yeterli hizmet binası, makine araç gerek, kırtasiyenin,

-Dökümantasyonların, (kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, tebliğ, genelge vb.) sağlanmasına bağlıdır. Maalesef çoğu belediyede vergi dairelerimizin bu tür kaynak ihtiyaçlarının da zamanında ve tam olarak sağlandığı söylenemez.

Bu çerçevede vergi dairelerinin reorganizasyonu hem hiyerarşik hem de akış organizasyonu açısından ele alınmalıdır. Çünkü, tek başına her ikisi de vergi dairesi sorunlarının çözülmesinde yeterli olmayacaktır.

Şöyle ki; bir görevin yapılmasında, bu görevi “kim yapar?”, “neye dayanarak yapılır?” sorularının cevabı hiyerarşik organizasyonunda; “nasıl yapılır?” sorusunun cevabını ise akış organizasyonunda bulmak mümkündür.

Bu çerçevede bir vergi dairesinin görevinin fonksiyonları hiyerarşik ve akış organizasyonuna göre;

– Görev yapısının analizi,

– Göreve dair iş ve işlemlerin sevk ve idaresi,

– Yürütülmesi,

– Görev esnasında gözetim yoluyla denetimi (alt, orta ve üst yöneticilere)

– Görev bittikten sonra denetimi (denetim birimlerince ) olarak gruplandırılabilir.

Bu görevin devamı ve sık olmasına (önceden planlanmış olmasına), duruma göre belirlenmesine ve belirsizliğine göre de bu fonksiyonların yapılış, yönetim ve denetimi değişeceği tabiidir.

Bu duruma göre; vergi dairelerinin hiyerarşik organizasyon ve akış organizasyonuna ilişkin mevcut yapısının organizasyon teknikleri ile uyumsuzlukları incelenmek üzere hiyerarşik ve akış organizasyonu ayrı ayrı ele almak gerekir.

Aşağıda hiyerarşik ve akış organizasyonu ve vergi dairesinin verimliliğini etkileyen diğer faktörler sırayla açıklanmıştır;

– Hiyerarşik organizasyon,

– Akış organizasyonu,

– Diğer faktörler,

A- VERGİ DAİRESİNİN HİYERARŞİK ORGANİZASYONU

Vergi idaresinin aynası, idarenin uç birimi olan vergi dairelerinin, yukarıda da belirtildiği gibi hiyerarşik organizasyonunun, akış organizasyonu ile bütünleşmesi bir zorunluluk olup, kendilerine verilen görevlerin amaçlara uygun ve aksamadan yerine getirilmesi hiyerarşik yapılarına uyumuna bağlı bulunmaktadır.

Bunun için vergi dairesi örgüt yapısının organizasyon tekniği açısından belirlenmesinde; vergi dairesinin, idarenin bütünü içindeki yerinin iyi bilinmesi vergi idaresinin tamamını göz önünde tutarak bütünlüğünün bozulmaması ve örgütlendirme de planlamayı, koordinasyonu ve denetimi kolaylaştırıcı olması esastır.

Bu esaslara göre;

1- Yeni oluşturulacak vergi dairesi örgütün yapısının kurulmasında veya mevcut örgüt yapısının yenilenmesinde veya mevcut vergi dairelerinin örgüt yapısının değiştirilmesinden önce vergi dairesi görevinin detaylı analizinin yapılması gereklidir.

– Yapılacak işlerin belirlenmesi ve gruplandırılması,

– Yapılan gruplamaya göre bu işleri yapacak birimlerin yürüteceklerin belirlenmesi,

– Sorumlulukların belirlenmesi,

– Yetkilerin dağıtılması,

– Koordinasyonun (sevk ve idarenin) esaslarının belirlenmesi, gibi,

2- Dış etkenlerin dikkate alınması,

3- Oluşturulacak örgüt yapısında yer alacak bölüm ve birimlerin, hedef, görev, sorumluluk ve yetkilerinin açık, kesin ve yazılı olarak belirlenmesi,

4- Oluşturulan örgüt yapısının kişisel kararlardan en az etkilenecek şekilde planlanması,

5- Emir kumanda zincirinin, göreve uygun olarak yetki dağılımına göre yapılması,

6- Etkin bir koordinasyon sisteminin kurulması,

7- Denetim yapısı kurulması, ancak baskı unsuru olmasının mutlaka önlenmesi,

8- İmkanlar ölçüsünde örgüt yapısının basit tutulması,

9- Personel sayısı standardının sağlanması ve yanlış personel kullanımına imkan verilmemesi,

10- Birim ve unvan standartları oluşturulması,

11- Örgütün sürekli olarak etüt edilmesi,

Gerekmektedir. Çünkü, çok önceki yıllarda öngörülen örgüt yapısının günümüz ihtiyaçlarına cevap vermesi düşünülemez. Oysa mevcut vergi dairelerinin hiyerarşik organizasyonunda bu ilkelerin varlığından söz etmek imkanı bulunmamaktadır.

B – VERGİ DAİRESİNİN İŞ AKIŞ ORGANİZASYONU

Vergi dairelerindeki iş akışı, vergi dairelerinin iş ve işlemlerinin zamanında ve doğru olarak yapılması bakımından çok önemlidir. Vergi daireleri görevleri itibariyle değişik karakterde ve değişik kültür seviyesinde mükelleflere; aynı şekilde, değişik karakter ve değişik kültür seviyesinde bulunan memurlarla hizmet etmektedir. Bu da kamu hizmetinin tabi sonucudur. Önemli olan uyumlu ve huzurlu bir çalışma ortamı yaratılması ve idare mükellef ilişkilerinde sağlıklı bir yapının oluşturulmasıdır.

Bu yapının oluşturulması da, vergi daireleri iş ve işlemlerinin görev basamaklandırılmasının ve iş akışının iyi yapılması ve uygun iş tekniklerinin seçilmesi ile çalışanların başarı ve eğitim düzeylerine uygun görevlerde çalıştırılmasına bağlı bulunmaktadır.

Vergi dairelerinin iş akış organizasyonu açısından en büyük problemi, iş basitleştirme tekniklerinin ve teşviklerinin uygulanmamasıdır. Uygulamamasının sonucu olarak da;

– Vergi daireleri verimli, etkili ve ekonomik olarak çalışamamakta,

– Belli standartlar geliştirilmediğinden uygulama birliği sağlanamamakta,

– İşlemlerin miktarca çok olması, işlemlerin zamanında yapılmasını engellemekte, yapılanlarda ise hata oranını artırmakta, hataların düzeltilmesi için gereğinden fazla zaman harcanmaktadır.

– Dolayısıyla işlem maliyetinin artmasına ve kırtasiyeciliği boğulmasına neden olmaktadır.

Bunun için vergi dairesi işlemlerinin ıslah edilmesi ve verimliliğin artırılması amacıyla yeni iş sisteminde “ne”, “niçin”, “nerede”, “ne zaman”, “kim” ve “nasıl” sorularına cevap aranarak, mevcut problemlerin giderilmesinin esas alınması gerekmektedir. Bu şekilde geliştirilen iş sistemi dikkatle uygulanır ve işlerlik sağlanırsa, işlerin basitleştirilmesi ve süratlendirilmesi, kırtasiyeciliğin azaltılması, bunun neticesi olarak da iş veriminin artırılması sağlanabilecektir.

Bu çerçevede, vergi dairesinde görevli her kademedeki personele görev tanımı yapılmalıdır. Her görevli yaptığı işi mevzuat ve iş akışı çerçevesinde değerlendirebilmelidir. Tam otomasyon, görev tanımı, sorumluluk verilmesi halinde İş = Personel belirlenebilecek ve hizmet tam olacak, fazla personel başka yönlere sevk edilebilecektir. Bu şekilde yeni iş akış sisteminin belirlenmesinde, akış organizasyonu teknikleri uygulanarak vergi dairesi iş ve işlemlerine ait akış organizasyonunu;

– Vergi dairelerinin görev sahası ve bu görev sahasında yapması gereken işlerin belirlenmesi,

– Belirlenen işlemlerin basamaklarına ilişkin ayrıntıların organizasyon teknikleri ile tespit edilmesi,

– Belirlenen işlere ait mevcut problemlerin meydana çıkarılarak analiz ve sentezlerinin yapılması, en doğru çözüm yollarının araştırılması,

– Karar verilen çözüm yoluna uygun bir iş akış sistemi geliştirilmesi,şeklinde  basamaklandırabilir.

Vergi dairelerinin iş akışına tesir eden ve verimliliğin azalmasına sebep olan diğer olumsuz faktörler ise;

1- Görevin yapılış safhasına göre her kademedeki yönetici ve karar alma sürecine katılma fırsatının tanınmamasına,

2- Memur, şef ve yetkiliye/sorumluya devredilecek yetkilerin, esasların ve kriterlerin net olarak tanımlanmaması ve yetki devrinin müdürün inisiyatifinden çıkarılmaması,

3- İş akışında ve organizasyon yapısında zaman, planlama ve personel hesabına gereken önemin verilmemesi,

4- Memurlar, şefler, müdür yardımcıları ve müdür arasında; vergi dairesi ile Defterdarlık ve Defterdarlık ile Bakanlık arasında iyi bir haberleşme sistemi kurulamaması ve işletilememesi,olarak sayabiliriz.

Bu saydıklarımızdan başka iş akışını olumsuz olarak etkileyen moral bozucu ve çalışma şevkini kırıcı pek çok sebep saymak mümkündür. Ancak, göz ardı edilmemesi gereken tek husus, vergi dairelerinde personelin verimli şekilde çalıştırılmasının yönetimle yakından ilgili olduğudur.

C – VERİMLİLİĞİ ETKİLEYEN DİĞER FAKTÖRLER

1- Çalışma Huzurunun Sağlanması ve Revizyon;

Vergi dairelerinde işlem sayısının hızla artması ve buna bağlı olarak da iş yoğunluğunun çok fazlalığı, iş basitleştirme tekniği ile tespit edilen eski iş düzeni yerine, yeni iş düzeni geliştirmek sabır ve azim gerektirmektedir. Bu itibarla, kullanılacak modern teknikle birlikte insanın emeğinin daha verimli hale getirecek metotlar işletilmesi ve uygulamasının sağlanması gerekmektedir.

Vergi dairelerinin en önemli problemlerinden biride işin ehline verilmemesi, aşırı inisiyatif tanıyan bir yapıda olması ile ayrı eğitim düzeyindeki ve farklı başarı düzeyindeki personelin aynı görevde çalıştırılması, kıdeme değer verilmemesi ve sağlıklı statü ve görev değiştirme kriterlerinin oluşturulmaması olarak sayabiliriz.

Bunların sonucu olarak da vergi dairesi personelinde arzu edilen çalışma heyecanı ve isteği olumsuz yönde etkilenmektedir. Bir anlamda da personel ne için çalıştığını ve gerçekleştirmek istediği amacını bilmeden, bozuk bir moralle çalışmaktadır. Çünkü, çok çalışan çok hata yapar mantığı ile çalışmasının sonucunda hiçbir zaman takdir taltif ve ödül metodunun uygulanmayacağını ancak bu çalışması karşılığında yaptığı hatalardan dolayı kesin ceza göreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da moral düzeyi düşük bir vergi dairesi personelinin doğmasına neden olabilmektedir.

Vergi daireleri için şu husus unutulmamalıdır ki, vergi dairesi personelinin yüksek moral her şeyden önce mükellef memur ilişkilerinde olumlu etki yapar. Bunun için vergi dairesi personelinde arzu edilen şekilde çalışma heyecanı ve isteği uyandırmak amacıyla bazı teşvik unsurların uygulamaya konulması gerekmektedir.

Vergilendirme şeklinin ve tekniğinin değişmesi ve gelişmesi nedeniyle mevzuatta ek ve  değişiklikler yapıldığı bir gerçektir. Bu değişikliklerin okunması, anlaşılması, anlatılması ve uygulanması gereken zor bir noktaya gelmektedir. Bu değişiklikleri günlük olarak uygulamasında ise, fiilen mümkün olamamaktadır.

Mevzuat gereği kendi yapması gereken işler yanında, farklı işlemleri de yapan personel ise, diğer kamu kurumlarından farklı olarak görülmemektedir. Halbuki hizmet üretimini kaliteli bir hale getirmenin ve artırmanın bir özelliği ise üretimi yapacak personelin motive edilmesi, maddi ve manevi yönden tatmin edilerek başarılı bir hale getirilmesi gerekir.

Her halükarda, üretilecek malın kalitesi kaliteli insanlarla yapılır. Önce o insana önem verilir. Zira, bir binayı yaparken demir, çimento, kum vb. inşaat malzemesi gerekiyorsa inşaatın vücuda getirilmesi yine bir usta tarafından yapılmaktadır. Nasıl kaliteli malzeme, kaliteli bir usta ile güzel, sağlam bir bina meydana getirilebilir, bunlardan birinin eksik olması halinde ise aksı olursa, bu kadar süratle değişen vergi mevzuatını uygulayacak insanlarında ekonomik, sosyal yönlerden geliştirilmeye çalışılmalıdır.

