Sunumu izlemek için linke tıklayınız… Kamu Zararı Kavramı ve Uygulaması
HASAN CELAL GÜZEL.SABAH GAZETESİ
Yeni Kanun Tasarısı çalışmalarına göre; mevcut 14 büyükşehir belediyesinin sınırları il mülkî sınırı olacak şekilde genişletilmekte; ayrıca 13 ilde aynı şekilde büyükşehir belediyeleri kurulmakta; il genelindeki bütün belde belediyeleri ile köylerin tüzel kişilikleri kaldırılarak bunlar belediyelere ‘mahalle’ olarak katılmaktadır.
Bu model, Türkiye’de sadece İstanbul ve biraz da İzmit için geçerli olabilecektir. Bunun haricinde, ‘Büyükşehir belediye hudutlarının il hududu olarak kabul edilmesi’, her bakımdan son derece yanlış, tehlikeli ve mahzurludur. Buna geçiş olarak değerlendirilebilecek mevcut 50 km.lik uygulamalar da fiyasko ile sonuçlanmıştır.
Başbakan Erdoğan çok başarılı bir Büyükşehir Belediye Başkanı idi ve bir efsane oldu. Başbakan bu kanun tasarısını eğer görmüş ve razı olmuşsa, bunun sebebi belediye başkanı olarak bu olağandışı başarısı, tecrübeleri ve müşahedeleridir. Lâkin Başbakan Erdoğan bu konuda değerlendirmesini yaparken bütün Türkiye şartlarını göz önüne almalıdır.
***
Bu kanun yürürlüğe girerse şu önemli mahzurlar ortaya çıkacaktır:
Bu sistem, yerelleşme iddiasıyla genelleşme yapan bir sistemdir. Bu durumda hizmet akışı tamamen aksayacak, bütün ilçelere ve mahalle hâline getirilmiş köylere gerektiği gibi hizmet götürülemeyecektir.
Bu sistem demokrasiye de uygun değildir. Bununla katılımcı demokrasinin uygulandığı yerel birimler kaldırılacak; halk kendisini yöneten muhtar, belde belediye başkanı gibi kişilerle muhatap olamayacak, yöneticiyle yakınlığı ortadan kalkacaktır.
Bu uygulama ‘subsidiarite’ (ihtiyaçların en yakın yönetim birimlerince karşılanması) ilkesine de aykırıdır.
Bu uygulamayla, belediyenin hükmî şahsiyeti kadar önemli ve demokratik olan, yüzyılların birikimiyle meydana gelen ‘köy’ hükmî şahsiyeti ortadan kalkacaktır.
Mülkî idarenin zayıflatılması ‘üniter devlet’ yapısını tahrip edecek ve merkezî idarenin nüfuzunu da tesirsiz hâle getirecektir.
Bu takdirde mahallî idarelerin denetimi güçleşecek ve yolsuzluklar artacaktır.
TARHAN ERDEM.RADİKAL GAZETESİ
Bu kanun tasarısı kanunlaştığında, ülkemizin yönetilmesi bugünkünden daha zor olacak, israf ve yolsuzluk artacaktır.
Büyükşehir belediyelerini (BŞB) yeniden tanımlayan ve yeni büyükşehirler kurulmasını öngören Kanun Tasarısı Meclis komisyonlarında görüşülmeye başlandı.
Mevcut 16 BŞB’ne 13 il daha katılıyor. Belediye sınırlarının bütün ili kapsayacağı bu 29 ilde “İl Özel İdaresi” tüzelkişiliği kalkacak. Tasarı bu maddeden ibaret olsa büyük reform, ama değil, birçok maddeyle sulandırılmış!
Nüfusun bu illere dağılımı aşağıdaki tabloda görülmektedir.
*Tablodaki gibi, nüfusun dörtte üçü, yeni rejime göre yönetilecek bu 29 ilde oturmaktadır. Bilindiği gibi bu illerimiz nüfusun hızla arttığı yerlerdir.
Tasarı kabul edildiğinde, 29 ilde her belediye belirli kurallarla BŞB’ne bağlı olacak, diğer 52 ilde İl Özel İdaresi devam edecek ve bağımsız belediyeler bulunacaktır.
Köyler ilçe belediyesinin mahallesine dönüşmektedir. Tarımsal kesimde bunun sakıncaları, herhalde komisyonda gösterilecektir. Belde belediyeleri kaldırılmakta, mahallelere dönüşmektedir.
Köyler ve mahallelere yönetim ve yetki devredilmek koşuluyla, belirli bir nüfustan daha az belediye kurulmaması makuldür ve temel ilkelerle çelişmez. Ancak yeni küçük ilçeler kurarken belde belediyelerinin hepsini kapatmak irdelenmelidir.
Büyükşehir Belediye Kanunun’da da çelişkiler yaratacak ve idareyi güçleştirecek bazı değişiklikler önerilmektedir.
BŞB sınırlarının bütün ili kapsaması ve il özel idarelerinin son bulması ciddi bir reform olabilir. Bu madde, gerçekte bütün ülkede, illerin (tabii bölgelerin, ilçelerin ve muhtarlıklarla birlikte) yerinden yönetim ilkelerine göre yönetilmesi yolunda atılmış bir adım olabilirdi.
Ancak, bu ilkeyi etkisiz hale getirecek yeni bir idari organ kurulmaktadır: Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri (YİKM). Bu merkezler “valiye bağlı” olacaklar ve ildeki yatırım hizmetlerini, afet işlerini yapacak, ayrıca ilin tanıtımı, kamu kuruluşlarına destek sağlanmasıyla da uğraşacaklardır.
Kanunun diğer maddelerinden de anlaşılmaktadır ki; Ak Parti yerel yönetimlerle elindeki iş yükünü paylaşmak istememektedir; seçimlerden sonra derinleştirdiği ve genişlettiği merkezileştirmeyi daha da güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bir yandan il özel idarelerini feshederek, belediyelere yetki verir gibi görünürken, diğer yandan YİKM ve başlarında bulunan valilerle, rehberlik, destek, yatırım olanağı diyerek gerçek işleri merkezden denetleme yolu bulunmuştur.
YİKM kurulduğunda ve yazılı işlevler verildiğinde, imar ve altyapı yatırımları bir karmaşaya teslim edilmiş olacaktır.
Özetle bu kanun tasarısının hızla, yerinden yönetim ilkelerine göre yeniden yazılması gerekmektedir; eğer bu yapılmazsa, ülkemizin yönetilmesi bugün olduğundan daha zor olacak, ve sık sık kaoslarla karşılaşılacaktır.
HABERCİNİZ.COM
İçişleri Komisyonunda, Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmündeki Kararnamelerde (KHK) Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler yapıldı.
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, tasarının alt komisyona gönderilmesini istedi. ”Demokrasinin yeşil kökleri kurutulmaktadır” diyen Vural, 18 yaşına seçime hakkı veren zihniyetin yerel yönetimleri seçme hakkını ortadan kaldırdığını savundu. Tasarının, ”bölgesel yönetim” tarzıyla düzenlendiğini ifade eden Vural, Irak ve Suriye’de olan bitenden endişeleri olduğunu söyledi.
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, Komisyon Başkanı Muammer Güler’e, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in komisyonda bulunmadığını belirterek, bakanlık müsteşarının temsil yetkisi olup olmadığını sordu.
MHP’li Vural’ın, ”Hükümet temsil edilmiyor, müzakereler bitmiştir” sözlerine Güler, ”İçişleri Bakanlığı Müsteşarı kendisi… Temsil edilecek kişiyle ilgili yazılı bildirim var” karşılığını verdi.
Bunun üzerine Tanal, Başkanlık Divanı’na doğru yürüyerek, ”yazılı bildirimi görmek istediğini” söyledi. Güler’in, ”Komisyon Başkanı olarak var diyorsam var. Komisyon açısından yazı temsile uygundur” sözüne Tanal, ”Yetkiyi görebilir miyim, görmem, okumam lazım” dedi.
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, ”Bakanın bundan daha önemli işi olabilir mi”, CHP Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner’in ”Bakan Viyana seferine mi çıktı yoksa Angelina Jolie ile randevusu mu var” demesine Güler, ”Gelince sorarız” karşılığını verdi. Güler, tartışmaların devam etmesi üzerine birleşime ara verdi.
Aranın ardından toplantı başlarken İçişleri Bakanı Şahin, komisyona geldi.
FAUL YAPARAK SEÇİM KAZANILMAZ
Tasarının tümü üzerinde söz alan muhalefet milletvekilleri, eleştirilerini dile getirdi.
CHP Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın, İçişleri Bakanlığı’nın yayımladığı bir genelgeyle belediyelerin borçlanma tasarruflarını en büyük mülki idare amirinin onayına tabi kıldığını belirterek, ”Sadece bu örnek bile İçişleri Bakanlığı’nın içindeki antidemokratik durumu gösteriyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı onayı alınmadan belediyeler en küçük bir iş yapamaz hale geldi. İzmir Büyükşehir Belediyesi 400 yılla yargılanıyor. Türkiye’de egemen olan anlayış yerele yetki veren değil, ceberut devlet anlayışını her yere hakim kılmaktır” diye konuştu.
Seçim çevresi değişiklikleri yapıldığını ifade eden Günaydın, ”Bu vatandaştan hep ters tepmiştir. Faul yaparak, oyunun kurallarıyla oynayarak seçim kazanılmaz. İl özel idarelerini kapatarak demokrasiye ters bir mekanizma kuruyorsunuz. Belediye kapatarak yerele yetki devreden ilk iktidar siz olacaksınız. Neden yerel referandum yapmadan halkın iradesine müdahale ediyorsunuz” dedi.
BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya önder, tasarının ”özerklik” anlamına gelecek hiçbir düzenleme içermediğini, iktidarın gücü merkezde topladığını savundu. Önder, Bakan Şahin’e, ”MHP’ye nasıl operasyon yapıldıysa size de öyle yapılacak. Muhtemelen siz o zaman bakan olmayacaksınız. 3 büyükşehir belediyesine yapılacak operasyonu göreceğiz” dedi.
Şahin’in, Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’e sahip çıkacak bir şey söylemesi gerektiğini ifade eden Önder, şöyle devam etti:
”Eli silahlı, silahsız birinin feryadını duyduğumda ciğerim paramparça oluyor. Dağı ne zannediyorsunuz; romantizm, konfor yeri mi, o insanlar oraya nasıl geldi? Bugün itizar eden vekiller o manzarayı gördüğünde içi yanacaktır. Bazen önümüze şanslar, yol ayırımları gelir. Bu yol ayrımlarında insanlığı yüceltmeniz, savunduğunuz dünya görüşünü inkar etmenizi gerektirmez. Sayın bakanın onu taltif etmesini diliyorum. Bu yüzleşmeyi PKK da herkes de yapmalı. Kıyamete kadar savaşacak değiliz. Bir gün helalleşecek bu insanlar. Kucaklaşmamıza ne mani? Emniyet müdürünün söyledikleri kendisini de içine katarak söylediği için çok kıymetli.”
VEKİLLER KENDİ İLLERİNİ KONUŞTU
Komisyonda söz alan milletvekilleri tasarıyla kendi seçim bölgelerindeki değişiklikleri eleştirdi.
CHP Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü, kapatılacak belediyelerle ilgili referandum yapılması gerektiğini belirterek, ”Tekirdağ’da ilçe yapılan belde AK Parti’den, kapatılan ise diğer partilerden. 50 bin nüfusu olan yer, 5 bin nüfusu olan beldeye bağlandı. Çorlu ilçesiyle ilgili alınan karardan dönülmeli. Siyasi kaygılarla hareket etmek her zaman başarıyı getirmez” dedi.
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, ”Bu tasarıyla valiler kral oluyor. İl genel meclisi yetkileri, ilgili bakanlıklara devrediliyor. Cumhuriyet döneminde kurulan belediyelerin kaldırılması haksızlık” görüşünü savundu.
CHP Balıkesir Milletvekili Ahmet Gümüş, ”Zamanla bütün şehir uygulaması tüm Türkiye’ye mi yayılacak? Bu düzenleme, başkanlık sisteminin altyapısıdır. Niyetinizi açıkça ortaya koymuyorsunuz” dedi.
MHP Kütahya Milletvekili Alim Işık, İçişleri Bakanı Şahin’e, ”Bu tasarıyı sizin hazırladığınıza inanmıyorum, bir odada hazırlatıldı, önünüze getirildi. Bakanın haberi olsa eminim itiraz ederdi” dedi.
İlindeki belde belediyelerin yüzde 85’inin kapatılacağını ifade eden Işık, ”Borçsuz belediye niye kapatılıyor? Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin trilyonlarca borcunu üstleniyorsunuz ama bu belediyelerin borcunu üstlenmiyorsunuz. Anadolu’da köyleri birbirine düşman edeceksiniz” dedi.
CHP Trabzon Milletvekili Volkan Canalioğlu, Trabzon’un büyükşehir olmasını istediklerini belirterek, kurulacak ”Yavuzselim” ilçesinin isim babasının kim olduğunu sordu.