2- Vergi Dairelerinin Denetlenmesi

Burada özellikle tanımlanan görev ve yetkilerin fiilen uygulanmasında, vergi dairelerinin teftişine(iç denetim) yetkili denetim elemanlarının/iç denetçilerin yaklaşımı da büyük önem arz etmektedir. Çünkü, yönetim kadrolarının (üst,orta ve alt) kendilerine verilen veya devredilen yetkilerini de denetim korku ve baskısı nedeniyle tam olarak kullandıkları söylenemez. Bu baskı ve korku sonucu görev ve yetkiler kullanılmayarak hep bir üst yönetime devredilmeye çalışılmakta, bu da iş ve işlemlerin planlanan şekil ve sürelerde yapılmasını engellemekle yığılmalara neden olmaktadır.

Bu nedenle, vergi dairelerinde yapılacak denetimlerde, performans, iş üretimi, çalışanların ve işlerin yönlendirilmesi şeklinde yapılması gerekmektedir.

3- Ekonomik İyileştirme ve Personelin Ek Harcamaları

Memurların hayat seviyesi, yaşaması, temiz giyinmesi ve moral gücü, idare-mükellef ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Bunlar da memurun ekonomik ihtiyacının karşılanması ile mümkündür. Oysa bu kadar yoğun iş yüküne rağmen emsali kurumlara göre yeterli maaş aldıkları ve aldıkları maaşlar ile ekonomik ihtiyaçlarını karşıladıkları söylenemez.

Öte yandan, mükelleflerce sürekli yüz yüze olan onları karşılayan ve ağırlayan vergi dairelerine temsil ve ağırlama giderlerini karşılama imkanı sağlanmalıdır. Bu hem personeli motive edecek hem de mükellefler nezdinde itibari yüksek olması sağlanacaktır.

4- İlerleme (Yükselme) Kriterleri ve Personelin Özlük Hakları ve Eğitimi

Vergi dairesi personelinin verimini ve etkinliğini düşüren en önemli nedenlerden biri de, hiç kuşkusuz personel özlük haklarının kariyer sisteminin üzerine kurulmamış olmasıdır. Mevcut sistemde memuru en çok meşgul eden konuların başında terfi meselesi gelmektedir. Terfi sisteminin belli kriterlere dayandırılmış olması (Görevde Yükselme Yönetmeliği Esaslarına göre sınav zorunluluğu, idarenin belli kadrolara atama yapmamak için boş kadro bildiriminde bulunmaması v.b.gibi.) yanı sıra  görevlendirmelerde  liyakat esasına uygun yapılmaması pek çok memurun umutsuzluğa kapılmasına ve yetişmiş personelin erozyonuna sebep olabilmektedir.

5- Çalışma Ortamının Uygun Hale Getirilmesi

Vergi dairelerinin çalışma ortamları iş yoğunluğu ölçülmeden, iş akışı gibi araştırmalar yapılmadan veya yapılan araştırmalar dikkate alınmadan belirlenmektedir.

Mevcut işlemlerin yoğun şekilde artmasına rağmen, iş yoğunluğu hiç dikkate alınmadan ilave olarak yeni işler yüklemektedir. Bu artış oranı memurun çalışma temposunu aşmaktadır. Bu konuda personele yönelik hiçbir kriter geliştirilmemiştir.

Bazı Vergi Daireleri hizmet binaları mevcut iş yoğunluğunu karşılayamaz durumdadır. Bu nedenle yapılan yerleşim planları da ihtiyaca cevap verememektedir.

Bu nedenle hizmet binalarının hızla artan iş yoğunluğu karşısında kısa sürede cevap verilemez duruma gelmektedir.

6 -Vergi Dairesi Yöneticilerince Belirli Zamanlarda Hazırlanacak Raporlar

Vergi dairesi yönetimi, bölümlerin ve servislerin iş ve işlemlerinin ne aşamada olduğunu belirlemek, daha sonraki günlere ışık tutulması, aksaklıkların giderilmesi, üst makamların değerlendirmelerine sunulmak üzere, belirli periyotlar da faaliyet raporları düzenlemelidirler. Bu sayede işlerin hangi sürede kaç personel ile yapılabileceği daha rahat bir şekilde ortaya konulabilecek, iş durumu ve hedefler saptanacaktır.

Vergi dairesi üst yönetimi başkanlığında, faaliyet raporu ve personelden gelen öneriler doğrultusunda, daire iş ve işlemler ve aksaklıkların çözümü ile ilgili ayda en az bir defa toplantı düzenlenmelidir. Toplantıda ortaya çıkan aksaklıklar not edilerek Dairede çözülebilecekler daire yöneticisinin başkanlığında görevlendireceği ekiplerle yapılması, dairede çözümlenemeyeceklerin ise Belediye başkanlığına  aktarılması sağlanmalıdır.

SONUÇ ve DÜŞÜNCELER

1- Vergi Dairesi hiyerarşik organizasyonu ile vergi dairesi iş akış organizasyonu arasında uygunluk sağlanmalı, servisler yeniden örgütlenmelidir.

2- Vergi dairesi personelinin güven duygularını artırmak ve moralini yükseltmek için uygulanabilecek bazı teşvik unsurları aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.

– Mali avantajlar sağlamak,

– Çalışma mahallerini ve şartlarını iyileştirmek,

– Taktir ve terfi mekanizmasını çalıştırmak

– Yetki ve sorumluluğu artırmak,

– Gelişme fırsatı vermek,

– Eğitim imkanı sağlamak,

– Prestijini artırmak,

– Başarılı yönetici ve memurları ödüllendirmek,

– Sosyal imkanlar sağlamak,

Örneğin; idare-personel ilişkilerinin geliştirilmesi ve personelin idareye bakış açısından olumlu hale getirmek, emekli olanlara jübile düzenlemek, emeklilik, terfi gibi durumlarda törenler yaparak çalışanları mutlu etmek/motivasyonlarını yükseltmek.

3- Vergi dairesi iş ve işlemlerinin modern yönetimin unsurları olan, planlama, organize etme, yürütme, işbirliği yapma, öneride bulunma ve kontrol etme işlevlerinin aşağıda belirtilen şekilde yerine getirilmesini sağlayacak hiyerarşik ve akış organizasyonu kurulmalıdır.

a) Planlama: İşlerin belli bir plan dahilinde yapılması için kısa ve uzun dönemli iş planları yapmak veya yaptırmak.

b) Organize etmek: Planlanan işlerin gerekli hızla ve doğru olarak sonuçlandırmak için temek fonksiyonların yerine getirilmesi ile ilgili talimatları hazırlamak ve belirlenen esaslara uygun yürütülmesini sağlamak.

c) İşleri yürütmek: İşlerin planlanan sürede, yasalara ve talimatlara uygun olarak yapılmasını sağlamak.

d) İşbirliği yapmak: Diğer kamu kurum ve kuruluşları (tapu müdürlüğü, nüfus müdürlüğü, Maliye Bakanlığına bağlı mal müdürlükleri ve vergi dairesi v.b.gibi.) ile sıkı bir işbirliğinin sağlanması,

e) Öneride bulunmak: Vergi daireleri iş yükü azaltılması veya hızlandırılması, işlemler konusundaki önerilerin sözlü ve yazılı olarak üst yönetime bildirilmesi,

f) Kontrol etmek: Vergi dairesi çalışmalarını kontrol etmek ve ettirmek sonuçların alınmasını takip ederek değerlendirmek.

4- Vergi dairesi iş ve işlemlerinin hızlandırılması için çalışma grupları oluşturulması, çalışma grubunda göreve uygun nitelikte eleman çalıştırılması ve grup elemanlarının görev, yetki ve sorumluluklarının açık ve kesin olarak belirlenmesi gereklidir.

Bütün bunların sonucu olarak vatandaşların anayasal ödevlerinin gereği olarak gelirlerinin  belli bir miktarını vergi olarak ödeme görevlerini pratik, etkili, rahat, verimli ve en az maliyetle yerine getirmelerini sağlamakla sorumlu tek kamu idaresi olan belediye idaresinin uç birimi olan vergi dairelerinin son derece dikkatli oluşturulması ve yönetilmesi Belediye Başkanlıklarının en önemli görevleri arasında olmalıdır.

 

 

KAMU ALACAKLARI

Mar06
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

KAMU ALACAKLARI

GİRİŞ

Tarihi gelişim süreci içinde insanoğlu, müşterek ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla toplumun en üst kurumu olan devlete çeşitli görevler yüklenmiştir. Toplumların ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerine paralel olarak devlete yüklenen görevlerde ve devlet anlayışında ciddi değişiklikler meydana gelmiştir. Liberal devlet anlayışı, devlete sadece savunma, adalet ve iç düzeni sağlama görevlerini yükleyip, ekonomik hayata müdahalesini gereksiz ve hatta ekonominin doğal kanunlarını bozucu olduğunu savunmuştur. Müdahaleci ve sosyal devlet anlayışı ise, devletin sosyal barışı ve adaleti sağlamak amacıyla ekonomik ve sosyal hayata aktif müdahalesini gerekli görmüştür. Günümüzdeki iktisat politikalarının ve rasyonel devlet anlayışının ekonomik ve sosyal hayata hakim olması ile birlikte devletin asli fonksiyonlarına dönmesi savunulmuş ve görevlerinde önemli kısıtlamalara gidilmiştir.

Vergi, kamu hizmetlerini üretilerek topluma sunulabilmesi için yapılması gereken kamu harcamalarının temel kaynağını oluşturmaktadır. Vergi alacağının normal yollarla tahsili gerçekleşmediğinde kamusal zora başvurulması kaçınılmaz olur. Bu nedenle, kamu icra hukuku çerçevesinde, vergi alacağının güvenliğini sağlayıcı kurumlara ve gerektiğinde bu alacağın kamu gücünün kullanılması yolu ile cebren takip ve tahsiline ilişkin kurallara yer verilmiştir. Türkiye’de kamu icra hukukunun temel kaynağı 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’dur.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, kamu alacaklarının yükümlülerce gerek isteyerek gerek zorla ödenmesi usullerini düzenleyen kanundur. Devlet, kamu gücüne dayanan ve kendisine ait olan bir alacağın tahsiline yönelir.

KAMU ALACAKLARININ ÖNEMİ

Yirminci yüzyılda devlet anlayışı önemli aşamalar geçirmiştir. Kamu hizmetlerine olan talep büyümekte, kamu hizmetleri ve giderleri, siyasal, ekonomik ve toplumsal nedenlerle artmaktadır. Devletin ekonomiye müdahalesi artmakta, geçen yüzyılın jandarma devlet anlayışı terk edilmiş bulunmaktadır.

Kamu hizmetlerinin neler olacağı ve bunların hangi boyutta yürütüleceği, sahip olunan mali ve ekonomik koşullara göre, anayasal ilke ve koşullar doğrultusunda siyasal iktidar tarafından kararlaştırılıp, gerçekleştirilir. Kamu hizmetlerinin genişletilmesi veya daraltılması, bir ülkede izlenen ve geçerli olan genel bir politikaya bağlıdır ve onun sonucudur.

Kamu hizmetlerinin artması, kamu ekonomisinin ulusal ekonomideki payını büyütmektedir. Kamu harcamaları, gerek gerçek harcamalar açısından, gerekse transfer harcamaları açısından[9] ele alındığında zaman içinde tutarlarının arttığı görülmektedir.

Çeşitli nedenlerden dolayı kamu harcamalarının artışı, bu harcamaların finansmanında kullanılacak kamu alacaklarının korunması ve tahsili konusu üzerinde titizlikle durulması gereğini ortaya çıkartmış ve kamu alacaklarının korunması ve tahsili, kamu hizmetlerinin devamlı ve sağlıklı bir biçimde yerine getirilmesi ile doğrusal bir bağlantı içine girmiştir.

KAMU ALACAĞI KAVRAMI

Kamu hizmetlerinin finanse edilmesi ve yürütülmesi amacıyla devlet, Anayasa’dan aldığı yetkiye dayanarak bazı mali yükümlülükler koymaktadır. Bunlar vergi, resim, harç gibi çeşitli adlarla anılmaktadır. Dar anlamda kamu gelirleri olarak da tanımlanan bu mali yükümlülüklerin temel özelliği kamu gücüne dayanarak alınmaları, yani cebir unsurunun ağır basmasıdır. Devletin ayrıca borçlanma, para işlemleri veya mülk ve teşebbüsleri dolayısıyla kamu gücü kullanmadan elde ettiği ve geniş anlamda kamu gelirleri olarak tanımlanan iktisadi değerler de vardır. İşte kamu hukukundan doğan kamu gelirleri tahakkuk aşamasından sonra tahsil edilebilecek bir aşamaya gelerek kamu alacağı sıfatını kazanmaktadır.Genel bir tanım yapmak gerekirse; ‘’ Kamu Alacakları; Devlete, il özel idarelerine ve belediyelere ait, vergi ve benzeri mali yükümlülükler, ceza kovuşturma ve yargılama masrafları, vergi cezası ve para cezası gibi birincil ve gecikme zammı, gecikme faizi ve pişmanlık zammı gibi ikincil alacaklar ile idari sözleşme ve kamu hizmetlerinden doğan alacaklardır.’’

KAMU ALACAKLARININ TÜRLERİ

Kamu alacağı kavramı, Türk mali literatürüne Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile girmiş olup, vergi alacağı kavramından daha geniş kapsamlıdır. Kamu alacaklarının takip ve tahsil usulüne ilişkin esasları belirleyen 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 1. Maddesinde bu Kanunu uygulayacak alacaklı kamu idareleri ismen belirtilmiş ve bu idarelerin hangi alacaklarına bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı sayılmak suretiyle kapsama giren alacaklar açıklanmıştır.Kamu alacaklarının kapsamına giren alacakları; Asli kamu alacakları, Fer’i kamu alacakları, Kamu hizmetleri uygulamasından doğan kamu alacakları, Takip giderlerinden oluşan kamu alacakları, Özel kanunlarında 6183 sayılı Kanununa göre tahsil edileceği belirtilen alacaklar, 6183 sayılı Kanun’un kapsamı dışında kalan kamu alacakları, olarak çeşitli gruplara toplanmıştır.