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, tasarının mimarının AK Parti Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi olduğunu belirterek, Manisa’nın ikiye bölündüğünü, yapılacak seçimlerde belediyeleri CHP’nin kazanacağını ileri sürdü.
MHP Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu, tasarının farklı gerekçeleri olduğunu ifade ederek, ”AKP koridorlarında dolaşan gerekçeler var; şehirlerde rant bitti sıra köylere, meralara geldi. Bazıları 3 dönem nedeniyle sıkıştı, ‘büyükşehir sayısını artıralım da onlara rütbe verelim’ deniyor” dedi.
CHP Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ, ”AKP ne pahasına olursa olsun seçim kazanmak için bu tasarıyı hazırlamıştır” diye konuştu.
Görüşmelerin ardından tasarı, alt komisyona sevk edildi.
6103 SAYILI KANUN’UN 25. MADDESİNİN UYGULAMA ALANINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER
Prof. Dr. Tekin MEMİŞ
(www.e-akademi.0rg(Hukuk,Ekonomi) ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi Sayı:126,Ağustos 2012
GİRİŞ
Türk Ticaret Kanunun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun‟un (6103 sayılı Kanun) 25. Maddesi gereğince yönetim kuruluna tüzel kişinin temsilcisi olarak seçilmiş olan kişilerin Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde istifa etmesi, onun yerine de tüzel kişinin ya da bir başkasının seçilmesi gerekir. Bu hükmün ayrım gözetmeksizin bütün tüzel kişi temsilcisi yönetim kurulu üyelerine uygulanıp uygulanmayacağı bu çalışmanın konusunu teşkil etmektedir.
Bu çerçevede anonim şirket yönetim kurulu üyeliklerine tüzel kişilerin uygulamada nasıl atama yaptığı sorunu öncelikle ortaya konulmalıdır. Hemen vurgulamalıyım ki, tüzel kişilerce atanan yönetim kurulu üyelerinin hepsinin niteliği aynı değildir.
Aşağıda önce tüzel kişilerin anonim şirketlere tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi atamalarına ilişkin Türk Ticaret Kanununda ve diğer Kanunlardaki düzenlemeler incelenecektir. Bu üye atama işlemlerinin mahiyetinin kanunlarda aynı şekilde düzenlenmediği, atama-temsil ve yönetimdeki işlevlerinin de aynı olmadığı açıklığa kavuşturulacaktır.
1. Pay sahibi tüzel kişilerin temsilcilerinin yönetime temsilci göndermeleri
Bir anonim şirketin ortağı, gerçek kişi olabileceği gibi bir tüzel kişi de olabilir. Hatta ortak olan bu tüzel kişinin mutlaka bir ticaret şirketi olmasına da gerek yoktur. Bir dernek ya da vakıf da anonim şirket ortağı olabilecektir. Bu tüzel kişilerin şirket yönetiminde temsil edilmeleri, bir takım hukuki kurallara bağlanmıştır. 6762 sayılı TK ile 6102 sayılı TTK, konuyu farklı şekilde çözüme kavuşturmuştur.
a. 6762 sayılı Kanunun Düzenlemesi
Bilindiği üzere, 6762 sayılı Kanun‟un 312/II. maddesine göre tüzel kişilerin anonim şirket yönetim kurulunda üye olması mümkün değildir.
„„İdare meclisi pay sahibi âza ortaklardan teşekkül eder. Ancak pay sahibi olmıyan kimseler âza seçildikleri takdirde bunlar pay sahibi sıfatını kazandıktan sonra işe başlıyabilirler.
Pay sahibi olan hükmi bir Şahıs idare meclisi âzası olamaz. Fakat hükmi Şahsın temsilcisi olan hakiki Şahıslar idare meclisine âza seçilebilirler.
Bu hükmün gerekçesinde tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi olamamasının kabul edildiği, bunun en önemli neticesinin yönetim kurulu üyesinin şahsen şirkete ve üçüncü şahıslara karşı sorumlu olması gerektiği belirtilmiştir2.
Bu çerçevede, bir anonim şirkette pay sahibi olan tüzel kişi, 6762 sayılı Kanun’a göre kendisi bizatihi yönetimde bulunamayacak ancak buna karşın temsilcilerini yönetim kuruluna sokabileceklerdir. Atanan bu kimselerin seçimi de yönetim kurulundan azli de genel kurula ait bir yetkidir. Temsilcinin göreve getirilmesinde olduğu gibi azledilmesinde de yetki tüzel kişiye ait değildir. Temsilcinin tüzel kişi ile bağı kalmasa bile bu kimsenin görevden alınması konusunda yine tüzel kişinin bir yetkisi bulunmamaktadır. Bu çerçevede ana sözleşmeye konulacak hükümle yönetim kurulu üyeliğinin devamı için tüzel kişi ile bağ şartı konulabilir. Bu durumda yönetim kurulu üyesi sadece istifaya davet edilebilir. Ancak bu durumda dahi istifa etmeyen yönetim kurulu üyesi ile tüzel kişi arasındaki ilişki bir tazminat ilişkisine yol açar, yoksa üyeliğin kendiliğinden düşmesi söz konusu olmaz.
Tüzel kişinin temsilcisinin istifa etmesi de yine kendiliğinden tüzel kişinin yönetim kuruluna atama yapmasının önünü açmamaktadır. Atama, yine genel kurulda yapılmalıdır ya da boşalan üyeliğe diğer yönetim kurulu üyeleri tarafından atama yapılmalıdır. Bu arada tüzel kişi tarafından atanan temsilcisinin pay sahibi olması da gerekmez.
Tüzel kişinin temsilcisi bile olsa yönetimden kaynaklanan hak ve sorumluluklar, tüzel kişiye değil temsilciye aittir.
b. 6102 sayılı Kanunun Düzenlemesi
6102 sayılı Kanun ise, tüzel kişinin anonim şirketlerde yönetici olabilmesine imkan sağlamıştır. Yeni Kanun, tüzel kişilerin anonim şirketin yönetiminde görev yapamayacaklarına ilişkin kuramsal ve maddi gerekçeleri kabul etmemiş ve sistemi değiştirmiştir.Kanunun 359. Maddesi gerekçesi, bu değişikliğin sebebini açık bir şekilde ortaya koymuştur:
İkinci fıkrada, tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi olabilmelerine olanak tanınarak, bir taraftan, 623 üncü maddesinin ikinci fıkrası ile uyum sağlanmış, diğer taraftan tüzel kişinin yönetim kurulu üyesi olarak sorumlu tutulmasının yolu açılarak şirkete, paysahiplerine ve alacaklılara güvence verilmiştir. Düzenleme sorumluluk hukukunun ana gelişme ekseni ile çakışmaktadır. Dev yapılı, çok uluslu şirketlerin; temsilcilerinin arkasına gizlenmelerine hukukun seyirci kalması sadece adaletsizliği artırmakla kalmamakta aynı zamanda hukuka güveni de sarsmakta, hukukî gerçeğe göz kapama anlamına gelmekte ve kanun koyucuyu da hukuk kuralının nesnelliği yönünden müşkül durumda bırakmaktadır. Bu fıkra ile çağdaş, hakça bir sorumluluk sistemi kabul edilerek, tüzel kişinin temsilcisinin üye seçilmesi ile üyenin (temsilcinin) tüzel kişi ile arasındaki bağın kesildiği ve tüzel kişinin, temsilcisinin eylem ve kararlarından sorumlu tutulamayacağı şeklindeki yapay teori reddedilmiştir. Artık, tüzel kişilerin temsilcilerinden oluşan zayıf malvarlıklı üyelerin sorumluluğu ile hukukî gerçeklere göz yumulmayacaktır.
6102 sayılı Kanun, açıkça tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi olabilmesine imkan sağlamıştır. Ancak Kanun bununla yetinmemiş ve Uygulama Kanunun 25. Maddesi ile de, eskiden devam eden yönetim kurulundaki tüzel kişi temsilcilerin de Kanunun yürürlüğe girmesini takiben üç ay içinde görevden alınmalarını ve yerlerine ya tüzel kişinin atanmasını ya da başka bir kimsenin seçilmesini buyurmuştur. Böylece Kanun, tüzel kişilerin temsilcilerinin arkasına sığınarak sorumluluktan kurtulma yolunu kapatmak istemiştir.
Yeni sistemde tüzel kişinin doğrudan yönetici olarak atanması ile eski sistemden önemli ölçüde farklılıklar oluşmuştur. Bir kere, her halükarda yönetim kurulu üyeliği hak ve yetkileri tüzel kişiye aittir. Ayrıca tüzel kişi, yönetim sorumluluklarının da muhatabı olacaktır. Bu sistemde tüzel kişi, yönetimi kendisini temsil etmeyen ancak somutlaştıran bir kimseyi sicile tescil ve ilan ettirmek zorundadır. Tüzel kişi, bu gerçek kişide somutlaşmıştır. İstediği zaman da tüzel kişi, gerçek kişiyi değiştirebilme hak ve yetkisine sahiptir.
6102 sayılı Kanun, artık açık bir şekilde tüzel kişi yöneticiyi kabul etmiş ve onun atanabilmesine imkan vermiş ve tüzel kişiyi yönetim kuruluğu üyeliğinin bütün hak ve sorumluluklarına muhatap kılmıştır.
Bu bağlamda toplantılara, tüzel kişiyi temsil edecek gerçek kişi katılıp oy kullanacaktır. Ancak kullanılan oy, tüzel kişinin olacaktır. Anılan fıkra uyarınca yönetim kurulu üyeliğine seçilen tüzel kişi, sadece bir gerçek kişiyi tescil ve ilan ettirebilir. Bu nedenle yönetim kurulu toplantılarına, sadece bu tescil ve ilan edilen kişi katılıp oy kullanabilir, başkası katılamaz. Tüzel kişi adına tescil ve ilan edilecek kişi, tüzel kişinin temsilcisi olarak görev yapacağı şirketin genel kurulu tarafından değil, bizzat tüzel kişinin kendisi tarafından belirlenecektir.
Tüzel kişi üye seçiminde, tüzel kişi ile birlikte, bu tüzel kişi tarafından belirlenen ve tüzel kişi adına yönetim kurulunda bulunacak olan bir gerçek kişinin de tescil ve ilan edilmesi (bu kişi, tüzel kişi tarafından istenildiğinde değiştirilebilir) ve bu tescil ve ilanın yapılmış olduğunun ayrıca varsa şirketin internet sitesinde hemen açıklanması zorunlu tutulmuştur.
6103 sayılı Kanunun 25. Maddesi, 6762 sayılı Kanuna göre atanmış olan bu tüzel kişi temsilcilerin üç ay içinde değiştirilmesini ve yeni sisteme intibakını öngörmektedir. Bu bağlamda şirketlerde tüzel kişi temsilcisi olarak en fazla 1 kişinin seçileceği kuralı nedeniyle, mevcut durumda olan şirketlerde Uygulama Kanunu m. 25 gereğince 1 Ekim 2012‟ye kadar tüzel kişiyi temsil eden üyelerin istifa etmeleri ve yeniden seçim yapılması gerekmektedir.
Hemen belirtelim ki, yönetim kurulu birden fazla tüzel kişi temsilcisinden oluşan yönetim kurulunda mutlaka genel kurulun yapılmasına gerek yoktur. Üç aylık zaman diliminde yönetim kurulunun diğer üyeleri sırası ile boşalan üyelikleri doldurabilirler.
2. Pay sahibi olan tüzel kişilerin anonim Şirket esas sözleşmesine ya da pay çoğunluğuna göre yönetime aday gösterme hakkı
Bazı şirketlerin esas sözleşmelerinde bazı gruplar için yönetim kuruluna aday gösterebilme imkanı tanınmış olabilir. Bunlar, gerek imtiyaz gerekse de grup imtiyazı şeklinde de olabilir7.
Şayet, tüzel kişi, elindeki imtiyaza ya da grup imtiyazına dayanarak birini yönetim kurulu üyesi seçtirecek ise (temsilcisi olarak değil) bu durumda zaten bu kimseler 6762 sayılı Kanun‟un aradığı gerçek kişi olma ve pay sahipliği şartları ile diğer yönetim kurulu olabilmenin şartlarını taşımak zorundadır. Yani diğer bir deyişle bu üyeleri kimin seçtirdiğinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
Bir tüzel kişinin şirketteki pay çoğunluğuna sahip olması durumunda yönetime istediği kimseleri seçtirebilme imkanına da sahiptir. Bu halde, seçilecek bu yönetim kurulu üyesinin de genel kurulun seçtiği yönetim kurulu üyelerinden bir farkı bulunmamaktadır. Yani bu yönetim kurulu üyelerini tüzel kişi seçtirmiş ancak 6762 sayılı TK anlamında tüzel kişinin temsilcisi üyeler de değildir.