 KAMU ALACAKLARININ TÜRLERİ

ASLİ KAMU ALACAKLARI

Asli kamu alacakları; Vergi Usul Kanunu, Gümrük Kanunu veya İdari Yargılama Usulü Kanunu kapsamındaki vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait mahkeme giderleri, vergi cezaları ve para cezalarından oluşmaktadır.

Vergi; anlamı vergi mükellefi olsun olmasın herkes için açıktır: “Devlete zorunlu olarak yapılan ödemeler.”   Diğer bir tanımla vergi; toplumun içinde bulunduğu koşulların gerektirdiği tedbirleri almak için, ödeme gücü olanlardan, bu güçleri ile orantılı olarak aldıkları zorunlu, karşılıksız ve nihai parasal ödemelerdir. Resim; kamu kurumlarının belirli bir hizmetin ya da işin yapılmasına yetki ve izin vermesi sonucu,  bu işi veya hizmeti üstlenen kimselerden alınan paralardır.  Harç; bir kamu kurumunun sunduğu hizmet karşılığında bu hizmetten yararlanan ve özel yarar sağlayan kişilerden alınan paralardır. Muhakeme giderleri; ceza tahkik ve takiplerine ait bir dava söz konusu olduğunda, davanın sonuna kadar o dava için yapılmış olan giderlere karşılık olarak alınan kısımdır. Vergi cezaları, vergi kanunlarında yer alan maddi ve şekli yükümlülüklerin ihlal edilmesi sonucu uygulanan yaptırımlardır. Vergi cezaları, idari para cezaları niteliğindedir. Para cezaları, kanunların getirmiş olduğu kuralların ihlali nedeniyle uygulanan adli ve idari para cezalarıdır.

 FER’İ KAMU ALACAKLARI

Fer’i kamu alacakları, asli kamu alacaklarının vadesinde ödenmemesi sebebiyle doğan alacaklardır. Bunların kapsamına; Vergi Usul Kanununun 112 / 3-b maddesindeki gecikme faizi, AATUHK’NIN 48.maddesindeki tecil faizi, AATUHK’NIN 51.maddesindeki gecikme zammı, AATUHK’NIN 58.maddesindeki haksız çıkma zamları girmektedir. Bu alacaklar devletin uğradığı ekonomik kaybı karşılamaya yönelik olup, asıl kamu alacaklarına bağlı olarak hesaplanırlar. Dolayısıyla asıl kamu alacağı olmadan fer’i kamu alacağı olamaz. Ayrıca asıl kamu alacakları hangi hukuki rejime tabi ise fer’ileri de aynı hukuki rejime tabi olurlar. Bu çalışmamızda bunları kısaca açıklayalım:

Gecikme zammı; tahakkuk etmiş ve ödenmesi gereken aşamaya gelmiş bir kamu alacağının, vadesinde ödenmemesi nedeniyle vade tarihinden ödeme tarihine kadar hesaplanan bir alacaktır. Gecikme faizi; zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler için, sonradan yapılan ikmalen, re’sen veya idarece tarhiyatlarda, verginin normal vade tarihinden son yapılan tarhiyatın tahakkuk tarihine kadar hesaplanan bir alacaktır. Tecil faizi; asıl kamu alacaklarının ödenmesinin ertelenmesi dolayısıyla, devlete ait bir paranın kullanılması karşılığında başvuru tarihinden ödeme tarihine kadar hesaplanan bir alacaktır. Pişmanlık zammı; hiç beyan edilmeyen veya eksik beyan edilen vergilerin, sonradan pişman olunarak kendiliğinden beyan edilmesi ve ödenmesi halinde, vade tarihinden ödeme tarihine kadar hesaplanan bir alacaktır. Haksız çıkma zammı; tahakkuk etmiş bir kamu alacağının tahsili için gönderilen ödeme emrine itiraz edilmesi ve haksız çıkılması halinde, itirazı reddolunan kamu alacağının yüzde onu oranında hesaplanan bir alacaktır.6183 sayılı Kanun asli ve fer’i kamu alacaklarını belirtirken sayım tekniğini kullanmış bulunmaktadır. Adı geçen kanunda; kamu hizmetleri uygulamasından doğan kamu alacakları belirtilirken ise, sayım tekniği kullanılmamış olup yalnızca istisnalar sayılmıştır.

KAMU HİZMETLERİNİN UYGULANMASINDAN  DOĞAN KAMU ALACAKLARI

Kamu hizmeti kavramı dar ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde ele alınabileceğini yukarıda belirtmiştik. Geniş anlamda kamu hizmeti, bir kamu idare veya müessesesi tarafından doğrudan doğruya veya böyle bir idarenin gözetimi altında ihtiyaçları ya da çıkarları tatmin ve temin etmek amacıyla girişilen teşebbüsler ve gösterilen faaliyetlerdir. Dar anlamda kamu hizmeti ise, kamu idare ve müesseselerinin kamu hukukuna mahsup usuller dairesinde ve bu hukuktan doğan yetki ve ayrıcalıklara dayanarak gösterdiği faaliyetlerle yaptığı hizmetlerdir. Kanunda belirtilen kamu hizmeti kavramı dar anlamda kullanılmıştır.

Kamu hizmetlerini uygulanmasından doğan alacaklar; devlet, il özel idareleri ve belediyelerin akitten, haksız iktisap ve haksız fiilden doğan alacakları dışında kalan ancak kamu hizmetlerinin uygulanmasından doğan alacakları kapsamaktadır. Kamu hizmetlerinin uygulanmasından doğan alacakların belirlenmesinde kanun koyucu istisnaları gösterme usulün tercih etmiştir. Çünkü akitten, haksız fiilden ve haksız iktisaptan doğan alacaklar özel hukuk ilişkisi sonucu ortaya çıkan kamu alacağı sayılamazlar. Nitekim, devletin bir akitten veya haksız bir fiilden doğan alacakları İcra İflas Kanununa göre takip edilir. İdari akitler ise istisna kapsamına girmezler. Çünkü idari akitlerin esası ve en önemli özelliği bunlardan idare lehine doğacak alacakların idari usullerle tahsil edilebilmeleridir. Bu nedenle özellikle bir kamu hizmetinin yerine getirilmesi için akdedilen imtiyaz sözleşmeleri, kamu alacağının kaynaklarından birini oluşturur. Kamu hizmetlerinin uygulanması sonucunda doğan kamu alacaklarına örnek olarak; su bedelleri, katılma payları, vb. sayılabilir.

TAKİP GİDERLERİNDEN OLUŞAN KAMU ALACAKLARI

Kamu alacaklarının takip giderleri, kamu alacağının cebren takip ve tahsili sırasında alacaklı kamu idaresi tarafından yapılan masraflardan oluşmaktadır. Bunların kapsamına, asli ve fer’i kamu alacakları ile kamu hizmetleri uygulamasından doğan alacakların cebren tahsili sırasında yapılan ve icrai takibat dolayısıyla katlanılan ilan, haciz, taşıma, muhafaza, satış vb. giderler girmektedir. 6183 sayılı Kanun’un 2.maddesinde, çeşitli kanunlarda Tahsili Emval Kanunu’na göre tahsil edileceği bildirilen her çeşit alacakların, 6183 sayılı Kanun’a tabi olacakları belirtilmiştir. Bu hükme göre; bu nitelikteki kamu alacakları için herhangi bir koşulun varlığı aranmaz. Alacağın Tahsili Emval Kanunu’na göre takip edileceği yolunda bir hüküm kanunda varsa; o alacak, kamu alacağı niteliğinde olsun olmasın 6183 sayılı Kanun’un 3. maddesine göre kamu alacağı sayılmaktadır.

6183 SAYILI KANUN KAPSAMI DIŞINDA KALAN KAMU ALACAKLARI

6183 sayılı Kanun’un kapsamı dışında kalan kamu alacaklarından birisi borçlanma işleminden doğmaktadır. Devlet, borçlanma işlemini iki yolla yapabilir. Bunlardan biri zorunlu olmayan borçlanmadır. Bu borçlanma işlemine devlet, özel hukuk tüzel kişisi sıfatıyla girişir. Burada tarafların rızasına dayalı bir borç akdi bulunmaktadır. Burada tarafların rızasına dayalı bir borç akdi bulunmaktadır ve bu borç akdi 6183 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre kamu alacağı yaratmaz. Devletin diğer borçlanma yolu ise zorunlu borçlanmadır. Burada kamu gücü ağır basmaktadır ve bu yolla borçlanmadan doğan gelirler kamu alacağı sayılırlar. Ancak zorunlu borçlanmadan doğan alacaklar da 6183 sayılı Kanun’un 1’inci maddesi dışında kaldıklarından haklarında bu kanun uygulanamaz.

Bir başka kamu gelir çeşidi de parafiskal gelirlerdir. Parafiskal(vergi benzeri) gelirler,belirli amaçların gerçekleştirilmesi için kurulmuş sosyal güvenlik kuruluşları ile mesleki kamu kurumlarına, bu amaçlarında kullanılmak üzere gelir toplama yetkisinin verilmesiyle ortaya çıkan bütçe dışı bir kamu geliridir . Parafiskal Gelirler, kanunla alınmaları ve zorunlu olmaları nedeniyle vergiye benzerler. Bütçe dışı bir kamu geliri olan bu gelir türü ,6183 sayılı Kanun kapsamına girmez, ancak özel kanunlar ile bunlara kamu alacağı statüsü tanınabilmektedir. Örneğin, SGK Kanunu’nun 80/4-b maddesinde primlerin ödenmeyen kısmına 6183 sayılı Kanun’da belirtilen gecikme zammının uygulanacağı belirtilmiştir.

 

 

KENTSEL DÖNÜŞÜME FARKLI BİR BAKIŞ

Ara29
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

KENTSEL DÖNÜŞÜME FARKLI BİR BAKIŞ

                 GİRİŞ     

                Ülkemizin topraklarının %66’ının nüfusunun ise %71’nin deprem riski altında olduğu dikkate alındığında afet riski ve bu risk nedeniyle yapılacak önleme veya ortaya çıkan zararları giderme anlamında yasal düzenlemeler önem arz etmektedir. Afet sonrası ortaya çıkan zararların karşılanmasına ilişkin olmak üzere yapılan bir çok yasal düzenleme ile ortaya çıkan zararların giderilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Ancak, ortaya çıkan zararın giderilmesinden önce zararın meydana gelmesini engelleyecek yada zarar oluşumunu en aza indirgeyecek yasal düzenlemelere ve bu yasal düzenlemelere dayalı olarak yapılacak imar uygulamalarına ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Bu amaca ve ihtiyaca cevap vermek amacıyla 16.05.2012 tarih ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile afet riskine ilişkin düzenlemeler getirilmiştir.

             Kent ve Kentli Hakları Konusundaki Uluslararası Çalışmalar

Kent ve kentli haklarının tarihsel temelleri, 1871 tarihinde yaşanan Paris Komünü’ne kadar uzanmaktadır. Kentsel çevre sağlığının korunması amacıyla kentsel altyapının kurulması ve bunun için gerekli denetim mekanizmalarının oluşturulması amacıyla 1933’de Atina’da toplanan Milletlerarası Modern Mimari Kongresi’nde temel şehircilik ilkelerinin belirlendiği Atina Anlaşması, 1941 tarihinde imzalanmıştır. Atina Anlaşmasının en önemli özelliği, kent planlamasını insan merkezli olarak ele almasıdır.

               1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Atina Anlaşması’ndan sonra konut hakkına yer veren ikinci belge olma özelliğine de sahiptir. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan konut hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını da içeren temel bir insan hakkıdır.

Beyannameye göre, herkes sağlıklı yaşama koşullarına sahip, bir konutta barınma hakkına sahiptir. İnsanların temel gereksinmelerinden biri olan barınmanın bir hak olarak kabul görmesi yirminci yüzyılın ortalarında gerçekleşmiştir. Hukuki bağlayıcılığı olmayan bu bildirinin ardından, 1966 tarihli bağlayıcı olan Ekonomik Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi kabul edilmiştir. Bu Sözleşmesinin 11/1.maddesinde; “…Herkese kendisi ve ailesi için beslenme, giyim, ve konut dahil, yeterli bir yaşam düzeyi ve yaşama koşullarını sürekli olarak geliştirme hakkı vardır.” şeklinde düzenleme yer almaktadır.

1972 yılı Haziran ayında BM Çevre Konferansı sonucu yayınlanan Stockholm Bildirgesi uluslararası ölçekte ilk kez konut hakkını etkileyen çevre hakkını da tanıyan özelliğe sahiptir. 1992 tarihli Rio BM Çevre ve Kalkınma Zirvesi’nde ise, çevrenin ve insan haklarının korunmasının uluslararası alanda bireysel olarak devletlerin iradelerine bırakılamayacağı kabul edilmiştir.