Halkbankası‟na atanan yönetim kurulu üyeleri ise sermayesinin çoğunluğunu elinde bulunduran Özelleştirme İdaresi Kurulu tarafından aday gösterilmiş ve seçtirilmiş üyelerdir. Halkbankası örneğinde sermaye yapısı incelendiğinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, zaten şirketin %75 hissesini elinde bulundurmaktadır. Bu halde istediği kişileri zaten üye olarak seçtirebileceği aşikardır. Nitekim, Halkbankası örneğinde çoğunluk hisseyi elinde bulunduran Özelleştirme İdaresi’nin 1 Mart 2011 tarihli genel kurul toplantısında yönetime üye önerisi yapılmış ve oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
Bu çerçevede seçilen bu üyeler, tüzel kişi temsilcisi olarak görev yapmamaktadır. Özelleştirme İdaresinin pay hakimiyetine dayanılarak yönetim kurulu üyesi olarak seçilmişlerdir. Bu tür bir seçimin, gerçek bir pay sahibinin yaptığı seçimden mahiyet olarak hiç bir farkı yoktur ve bu kimseler de asla 6762 sayılı TK.m.312 anlamında pay sahibi tüzel kişinin temsilcisi olarak kabul edilemezler.
Bu çerçevede 6103 sayılı Kanun’un 25. Maddesinin bu ihtimallerde uygulanmasına gerek olmadığı, uygulama şartlarının olmayacağı aşikardır.
3. Kamu Tüzel Kişilerinin Yönetim Kurulundaki temsilcileri
Kamu tüzel kişilerince anonim şirketlerin yönetim kurullarına üye atanmasına ilişkin Türk Ticaret Kanunu’nda özel bir hüküm bulunmaktadır (6762 sayılı TK.m. 275, TTK.m.334). Bunun yanı sıra diğer özel Kanunlarda da yönetim kuruluna atamalar konusunda özel düzenlemeler bulunabilmektedir. Bu tür özel düzenlemeler, TTK.m. 334 ile karşılaştırıldığında özel hüküm mahiyetini taşıdığı için bu hükümlerin uygulanması gerekecektir.
a. TTK Hükümlerine Göre Kamu Tüzel Kişilerin Yönetim Kurulundaki Temsilcileri
Gerek 6762 sayılı Kanun gerekse 6102 sayılı Kanun‟da kamu tüzel kişilerine, esas sözleşmede öngörülecek bir hükümle pay sahibi olmasalar bile işletme konusu kamu hizmeti olan anonim şirketlerin yönetim kurullarında üye bulundurma hakkı verilebilir.
Anonim şirketle yönetim kurulu üyeleri genel kurul tarafından seçilebileceği gibi TTK. m. 334 (6762 sayılı TK.m.275) gereği bir kamu tüzel kişisi tarafından da atama yapılabilmektedir. Örneğin Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 26. maddesine göre “Genel sekreter ile belediye ve bağlı kuruluşlarında yöneticilik sıfatını haiz personel bu şirketlerin yönetim ve denetim kurullarında görev alabilirler denilmektedir. Yani bir bağlı kuruluş olan İGDAŞ‟ta yönetim kurulu üyelerinin bir kısmının genel kurul bir kısmının ise Belediye tarafından atanabilmesi mümkündür. Ancak bu üyeler, yetki ve sorumluluk bakımından diğer yönetim kurulu üyelerinden farklı değildir.
6762 sayılı Kanun‟un 275. Maddesine göre devlet, vilayet, belediye gibi kamu tüzel kişileri, pay sahibi olmasalar dahi ana sözleşmeye konulacak bir hükümle yönetim kurullarında temsilci bulundurabilirler. Bu üyeler Genel Kurul tarafından seçilen diğer üyelerle aynı hak ve yetkilere sahiptirler. Kamu tüzel kişileri tarafından atanan üyelerinin, her zaman aynı kamu tüzel kişileri tarafından azledilip yerlerine yenilerinin tayin edilebilmesi mümkündür.( 6762 sayılı Kanun‟un 272. Maddesinin gerekçesi: Devlet, il, belediye gibi kamu tüzelkişileri pay sahipleri olmalarına rağmen genel kurulda şu veya bu sebepten dolayı oy çoğunluğuna sahip olmadıkları zaman ortaklık organları için vâki olan seçimlerde kendilerini ve dolayısiyle âmmenin menfaatlerini tesirli bir tarzda temsil edemezler. Bu durumu ıslah için kamu tüzel kişilerinin temsilcisi 275 inci maddede gösterilen şartlar altında genel kurul tarafından seçilmeyip ilgili kamu tüzelkişisi tarafından tayin ve lüzumu halinde azledilir. Bununla beraber bu temsilciler de genel kurul tarafından seçilen yönetim üyelerinin hak ve görevlerini haizdirler. Mesuliyetin de bu gibi hallerde temsil olunan kamu tüzel kişisine yüklenmesi elzemdir.)
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun 334. Maddesi aynen 6762 sayılı TK.m.275‟de olduğu gibi, TTK.m.359‟dan farklı olarak, tüzel kişi temsilcisinin yönetim kurulunda bulunmasına imkan vermektedir. Bu yöntemle atanan üyelerin sorumluluğu konusunda da 6762 sayılı Kanun‟un 312. Maddesinde öngörülen sistemden farklı olarak da sorumluluğu temsilciye değil temsil edilen tüzel kişiye vermiştir.
Görüleceği üzere 6762 sayılı TK.m.275‟de ve TTK.m.334‟de öngörülen kamu tüzel kişilerinin temsilcileri hala yönetimde kalmaya devam edeceklerdir. Yeni Türk Ticaret Kanunu, bu konuda bir sistem değişikliğine gitmemiştir.
Uygulama Kanunu‟nun 25. Maddesinde öngörülen tüzel kişi temsilcilerinin üç ay içinde görevi bırakmalarına ilişkin hüküm, 6762 sayılı Kanunun 275. Maddesine göre atanmış bulunan kamu tüzel kişilerinin temsilcileri için ya da yeni Kanunun 334. Maddesine göre atanan yönetim kurulu üyeleri için uygulanmaz. Bu üyeler, yine atayan kamu tüzel kişilerin temsilcileri olarak görev yapacaklar ve görevlerine devam edeceklerdir.
b. Özel Kanunlarca Atanan Yönetim Kurulu Üyeleri
Bazı Kanunlarda belirli hallerin doğması ya da şartların varlığı halinde yönetim kurullarına üye atama yetkisi tanınmış olabilir. Bu halde atanan üyelerin hukuki durumu da özel olarak incelenmelidir.
Bu üyelerin atanması için TTK.m. 334 (6762 sayılı TK.m.275) hükmünde olduğu gibi, şirketlerin esas sözleşmelerinde bir hüküm bulunmasına da gerek bulunmamaktadır. Bu üyelerin atanmaları gibi görevden alınmalarında da atamayı yapan kamu tüzel kişisi yetkilidir.
Bunlara Bankacılık Kanununda Fona devredilen bankalar örnek olarak verilebilir (Bankacılık Kanunu m. 104). Yine Özelleştirme Uygulamaları Kanununun 4. Maddesi de örnek olarak gösterilebilecek hükümlerden bir tanesidir. Hüküm şu şekildedir:
„i) Kuruluşların yönetim kurulu başkanlığı ve üyelikleri ile denetim ve tasfiye kurulu üyelikleri ve genel müdürlükleri ile ait oldukları kuruluşlardan ayrı olarak özelleştirme programına alınan ve anonim şirkete dönüştürülmelerine gerek görülmeyen müesseselerde, müessese müdürlükleri ve yönetim komitelerine, işletme ve işletme birimlerinde bunların müdürlüklerine yapılacak atamalar ve bu görevlerden alınma işlemlerine ilişkin olarak Başbakana teklifte bulunmak (bu görevlere atanacaklarda 4 yıllık yükseköğrenim görmüş olma şartı aranır)‟.
Bir başka örnek de, mali durumu bozulan sigorta şirketlerine yapılan atamalardır. Sigortacılık Kanunu’nun 20. Maddesine göre de Bakan, yönetim kuruluna üye atayabilmektedir:
„c) Yönetim veya denetim kurulu üyelerinden bir kısmını veya tamamını görevden alarak ya da bu kurullardaki mevcut üye sayısını artırarak bu kurullara üye atamaya veya sigorta veya reasürans şirketinin yönetiminin kayyıma devredilmesini talep etmeye,
6) Bu madde uyarınca şirket yönetim ve denetimine atananlar, şirkete ait doğmuş veya doğacak kamu borçlarından, sosyal güvenlik kuruluşlarına olan borçlarından ve şirketin diğer mali yükümlülüklerinden sorumlu tutulamaz. Bu madde uyarınca atanan kamu görevlileri hakkında ceza davası açılabilmesi Bakanın iznine tabi olduğu gibi bu kişiler hakkında açılan hukuk davaları da Müsteşarlığa karşı açılmış sayılır. Müsteşarlık tarafından açılan davalar hariç olmak üzere bu kişiler hakkında açılan davalar ve başlatılan soruşturma ve kovuşturmalarda, yargılama giderleri ve Türkiye Barolar Birliğince açıklanan asgari ücret tarifesinde belirlenen avukatlık ücreti, Müsteşarlık bütçesinden karşılanır. Türk Ticaret Kanunu’nun yönetim kurulunun ibrasına ilişkin hükümleri bu madde uyarınca atananlar hakkında uygulanmaz‟.
Bu yönetim kurulu üyeliklerinin hukuki niteliğinin ne olduğu son derece önem kazanmaktadır. Gerek Kanun hükmü gerekse atamanın usulü göz önüne alındığında bu üyelerin durumunun farklılıklarıyla birlikte mahiyeti itibariyle TTK.m. 334‟deki (6762 sayılı TK.m.275) atamalara uyum gösterdiği tespit edilir. Yani bunlar, bir Kamu Tüzel Kişisi tarafından yapılan atamalardır ve 6762 sayılı TK.m.312‟ye göre genel kurul tarafından yapılan tüzel kişinin temsilcisinin seçilmesinden tamamen farklıdır. Ancak TTK.m.334‟de bulunan düzenlemeden de farklı olarak, bu şirketlerin esas sözleşmelerinde bir hüküm bulunmasına da ihtiyaç yoktur.
Burada sorumluluğun kime ait olacağı konusunda bu Kanunlarda özel bir düzenleme varsa şüphesiz sorumluluk rejimi bu hükümlere göre tayin edilmelidir. Ancak Sigortacılık Kanunu’nun 20/6. Maddesinde Bakan tarafından atanan yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğun da özel olarak düzenlendiği görülmektedir.
6103 sayılı Kanun‟un 25. maddesinin, kamu tüzel kişiler tarafından atanan bu tür yönetim kurulu üyelerine uygulanmayacağı açıktır. Zira Başbakanlık Özelleştirme İdaresi, hiç bir zaman yönetim kurulu üyeliğine zorlanamayacağı gibi, onların temsilcisi olan yönetim kurulu üyelerinin de istifasına gerek yoktur. Ya da Sigortacılık Kanunu‟na göre Bakan ya da Bakanlık da yönetim kurulu üyesi olmaya zorlanamaz.
Hal böyle iken açık bir kanuni düzenlemenin olduğu bu gibi durumlarda, atamalar TTK‟nun 334 ve 359. Maddelerinin dışında özel bir düzenlemeye tabidir. Bu özel hükümler varken TTK.m. 334 elbette uygulanmaz. Ancak bu düzenlemelerin halen TTK.m.334‟le bağı devam eder. Şöyle ki, şayet ilgili düzenlemelerde bu üyelerin sorumluluğuna ilişkin özel hüküm bulunmuyor ise bu halde TTK.m.334 hükmü sorumluluğu belirleyen hüküm olarak kullanılabilir.
SONUÇ
Yukarıdaki incelemelerimizde ortaya konulduğu üzere, 6102 ve 6103 sayılı Kanun ve ilgili diğer mevzuat değerlendirildiğinde anonim şirketlerin yönetim kurullarına tüzel kişilerce farklı atamaların söz konusu olduğu tespit edilmiştir. Yani diğer bir ifadeyle, tüzel kişilerin atadığı kişilerin niteliği birbiriyle aynı değildir.
6102 sayılı Kanun, 6762 sayılı TK.m.312‟de bulunan ve tüzel kişilerin yönetici olamayacağına ilişkin sistemi değiştirmiştir. Artık yeni sistemde tüzel kişilerin de anonim şirkette yönetici olabilmesine imkan verilmiştir. 6103 sayılı Kanun ise, eskiden tüzel kişi temsilcisi olarak yönetim kurulunda görev yapan temsilcilerin tasfiyesini amaçlamaktadır. Bunun için de şirketlere üç aylık bir süre verilmiştir. Bu süre zarfında yönetim kurulu üyeleri değiştirilmeli ya tüzel kişinin bizatihi kendisi üye olmalı ya da bir başkası seçilmelidir. Yukarıda açıkladığımız üzere, bir tüzel kişinin elindeki imtiyazlı paylara ya da oy çokluğuna dayanarak yönetici seçtirmesi hali de TK.m.312‟deki tüzel kişinin temsilcisinin atanması değildir. Bu tür atamalar, herhangi bir gerçek kişinin pay çoğunluğuna sahip olması nedeniyle bütün yönetim kurulu üyelerini ataması ile eş niteliktedir. Yukarıda Halk Bankası örneğinde görüleceği üzere, sermayenin ve oyun %75‟ine sahip olan Özelleştirme İdaresi, genel kurul toplantılarında üye teklifinde bulunmakta ve oy çokluğu ile seçtirmektedir.
Bu durumun 6762 sayılı TK.m.312 gereği yönetim kuruluna tüzel kişi temsilcisinin atanması ile uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır ve 6103 sayılı Kanun‟un 25. Maddesinin uygulanmayacağı da açıktır. Önemle belirtelim ki, kamu tüzel kişilerince anonim şirketlere atama yapılmasına ilişkin 6762 sayılı TK.m.275 hükmünün muadili madde yani TTK.m.334 hükmü aynen muhafaza edilmektedir. Yani diğer bir deyişle, bu kamu tüzel kişilerin temsilcileri görevlerine halen devam edeceklerdir. Uygulama Kanunu’nun 25. Maddesi bu temsilcileri de etkilemez.Nihayet, Uygulama Kanunu’nun 25. Maddesi, ancak ve sadece 6762 sayılı TK.m. 312 gereği, şirket yönetim kurulunda tüzel kişi temsilcilerinin bulunması hallerine mahsus olarak uygulama alanı bulacaktır. Diğer usullerle atamalarda bu maddenin uygulanma imkanı yoktur.
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
Hukuk Müşavirliği
17.07.2012
Sayı: 10268
Konu: İdari Para Cezalarının İndirimli Olarak Peşin Ödenmesi
İlgi: Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 09.07.2012 tarih ve 18258 sayılı yazısı
GÖRÜŞ İSTENİLEN KONU; Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün İlgi yazısıyla; 3194 sayılı İmar Kanununun 42 nci maddesine göre belediye encümeni tarafından verilen para cezalarının 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında taksitlendirilmesinin mümkün olup olmadığı ile bu cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yasal ödeme süresi içerisinde ve kanun yoluna başvurmadan peşin olarak dörtte üçü oranında ödemesinin yapılıp yapılamayacağı hususunda Bakanlık görüşü istenilmektedir.
İLGİLİ BİRİMİN GÖRÜŞÜ: Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü konuya ilişkin olarak;
“… Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesi uyarınca idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümler dışındaki 1-31 inci maddesinde yer alan diğer genel hükümlerinin bütün kanunlarda yer alan idari yaptırımları gerektiren fiiller hakkında uygulanacağı, sözü edilen genel hükümler arasında; 17’nci maddede düzenlenen peşin ödeme indirimi ve (taksitlendirme hakkının da yer aldığı, bu çerçevede imar para cezalarıyla ilgili olarak tebliğ tarihinden itibaren yasal ödeme süresi içerisinde ödeme yapılması: halinde indirim hakkından, yine süresi içerisinde talep edilmesi halinde taksitlendirme imkanından yararlanılması gerektiği değerlendirilmekle…”
Şeklinde görüş belirtmiştir. ‘
HUKUK MÜŞAVİRLİĞİNİN GÖRÜŞÜ: Konuya ilişkin olarak mevzuatta;
3194 sayılı İmar Kanununun “İdari müeyyideler” başlıklı 42 nci maddesinde; “(Değişik: 9/12/2009-5940/2 md.) Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır…”
5326 sayılı Kabahatler Kanununun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3 üncü maddesinde; “(Değişik: 6/12/2006-5560/31 md.) (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır.”,
Aynı Kanunun “idarîpara cezası” başlıklı 17 nci maddesinde;
(3) (Değişik; 6/12/2006-5560/32 md)… mahalli idareler tarımdan verilen idarî para cezaları kendi bütçelerine gelir kaydedilir. Kişinin ekonomik durumunun müsait olmaması hâlinde, idarî para cezasının, ilk taksitinin peşin ödenmesi koşuluyla, bir yıl içinde ve dört eşit taksit halinde ödenmesine karar verilebilir. Taksitlerin zamanında ve tam olarak ödenmemesi halinde, idarî para cezasının kalan kısmının tamamı tahsil edilir.
(4) (Değişik: 6/12/2006-5560/32 md)… mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezaları, ilgili kanunlarında aksine hüküm bulunmadığı takdirde, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kendileri tarafından tahsil olunur. …
(6)… idarî para cezasını kanun yoluna başvurmadan önce ödeyen kişiden bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, kişinin bu karara karşı kanun yoluna başvurma hakkım etkilemez. …
Hükümleri yer almaktadır.
Kabahatler Kanununun uygulanması hakkında 12/05/2007 tarih ve 26520 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 442 Seri No.lu Tahsilat Genel Tebliğinde; “… 5326 sayılı Kanunun kanun yolu dışındaki diğer genel hükümleri tüm idari para cezaları hakkında uygulanacak, idari para cezalarının düzenlendiği kanunlarda kanun yoluna ilişkin özel bir düzenlemenin bulunmaması halinde 5326 sayılı Kanunun idari yaptırım kararlarına karşı getirdiği kanun yoluna ilişkin hükümleri de uygulanacaktır.
Bu itibarla, idari yaptırım kararlarında bulunması gereken hususlar, kararların ilgililere tebliğ usulü, özel kanununda hüküm bulunmaması koşuluyla idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümler (başvuru yolu ve süresi, itiraz yolu ve süresi), ödeme usulü, zamanaşımı, idari para cezalarının gelir kaydedileceği kamu idareleri gibi düzenlemeler genel hükümler olup, ilgili Kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
Kamu tüzel kişileri, görevleri gereği verecekleri idari para cezalarının uygulamasını, 5326 sayılı Kanunda yer edan genel esaslara bağlı kalarak yapacaklardır.
Kamu tüzelkişilerinin görev alanları dikkate alınarak aşağıdaki şekilde tasnif edilmesi mümkündür.
c) Mahalli idareler: Mahalli müşterek ihtiyaçları karşılamak üzere kurulmuş olan mahalli idareler; il Özel idareleri, belediyeler ve köylerden oluşmaktadır. …
Yukarıda yer verilen kamu tüzel kişiliği tasnifine dahil kamu tüzel kişileri ile bu tasnifte yer almayan diğer kamu tüzel kişilerine idari para cezası verme yetkisi kanunla verilmiş olması halinde, bu tüzel kişilerce verilecek idari para cezalarında 5326 sayılı Kanunla getiren genel esaslara uyulması gerekmektedir….”
Şeklinde açıklamalar bulunmaktadır.
Dosyasının tetkikinden; Ankara Valiliğinin 18/06/2012 tarih ve 14557 sayılı yazısıyla; belediye encümenince 3194 sayılı İmar Kanununun 42 nci maddesine göre verilen para cezalarının, Etimesgut Belediyesi tarafından tek seferde tahsil edildiğinden bahisle, bu cezaların 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında taksitlendirilmesinin mümkün olup olmadığına dair görüş istenilmesi üzerine. Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 29/06/2012 tarihli ve B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 17458 sayılı yazısı ile İmar Kanununda gösterilen para cezaları hakkında da 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği ve buna göre taksitlendirme yapılabileceği yönünde görüş bildirildiği, S.S. Akdenizkent Konut Yapı Kooperatifinin 04/07/2012 tarihli dilekçesinde ise, kooperatif tarafından yapılan inşaatları için Etimesgut Belediye Encümenince verilen imar para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yasal ödeme süresi içerisinde ve kanun yoluna başvurmadan belediyenin banka hesabına peşin olarak dörtte üçü oranında yatırıldığı, ancak Belediyece imar para cezalarının 5326 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle kalan kısmının da ödenmesinin istenildiği Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 09/07/2012 tarihli ve B.05.0.MAH. 0.01.01.00-255-18258 sayılı yazısı ile belirtilerek, konunun Hukuk Müşavirliğimize iletildiği anlaşılmıştır.
Mevcut mevzuat hükümleri ve Tahsilat Genel Tebliği çerçevesinde konu irdelendiğinde;
3194 sayılı imar Kanununun 42 nci maddesinde, yapı ruhsatı alınmadan veya ruhsat ve eklerine veya îmar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine veya sorumlularına idari para cezası verileceği hükme bağlandığı ve cezanın tahsili ile ilgili olarak Kanunda özel bir hükme yer verilmediği, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesinde, Kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde ve diğer genel hükümlerinin de idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı, 17 nci maddesinde, mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezalarının kendî bütçelerine gelir kaydedileceği, kişinin ekonomik durumunun müsait olmaması halinde, idarî para cezasının, ilk taksitinin peşin ödenmesi koşuluyla, bir yıl içinde ve dört eşit taksit halinde ödenmesine karar verilebileceği, mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezalarının, ilgili kanunlarında aksine hüküm bulunmadığı takdirde. Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kendileri tarafından tahsil olunacağı, idarî para cezasını kanun yoluna başvurmadan önce ödeyen kişiden bunun dörtte üçünün tahsil edileceğinin hüküm altına alındığı. Dolayısıyla, 3194 sayılı İmar Kanununun 42 nci maddesi çerçevesinde verilen idari para cezalarının tahsili ile ilgili olarak aynı Kanunda özel bir hükmün bulunmaması nedeniyle, bu cezaların tahsilinde 5326 sayılı Kabahatler Kanununun genel hükümlerinin uygulanacağı,
Ayrıca, Kanunun 17 nci maddesinde düzenlenen “peşin ödeme indirimi” ve “taksitlendirme” imkanının da sözü edilen genel hükümler arasında yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda, imar para cezalarıyla ilgili olarak tebliğ tarihinden itibaren yasal ödeme süresi içerisinde ödeme yapılması halinde indirim hakkından, yine süresi içerisinde talep edilmesi halinde taksitlendirme imkanından yararlanılabileceği,
Değerlendirilmektedir.
Uygun görüldüğü takdirde görüş yazımızın Mahalli İdareler Genel Müdürlüğüne havalesini arz ederim.
Ahmet Hamdi NAYIR
1.Hukuk Müşaviri
İş hukukumuzda, işçilerin istihdamı ve işçilere uygulanan diğer hususlar, çok az farklılıklarla birlikte kamu kurumları ile özel hukuk tüzel kişilerinde aynı kurallara tabidir. Özel hukuk tüzel kişilerinin, işçileri işe almadan tutunda, istihdamdaki bazı hususlardaki serbestlikleri, kamu kurumlarına nazaran daha fazladır.Özel hukuk tüzel kişiliklerinde çalışanlarla, kamu tüzel kişiliklerindeki işçi istihdamı konusunda farklılık oluşturan hususların başında işçilerin iş sözleşmesinin devri konusu gelmektedir.Yeni Borçlar Kanunu yürürlüğe girinceye kadar sözleşmelerin devri ile ilgili olarak mevzuatımızda doğrudan hiçbir hüküm mevcut değildi. 10.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun TBMM’ne sevk edilen tasarısının 6. maddesinde “İşyerinin veya bir bölümünün devri” 7. maddesinde “İş sözleşmesinin devri” 8. maddesinde “Ödünç İş İlişkisi” düzenlenmiş ancak tasarının iş sözleşmesi devrini düzenleyen 7. maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nun 12.3.2003 tarih ve Esas No: 1/534 Karar No: 25 sayılı kararı ile tasarıdan çıkarılmıştır.Tasarının 7. maddesinde “Bir iş sözleşmesinin tarafı olan işveren, işçinin rızası ile işin görülmesini talep hakkını sürekli olarak başka işverene devredebilir. Devir işlemi ile birlikte devreden işveren ile işçi arasındaki iş ilişkisi sona erer ve devralan işveren bütün hak ve borçları ile birlikte iş sözleşmesinin işveren tarafı sıfatını kazanır. 6 ncı maddenin ikinci fıkrası hükmü (Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür) iş sözleşmesinin devrinde de uygulanır.” hükmü bulunmaktaydı.