Kentsel çevrenin geliştirilmesi, var olan konut stokunun yenilenmesi, kentlerde kültürel ve toplumsal olanakların yaratılması ve yönetime halk katılımının belirlenmesi Avrupa Konseyi’nin Strasbourg’daki 1992 yılı Mart ayı toplantısında kabul edilen Avrupa Kentsel Şartı ile olmuştur. Avrupa Kentsel Şartı’nın 31. maddesinde;“Devletler barınaktan yoksun kalma durumunu da zaman içinde ortadan kaldırmaya yönelik önlemler almalıdırlar. Devlet halkın kabul edilir düzeyde kentlerden yararlanabilmesini sağlamakla ve maddi olanağı dar olanlar için konut giderlerini ulaşılabilir bir düzeyde tutmakla yükümlüdür.”denilmek suretiyle, Devletlere; konut hakkı ve konut çevresini koruma altına alma ve yaşayan herkesin konut ihtiyacının karşılama görevi yüklenmiştir.

            Avrupa Kentsel Şartında; ”Konut, kişinin gündelik yaşamını sürdürebilmek amacıyla enerji ve kuvvet toplayabildiği ve fiziksel sağlığı için güvenli, emin bir ortam olmalıdır. Buna da yapılarda güvenlik standartlarını oluşturup uygulamak, sıhhi olmayan yapılara ilişkin envanterleri derleyerek; yapıların yıkılması, yeniden yapılması ya da onarılmasına; yerel sağlık, güvenlik ve barınma birimlerinin işbirliği ile karar verilmelidir. Bu aynı zamanda konutların doğal tamamlayıcısı, bahçeler, yeşil alanlar ve bu amaçla ayrılmış benzeri paylarla (küçük bostanlarla) donatılması anlamına gelir.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Habitat II olarak bilinen 1996’da İstanbul’da gerçekleştirilen BM İnsan Yerleşimleri Konferansı; yerleşim özgürlüğü, konut hakkı ve kentsel yaşam kalitesine vurgu yapmaktadır. Bileşmiş Milletler İnsan Yerleşmeleri Konferansı’nda (HABITAT II) kabul edilen 39.maddesinde , “herkesin sağlıklı, güvenli, emniyetli, erişilebilir ve ödenebilir olan ve temel hizmet, kolaylık ve konfor unsurlarını içeren, konut ve yasal yararlanma güvencesi konusunda ayrımcılıktan arınmış yeterli konutu olabilmesi”nden söz edilmektedir. Çünkü, konut hakkı devletin katkısı olmadan kişilerin kendi başlarına yararlanamayacakları sosyal haklardandır.Bu ilke,Ekonomik açıdan zayıf olan kişiyi, toplumsal yapıyı koruma, sosyal hukuk devleti kapsamında  toplumsal eşitlik ise, insanların yerleşme özgürlüğü ile birlikte kişilerin konut değiştirme ve diledikleri yerde konutlarını seçme ve yerleşme temel haklarını kapsar.

Kentsel gelişim düzenlemeleri; konut hakkı, mülkiyet hakkı, barınma hakkı, sağlıklı çevrede yaşama hakkı ile dayanışma ve çatışma içinde olabilir. Bu düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, barınma  hakkının gerçekleşmesi, insanın başını sokacak bir barınağının olması ile sağlanacak bir hak değildir. Güvenliği ile su, elektrik, kanalizasyon gibi altyapı hizmetleri sağlanmış, ısı, ışık ve havalandırması yeterli, sağlık koşullarına uygun, insanın çalışma, sağlık, eğitim, çevre gibi haklarını kullanmasına olanak tanıyan bir yaşam ortamına sahip, geliri ne olursa olsun herkesçe erişilebilir olmalıdır.

                    Ülkemizdeki Kentsel Dönüşüm Olgusunun Gelişimi

Ülkemizde kentsel dönüşümü bir ayırıma göre;üç bölümde ele almak mümkündür. Buna göre ülkemizin konut politikasının ve buna bağlı olarak kentleşme olgusunun irdelenmesi; ulus devletin kuruluşunu içeren 1923-1950, emek gücünün kente göçü ile nitelenen 1950-1980 ve kente yerleşmenin önem ve ağırlık kazandığı kurduğu 1980 sonrası olmak üzere üç döneme/bölüme ayrılmaktadır.

İlk dönemdeki en önemli kentleşme ve konut olgusu, cumhuriyetin ilk yıllarında mübadeleyle gelen nüfusun iskânı ile yani 1923’te Lozan’da imzalanan Türk-Rum Nüfusun Mübadelesi Sözleşmesi’nin sonucu olarak Yunanistan’dan gelen göçmenlerin iskânına başlandığı dönemi kapsamaktadır. Ülkemize gelen göçmenlerin yerleştirilmesi ve göçmenlere konut yapılması görevlerini yürütmek üzere, 1923 yılında Mübadele, İmar ve İskân Bakanlığı kurulmuştur. Bu dönemdeki başka bir gelişme ise memur sayısının artmasına bağlı olarak memurların konut gereksinmelerinin karşılanması için yasal düzenlemelerin yapılmasıdır.

              1925 yılında çıkarılan bir Yasa, memurlara, konut kooperatifleri kurmaları için aylıklarının yarısı kadar avans verilmesine olanak tanımış, 1928 yılında çıkarılan başka bir Yasa ile Maliye Bakanlığı’na Hazine olanaklarıyla memur konutları yaptırma yetkisi verilmiştir. Bu Yasa uygulamaya geçirilemediği için, 1929 tarihli bir Yasayla, memurlara konut tazminatı ödenmesi uygulaması başlatılmış ve bu uygulama 1951 yılına kadar sürdürülmüştür.

1944 tarihli Memur Meskenleri İnşası Hakkında Kanun ile memurlar için     konut  yapılması düzenlenmiştir. Memur sayısı fazla olduğu için Ankaraya öncelik tanınmıştır.Saraçoğlu Mahallesi bu  döneme örnek oluşturur. Memurların konut talebini karşılamak için  Emlak ve Eytam Bankası 1926 yılında kurulmuştur.Bu banka,konutu olmayanlara ucuz konut yaptırmak için kredi vermekle, bina yapıp satmakla ve yapı, yapı malzemesi endüstrisi ve ticaretini desteklemekle görevlendirilmiş ise de 1950’li yıllarda İstanbul’da Ataköy’de ve  Leventte dar gelirliler için ucuz konutlar yapılmadığı, lüks sayılabilecek konutların bu Banka tarafından   kredilendirildiğini görmekteyiz.

Emek gücünün kente göçü ile nitelendirilen 1950-1980 dönemin başında 1950’li yıllarda gecekondular belirmeye başlamış, kaçak yapılar artmıştır. Bu gelişmeler üzerine gecekondulaşmayı engellemeyi ve ucuza üretilen kamu arsalarının satılarak konut üretiminin artırılmasını hedefleyen 1953 tarihli ve 6188 sayılı Bina Yapımını Teşvik ve İzinsiz Binalar Hakkında Kanun çıkarılmıştır. Konut sorunun etkisini artırdığı bu dönemde tek parsel üzerine  tek ev yapılması kuralını değiştirmek için  üzere 6 Ocak 1954 tarihinde Tapu Kanunu’nda değişiklik yapılmak suretiyle gayrimenkul üzerine yapılacak binada irtifak hakkı kurulması ve böylece tek parseldeki bina üzerinde birden çok kişinin irtifak hakkı kurmasına olanak tanınması mümkün olmuştur.

1961 Anayasasının 49. maddesine göre; beden ve ruh sağlığı içinde bir yaşam sürmenin koşulu olarak konut gereksinmesinin karşılanması zorunlu olduğundan, devlete; yoksul ve dar gelirli ailelerin sağlık koşullarına uygun olarak konut gereksinmelerinin giderilmesi için gerekli önlemleri almak görevi verilmiştir. Ancak madde gerekçesinde; “dar gelirli vatandaşı konut sahibi kılmak olduğu” şeklindeki ifade, herkesin kendi mülkiyetinde olan bir konuta sahip olmasından değil, konut ihtiyacının karşılanması anlamını taşımaktadır.

                1982 Anayasası, konutu, sağlık hakkı ile birlikte değil, bağımsız olarak ele almakta ve “konut hakkı” kenar başlığı altında düzenlemektedir. 1961 Anayasası, yoksul veya dar gelirli ailelerin konut ihtiyacını karşılamakla devleti yükümlü kılarken (m. 49), 1982 Anayasası sadece devlete yönelik olarak “konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır” kuralı ile getirilmek suretiyle bu durum devlet için zorunluluk olmaktan çıkarılmıştır.

Her iki Anayasanın konut hakkını ele alış şekli itibariyle konuya bakıldığında, sosyal devlet sistemini öngören 1961 Anayasasının , konut sorununu sosyal hak anlayışıyla çözüme kavuşturmayı hedeflemesine karşın, 1982 Anayasasının “konut hakkı “kavramını kullanmakla birlikte, konut sorununa “sosyal haklar ve sosyal devlet” anlayışıyla yaklaştığı ileri sürülemez.

1982 Anayasasının 65. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca, devlet Anayasa ile belirlenen görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmek durumundadır.Bu durumda, Devletin mali kaynakları yeterli olmadığı için evsizlere barınmak için bir yer ayarlamamasına bu maddenin mazeret olarak ileri mümkündür.

                           6306 sayılı Kanuna Yapılan Eleştiriler

           Hukuk Devleti İlke ve Kurallarına Aykırılık

6306 sayılı Yasaya ilişkin en önemli eleştirilerden birisi; yerel yönetimlerin devre dışı bırakıldığı, 5393 sayılı Belediye Kanunun 73. maddesinde yer alan hükümle belediyelere kentsel dönüşüm konusunda verilen yetkinin tamamıyla kaldırıldığı, plan yapma yetkisinin yerel yönetimlerden merkeze kaydırılmasının Anayasa aykırı olduğu hususudur. 3194 sayılı İmar Kanununda yer alan düzenlemeler ile ülke ve bölge düzeyindeki plânlarla, çevresel ve metropoliten alan planlarıyla uyum içinde olması zorunludur. İmar plânlarının bu çok yönlü durumu nedeniyle, plan yapma yetkileri merkezî yönetim ile yerel yönetim arasında paylaştırılması esası yasalarda yer almaktadır.

Anayasa’nın 127. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.” hükmündeki yerellik ilkesine aykırı olarak;Anayasanın 127. Maddesinde yer alan idari vesayet yetkisini aşan, kanunlarda yerel yönetimlere verilen yetkileri Bakanlık bünyesine aldığı yönünde 6306 sayılı Yasaya ilişkin eleştiriler ileri sürülmüştür.

Anayasa Mahkemesi 11.12.1986 gün ve E:1985/11 K:1986/29 sayılı kararında, (18.04.1987 gün ve 19435 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.) 3194 sayılı İmar Yasasının 9. maddesi ile Bakanlığa,yani  merkezi yönetimine plan yapma yetkisinin verilmesinin Anayasaya ve konut hakkının amacına aykırı olmadığı kabul edilmiştir.

            3194 sayılı Yasadaki planlama yetkisinin süresiz olarak Çevre Bakanlığına

verildiği, Bakanlığın yerel yönetimlerin yerine geçtiği ileri sürülen Yasaya ilişkin olmak üzere yapılan bir başvuru üzerine Anayasa Mahkemesince verilen 26.09.1991 tarih ve E:1990/38, K:1991/32 sayılı kararında ise; plan yapma yetkisinin yerel yönetimlerden merkezi idareye kaydırılmasının Anayasaya aykırı olduğuna hükmedilmiştir.

TOKİ’YE plan yapma yetkisi veren Yasaya yönelik başvuru üzerine verdiği kararda da  (Anayasa Mahkemesinin 08.12.2004 gün ve E:2004/61 K:2004/123 sayılı kararı, 26.10.2005 gün ve 25978 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.) ; plan yapma yetkisinin yerel ve merkezi yönetim dışına kaymasına hukuken olanak tanıyan bir yorum getirilmiş bulunulmaktadır.

Eşitlik İlkesine Aykırılık

6306 sayılı Yasanın 5. maddesinde yer alan; “Riskli yapıların yıktırılmasında ve bunların bulunduğu alanlar ile riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarındaki uygulamalarda, öncelikli olarak malikler ile anlaşma yoluna gidilmesi esastır. Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine veya malik olmasalar bile kiracı veya sınırlı ayni hak sahibi olarak bu yapılarda ikamet edenlere veya bu yapılarda işyeri bulunanlara geçici konut veya işyeri tahsisi ya da kira yardımı yapılabilir.” şeklindeki düzenlemenin Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmektedir.

Bu aykırılığa gerekçe olarak; maliklerle anlaşma yoluna gidilmesinin esas olduğu belirtiliyorsa da, anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine, kiracılarına ve sınırlı ayni hak sahiplerine geçici konut ve işyeri tahsisi veya kira yardımı yapılabileceği düzenlenirken, anlaşmayıp zorla tahliye edilenlere bir yardım yapılmayarak cezalandırılmalarının söz konusu olacağı gösterilmektedir. Ayrıca madde de “anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine veya kiracılarına geçici konut veya işyeri tahsisi veya kira yardımı yapılabilir” biçimindeki düzenlemenin aynı zamanda, “yapılabilir” gibi belirsizlik içeren muğlak bir ifade içermesi nedeniyle barınma hakkının yitirilmesine neden olabileceği ifade edilmektedir.

           Mülkiyet Hakkına Aykırılık

6306 sayılı Yasanın 4. maddesinde  proje ve uygulamaları sırasında her türlü imar ve yapılaşmanın geçici olarak durdurulmasının mülkiyet hakkını kullanılmaz hale getirdiği, bu kısıtlamanın süresi belirli olmayan bir kısıtlama getirdiği, Anayasanın 13. maddesinde yer alan sınırlama halleri dışında bir kısıtlamanın mülkiyet hakkına sınırlama getirilmesinin Anayasaya aykırı olduğu,ileri sürülmüş ve bu hüküm,Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. (AMK.27.02.2014,2012/87 E,2014/41 sayılı karar)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Memuriyet Mahalli

Kas17
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

       

Harcırah Kanunundaki Memuriyet Mahalli Deyimi Değişikliği nasıl anlaşılmalıdır ?

Bilindiği gibi ”6330 sayılı Kanunla büyükşehirlerin belediye sınırları il mülki sınırı haline getirilmiştir. Bu durum ise 6245 sayılı Harcırah Kanununun uygulanması açısından memuriyet mahalli tanımının Büyükşehir belediyelerinde farklı bir şekilde tanımlanması gereğini ortaya çıkarmıştır.

6552 sayılı Kanunun 89.maddesiyle 6245 sayılı Harcırah Kanununun 3/g bendi memuriyet mahalli tanımı) değiştirilmiştir.

Bu kapsamda 6245 sayılı Kanunun 3. maddesinin (g) fıkrasında yer alan “memuriyet mahalli” tanımı 6552 sayılı Kanunun 89. maddesi ile; “Memur ve hizmetlinin asıl görevli olduğu veya ikametgâhının bulunduğu şehir ve kasabaların belediye sınırları içinde bulunan mahaller ile bu mahallerin dışında kalmakla birlikte yerleşim özellikleri bakımından bu şehir ve kasabaların devamı niteliğinde bulunup belediye hizmetlerinin götürüldüğü, büyükşehir belediyelerinin olduğu illerde ise il mülki sınırları içinde kalmak kaydıyla memur ve hizmetlinin asıl görevli olduğu veya ikametgahının bulunduğu ilçe belediye sınırları içinde kalan ve yerleşim özellikleri bakımından bütünlük arz eden yerler ile belediye sınırları dışında kalmakla birlikte yerleşim özellikleri bakımından bu yerlerin devamı niteliğindeki mahaller ve kurumlarınca sağlanan taşıt araçları ile gidilip gelinebilen yerleri ”şeklinde değiştirilmiş, 144 üncü maddesinin (e) fıkrasında  da maddenin 31.3.2014 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.

Yapılan düzenleme ile büyükşehir belediyeleri dışında kalan belediyelerin dışında kalan belediyelerde eski uygulamanın devamı sağlanmış, Büyükşehir belediyelerinin olduğu illerde görev yapan memur ve hizmetliler için yeni bir memuriyet mahalli tanımı yapılmıştır. Söz konusu düzenleme ile ilçe sınırları içinde ilçe belediye merkezi ile yerleşim özellikleri itibariyle bütünlük arz etmeyen yerler ise memuriyet mahalli dışı kabul edilerek harcırah ödenmesi imkanı getirilmiştir. Kanaatimce, büyükşehir belediyelerin olduğu illerde memuriyet mahalli tanımı genişletilmiş, büyükşehir belediyesindeki bir ilçedeki memur veya hizmetlinin görevli olarak aynı büyükşehir dahilindeki başka bir ilçe belediyesine  gidiş ve gelişleri durumunda da harcırahın unsurları oluşacaktır. Böylece  harcırahın unsurları  büyükşehir belediyelerinde (bütünşehir kavramı içinde) ayrı, diğer belediyelerde farklı olarak uygulanacaktır. Ancak, Kanunla yapılan değişikliğe (memuriyet mahalli deyimine) açıklık getirilmesi amacıyla Maliye Bakanlığınca Harcırah Tebliği hazırlanmaktadır. Ancak, söz konusu Tebliğ yayınlanıncaya kadar uygulama nasıl yapılacaktır? İşte burası şimdilik muammadır.

 

 

 

Çeşitli Konularda Hukuki Görüşler

Eyl24
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

İçindekileri görmek için linke tıklayınız… İçindekiler

Hukuki Görüşü okumak için linke tıklayınız… Hukuki Görüş Kitabı

BELEDİYELERİN TEMSİL, TÖREN VE AĞIRLAMA HARCAMALARI

Ağu29
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

BELEDİYELERİN TEMSİL, TÖREN VE AĞIRLAMA HARCAMALARI

            Temsil, Tören ve Ağırlama Harcamalarının  Hukuki Dayanağı

 

            İdarenin düzenleyici işlemlerinin yönetmelik ile yapılması Anayasa’nın 124.maddesinin bir gereğidir. Ayrıca bu madde hükmü  uyarınca yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak üzere çıkarılarak uygulamaya konulur.İl özel idareleri ve belediyelerin, söz konusu harcama kalemleri açısından farklılık gösterdiği görülmektedir.

Özel idareler için,5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 82.maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak temsil, ağırlama ve tören giderlerini düzenleyen bir Yönetmelik İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanmış ve Sayıştay’ın görüşü de alınarak 04.02.1988 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Ancak, belediyeler için buna benzer bir Yönetmelik çıkarılmamıştır. Bunun nedeni ise, temsil ağırlama ve tören giderleri konusunda Yönergenin yürürlüğe konulduğu 1984 yılında yürürlükte olan 1580 sayılı Belediyeler Kanunu ve 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Kanununda bu konuyu düzenleyen bir mevzuat hükmünün bulunmamasıdır. Bu nedenle belediyeler için bu konuda bir yönetmelik çıkarılması mümkün olamamıştır.

Görüleceği üzere belediyelerde temsil, ağırlama ve tören giderlerinin ne şekilde yapılacağını düzenleyen ve bu tür harcamalara dayanak olabilecek bir Yasal düzenlemeler 5216  (23.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir)  ve 5393 sayılı   (13.07.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir) Yasaların yürürlüğe girdiği tarihlerden sonra mümkün olmuştur. Ancak, bu tarihe kadar ki uygulama, mevzuattaki boşluk nedeniyle  “yönerge” ile aşılmaya çalışılmıştır. Her ne kadar bu tür harcamalar yasal bir dayanağa kavuşmuşsa da, bu konuda başkaca bir hukuki düzenleme (Yönetmelik gibi)  olmadığından  temsil, ağırlama ve tören giderleri   halen mevcut Yönergeye dayanarak yapılmaktadır.

3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun, “Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü” başlıklı 11.maddesinde; ilgili müdürlüğün görevleri sayılırken (b) fıkrasında yer alan, “Bakanlığın mahalli idareler üzerinde sahip olduğu vesayet yetkisinin mevzuat hükümleri gereğince uygulanmasını sağlamak….:” şeklindeki hükme dayanılarak bu konuda 25.4.1984 tarih ve 1984-27302 sayıyla Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi çıkarılmıştır.

Bu yönergeye dayanak oluşturan hüküm incelendiğinde görüleceği üzere Yasada yer alan vesayet yetkisinin kullanımının da mevzuat hükümleri çerçevesinde gerçekleştirilmesi  gereklidir. Bu durumda 3152 sayılı Yasanın 11/b fıkrası esasen ilgili Yönergeye dayanak oluşturmaktan uzak gözükmektedir. Çünkü, bu Yönergenin düzenlendiği tarihte belediyelerin temsil, ağırlama ve tören gideri yapmasına imkan   veren veya dayanak oluşturan bir mevzuat hükmü bulunmamaktadır.

Yönergenin sözlük anlamı; bir şeyin nasıl yürütüleceği, hangi yöntemlerin kullanılacağı hakkında yetkili makamlar tarafından alt aşamadaki birimlere verilen bilgi, talimat ve direktiftir. İşte bu direktifle belediyelerde temsil ağırlama giderleri bugüne değin yürütülegelmiştir.

5393 sayılı Belediye Yasasının yürürlüğe girdiği tarihe kadar, gerek 1580 sayılı Belediye Yasasında ve gerekse diğer yasalarda, bu tür giderlerin yapılabilmesine imkan tanıyan “açık” bir mevzuat hükmünün bulunmayışı; belediyeler üzerinde denetim görevini yürüten Sayıştay ve İçişleri Bakanlığı denetim elemanlarının raporlarına, ilgili konu 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu yürürlüğe girinceye kadar kişi borcuna alınarak, tazmin edilmesi şeklinde yer almıştır.5018 sayılı Kanun sonrasında ise bu tür  harcamalar Kanunun 71.maddesinde düzenlenen kamu zararı kavramı içinde değerlendirilerek  “mevzuata aykırı ödeme” şeklinde yansımaktadır. Bu durumun sonucu olarak da belediye bütçesinden yapılan bu ödemenin Kamu Zararlarının Takip ve Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca yapılan harcamanın ilgililerden tahsili istenilmektedir. Sonuçta İçişleri Bakanlığı tarafından “Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi” hazırlanarak bu husustaki mevzuata aykırılık oluşturan ödemeler hukuki dayanağa oturtulmaya çalışılmıştır. İlgili “Yönerge” çıkarılırken “Sayıştay görüşü alınmadığı” ve “herhangi bir yasa hükmüne dayanmadığı” gerekçeleri ile eleştirileriyle karşı karşıya da kalmasına rağmen bugüne değin uygulandığı ve uygulamaya devam edilerek, belediye bütçesinden gerçekleştirilen bu tür giderlere dayanak oluşturduğu da bir gerçektir.

Yönergede Yer  Alan Bazı Kavramlar

            Belediye Başkanının Takdirinin Sınırı:Yönerge’nin “genel kural” başlıklı 3.maddesinde; “Temsil, ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayini Belediye Başkanının takdirine tabidir” hükmü yer almıştır. Uygulayıcılar, bu hükümden yola çıkarak, her türlü ödemenin takdirinin belediye başkanının inisiyatifine bağlı olduğu düşüncesiyle çeşitli ödemeler gerçekleştirebilmektedir. Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil-Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinin 4, 5 ve 9.maddeleri sırasıyla “temsil”, “ağırlama” ve “tören” giderlerinin “ne şekilde” yapılacağını ve “şartlarını” belirlemiştir. Bu durumda 4, 5, ve 9.maddelerdeki “sınırlar çerçevesinde” temsil, ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarlarının tayini (ancak) belediye başkanının takdirine bırakılmıştır.

            Örneğin, 5.madde gereğince ağırlama giderleri; beldenin misafiri durumunda;

a-         Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan ve Bakanlar,

b-        Hükümet merkezi veya diğer illerin protokole dahil kişiler,

c-         Yabancı ülke temsilcileri veya konuklar,

d-        Sanat, bilim, kültür ve spor dallarında temayüz etmiş kişiler,

e-         Basın mensupları,

f-         Beldenin kalkınmasında katkısı olanlar veya olacağı anlaşılanlar ile bu kişilerin eşleri ve refakatindeki görevliler için, geleneklere ve davetin şümulüne göre, ağırlama, konuklama, konutlandırma ve bu işlerle ilgili olarak hazırlıkların gerektirdiği giderlerle ziyafet, kokteyl, hediye, çiçek, bahşiş ve taşıma giderleri şeklinde yapılır. Görüleceği üzere sayılan ziyafet veya kokteyl giderlerinin belediye bütçesinden ödenebilmesi için yemeğe veya kokteyle katılan kişilerin 5.maddede sayılan kişilerden olmaları ve beldenin misafiri durumunda olmaları şartlarının beraberce bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla bu şartlar çerçevesindeki takdir yetkisi (ancak) belediye başkanına ait olacaktır.

Temsil giderleri (Md.4) ve tören giderleri (Md.9) için de “takdir sınırı”, ilgili maddelerdeki “özel şartların” belirlediği sınırlar çerçevesinde olabilecektir. 9.madde uyarınca;

a-         Resmi ve dini bayramlar ile anma günleri,

b-        Beldenin kurtuluş günleri,

c-         Festival ve fuarlar,

d-        Beldenin sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak temel atma ve açılış günleri,

e-         Milli mücadeleye ait önemli günler,

Nedeniyle yapılan tören giderlerinin tümü veya bir kısmı “tören komitesinin” kararı ile ödenebilecektir. Görüleceği üzere belediye başkanının “takdir yetkisine” ilgili madde ile de bazı “sınırlar” getirilmiştir. Töreni yapılacak günlerin maddede sayılanlardan olması, bir tören komitesinin oluşturulması ve ödemelerin ancak bu tören komitesinin kararı ile yapılabilmesi sözü edilen “sınırları” oluşturmaktadır. Ancak 10.madde gereğince yapılacak söz konusu harcamalar için de tören komitesinin kararının aranıp aranmayacağı hususuna bir açıklık getirilmemiş ise de uygulamada ve içtihatlarda “aranması gerekmediği” sonucunun ağırlık bastığını belirtmek gerekir.