4 Şubat 2011 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanıp 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren olan yeni Borçlar Kanunu’nun “Sözleşmenin devri” başlıklı 429. maddesine göre; “Hizmet sözleşmesi, ancak işçinin yazılı rızası alınmak suretiyle, sürekli olarak başka bir işverene devredilebilir.Devir işlemiyle, devralan, bütün hak ve borçları ile birlikte, hizmet sözleşmesinin işveren tarafı olur. Bu durumda, işçinin, hizmet süresine bağlı hakları bakımından, devreden işveren yanında işe başladığı tarih esas alınır.”İşçilerin kurumlar arası nakli olarak adlandırılan,iş hukuku açısından iş sözleşmesinin devri olarak ifade edilen hususun, bugüne kadar kamu kurumlarında uygulanamayacağı genel kanaat olmakla beraber, özel hukuk tüzel kişilerinde, yani özel sektörde uygulanması da Yargıtay içtihatlarına göre şekillenmiştir.Konunun değerlendirilebilmesi için, kamu kurumlarında da işçi istihdamı konusunda özel hukuk hükümlerinin uygulandığını, bu açıdan bakıldığında kamu tüzel kişileri (kamu işverenleri) ile özel hukuk tüzel kişileri (özel sektör işverenleri) açısından hiçbir farkın bulunmadığını, tek farkın işçilerin işe başlatılması noktasında, işçilerin temin şeklinde oluştuğunu tespit etmemiz gerekmektedir.İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliğince 28.07.2006 tarih ve 7598 sayı ile verilen görüşte, mevcut mevzuatımızda, işçilerin naklen atanması ile ilgili düzenleme olmadığından; bir mahalli idareye bağlı olan bir işçinin, başka bir mahalli idareye geçmesinin yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar mümkün olamayacağı değerlendirilmiştir.Bu görüşün talebine ilişkin Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 24.06.2006 tarih ve B.050.MAH.0.71.00.01/6723 sayılı yazısında ise, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü konuyla ilgili olarak; “Devir işlemleri sonunda mahalli idare personeli olan işçilerin başka bir mahalli idareye naklinin bütçe imkanları ve iki kurumun kıdem tazminatının üstlenilmesine ilişkin karşılıklı muvafakati dahilinde yapılabileceği” ni belirtmiştir.Özel sektörde; şirket birleşmeleri, iş yerlerinin devri ile birlikte esnek çalışma ihtiyaçları nedeniyle son dönemde yoğun olarak işçi ve işyeri devri yaşanmaktadır. Günümüzde çalışma hayatının dinamikliği ve tarafların ihtiyaçları dikkate alındığında genellikle holding ve şirket topluluklarında olmak üzere bir şirketten diğer şirkete yönelik olarak işçinin tüm haklarının korunması şartıyla işçinin transferi yaşanmaktadır.
Diğer bir ifade ile işçinin sözleşmesinin devri gerçekleşmektedir.Bununla birlikte mevzuatta şimdiye kadar iş sözleşmesinin devrine ilişkin hükümlerde eksiklikler mevcuttu. Her ne kadar iş sözleşmesinin devri direkt olarak İş Kanununda düzenlenmemiş olsa da, bu durum birçok Yargıtay kararlarında görüldüğü gibi iş sözleşmesinin devrine engel oluşturmamaktadır. Bununla birlikte yeni Borçlar Kanununda yukarıda da belirttiğimiz gibi yapılan düzenleme ile iş sözleşmesinin devrine ilişkin mevzuat eksikliği tamamlanmıştır.
(Mahalli İdareler Araştırma ve Geliştirme Merkezinin” web sayfasından özetlenerek alınmıştır.)
AKARYAKIT VE LPG SATIŞ İSTASYONLARI ÜZERİNE DEĞERLENDİRME
Akaryakıt Satış İstasyonunun ek tesisi olarak imar mevzuatında bir tanım bulunmamakla birlikte satış ofisi, yıkama yağlama, lastik bakım ve onarımı, WC üniteleri gibi servis-bakım ve yönetim üniteleri istasyonu tamamlayıcı nitelikteki tesisler olup, imar planı kararı ile tanımlanması gereken tesislerdir
Akaryakıt satış istasyonları ve LPG satış istasyonlarının imar planı içindeki yer seçimi ve ruhsatlandırılma aşamaları, belediyelerin en sık karşılaştıkları sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gerek mevzuatın sürekli olarak yenilenmesi nedeniyle mevzuatın takibinde yaşanan güçlük, gerekse yerel idarelerdeki personelin konu hakkında yeterli bilgi ve birikime sahip olamamaları, petrol ve LPG piyasasından sorumlu idarece konu hakkında yeni yorumlar oluşturması, merkezi idare tarafından sürekli olarak bilgilendirme ve yönlendirme yapılması gereğini ortaya çıkarmaktadır.
Bu değerlendirme yerel idarelerin imar sistematiğinden farklı olarak parça parça bilgilendirilmeleri sonucu yaşanan sıkıntıların, genel bir değerlendirme ile tek bir başlık altında toplanmasının sağlanmasıdır. Yapılan değerlendirmede, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ile 3194 sayılı İmar Kanunu arasında, planlama ve ruhsata ilişkin hükümlere yer verilecek ve mevzuatın uygulanmasına yönelik yönlendirici açıklamalarda bulunulacaktır.
Bilindiği gibi, 14.6.1997 tarih ve 23019 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanan Tebliğ’de, belediye ve mücavir alan sınırları içinde, karayolu kenarında, aynı istikamette olan akaryakıt satış istasyonlar arasındaki mesafenin 2 km., belediye mücavir alan sınırları dışında ise 10 km. olması gerektiği belirtilmiş, köy yolları bu kapsam dışında bırakılmıştı. Aynı Tebliğle 19.6.1996 tarihinden önce bu konuda ilgili makamlar nezdinde yapılmış bulunan ve halen işlemleri sonuçlandırılmayan akaryakıt satış istasyonlarına ait her türlü müracaatın, müktesep hakların korunması maksadıyla, Tebliğ hükümleri kapsamında değerlendirilmeyeceği belirtilmişti.
Ancak; 04.12.2003 tarihlinde kabul edilen, 20 Aralık 2003 tarihli ve 25322 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 8. maddesinde; bayiler ve dağıtıcıların, lisanslarına göre kurdukları akaryakıt istasyonlarını Kuruma bildirerek işletmeye başlayacakları, Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafelerin, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda 10 (on) kilometreden, şehir içi yollarda 1 (bir) kilometreden az olmamak üzere Kurul tarafından çıkarılacak ve 01.01.2005 tarihinde yürürlüğe girecek Yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Petrol Piyasası Kanununun 22. maddesinde, piyasa faaliyetlerine ilişkin hususların bu Kanununun ilgili maddelerine atıfta bulunanlar yönetmelikler ve piyasanın işleyişi esnasında ihtiyaç duyulan hususlarda Kurum tarafından yürürlüğe konulacak yönetmeliklerin düzenleneceği, bu yönetmeliklerin Resmi Gazete’de yayımlanacağı, ayrıca Kurumun yetkilerini Kurul kararıyla özel nitelikli kararlar almak suretiyle de kullanabileceği, özel nitelikli kararlardan kamuoyunu ilgilendiren hususlar ile yapılacak düzenlemeleri açıklamak amacıyla çıkarılacak tebliğlerin basın ve yayın araçlarıyla veya özel bültenlerle duyurulacağı ifade edilmiştir.
Kanunun Geçici 1. maddesinde de; bu Kanunun yayımı tarihinde yürürlükte olan petrol ürünleri ile ilgili Kararname, yönetmelik ve tebliğlerde yer alan hükümlerin Kurumca düzenleme yapılıncaya kadar saklı olduğu, kurum tarafından oluşturulacak yönetmelik ve diğer mevzuat yürürlüğe girene kadar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve/veya Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nce yürütülmekte olan işlemlere ilişkin görevlerin sürdürüleceği hüküm altına alınmıştır.
17.06.2004 tarih ve 25495 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinin 45. maddesinde; “iki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda 10, şehir içi yollarda 1 km’den az olamaz” hükmüne yer verilerek, daha evvelce uygulanan mesafe tahdidi uygulamasında değişikliğe gidilmiştir.
Aynı Yönetmeliğin 59. maddesi gereğince; kilometre tahdidi uygulaması, 01.01.2005 tarihinden itibaren geçerli olup, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 27.06.2005 tarih ve 9390 sayılı yazısı aynı parselde hem akaryakıt hem de LPG tesisinin, gerekli izinlerin alınması ve durumun yapı ruhsatının kullanım amacı bölümünde ayrı ayrı işlenmesi koşulu ile yapılmasının mümkün olduğu belirtilmiştir. Anılan Petrol Piyasası Kanunu ve Yönetmeliklerinde köy yollarına ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olması, uygulama aşamasında yeniden Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun görüşüne ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca, köy yollarında da yolun durumuna göre (şehirlerarası ve şehir içi) mesafe tahdidinin uygulanması gerektiği, mücavir alan sınırları içindeki tüm yolların şehir içi, bunun dışında kalan yolların ise şehirlerarası yol olarak değerlendirildiğinin belirtilmesi üzerine, daha evvelce aralarında mesafe bulunma zorunluluğu olmayan ve köy yolu olarak değerlendirilen güzergahlar üzerindeki akaryakıt ve LPG satış istasyonları da mesafe tahdidine tabi olmaya başlamıştır.
Akaryakıt Satış İstasyonları arasındaki mesafe tahdidine ilişkin, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 26.07.2005 tarih ve 11154 sayılı yazısı ile; 01.01.2005 tarihinden önce akaryakıt veya LPG istasyonu olarak tanzim edilmiş yerler için halen geçerli olan yapı ruhsatı veya yapı kullanma izni olmayan parsellerde, imar planı onayı veya başka bir işleme ilişkin başvuruların, mesafe tahdidi açısından müktesep hak oluşturmayacağı belirtilmiştir. Ayrıca anılan yazıda; düzenlemelerde yer alan asgari mesafe koşulunu sağlamayan mahallerde, istasyonlarla ilgili izin, ruhsat ve benzeri diğer belgelerin verilmemesinin gerektiği, bunun dışındaki hususların ise idarece değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.Bu açıklama, imar planında akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu kullanımına ayrılmış olan ancak herhangi bir ruhsat ve/veya yapı kullanma izni almayan istasyonlar için büyük önem taşımaktadır. Bilindiği üzere 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca, ruhsat parsele düzenlenen bir belge olup, ruhsatın, imar planına, yönetmeliklere ve Kanuna uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir. 3194 sayılı İmar Yasasının 3. maddesinde herhangi bir sahanın her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamayacağı kuralının yer aldığı göz önünde tutularak,Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin 4/24. maddesi ile konut dışı kentsel çalışma alanlarına ilişkin tanım yapılmış ve içerisinde motel ve lokanta da bulunabilen akaryakıt satış ve bakım istasyonları, resmi ve sosyal tesisler, dumansız, kokusuz atık ve artık bırakmayan ve çevre sağlığı yönünden tehlike arz etmeyen imalathaneler ile patlayıcı, parlayıcı ve yanıcı maddeler içermeyen depoların yapılabileceği alanlar olarak tanımlanmış olup, aynı Yönetmeliğin 2.9.1999 tarih ve 23804 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yönetmelikle değişik 13. maddesinin 3. fıkrasında konut dışı kentsel çalışma alanlarındaki uygulamaların plan kararı ile yapılması zorunluluğu getirilmiştir.
Herhangi bir parsele, imar planındaki kullanım amacından farklı olarak ruhsat düzenlenmesi söz konusu olmayıp, bir parselde, Akaryakıt ve LPG Satış İstasyonu yapma talebinin karşılanabilmesi için öncelikle söz konusu parselin imar planında “akaryakıt istasyonu” veya “LPG İkmal İstasyonu” veya “Akaryakıt ve LPG İkmal İstasyonu” kullanımına ayrılmış olması gerekmektedir.10.01.2009 gün ve 27106 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Yönetmelikle yürürlükten kaldırılan 7.8.2003 tarih ve 25192 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanan “Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) İle Çalışan Motorlu Taşıtlar için İkmal İstasyonlarının Kuruluş, Denetim, Emniyet ve Ruhsatlandırma İşlemlerine İlişkin Yönetmelik’in 2. maddesi ile değiştirilen 5. maddesinin 1. paragrafında “LPG ikmal istasyonlarının kurulacağı alanın 1/5000 ve 1/1000’lik imar planlarına LPG ikmal istasyonu olarak işlenmesi şarttır” hükmü yer almıştır.
5393 sayılı Belediye Kanununun 80. maddesinde de; “Belediye sınırları ve mücavir alanları içinde, karayolu ile yolcu taşıma hakkına sahip gerçek ve tüzel kişilerin şehirlerarası otobüs terminali kurmalarına ve işletmeleri ile her türlü akaryakıt ile sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) istasyonlarına nazım imar ve uygulama imar plânına uygun olmak kaydıyla belediye tarafından izin verilebilir. Akaryakıt istasyonlarına izin verilmesi için nazım imar planında akaryakıt istasyonu olarak gösterilmesi şarttır” hükmü yer almaktadır.
Diğer yandan; 14.5.2004 tarih ve 25462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Mecburi Standart Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ”de yayımlanan “Akaryakıt İstasyonları – Emniyet Kuralları” standart ile, akaryakıt satış istasyonu içerisinde yer alan yapıların birbirleri ile olan mesafelerinin belirlenmektedir.
Dolayısıyla; akaryakıt ve LPG satış istasyonu yapılacak olan parselin, içerisinde yapılacak olan tüm yapılar dikkate alınarak, bu yapıların birbirlerine, parsel sınırlarına ve parselin dışında kalan yapılara olan yaklaşma mesafeleri, sağlık koruma bandı, karayoluna ve kavşaklara olan minimum yaklaşma mesafelerinin Yönetmelik, Tebliğler ve Standartlara uygun olmasını sağlayacak şekilde yeterli büyüklükte olması, imar planı kararı ile düzenlenen ruhsat eki projelerinde de bu hususların belirtilmesi gerekmektedir.