               Sayıştay 5.Dairesinin, 06.02.2001 gün ve 8745 sayılı kararında, “İlin ekonomik, sosyal ve kültürel tarihi ile belediye faaliyetlerinin tanıtılması amacıyla bir televizyon programı hazırlanmasının, Cumhuriyetin 75. Yılını kutlama etkinlikleri çerçevesinde yapılmış olması dolayısıyla Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama Giderleri Yönergesinin “Diğer Tören Giderleri” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “belde için gerekli-veya gerekli sayılan etkinlikler için yapılacak harcamalar” kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olduğunu belirtilerek tanıtımın içeriği hakkında bir sonuca varmıştır. Sayıştay Temyiz Kurulu 25.12.2012 tarihli ve 35985  sayılı kararında ise, “Belediye çalışmalarının tanıtımı amacıyla mahalli bir yayın kuruluşunda çeşitli programlara katılınması ve haber bültenlerinde belediye icraatlarına yer verilmesi sonucunda meydana gelen kamu giderinin, mahallî müşterek nitelikte ve belediyeye ait bir vazifenin ifası maksadıyla değerlendirilmesi mümkün olmadığını çünkü, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünce yayımlanan; “Analitik Bütçe Sınıflandırılmasına İlişkin Rehberin” tanıtma Giderleri başlıklı 03.6.2.01 Tanıtma, Ağırlama, Tören, Fuar, Organizasyon Giderleri kodunda; “plan, program ve bütçelerin ulusal çap ve seviyede tanıtılması ile ilgili her türlü basın, yayın, baskı, konferans, broşür, radyo, televizyon, film, fotoğraf, vesair araç ve malzeme giderleri” tanımlanmış ve ulusal çapta yapılacak tanıtımların kastedildiğini, oysa incelenen olayda   yerel bir yayın organı ile anlaşıldığını ” belirterek tanıtımın sınırlarını belirlemiştir.  Sayıştay Temyiz Kurulunun 11.03.2014 tarihli ve  38573 sayılı kararında ; “1171 sayılı ilamın 7’nci maddesinde, Görev ve hizmetle ilgisi bulunmayan, kutlamadan ziyade kişisel mesajlara ağırlık veren ve yerel gazetelerde yayımlanan kutlama, duyuru ve anma ilanların bedellerinin belediye bütçesinden ödendiği gerekçesiyle toplam 62.144,60 TL.ye ilişkin  tazmin hükmünün Kaldırılmasını” öngörmüştür.

 

            Sayıştay Temyiz Kurulunun 30.04.2013 gün ve  37063 sayılı kararında ; “……bahsi geçen dizi (İpsiz Recep Dizisi) Düzce ilinin tanıtımı maksadıyla çekilen bir program olmayıp, TRT ile tüzel kişiliği olan yapımcının ticari iş ilişkisi çerçevesinde bütün maliyetleri TRT tarafından ödenen bir dizidir. Düzce Belediyesi’nin dizinin yönetmen ve oyuncularının yemek ve konaklama giderlerini karşılama yükümlülüğü ve yetkisi bulunmamaktadır. Diğer bir ifade ile bu giderler tamamen ticari ve kişisel hizmetler kapsamında değerlendirilmesi gereken harcamalar olup, bu giderlerin Temsil, Ağırlama ve Tören giderleri kapsamında ödenmesi mümkün değildir.Kaldı ki kamu zararı tablosu incelendiğinde; yapılan giderlerin, bir defaya mahsus, mahalli örf ve adetler çerçevesinde, beldenin misafiri konumundakilere yapılan bir ağırlama gideri olmayıp, farklı tarihlerde sürekli olarak tekrar eden harcamalar (yemek ve konaklama gideri) şeklinde olduğu görülmektedir.Bu itibarla dilekçi iddialarının reddedilerek 466 sayılı ilamın 4. maddesi ile verilen tazmin hükmünün TASDİKİNE” denilmek suretiyle, beldenin tanıtımı amacının dışında kalan ve  ticari iş ilişkisine dayalı olan, mahalli örf ve adetin dışına çıkan süreklilik arzeden harcamaların belediye bütçesinden karşılanamayacağı vurgulanmaktadır.

Yukarıdaki maddelerde belirtilen giderler dışında kalan ve yapılması belde için gerekli olan veya mahalli örf, adet ve sosyal yaşantı için de gerekli sayılan etkinlik ve törenler için (nişan, nikah, ölüm gibi) harcama yapılabilir. Sayıştay Temyiz Kurulunun 21.06.1994 Tarih ve 23475 Sayılı Kararında: “Milli ve dini bayramlar ile Cumhurbaşkanının ziyareti nedeni ile mahalli gazetelere verilen kutlama ve teşekkür ilanları için yapılan harcamaların belediye bütçesinden ödenebileceği” 05.04.1994 Tarih ve 23412 Sayılı Kararında; “Ölüm ve teşekkür ilanlarına ilişkin giderlerin belediye bütçesinden ödenebileceği” 04.05.1993 Tarih ve 23023 Sayılı Kararında; “Belediye başkanının bayram tebriklerinin bayram gazetesinde yayımlanması karşılığında ve …….- ……. maçı için gerekli ses düzeni kiralanması için ödenen paralara ilişkin verilen tazmin hükmünün kaldırılması, 22.02.1994 Tarih ve 23372 Sayılı Kararında: Temizlik kampanyasını görüntülemek için davet edilen TRT kameramanlarının ağırlama ve konaklama giderlerinin belediye bütçesinden ödenebileceği, 07.12.1993 Tarih ve 23266 Sayılı kararında; Mahalle muhtarlarına verilen toplu taşım kartı bedellerinin belediye bütçesinden ödenmesinin mümkün olmadığı, 07.12.1993 Tarih ve 23266 Sayılı Kararında: “Belediye meclisi üyeleri ve basın mensuplarına deri cüzdan dağıtılmasında mevzuata aykırılık olmadığı belirtilmiştir.Temsil giderleri bağlamında belediye bütçesinden mahalle muhtarlarına verilen toplu taşım kartı bedellerinin belediye bütçesinden ödenmesinin mümkün olmadığına ilişkin Sayıştay Temyiz Kurulu Kararı bu konuda çarpıcı bir örnek oluşturmaktadır. İlgili kararda;“Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi’nin 3.maddesinde; “Temsil, ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayini belediye başkanının takdirine tabidir” denilmekle birlikte, aynı Yönergenin 4.maddesinin 1.fıkrasında temsil giderlerinin “görevle ilgisi olması” şartı getirilmiştir.Mahalle Muhtarlarına Belediye Başkanının Olur’u ve Belediye Meclisinin Kararı ile toplu taşım kartı dağıtılması görevle ilgili nitelik taşımadığından belediye bütçesinin temsil, ağırlama ve tören giderleri tertibinde karşılanması yasal olmamakta olup, tazmin hükmünün tasdikine oybirliği ile karar verildi” denilmektedir.  Sayıştay Temyiz Kurulunun 26.06.2001 gün ve 25263 sayılı kararında; “Siyasi parti temsilcilerine Belediye Başkanı tarafından verilen yemeğin temsil-ağırlama ve tören giderleri kapsamında değerlendirilmesi gerekeceği” sonucuna varılmışsa da ; Temyiz Kurulunun 12.09.2000  gün ve 24826 sayılı kararında: “Belediye Meclis üyeleri ile belediye çalışanları ve eşlerinin belediye bütçesinden ağırlanmasının mümkün olmadığı” belirtilmiştir.  Temyiz Kurulunun 01.11.2004 gün ve  27414 sayılı kararında ise: “Belediye personeline bayram hediyesi olarak alınan çikolataların temsil ağırlama kapsamında değerlendirilerek belediye bütçesinden ödenmesinin mümkün olduğu”  sonucuna varılmaktadır.

               Sayıştay Temyiz Kurulu  05.05.2009  gün ve 30787 sayılı kararında; “İlam hükmü yapılan ağırlama giderinin kimler için yapılmış olduğunun belirtilmemiş olması ve yapılan ödeme tutarının Başbakanlık Tasarruf Genelgesi ile belirlenmiş olan tutara uyulmadan yapılmış olduğu gerekçesiyle verilmiştir. Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinin Genel Kural başlıklı 3. maddesinde; “Temsil ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayini Belediye başkanının takdirine tabidir” Ağırlama başlıklı 5. maddesinin f bendinde; “Beldenin kalkınmasında katkısı olanlar veya olacağı anlaşılanlar ile bu kişilerin eşleri ve refakatindeki görevliler için, geleneklere ve davetin şümulüne göre, ağırlama, konuklama, konutlandırma ve bu işlerle ilgili olarak hazırlıkların gerektirdiği giderlerle ziyafet, kokteyl, hediye, çiçek, bahşiş ve taşıma giderleri şeklinde yapılır” denilmektedir. Belediye bütçesinden ödenecek bu tür giderlerin yapılmasında belediye başkanının takdir yetkisinin esas alındığı görülmektedir. Başbakanlık Tasarruf Genelgesinin idari nitelikte bir düzenleme olması nedeniyle, yürürlükteki mevzuata uygun olarak yapılan ödemelere etkisi bulunmamaktadır.Yukarıda açıklanan nedenlerle 846 sayılı ilamın 7. maddesi ile verilen tazmin hükmünün KALDIRILMASINA, Karar verildiği 05.05.2009 tarih ve 30787 sayılı tutanakta yazılı olmakla iş bu ilâm tanzim kılındı.” Denilerek, belediye başkanının takdir hakkının esas olduğu ve kapsamını da onun belirlediği sonucuna varılmaktadır.

 

Yönerge Gereğince Yapılan Kutlama, Taziye ve İlan Giderleri:Sayıştay Temyiz Kurulu 21.06.1994 gün ve 23475 sayılı Kararında, “milli ve dini bayramlar ile Cumhurbaşkanı’nın ziyareti nedeni ile mahalli gazetelere verilen kutlama ve teşekkür ilanları için belediye bütçesinden yapılan harcamalar ile ilgili verilen bir “tazmin” kararının kaldırılması” gerektiğine hükmetmiştir. Bu kararda gerekçe olarak da Yönerge’nin “Diğer Tören Giderleri” başlıklı 10.maddesi gösterilmiştir. “Ölüm ve Teşekkür” ilanlarına ilişkin giderlerin belediye bütçesinden ödenebileceğine ilişkin verilmiş bir diğer temyiz kararı da 02.04.1994 gün ve 23412 sayılı Sayıştay Temyiz Kurulu Kararıdır. Sayıştay Temyiz Kurulu, Belediye Başkanının bayram tebriklerinin bayram gazetesinde yayınlanması karşılığında ve Beşiktaş-Ankaragücü maçı için gerekli ses düzeni kiralanması için ödenen paralara ilişkin verilen 2.Dairenin tazmin hükmünün kaldırılmasına karar vermiştir. Temyiz Kurulu 04.05.1993 gün ve 23023 sayılı İlgili Kararında,“ Tazmine konu olan harcamaların mahiyeti incelendiğinde, harcamaların bir kısmının 21.09.1986 tarihinde oynanacak Beşiktaş-Ankaragücü maçında Belediye Başkanının şifahi emri ile görevlendirilen belediye orkestrasının faaliyeti sırasında gerekli olan ses tesisatının kiralanması ve kurdurulması için; geri kalan kısmının da Kurban Bayramı münasebetiyle Başkanlık Makamının emriyle Ulus Gazetesi’nin bayram ilavesinde yayınlanan bayram tebriği bedeli için olduğu görülmüştür.1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 1.maddesinde dercedilmiş “Belediye, beldenin ve belde sakinlerinin mahalli mahiyette müşterek ve medeni ihtiyaçlarını tanzim ve tesviye ile mükellef hükmi bir şahsiyettir” hükmünden adı geçen Kanun’un bu tür giderlerin yapılmasını engelleyici bir unsur taşımadığı anlaşılmaktadır.Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi’nin 2.maddesinde; Bu Yönerge, Belediye idaresinin başı ve temsilcisi olan Belediye Başkanının bu sıfatının gereği olarak yapacağı Temsil, Ağırlama ve Tören giderleri konusunda uyacağı kuralları kapsar” ; 3.maddesinde, “Temsil, Ağırlama ve Tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayini Belediye Başkanının takdirine tabidir” ; 10.maddesinde de ; “Yukarıdaki maddelerde belirtilen giderler dışında kalan ve yapılması belde için gerekli olan veya mahalli örf, adet ve sosyal yaşantı içinde gerekli sayılan etkinlik ve törenler için harcama yapılabilir,Hal böyle olunca yapılan harcamaların ….Belediyesini temsilen yapılan ve belediye hizmetinin gereği ve amirin takdir yetkisi sınırları içinde mütalaa edilmesi gereken harcamalar olduğu kanaatine varıldığından, verilen tazmin hükmünün kaldırılmasına karar verildi.”Denilmektedir.09.01.2007 tarihli ve 29107 sayılı Temyiz Kurulu Kararında da;  “Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinin Genel Kural Başlıklı 3. maddesinde, temsil, ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayininin belediye başkanının takdirine tabi olduğu belirtilmiş, aynı yönetmeliğin 10. maddesinde yukarıdaki maddelerde belirtilenler dışında kalan ve yapılması belde için gerekli olan veya mahalli örf adet ve sosyal yaşantı için de gerekli sayılan etkinlikler ve törenler için de harcama yapılabileceği , söz konusu faaliyetin yapılmasının beldenin tanıtımı için gerekli olduğu ve mahalli örf adete göre de yapılması gereken bir faaliyet olduğu, Temsil, Tören ve Ağırlama Giderleri Yönetmeliğinin 10. maddesine uygun olduğu anlaşılmıştır” denilmek suretiyle yapılması belde için gerekli olan veya mahalli örf adet ve sosyal yaşantı için de gerekli sayılan etkinlikler ve törenler için yapılacak harcamaların takdirinin belediye başkanınca yapılması uygun görülmüştür.