Akaryakıt Satış İstasyonunun ek tesisi olarak bir tanım imar mevzuatında bulunmamakla birlikte satış ofisi, yıkama yağlama, lastik bakım ve onarımı, WC üniteleri gibi servis-bakım ve yönetim üniteleri istasyonu tamamlayıcı nitelikteki tesisler olup imar planı kararı ile tanımlanması gereken tesislerdir. Bunların dışında kalan lokanta, otel, yatakhane, mescit, çay salonu, alışveriş üniteleri gibi tesisler tamamlayıcı nitelikte olmayıp, yapılma zorunluluğu bulunmayan tesislerdir. Bu tesislerin olası tehlike ve telafisi olanaksız sakıncalarının önüne geçmek, insan ve çevre sağlığı, toplum güvenliği ve kamu yararı bakımından, sağlık-güvenlik bantları tespit edildikten sonra imar planı kararı ile tesis edilmesi gerekmektedir.
Maalesef yaşanan sıkıntılar, sadece yukarıda anlatılmaya çalışan çözümlerle sınırlı kalmamış, mevcut bir istasyona yapılmak istenen ilave istasyon talepleri de, istasyonlar arasındaki mesafe tahdidine ilişkin konunun yeni baştan ele alınmasını zorunlu kılmıştır.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ile Akaryakıt ve LPG satış istasyonları arasındaki mesafe tahdidine ilişkin olarak, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun 27.06.2005 tarih ve 9390 sayılı yazısında; mevcut bir istasyonun yapı ruhsatına ikinci bir istasyon eklenmek istenmesi halinde, bu durumun ruhsat tadili ile yapılabileceği, ancak yeni bir mevzi imar planı düzenlenmek istenmesi halinde ise asgari mesafe şartı aranması gerektiği ve istasyonlar arasındaki mesafenin tespitinde istasyonda satış yapılan maddenin önemi olmayıp, istasyonlar arasındaki mesafenin esas alınması gerektiği belirtilmiştir.
Buraya kadar ki açıklamalar, her ne kadar mesafeye ilişkin olarak değerlendirildiğinde yeterli gibi görünse de, konu ruhsata ilişkin olarak değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunundan bağımsız bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı açıktır. Nitekim belediyelerce yapılan ilave istasyon taleplerinin çoğunun sadece ruhsat tadilini gerektirmeyen, imar planı üzerinde değişiklik yapılmasını zorunlu kılan değişiklikler ve ilaveler olduğu göze çarpmaktadır. İmar planı değişikliği yapılırken ise, ilavesi yapılacak istasyon ve diğer tesislerin, parsel içindeki konumları ve yukarıda yapılan açıklamalar kapsamında gerek sağlık-güvenlik bantları, gerekse Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG)-İkmal İstasyonu-Karayolu-Taşıtları İçin Emniyet Kuralları, TS 11939 Standardı ve “Mecburi Standart Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ” hükümleri çerçevesinde, ruhsatı düzenleyen idare tarafından değerlendirme yapılmasını gerekli kılmaktadır.
Diğer yandan, mevzi imar planları dahil tüm planların yasal olarak geçerlilik süresi bulunmayıp, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili Yönetmelikleri, yapılan planların, günün ve geleceğin ihtiyaçları ve eğilimleri kapsamında yeniden ele alınarak revizyonunun ve değişikliklerinin yapılmasına olanak sağlamıştır. Dolayısıyla; akaryakıt ve LPG satış istasyonuna yönelik olarak yapılan mevzi imar planının yasal olarak geçerlilik süresi bulunmayıp, planın yapıldığı alan üzerinde kullanım amacına yönelik herhangi bir inşaat ve imalatın yapılmamış olması, söz konusu planın geçerliliğini de ortadan kaldırmamaktadır. Akaryakıt Satış İstasyonları arasındaki mesafe tahdidinde müktesep haklara ilişkin, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 26.07.2005 tarih ve 11154 sayılı yazısı ile alınan görüş yukarıda açıklanmıştı. Aynı yönde olmak üzere arasında 1 km den daha az mesafe bulunan akaryakıt ve LPG satış istasyonu taleplerinin değerlendirilmesi aşamasında da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun 15.08.2006 tarih ve 19763 sayılı yazısında, akaryakıt istasyonları arasındaki kilometre tahdidi uygulamasına yönelik tüm hususların ilgili imar ve petrol piyasası mevzuatı hükümlerinin esas alınması suretiyle başvuruya muhatap idari merci tarafından değerlendirilerek sonuçlandırılması gerektiği ifade edilmektedir.
Ancak; Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nca mevzi imar planının mesafe tahdidi açısından müktesep hak olarak değerlendirilmemesi hali, anılan Kurum’dan “İmar Kanununa göre yapılacak işlemlerde petrol piyasası mevzuatında düzenlenen asgari mesafe tahdidi hükümlerine uygun hareket edilmesi gerektiği” doğrultusunda alınan görüş ile uygulama aşamasında ters düşmektedir.
Öyle ki;
a-) Akaryakıt ve LPG istasyonu kullanım amacına yönelik olarak yapılan mevzi imar planlarının, müktesep hak oluştursun veya oluşturmasın, mesafe tahdidi açısından dikkate alınması halinde; plan kararı olduğu halde, 3194 sayılı İmar Kanunu ve yönetmelikleri uyarınca ruhsat alınmayan veya ruhsat süresinin dolması nedeni ile ruhsatı hükümsüz hale gelen yapıların bulunduğu parseller, aynı yöndeki diğer istasyonlar için mesafe tahdidinde dikkate alınması zorunlu parsel konumuna geleceğinden, bu durum, mesafe tahdidi açısından mümkün olmayan ancak yapımı talep edilen diğer istasyonlar için kısıtlayıcı bir engel oluşturabilecektir.
b-) Akaryakıt ve LPG istasyonu olarak kullanım kararı getirilerek onaylanan mevzi imar planları, müktesep hak oluştursun veya oluşturmasın, mesafe tahdidi açısından dikkate alınmadığında ise; bir çok yerde akaryakıt ve LPG istasyonu yapım amacına yönelik mevzi imar planı yapılacağı, bu durumun ise, kısıtlı ve değerli bir kaynak olan arazinin verimli kullanılmasına engel teşkil edebileceği gibi, bu uygulama şehircilik ilkeleri ve planlama esasları ile de ters düşecektir.
Bu durumda uygulamada karşılaşılan asıl sorunun, mevzi imar planının yapımı olmadığı, asıl sorunun, plan kararlarının uygulamaya geçirilmesinde zaman yönü ile karşılaşılan aksaklıklar olduğu ortaya çıkmaktadır.
Diğer yandan; yapılacak değerlendirmeler neticesinde, parselde mevcut tesise ilave LPG veya akaryakıt istasyonu yapılmasında herhangi bir sakınca olmadığının tespit edilmesi halinde ve birden çok başvurunun hangisine öncelik verileceğinin belirlenmesinde de sorunlarla karşılaşılmaya devam edilmektedir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 27.06.2005 tarih ve 9390 sayılı yazısında, önceden yapılmış başvurulara ilave bir imkan sağlanması hususunun idarenin takdirinde olduğu belirtilse de, istasyonlar arasında uygulanması gereken mesafe şartını da içeren Kanun ve Yönetmelikler Enerji Piyasası Yüksek Kurumu tarafından hazırlandığından, ilave istasyona GSM ruhsatı verilmesine yönelik konunun, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan alınacak görüşler doğrultusunda değerlendirmeye alınması gerekmektedir. El değiştiren parsellerde, daha önce yapılan başvuruya ilişkin işlemlerin idarece sonuçlandırılmamış olması durumunda, söz konusu işlemlerin yeni mülk sahibi adına yürütülmesinde fayda görülmektedir. Daha sonradan sorun çıkmaması için, herhangi ilave bir işlem yapılmadan, yeni başvuru yapılması gerektiği düşünülmekte olup, imar planı değişikliklerinde öncelikli konu; yapılacak plan değişikliğinin niteliği, plan değişikliği ile ilgili yapılan işlemler, akaryakıt ve LPG istasyonu açısından en uygun alan, mesafeler, ilgili mevzuat ve şehircilik esasları açısından yerinde incelenerek karar verilmesidir.
Bu kapsamda; Petrol Piyasası Kanununun yürürlük tarihinden önce onaylanmış planlarda akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu olarak belirlenen parsellere yapı ruhsatı alınarak akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonları yapılmamış ise, bu planlara istinaden anılan istasyonların ne zaman yapılacağı belli olmadığından, bu arada başka parseller için gelen akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu taleplerinin de karşılanabileceğine ilişkin bir düzenleme yapılabileceği gibi, buna ilave olarak, akaryakıt ve /veya LPG satış istasyonu olarak planlanmış alanda kalmakla birlikte, inşai faaliyetlerini geçekleştirmeyen veya tamamlamayan veya ruhsatı hükümsüz hale gelen yapıların bulunduğu parseller ile plansız olmakla birlikte yapıldığı tarihteki mevzuata uygun yapı ruhsatı düzenlenmiş veya 2981 sayılı Kanuna tabi akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonlarına müktesep hak tanınmasına ilişkin bir düzenlemenin, 5015 sayılı Kanunun 22. maddesi kapsamında Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından yapılması halinde, bir takım sorunların da ortadan kalkacağı düşünülmektedir.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar doğrultusunda, bir akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu yapımının, birden çok konuyu ilgilendirdiği görülmektedir. Yapılacak olan tesisin içeriği, diğer tesisler, yapılar ve hatta kavşaklara olan minimum yaklaşma mesafeleri, tesisin plan üzerinde verilmiş basit bir karar içeriğinde olmadığını, birden çok faktörün bir arada değerlendirmeye esas olduğunu gözler önüne sermektedir. Ancak, dikkat edilmeye değer asıl husus, değerlendirmeye tabi tutulacak mevzuatın ve kriterlerin çokluğu değildir. Asıl husus, bu güne kadar yapılmış ve yapılması talep edilen istasyonlar hakkında tüm ilgili mevzuatın yorumlanması ve uygulamaya esas görüş verilmesi aşamasında, Türkiye’de maalesef sıkça görülen kurumsal formalitelerin, prosedürlerin ve yetkinin kurumdan kuruma geçerek uzaması ve yaşanan sorunların tek bir yerde ve tek bir aşamada çözüme kavuşturulamamasından kaynaklandığı görülmektedir.
Belediyelerin dikkat etmesi gereken asıl husus, herhangi bir akaryakıt ve LPG satış istasyonunun imar planı kararı olmaksızın yapılmasının mümkün olmadığı, imar planı olmaksızın yapılan ve dolayısıyla da ruhsat ve yapı kullanma izni bulunmayan istasyonlar hakkında 3194 sayılı İmar Kanununun 32. ve 42. maddelerine göre belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyece, bu sınırlar dışında ise il özel idaresince yasal işlem tesis edilmesi gerektiği hususudur.
6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun Karayollarında kurulacak tesisler ve yasaklanan faaliyetler başlığı altındaki 18.maddesinde “Erişme kontrolü uygulanan karayolu sınırları içinde Genel Müdürlüğün izniyle kurulacak tesis veya yapılacak faaliyetler dışında tesis kurulması veya faaliyette bulunulması yasaktır.
Erişme kontrolü uygulanan karayolu sınırları içinde Genel Müdürlüğün izniyle kurulacak tesisler ve eklentileri mimarî, statik, tesisat ve her türlü fennî mesuliyeti Genel Müdürlükte olmak kaydıyla 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen yapı ruhsatiyesine tâbi değildir. Bu tesislerin plan ve projesi ile mülkiyet bilgileri inşaat başlamadan önce ilgili idarelere bildirilir. Bu tesisler erişme kontrolü uygulanan karayolunun müştemilatından sayılır. Bu tesislerin işletilmesi ile ilgili resmi makamlarca verilecek izin, ruhsat ve lisanslar bakımından, ilgili tesislerin kesinleşmiş karayolu güzergâh planlarına işlenmesi yeterli olup, ayrıca imar planına işlenme şartı aranmaz.Erişme kontrolü uygulanan karayolları dışında kalan diğer karayollarının kenarında yapılacak tesislerin yola uzaklığı, yola giriş ve çıkış bağlantıları 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde Genel Müdürlüğün uygun görüşü ile belirlenir.” denilmektedir.
Kanunun karayolu güzergâhının tespiti başlığı altındaki 19. maddesinde “Genel Müdürlük; otoyol, Devlet ve il yolları ağına giren karayolu güzergâhlarına ve bunların değişikliklerine ilişkin planlarını hazırlayarak, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan yerlerde imar planlarına işlenmesini belediye veya ilgili kurum ve kuruluşlardan talep eder. Belediye veya ilgili kurum ve kuruluşlar, karayolu güzergâhlarına ilişkin söz konusu planlara varsa itirazlarını en geç otuz gün içinde bildirir. Bu süre sonunda itiraz edilmemişse güzergâh planları, ilgili kurum veya kuruluşlar açısından imar planına esas olmak üzere kesinleşir. İlgili kurum ve kuruluşlarca itiraz edilmesi halinde ise karayolu güzergâh planlarına yapılacak itirazlar Genel Müdürlükçe değerlendirilerek, itiraz tarihinden itibaren en geç yirmi gün içinde sonuçlandırılır. Belediye ve mücavir alan sınırları dışında kalan yerlerde ise karayolu güzergâh planları, il özel idareleri veya ilgili kurum ve kuruluşlarla koordine edilmek suretiyle Genel Müdürlükçe doğrudan tayin ve tespit edilir ve uygulaması bu çerçevede yapılır.
Kesinleşen imar planlarında karayolu ve çevresine ilişkin daha sonra yapılacak her türlü ilave, değişiklik ve diğer çalışmalarda, trafik ve karayolu güvenliği açısından Genel Müdürlüğün görüşü alınır. Bu plana ilişkin değişiklikler hakkında ilgili mevzuatına göre ilan süresinin başladığı tarihte Genel Müdürlüğe bilgi verilir.Bu madde hükümleri çerçevesinde kesinleşen karayolu güzergâh planları kapsamında karayollarının yer aldığı alanlara ilişkin olarak, belediyeler veya il özel idarelerince, ilk kez yapılan imar planı düzenlemelerinde, otoyollar hariç olmak üzere, kesinleşmiş güzergâh planlarındaki karayolları, 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesi hükümleri dâhilinde oluşturulacak düzenleme ortaklık payları hesabına dâhil edilir. İlgili belediyeler veya il özel idareleri, söz konusu işlemleri Genel Müdürlük ile koordineli olarak ve ivedilikle sonuçlandırır.” hükmü vardır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun Belediye sınırları dışında Karayolu kenarındaki yapı ve tesisler başlığı altındaki 17. maddesinde “Karayollarında her iki taraftan sınır çizgisine elli metre mesafe içinde bağlantıyı sağlayacak geçiş yolları yönünden; akaryakıt, servis, dolum ve muayene istasyonları, ……………vb. işyerleri ve benzeri trafik güvenliğini etkileyecek yapı ve tesisler için,o karayolunun yapım ve bakımı ile sorumlu kuruluştan izin alınması zorunludur. Verilen izinler, ilgili valiliğe bildirilir. İzinsiz yapılan bu gibi tesislerin yapımı ve işletilmesi yetkililerce durdurulacağı gibi, yönetmelikteki şartlar yerine getirilmeden işletme izni verilmez ve bağlantı yolu, her türlü gider sorumlulara ait olmak üzere yolun yapım ve bakımı ile ilgili kuruluşça ortadan kaldırılır.
Kanunun Belediye sınırları içinde bulunan karayolu kenarındaki yapı ve tesisler başlığı altındaki değişik 18.maddesinde; Belediye sınırları içindeki karayolları kenarında yapılacak veya açılacak 17.maddede sayılan yapı ve tesisler için;
“a) Belediyelerden izin alınması,
b) Belediyelerce bu iznin verilmesinde, trafik güvenliği bakımından bu tesisler hakkındaki Yönetmelikte belirlenen şartların yerine getirilmesini sağlamaları ve ayrıca Karayolları Genel Müdürlüğünün yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayolu kenarında yapılacak ve açılacak olanların bu yollara bağlantıları için bu Genel Müdürlüğün ilgili bölge müdürlüğünden uygun görüş almaları,zorunludur.
İzinsiz yapılan bu gibi tesislerin yapımı ve işletilmesi yetkililerce durdurulacağı gibi,yönetmelikteki şartlar yerine getirilmeden işletme izni verilmez ve bağlantı yolu, her türlü gider sorumlulara ait olmak üzere yolun yapım ve bakımı ile ilgili kuruluşlarca ortadan kaldırılır” hükmü yer almaktadır.
2918 sayılı Kanunun Belediye trafik birimleri,görev ve yetkileri başlığı altındaki değişik 10. Maddesine göre ,”Bu Kanunla belediyelere verilen görevler il ve ilçe trafik komisyonları ve mahalli trafik birimleri ile işbirliği yapılarak yürütülmelidir.
Karayolları Kenarlarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmeliğin Geçiş yolu izin belgesi başlığı altındaki 4. maddesinde “Bu Yönetmelik kapsamındaki tesisler için, karayoluna bağlantıyı sağlayacak geçiş yolları yönünden Geçiş Yolu İzin Belgesi alınması zorunludur. Bu Belge sadece yol ve trafik güvenliğinin sağlanması ile ilgili olup 3194 Sayılı İmar Kanunu gereğince alınması gerekli ruhsatlar yönünden geçerli değildir. Ancak Geçiş Yolu İzin Belgesi alınmadan, 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun öngördüğü ruhsat alınsa dahi, inşaata başlanılamaz.Tesis sahibince, yapılanma, arazi kullanımı ve diğer hususlarla ilgili olarak görevli ve yetkili kuruluşlardan gerekli iznin alınması zorunludur” hükmü vardır.
Yönetmeliğin Geçiş Yolu İzin Belgesi başlığı altındaki 16. maddesinde ” Belediye sınırları dışındaki karayolları kenarında yapılacak ve açılacak tesislerden karayoluna bağlantı yapılmak istenmesi halinde, yolu yapan ve bakım altında tutan kuruluştan Geçiş Yolu İzin Belgesi alınması zorunludur.” hükmü vardır.
Yönetmeliğin Belediye Sınırları İçerisindeki Tesislere İlişkin Geçiş Yollarının Kaplanması başlığı altındaki 38. maddesinde “İlgili belediye başkanlıklarının, Karayolları Genel Müdürlüğünün yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayolları kenarında yapılacak ve açılacak tesislere Geçiş Yolu İzin Belgesi verilmesinden önce tesise ait onaylı vaziyet planının bir örneğini de eklemek suretiyle Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili Bölge Müdürlüğünden uygun görüş almaları zorunludur. Yapılmak istenilen tesis yerinin incelemeye alınabilmesi için yolun trafiğe açılmış olması şarttır.
Projeleri onaylanarak kesinleşmiş, kamulaştırma işlemleri tamamlanmış, ancak inşaatı bitirilip tamamı trafiğe açılmadığı halde, başkaca bir alternatifi olmadığı için yöresel trafiğin zorunluluk nedeniyle kullandığı KARAYOLU kenarında yapılmak istenen tesis başvuruları da incelemeye alınır.
Bu Yönetmelik gereğince verilen Geçiş Yolu İzin Belgesinin bir örneği Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili Bölge Müdürlüğüne gönderilir .Bu tesislerin yapılması ve işletilmesinin, verilen izne ve bu Yönetmelik şartlarına uygunluğu ,ilgili belediyeler ve Karayolları Genel Müdürlüğü yetkililerince denetlenir.” hükmü vardır.
Yönetmeliğin 39. maddesinde “İlgili Belediye Başkanlıklarının, Karayolları Genel Müdürlüğünün yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayolları kenarında yapılacak ve açılacak tesislere Geçiş Yolu İzin Belgesi verilmesinden önce Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili Bölge Müdürlüğünden uygun görüş almaları zorunludur. Bu Yönetmelik gereğine göre verilen Geçiş Yolu İzin Belgesinin bir örneği Karayolları Genel Müdürlüğü’nün ilgili Bölge Müdürlüğüne gönderilir ve bu tesislerin yapımı veya işletilmesinin; verilen izin ve bu Yönetmelik şartlarına uygunluğu, ilgili Belediye ve Karayolları Genel Müdürlüğü yetkililerince denetlenir.” hükmü mevcuttur.
Yönetmeliğin Cephe Genişlikleri başlığı altındaki 40 ıncı maddesinde “Devlet ve il yolları kenarında yapılacak ve açılacak tesisler için cephe genişliği;
a) Devlet ve il yolları kenarındaki akaryakıt istasyonları ile yolcu terminalleri için enaz 40 metre.
b) Devlet ve il yolları kenarındaki diğer tesisler için münferit geçiş yolu talep edilmesi halinde enaz 20 metredir.
c) Devlet ve il yolları kenarındaki tesislere ait geçiş yolu ile adalar;
Akaryakıt istasyonları ile yolcu terminallerinde devlet ve il yolunun bölünmüş veya iki yönlü olma durumuna göre Ek-7 veya Ek-8 deki proje örneğine,
Diğer tesislerde devlet ve il yolunun bölünmüş veya iki yönlü olma durumuna göre Ek-9 veya Ek-10 daki proje örneğine,uygun olarak düzenlenir.
Cephe genişliğinin tahkikinde, mülkün karayolu sınır çizgisine kesintisiz olarak çakışan ortak kenar uzunluğu esas alınır.” hükmü mevcuttur.
Yönetmeliğin Yapı Yaklaşma Mesafesi başlığı altındaki değişik 41 inci maddesinde “Tesisler bünyesindeki yapıların cephe hattı ile karayolu sınır çizgisi arasındaki mesafe;
a) Tesisler bünyesinde yapılacak olan yer üstü akaryakıt, sıvılaştırılmış gaz ve diğer tehlikeli madde depolan için en az 50 metre,
b) Her türlü yer altı depoları ile akaryakıt ve (LPG “Sıvılaştırılmış Petrol Gazı”/CNG “sıvılaştırılmış doğal gaz” ) istasyonları, akaryakıt ve sıvılaştırılmış gaz dolum istasyonları, umuma açık park yerleri ve garajlar, yolcu ve yük terminalleri, atölye, fabrika, işhanı, çarşı, pazaryerleri, ticari bina, sinema ,tiyatro, gazino gibi eğlence yerleri, turistik yapı ve tesisler, müstakil olarak yapılan otel-motel lokanta ve kahvehaneler, araç bakım ve onarım yerleri ,araç teşhir ve satış yerleri, hububat, fındık, tütün, pamuk, pancar vb. tarım ürünlerinin muhafaza edildiği kapalı depolar,sürücü kurs yerleri,toptancı hal ,üretme-besi çiftliği ve ahırlar ,maden ve petrol şantiye, ocak ve tesisleri,havuzlar,sabit kantarlar,eğitim,sağlık,dini ye kültürel vb. kamu ve özel yapılar ile yukarıda sayılan tesislere ait her türlü ana binalar ve sundurmalar için en az 25 metre,
Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce onaylanmış ve yürürlükte olan 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında yer alan yapı yaklaşma mesafelerine ilişkin hükümler saklıdır.” hükmü mevcuttur.Yönetmeliğin Devlet ve İl Yolları Dışındaki Yollara Bağlantı Yapılması başlığı altındaki değişik 42 inci maddesinde “Belediye ve mücavir alan sınırları içinden geçen devlet ve il yolları kenarında, KARAYOLU sınır çizgisinden itibaren her iki tarafta 50 metre mesafe içinde yer alan ve geçiş yollan yönünden devlet ve il yolu dışındaki yollara bağlantı yapmak isteyen tesisler için bu Yönetmeliğin 5, 8, 9,10, 37 ve 41 inci madde hükümleri aynen uygulanır.” hükmü mevcuttur.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunun 8. Maddesi ve bu Kanun’a bağlı olarak çıkarılan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinin 45. Maddesi gereğince; iki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasında, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda on, şehir içi yollarda bir kilometre mesafe olması gerekmektedir. İki akaryakıt ve/veya sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) istasyonu arasındaki mesafeye ilişkin uygulama Karayolları Genel Müdürlüğünce yürütülmeyip,bu Yönetmelik hükümleri Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından yürütülmektedir.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 08/04/2005 tarih ve 473/6 no.lu Kurul Kararında; İki akaryakıt ve/veya sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) istasyonu arasındaki mesafeye ilişkin uygulamanın;
a -Belediye ve mücavir alan sınırları içinde, ilgili belediye başkanlıkları tarafından,
b – Belediye ve mücavir alan sınırları dışında, ilgili valiliklerce, yerine getirileceği” belirtilmiştir.
Belediye mücavir sınırları dışında;Karayolları Kenarlarında bulunan tesisler, karayoluna bağlantıyı sağlayacak geçiş yolları yönünden Geçiş Yolu İzin Belgesi alınması zorunludur. Bu belge sadece yol ve trafik güvenliğinin sağlanması ile ilgili olup 3194 Sayılı İmar Kanunu gereğince alınması gerekli ruhsatlar yönünden geçerli değildir. Ancak Geçiş Yolu İzin Belgesi alınmadan, 3194 Sayılı İmar Kanununun öngördüğü ruhsat alınsa dahi, inşaata başlanılamaz. Tesis sahibince, yapılanma, arazi kullanımı ve diğer hususlarla ilgili olarak görevli ve yetkili kuruluşlardan gerekli iznin alınması zorunludur.