 Sayıştay Temyiz Kurulu 21.04.2009 tarih ve 30758 tarihli kararında; “Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinin 3. maddesinde, “Temsil-ağırlama ve tören giderlerinin konu kapsam ve miktarının tayini Belediye Başkanının takdirine tabidir” hükmü bulunmaktadır. Aynı yönergenin 4. maddesinde ise, temsil giderlerinin görevle ilgili olmak şartıyla gerçek ve tüzel kişilere vekalet, ödül ve hediye vermek, çiçek göndermek suretiyle yapılabileceğine ilişkin düzenleme bulunmaktadır.Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi, temsil ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayinini Belediye Başkanı takdirine bırakmış olduğundan bu takdire istinaden Belediye Başkanı milli ve dini bayramlar ile diğer özel günler için gazetelere ödenen ilan yayım bedelinin belediye bütçesinden ödenmesinde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.Bu nedenlerle, dilekçi iddiaların kabulü ile 635 sayılı ilamın 7. maddesiyle 23.569,62-YTL’ye ilişkin olarak verilen tazmin hükmünün KALDIRILMASINA” kararıyla, özel günlerde ve dini ve milli bayramlar nedeniyle gazete ilan bedellerinin belediye bütçesinden ödenmesini belediye başkanının takdir hakkı kapsamında değerlendirerek sakınca olmadığını belirtmiştir.

 

                   Sayıştay Temyiz Kurulu 11.03.2014 gün ve 38573 sayılı kararında aynen; “ 6) 1171 sayılı ilamın 7’nci maddesinde, Görev ve hizmetle ilgisi bulunmayan, kutlamadan ziyade kişisel mesajlara ağırlık veren ve yerel gazetelerde yayımlanan kutlama, duyuru ve anma ilanların bedellerinin belediye bütçesinden ödendiği gerekçesiyle toplam 62.144,60 TL.’ye tazmin hükmolunmuştur.

              SONUÇ: Dilekçi iddialarının kabulü ile 1171 sayılı ilamın 7. maddesiyle verilen 62.144,60 TL.’ye ilişkin tazmin hükmünün KALDIRILMASINA, karar verilmiştir” denilerek,kişisel nitelikte de olsa görev ve hizmetle de ilgisi olmasa da kutlama, anma ve duyuru bedellerinin ödenmesini uygun  bulmuştur.

 

                07/01/2014 gün ve 38172 sayılı Temyiz Kurulu Kararı                                                                                                                           dikkate alındığında, Yönergenin mahalli örf, adet ve sosyal yaşantı için gerekli sayılan etkinlikler kapsamına nelerin girebileceğini göstermesi bakımından değişik bir karar olarak nitelendirilebilir. Kararda aynen ; “Belediye adına Belediye Başkanı olarak düğün ve sünnet törenlerinde takılmış olan çeyrek altınların ödemesinin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediye Başkanının Görev ve Yetkileri” başlıklı 38. maddesinin (o) bendinde yer alan “Temsil ve ağırlama giderleri için ayrılan ödeneği kullanmak” hükmü ile İçişleri Bakanlığı’nın 24/05/1984 tarihli “Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil – Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi” nin 10. maddesinde düzenlenen “Yukarıdaki maddelerde belirtilen giderler dışında kalan ve Yapılması Belde için gerekli olan veya mahalli örf, adet ve sosyal yaşantı içinde gerekli sayılan etkinlik ve törenler için (nişan, nikah, ölüm gibi) harcama yapılabilir.” hükmüne istinaden belediye bütçesinden yapıldığını,5176 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan “Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” hükmüne istinaden bu konuya ilişkin kamu zararı çıkarılmasının yerinde olmadığını, zira 5393 sayılı Kanun hükmüne dayanılarak yapılan bir görevin Yönetmelik hükmüne aykırılığından bahsedilemeyeceğini, çünkü Kanun hükmünün öncelikle uygulanacağının genel bir hukuk kuralı olduğunu,Ayrıca Sayıştay Temyiz Kurulunun, 10.01.2010 tarih ve 31079 tutanak sayılı ilâmının 19. maddesi ile Belediye Başkanının davet üzerine temsil görevi gereği katılmış olduğu düğün, nişan ve sünnet törenlerinde belediye bütçesinden takmış olduğu altınlara ilişkin harcamayı kamu zararı olarak kabul etmediğini belirterek verilen tazmin hükmünün kaldırılmasını istemiştir.Savcılık; “13.04.2005 tarihli ve 25785 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve esasları Hakkında Yönetmelik” in “Hediye Alma ve Menfaat Sağlama Yasağı” başlıklı 15. maddesinin 4. fıkrasında, “Kamu görevlileri, kamu kaynaklarını kullanarak hediye veremez, resmi gün, tören ve bayramlar dışında, hiçbir gerçek veya tüzel kişiye çelenk veya çiçek gönderemezler; görev ve hizmetle ilgisi olmayan kutlama, duyuru ve anma ilanları veremezler” hükmü ile kamu görevlilerinin bu tür davranışlarda bulunmaları açık olarak yasaklanmıştır.Diğer taraftan konuya ilişkin olarak “Belediye Başkanı’nın düğün, sünnet vb. törenlerde altın hediye ettiği ve hediyelerin parasını belediye bütçesinden karşıladığı” yönündeki şikayet başvurusu üzerine Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun 26.06.2009 tarih ve 27270 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kararında; 5176 sayılı Kanun ve buna dayanılarak çıkarılan Yönetmelik’in ilgili hükümleri çerçevesinde, İçişleri Bakanlığı’nın Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinde yer alan hususların yapılan harcamalara hukuki gerekçe olarak gösterilemeyeceği, Belediye Başkanının bu fiilinin, temsil ve ağırlama giderleri kapsamında kamu hizmetlerinin bir parçası olarak değerlendirilemeyeceğine yer verilmiştir. Bu nedenlerle, talebin reddedilerek Daire Kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.” şeklinde görüş bildirmiştir.5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin Giderleri” başlıklı 60. maddesinin (k) bendinde temsil, tören, ağırlama ve tanıtım giderlerinin bütçeden ödeneceği ifade edilmiş aynı zamanda Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi ile de bu harcamaların belediye bütçesinden yapılabileceği vurgulanmıştır.Aynı Kanunun 38. maddesinin “Belediye Başkanının görev ve yetkileri” başlıklı (o) bendinde “Temsil ve ağırlama giderleri için ayrılan ödeneği kullanmak” yetkisi Belediye Başkanına bırakılmıştır.Söz konusu Yönergenin Genel Kural Başlıklı 3. maddesinde, temsil, ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayininin belediye başkanının takdirine tabi olduğu belirtilmiştir. Temsil giderlerinde görevle ilgili olmak, ağırlama giderlerinde de beldenin misafiri olmak şartı dışında her hangi bir kısıtlama getirilmemiştir.Ayrıca, aynı yönergenin 10. maddesinde, yukarıdaki maddelerde belirtilenler dışında kalan ve yapılması belde için gerekli olan veya mahalli örf adet ve sosyal yaşantı için de gerekli sayılan etkinlikler ve törenler için (nişan, nikah, ölüm gibi) de harcama yapılabileceği, düzenlenmiştir.Belediye başkanının belediyeyi temsilen katılmış olduğu nişan, nikah ve düğün törenlerinde altın hediye etmesi, bu Yönergenin 10. maddesinde düzenlenen mahalli örf, adet ve sosyal yaşantı için gerekli sayılan etkinlikler kapsamında bulunduğundan, yapılan harcamada mevzuata aykırılık görülmemiştir. Bu nedenle 1701 sayılı ek ilamın 1.maddesi ile 5.962,00 TL.ye ilişkin olarak verilen tazmin hükmünün kaldırılmasına  karar verilmiştir.”  Denilmektedir.

 

Yönerge Uyarınca Belediye Bütçesinden Gerçekleştirilen Ağırlama Giderleri: Sayıştay Temyiz Kurulu 7.12.1993 gün ve 23266 sayılı kararında, “belediye meclisi ve basın mensuplarına deri cüzdan dağıtılmasında mevzuata aykırılık bulunmadığına hükmetmiştir. Belediye hizmet binasının satın alınmasında ve tapu dağıtımında gösterdikleri ilgiden dolayı Tapu Kadastro Bölge Müdürü, Tapu Sicil Bölge Müdürü ve Emlak Bankası Şube Müdürüne yemek verilmesi ve bedelinin de belediye bütçesinden karşılanması ile ilgili olarak, Sayıştay; 1580 sayılı Kanunun 15.maddesinde belediyelerin görevleri ve yapacağı hizmetler, 117.maddesinde ise bu hizmetler için yapacağı giderlerin sayılmış olduğu ancak tapu ve banka işlemleri gibi asli görevlerini yapan kamu görevlilerine, bu hizmetleri karşılığında yemek ikramında bulunulacağına dair bir hükme yer verilmediği gibi Temsil, Ağırlama Yönergesinde de bu konuda herhangi bir hüküm bulunmadığı ve ayrıca Belediye Muhasebe Usulü Tüzüğü’nün 29.maddesinde belediye gelirlerinin belediye hizmetleri dışında herhangi bir hizmet için kullanılamayacağı amir olduğu cihetlerle söz konusu kamu görevlilerine “asli görevlerini” yapmalarından ötürü yemek ikramında bulunulması sureti ile fuzülen ödenen tutarın ilgili sorumlularına ödettirilmesine” karar verilmiştir. [5393 sayılı Belediye Kanununun  belediyenin görev ve sorumluluklarının düzenlendiği 14.maddesi ile belediye giderlerinin sayıldığı 60. maddesinde de, kamu görevlilerine bu hizmetleri karşılığı belediye bütçesinden yemek verilmesi konusunda bir düzenlemenin yer almadığı bilinmelidir.Bu nedenle anılan Sayıştay kararının 5393 sayılı Kanun karşısında da geçerli olacağı düşünülmektedir.]

Diğer taraftan Sayıştay Temyiz Kurulu’nun  26.01.2001 günlü ve 25623 sayılı kararında; “Siyasi parti temsilcilerine belediye başkanı tarafından verilen yemeğin Yönerge kapsamında  değerlendirilmesi yapılan ödemenin uygun olduğuna”, Sayıştay 2.Dairesinin 16.03.1993 gün ve 30593 sayılı kararında da, “Belediye binasının satın alınmasında ve tapu dağıtımında emeği geçen tapu görevlilerine ve kamu görevlilerine verilen yemeğe ilişkin bedelin, temsil, ağırlama, tören giderleri faslından ödenebileceği” belirtilmektedir.

15.12.1987 Tarih ve 20908 Tutanak sayılı Temyiz Kurulu kararında,  “Karayolları Bölge Müdürlerinin bir araya getirilmesi, bütçe ve yıllık program çalışmaları, Bayındırlık Bakanının Genel Müdürlüğü ziyaret etmesi ve Karayolları Genel Müdürlüğünün makine parkı konusunda brifing verilmesi gibi konular dolayısıyla düzenlenen tören ve toplantılara katılan davetlilere söz konusu toplantıların devamı süresi içinde her gün ya da aynı gün içinde birkaç defa yemek verilmesi hizmetin ve temsilin gereği olamayacağından bahisle tazmin hükmü verilmiştir. Bütçe Kanununa ekli ( R ) cetvelinin “Temsil- Ağırlama- Tören- Fuar ve Tanıtma Giderleri başlıklı 480 harcama kalemine ilişkin açıklamasında, makam sahibinin takdiri esas alınmak suretiyle temsilin gerektirdiği her türlü giderlerin bu tertipten karşılanacağı belirtilmiştir. Bu hükme göre (480) harcama kaleminden yapılacak harcamalarda makam sahibinin takdiri esas olmakla beraber, yapılacak harcamaların temsilin gereği olması da bir zorunluluktur. Verile emirlerine ekli makam sahibinin takdirini gösteren onayların incelenmesinden. Ziyafetlerin temsil gereği olarak verildiği anlaşıldığından, ilamın 14 üncü maddesiyle verilen tazmin hükmünün kaldırılması” yönündedir. 5. Daire, 13.01.1994 Tarih ve 8318 Tutanak Sayılı Kararı:

Belediye meclis üyeleriyle müdürlere verilmiş olan yemek bedelinin belediye bütçesinden ödenmesi hususunda, Temsil- Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinin 3 üncü maddesinde yer alan; “Temsil, ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarlarının belediye başkanının takdirine tabidir. Hükmü gereğince tazminine yer olmadığına” Sayıştay kararlarının 5393 sayılı Belediye Kanununun 60.maddesinde sayılan “Belediye Giderleri” gerekçe gösterilirse benzer kararın verilmesinin  mümkün  olacağı düşünülmektedir.

 

               Sayıştay Temyiz Kurulunun  24.02.2009 gün ve 30705 sayılı kararında; “5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi Ve Kontrol Kanununda; “Kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plan”, olarak tanımlanan stratejik plan, tüm kamu kurumları için olduğu gibi Belediyeler için de çok önemli bir doküman olduğundan, Belediye Kanununda üniversiteler ve meslek odaları ile konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak hazırlanır, denilmektedir. Dilekçiler, tazmine konu ödemenin belediye stratejik planının hazırlanması için yapılan toplantıya ait olduğunu, gezi amaçlı bir faaliyet olmadığını iddia etmektedirler. Böylesine önemli bir belgenin ilk defa hazırlanmasında, belediye çalışanlarının bir araya gelerek çalışma yapmaları doğal bir faaliyet olup, yapılan harcamalar, Belediye Kanunun 60. maddesinde kayıt altına alınmış olan hizmet içi eğitim faaliyeti kapsamında değerlendirilmelidir. Ayrıca katılımcılara herhangi bir harcırah ödemesi yapılmamıştır. Tüm bu nedenlerle yerinde olan dilekçi iddialarının kabul edilerek, 613 sayılı ilamın 3. maddesi ile verilen tazmin hükmünün kaldırılmasına, karar verildiği 24.03.2009 tarih ve 30705 sayılı tutanakta yazılı olmakla işbu ilâm tanzim kılındı.”  Denilmektedir. Bu karar stratejik plan çalışmaları nedeniyle belediye çalışanlarının birlikte belediye binası dışında otel/tatil köyü v.b.yerlerde yaptıkları/yapacakları toplantılar nedeniyle doğan giderlerin ödenebileceğini öngörmektedir.