Yol geçiş İzin Belgesi almak için aşağıdaki belgeler aranmalıdır;
1 – Tesis yapılacak yerin tapusu,
2 – Çaplı tasarruf belgesi,
3 – Zilyetlik ilmühaberi veya kira kontratından herhangi birinin aslı veya noterden tasdikli bir örneği,
4 – Vaziyet planı : Teknik elemanlarca hazırlanmış ve imzalanmış tesisin arazi üzerindeki konumunu, her türlü giriş çıkış yollarını gösteren ve arazideki halihazır durumun işlenmiş olduğu vaziyet planlarından beş adet,
5 -Tesis yerinin belediye sınırı veya mücavir alan dışında olduğuna dair ilgili Belediyeden alınmış resmi yazı.
Tesis yerine ait müşterek veya iştirak halindeki mülkiyette, sahiplerinden her birinin noterden tasdikli muvafakatleri ayrıca istenir.
6-Yol Geçiş İzin Belgesi Harç Makbuzu
Belediye mücavir alanları dahilinde ise bu işlemler belediyesince yapılacaktır.
Sonuç olarak; yeni gündeme gelen akaryakıt satış istasyonu taleplerinde; mesafe tahdidi dikkate alındığında, mevzi imar planı yapılıp yapılamayacağı hususunda Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’ndan görüş alınması gerekmekte olup, alınan görüş doğrultusunda, mesafe tahdidine uygun olarak yapılması mümkün olan tesisler için, genel olarak değerlendirmeye alınması gereken mevzuata aşağıda yer verilmektedir.
3194 sayılı İmar Kanunu, imar planı, plan notları, Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği,
• 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu, Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği, 14.09.2005 tarih ve 25936 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik”,
• 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Kanunu ve Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16.09.2005 tarih ve 25938 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Lisans Yönetmeliği”, 12.02.2002 tarih ve 24669 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG)” hükümleri,
• 14.5.2004 tarih ve 25462 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Mecburi Standart Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ”, Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG)-İkmal İstasyonu-Karayolu-Taşıtları İçin Emniyet Kuralları TS 11939 Standardı,
• 5393 sayılı Belediye Kanunu,
• 06.01.1998 tarih ve 23222 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik
• 10.08.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik” hükümleri kapsamında, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu uyarınca Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararları.
Danıştay Sekizinci Daire,Esas No : 2008/1088,Karar No : 2009/8114, 25.12.2009
ÖZÜ: İmar planında akaryakıt istasyonu olarak ayrılma ve akaryakıt tesis izni alınması ; akaryakıt ruhsatı verilmesinde, 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasası ve Petrol Piyasası Yönetmeliğinde kurala bağlanan mesafe şartı için kazanılmış hak teşkil etmez.
Uyuşmazlık; akaryakıt satış ve servis istasyonu kurmak üzere ruhsat verilmesi istemiyle yapılan 23.6.2004 günlü başvurunun reddine ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gayri Sıhhi Müesseseler İnceleme Kurulunun 8.12.2006 gün ve 9846 sayılı işleminin iptali isteminden kaynaklanmıştır.20.12.2003 gün ve 25322 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasının “bayiler” başlıklı 8. maddesinin 4. fıkrasında; “Kurul, teknik ve ekonomik kriterlere göre bayilik kategorileri oluşturabilir. Bu durumda bayilik lisansları kategorilerine göre düzenlenir. Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafeler, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda on kilometreden, şehir içi yollarda bir kilometreden az olmamak üzere Kurul tarafından çıkarılacak ve 01/01/2005 tarihinde yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
17.06.2004 gün ve 25495 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği’ nin “Mesafe Kısıtlamaları” başlıklı 45. maddesinde; “İki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere; a) Şehirlerarası yollarda on, b) Şehir içi yollarda bir, kilometreden az olamaz.” düzenlemesi yer almaktadır.Aynı Yönetmeliğin “Yürürlük” başlıklı 59. maddesinde ise; 45. maddenin 1.1.2005 günü yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.
Dosyanın İncelenmesinden; İstanbul İli, Maltepe İlçesi, Cevizli Mahallesi, Bağdat Caddesi, … Numara, … pafta, … ada, … parsel sayılı taşınmazda akaryakıt satış ve servis istasyonu kurmak üzere ruhsat verilmesi istemiyle yapılan 23.6.2004 günlü başvurunun, akaryakıt istasyonu ile aynı istikamette 800 m öncesinde ruhsatlı akaryakıt istasyonu bulunduğu; 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasının 8. maddesinde yer alan 1 km şartına uyulmadığından bahisle reddedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik” tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması zorunludur. Ancak bu durumda birey, kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Bu kapsamda; belirlilik, kamu yararı ve hukuki güvenliği sağlamakla birlikte, kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı yönetimde istikrarı sağlar.
Olayda; akaryakıt satış ve servis istasyonu kurulmak üzere alınan 26.3.2004 gün ve 2004/777 sayılı akaryakıt ve ticaret olmak üzere imar durum belgesi sonrası, 23.4.2004 günü akaryakıt ruhsatı verilmesi istemiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına başvuruda bulunulmuş; akaryakıt satış ve servis istasyonu inşaatının 10.2.2005 gün ve 9098/437 sayılı akaryakıt yer seçimi ve tesis izni verilmesi sonrası başlanılarak tamamlandığı anlaşılmıştır. Bu nedenle; 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasında açıkça kurala bağlanan ve 01/01/2005 günü yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenleneceği belirtilen mesafe şartının akaryakıt yer seçimi ve tesis izni verildiği gün itibarıyla da yürürlükte bulunması ve henüz dava konusu olan akaryakıt ruhsatının düzenlenmemiş olması karşısında, İdare Mahkemesinin haklı beklenti içinde bulunulduğu ve kazanılmış hak edinildiği gerekçesine katılmak, belirlilik ilkesi gereği mümkün değildir.Öte yandan; yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinde, akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafenin, aynı yönde olmak üzere, şehir içi yollarda bir kilometreden az olamayacağı belirtilmiş olmakla birlikte; bu düzenlemelerde muafiyete veya mesafe şartı ile ilgili geçiş sürecine ilişkin hükümlere de yer verilmemiştir.Ayrıca; lisans başvuruları için imar planına dayalı olarak muafiyet sağlayan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 27.06.2007 gün ve 1232/3 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davada da; düzenleyici bir idari işlem niteliğinde olan imar planında taşınmazın akaryakıt istasyonu alanı olarak ayrılmasının, bu yer için 5015 sayılı Yasanın 8. maddesinde öngörülen asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmayacağından, dayanağı yasal düzenlemeye uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle Danıştay 13. Dairesinin 16.01.2008 gün ve E:2007/11823 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş; bu karara yapılan itiraz ise, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun E:2008/529 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararında da benimsendiği üzere; imar planında taşınmazın akaryakıt istasyonu olarak ayrılmasının 5015 sayılı Yasanın 8. maddesinde öngörülen asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmadığı açıktır. Bu açıdan bakıldığında;davaya konu taşımaz için kullanım amacı akaryakıt istasyonu olmak üzere; Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği yürürlükte iken alınan 2.5.2006 gün ve 2006/2-7 sayılı yapı ruhsatı ile 28.9.2006 gün ve 2006/1-31 sayılı yapı kullanma izin belgesinin anılan asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmayacağı kabul edilmelidir. Bu durumda; dava konusu işlem tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan, 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasası ve Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinde kurala bağlanan, mesafe şartının sağlanamadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.Açıklan nedenlerle. … 5. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine 25.12.2009 gününde oybirliği ile karar verildi .
İŞÇİLERİN KURUMLAR ARASI NAKLİ
İş hukukumuzda, işçilerin istihdamı ve işçilere uygulanan diğer hususlar, çok az farklılıklarla birlikte kamu kurumları ile özel hukuk tüzel kişilerinde aynı kurallara tabidir. Özel hukuk tüzel kişilerinin, işçileri işe almadan tutunda, istihdamdaki bazı hususlardaki serbestlikleri, kamu kurumlarına nazaran daha fazladır.Özel hukuk tüzel kişiliklerinde çalışanlarla, kamu tüzel kişiliklerindeki işçi istihdamı konusunda farklılık oluşturan hususların başında işçilerin iş sözleşmesinin devri konusu gelmektedir.Yeni Borçlar Kanunu yürürlüğe girinceye kadar sözleşmelerin devri ile ilgili olarak mevzuatımızda doğrudan hiçbir hüküm mevcut değildi. 10.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun TBMM’ne sevk edilen tasarısının 6. maddesinde “İşyerinin veya bir bölümünün devri” 7. maddesinde “İş sözleşmesinin devri” 8. maddesinde “Ödünç İş İlişkisi” düzenlenmiş ancak tasarının iş sözleşmesi devrini düzenleyen 7. maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nun 12.3.2003 tarih ve Esas No: 1/534 Karar No: 25 sayılı kararı ile tasarıdan çıkarılmıştır.Tasarının 7. maddesinde “Bir iş sözleşmesinin tarafı olan işveren, işçinin rızası ile işin görülmesini talep hakkını sürekli olarak başka işverene devredebilir. Devir işlemi ile birlikte devreden işveren ile işçi arasındaki iş ilişkisi sona erer ve devralan işveren bütün hak ve borçları ile birlikte iş sözleşmesinin işveren tarafı sıfatını kazanır. 6 ncı maddenin ikinci fıkrası hükmü (Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür) iş sözleşmesinin devrinde de uygulanır.” hükmü bulunmaktaydı.
4 Şubat 2011 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanıp 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren olan yeni Borçlar Kanunu’nun “Sözleşmenin devri” başlıklı 429. maddesine göre; “Hizmet sözleşmesi, ancak işçinin yazılı rızası alınmak suretiyle, sürekli olarak başka bir işverene devredilebilir.Devir işlemiyle, devralan, bütün hak ve borçları ile birlikte, hizmet sözleşmesinin işveren tarafı olur. Bu durumda, işçinin, hizmet süresine bağlı hakları bakımından, devreden işveren yanında işe başladığı tarih esas alınır.”İşçilerin kurumlar arası nakli olarak adlandırılan,iş hukuku açısından iş sözleşmesinin devri olarak ifade edilen hususun, bugüne kadar kamu kurumlarında uygulanamayacağı genel kanaat olmakla beraber, özel hukuk tüzel kişilerinde, yani özel sektörde uygulanması da Yargıtay içtihatlarına göre şekillenmiştir.Konunun değerlendirilebilmesi için, kamu kurumlarında da işçi istihdamı konusunda özel hukuk hükümlerinin uygulandığını, bu açıdan bakıldığında kamu tüzel kişileri (kamu işverenleri) ile özel hukuk tüzel kişileri (özel sektör işverenleri) açısından hiçbir farkın bulunmadığını, tek farkın işçilerin işe başlatılması noktasında, işçilerin temin şeklinde oluştuğunu tespit etmemiz gerekmektedir.İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliğince 28.07.2006 tarih ve 7598 sayı ile verilen görüşte, mevcut mevzuatımızda, işçilerin naklen atanması ile ilgili düzenleme olmadığından; bir mahalli idareye bağlı olan bir işçinin, başka bir mahalli idareye geçmesinin yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar mümkün olamayacağı değerlendirilmiştir.Bu görüşün talebine ilişkin Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 24.06.2006 tarih ve B.050.MAH.0.71.00.01/6723 sayılı yazısında ise, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü konuyla ilgili olarak; “Devir işlemleri sonunda mahalli idare personeli olan işçilerin başka bir mahalli idareye naklinin bütçe imkanları ve iki kurumun kıdem tazminatının üstlenilmesine ilişkin karşılıklı muvafakati dahilinde yapılabileceği” ni belirtmiştir.Özel sektörde; şirket birleşmeleri, iş yerlerinin devri ile birlikte esnek çalışma ihtiyaçları nedeniyle son dönemde yoğun olarak işçi ve işyeri devri yaşanmaktadır. Günümüzde çalışma hayatının dinamikliği ve tarafların ihtiyaçları dikkate alındığında genellikle holding ve şirket topluluklarında olmak üzere bir şirketten diğer şirkete yönelik olarak işçinin tüm haklarının korunması şartıyla işçinin transferi yaşanmaktadır.
Diğer bir ifade ile işçinin sözleşmesinin devri gerçekleşmektedir.Bununla birlikte mevzuatta şimdiye kadar iş sözleşmesinin devrine ilişkin hükümlerde eksiklikler mevcuttu. Her ne kadar iş sözleşmesinin devri direkt olarak İş Kanununda düzenlenmemiş olsa da, bu durum birçok Yargıtay kararlarında görüldüğü gibi iş sözleşmesinin devrine engel oluşturmamaktadır. Bununla birlikte yeni Borçlar Kanununda yukarıda da belirttiğimiz gibi yapılan düzenleme ile iş sözleşmesinin devrine ilişkin mevzuat eksikliği tamamlanmıştır.
(Mahalli İdareler Araştırma ve Geliştirme Merkezinin” web sayfasından özetlenerek alınmıştır.)