 

Bununla beraber Sayıştay; bayramlarda çocuklara hediye verilmesi, açılış, tören giderleri ve Ramazan ayında davul çaldırma bedellerini; ilgili Yönergenin 10.maddesindeki “…..yapılması belde için gerekli olan veya mahalli örf ve adet ve sosyal yaşantı içinde gerekli sayılan etkinlik ve törenler….” kapsamında değerlendirmiş ve mevzuata uygun görmüştür.

 

Yönerge Uyarınca Yapılan Ödemelerde “Gerekli Açıklığın” Bulunmadığı: Sayıştay 4.Dairesinin bir kararında; Yönergenin 3.maddesi ile temsil, ağırlama ve tören giderlerinin konu, kapsam ve miktarının tayini belediye başkanının takdirine bırakılmış ise de, aynı Yönerge ile gederlerin görevle ilişkin olmasının öngörülmesi nedeniyle, kimlere verildiği yolunda herhangi bir açıklık bulunmaksızın, “muhtelif tarihlerde”, “muhtelif misafirlere” verildiği yolundaki encümen kararına dayanılarak yapılan ödemenin sorumlularına ödettirilmesine hükmedilmiştir. (Sayıştay 4.Dairesi 14.10.1993 gün ve 27713 No.lu Karar) Ancak bir başka karar, benzer bir ödemeyi beraatle neticelendirmiştir. (Sayıştay 1.Dairesinin 21.10.1997 gün ve 6221 tutanak sayılı kararı)

Bir diğer Sayıştay Dairesi ise;Tören giderleri tertibinden paranın ödendiği ve verile emrine hiçbir belge eklenmediği incelenmiş olup, sorgu cevabı eki olarak söz konusu harcamaya ilişkin olarak çiçek faturaları fotokopileri gönderilmişse de çiçeklerin “kimlere” ve “hangi amaçlarla” gönderildiği anlaşılamadığından, yersiz ödenen meblağın, sorumlulardan tazminen tahsiline karar vermiştir. (Sayıştay 2.D.K., 04.04.1991 gün ve 30215 No.lu Karar)Bu durumda, Yönerge bağlamında yapılacak giderlerde, verile emrine eklenmesi gereken ödeme evraklarının tam olması ve ilgili Sayıştay Kararlarının çizdiği “gerekli açıklık” sınırlarını taşıması; sonradan doğabilecek olumsuzlukların önlenebilmesi açısından önemlidir.

 

              Yönerge Gereğince Yapılan Harcırah/Konaklama Ödemeleri:Sayıştay 6.Dairesi 14.5.1992 gün ve 8232/29 sayılı Kararında; “Mal saymanlıklarını denetlemek amacıyla gelem müfettişler için, hizmetleri karşılığında 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerine göre yolluk aldıkları cihetle, kendileri için bütçeden ayrıca temsil ve ağırlama masrafı adı altında herhangi bir harcamanın yapılabilmesini imkanlı bulmamıştır. “

Diğer taraftan Sayıştay 8.Dairesi  15.3.1990 gün ve 2074 sayılı kararında ise, ilgili konuda tamamen ters yönde bir karar vermiştir. “İlçeye görevli gelen DSİ mühendis ve teknisyenleriyle, greyder operatörünün otel ücretlerinin belediye bütçesinden ödendiği, ilgililerin Harcırah Kanununa göre kurumlarından geçici görev yolluğu aldıkları da anlaşılmasına rağmen, yapılan ödemenin Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesine aykırı bulmamış ve sorumluların beraatına karar vermiştir.”

                   Sayıştay 2. Dairesinin, 07.13.1993 Tarih ve 30317 Tutanak Sayılı Kararında, “ Kasabada kadastro çalışmalarında bulunan Tapu ve Kadastro memurları ile, kasaba yollarının tamir ve tesviyesinde çalışan Köy Hizmetleri işçilerinin yiyecek ve konaklama giderlerinin belediye bütçesinden karşılanması ve ödemenin bir kısmının da ağırlama giderleri adı altında yanlış tertipten (Yol Onarım Giderleri Tertibinden) yapılması hususunda; Temsil- Tören Yönergesinin 3 üncü maddesinin belediye başkanına verdiği takdir yetkisi karşısında ve harcamaların belediye başkanının onayı ile ve belediye encümeni tarafından verilmiş karar gereğince yapılması sebebiyle,   bu harcamalardan sorumluların sorumlu tutulmamaları gerektiğinden ilişilecek bir husus bulunmadığı”,

                    Sayıştay 4. Dairesinin, 01.05.1997 Tarih ve 28390 Tutanak Sayılı Kararında da “İller Bankası personelinin konaklama giderleri belediye bütçesinden karşılanamaz”, 28.01.2003 gün ve 26061 sayılı kararında da “Geçici görevle memuriyet mahalli dışına gönderilen belediye memur ve hizmetlilerine ödenen konaklama ve yemek bedellerinin; Temsil-Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi uyarınca konu, kapsam ve tayini belediye başkanına ait olan temsil gereği yapılan harcamalar olarak kabul edilmesinin ve belediye bütçesinden ödenmesinin mümkün olmadığı” belirtilmektedir.

Bu hususta birbirine zıt kararların bulunması, uygulayıcılar arasında değişik yaklaşımlara  ve  bunun sonucu farklı uygulamalara yol açacağı  düşünülmelidir.

 

Belediye Faaliyetlerinin Yöre Dışında Tanıtılması:Sayıştay 1.Dairesi, belediye faaliyetlerinin ilgili yöre dışında (Ankara’da) tanıtılması için yapılan harcamaları mevzuata uygun bulmamıştır. (Sayıştay 1.Dairesinin 25.3.1998 gün ve 6476 Tutanak sayılı kararı)İlgili Kararda; “Belediye faaliyetlerinin yöre dışında (Ankara) tanıtılması için yerel yönetimler sergisine katılındığı ve bu nedenle belediye bütçesinden stant  kirası ödendiği görülmüştür. Belediye bütçesinden yapılacak bir ödemenin 1580 ve 3030 sayılı Yasalarla belediyelerce yapılması öngörülen bir hizmet karşılığı olması gerekir. Oysa mevzuatta belediyelere belde dışında kendi faaliyetlerinin tanıtılması görevi verilmemiştir. Bu nedenlerle temsil, ağırlama ödeneğinden yapılan ilgili giderin tazminine….” denilmiştir.

 

Temsil,Ağırlama ve Tören Giderleri Kapsamındaki Giderler:Temsil ağırlama kapsamında yapılan harcamalar esas itibariyle belirli makamlarda bulunan kamu görevlilerinin (Başbakan, Bakan, belediye başkanı, vali,rektör gibi) işgal ettikleri makamın doğasından kaynaklanan ve yapılması kaçınılmaz olan harcamaları ifade etmektedir. Ziyaretçilere ikramda bulunulmasından, yabancı konukların ağırlanmasına ve ziyafet verilmesine kadar geniş bir uygulama alanı bulunan temsili nitelikteki giderler, özü itibariyle bir kamu gideri olmamakla birlikte söz konusu kamu görevlilerinin bu giderleri kendi aylık ve ödenekleri ile karşılamalarının mümkün olmadığı da açıktır.

Bu bakımdan, temsil giderlerini karşılamak üzere bütçelere ödenek konulmaktadır. Bu giderlerin kapsam, konu ve miktarı ise örf ve adetlere ve makam sahibinin takdirine göre değişebilmektedir. Bu alanı düzenleyen belirli bir mevzuat bulunmayıp, konuya ilişkin tanımlayıcı nitelikteki hükümler 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 147/ D maddesinde,

Temsil giderleri: Belirli yetki ve sorumluluk makamlarını işgal eden memurlara temsil mahiyette ve görevleri icabı olarak yaptıkları gerçek giderleri karşılamak üzere ilgili kurumların bütçelerine bu maksat için konulan ödenekten özel yönetmeliği hükümleri gereğince ödenen parayı, ……… ifade eder, şeklinde yer almıştır. Anılan Kanunun  “179. maddesinde ise, hangi kurumlarda hangi sınıf ve kadrolardaki Devlet memurlarının görevleri icabı temsili mahiyette masraf yapabilecekleri ve bu masrafların sarfı ile ilgili şartlar ve bunların sarf alanları ilgili kurumların görüşleri alınarak Maliye Bakanlığı ve Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı ile birlikte hazırlanacak bir yönetmelikle belirtilir” Hükmü yer almıştır. Bu madde de sözü edilen Yönetmelik bugüne kadar çıkarılmamıştır. Kamu Kurum ve  kuruluşlarının temsil ve  ağırlama giderleri; Başbakanlığın  2007/3sayılı tasarruf tedbirlerine  ilişkin Genelgesinde yer almaktadır. İl Özel İdarelerinin temsil, ağırlama ve tören giderleri için İçişleri Bakanlığınca hazırlanan İl Özel İdaresi Bütçesinden Yapılacak Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Hakkında Yönetmelik’ te düzenlenmiştir. Diğer taraftan,3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 11. maddesinde ise, “Bakanlığın mahalli idareler üzerinde sahip olduğu vesayet yetkisinin mevzuat hükümleri gereğince uygulanmasını sağlamak” yetkisinden söz edilmiş; belediyelerce yapılacak temsil, ağırlama ve tören giderlerine ilişkin esas ve usuller bu yetki çerçevesinde hazırlanarak yürürlüğe konulan Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil, Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinde gösterilmiştir.

Konaklama:Ağırlanması gereken yerli veya yabancı konukların otel,motel, misafirhane, öğretmen evi,polis evi,hakimevi gibi mekanlardan yapılacak barınmaya ilişkin hizmet alımlarını kapsamaktadır.

Seyahat: Ağırlanması gereken yerli ve yabancı konuklar ile bunlara refakat etmekle görevli bulunanların (geziler dahil) bir yerden bir yere gidişi ve gelişleri için her türlü taşıt kiralanmasına veya bilet teminine yönelik hizmet alımlarını ifade etmektedir.

Yemek:Ağırlanması gerekli yerli ve yabancı konuklar ile bunlara refakat etmekle görevli bulunanların yeme içme ihtiyaçlarının karşılanması için yapılacak her türlü ziyafet, yemek, kumanya, meşrubat vb. mal ve hizmet alımlarını ifade eder biçimde anlaşılacaktır. Temsil ağırlama kapsamında gerçekleştirilen çiçek gönderme, hediye verme, karşılama, açılış, organizasyon vb. giderler ide (d) bendindeki parasal sınır dahilinde olmaları halinde doğrudan temin yöntemi ile karşılanabileceği gibi, bu sınırı aşan ve yaklaşık maliyeti 50 milyar TL’ na (her yıl KİK tarafından güncellenmektedir) kadar olan alımlar da 21. maddenin (f) bendi kapsamında Pazarlıkta temin edilebilecektir. Bu kapsamda yapılacak mal ve hizmetlerin bedelinin ödenebilmesi için de (d) bendindeki parasal sınırlara ilişkin olarak,Devlet Harcama Belgeleri Yönetmeliği ile Mahalli İdareler Harcama Belgeleri Yönetmeliğinin 3/e maddesine göre düzenlenen Harcama Talimatı ve diğer belgelerin düzenlenmesi zorunludur.

1580 sayılı Belediye Yasasında temsil,tören ve ağırlamaya  ilişkin  giderlerin yapılabilmesine olanak sağlayan/dayanak olabilecek bir mevzuat hükmünün bulunmayışı sonucu büyükşehir belediye örgütlenmesinin yürürlüğe konulması nedeniyle kısmen de olsa zorunluluktan doğan İçişleri Bakanlığı tarafından “Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi” ile mevzuata aykırılık oluşturan ödemeler, hukuki alt yapıya oturtulmaya çalışılmıştır.Ancak,5393 sayılı Belediye Yasasının Belediyenin Giderleri başlıklı 60.maddesinin (k) bendinde ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasasının 24.maddesinin (l) bendinde ; ”temsil, tören, ağırlama ve tanıtım giderleri” belediyelerin harcama yapabilecekleri giderler arasında açıkça sayılmıştır. Bu hüküm, yanı sıra 5393 sayılı Kanunun 14/b maddesinde, mahalli ve müşterek nitelikte olması şartıyla; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor, sosyal hizmet ve yardım hizmetlerinin yapılması veya yaptırılması da belediyenin görev ve sorumlulukları arasında sayıldığından, bu konularda da, belediye bütçesinden harcama yapılabileceğinin mümkün olduğu değerlendirilmektedir. Ancak, belediye bütçesinden yapılacak temsil, tören ve ağırlamaya  ilişkin  giderlerin kapsamı, çeşitleri, konuları, sınırları, takdir hakkının kullanılması vb.gibi konulara açıklık getirecek Yönetmelik şeklinde bir çalışma yapılmasının uygun ve yararlı olacağı düşünülmektedir.

 

Yazıldı Güncel Mevzuat
Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız