• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Makale ve Görüşler

KAMU HİZMETLERİNİN SUNUMUNDA UYGULANACAK USUL VE ESASLAR İLE ELEKTRONİK BİLGİ YÖNETİM SİSTEMİ

May15
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

KAMU HİZMETLERİNİN SUNUMUNDA UYGULANACAK USUL VE ESASLAR İLE ELEKTRONİK BİLGİ YÖNETİM SİSTEMİ

 

 

 

Bilindiği gibi, kamuda “Bürokrasinin Azaltılması ve İdari Basitleştirme” çalışmaları Başbakanlığın koordinasyonunda, yürütülmektedir. Yapılan bu çalışmalarla, hizmet talep eden gerçek veya tüzel kişilere (vatandaş, şirket ya da sivil toplum kuruluşları); hızlı, kaliteli, basit ve en düşük maliyetle hizmet sunulması ile kamu idarelerinin etkin, verimli, hesap verebilir, vatandaş güvenine dayanan ve şeffaf bir yönetim oluşturmaları hedeflenmektedir.

 

Bu çalışmalarda, kamu idareleri hizmet sunumunda;

 

–          Yetki devri,

 

–          Hizmet sunumu için istenen belgelerin azaltılması,

 

–          Kurum içi ve kurumlar arası yazışmaların gözden geçirilerek hizmet sunum sürecinin kısaltılması,

 

–          Kamu hizmet standartlarının tespit edilerek vatandaşa duyurulması gibi hususlar üzerinde yoğunlaşılmıştır.

 

Bu amaçla yapılan çalışmaların hem kalıcı olması hem de bütün kamu idareleri açısından bir düzen içerisinde yürütülebilmesi için hazırlanan “Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik” Bakanlar Kurulu’nca 29.06.2009 tarihinde kabul edilerek 31.07.2009 tarih ve 27305 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.Bu Yönetmelik temel olarak

 

  1. Kamu Hizmet Envanterinin Hazırlanmasını,
  2. Kamu Hizmet Standartları Oluşturulmasını öngörmektedir.

 

Yönetmeliğin yayınlanması ertesinde Başbakanlıkça;28 Ağustos 2009 tarih ve (2009/50) sayıyla Bürokrasinin Azaltılması ve İdari Basitleştirme hakkında Genelge ve ekleri yayınlanmıştır.Bu genelgeyle; vatandaşlar ve işletmeler üzerindeki idarî yüklerin (izin almak, form doldurmak, bilgi, belge, rapor vermek gibi) ve kırtasiyeciliğin önlenmesi amacıyla, “Bürokrasinin Azaltılması ve İdari Basitleştirme” çalışmaları yürütülmesi öngörülmektedir. Bu çalışmada, bir kamu kurumu tarafından verilen belgenin veya elde edilen bilginin diğer kamu kurumları tarafından ayrıca istenmemesi, bu bilgi ve belgelerin bütün kamu kurumları arasında paylaşılması ve bu paylaşımın internet aracılığı ile sunulması hedeflenmektedir. Bürokrasinin Azaltılması Projesi ile “Bürokrasinin Azaltılması ve İdari Basitleştirme” çalışması ile, kamu hizmetlerinin hizmet alanlara en yakın birimlerde verilmesi, işlemlerin ilk başvuru yapılan yerde tamamlanması, usullerin sadeleştirilmesi, bürokratik kademelerin azaltılması, gereksiz bilgi ve belge istenmesinin önüne geçilmesi” hedeflenmektedir.

 

Bu çalışmalarda belediyeleri ilgilendiren ve özellikle uygulamalarda dikkate alınması gereken bazı Yönetmelik değişikliklerine değinmek zorunludur. Bu çalışmaların ilki 09.01.2012 tarihindeki Yönetmelik değişikliği ile  3, 5 ve 14 Nisan günlü Resmi Gazetelerde yayınlanan “Bürokrasinin Azaltılması ve İşlemlerin Basitleştirilmesine Yönelik Başbakanlık,  Bakanlık, Bazı Bağlı Kuruluşlar ve Üniversitelere Ait 84 adet Yönetmelikle” vatandaşların veya ilgililerin kamu kurum ve kuruluşlarına başvurularında,izin süreçlerinde ve düzenlenecek belgeler açısından sadeleşme ve zamandan tasarruf  sağlanması amaçlanmıştır.Bu değişiklikleri başlıklar altında değerlendirmek gerekir

 

 

 

   İTFAİYE HİZMETLERİ :

 

             Belediye İtfaiye Yönetmeliğinin itfaiye teşkilatının görevlerini düzenleyen 6.maddesinin (d)fıkrası değiştirilmiştir. Buna göre; İtfaiye teşkilatının

 

d) (Değişik Fıkra:09/01/2012 tarih ve 28168 sayılı R.G) 27/11/2007 tarihli ve 2007/12937 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik ile verilen görevleri yapmak,

 

 Belediye İtfaiye Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 3. maddesiyle Yönetmeliğe Eklenen 1.maddeye göre; (Değişik 09/01/2012 tarih ve 28168 sayılı R.G.)

 

 (1) Belediye itfaiye teşkilatına, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin ilgili hükümlerine göre yangına karşı gerekli önlemlerin alındığını gösteren itfaiye raporunun düzenlenmesi için başvurulması halinde belediye itfaiye teşkilatının ilgili görevlisi başvuruya konu işyerini yerinde inceler ve raporunu, yaptığı tespitleri esas alarak hazırlar. İtfaiye raporu verilmesi işlemleri sırasında başvuru sahiplerinden yangın söndürme cihazı belgesi (fatura veya dolum fişi fotokopisi), işyerinden yangın tedbirlerini aldığına dair taahhütname veya diğer bir belge istenmeyeceği,

 

(2) İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin ilgili hükümlerine göre itfaiye raporu gerektirmeyen işyeri kapsamında yer alan işyerleri için belediye itfaiye teşkilatınca itfaiye raporu düzenlenmeyeceği,İtfaiye raporu gerektirmeyen işyerleri için itfaiye raporu alınmak üzere başvurulması halinde başvuru sahibine itfaiye raporu düzenlenmeyeceği hususu yazılı olarak bildirileceği,

 

(3) Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin ilgili hükümlerine göre yangına karşı gerekli önlemlerin alındığını gösteren itfaiye raporunun düzenlenmesi için yapılan işlemler sırasında itfaiye raporuna konu binaya ait yapı ruhsatı belgesine gerek duyulması halinde yapı ruhsatına ilişkin bilgiler Kimlik Paylaşım Sistemi üzerinden alınacağı,itfaiye raporunun düzenlenmesine ilişkin işlemler sırasında başvuru sahiplerinden ayrıca yapı ruhsatı belgesinin suretinin istenmeyeceği,

 

(4) İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik ile Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin ilgili hükümleri gereği yangına karşı gerekli önlemlerin alındığını gösteren itfaiye raporlarına ilişkin bilgiler elektronik ortamda kayıt altında tutulacağı ve itfaiye raporunun düzenlendiği gün itfaiye raporuna ilişkin kayıtların yetkili idareyle elektronik ortamda paylaşılacağı,

 

Hususlarına yer verilmiştir.

 

Yönetmelik değişikliği yayınlandığı gün yani 09/01/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

 

(Danıştay Onikinci Dairesinin 21/09/2011 tarihli ve E:2011/5607 sayılı Kararı ile Belediye İtfaiye Yönetmeliğinin “Yazılı ve Sözlü Sınav” başlıklı 16 ncı maddesinin (2.), (3), (4), (5), (6), (7.), (8) ve (9.) fıkralarının yürütülmesi durdurulduğu da bilinmelidir.)

 

 

 

            İMAR İŞLERİ :

 

3194 sayılı İmar Kanunu’nun ruhsat alma şartları ile ilgili 22.maddesi uyarınca ;yapı ruhsatı almak için yapılan müracaatlarda dilekçeye, maddede öngörülen tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge) mimari proje, statik proje elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa ebatlı krokinin eklenmesi,

 

Bu belgelerin incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç 30 gün içinde yapı ruhsatı verilmesi,

 

Eksik ve yanlış olduğu taktirde, müracaat tarihinden itibaren 15 gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışlarının yazılı olarak bildirilmesi,eksik ve yanlışlıklar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç 15 gün içinde yapı ruhsatiyesi verilmesi öngörülmekte; ancak başvurudaki belgelerin çeşitleri,özellikleri ve temin edilecekleri yerlerle  ilgili bir açıklama yer almamaktadır. Bu amaçla;

 

Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin değişik (03.04.2012 gün ve 28253 sayılı R.G.) 57.maddesi hükmüne  göre;

 

yeni inşaat, ilâve ve esaslı tadilât yapmak üzere parsele ait imar durum belgesi, yol kotu tutanağı, kanal kotu tutanağı ve uygulama imar plânına esas onaylı jeolojik ve jeoteknik etüt raporunun parselin bulunduğu alana esas bölümünü almak için; yapı sahipleri veya vekilleri başvuru dilekçelerine aplikasyon krokisini ve tapu kayıt örneği veya istisnaî hâllerde tapu kayıt örneği yerine geçen belgeleri ekleyerek belediyeye başvuracakları,

 

belediyenin başvuru tarihinden itibaren imar durum belgesi (çap) ve onaylı jeolojik ve jeoteknik etüt raporunun bir örneğini en geç iki iş günü; yol kotu tutanağı ve kanal kotu tutanağını en geç beş iş günü içinde vereceği,kanal kotu tutanağı idare dışında ayrı bir su ve kanalizasyon idaresi tarafından düzenleniyor ise, bu sürenin üç iş günü olacağı,bu belgelerin bu süreler içinde verilmemesi halinde gerekçesinin, başvuru sahibine aynı süreler içinde yazılı olarak bildirilmesinin zorunlu olduğu,

 

tapu kayıt örneği yerine geçen belgelerin; özel kanunlara göre tahsis yapılmış olmakla beraber henüz tapu siciline malik adına mülkiyet olarak kaydedilmemiş olan gayrimenkuller için özel kanunlarda mülkiyet belgesi yerine geçeceği hükme bağlanmış olmak kaydı ile ilgili kamu kuruluşlarınca verilmiş olan tahsis belgesi, mülkiyete dair kesinleşmiş mahkeme kararı ve bu mahkeme kararına dayalı olarak yetkili makamlarca verilen belge ve kesinleşmiş kamulaştırma kararları olduğu,tapu kayıt bilgilerinin Tapu ve Kadastro Bilgi Sisteminde (TAKBİS) bulunması halinde bu bilgilere belediye tarafından TAKBİS üzerinden elektronik ortamda doğrudan erişileceği, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce bu konuda gerekli tedbirler alınacağı,yapı sahipleri veya vekillerinden ayrıca tapu kayıt örneği veya istisnai hallerde tapu kayıt örneği yerine geçen belgelerin istenmeyeeği,ancak, bu durumda, yapı sahipleri veya vekillerden, başvuru dilekçelerinde TAKBİS üzerinden parsele ilişkin kayıtlara erişim için gerekli bilgileri beyan etmelerinin isteneceği,

 

yapı sahibi veya vekilince ilgili kanun, plân, yönetmelik, Türk standartları, çevre şartları, fen, san’at ve sağlık kurallarına ve ilgili bütün mevzuat hükümlerine uygun olmak üzere hazırlanacak projelerin ;

 

projelerin ilk paftasında, arsanın yeri, tapu kaydı, pafta, ada ve parsel numaraları, arsanın alanı, var ise mevcut yapılar, yapının taşıyıcı sisteminin niteliği, kat adedi, emsal hesabına konu alanı, yapı inşaat alanı ve toplam yapı inşaat alanı, kullanım amacı, yapı sahibi, yapı müteahhidi, proje müellifleri ve proje denetimi yapan denetçi mimar ve mühendisler ile bunlara ilişkin kuruluşlar hakkındaki bilgileri ihtiva eden bilgi tablosu bulunacağı,

 

mimari projenin altı takım halinde, diğer proje, resim, hesap ve raporların beş takım halinde düzenlenerek belediyeye başvurulacağı, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanuna tabi yapılarda, kuruluşun ilgili denetçi mimar ve mühendislerince incelenerek projelere uygun görüş vermiş olmasının zorunlu olduğu,

 

bu projelerin belediye tarafından başvuru tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde inceleneceği,eksik veya yanlış yok ise uygun görüldüğünün yapı sahibine yazılı olarak bildirileceği, bildirim tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde (UAVT) ulusal adres veri tabanı üzerinden yapı ruhsatı düzenlenmesinin zorunlu olduğu,yapının kamu adına denetimine ilişkin bütün fenni mesuliyetlerin mimar ve mühendisler tarafından üstlenilmeden yapı ruhsatı düzenlenemeyeceği,

 

 (Değişik:R.G.-14.04.2012-28264) Elektrik, telefon ve doğalgaz tesisat projelerinin yapı ruhsatı verilmesi aşamasında idareye sunulmasının zorunlu olmadığı,ancak bu projelerin yapı denetim kuruluşu veya projelerin uygulanmasının denetimine yönelik fenni mesuliyet üstlenen mühendisler tarafından ilgili kurumlara onaylatılarak yapı ruhsatının verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde belediyeye verileceği,

 

yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler sırasında ilgili yapıya ait numarataj bilgilerinin belediyelerin numarataj işleminden sorumlu birimleri tarafından ilgili idareye elektronik ortamda sunulacağı,başvuru sahiplerinden numarataj işlemine ilişkin belge istenmeyeceği,

 

gelişme alanlarında kalanlar dışında harcamalara katılım payları içinde yer alan yol, kanalizasyon ve su tesisleri harcamalarına katılım paylarının yapı ruhsatı verilmesi aşamasında belediyece ön koşul olarak öne sürülemeyeceği, büyükşehir belediyelerince tahsil edilen kanal katılım payı ve yol katılım paylarına ilişkin bilgilerin elektronik ortamda kayıt altına alınacağı ve bu bilgilerin belediyelerle paylaşılacağı,

 

Proje müellifliği ve yapım işlerinin denetimine dair fenni mesuliyet üstlenen mimarların ve mühendislerin, ilgili meslek odasına kayıtlı olmaları, büro tescillerini yaptırıp her yıl için yenilemeleri gerektiğinden, ilgili meslek odalarının, hakkında süreli veya süresiz kısıtlılığı bulunan veya üyeliği sona eren üyelerini derhal elektronik ortamda merkez yapı denetim komisyonu ile bütün ilgili yerlere ve kuruluşlara bildireceği,belediyece yapı ruhsatı düzenleme aşamasında her proje için, proje müelliflerinden, fenni mesullerden ve (Değişik:R.G.-14.04.2012-28264) fen adamlarından, şantiye şefleri ile yapı müteahhitlerinden mevzuata aykırı uygulama sebebiyle süreli veya süresiz olarak meslekî faaliyet haklarının kısıtlı olmadığına ilişkin ek-1’de yer alan sicil durum taahhütnamesini isteyecekleri,belediyelerin sorumluluk alan mimar ve mühendislerin yaptıkları işlemlere ilişkin bilgileri her ayın ilk haftası içinde ilgili meslek odalarına bildirecekleri,

 

Hususları yer almaktadır.

 

     Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin  değişik (03.04.2012 gün ve 28253 -12.04.2012 gün ve 28264 sayılı R.G.) 58.maddesi hükmüne  göre;

 

    mal sahibi veya vekili tarafından belirlenen fenni mesullerin,ruhsat eki projelerin uygulanmasının denetimi ve belediyeye karşı görevli ve sorumlu oldukları,

 

proje ile ilgili sorumluluk proje müellifine ait olmak üzere yapının fenni mesuliyetinin, konusu, ilgisi ve yapım aşamasına göre mimar, inşaat, makina ve elektrik mühendisleri tarafından ayrı ayrı yürütüleceği,proje ile ilgili sorumluluğu bulunanların faaliyetlerinin Yönetmeliğe ek-2, ek-4, ek-6, ek-7 ve ek-8’de yer alan formlar kullanılarak kayıt altına alınacağı, (Değişik:R.G.14.04.2012 gün ve 28264) ayrıca noter tasdikli imza sirküleri,sosyal güvenlik numarası ve vergi kimlik numarasının belediyeye verileceği,

 

     fenni mesullerin unvanına ve eğitimine göre, yapının kanuna, plâna, yönetmeliklere, ilgili diğer mevzuat hükümlerine, fen, san’at, sağlık kurallarına, ruhsat eki projelerine, Türk Standartları Enstitüsü standartlarına, teknik şartnamelere uygun yapılıp yapılmadığını denetleyeceğine dair Yönetmeliğe ek-1’de yer alan taahhütnameyi belediyeye vermek zorunda olduğu,taahhütnamede fenni mesul ile mal sahibi arasında yapılan sözleşmede belirlenen fenni mesuliyet bitiş süresine ilişkin bilginin yer almasının gerekli olduğu, noter tasdikli imza sirküleri  (Değişik:R.G.14.04.2012gün ve 28264)  sosyal güvenlik numarası ve vergi kimlik numarasının da belediyeye verileceği,

 

belediyenin, kanuna ve mevzuata aykırı uygulama nedeniyle süreli olarak faaliyetleri kısıtlanan fenni mesullerin bu durumu hakkında bilgilenmek ve inşaat alanı sınırlamalarının denetimini sağlamak üzere, ilgili fenni mesulce düzenlenen, sicil durum taahhütnamesini ve fenni mesuliyet üstlenilen işin adı ile fenni mesulün üzerinde bulunan fenni mesuliyete ilişkin inşaat alanını (m2) belirtir belgeyi de isteyeceği,

 

belediyelerin, fenni mesuliyet üstlenen mimar ve mühendislerin bir önceki ayda yaptıkları işlemlere ilişkin bilgileri her ayın ilk haftası içinde ilgili meslek odalarına bir liste halinde topluca bildirecekleri,dikkate alınarak işlem yapılmalıdır.

 

 

 

AÇIKLAMA:

 

Proje müellifleri tarafından belediyeye sadece Ek 1’de yer alan “PROFE MÜELLİFLERİ TARAFINDAN İLGİLİ İDAREYE VERİLECEK TAAHHÜTNAME” Örneği yeterli olacaktır.Proje müelliflerince –mimar, inşaat, makine ve elektrik mühendisleri- tarafından düzenlenen projelerin bağlı veya ilgili odalarca onaylanması uygulamasına son  verilmiştir.

 

Ayrıca,Yönetmeliğin 58.maddesinin 14.04.2012 günlü Resmi Gazete’de yayınlanan değişikliğine göre;fenni mesullerden istenen oda kayıt belgesi örneği yürürlükten kaldırılmıştır.Bu durumda fenni mesullerden  kayıtlı oldukları odalar tarafından düzenlenen belgeye gerek bulunmamaktadır.

 

 3194 sayılı İmar Kanunu’nun yapı kullanma izni ile ilgili 30. maddesindeki düzenlemeyi ayrıntılı olarak açıklayan,

 

Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin değişik (03.04.2012 gün ve 28253 sayılı R.G.)  64 üncü maddesinin birinci fıkrası hükmüne  göre;

 

yapı tamamlandığında tamamının veya kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığında bu kısımlarının kullanılabilmesi için, inşaat ruhsatını veren belediyeden izin alınmasının zorunlu olduğu, iznin alınması için belediyeye yapılan başvuru dilekçesi ekinde, fenni mesullerin veya yapı denetim kuruluşlarının yapının projelerine, fen ve sağlık kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadığını ve ilgili standartlara uygun malzeme kullanılıp kullanılmadığını belirten raporları ile yapıya ilişkin fotoğrafların yer alacağı,

 

Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin 64 üncü maddesinden sonra gelmek üzere eklenen (03.04.2012 gün ve 28253 sayılı R.G.) Yapı kullanma izinlerinde başvuru sahibinden bilgi ve belge istenmesine ilişkin esaslar başlıklı   64/A maddesi uyarınca ;

 

yapı kullanma izinlerine ilişkin başvurularda, başvuru sahibinin dilekçesi veya belediyece hazırlanmış matbu form ile yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğine ilişkin fenni mesul veya yapı denetim kuruluşu raporları dışında herhangi bir belge istenmeyeceği,

 

diğer idarelerin elektronik ortamda paylaşıma açtığı bilgi ve belgelerin, başvuru sahibinden istenmeyeceği,ancak, bu bilgi ve belgelere kolayca erişim için gerekli bilgilerin  istenebileceği,

 

yapı ruhsatına ilişkin bilgilerin Kimlik Paylaşım Sisteminde (KPS) bulunması halinde söz konusu bilgiler buradan temin edileceği,

 

yapı kullanma izin belgesi verilmesine ilişkin işlemler sırasında ilgili yapıya ait numarataj veya kanal bağlantısı yapılmasına ilişkin bilgilere ihtiyaç duyulması halinde bu bilgilerin belediyelerin numarataj veya kanal işlemlerinden sorumlu birim veya kurumları tarafından  elektronik ortamda sunulacağı ve başvuru sahiplerinden numarataj veya kanal işlemlerine ilişkin belge istenmeyeceği,belediyelerin numarataj ve kanal işlemlerinden sorumlu birim veya kurumlarının söz konusu bilgileri elektronik ortamda kayıt altına almakla ve yapı kullanma izni vermeye yetkili idarelerle paylaşmakla yükümlü oldukları,

 

belediyece, başvuru sahibinden kullanılan malzemenin irsaliye ve faturası, doğalgaz uygunluk belgesi, yangın güvenlik (itfaiye) raporu, sığınak raporu, emlak alım vergisi ilişik kesme belgesi, yapı denetim kuruluşu tarafından gerçekleştirilen temel, toprak ve ısı yalıtım vizeleri başta olmak üzere herhangi bir vize işlemi için ilgili idarece hazırlanacak onay belgesi, çevre düzenine ilişkin yazı, işgaliye borcu olmadığına ilişkin yazı, vergi dairelerinden vergi borcu olmadığına ilişkin belge, belediye tarafından alınan vergi ve harçların makbuzları ve buna benzer belgeler istenmeyeceği,

 

belediye dışındaki İlgili idarelerin, en geç bir yıl içinde (03.04.2013) yapı kullanma izin belgesi için öngörülen elektronik ortamda veri paylaşımına ilişkin tedbirleri almak ve bu verileri yapı kullanma izni vermeye yetkili idarelerin erişimine açmakla yükümlü oldukları,dikkate alınacaktır.

 

 

 

YAPI DENETİMİ

 

Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinin İlgili idarenin görev ve sorumlulukları başlıklı  4.maddesine göre;   .

 

 (4) (Değişik:RG-3/4/2012-28253) yapı ruhsatının vizeler bölümüne yapı denetim kuruluşunun denetçilerinin imzaları alındıktan sonra ilgili bölüm idarece inceleneceği, inceleme neticesinde eksik vize işlemi var ise bunların yapı denetim kuruluşuna tamamlattırılacağı,bunun dışında, hiçbir şekilde vize veya vize anlamına gelecek bir uygulamada bulunulamayacağı,

 

 (6) (Değişik:RG-3/4/2012-28253) inşaatın tamamlanmasını müteakiben tanzim edilen iş bitirme tutanağının belediyece incelenerek,on beş iş günü içinde onaylanacağı veya var ise eksikliklerinin neler olduğunun belirtilerek,giderilmesinin gerektiğinin yazılı olarak bildirileceği,eksikliklerin giderilmesinden sonra verilen iş bitirme tutanağının iki iş günü içinde onaylanacağı,

 

Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği’nin Yapı denetim kuruluşunun görev ve sorumluluklarını belirleyen 5.maddesinin,

 

 2- proje denetimi safhasında;

 

/b) (Değişik:RG.-14/04/2012-28264) Proje ve uygulama denetçisi mimar ve mühendisler aracılığıyla, proje müelliflerince hazırlanan uygulama projelerinin ve hesaplarının, mühendislik ve mimarlık proje düzenleme esaslarına, imar planına, imar yönetmeliklerine ve diğer mevzuata, şartname ve standartlara uygunluğunu ve proje müelliflerinin ilgili meslek odasına üyeliğinin devam ettiğine dair taahhütnamesi ile mesleki kısıtlılığının olmadığına dair taahhütnamesinin olup olmadığını kontrol edecekleri,belediyelerin  sorumluluk alan mimar ve mühendislerin yaptıkları işlemlere ilişkin bilgileri her ayın ilk haftası içinde ilgili meslek odalarına bildireceği,

 

c) (Değişik:RG-03/04/2012-28253) belediyeler dışındaki kurumlar tarafından onaylanması gereken elektrik, telefon ve doğalgaz tesisat projelerini ilgili mevzuata göre inceleyip zamanında ve usulüne uygun olarak onaylanmasını temin edecekleri,

 

e) (Ek:RG.-14/04/2012-28264) Zemin ve temel etüdü raporunun hazırlanmasına ilişkin esaslara uygun olarak bir zemin etüdü raporunun olup olmadığını tespit ederek uygunluk görüşü verecekleri,

 

 3-yapı ruhsatı alınması safhasında;

 

b) (Değişik:RG-03/04/2012-28253) Bakanlıkça onaylanmış yapıya ilişkin bilgi formunun aslını, yapının denetimini üstlendiği konusunda ek-5’te gösterilen Yönetmeliğe ek form-3’e uygun taahhütnameyi, yapı denetim kuruluşunun yapı sahibi ile imzaladığı Yönetmeliğe ek-6’da gösterilen form-4’e uygun sözleşmeyi ve projelerdeki eksikliklerin giderildiğini gösterir proje kontrol formunu belediyeye vereceği,

 

ç) (Ek:RG-3/4/2012-28253) Elektrik, telefon ve doğalgaz tesisat projelerinin inşaat ruhsatının alındığı tarihi izleyen otuz gün içinde ilgili idare tarafından onaylanmasını temin ederek onaya ilişkin belgeyi belediyeye sunacağı,

 

r) (Ek:RG-03/04/2012-28253) yapı ile ilgili olarak ısı ihtiyacı kimlik belgesinin, kanal bağlantısının yapıldığına ilişkin tutanağın, binanın yapı aplikasyon projesine uygun şekilde aplike edildiğini gösteren vaziyet planı ve bağımsız bölüm planını içeren belgenin, elektrik, telefon ve doğalgaz tesisatlarının, yangın algılama, tahliye ve söndürme sisteminin projelerine uygun şekilde yapılmasını denetleyerek bunlara ilişkin uygunluk belgelerini ve asansörün ilgili idarece tescilini temin edeceği,

 

Denetçi, kontrol elemanı ve yardımcı kontrol elemanının görev ve sorumluluklarını düzenleyen 6.maddenin (Değişik:RG.-14/04/2012-28264) 1.fıkrası uyarınca;

 

Proje ve uygulama denetçisi mimar ve mühendisler tarafından, proje müelliflerince hazırlanan projelerin mevzuata, Yönetmeliğe Ek-3’te gösterilen Form-1 ile belirlenmiş asgari kriterlere uygunluğu ve detay ve hesapların doğruluğunun, kontrol edileceği,var ise, eksiklik ve hataların giderilmesinin sağlanacağı, eksikliği ve hatası bulunmayan projelerin, ilgili denetçi mimar ve denetçi mühendis tarafından onaylanacağı,

 

Yönetmeliğin 7.maddesinde yer alan,proje müellifinin görev ve sorumluluklarını belirleyen (Değişik:RG-14/04/2012-28264) 1.fıkrasına göre,

 

    Proje müellifinin, yapı ruhsatına esas olan uygulama projelerini ve zemin etüdü raporları da dâhil olmak üzere her türlü etüde dayalı çalışmaları mevzuata uygun olarak yapmak ya da yaptırmak, ilgili meslek odasına üyeliğinin devam ettiğine dair taahhütnamesi ile mesleki kısıtlılığı olmadığına dair taahhütnamesi ile birlikte, incelenerek uygunluk görüşünü bildirmek üzere yapı denetim kuruluşuna vermek ile görevli olduğu,

 

(Değişik:RG. 14/04/2012-28264) 3.fıkrası uyarınca, ilgili meslek odasına üyeliğinin devam ettiğine dair taahhütnamesi ve mesleki kısıtlılığı olmadığına dair taahhütnamesi bulunmayan proje müellifinin projesinin, yapı denetim kuruluşunca incelenmeyeceği,

 

AÇIKLAMA;

 

              Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğinde yapılan değişiklikleri özetlersek;

 

yapı ruhsatının vizeler bölümüne yapı denetim kuruluşunun denetçilerinin imzaları alındıktan sonra ilgili bölüm belediyece incelenecek,inceleme neticesinde eksik vize işlemi var ise bunlar yapı denetim kuruluşuna tamamlattırılacak,bunun dışında, hiçbir şekilde vize veya vize anlamına gelecek bir uygulamada bulunulamayacaktır.

 

İnşaatın tamamlanması ertesinde düzenlenen iş bitirme tutanağı belediyece  incelenecek, 15 iş günü içinde onaylanacak veya var ise eksiklerinin neler olduğu belirtilerek, giderilmesinin gerektiği yazılı olarak bildirilecek. Eksiklerin giderilmesinden sonra verilen iş bitirme tutanağı 2 iş günü içinde onaylanacaktır.

 

              Yapı denetim kuruluşları;

 

proje ve uygulama denetçisi mimar ve mühendisler aracılığıyla, proje müelliflerince hazırlanan uygulama projelerinin ve hesaplarının, mühendislik ve mimarlık proje düzenleme esasları, imar planı, ilgili idarenin imar yönetmelikleri ile yürürlükte bulunan diğer yönetmelik, genelge, şartname ve standartlara uygunluğunu kontrol edecektir.

 

Belediyeler dışındaki kurumlar tarafından onaylanması gereken elektrik, telefon ve doğalgaz tesisat projelerini ilgili mevzuata göre inceleyecek, zamanında ve usulüne uygun olarak onaylanmasını temin edeceklerdir.

 

Elektrik, telefon ve doğalgaz tesisat projelerinin inşaat ruhsatının alındığı tarihi izleyen 30 gün içinde ilgili idare tarafından onaylanmasını temin edecek ve onaya ilişkin belgeyi inşaat ruhsatı vermeye yetkili belediyeye sunacaktır. Bu süre içinde söz konusu projelere ilişkin onaylar belediyeye sunulmadığı takdirde inşaat belediyece durdurulacaktır.

 

            İŞYERİ AÇMA VE ÇALIŞMA RUHSATLARI

 

           09.01.2012 gün ve 28168 sayılı Resmi Gazetede Yayınlanan Belediye İtfaiye Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin Ek 1.madde hükümlerini,Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik ve İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin 5/h maddesiyle birlikte  değerlendirdirildiğinde ;

 

Umuma açık istirahat ve eğlence yerleri; patlayıcı, parlayıcı ve yanıcı maddelerin üretildiği, satıldığı ve depolandığı işyerleri;  otuz kişiden fazla çalışanın bulunduğu her türlü işyerleri, ana giriş kapıları dışında cadde ve sokağa doğrudan bağlantısı olmayan ve Yönetmeliğin 5.maddesine eklenen (5 Nisan 2012 gün ve 28255 sayılı R.G.) fıkra uyarınca;birden fazla işyerinin bir arada bulunduğu iş hanı, çarşı ve benzeri işyerlerinde yangına karşı gerekli önlemlerinin alındığını gösteren itfaiye raporu ve bu binaların  yönetimi tarafından alınacağı,yapıda değişiklik olmadığı sürece buralardaki işyerleri için münferit itfaiye raporu aranmayacağı,yangın tedbirlerini etkileyecek şekilde yapıda değişiklik olması durumunda yalnızca yapıda değişiklik yapan işyeri sahibinden münferit itfaiye raporu isteneceği,

 

bu amaçla belediye itfaiye teşkilatının ilgili görevlisinin başvuruya konu işyerini yerinde inceleyip yaptığı tespitleri esas alarak rapor hazırlayacağı, itfaiye raporu verilmesi işlemleri sırasında başvuru sahiplerinden yangın söndürme cihazı belgesi (fatura veya dolum fişi fotokopisi), işyerinden yangın tedbirlerini aldığına dair taahhütname veya diğer bir belge istenmeyeceği,

 

Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin ilgili hükümlerine göre yangına karşı gerekli önlemlerin alındığını gösteren itfaiye raporunun düzenlenmesi için yapılan işlemler sırasında itfaiye raporuna konu binaya ait yapı ruhsatı belgesine gerek duyulması halinde yapı ruhsatına ilişkin bilgilerin Kimlik Paylaşım Sistemi (KPS) üzerinden alınacağı,

 

sayılanlar dışındaki işyerlerinde yangına karşı tedbirlerin alınması yeterli görüldüğünden, belediye itfaiye teşkilatınca itfaiye raporu düzenlenmeyeceği, İtfaiye raporu gerektirmeyen işyerleri için itfaiye raporu alınmak üzere başvurulması halinde başvuru sahibine itfaiye raporu düzenlenmeyeceği hususunun yazılı olarak bildirilmesinin yeterli olacağı uygulamada dikkate alınmalıdır.

 

                        ELEKTRONİK BİLGİ YÖNETİM SİSTEMİ (EBYS)

 

              Yukarıda açıklanan Yönetmelikler ve değişikliklerinin uygulanması elektronik ortamda yürütüleceğinden, Elektronik Bilgi Yönetim Sisteminede değinmek zorunludur.Başbakanlık tarafından yayınlanan Elektronik Belge Standartları konulu 2008/16 sayılı (16/07/2008 gün ve 26938 sayılı R.G.) Genelgede;

 

              “kamu adına görev yapan kurum ve kuruluşların faaliyetleri sonucu oluşan belgelerin kayıt altına alınması ve bu belgelerin istenildiği anda erişilebilir şekilde yönetilmesinin, kurumsal faaliyetlerin ayrılmaz bir parçası ve bir kamu görevi olduğu,herkesin, her zaman, her yerden kolaylıkla ulaşabileceği şeffaf, verimli ve sade bir kurum yapısı günümüzde modern ve demokratik kurumların temel hedefi haline geldiği,elektronik ortamda sunulan hizmetlerin ve e-kurum yapısının temelini elektronik bilgi sistemlerini oluşturduğu,Kamu kurum ve kuruluşlarınca üretilen elektronik bilgi ve belgelerin idari, mali, hukuki ve tarihi gerekçelerle korunmasının sağlanması ve bunların gelecek nesillere aktarılmasının ancak standart belge yapılarının oluşturulması ile mümkün olabileceği,elektronik belgelerin kayıt altına alınması, kullanılması ve arşivlenmesi konularında çalışma yapma görevinin E-Dönüşüm İcra Kurulu’nun 9 Eylül 2004 tarih ve 7 numaralı Kararı ile Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir.

 

              Bu amaçla Türk Standartları Enstitüsünce, TSE 13298 no’lu standart yayınlanlamıştır.Hazırlanan bu standart kamu kurum ve kuruluşlarının kullanacakları elektronik belge yönetim sistemleri için temel bir kaynak teşkil etmektedir.Kamu kurum ve kuruluşlarının oluşturacakları elektronik belge yönetim sistemlerinde TSE 13298 no’lu standarda göre işlem yapacakları, ayrıca üretmiş oldukları elektronik belgenin kurumlar arası paylaşımını www.devletarsivleri.gov.tr internet adresinde belirlenen kurumlar arası elektronik belge paylaşım hizmeti kriterlerine göre gerçekleştirecekleri”

 

Açıklamalarına yer verilmiştir.Genelgede yer alan hususların gerçekleştirilmesi amacıyla; Genelgenin yayımı tarihinden önce kurulan sistemler ise ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca gözden geçirilerek iki yıl içinde standarda uyumlu hale getirilmesinin zorunlu olduğu dikkate alınarak, 2012 yılı içinde yayınlanan Yönetmelik değişiklikleri ile gerek  belediyelerin ve gerekse belediye dışındaki İlgili idarelerin, öngörülen elektronik ortamda veri paylaşımına ilişkin tedbirleri almak ve bu verileri yetkili idarelerin erişimine açmakla yükümlü oldukları  bilenerek, gerekli alt yapı çalışmalarına başlanılması hususuna uyulmasının zorunlu olduğu bilinmeli ve gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

 

 

 

 

 

 

 

Yazıldı Duyurular, Güncel Mevzuat

İhale İlan Süreleri ve Kuralları

Nis10
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

BELEDİYELERİN BORÇLANMASI VE MUHASEBE İŞLEMLERİ

Borçlanma

MADDE 68. – Belediye, görev ve hizmetlerinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre borçlanma yapabilir ve tahvil ihraç edebilir:

a) Dış borçlanma, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde sadece belediyenin yatırım programında yer alan projelerinin finansmanı amacıyla yapılabilir.

b) İller Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredi kullanan belediye, ödeme plânını bu bankaya sunmak zorundadır. İller Bankası hazırlanan geri ödeme plânını yeterli görmediği belediyenin kredi isteklerini reddeder.

c) Tahvil ihracı yatırım programında yer alan projelerin finansmanı için ilgili mevzuat hükümleri uyarınca yapılır.

d) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, faiz dâhil iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213 sayılı Vergi Usul Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarını aşamaz. Bu miktar büyükşehir belediyeleri için bir buçuk kat olarak uygulanır.

e) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketler, en son kesinleşmiş bütçe gelirlerinin, 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarının yılı içinde toplam yüzde onunu geçmeyen iç borçlanmayı belediye meclisinin kararı; yüzde onunu geçen iç borçlanma için ise meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı ile yapabilir.

f) Belediyelerin, ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt yapı yatırımlarında Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmalar (d) bendindeki miktarın hesaplanmasında dikkate alınmaz. Dış kaynak gerektiren projelerde Hazine Müsteşarlığının görüşü alınır.

Yukarıda belirtilen usul ve esaslara aykırı olarak borçlanan belediye yetkilileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun görevi kötüye kullanmaya ilişkin hükümleri uygulanır.

Belediye, varlık ve yükümlülüklerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı malî tablolarını üçer aylık dönemler halinde İçişleri ve Maliye bakanlıkları ile Devlet Plânlama Teşkilatı ve Hazine müsteşarlıklarına gönderir.

AÇIKLAMA

 Belediyelerin dış borçlanması: 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde sadece belediyenin yatırım programında yer alan projelerinin finansmanı amacıyla yapılabilir. Cari giderlerin finansmanı için dış borçlanma yapılamaz.

Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliğinin[1] 10’uncu maddesi hükmü ışığında cari ve yatırım harcamalarının ayırımı;

Şeklinde yapılabilmektedir. Dış borçlanma ancak “06- Sermaye Giderleri” ve “07- Sermaye Transferleri”ne yapılacak harcamalar için yapılabilir.

4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanununun “dış borçlanma” başlıklı 7’nci maddesi, Türkiye Cumhuriyeti adına herhangi bir dış finansman kaynağından Devlet dış borcu sağlamaya ve malî dış koşulları da dahil olmak üzere şartlarını tespit etmeye ve bu şartlar çerçevesinde malî yükümlülük altına girmeye Bakan yetkili olduğu, söz konusu Devlet dış borcuna ilişkin anlaşmalar ve ilgili dokümanlara dair her türlü hazırlık, temas ve müzakereler Hazine Müsteşarlığı tarafından yürütüleceği ve sonuçlandırılacağını hüküm altına almıştır.

  Belediyelerin iç borçlanması: Belediyeler, iç borçlanmayı bankalardan, özellikle de İller Bankasından veya tahvil ihracı suretiyle yapabileceklerdir.

1-İller Bankasından borçlanma: Belediyeler, İller Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredisi kullanabilirler. İller Bankasından yatırım ve nakit kredisi kullanan belediye, ödeme plânını bu bankaya sunmak zorundadır. İller Bankası hazırlanan geri ödeme plânını yeterli görmediği belediyenin kredi isteklerini reddeder. Belediyeler, İller Bankası aramasa bile, kredi kullanırken, Maddenin (d) ve (e) bentlerinde belirtilen şartlara da uyması gerekir.

2-Tahvil ihraç suretiyle borçlanma: Borç para sağlamak üzere belediye tahvil çıkarmak suretiyle de borçlanabilir. Ancak, borçlanma yatırım programında yer alan projelerin finansmanı için kullanılır ve tahvil ihracı ilgili mevzuat hükümleri uyarınca yapılır. Belediyeler, cari harcamalarının finansmanı için tahvil ihracı suretiyle borçlanılamaz.

Belediyeler tahvil ihraç ederken, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu hükümlerini de dikkate almak zorundadırlar. 2499 sayılı Kanunun 3’cüncü maddesinin (h) bendi, anonim ortaklıklar, mevzuata göre özelleştirme kapsamına alınanlar dâhil kamu iktisadi teşebbüsleri, mahalli idareler ile bunlarla ilgili özel mevzuatları uyarınca faaliyet gösteren kuruluş, idare ve işletmeleri “ihraççı” olarak tanımlamış, “tahvil ve diğer borçlanma senetleri ihracı” başlıklı 13’üncü maddesi ise, mahalli idareler ve bunlarla ilgili özel mevzuatları uyarınca faaliyet gösteren kuruluş, idare ve işletmeler, mevzuata göre özelleştirme kapsamına alınanlar dâhil kamu iktisadi teşebbüslerinin tahvil ve sermaye piyasası aracı niteliğindeki diğer borçlanma senedi ihraç limitleri Bakanlar Kurulunca belirleneceğini ve bu durumda, özel kanunlarda belirlenen limitler uygulanmayacağını hüküm altına almıştır.

3-Diğer bankalardan borçlanma: Belediyeler, Kanunun 68’inci maddesinin (d) ve (e) bentlerinde belirtilen şartlara uymak suretiyle kamu ve özel bankalardan da borçlanabilirler. Kanaatimizce, bu bankaların sunduğu şartların İller Bankasının sunduğu şartlardan daha iyi veya aynı olması gerekir.

  Belediye ve bağlı kuruluşları ile sahip oldukları şirketlerin borçlanma sınırları, iç ve dış borç stok tutarları: Kanunun 68’inci maddesin (a) ve (e) bendi hükmüne göre, belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketler borçlanırken çeşitli organ ve makamlardan izin alarak borçlanabilmektedir. Kanunun 68’inci maddesinin (d) bendi, belediye ve bağlı idareleri (İSKİ, ASKİ, EGO ve İETT gibi) ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin borçlanmalarına bir üst sınır getirmiştir. Bu hükme göre, belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, faiz dâhil iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213 sayılı Vergi Usul Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarını aşamaz. Bu miktar büyükşehir belediyeleri için bir buçuk (1,5) kat olarak uygulanır.

Maddenin (f) bendi hükmü ise, belediyelerin, ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt yapı yatırımlarında Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmalar (d) bendindeki miktarın hesaplanmasında dikkate alınmayacağı, dış kaynak gerektiren projelerde Hazine Müsteşarlığının görüşü alınacağını belirtmektedir. Dolayısıyla bu şekilde borçlanmalarda toplam borç stoku tutarı dikkate alınmaz.

1-İç ve dış borç stok tutarı ile faiz tutarı nasıl hesaplanacaktır?  İç ve dış borç stoku ile faiz tutarının hesaplanması muhasebe sistemiyle ilgili bir husustur. Belediyelerde uygulanmakta olan Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliğinin[2] 45, 204, 213, 267, 276’ncı maddelerinde iç ve dış mali borçların hangi hesaplarda takip edileceği açıklanmıştır.

Yönetmeliğin belirtilen maddelerine göre;

Yukarıda sayılan hesap gruplarının, alacak kalanları (net tutarları)  iç ve dış mali borç stokunu vermektedir.Ancak, iç ve dış borç tutarlarının izlendiği 30, 31, 40 ve 41 gruplu hesapların içerisinde borçların faiz tutarları yer almamaktadır. Faiz tutarları da ayrıca hesaplanarak bu tutarlara ilave edilerek belediyenin faiz dâhil iç ve dış borç stoku bulunacaktır.

Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliğinin 256, 257, 298 ve 299’uncu maddeleri hükmüne göre, yılsonlarında uzun vadeli yabancı kaynaklar ana hesap grubu içindeki hesaplarda yer alan iç ve dış mali borçlar için hesaplanan ve içinde bulunulan yılı takip eden yıllarda ve daha sonraki yıllarda ödenecek olan işlemiş faiz giderleri;

Hesap grubunda bulunan hesaplara kaydedilmektedir. Cari yılda ödenecek faiz tutarları 381-Gider Tahakkukları ve 481-Gider Tahakkukları Hesaplarında yer almamaktadır. Cari yılda ödenecek faiz tutarları yılı bütçesinin “04- Faiz Giderleri” ekonomik kodunda yer almaktadır. Dolayısıyla “381-Gider Tahakkukları Hesabı”, “481-Gider Tahakkukları Hesabının” alacak kalanları tutarı ile cari yıl bütçesinin  “04- Faiz Giderleri” ekonomik kodunda kalan ödenek miktarı iç ve dış mali borçların ödenecek faiz giderleri toplamını verecektir.

Yukarıda açıklanan hesaplar dışında bilânçonun pasifinde yer alan;

32- Faaliyet Borçları

33- Emanet Yabancı Kaynaklar

34- Alınan Avanslar

36- Ödenecek Diğer Yükümlülükler

37- Borç ve Gider Karşılıkları

38- Gelecek Aylara Ait Gelirler

39- Diğer Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar

43- Diğer Borçlar

44- Alınan Avanslar

47- Borç ve Gider Karşılıkları

49- Diğer Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar

48- Gelecek Yıllara Ait Gelirler

Grubunda yer alan hesaplar idarenin yükümlülüklerinin yer aldığı hesap grupları olmasına karşın bu hesaplara kayıtlı tutarlar iç ve dış borç stokuna dahil edilmeyecektir. Çünkü bu hesaplara kayıtlı tutarlar muhasebe standartları açısından belediyenin yükümlülükleri arasında yer almasına rağmen, iç ve dış mali borç stoku olarak sayılmamıştır. Bu yükümlülükler borç alma yoluyla oluşmuş borçlar değil, emanet hesaplarıdır. Başka bir ifade ile emanet hesabında kayıtlı tutarlar belediyenin borcu olmasına karşın, iç ve dış mali borcu değildir.

2-En son bütçe gelirleri nasıl hesaplanır? Gerçekleşen en son yıl bütçe geliri ifadesinden kesin hesap anlaşılması gerektiği şeklinde bir anlayış da olmasına rağmen, bu düşüncenin doğru olmadığını ifade etmek gerekir.  Gerçekleşen en son yıl bütçe geliri ifadesi, bütçe ve muhasebe sistemini ilgilendiren bir ifadedir. Muhasebe sisteminde benzer veriler farklı mali tablolarda yer alabilmektedir. Mali yıl (bütçe yılı) bittikten sonra gerçekleşen en son yıl bütçe gelirleri toplamını en erken hangi mali tablo veriyorsa bu tablodaki veriler esas alınmalıdır. Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliğinin[3] 343’üncü maddesinde düzenlenen “800-Bütçe Gelirleri Hesabı”nın, Aralık ayı mizanındaki alacak bakiyesi toplamı o yılın gerçekleşen bütçe gelirleri toplamını vermektedir. Aralık ayı mizanındaki bütçe gelirlerinin toplamı ile toplamı ile yıl bittikten sonra çıkarılarak Mayıs ayı meclis toplantısında görüşülen kesin hesaptaki toplam aynıdır. Dolayısı ile gerçekleşen en son yıl bütçe gelirleri toplamı bulunurken 31-Aralıkta düzenlenen Aralık ayı mizanındaki 800-Bütçe Gelirleri Hesabının alacak bakiyesi toplamı esas alınarak bulunabilecektir.

Örnek; (X) Belediyesinin 31.12.2006 tarihi itibariyle Aralık ayı mizanındaki “800-Bütçe Gelirleri Hesabının” alacak bakiyesi toplamı 1.000.000.-YTL olsun. 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre 2007 mali yılı için belirlenen yeniden değerleme oranının da % 10 olduğunu varsayalım.

Bu durumda, (X) Belediyesinin 2007 yılı için esas alacağı faiz dahil borçlanma oranı şu şekilde hesaplanacaktır;

(X) Belediyesinin 2007 yılında faiz dahil iç ve dış borç stoku 1.100.000.-YTL’ yi, bu belediye büyükşehir belediyesi ise (1.100.000 x 1,5) 1.650.000.-YTL’ yi geçmemelidir.

  Belediyeler, bağlı kuruluşlar ile  belediye şirketleri borçlanmalarda nereden izin alırlar?: Kanunun 68’maddesinin (e) bendi hükmü sadece belediyeleri değil, belediyelere bağlı idareleri (ASKİ, İSKİ, EGO ve İETT gibi.) ve belediye şirketlerini de kapsamaktadır. Belediye şirketlerinin tamamı bu bent kapsamına girmemekte, sadece belediyelerin sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketler girmektedir.

Belediyelerin borçlanmasında izin alınacak makamları iç ve dış borçlar için ayrı ayrı incelemek gerekecektir.

1-İç borçlanmalarda: Kanunun 68’maddesi (e) bendi, yılı içinde alınacak iç borçlanmada yeniden değerleme oranıyla bulunacak bütçe gelirinin %10’unu geçmeyen ve %10’unu geçen borçlanma olarak onay ve izin makamını iki ayrı şekilde düzenlemiştir.

a) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin bir mali yıl içinde almak istediği iç borç tutarı,  en son kesinleşmiş bütçe gelirlerinin 213 sayılı Vergi Usul Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarının yılı içinde toplam yüzde onunu (%10) geçmeyen borçlanmayı belediye meclisinin kararı ile yapabilirler. Belirtilen oranlara kadar borçlanmada meclis kararı yeterlidir. Başka bir makamın onayına ve iznine gerek bulunmamaktadır.

b) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin bir mali yıl içinde almak istediği iç borç tutarı,  en son kesinleşmiş bütçe gelirlerinin 213 sayılı Vergi Usul Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarının yılı içinde toplam yüzde onunu (%10) geçen borçlanmayı ise meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı ile yapabilir.

Borçlanmada faiz tutarları bu oranlara dahil edilecek midir? Örneğin, (X) Belediyesi 1.000.-YTL bir yıl vadeli borçlanmak istiyor. Ancak, bu borç için bir yıl içinde 200.-YTL faiz ödenecektir. Faiz dahil toplam borç 1.200.-YTL olacaktır. Borçlanma için meclis kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı alınırken 1.000.-YTL’ mi? Yoksa 1.200.-YTL’ mi esas alınacaktır?

Kanunun 68’inci maddesi (d) bendi, borç stoku hesaplanırken faizlerin dahil olacağını belirtmiş, borçlanmada maddenin (e) bendinde “borç tutarı” ifadesi kullanılmış, faizlerin dahil edileceği konusunda bir hüküm yer almamıştır. Kanunun 68’inci maddesinin (e) bendindeki oranları faiz hariç tutarlar olarak düşünmek gerekecektir.

Örnek–1; (A) Belediyesinin 2006 yılı 800-Bütçe Gelirleri Hesabının alacak bakiyesi toplamı 2.500.000.-YTL’ dir. (A) Belediyesi İller Bankasından 2007 yılının ilk yarısı içinde 200.000.-YTL nakit ve 2007 yılının ikinci yarısında bir yıl ödemesiz üç yıl içinde ödenmek üzere 260.000.-YTL yatırım kredisi kullanmak istemektedir. (A) Belediyesi her iki borçlanma için nereden izin alması gerekir? (A) belediyesinin bu borçlanma ile faiz dahil iç ve dış borç stoku, Kanunun 68’inci maddenin (d) bendindeki oranı aşmadığı varsayılmıştır.

Öncelikle (A) Belediyesinin 2006 yılı toplam bütçe geliri olan 2.500.000.-YTL’ yi 2007 yılında uygulanacak yeniden değerleme oranı ile değerlendirilmesi gerekir. 2007 yılında VUK’a göre uygulanacak yeniden değerleme oranı %10 olduğunu varsayalım. 2006 yılının bütçe gelirlerinin değerlendirilmiş tutarı  (2.500.000.-YTL X 1,10) = 2.750.000.-YTL’ dir.

(A) Belediyesinin 2007 yılının ilk yarısında İller Bankasından alacağı 200.000.-YTL nakit kredi tutarı, 2.750.000.-YTL’nin %10’u olan 275.000.-YTL’ yi geçmediğinden,  belediye meclisi kararı ile bu borçlanma gerçekleştirilebilecektir.

Bu şekilde borçlanmalarda muhasebe kaydı;

(A) Belediyesinin 2007 yılı ikinci yarısında İller Bankasından kullanacağı yatırım kredisi tutarı 260.000.-YTL, 2.750.000.-YTL’nin %10’u olan 275.000.-YTL’ yi geçmediği gözükmekte ise de, Kanunun 68’maddesinin (e) bendi bir yıl içinde alınan toplam borç miktarı bu oranı aşamayacağını belirtmektedir. Dolayısıyla, yılın ilk yarısında alınan 200.000.-YTL ile yılın ikinci yarısında alınacak olan 260.000.-YTL toplamı 460.000.-YTL, 2.750.000.-YTL’nin %10 olan 275.000.-YTL oranını geçtiğinden, bu borçlanma ancak meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı ile yapabilecektir.

Örnek–2: (B) Belediyesi İller Bankasından yıllara yaygın bir içme suyu yatırım projesi için borçlanmak istiyor. Proje maliyeti 750.000.-YTL olup, beş yıl sürecek ve İller Bankası ile koordineli yürütülecektir. İller Bankası projenin her yıl tamamlanan 150.000.-YTL kısmına kredi verecek ve kredi bedeli hak ediş tutarına bağlı olarak ilgili firma hesabına çıkarılacaktır. Belediye bu borcu ilk ödemesiz on yılda ödeyecektir. (B) Belediyesinin 2006 yılı bütçe gelirleri toplamı 2.900.000.-YTL’ dir. Projenin yapımına 2007 yılında başlanacaktır. (B) Belediyesi bu borçlanma için nereden izin alması gerekecektir?

Öncelikle 2006 yılı gerçekleşen bütçe gelirini (2.900.000.-YTL) 2007 yılında uygulanacak yeniden değerleme oranıyla (%10) değerlendirilmesi gerekir. Değerlendirilen bütçe geliri (2.900.000.-YTL X 1,10) 3.190.000.-YTL rakamı bulunur. Proje maliyeti ve beş yıl içinde borçlanılacak miktar 750.000-YTL, 3.190.000.-YTL’nin %10’u olan 319.000.-YTL tutarı aşmakta, ancak yıllık kullanılacak kredi tutarı 150.000.-YTL tutar aşmamaktadır.

Her ne kadar, yıllık olarak kullanılacak kredi dilimleri 150.000.-YTL, en son bütçe gelirlerinin yeniden değerleme oranıyla değerlendirilmesi sonucu bulunacak miktarın %10’unu geçmiyorsa da belediyenin taahhüt altına sokulduğu kredi tutarı 750.000.-YTL olduğundan, bu şekilde borçlanma için meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı gerekeceği düşünülmektedir. Kredinin belediyenin kasasına aktarılması önemli olmayıp, belediyenin yetki ve tasarrufunda olması yeterlidir. Yıllık kullanılacak kredi dilimleri esas alınarak, meclis kararı ile borçlanma yapılması pratikte kolaylık gibi gözükebilir. Ancak, bu durumda, meclisin her yıl, bir önceki yılın gelirini dikkate alarak borçlanma kararı alması gerekir ki, buda yatırım projesinin devamını riske edebilir. Diğer yılarda meclisin borçlanma kararı vereceğinin bir garantisi de bulunmamaktadır.Bu şekilde borçlanmada muhasebe kaydı;

2-Dış borçlanmalarda: Kanunun 68’inci maddesinin (a) bendi, dış borçlanma, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde yapılacağını belirtmektedir. Kanunun 68’inci maddesi, dış borçlanma için meclis kararı alınacağından veya herhangi bir makamdan izin alınacağı yönünde bir düzenleme getirmemiştir.Kanunun  “meclisin görev ve yetkileri” başlıklı 18’inci maddesinin (d) bendi hükmü, borçlanmaya karar verme yetkisinin meclisin yetkisinde olduğunu belirtmektedir. Belediye adına yapılacak iç ve dış borçlanma meclisin kararı ile olur.   Ancak, dış borçlanmada meclisin nitelikli çoğunluk kararı aranmamakta, sadece meclis kararı istenmektedir.Ancak, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 7’nci maddesi hükmü gereği, dış borçlanmada belediye meclisi kararı alındıktan sonra Hazine Müsteşarlığı ve bağlı olduğu Bakan izni ve onayı alınacaktır.

Belediyeler birbirlerine veya başka kurumlara  borç verebilir mi?: 5393 sayılı Kanunun “meclisin görev ve yetkileri” başlıklı 18’inci maddesinin (d) bendinde, borçlanmaya karar vermek meclisin yetkileri arasında sayılmışken, Kanun hükümlerinde belediyelerin borç vereceğine dair bir düzenleme yer almamıştır. Belediyelerin birbirlerine veya başka kurumlara borç vermeleri 5393 Kanun hükümleri ile bağdaşmayacağı düşünülmektedir.5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanununun 24’üncü maddesinin ( c) bedi, ilçe, ilk kademe belediyeleri ile bağlı kuruluşlara yapacakları yardımlar ve ortak proje giderlerini büyükşehir belediyesinin giderleri arasında saymıştır. Bu hükme göre, büyükşehir belediyeleri, kendi sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyesine yardım yapabilecektir. 5216 sayılı Kanunun 24’üncü maddesinin ( c) bedi hükmü kapsamında büyükşehir belediyeleri, kendi sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyesine bir faiz ilişkisi olmaksızın borç vermesi, 5216 sayılı Kanun hükmüne aykırı düşmeyecektir.

68.6. Belediyelerin Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen projeler karşılığı borçlanmaları: Belediyelerin, ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt yapı yatırımlarında Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmalar 68’inci maddenin (d) bendindeki miktarın hesaplanmasında dikkate alınmaz. Dış kaynak gerektiren projelerde Hazine Müsteşarlığının görüşü alınır. Kanunun 68’inci maddesinin (d) bendinde belirtilen iç ve dış borç stoku hesaplanırken, belediyelerin, ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt yapı yatırımlarında Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmalar dahil edilmeyecektir.

 Kanun hükümlerine aykırı olarak borçlanmalarda ceza yaptırımı : 5393 sayılı Kanunun 68’inci maddesi, belediyelerin borçlanmasındaki usul ve esasları açıklamış ve bu hususlara aykırı olarak borçlanan belediye yetkilileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun görevi kötüye kullanmaya ilişkin hükümleri uygulanacağını belirtmiştir.5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 257’nci maddesinde “görevi kötüye kullanma” suçu düzenlenmiş, görevinin gereklerine aykırı hareket eden kamu görevlisine suçun niteliğine göre altı aydan üç yıla kadar uzanan hapis cezasıyla cezalandırılacağı öngörülmüştür.5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 257’nci maddesinde “görevi kötüye kullanma” suçunun oluşması için;

Kişilerin mağduriyeti,

Kamu zararı,

Kişilere haksız bir kazanç sağlama,

Koşullarından en az birinin gerçekleşmiş olması aranmaktadır. Bu koşullardan birinin gerçekleşmemesi durumunda görevi kötüye kullanma suçundan da bahsetmek zordur.Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararı; “5237 sayılı Yasanın 257’nci maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlaması gerekmektedir. Bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışlar, suç kapsamında değerlendirilemez.”[4] Şeklindedir.

Ancak, 5393 sayılı Kanunun 68’inci maddesi bu konuda özel bir düzenleme olduğundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 257’nci maddesinde sayılan şartlar oluşmasa bile sadece madde hükmüne aykırı borçlanma bile görevi kötüye kullanma suçunun oluşması için yeterli olacağı düşünülmektedir.

  Belediye mali tablolarının üçer aylık dönemler itibariyle gönderilmesi: Kanunun 68’inci maddesinin son fıkrası, belediye, varlık ve yükümlülüklerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı malî tablolarını üçer aylık dönemler halinde;

İçişleri Bakanlığına,

Maliye Bakanlığına,

Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığına,

Hazine Müsteşarlığına,

Göndereceği şeklindedir. 68’inci maddenin bu fıkrası hükmü, sadece borçlanan belediyeleri kapsamamakta, bütün belediyeleri kapsamaktadır. Bu durumda, iç ve dış borcu olsun veya olmasın bütün belediyeler üçer aylık dönemler halinde mali tablolarını belirtilen kurumlara göndermeleri gerekmektedir.

Mali tablolar hangi belgelerden oluşur? Mali tablo kavramı bütçe ve muhasebe ile ilgili bir kavramdır.

Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliğinin[5] 418, 419, 420’nci maddelerinde belediyelerin düzenleyeceği mali tabloların neler olduğu açıklanmıştır.

Madde hükmü varlık ve yükümlülüklerin yer aldığı mali tabloların gönderilmesini istemektedir.

Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliği ekinde yer alan “mizan cetveli” (Örnek–76) ve “bilânço cetveli” (Örnek–77) varlık ve yükümlülüklerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı malî tablo olarak görebiliriz. Bilânço cetveli yılsonu itibariyle, yılda bir defaya mahsus olarak düzenlendiğinden, aylık mizanın üçer aylık dönemler itibariyle bu kurumlara gönderilmesi 68’inci maddenin son fıkrası hükmünün yerine getirilmesi için yeterli olacağı düşünülmektedir. Ancak, belirtilen idareler gönderilecek mali raporlarla ilgili ortak bir düzenlemede yapabilirler.

Üçer aylık dönemler;

Ocak-Şubat-Mart,

Nisan-Mayıs-Haziran,

Temmuz-Ağustos-Eylül,

Ekim-Kasım-Aralık,

Dönemlerinde ay sonları itibariyle düzenlenen ve takip eden ay içinde ilgili kamu kuruluşlarına gönderilmesidir.  Örneğin, Ocak-Şubat-Mart dönemine ait Mart ayı mizanının Nisan ayı içinde gönderilmesi gibi.

 


[1] 10 Mart 2006 gün ve 26104 sayılı Resmi Gazetede.

[2] 10 Mart 2006 gün ve 26104 sayılı Resmi Gazetede.

[3] 10.03.2006 gün ve 26104 sayılı Resmi Gazete.

[4] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.10.2005 gün ve E: 2005/4-MD–96, K: 2005/118 sayılı kararı.

[5] 10.03.2006 gün ve 26104 sayılı Resmi Gazete.

Memnu Hakların İadesi Konusunda Makale

Nis03
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Memnu Hakların İadesi konusunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlüğe Girmesi Sonrasındaki Uygulamalar

                2005 yılında, Yeni Türk Ceza Kanunu uygulamaya girince,765 sayılı mülga TCK’DA yer alan memnu hakların iadesi maddelerine yeni TCK’DA yer verilmemesi ve süresiz hak mahrumiyetinin yeni kanunda kaldırılmış olması dolayısıyla,5237 sayılı yeni TCK ile süresiz hak mahrumiyetinin kaldırıldığı belirtilmiştir. Uygulamada ortaya çıkan sorunlar üzerine, 2006 yılında, Adli Sicil kanununa eklenen bir maddeyle, memnu hakların iadesi uygulaması tekrar geri getirilmiştir. 5352 sayılı Adli Sicil Kanununda yapılan düzenleme şu şekildedir:

“Yasaklanmış hakların geri verilmesi

Madde 13/A – (1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla,

a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,

b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması,gerekir.”

Memnu hakların iadesi alanlar memur olabilir.

Yapılan bu düzenleme gereğince, her ne kadar 657 sayılı Kanunun 48. maddesinin A-5 bendinde “Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile” ve “affa uğramış olsa bile” ibareleri bulunsa da, hem 1 yıl ve daha fazla hüküm giymiş olanlar hem de maddede belirtilen suçları işleyenler, Adli Sicil Kanununun 13/a maddesinde belirtildiği şekilde memnu hakların iadesi kararı almaları halinde, memur olarak atanmalarına engel bir durum bulunmamaktadır. YSK’NUN, milletvekili seçimlerine katılan adaylara ilişkin kararı da aynen bu konuya ilişkindir. Kurul, memnu hakların iadesi kararı getiren adayların, “affa uğramış olsalar dahi” ibaresi olmasına rağmen, başvurularını kabul etmiştir.Ancak,burada şu husus önemlidir. Örneğin memur, rüşvet suçundan dolayı hüküm giymiş ve infaz sonrasındaki 3 yıllık süreyi de geçirerek memnu hakların iadesi kararı almış olsa dahi, memuriyete geri dönüşünde idarenin takdir hakkı bulunmaktadır. Bu kişi bir kamu kurumuna, 657 sayılı kanunun 92. maddesi uyarınca geri dönüş amacıyla başvurduğunda, idarenin, memnu hakların iadesi kararı aldığı gerekçesiyle bu kişiyi alma zorunluluğu bulunmamaktadır. Burada, tüm istifa sonrası dönüşlerde olduğu gibi takdir hakkı bulunmaktadır.Ancak, KPSS atamalarında durum böyle değildir. Kişi memnu hakların iadesi kararı var ise, yerleştiğinde atama işleminin tamamlanması gerekmektedir. Zira burada, istifa sonrası dönüşe imkân veren 657/92. maddedeki türden bir takdir hakkı bulunmamaktadır.

 

Taşınır Mal İşlemleri (Makale)

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

TAŞINIR MAL YÖNETMELİĞİ UYGULAMALARI ( 1 , 2  VE 3 SAYILI  GENEL TEBLİĞLER ÇERÇEVESİNDE) DEĞERLENDİRİLMESİ

              10.12.2003 tarih ve 25326 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun amacı, Avrupa Birliği standartlarına uygun olarak,  kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesini ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir.

5018 sayılı  Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte çıkarılan yaklaşık 20’ye yakın Yönetmelik ile ikincil mevzuatı da tamamlanmış olmaktadır.Bu Kanun uyarınca; kaynağına ve edinme yöntemine bakılmaksızın kamu idarelerine ait taşınır malların kaydı, muhafazası ve kullanımı ile yönetim hesabının verilmesi, merkez ve taşrada taşınır yönetim sorumlularıyla bunlar adına görev yapacak olanların belirlenmesi ve kamu idareleri arasında taşınırların bedelsiz devri ile tahsisine ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla Taşınır Mal Yönetmeliği düzenlenmiştir.Kamu idareleri arasında taşınır mal devirleri ile, taşınır mal kayıt ve kontrol yetkililerinin görevlendirilmesinde yaşanan tereddütlerle, taşınır mal kayıt ve kontrol yetkilisi olarak görevlendirilen kamu görevlilerinin kefalete tabi kılınıp kılınmayacağına ilişkin konulara açıklık getirilmek amaçlanmıştır.

             5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun İlgili Hükümleri Doğrultusunda Konunun İrdelenmesi

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun  Taşınır ve Taşınmaz Mal işlemlerine ilişkin yürürlükteki maddeleri konunun daha iyi anlaşılabilmesi bakımından aynen aşağıya alınmıştır.

               Taşınır ve Taşınmaz İşlemleri

                Madde 44- Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerince, taşınır ve taşınmaz edinilmesi, yönetilmesi, trampası, elden çıkarılması, ecrimisilin tahsil ve takibinde izlenecek yöntem, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin yönetimi ve korunması, işgalli malların tahliyesi gibi hususlar ilgili kanunlarında düzenlenir.

               (Değişik ikinci cümle: 22/12/2005-5436/10 md.) Bu malların kaydı ile taşınırların muhafazası,  kullanımı, mal yönetim hesabının verilmesi ve mal yönetim sorumlularıyla bunlar adına görev yapacak olanların belirlenmesine ilişkin usûl ve esaslar, Maliye Bakanlığınca hazırlanacak ve Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.

              Taşınır ve Taşınmaz Edinme

              Madde 45- Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, kamu hizmetlerinin zorunlu kıldığı durumlarda gereken nicelikte ve nitelikte taşınır ve taşınmazları, yurt içinde veya yurt dışında, bedellerini peşin veya taksitle ödeyerek veya finansal kiralama suretiyle edinebilirler. Kamu idareleri, taşınmaz satın alma veya kamulaştırma işlemlerini yetki  devri yoluyla bir başka   kamu idaresi eliyle yürütebilir. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin edindiği taşınmazlar Hazine adına, diğer kamu idarelerine ait taşınmazlar ise tüzel kişilikleri adına tapu sicilinde tescil olunur. Hazine adına tescil edilen taşınmazlar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir. Bu tescil işlemleri, adına tescil yapılan idarenin taşınmazın bulunduğu yerdeki ilgili birimine bildirilir.

Kamu idarelerince üretilen malların kendi tüketimlerinde kullanılması halinde bunların bedelleri, rayiç bedel üzerinden ilgili ödenek tertibine gider ve karşılığı gelir kaydedilir.

Kamu idareleri, ihtiyaç fazlası taşınırları ile görmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinde kullanılacağına ve amacına uygun kullanılmaması halinde geri alınacağına dair tapu kütüğüne şerh konulması kaydıyla taşınmazlarını diğer kamu idarelerine bedelsiz olarak devredebilir.

Devredilmeyecek taşınır ve taşınmazlar ile devir ve kayıt işlemlerine ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.

Kamu idareleri arasındaki taşınmazların mülkiyetine ilişkin uyuşmazlıklar, görevli mahkemelerce çözümlenir.            

             Taşınır ve Taşınmaz Satışı

              Madde 46- Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin her türlü taşınır ve taşınmazlarının satışına Maliye Bakanlığı yetkilidir. Satış bedelleri genel bütçeye gelir kaydedilir. Diğer kamu idarelerine ait taşınır ve taşınmazların elden çıkarılması özel kanunlarında belirtilen yetkili organlarının kararıyla mümkündür.

Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin taşınmazlarından değeri her yıl merkezî yönetim bütçe kanununda belirtilen sınırın üzerinde olanlar, Bakanlar Kurulu kararıyla satılır.

             Taşınmaz Tahsisi

             Madde 47- (Değişik: 22/12/2005-5436/4 md.)

Kamu idareleri, kanunlarında belirtilen kamu hizmetlerini yerine getirebilmek için mülkiyetlerindeki taşınmazlarla Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerleri, birbirlerine ve köy tüzel kişiliklerine bedelsiz olarak tahsis edebilirler. Tahsis edilen taşınmaz, amaç dışı kullanılamaz.

Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlarla Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerleri tahsis etmeye, kamu ihtiyaçları için gerekli olmayanların tahsisini kaldırmaya Maliye Bakanlığı; diğer taşınmazları tahsis etmeye ve tahsisini kaldırmaya ise maliki kamu idaresi yetkilidir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve usûller Maliye Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.

Kanunlardaki özel hükümler saklıdır. 

             Mal Yönetiminde Etkililik ve Sorumluluk

             Madde 48- Kamu idareleri, taşınırların yönetimi, kaydı, muhafazası ve kullanımından sorumludurlar. Taşınırların özelliğinden veya olağan kullanımından kaynaklanan yıpranma ile usulüne uygun olarak belirlenen firelerden dolayı sorumluluk aranmaz.

Kullanılmak üzere taşınır teslim edilen görevliler, taşınırın korunmasından ve taşınıra verilen zararlardan sorumludur. Kamu idareleri, verilen zararların sorumlularına ödettirilmesini sağlamakla yükümlüdür.

Kamu idarelerine ait malları edinme, kiralama, tahsis, yönetim, kullanma ve elden çıkarma işlemleri, mevzuatında öngörülen kurallar dahilinde hizmetin amacına uygun olarak verimlilik ve tutumluluk ilkesine göre yapılır. Bu ilkeye aykırı eylem ve işlemlerden doğacak zararlardan, malların yönetimi veya kullanılması hususunda yetki verilenler sorumludur.

Kamu mali yönetiminde görevli, yetkili ve sorumlu kılınan idare görevlilerinin Hesap verme sorumluluğu 5018 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde açıklanmıştır. Madde aynen şöyledir.

            Hesap Verme Sorumluluğu

            Madde 8- Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır. 

             Taşınır Mal  Yönetmeliğine göre taşınır mal kayıt ve işlemlerinde Harcama yetkilisi, Kayıt kontrol yetkilisi, Muhasebe Yetkilisi ve konsolide görevlilerinin görev, yetki ve sorumlulukları ile kamu idareleri arasında taşınırların bedelsiz devrine ilişkin esas ve usuller; 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun  44 üncü maddesine dayanılarak hazırlanan ve 18.1.2007 gün ve 26207 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak   “Taşınır Mal Yönetmeliği”  yürürlüğe konulmuştur.Taşınır Mal Yönetmeliği’nde taşınır mal yönetiminde idare sorumlularının ve bunlar adına görev yapacak olanların belirlenmesine ilişkin hususlar, diğer taraftan kamu idareleri arasında ihtiyaç fazlası taşınırların bedelsiz devrine ilişkin hususlar  etraflıca açıklanmış olup ilgili madde hükümleri aynen aşağıya çıkarılmıştır.

            Sorumluluk

            MADDE 5 – (1) Harcama yetkilileri taşınırların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak edinilmesinden, kullanılmasından, kontrolünden, kayıtlarının bu Yönetmelikte belirtilen esas ve usullere göre saydam ve erişilebilir şekilde tutulmasını sağlamaktan ve taşınır yönetim hesabını ilgili mercilere göndermekten sorumludur. Harcama yetkilileri taşınır kayıtlarının bu Yönetmelik hükümlerine uygun olarak tutulması ve taşınır yönetim hesabının ilgili mercilere gönderilmesi sorumluluğunu taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri aracılığıyla yerine getirir.

(2) Harcama yetkilileri, taşınırlara ilişkin işlem ve kayıtların usule uygun olarak yapılıp yapılmadığını kontrol etmeye veya ettirmeye; kasıt, kusur veya ihmal sonucu kırılan, bozulan veya kaybolan taşınırların ilgililerden tazmini için gerekli işlemleri yapmaya veya yaptırmaya yetkilidir.

(3) Kamu idarelerine ait taşınırların muhafazası ile görevli olan veya kendilerine kullanılmak üzere taşınır teslim edilen kamu görevlileri bu taşınırları en iyi şekilde muhafaza etmek, gerekli bakım ve onarımlarını yapmak veya yaptırmak, veriliş amacına uygun bir şekilde kullanmak ve görevin sona ermesi veya görevden ayrılma halinde iade etmek zorundadırlar.

(4) Zimmetle teslim edilen dayanıklı taşınırlar, kullanıcıları tarafından başkasına devredilemez. Kullanıcılarının görevden ayrılması halinde söz konusu taşınırların ambara iade edilmesi zorunludur. Bu şekilde teslim yapılmadan personelin kurumla ilişiği kesilmez.

(5) Taşınırların muhafazasından ve yönetilmesinden sorumlu olanların, gerekli tedbirlerin alınmaması veya özenin gösterilmemesi nedeniyle taşınırın kullanılmaz hale gelmesi veya yok olması sonucunda sebep oldukları kamu zararları hakkında, 27/9/2006 tarihli ve 2006/11058 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümleri uygulanır.

(6) Kullanılmak üzere kendilerine taşınır teslim edilen kamu görevlilerinin kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizlik ya da dikkatsizlikleri nedeniyle oluşan kamu zararı, değer tespit komisyonu tarafından tespit edilecek rayiç bedeli üzerinden, ilgili mevzuat hükümleri uygulanmak suretiyle tahsil edilir.

(7) Taşınırların özelliğinden veya olağan kullanımından kaynaklanan yıpranma ile usulüne uygun olarak belirlenen firelerden dolayı sorumluluk aranmaz. 

           Taşınır Kayıt ve Kontrol Yetkilileri

            MADDE 6 – (1) Taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri, harcama yetkililerince, memuriyet veya çalışma unvanına bağlı kalmaksızın, taşınır kayıt ve işlemlerini bu Yönetmelikte belirtilen usule uygun şekilde yapabilecek bilgi ve niteliklere sahip personel arasından görevlendirilir. Dış temsilciliklerde taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri misyon şefleri tarafından görevlendirilir. Taşınır işlemleri yoğun olan harcama birimlerinde birden fazla taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilebilir.

(2) Taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin görev ve sorumlulukları aşağıda belirtilmiştir.

a) Harcama birimince edinilen taşınırlardan muayene ve kabulü yapılanları cins ve niteliklerine göre sayarak, tartarak, ölçerek teslim almak, doğrudan tüketilmeyen ve kullanıma verilmeyen taşınırları sorumluluğundaki ambarlarda muhafaza etmek.

b) Muayene ve kabul işlemi hemen yapılamayan taşınırları kontrol ederek teslim almak, bunların kesin kabulü yapılmadan kullanıma verilmesini önlemek.

c) Taşınırların giriş ve çıkışına ilişkin kayıtları tutmak, bunlara ilişkin belge ve cetvelleri düzenlemek ve taşınır yönetim hesap cetvellerini konsolide görevlisine göndermek.

ç) Tüketime veya kullanıma verilmesi uygun görülen taşınırları ilgililere teslim etmek.

d) Taşınırların yangına, ıslanmaya, bozulmaya, çalınmaya ve benzeri tehlikelere karşı korunması için gerekli tedbirleri almak ve alınmasını sağlamak.

e) Ambarda çalınma veya olağanüstü nedenlerden dolayı meydana gelen azalmaları harcama yetkilisine bildirmek.

f) Ambar sayımını ve stok kontrolünü yapmak, harcama yetkilisince belirlenen asgarî stok seviyesinin altına düşen taşınırları harcama yetkilisine bildirmek.

g) Kullanımda bulunan dayanıklı taşınırları bulundukları yerde kontrol etmek, sayımlarını yapmak ve yaptırmak.

ğ) Harcama biriminin malzeme ihtiyaç planlamasının yapılmasına yardımcı olmak.

h) Kayıtlarını tuttuğu taşınırların yönetim hesabını hazırlamak ve harcama yetkilisine sunmak.

(3) Ayrıca taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri, sorumluluklarında bulunan ambarlarda kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizlikleri nedeniyle meydana gelen kayıp ve noksanlıklardan sorumludurlar.

(4) Taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri sorumluluklarında bulunan ambarları devir ve teslim etmeden görevlerinden ayrılamazlar.

              Taşınır Konsolide Görevlileri

              MADDE 7 – (1) Kamu idarelerinin merkez ve taşra harcama birimlerinin taşınır hesaplarının, ilçe, il, bölge, dış temsilcilik ve merkez teşkilatları itibarıyla konsolide edilmesi işlemlerini yürütmek üzere merkez, bölge, il ve gerek görülmesi halinde ilçe teşkilatlarında birer taşınır konsolide görevlisi belirlenir.

(2) Taşınır konsolide görevlisi, kamu idarelerinin merkez teşkilatlarında strateji geliştirme birimi yöneticisine bağlı malî hizmetleri yürüten birimin bünyesindeki taşınır kayıt işlemlerinden sorumlu yöneticidir. İlçe, il veya bölge teşkilatlarında ise taşınır konsolide görevlisi, bu teşkilatların en üst yöneticileri tarafından belirlenir.

(3) Merkezdeki taşınır konsolide görevlileri, harcama birimleri ile dış temsilciliklerden ve taşradaki taşınır konsolide görevlilerinden aldıkları Taşınır Hesap Cetvellerini konsolide ederek, idarenin Taşınır Kesin Hesap Cetveli ile Taşınır Hesabı İcmal Cetvelini, üst yönetici adına hazırlamakla yükümlüdür.

               Muhasebe Yetkililerinin Taşınır Hesabına İlişkin Görev ve Sorumlulukları

               MADDE 8 – (1) Taşınır işlemlerine ilişkin muhasebe kayıtları, Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliğine dayanılarak çıkarılmış ilgili muhasebe düzenlemeleri ve bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde muhasebe yetkilileri tarafından yapılır.

(2) Muhasebe yetkilileri, harcama birimlerince hazırlanan Harcama Birimi Taşınır Yönetim Hesabı Cetvelinde gösterilen tutarların muhasebe kayıtlarıyla uygunluğunu kontrol ederek onayladıktan sonra, harcama yetkilisine göndermekle görevli ve sorumludurlar.

(3) Muhasebe yetkililerinin bu Yönetmelikteki görevleriyle ilgili sorumlulukları, taşınır işlemlerine ilişkin muhasebe kayıtlarının, dayanağı belgelere uygunluğu ile harcama birimlerince hazırlanan Harcama Birimi Taşınır Yönetim Hesabı Cetvellerini inceleyip onaylayarak harcama yetkilisine vermekle sınırlıdır.  

               Kamu İdareleri Arasında Bedelsiz Devir

MADDE 31-(1) Kayıtlara alınış tarihi itibarıyla beş yılını tamamlamış ve idarece kullanılmasına ihtiyaç duyulmayan taşınırlar, bu taşınıra ihtiyaç duyan idarelere bedelsiz devredilebilir.

(2) Ancak devralmak isteyen idare açısından bakım, onarım ve taşıma giderleri nedeniyle ekonomik olmayan ve kullanılmasında fayda görülmeyen taşınırlar devredilemez.

(3) Kamu idarelerince yürütülen veya desteklenen projelerin gerçekleştirilmesi için edinilen araştırma ve geliştirme amaçlı taşınırlar, uluslararası organizasyonların gerçekleştirilmesi için alınan taşınırlar ile devredilmediği takdirde kullanım imkanı kalmayacak olan veya zorunlu sebeplerle devredilmesi gereken tüketim malzemelerinin devrinde beş yıl şartı aranmaz.

(4) (Değişik:19/10/2010 – 27616 R.G.)İdareler, sahip oldukları taşınırları (taşıt ve iş makineleri dahil) birinci fıkrada belirtilen beş yıl şartı aranmaksızın ihtiyacı bulunan diğer idarelere geçici olarak tahsis edebilir.

(5) (Değişik:19/10/2010 – 27616 R.G.)Bedelsiz devredilecek ve devredilemeyecek taşınırlar ile tahsise ilişkin diğer esas ve usuller Bakanlıkça belirlenir.

                Taşınır Mal Yönetmeliği Uygulamasıyla İlgili Maliye Bakanlığı Tebliğleri

Açıklanmasına ihtiyaç duyulan hususlarla ilgili olarak  Maliye Bakanlığı Tebliğ ve genelgelerle ilgili idarelere gereken duyuruları yapılmaktadır. Taşınır Mal Yönetmeliği ile ilgili olarak bugüne kadar üç adet tebliğ yayımlanmış bulunmaktadır.

                Taşınır Mal Yönetmeliği 1 sayılı Genel Tebliği 08.08.2007 tarih ve 26637 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış bulunmaktadır. Anılan Tebliğ düzenleyici ve denetleyici kurumlar hariç olmak üzere genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin elinde bulunan ihtiyaç fazlası taşınırların, kapsamdaki diğer kamu idarelerine bedelsiz devredilmesine ilişkin usûl ve esaslar ile devredilemeyecek taşınırların belirlenmesi amacıyla, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 45 inci maddesi ile 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla 18/1/2007 tarihli ve 26407 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan Taşınır Mal Yönetmeliğinin 31 inci maddesinin Bakanlığımıza verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanmıştır.

                 1. İhtiyaç Fazlası Taşınırlar ve Bedelsiz Devre İlişkin Genel Esaslar

(1) 5018 sayılı Kanunla oluşturulan yeni malî yönetim sisteminde; kamu idarelerinin, ihtiyaçlarını stratejik planlarına, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayanarak planlamaları ve bütçeleştirmeleri; sağlanan kaynakları etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanmaları temel ilkedir.

(2) Adı geçen Kanunun 8.maddesinde, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların kaynakların etkili, ekonomik, verimli olarak elde edilmesinden ve kullanılmasından sorumlu ve bu hususlarda yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları hükme bağlanmış; Taşınır Mal Yönetmeliğinin 5 inci maddesinde de bu husus vurgulanmıştır.

(3) Bu çerçevede kamu idareleri, ihtiyaç fazlası taşınır oluşmaması için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler.

(4) Bununla birlikte, zorunlu veya öngörülemeyen sebeplerle ortaya çıkan ve yapılan araştırma ve değerlendirmeler sonucunda idarenin merkez ve taşra birimleri itibarıyla kullanım imkanı olmadığı anlaşılan taşınırlar “ihtiyaç fazlası taşınır” olarak kabul edilecek ve diğer kamu idarelerine bu Tebliğde belirlenen usûl ve esaslara bağlı kalmak suretiyle bedelsiz devredebilecektir. Kamu idareleri, ihtiyaç duydukları taşınırları öncelikle diğer idarelerdeki ihtiyaç fazlası taşınırlardan karşılamak suretiyle temin etmeleri esas olup, bu şekilde karşılamaları halinde, satın alma yoluna gitmeyecekler ve bu ihtiyaçları için ödenek veya kaynak ayrılması talebinde bulunmayacaklardır.

(5) Kamu kaynağının verimli kullanılması ve kamuda tasarruf sağlanması bakımından ihtiyaç fazlası taşınırların kamu idareleri arasında bedelsiz devredilmesinin etkin bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, Bakanlığımız (Muhasebat Genel Müdürlüğü) www.muhasebat.gov.tr web adresinde İhtiyaç Fazlası Taşınır Sorgu Ekranı oluşturulmuştur. Kamu idareleri, tespit etmiş oldukları ihtiyaç fazlası taşınırlarının girişlerini,  bu Tebliğin bedelsiz devre ilişkin şartlar başlıklı üçüncü bölümünün birinci fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde belirtilen tüketim malzemeleri hariç olmak üzere, say2000i kapsamındaki muhasebe birimleri aracılığıyla İhtiyaç Fazlası Taşınır Sorgu Ekranı kullanılmak suretiyle bu ekranda yapılacak açıklamalar çerçevesinde gerçekleştireceklerdir.

               2. Bedelsiz Devre İlişkin Şartlar

              (1) İhtiyaç fazlası olduğu tespit edilen taşınırların diğer kamu idarelerine bedelsiz devredilmesinde aşağıdaki şartlar aranacaktır:

a) Taşınırlar, kayıtlara alınış tarihi itibarıyla beş yılını tamamlamış olmalıdır. Ancak, aşağıda belirtilen durumlarda beş yıl şartı aranmayacaktır.

1) Kamu idarelerince araştırma ve geliştirme amacıyla yürütülen veya desteklenen projelerin gerçekleştirilmesi için edinilen ve proje çalışmalarının tamamlanmasından sonra sözleşme hükümlerine dayanılarak idareye devredilen taşınırlardan idarece kullanılmasına ihtiyaç duyulmayanlar.

2) Uluslararası organizasyonların gerçekleştirilmesi için yapılan toplantı, konferans, tanıtım, spor, yarışma, gösteri, sergi ve benzeri faaliyetler için alınmış olan taşınırlardan söz konusu faaliyetler tamamlandıktan sonra idarece kullanılmasına ihtiyaç duyulmayanlar.

3) İdarece kullanım imkanı bulunmadığı gibi diğer idarelere devredilmediği takdirde çürüme, bozulma veya kullanım süresinin dolması gibi nedenlerle bir daha kullanılamayacak olan ya da diğer zorunlu sebeplerle devredilmesi gereken tüketim malzemeleri.

b) İdarenin ihtiyaç duymaması nedeniyle devrettiği taşınıra, devralacak idarece ihtiyaç duyulmalı ve kullanılmasında yarar görülmelidir.

c) İhtiyaç fazlası taşınırlar, devralacak idareye bakım, onarım ve taşıma giderleri yönünden ekonomik olmayan malî külfetler getirmemelidir. Beş yılını tamamladığı halde devralmak isteyen idare açısından bakım, onarım ve taşıma giderleri nedeniyle devri ekonomik olmayan ve kullanılmasında fayda görülmeyen taşınırlar devir işlemine konu edilmeyecek, bu tür taşınırlar, kuruluşların tabi oldukları mevzuat hükümlerine göre satılmak veya imha edilmek suretiyle tasfiye edilecektir.

ç) Devredilecek taşınırların devralacak idare tarafından taşınması esastır; ancak zorunlu durumlarda devreden idare tarafından da taşıtılabilir.

d) Kamu idarelerinin yapmış olduğu taşıma giderleri taşınırın değeri ile ilişkilendirilmez.

e) Mahalli idarelerde ortaya çıkan ihtiyaç fazlası taşınırların, diğer idarelere devrinde ilgisine göre valinin, belediye başkanının veya birlik başkanının onayı aranacaktır.

f) Taşınır devirleri, Bakanlığımızca (Muhasebat Genel Müdürlüğü) yayımlanan Parasal Sınırlar ve Oranlar Hakkındaki Genel Tebliğinde belirlenen limitler dikkate alınarak harcama yetkilisi veya üst yöneticinin onayı ile yapılacaktır.

(2) Devrine karar verilen taşınır için iki nüsha Ek-1 form (Taşınır Devrine İlişkin Protokol) düzenlenecek ve söz konusu taşınırlar, Yönetmelik hükümleri gereğince gerekli işlemler yapıldıktan sonra devredilecek ve devralınacaktır.

             3. Devredilemeyecek Taşınırlar

(1) Taşıt ve iş makineleri, ihtiyaç fazlası taşınıra konu edilmeyecek ve devredilmeyecektir.

(2)   Ancak, idarece ihtiyaç duyulmadığından diğer idarelere bedelsiz devredilmesinde yarar görülenlerin devri, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerince Bakanlığımızın; mahalli idarelerde meclis kararlarına bağlı olarak, sosyal güvenlik kuruluşlarınca ise ilgili Bakanlığın teklifi üzerine, Bakanlığımızın uygun görüşünün alınması suretiyle yapılacaktır.

(3) Kamu idarelerince araştırma ve geliştirme amacıyla yürütülen veya desteklenen projelerin gerçekleştirilmesi için edinilen ve proje çalışmalarının tamamlanmasından sonra sözleşme hükümlerine dayanılarak idareye devredilen taşıt ve iş makinelerinin diğer kamu idarelerine devrinde de bu madde hükmü uygulanacaktır.…” denilmektedir.

Yönetmeliğin değişik 31.maddesiyle Taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsis imkanı getirilmiş ve bu durum 3 sayılı Genel Tebliğde açıklanmıştır.Bu Tebliğe göre;

          Geçici olarak tahsis edilecek taşınırlar ve tahsise ilişkin genel esaslar

(1) Taşınırlar 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda kamu kaynakları arasında sayılmış, Kanunun 8 inci maddesinde de, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların kaynakların etkili, ekonomik, verimli olarak elde edilmesinden ve kullanılmasından sorumlu ve bu hususlarda yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.

(2) Kamu hizmetlerinin, idarelerin bütçelerine konulan ödeneklerle, mevzuatla belirlenmiş ilke ve amaçlara uygun olarak gerçekleştirilmesi; kamu hizmetlerinin istenilen düzeyde ve kalitede sunulabilmesi için ihtiyaçların stratejik planlara, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayanılarak planlanması ve bütçeleştirilmesi; bütçe kaynaklarının etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

(3) Bu çerçevede; kamu idareleri ancak kendi ihtiyaçları için taşınır edinebilirler ve bunları etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanmakla yükümlüdürler. Mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde diğer bir idarenin ihtiyacını temin amacıyla taşınır edinemezler.

(4) Bununla birlikte, kamunun elinde bulunan atıl kapasitenin değerlendirilerek, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması ve bu suretle kamuda tasarruf sağlanması amacıyla, idarelere ait taşınırlardan bilgisayar, sunum ve gösteri cihazları, kesintisiz güç kaynakları, jeneratör veya bu tür makine ve cihazlarla donanımlı alanlar, seyyar kulübe, kabin, konteynır gibi dayanıklı taşınırlar ile taşıt ve iş makineleri, idarelerin;

a) Önceden düşünülmeyen, ancak yapılmasında zorunluluk bulunan seminer, eğitim, toplantı, konferans, gezi ve benzeri nedenlerle,

b) İlgili mevzuat gereğince belirli makam ve görevlilerin hizmetine verilmiş taşıtların tamir, bakım-onarım ve benzeri nedenlerle kullanılamadığı durumlarda,

c) Yangın, sel baskını, deprem gibi doğal afet halleri ile kamu hizmetinin gerektirdiği ivedi ve zorunlu hallerde,

ortaya çıkan ihtiyaçları için geçici olarak tahsis edilebilecektir.

Ayrıca, idaresince yapılan araştırma ve değerlendirme sonucunda birimlerinin dönemsel veya mevsimsel olarak kullanmayacağı tespit edilen taşıt ve iş makineleri, bunlara ihtiyaç duyan idarelere, mülki idare amiri tarafından, gerekli görülmesi halinde, koordinasyon sağlanmak suretiyle, geçici olarak tahsis edilebilir.

(5) Ancak, belirli bir hizmetin üretilmesinde kullanılan ve kullanımı sonucunda tükenen veya ilk özelliklerini kısmen veya tamamen kaybederek bir daha kullanılmayacak hale gelen tüketim madde ve malzemeleri geçici tahsise konu edilemezler.

  Geçici tahsis yetkisi ve tahsis şartları

(1) Taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsis yetkisi, üst yönetici tarafından ayrıca bir düzenleme yapılmadığı sürece taşınırın yönetiminden ve hesabını vermekten sorumlu harcama yetkilisine aittir.

(2) Taşınırların idareler arasında tahsisinde aşağıdaki şartlar aranacaktır:

a) Tahsis, idarenin geçici olarak ortaya çıkan ihtiyaçları için ve sadece ihtiyaç süresiyle sınırlı olarak yapılacaktır.

Bununla birlikte,

1) Dozer, vinç, grayder, kepçe, asfaltlama ve betonlama makineleri, kaya kamyonları, yükleyiciler, transpalet, beko-loder, traktör, çöp kamyonu, arazöz ve itfaiye aracı gibi iş makineleri, sondaj makineleri ve bunların ekipmanları altı ay süre ile,

2) Yukarıda sayılanlar dışında kalan diğer dayanıklı taşınırlar ise ihtiyaç süresi aşılmamak koşuluyla üç ay süre ile,

3) 237 sayılı Taşıt Kanununa bağlı I ve II sayılı Cetvelde sayılan makamlara ait mevcut taşıtların herhangi bir nedenle geçici olarak kullanılamaması durumlarında kullanılabilir hale gelinceye kadar; kullanımının imkânsız olduğu durumlarda ise yeni taşıt temin edilinceye kadar,

geçici tahsis yapılabilir.

Bu süreler, zorunlu hallerde aynı sürelerle sınırlı ve bir kereye mahsus olmak üzere uzatılabilir.

b) Genel ve özel bütçeli idarelerin merkez birimlerince yapılan tahsisler hariç olmak üzere geçici tahsis; mahalli idarelerde hizmet vermekle yetkili oldukları coğrafi alanla, diğer kamu idarelerinde ise bulundukları ilin idâri (ilçeler dahil) alanı ile sınırlı olarak yapılabilecektir.

c) Tahsis edilen taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanım için gerekli toner, kartuş, kağıt, akaryakıt, yağ vb. diğer zorunlu giderleri, tahsis yapılan idarece karşılanacaktır.

ç) Taşınır, ihtiyacın ortadan kalktığı günü takip eden günden itibaren en geç yedi iş günü içinde, tahsisi yapan idareye iade edilecektir.

d) Tahsis edilen taşınırlar için tutanak düzenlenmesi zorunludur. Ancak, taşıt ve iş makineleri için idareler arasında protokol düzenlenecektir. Düzenlenen tutanak veya protokolde;

1) Tahsis edilen taşınırın cinsi, adedi ve tahsis amacı ile tahsis süresine,

2) Taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanılacak tüketim madde ve malzemelerin, tahsis edilen idarece karşılanacağına,

3) Taşınırın tesliminden itibaren kullanımı süresince idareye veya diğer kamu idarelerine ya da özel kişilere verilecek zararların tazminine ilişkin sorumluluğun, tahsis edilen idareye ait olduğuna,

4) İdarelerce gerekli görülecek diğer hususlara,yer verilir.

 Tahsis edilen taşınırların takibi ve idarelerin sorumluluğu

(1) Tahsis edilen taşınırlar, tahsisi yapan idare kayıtlarında, Dayanıklı Taşınırlar Defterinin “Nereye Verildiği” sütununda veya bu amaçla ayrıca tutulacak kayıtlarda tahsis edilen idare, tahsis süresi ve teslim edilen yetkili bilgilerine yer verilmek suretiyle takip edilir. Tahsis edilen taşınırlar için kullanıcı idare tarafından yapılan değer artırıcı harcamalardan 10 Ocak 2008 tarihli ve 26752 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1 sayılı Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği Genel Tebliğinde belirlenen tutarı aşanlar, varlığın kayıtlı değerine eklenmek üzere harcamaya ilişkin faturanın bir örneği gönderilmek suretiyle tahsisi yapan idareye bildirilir.

(2) Tahsis edilen taşınırlar için, tahsisi yapan harcama biriminin görevlendireceği birim yetkilisi tarafından, tahsisi isteyen idare talebine uygun olarak Taşınır İstek Belgesi (Taşınır Mal Yönetmeliği eki Örnek: 7) düzenlenir. Tahsis edilen taşınırlar bu belgeye dayanılarak ilgisine göre 6 veya 6/A örnek numaralı Zimmet Fişi ile öncelikle Taşınır İstek Belgesinde gösterilen birim yetkilisine zimmetlenir, birim yetkilisince düzenlenecek tutanakla da tahsis edilen idarenin yetkilisine imzası alınmak suretiyle teslim edilir.

(3) Taşınırın teslim anındaki durumu, düzenlenecek tutanakta veya protokolde ayrıntılı olarak gösterilir.

03.12.2009 tarih ve 27421 sayılı Resmi Gazete’de Maliye Bakanlığı tarafından 2 sayılı Taşınır Mal Yönetmeliği Genel Tebliği yayımlanmış olup bu tebliğde de önemli açıklamalarda bulunulmuştur. Özellikle bu tebliğde en çok tartışma ve tereddüt konusu olan taşınır mal kayıt kontrol yetkilisinin görevlendirilmesi ile kefalet konusunda getirilen açıklama kayda değer bulunmuştur.Anılan tebliğ aynen aşağıya çıkarılmıştır.

“…

1. Amaç

(1) Bu Tebliğ, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 44 üncü maddesi gereğince 28/12/2006 tarihli ve 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Taşınır Mal Yönetmeliğinin 6.maddesi uyarınca görevlendirilen taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin görevlendirilmesinde ve 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri ile bu idarelere bağlı döner sermayeli kuruluşlarda görevlendirilen taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin kefalete bağlanmasında ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesi ve kamu idareleri arasında uygulama birliğinin sağlanması amacıyla hazırlanmıştır.

2. Taşınır Kayıt ve Kontrol Yetkililerinin Görevlendirilmesi

(1) Bilindiği üzere; Taşınır Mal Yönetmeliği hükümleri gereğince taşınır kayıtlarının harcama birimleri itibarıyla tutulması ve taşınır yönetim hesabının da harcama birimleri itibarıyla verilmesi esastır. Harcama birimi, kamu idaresi bütçesinde ödenek tahsis edilen ve harcama yetkisi bulunan merkez birimleri ve ödenek gönderme belgesiyle harcama yetkisi verilen merkez dışı birimlerdir.

(2) Harcama birimine ait taşınır kayıtlarının tutulmasını sağlamaktan harcama yetkilileri sorumlu, kayıtları usulüne uygun olarak tutmaktan ise taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri görevli ve sorumludur. Yönetmeliğin 6. maddesinin birinci fıkrasında, taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin, harcama yetkililerince, memuriyet veya çalışma unvanına bağlı kalmaksızın, taşınır kayıt ve işlemlerini Yönetmelikte belirtilen usule uygun şekilde yapabilecek bilgi ve niteliklere sahip personel arasından görevlendirileceği, taşınır işlemleri yoğun olan harcama birimlerinde birden fazla taşınır kayıt ve kontrol yetkilisinin görevlendirilebileceği hükme bağlanmıştır. Ayrıca, taşınır kayıt ve kontrol yetkilisinin, harcama birimince edinilen taşınırları cins ve niteliklerine göre sayarak, tartarak, ölçerek teslim almak, doğrudan tüketilmeyen ve kullanıma verilmeyen taşınırları sorumluluğundaki ambarlarda muhafaza etmekle görevli ve sorumlu olduğu vurgulanmıştır.

(3) Buna göre, harcama yetkililerince yapılacak taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirmelerinde aşağıda belirtilen hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

a) Birden fazla fiziki ambarı/deposu bulunup, işlemleri tek bir taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi tarafından yürütülemeyecek kadar yoğun olan harcama birimlerinde birden fazla taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilebilecektir.

b) Ayrıca, bir bütün oluşturmakla birlikte ayrı bina ve yerlerde konuşlanmış harcama birimine bağlı alt birimlerden atölyesi veya makine parkı bulunan alt birimlerde de iş yoğunluğuna bağlı olarak ayrı taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilebilir.

c) Birden fazla fiziki taşınır ambarı/deposu olsa dahi, taşınır işlemleri tek bir taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi tarafından yürütülmesi mümkün olan harcama birimlerinde ve taşınırların muhafaza edileceği birer fiziki ambarı olmamasına rağmen, kayıtların ayrıntılı izlenebilmesi için elektronik ortamda harcama birimine bağlı birer ambar olarak tanımlanmış bulunan ilköğretim okulu, eğitim kursu, sağlık ocağı, dispanser gibi alt birimlerde, ayrıca taşınır kayıt ve kontrol yetkilisi görevlendirilmesi zorunlu değildir.

3. Taşınır Kayıt ve Kontrol Yetkililerinin Kefalete Bağlanması

(1) 2/6/1934 tarihli ve 2489 sayılı Kefalet Kanununun 1 inci maddesinin 25/6/2009 tarihli ve 5917 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle değişik birinci fıkrasında; “10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri ile bu idarelere bağlı döner sermayeli kuruluşlarda para, menkul kıymet ve ayniyatı alıp veren ve elinde tutan; memur, sözleşmeli personel ve işçiler (geçici işçiler hariç) için müteselsil kefalet usulü kabul edilmiş ve bu maksatla tüzel kişiliği haiz Kefalet Sandığı kurulmuştur. Bu Kanundaki memur ve müstahdem ibarelerinden bu fıkrada geçen kefalete tabi personel anlaşılır” hükmü mevcuttur.

(2) Buna göre kamu idarelerinde görevlendirilen taşınır kayıt ve kontrol yetkililerinin de kefalete bağlanarak aylık ve ücretlerinden 2489 sayılı Kanunun değişik 2. maddesinde belirtilen tutarda kefalet aidatı kesilmesi ve Kefalet Sandığı hesabına gönderilmesi zorunludur.

(3) Kullanılmak üzere kişilere veya ortak kullanım alanlarına verilen dayanıklı taşınırların zimmetlendiği sorumlular ile ilköğretim okulu, eğitim kursu, sağlık ocağı, dispanser gibi birimlerde ilgililere zimmetlenen malzeme, araç ve gereçlerin sorumluları ve taşınır yönetim hesaplarının konsolide edilmesinden sorumlu konsolide görevlilerinin kefalete tabi tutulmasına gerek bulunmamaktadır.…” Denilmektedir.

                       PARASAL SINIRLAR VE ORANLAR HAKKINDA GENEL TEBLİĞ

(SAYI: 2011/1)

                                                       (27 Ocak 2011 gün ve  27828 sayılı R.G.)

 

(1) 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve diğer mevzuat gereğince, uygulanacak parasal sınırlar, faiz oranları, alındı birim fiyatları bu Tebliğ eki tablolarda gösterildiği şekilde tespit edilmiştir.

2. Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğine tabi işlemler

2.1. Kasa işlemleri

(1) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 12 nci maddesi ile Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 9 uncu maddesi gereğince, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine hizmet veren muhasebe birimlerince kasadan yapılacak ödeme sınırı; Tablo I’in kasa işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 12 ve 27 nci maddeleri gereğince ertesi gün yapılacak ödemeleri karşılamak üzere ve kişi malı emanet dövizlerden kasada bulundurulacak miktarlar ile T.C. Ziraat Bankası şubesi bulunmayan ilçelerde gerekli güvenlik önlemleri alınmak şartıyla veznede bulundurulacak azami miktar Tablo I’in kasa işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(3) Tebliğ eki tabloda kasa işlemleri bölümünde gösterilen parasal sınırların yetersiz kalması durumunda, muhasebe birimlerinin gerekçeli başvuruları üzerine Bakanlığımızca (Muhasebat Genel Müdürlüğü) tespit edilen sınırlar uygulanacaktır. Daha önce bu kapsamda Bakanlığımızca yeniden artırılmasına izin verilen limitlerin, bu Genel Tebliğle belirlenen limitlerin üzerinde olması halinde özel olarak verilmiş limitlerin uygulanmasına devam edilecektir.

2.2. Banka işlemleri

(1) Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 524 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi gereğince, Tek Hazine Hesabı sistemine tabi olan muhasebe birimlerinin toplu ödemelerde bankaya önceden haber vermeleri gereken tutar Tablo I’in banka işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Bu tutarın altındaki ödemeler için bankanın önceden haberdar edilmesi ve mutabakat sağlanması zorunlu değildir.

2.3. Kaybedilen alındılara ilişkin işlemler

(1) Muhasebe birimlerince, her ne suretle olursa olsun alınan para ve değerlere karşılık verilmiş olan alındılardan kaybedilmiş olanlar için ilan verilmesine gerek görülmeyen tutar, Merkezî Yönetim Muhasebe Yönetmeliğinin 528 inci maddesi gereğince, Tablo I’in kaybedilen alındılara ilişkin işlemler bölümünde gösterilmiştir.

3. Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğe tabi işlemler

3.1. Muhasebe yetkilisi mutemedi işlemleri

(1) Muhasebe Yetkilisi Mutemetlerinin Görevlendirilmeleri, Yetkileri, Denetimi ve Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 7 nci maddesi uyarınca, muhasebe birimleri dışında görev yapan muhasebe yetkilisi mutemetleri tarafından 7 günlük süre beklenilmeksizin muhasebe birimi veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarı ile mahkeme başkanlıkları, icra ve iflas daireleri ve izale-i şüyu memurluklarındaki muhasebe yetkilisi mutemetlerince, 492 sayılı Harçlar Kanununun eki (1) ve (3) sayılı tarifelere göre makbuz karşılığı tahsil edilip, 7 günlük süre beklenilmeksizin muhasebe birimi veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarı, Tablo I’in muhasebe yetkilisi mutemedi işlemleri bölümünde gösterilmiştir.

(2) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde görev yapan muhasebe yetkilisi mutemetleri için yukarıda belirtilen sınırın yetersiz kalması durumunda, gerekçeli tekliflerle Bakanlığımıza (Muhasebat Genel Müdürlüğü) başvurularak alınacak izne göre işlem yapılacaktır. Bu teklif yazısında muhasebe yetkilisi mutemedinin son iki ayda muhasebe veznesine yatırdığı tutarlar ve yatırılma tarihleri de belirtilecektir. Daha önce bu kapsamda Bakanlığımızca yeniden artırılmasına izin verilen limitlerin, bu Genel Tebliğle belirlenen limitlerin üzerinde olması halinde özel olarak verilmiş limitlerin uygulanmasına devam edilecektir.

3.2. Trafik para cezası tahsil eden görevlilerle ilgili işlemler

(1) Trafik para cezasını tahsil edecek muhasebe yetkilisi mutemetleri ile ilgili işlemler, 27/1/1989 tarihli ve 20062 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Trafik Para Cezalarının Tahsilinde ve Takibinde Uygulanacak Esas ve Usuller ile Kullanılacak Belgeler Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yürütülecektir. Bu görevliler için belirlenen 7 ve 3 günlük süreler beklenmeksizin muhasebe biriminin veznesine teslim edilmesi gereken tahsilat tutarları, Tablo I’in trafik para cezasını tahsil eden muhasebe yetkilisi mutemetleri bölümünde gösterilmiştir.

3.3. Yetkili memurlarla ilgili işlemler

(1) 8/6/1988 tarihli ve 19836 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Pul ve Değerli Kağıtların Bayiler ve Yetkili Memurlar Vasıtası ile Sattırılmasına ve Bayilere Satış Aidatı Verilmesine Dair Yönetmeliğin 12 nci maddesi hükümleri çerçevesinde değerli kağıt verilen yetkili memurlar tarafından 15 günlük süre beklenilmeksizin muhasebe biriminin veznesine teslim edilmesi gereken satış hasılatı tutarı Tablo I’in yetkili memurlarla ilgili işlemler bölümünde gösterilmiştir.

4. Muhasebe Yetkilisi Adaylarının Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Muhasebe Yetkililerinin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik hükümleri gereğince yardımcılara devredilecek görev ve yetkiler

(1) Anılan Yönetmeliğin 26 ncı maddesi gereğince, görev, yetki ve sorumlulukların yardımcılara devredilmesinde Tablo I’in C bölümünde gösterilen parasal sınırlar dikkate alınacaktır.

5. Kaybolan faturalarla ilgili işlemler

(1) Merkezî Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde kamu idarelerince alınan mal, hizmet ve yapım işleri karşılığında özel kişiler tarafından düzenlenen faturaların kaybedilmesi halinde, noter onaylı fatura örneklerinin kabul edileceği fatura tutarı Tablo I’in Ç bölümünde gösterilmiştir.

6. Taşınırların kayıtlardan çıkarılması

(1) Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine göre, taşınırların devir, imha, hurdaya ayırma, satış ve terkini suretiyle kayıtlardan çıkarılmasında Tablo I’in D bölümünde gösterilen parasal sınırlar dikkate alınacaktır. Taşınırların kayıtlardan çıkarılması, belirlenen limitler dahilinde harcama yetkilisinin, limit üzerinde olanlar ise ilgili üst yöneticinin onayı ile yapılacaktır.

(2) Devir, satış, imha, hurdaya ayırma ve terkin işlemlerinin birden fazla taşınırı ihtiva etmesi halinde söz konusu limitler taşınır bazında değil, işlem bazında uygulanacaktır.

7. Ön ödeme işlemleri

(1) Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerince Bakanlığımız izni aranmaksızın açılabilecek krediler ile Bakanlığımız iznine tabi olan kredi tutarları Tablo II’nin A bölümünde, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerince harcama yetkilisi mutemetlerine verilebilecek avans sınırı Tablo II’nin B bölümünde gösterilmiştir.

(2) Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinden Tablo II’nin C bölümünde gösterilenler, kendileri için belirlenen sınır dahilinde avans verebileceklerdir.

(3) Milli İstihbarat Teşkilatı mutemetleri ile dış temsilcilikler emrine ve askerî daireler mutemetlerine verilecek avans sınırları Tablo II’nin Ç, D ve E bölümlerinde gösterilmiştir. Belirlenen sınırların üzerinde avans verilmesine ihtiyaç duyulması halinde, gerekçeleriyle birlikte Bakanlığımıza başvurularak izin alınması gerekir.

(4) Milli Savunma Bakanlığına bağlı birlik ve kurumlardan “Tümen ve daha üst birlikler ile eşiti kurum ve kuruluşlar” kapsamına giren askerî birimler Tablo III’te gösterilmiştir. Bunların dışında kalan birlikler, “Tugay ve eşitine kadar olan askerî kurum ve kuruluşlar” kapsamında sayılacaktır.

8. Muhasebe kayıtlarından çıkarılacak alacaklar

(1) 6183 sayılı Kanunun 106 ncı maddesi gereğince, yapılacak takip sonunda tahsili imkansız veya tahsili için yapılacak giderlerin alacaktan fazla bulunduğu anlaşılan 213 sayılı Kanun kapsamına giren amme alacakları ile diğer amme alacaklarından, amme idarelerinde terkin yetkisini haiz olanlar tarafından tahsil zamanaşımı süresi beklenilmeksizin terkin olunabilecek miktarlar Tablo IV’de gösterilmiştir.

(2) Yılları merkezî yönetim bütçe kanunlarında hüküm bulunması koşuluyla; 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Kanun kapsamında izlenen alacakların dışında kalan alacaklardan, tahsili için yapılacak takibat giderlerinin asıl alacak tutarından fazla olacağı anlaşılanlardan tutarı Tablo IV’de gösterilen miktara kadar olanlar kayıtlardan çıkarılır. Ancak, bu alacaklardan davaya veya icraya intikal etmiş olanların kayıtlardan çıkarılması için, genel bütçeli idarelerce 8/1/1943 tarihli ve 4353 sayılı Kanun hükümlerine göre, kapsamdaki diğer kamu idarelerinde ise özel mevzuatlarındaki hükümlere göre yetkili merciden takipten vazgeçme onayı alınması gerekir.

(3) 5018 sayılı Kanunun 79 uncu maddesi hükmü gereğince, genel bütçe muhasebe birimlerinin hesaplarında kayıtlı olup zaruri veya mücbir sebeplerle takip ve tahsil imkanı kalmadığı tespit edilen kamu alacaklarından tutarı Tablo IV’de gösterilen miktara kadar olanların, idarelerince 4353 sayılı Kanun hükümlerine göre yetkili merciden alınacak takipten vazgeçme onayına dayanılarak, kayıtlardan çıkarılması uygun görülmüştür. Diğer idarelerin hesaplarında kayıtlı söz konusu tutara kadar olan kamu alacaklarının kayıtlardan çıkarılmasına üst yöneticiler yetkilidir.

(4) Söz konusu alacakların kayıtlardan çıkarılmasına ilişkin muhasebeleştirme belgesi ekine, gerekenler için takipten vazgeçme onayı ile tahsil edilebilmesi için yapılan adres tespiti ve malvarlığı araştırmalarına ilişkin yazışmaların konusunu, tarih ve sayısını gösterir bir dizi pusulası bağlanır.

9. Faiz oranları

(1) Genel hükümlere göre takip edilerek tahsil olunacak kişilerden alacaklara 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümlerine göre uygulanacak kanuni faiz oranları ile temerrüt faizi oranları, yıllar itibarıyla Tablo V’de gösterilmiştir.

10. Alındılar ve alındı birim fiyatları

(1) Bakanlığımızca bastırılan ve genel bütçe kapsamı dışındaki idareler ile döner sermaye ve fonlar tarafından mevzuatları gereğince kullanılması gereken alındıların birim satış fiyatları Tablo VI’da gösterilmiştir.

11. Kaldırılan düzenlemeler

(1) 29/1/2010 tarihli ve 27477 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2010/1 sıra no.lu Parasal Sınırlar ve Oranlar Hakkında Genel Tebliğ yürürlükten kaldırılmıştır.

12. Yürürlük

(1) Bu Tebliğ, yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

(2) Tebliğ olunur.

Parasal Sınırlar

 

E-TAŞINIR MALLARIN KAYITLARDAN ÇIKARILMASI    
Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine göre harcama yetkilisinin onayı ile kayıtlardan çıkarılacak taşınırlar için uygulanacak limitler,
1. Taşınırların kamu idareleri arasında bedelsiz devri ve satışında

3.000

2. Taşınırların hurdaya ayrılmasında, imha ve terkin edilmesinde

5.400

3. Taşınırların aynı kamu idaresine bağlı harcama birimleri arasındaki devrinde

15.000

TAŞINIR MAL YÖNETMELİĞİ GENEL TEBLİĞİ

(SAYI: 3)

 (19.12.2010 gün ve 27790 sayılı R.G.)

          1- Amaç ve kapsam

(1) Bu Tebliğ, 28/12/2006 tarihli ve 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Taşınır Mal Yönetmeliğinin 31 inci maddesinin 4/5/2010 tarih ve 2010/504 sayılı Kararla değişik beşinci fıkrası hükmüne dayanılarak, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin sahip oldukları taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsisine ilişkin esas ve usullerin belirlenmesi amacıyla hazırlanmıştır.

2- Geçici olarak tahsis edilecek taşınırlar ve tahsise ilişkin genel esaslar

(1) Taşınırlar 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda kamu kaynakları arasında sayılmış, Kanunun 8 inci maddesinde de, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların kaynakların etkili, ekonomik, verimli olarak elde edilmesinden ve kullanılmasından sorumlu ve bu hususlarda yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.

(2) Kamu hizmetlerinin, idarelerin bütçelerine konulan ödeneklerle, mevzuatla belirlenmiş ilke ve amaçlara uygun olarak gerçekleştirilmesi; kamu hizmetlerinin istenilen düzeyde ve kalitede sunulabilmesi için ihtiyaçların stratejik planlara, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayanılarak planlanması ve bütçeleştirilmesi; bütçe kaynaklarının etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

(3) Bu çerçevede; kamu idareleri ancak kendi ihtiyaçları için taşınır edinebilirler ve bunları etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanmakla yükümlüdürler. Mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde diğer bir idarenin ihtiyacını temin amacıyla taşınır edinemezler.

(4) Bununla birlikte, kamunun elinde bulunan atıl kapasitenin değerlendirilerek, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde kullanılması ve bu suretle kamuda tasarruf sağlanması amacıyla, idarelere ait taşınırlardan bilgisayar, sunum ve gösteri cihazları, kesintisiz güç kaynakları, jeneratör veya bu tür makine ve cihazlarla donanımlı alanlar, seyyar kulübe, kabin, konteynır gibi dayanıklı taşınırlar ile taşıt ve iş makineleri, idarelerin;

a) Önceden düşünülmeyen, ancak yapılmasında zorunluluk bulunan seminer, eğitim, toplantı, konferans, gezi ve benzeri nedenlerle,

b) İlgili mevzuat gereğince belirli makam ve görevlilerin hizmetine verilmiş taşıtların tamir, bakım-onarım ve benzeri nedenlerle kullanılamadığı durumlarda,

c) Yangın, sel baskını, deprem gibi doğal afet halleri ile kamu hizmetinin gerektirdiği ivedi ve zorunlu hallerde,

ortaya çıkan ihtiyaçları için geçici olarak tahsis edilebilecektir.

Ayrıca, idaresince yapılan araştırma ve değerlendirme sonucunda birimlerinin dönemsel veya mevsimsel olarak kullanmayacağı tespit edilen taşıt ve iş makineleri, bunlara ihtiyaç duyan idarelere, mülki idare amiri tarafından, gerekli görülmesi halinde, koordinasyon sağlanmak suretiyle, geçici olarak tahsis edilebilir.

(5) Ancak, belirli bir hizmetin üretilmesinde kullanılan ve kullanımı sonucunda tükenen veya ilk özelliklerini kısmen veya tamamen kaybederek bir daha kullanılmayacak hale gelen tüketim madde ve malzemeleri geçici tahsise konu edilemezler.

3- Geçici tahsis yetkisi ve tahsis şartları

(1) Taşınırların diğer kamu idarelerine geçici olarak tahsis yetkisi, üst yönetici tarafından ayrıca bir düzenleme yapılmadığı sürece taşınırın yönetiminden ve hesabını vermekten sorumlu harcama yetkilisine aittir.

(2) Taşınırların idareler arasında tahsisinde aşağıdaki şartlar aranacaktır:

a) Tahsis, idarenin geçici olarak ortaya çıkan ihtiyaçları için ve sadece ihtiyaç süresiyle sınırlı olarak yapılacaktır.

Bununla birlikte,

1) Dozer, vinç, greyder, kepçe, asfaltlama ve betonlama makineleri, kaya kamyonları, yükleyiciler, trans palet, beko-loder, traktör, çöp kamyonu, arozöz ve itfaiye aracı gibi iş makineleri, sondaj makineleri ve bunların ekipmanları altı ay süre ile,

2) Yukarıda sayılanlar dışında kalan diğer dayanıklı taşınırlar ise ihtiyaç süresi aşılmamak koşuluyla üç ay süre ile,

3) 237 sayılı Taşıt Kanununa bağlı I ve II sayılı Cetvelde sayılan makamlara ait mevcut taşıtların herhangi bir nedenle geçici olarak kullanılamaması durumlarında kullanılabilir hale gelinceye kadar; kullanımının imkânsız olduğu durumlarda ise yeni taşıt temin edilinceye kadar,

geçici tahsis yapılabilir.

Bu süreler, zorunlu hallerde aynı sürelerle sınırlı ve bir kereye mahsus olmak üzere uzatılabilir.

b) Genel ve özel bütçeli idarelerin merkez birimlerince yapılan tahsisler hariç olmak üzere geçici tahsis; mahalli idarelerde hizmet vermekle yetkili oldukları coğrafi alanla, diğer kamu idarelerinde ise bulundukları ilin idâri (ilçeler dahil) alanı ile sınırlı olarak yapılabilecektir.

c) Tahsis edilen taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanım için gerekli toner, kartuş, kağıt, akaryakıt, yağ vb. diğer zorunlu giderleri, tahsis yapılan idarece karşılanacaktır.

ç) Taşınır, ihtiyacın ortadan kalktığı günü takip eden günden itibaren en geç yedi iş günü içinde, tahsisi yapan idareye iade edilecektir.

d) Tahsis edilen taşınırlar için tutanak düzenlenmesi zorunludur. Ancak, taşıt ve iş makineleri için idareler arasında protokol düzenlenecektir. Düzenlenen tutanak veya protokolde;

1) Tahsis edilen taşınırın cinsi, adedi ve tahsis amacı ile tahsis süresine,

2) Taşınırın tahsis süresindeki zorunlu bakım, onarım ve işletme masrafları ile kullanılacak tüketim madde ve malzemelerin, tahsis edilen idarece karşılanacağına,

3) Taşınırın tesliminden itibaren kullanımı süresince idareye veya diğer kamu idarelerine ya da özel kişilere verilecek zararların tazminine ilişkin sorumluluğun, tahsis edilen idareye ait olduğuna,

4) İdarelerce gerekli görülecek diğer hususlara,yer verilir.

4- Tahsis edilen taşınırların takibi ve idarelerin sorumluluğu

(1) Tahsis edilen taşınırlar, tahsisi yapan idare kayıtlarında, Dayanıklı Taşınırlar Defterinin “Nereye Verildiği” sütununda veya bu amaçla ayrıca tutulacak kayıtlarda tahsis edilen idare, tahsis süresi ve teslim edilen yetkili bilgilerine yer verilmek suretiyle takip edilir. Tahsis edilen taşınırlar için kullanıcı idare tarafından yapılan değer artırıcı harcamalardan 10 Ocak 2008 tarihli ve 26752 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1 sayılı Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği Genel Tebliğinde belirlenen tutarı aşanlar, varlığın kayıtlı değerine eklenmek üzere harcamaya ilişkin faturanın bir örneği gönderilmek suretiyle tahsisi yapan idareye bildirilir.

(2) Tahsis edilen taşınırlar için, tahsisi yapan harcama biriminin görevlendireceği birim yetkilisi tarafından, tahsisi isteyen idare talebine uygun olarak Taşınır İstek Belgesi (Taşınır Mal Yönetmeliği eki Örnek: 7) düzenlenir. Tahsis edilen taşınırlar bu belgeye dayanılarak ilgisine göre 6 veya 6/A örnek numaralı Zimmet Fişi ile öncelikle Taşınır İstek Belgesinde gösterilen birim yetkilisine zimmetlenir, birim yetkilisince düzenlenecek tutanakla da tahsis edilen idarenin yetkilisine imzası alınmak suretiyle teslim edilir.

(3) Taşınırın teslim anındaki durumu, düzenlenecek tutanakta veya protokolde ayrıntılı olarak gösterilir.

5- Tebliğin yayımından önce tahsis edilmiş olan taşınırlar

(1) Taşınır Mal Yönetmeliğine 2010/504 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla eklenen Geçici 4 üncü madde gereğince, bu Tebliğin yayımından önce diğer kamu idarelerinin kullanımına verilen taşınırlar hakkında da bu Tebliğle belirlenen esas ve usuller uygulanır.

6- İlgili mevzuata göre geçici olarak görevlendirilecek taşıt ve iş makineleri

(1) Afet ve acil durum, seferberlik ve savaş hali ile seçim dönemlerinde; yetkili makamlarca belli görevler için yazılı olarak talep edilen taşınırların tahsisinde bu Tebliğ hükümleri ile bağlı olmaksızın ilgili mevzuatındaki hükümlere göre hareket edilir.

7- Yürürlük

(1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

(2) Tebliğ olunur.

 

 

 

 

MALİ SORUMLULUK KAVRAMI

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                          MALİ SORUMLULUK KAVRAMI

Son yıllarda kamu yönetiminde sıkça vurgulanan etkinlik, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kavramlarla mali sorumluluğun da önemi giderek artmıştır. Mali sorumluluk; kişinin hazineye veya bir başka kişiye verdiği zararın kendisine ödettirilmesi sonucunu doğuran sorumluluk türü olarak tanımlanmasına rağmen bu sorumluluğu sadece bir tazmin sorumluluğu olarak görmek yanlıştır. Çünkü mali sorumluluk mali görevin gereği gibi yerine getirilmesidir. Ancak mali sorumluluğun ve mali görevin ne olduğu, sorumluların kim olduğu ve sorumluluk kapsamları net olarak bilinmemektedir.İdare hukukunun temel konularından birisi, kamunun örgütlenmesi bağlamında görev yetki  ve sorumlulukların saptanması  ve kurallarının konulmasıdır. Bu alanda kabul edilen, başta Anayasa olmak üzere, (kurumların teşkilat  ve vazifelerine ilişkin) kuruluş kanunları, personel  ve kadro kanunları, bütçeleri ile gelir  ve giderlerine ilişkin mali kanunlar, iş  ve hizmetlerde uyulması gereken kuralları gösteren usul kanunları, hep kuruluşlara  ve bunların memurlarına yapmaları gereken işleri, bu işleri yürütürken sahip oldukları yetkileri, kullandıkları yetkilerin sonuçlarına göre maruz kalacakları yaptırımları göstermek  ve düzenlemek üzere bir araya getirilmiştir.Belirli görevleri yapmak üzere kurulan birimlerin birbirleri ile karşılıklı ilişkileri, yardımlaşmaları veya görev/yetki dengelenmeleri  ve bunların hizmet sunmak durumunda oldukları vatandaşlar karşısındaki yükümlülükleri de idare hukuku kapsamında düzenlenmektedir. Kamu hukuku alanında bulunan mevzuat hükümlerinin anlaşılmasında ve yorumlanmasında bu özellik asla unutulmamalı ve gözden uzak tutulmamalıdır.

                    SORUMLULUK NEDİR ?

Sorumluluk,kısaca  memurun yaptığı işin hesabını vermesi gereğidir. Memurun yaptığı iş, görevi gereği yapması gereken iştir. Yetkisini görevin gereğine uygun olarak kullanıp kullanmadığı, işi verilen amacına uygun olarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin sorgulanmasıdır. Sorumluluk, bu anlamda, yaptırıma bağlanmış yetkidir. Memur, görevi ifa ederken bir takım yetkiler kullanmak durumundadır. Yetkilerini kullanırken yasalara, yönetmeliklere, iyi yönetim ilkelerine ve etik kurallarına uyacaktır. Yetkili olmadığı işleri yapmaktan veya yetkilerini yerinde ve doğru olarak kullanmamaktan dolayı bir takım yaptırımlarla karşı karşıya kalacağını da bilebilmelidir. Sorumlulukların isimlendirilmesi ve sınıflandırılması da bu yaptırımlarla ilgilidir. Yaptırım idari/disipliner bir yaptırım ise idari sorumluluktan; adli/cezai bir yaptırım gerektiriyorsa adli sorumluluktan; mali yükümlülükler getiriyorsa mali sorumluluktan söz edilir. Bir başka deyişle, görevli memurları sorumlu tutarken, sadece “ sorumludur” denilip geçilmez; hangi sonuca muhatap kılındığı da söylenmek durumundadır. Hukuk metinlerinin de bunları açıkça yazması gerekir. Sorumluluk, yasal bir kavramdır ve ancak yasa ile konulabilir. Tüzük, yönetmelik vs. türünden idari düzenleyici metinlerle veya yargı içtihatları ile sorumluluklar ihdas ve icat edilmesi olanağı yoktur. Yasaların açıkça yaptırımını belirtmediği sorumlulukları, (belki) etik kurallarının bir gereği  ve sonucu olarak anlamak daha doğru olacaktır. Açıklık, saydamlık, belirlilik, hesap verebilirlik türünden, görevin ifasından çok, bu ifanın niteliğine bağlı gerekliliklerin (yaptırımı da belirtilmemiş ise) etik bağlamda kabul edilmesi yerinde olur.

                    MALİ SORUMLULUK NEDİR ?

Mali sorumluluk bir görev sorumluluğudur ve üstlenilen görevin niteliğine bağlı olarak sonuçlar doğurur. Mali sorumluluğu, yapılan işten ve kullanılan yetkiden bağımsız olarak bir tazmin sorumluluğuna indirgemek ve anlamak yanlış olur. Mali sorumluluk bir görev sorumluluğu ise, öncelikle mali görevin ne olduğunun da bilinmesi ve tanımlanması gerekmektedir. Görev, bütçe yönetimi, bütçe ödeneklerinin kullanılmasına ilişkin mali iş ve işlemlerin yerine getirilmesi, gelir ve alacakların takip ve tahsili, Devlet mallarının korunması ve idaresi, bunların muhasebesinin tutulması ve yetkili merciler önünde hesabının verilmesidir. Bu işler Devlet tüzel kişiliği adına, yetkili memurlar tarafından yürütülen bir vekâlet ve emanet idaresi faaliyetidir. Bir başka deyişle,  kamu malvarlığı ve bütçesi korunmak ve yönetilmek üzere bir takım görevlilere emanet edilmekte ve bunların Devlet adına yetki kullanmaları için kendilerine vekâlet verilmektedir. Görev ve yetki verilenlerin dışında hiç kimsenin kamu mal varlığına el uzatması,  kamu adına harcama yapması veya gelir toplaması imkânı bulunmamaktadır,aksine davranışlar cezalandırılır. Görevlendirilen ve münhasıran kendilerine yetki verilen memurların yaptıkları eylem, iş ve işlemlerin hesabını vermeleri gerektiği ise çok açık bir gerekliliktir. Bu olguya    “bidayeten zimmetdar olma” denilmektedir. Bu kavram hukuk metinlerine yansımamış olmakla birlikte durumu en iyi ifade etmesi bakımından günlük dilde kullanılagelmektedir. Bütçemi ve kaynaklarımı senin zimmetine verdim (sana emanet ettim), hesabını da senden sorarım, mantığına dayanmaktadır. Bu kanunla belirlenmiş (objektif) bir sorumluluktur. Kişisel (subjektif) durumlar ve niyetler sorumluluğun saptanmasında pek fazla belirleyici değildir. Kişisel ve diğer dış sebeplerin dikkate alınacağı haller de (elbette) bulunabilir ve bunlar da kanunda ayrıca belirlenmelidir. Türk Ceza Kanunun 247.maddesinde düzenlenen “zimmet” suçu, görevi nedeniyle kendisine tevdi olunan kıymetleri özel mal varlığına katan veya başkasına devreden memurların durumunu düzenlemektedir Bir başka deyişle, ceza kanunumuz “zimmet” kavramını değil; “zimmet suçu” kavramını tanımlamaktadır.Yoksa kendisine Devlet malının zimmetlendiği herkes peşinen suçlu durumuna düşecek değildir.  Diğer taraftan, bu kavramın kusursuz sorumluluk şeklinde anlaşılması ve tanımlanması da yanlış ve yanıltıcıdır. Kusursuz sorumluluk,  kamu hukukunda idarenin kamu yararına giriştiği bir takım hizmetlerin ifası sırasında, bazı kişilere kaçınılması mümkün olmayan zararlar vermesi dolayısıyla doğan bir tazmin yükümlülüğüdür. Memurun kusursuz sorumluğundan söz eden her hangi bir yasa hükmü söz konusu değildir; özel hukukta ise kendi yararına iş yaptıran kişilerin, kendi fiilleri ile olmasa bile üçüncü kişilere verdikleri zararların tazmin ve telafisi yükümlülüğünü anlatan bir kavramdır. (Borçlar Kanununda düzenlenmiş bulunan temyiz kudretini haiz olmayanların, istihdam edenin, inşaat yaptıranın, hayvan idare edenin mesuliyeti v.b gibi)

                       GÖREV- GÖREVLİ (SORUMLU)-SORUMLULUK İLİŞKİSİ

Bir mali usul kanununun birincil işlevi, mali işlerin neler olduğu; bu işlerin ne şekilde  ve hangi görevli tarafından  ve ne tür bir yetki kullanılarak yapılacağı  ve yapılmasının, yapılmamasının veya yanlış yapılmasının sonuçlarının ne olacağının düzenlenmesidir.

                    Bütçe Yönetimi

Meclisin yürütme organına verdiği gelir toplama yetkileri ile gider yapma izinlerinin kullanılması görevi ve yetkisi (bütçe yetkisi), Bakanlar ve onlara izafeten imza atan yüksek yöneticilere aittir.Mülga 1050 sayılı Kanun Bakanları ve bakan adına hareket eden yüksek dereceli memurları “Birinci derece ita amiri” olarak isimlendiriyordu. Bunlar başında bulundukları kamu idareleri emrine tahsis olunan kamu kaynaklarının belirlenen hükümet politikaları, kurumun/idarenin stratejik amaç kamu hedefleri doğrultusunda kullanmak ve elde ettikleri sonuçlar hakkında Meclise hesap vermekle yükümlüdürler. 5018 sayılı Kanun da aynı anlayışı biraz farklı bir isimlendirme ile sürdürmektedir. Bu Kanunda ita amiri sıfatı kullanılmaksızın doğrudan bakanlar ve üst yöneticilerden söz edilmiştir. Bakanlıklarda müsteşarın, diğer kamu idarelerinde en üst yöneticinin (Milli Savunma Bakanlığında Bakan; üniversitelerde rektör; bağımsız bütçeli idarelerde müsteşar, başkan veya genel müdür; illerde ve il özel idarelerinde vali; belediyelerde belediye başkanı) idarenin “üst yönetici”si olacağı açıklanmıştır.  Üst yöneticiler bağlı oldukları bakan ile birlikte parlamentoya hesap verirler ve sorumluluklarına tayin de parlamentoya aittir. Kural bu olmakla birlikte, Bakan dışında, üst yöneticilerin karar ve eylemleri ile harcama sürecine dahil olmaları halinde harcama yetkilisi gibi sorumlu tutulmaları da mümkündür.1050 sayılı Kanunda ita amirlerinin harcamadan sorumlu tutulabilmeleri için yazılı şekilde sorumluluk üstlenmiş olmaları gerekirken; 5018 sayılı Kanun, bunların harcama talimatlarına ve uygulama sürecindeki işlemlere imza atmış olmaları halinde doğrudan sorumlu tutulmalarını öngörmektedir ki, kanımızca bu anlayış daha doğru ve tutarlıdır.  Bütçe yetkisi ve yönetimi, bazen idarenin başındaki tek bir kişiye değil; yönetim kurulu, yönetim komitesi, icra komitesi, encümen gibi adlar altında oluşturulan organlara verilmektedir .Bu takdirde üst yönetici sıfatının bu organa ait olacağı ve üyelerinin kollektif sorumluluğunun esas alınacağı tabiidir.Üst yöneticilerin esas olarak parlamentoya karşı sorumlu oldukları belirtilmişti. Ancak, harcama yetkisi kullanan üst yöneticilerin Sayıştay’a karşı da hesap verme yükümlülüğü altına girecekleri de gözden uzak tutulmamalıdır. Bazı ihalelerde ihale yetkilisinin, personel giderlerinde atamaya yetkili amir konumunda bulunmaları veya üst yönetime tahsis edilen ödeneklerin kullanımında olduğu gibi, doğrudan harcama emri vermeleri halinde, harcama yetkililerinin genel sorumluluğunun, bunlar için de geçerli olacağı tabiidir.

                     Harcama yönetimi

5018 sayılı Kanunun 31.maddesine göre, başında bulundukları idari birimler (hizmet birimleri) adına bütçede ödenek tahsis edilmiş bulunan yöneticiler bu ödenekleri kullanmak suretiyle idarelerine yüklenmiş bulunan kamu hizmetlerinin kendilerine düşen kısımlarını yerine getirirler. Mülga 1050 sayılı Kanunun 22/A maddesinde yer alan tanımlamada yöneticiler, ödeneklerin yerinde  kullanılmasından giderin gerçek ihtiyaç karşılığı olmasından, programlanmış hizmet, faaliyet ve projelerin zamanında ve tam olarak yerine getirilmesinden sorumlu tutulmuşlardır. Aynı olguyu 5018 sayılı Kanun “Harcama yetkilileri, harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden sorumludur” ifadeleriyle tekrarlamaktadır.İşte,verdikleri emir ve talimatları ile yönetmek ve yönlendirmek durumunda oldukları memurları eliyle kamu hizmetini yürüten ve karşılığı bütçe giderini ödeten yöneticiler “harcama yetkilisi” olarak tanımlanmaktadır.Bu birim yöneticilerine sadece bütçe ile harcama yetkisi verilmemektedir; daha önce yönetimine verilmiş bir resmi aygıt (personel-teşkilat ve malzeme kadroları) da vardır. Harcama yetkililiği bir kadro unvanı değildir. Bütçeyle veya ödenek gönderme belgesi ile ödenek tahsis edilen birimin en üst yöneticisi, bu sıfatı da taşır ve bu yetkiyi kullanır. Amiri bulunduğu birimin icraatından sorumlu olan kişi, sarfiyatından da sorumludur. Gerek mülga 1050 sayılı Kanun ve gerekse yerine geçen 5018 sayılı Kanun bütçe hizmetlerinin yerine getirilmesinde, aynı görevliyi işaret etmektedir. 1050 sayılı Kanundaki tahakkuk memurunun, bütçe giderinin ödettirilmesi konusunda yetkili olmamasına karşılık (ödetme yetkisi ikinci derece ita amirleri tarafından verile emri imzalanması suretiyle kullanılmakta idi.); 5018 sayılı Kanunun harcama yetkilisi ödeme emri belgesini (eski adıyla verile emri) imzalamak suretiyle, bütçe giderinin ödenmesi için muhasebe yetkilisine emir ve talimat verebilme yetkisine de sahip kılınmıştır. Daha önce, harcama sorumluluğunun odağında tahakkuk memuru vardı; yeni düzenlemeyle aynı sorumluluk harcama yetkilisinin omuzlarındadır. Harcama yetkilisinin emir ve talimatı olmadan hiçbir bütçe gideri ödenemez  ve ondan başka hiç kimse harcama sürecini yönetemez, yönlendiremez. Kanun harcama yetkisini kime vermişse, harcama yetkilisi o’dur. Bu yetki, kanunda belirtilen hallerde ve sadece üst yönetim kademesinde birleştirilebilir. Görev bölüşümü veya hizmet aktarımı şartıyla diğer hizmet birimlerinin en üst yönetim kademesine devredilebilmesi veya birleştirilmesi de mümkündür.  Bu konuya ilişkin düzenlemelerin ise Maliye Bakanlığınca yapılması öngörülmüştür.Harcama yetkilisinin 5018 sayılı Kanun  ve Bütçe Kanunları çerçevesinde belirlenmiş olması karşısında, aynı hizmet birimi içerisinde daha alt kademelere yetki devri imkanı bulunmamaktadır. Birim amirinin yardımcılarına veya örgüt kademesindeki en yakın yöneticiye yapacağı devirler, imza yetkisi verme kapsamında, birim amirinin yaptığı görevlendirmelerdir  ve kendi mali sorumluluğunu kaldırmaz. Bu takdirde, yetki devredilen yardımcı, asıl harcama yetkilisi ile birlikte sorumlu olur.

                  Gelirlerin toplanması

Mülga 1050 sayılı Kanun; gelirlerin tarh, tebliğ  ve tahakkuk işlemlerini gelir tahakkuk memurlarına; tahsilini saymanlara görev olarak vermekte idi. 5018 sayılı Kanunda bir gelir yetkilisinden söz edilmemekte  Kanunun 60/e maddesine göre,ilgili mevzuatı çerçevesinde idare gelirlerini tahakkuk ettirmek, gelir ve alacakların takip ve tahsil işlemlerini yürütmek görevi mali hizmetler birimine verilmektedir.Gelir ve alacakların tahsili, muhasebe hizmeti kapsamında da sayılmakla birlikte, Muhasebe yetkilisinin bu konudaki sorumluluğu konusunda başkaca bir belirleme, bu Kanunda yer almamaktadır. Mali hizmetler biriminin en üst yöneticisini, gelir tahakkuk yetkilisi olarak kabul etmek yanlış olmaz, diye düşünülebilir .

                   Mali iş ve işlemlerin yürütülmesi ve belgelendirilmesi

Birimin ikinci kademe yöneticileri ile idari personeli aldıkları harcama talimatı çerçevesinde ve harcama yetkilisinin emir ve yönlendirmeleri doğrultusunda hizmetleri yürütürler ve yaptıkları her bir işe ait işlemleri gerçekleştirirler. Burada önemle dikkate alınması gereken husus, bu memurların yetki kullanan değil; kanunla veya yönetici onayı ile görevlendirilen kimseler olduklarıdır. Teşkilat ve kadro kuralları ile belirlenen çerçevede kendi üstlerine  düşen görevleri yerine getirecekler ve yaptıkları iş ve işlemlere ilişkin belgeleri alacak veya düzenleyeceklerdir. 5018/sayılı Kanunun 33.maddesi uyarınca,her bir memur, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak sorumlu tutulacaklardır.Mülga,1050 sayılı Kanununu yürürlükte olduğu geçmiş uygulamada,22/D maddesine göre; ödemelere esas olmak üzere keşif, hakediş, tutanak, rapor, karar, bordro, harcama pusulası, sözleşme taslağı, şartname ve benzeri tahakkuk belgelerini düzenleyen veya fatura nizamı çerçevesinde düzenlenen teslim belgelerini kabul edenler de sorumluluk kapsamında değerlendirilmekte idiler. 5018 uygulamasında, mali hizmet ve işleri yerine getiren ve yaptıkları iş ve işlemlere ilişkin belgeleri düzenleyen görevliler, farklı bir isim altında fakat aynı mantıkla tanımlanmaktadırlar. Eski uygulamada, bizzat tahakkuk amiri tarafından düzenlenmesi öngörülen, fakat daima başka bir görevli tarafından hazırlanan tahakkuk müzekkeresi (ve aynı kağıt üzerinde yer alan verile emri), uygulamadaki geleneğe uygun olarak, bu yeni Kanunda “Ödeme Emri” adıyla, harcama yetkilisi tarafından görevlendirilen bir gerçekleştirme görevlisi tarafından hazırlanacaktır. Gerçekleştirme görevlileri, adı üstünde, yetki kullanan kimseler olmayıp, üzerlerine düşen görevleri mevzuat, emir ve talimatlar çerçevesinde ve amirlerinin yönetiminde yürütmek durumunda olan memurlardır. Bunların sorumlulukları da yaptıkları veya yapmak durumunda oldukları iş ve işlemlerle sınırlıdır. Bunun dışında, kimsenin yaptığı işlerin sorumluluğunu üstlenemezler. Bunların hesap verme sorumluluğu da doğrudan ve tek başlarına değildir. Bunlar harcama yetkilisi için saptanan sorumluluğa, hatası ile ilişkili olarak, katılırlar. Bir başka deyişle, doğrudan ve tek başlarına Sayıştay’a muhatap kabul edilemezler.

Bir gerçekleştirme görevlisinin Harcama yetkilisine ve Sayıştay’a karşı sorumlu tutulabilmesi için, hatasının mutlaka yaptığı işleme veya düzenlediği belgeye ilişkin olması ve bu işlem veya belgenin ödemenin dayanağı olabilecek nitelikte bulunması gereklidir. Bir başka deyişle o görevlinin düzenleyip imzaladığı belge olmadan ödeme yapılamayacak olmalıdır,işlem tamamlanmış  sayılmamalıdır. Bu görevlilerin (eskinin tahakkuk memurları yerine koyarak) muhatap kabul edilmesini iddia eden bir yanlış anlama oldukça yaygındır.Daha önceleri tahakkuk evrakını tamamlayan  memurları tahakkuk memuru sanmak ne kadar yanlış idiyse; bu günün gerçekleştirme görevlilerini eskinin tahakkuk memurunun yerine koymak da o kadar yanlıştır.

                Ön mali kontrol

5018 sayılı Kanunun33/1 maddesi ile İç Kontrol ve Ön Mali Kontrole İlişkin Usul ve Esaslar’ın 12.maddesine göre, gerçekleştirme görevlilerince düzenlenen tahakkuk belgeleri, bu görevlilerden birisi veya özel olarak harcama yetkilisi tarafından bu iş için görevlendirilen bir memur tarafından derlenip/toparlanarak bir ödeme emri belgesine bağlanır ve“Düzenleyen” görevli tarafından (gerçekleştirme görevlisi sıfatıyla) imzalanarak mali hizmetler birimine verilir. Harcama biriminde tamamlanan  ve ödeme emrine bağlanarak ön mali kontrole tabi tutulmak üzere mali hizmetler birimine gönderilen belgeler mali hizmetler birim yöneticisi (veya görevlendirdiği bir uzman) tarafından incelenip görüldükten sonra “Kontrol edilmiş  ve uygun görülmüştür” şerhi ile imzalanarak  harcama birimine iade edilir  ve buradan ödenmek üzere muhasebe yetkilisine verilir.Kontrol süreci ile mali işlem süreci biri diğerinden tamamen bağımsız iki ayrı fonksiyondur. Belge düzenleyenlerin veya hiyerarşi zinciri içinde yer alan yöneticilerin işlem süreci içinde yaptıkları kontroller ile iç kontrol sistemi çerçevesinde yapılan kontrollerin bir birini tamamlaması veya birinin diğerinin yerine geçmesi söz konusu olmaz. 5018 Kanunun 60maddesinin dördüncü fıkrası, bunu “Mali hizmetler biriminde ön mali kontrol görevini yürütenler, mali işlem sürecinde görev alamazlar” ifadesi ile hükme bağlıyor. Harcama yetkisi ve buna bağlı mali işlemler diğer icracı birimlerde yürütüleceğinden, mali hizmetler birimi personelinin buralarda hizmet görme olanağı bulunmamaktadır.

               Giderin ödenmesi

Mali işlem sürecinin son aşaması, giderin hak sahibine ödenmesidir. Harcama talimatı ile hizmet tanımlanmış, kaynak/ödenek temin edilmiş, görevliler belirlenmiştir. Gerçekleştirme görevlilerinin her biri (tek başlarına veya kurul halinde) üzerlerine düşen görevleri, birim amirinin yönetim ve denetiminde yerine getirmişler, her türlü hizmeti gerçekleştirmişler ve bu işlere ilişkin belgeleri almış, düzenlemiş ve kontrol ederek, birleştirilmek üzere “ödeme emri belgesi”ni düzenleyecek olan arkadaşlarına vermişlerdir. Bu son görevli, düzenlediği ödeme emri belgesini, kendi parafını da koyarak, mali kontrol görevlisinin “Kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” parafından geçirdikten sonra harcama yetkilisine sunacaktır. Harcama yetkilisinin imzasını ödeyiniz emrini içeren belge muhasebe yetkiline gönderilecektir.

Muhasebe yetkilisi, ödeme emri belgesini;

-Yetkililerin imzalarının tamam olup/olmadığı,

-Mevzuatında öngörülen belgelerinin bulunup/bulunmadığı,

-Maddi hatadan arınmış olup/olmadığı,

-Hak sahibinin kimliği,

Bakımlarından kontrol edecek  ve uygun bulduğu takdirde ödemeyi yapacaktır.Noksan bulduğu hususlar varsa, bunları düzeltilmek veya tamamlanmak üzere, en geç bir iş günü içinde gerekçeleriyle birlikte harcama yetkilisine bir yazı ile iade edecektir. Düzeltilen veya tamamlanan belgelere ilişkin gider ödenecektir.5018 sayılı Kanunun 61.maddesinde, muhasebe yetkilisinin    sorumluluğunun  “Kontrol yükümlülüğünden dolayı sorumluluk” biçiminde nitelendirilmesi ve bunu da görevleri gereği incelemeleri gereken belgelerle sınırlandırması son derece önemli  ve üzerinde durulması gereken bilinçli bir tercihtir.

Bu bölümde üzerinde durulması gereken diğer bir nokta, maddi hata kavramıdır. Mülga 1050 sayılı Kanun, saymanın inceleme yükümlülüğü konusunda (diğer bentler yanında) iki ayrı bent içeriyordu.Birincisi mevzuata uyarlık,ikincisi maddi hata. Bu ayrımın yapıldığı yerde maddi hatanın sadece hesap  ve kayıt hatalarını (aritmetik hata) kapsadığı anlaşılmakta idi. Ancak, 5018 sayılı kanunda mevzuata uyarlılığın muhasebe yetkilisinin sorumluluk kapsamından çıkarılmış olması zihinlerde karışıklığa neden olmaktadır.Zira, maddi hatanın iki kaynağı vardır: Birincisi mevzuatta belirlenen miktar, oran, sınır ve kurallara uyulmamasıdır.Örneklersek; Altıncı derecedeki memura birinci derecedeki memur harcırahının verilmesi (H cetveli), yıllara sari inşaat işlerinde hak edişten %5 kesinti yapılması gerekirken, %3 kesilmesi, türünden hatalar bu türe örnek verilebilir.  İkinci maddi hata türü aritmetik yanlışlıklardır. Dört işlem hataları, takdim-tehir hataları, rakam kaymaları, icmal/aktarma yanlışları, unutma ve atlamalar (hata ve nisyan), ters veya topal kayıtlar vs. bu türdendir. Bu yeni düzenleme kapsamında, kolayca görülen  ve anlaşılan, hiçbir yorum gerektirmeyen mevzuata aykırılıklar maddi hata sayılacak  ve muhasebe yetkilisi sorumlu tutulacak mıdır; yoksa, maddi hata aritmetik hatalardır, mevzuata uygun bulunmayan işlerin tümünde muhasebe yetkilisinin sorumluluğu olamaz mı denilecektir ?Kanımızca, kontrol sorumluluğu (daha doğrusu Kanundaki ifade ile kontrol yükümlülüğü) hem en geniş anlamıyla, mevzuata uyumsuzluğu  ve hem de maddi (aritmetik) hataları içermelidir.

                Mali işlemlerin kayda alınması (muhasebe)

Her türlü hatadan arınmış olarak tamamlanan tahakkuk belgelerinin öngördüğü ödemenin hak sahibine ödenmesi ile mali işlem süreci sona ermiş olmaktadır. Bundan sonrası gerekli defterlerin tutulması ve düzenlenerek yetkili makamlar/merciler nezdinde hesabının verilmesidir. Bu aşamada diğer tüm memurlar devreden çıkmakta, karışımızda yalnızca muhasebe yetkilisi kalmaktadır, hesap verme zamanına kadar. 5018 sayılı Kanunun  49, 50, 61, 62.maddelerindeki düzenlemeler uyarınca,.   muhasebe yetkilisi, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri ile muhasebe standartlarına uygun (merkezi idarede bu standart ve ilkeler muhasebe yönetmelikleri ile saptanmaktadır) bir muhasebe düzenini kurmak  ve işletmekle görevlidir. Mülga 1050 sayılı Kanunun 13.maddesinde yer alan  “… muhasipler (Saymanlar) tanzim ettikleri evrakın sıhhatinden ve kanunlara unluğundan mesuldürler. ” hükmü ile asıl işaret edilen konu, bu alandır. Esasen, saymanların tahakkuk müzekkeresinin verile emri kısmı dışında giderin veya gelirin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ilişkin bir görevleri de bulunmamaktadır. Bu nedenle saymanlara tüm sarf evrakının sorumluluğunun yüklenmesi de doğru bir uygulama sayılmazdı.

                 Kamu malvarlığının korunması ve yönetimi

5018 sayılı Kanunun 44.ve 48.maddelerindeki düzenlemelere göre; Nakit ve benzeri kıymetler belirli veznelerde; taşınır mallar belirli bir ambarlarda, belirli memurların sorumluluğunda korunur ve idare edilir.Genel bütçe kapsamındaki  kamu taşınmazları Maliye Bakanlığınca idare edilir. Diğer kamu idarelerine ait taşınır ve taşınmazların eden çıkarılması özel kanunlarında belirtilen yetkili organların kararıyla mümkündür.Kendilerine kullanılmak üzere taşınır  kıymet emanet edilen görevliler, bunların korunmasından ve taşınıra verdikleri zarardan sorumludurlar.

                 HESAP VERME

Hesap verme, görevli  ve yetkili memurların, kamuoyu  ve yasalarla belirlenmiş merciler önünde, yaptıkları iş  ve işlemlerin nitelik  ve içeriğini açıklamalarıdır. Yetki kullanan herkes, yürüttüğü iş, işlem  ve zararın hesabını vermek; attığı imzanın sorumluluğunu üstlenmek durumundadır. Bu bağlamda, hesap sorulan kişinin yetki durumu öncelikle ve özellikle önemlidir. Yetkisiz kimselerden açıklama (istizah) alınması ve onların sorumlu tutulması olanağı yoktur.

                 Muhasebe yetkililerinin hesap vermesi

5018 sayılı Kanunun 49,50,61 ve 76.maddeleri ile 832 sayılı Kanunun 38-44,51.maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; öncelikle göz önünde bulundurulması gereken husus şudur: Muhasebe yetkilisinin hesap vermesinden kastedilen; tutulan defter ve kayıtlar ile bunların dayanağı olan belgelerin muhafaza ve Sayıştay denetimine ibraz edilmesi ile denetim sırasında sorulacak sorgulara cevap verilmesi, gerekli açıklamaların yapılmasıdır. Bu sorgu muhasebe düzeninin kuruluş, işleyiş ve  sunumuna ilişkindir, işlemlerin içeriği, henüz bu hesap verme kapsamında ele alınmamaktadır Bir veya birkaç harcama biriminin muhasebesi bir muhasebe yetkilisi tarafından tutulabilir. Bütçe ile verilen veya ödenek gönderme belgeleri ile tahsisi edilen ödeneklerin hesabı birimler itibariyle  ve bütçe kanunu paralelinde muhasebeleştirilerek, sonuçları Sayıştay’a sunulur. 1050 sayılı Kanun, bu hesabın sayman tarafından Sayıştay’a verilmesini öngörmekte idi.5018 sayılı Kanun muhasebe yetkililerinin Sayıştay’a hesap vermesi konusunu açıkça düzenlememektedir; 8 inci maddesinde (tüm) görevli  ve yetkili olanların yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunluluğundan; 61.maddesinde “…tüm mali işlemlerin kayda alınması  ve raporlanmasından; 76. maddesinde, kamu idareleri  ve görevlilerinin denetimle görevlendirilmiş olanlara her türlü bilgi  ve belgeyi ibraz etmek,gereken yardım  ve kolaylığı göstermekle yükümlü olduğundan söz edilmekte, başkaca ayrıntı verilmemektedir. Bu kadarının muhasebe yetkilisinin Sayıştay’a karşı hesap verme sorumluluğunu belirlemede yeterli olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir.Zaten, bu gün için muhasebe yetkililerinin yargılama sonucu sorumlu tutulmalarına da 5018 sayılı Kanun değil; Anayasa  ve 832 sayılı Kanun hükümleri dayanak alınarak karar verilmektedir

                   Harcama yetkililerinin hesap vermesi

Mali işlem ve eylemlerin içeriğindeki mevzuata uyumsuzluk ve hataların cevaplandırılması görevi öncelikle bu işlemleri yürüten harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlilerinin sorumluluğudur.1050 sayılı Kanun tahakkuk memurlarının tanzim ettikleri evrakın sıhhatinden  ve mevzuata uyumundan sorumlu tutulmakta idiler İşlem sürecinde görev alan  ve bu görevlerine bağlı olarak keşif, hak ediş, tutanak, rapor, karar,  ve benzeri belgeleri düzenleyen, onaylayan (veya kabul eden) uzman bir görevli veya komisyon, kurul gibi bir organın üyeleri de bu sorumluluğa katılmaktaydılar İnceleme  ve görüş bildirme görevleri dolayısıyla Saymanlar da sorumlu kabul edilmişlerdir 1050 sayılı kanun ita amirlerinin (üst yöneticilerin) gözetim görevini sorumluluk konusu saymamıştır. Ancak, özel olarak yapılmasını emrettikleri işler ile ilgili sorumluluk üstlenebilmekte idiler. 5018 sayılı Kanunun 32.maddesi, harcama yetkililerini verdikleri harcama talimatının mevzuata uygunluğundan   ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden sorumlu tutmaktadır  Bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve  işlemlerin tüm mali süreci kapsadığını gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Harcama yetkilisinin ödetme/ita yetkisini de haiz olduğu dikkate alındığında, neden hesap verme sorumluluğunun odağında bulunduğunu anlamak daha da kolaylaşacaktır.

                    Diğer görevlilerin hesap vermesi

5018 sayılı Kanunun 33.maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, mali sürecin diğer aşamalarında görev alan personelin münferiden hesap verme öznesi kabul edilmeleri mümkün değildir. Bunlar, mevzuat çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak sorumlu tutulabilirler Bu sınırlı sorumluluk, doğrudan ve tek başına değil, yöneticilerinin ve ortak işlem yürüttükleri mesai arkadaşlarının sorumluluğuna katılma şeklinde olacaktır.

                  Üst yöneticilerin hesap vermesi

5018 sayılı Kanun üst yöneticileri tümüyle mali işlem sürecinin dışında tutmakta; bunlar için sorumluluk üstlenme uygulamasını bile öngörmemektedir. Ancak, İdarelerin teşkilat kanunları, personel kanunları, İhale Kanunu ve bazı kanunların özel düzenlemeleri dolayısıyla üst yöneticilerin harcama yetkisi kullanmaları mümkün olabilmektedir. Böylesi durumlarda harcama yetkilisi gibi sorumlu olacakları tabiidir.Bu tür istisnai durumlar dışında, üst yöneticiler gelir, gider ve mal işlemleri dolayısıyla sorumlu olmayacaklardır.Harcama yetkilileri ve muhasebe yetkilileri kendi birimleri itibariyle ve bütçe tasnifi doğrultusunda yönetim dönemi hesaplarını çıkarır ve İdare’nin Strateji Geliştirme Başkanlıklarına iletirler. Bu Başkanlık topladığı verileri konsolide ederek kamu idaresinin kesin hesabını çıkarır, idarenin faaliyet raporunu ve mali istatistiklerini de ekleyerek kamu idaresi hesabını oluşturur ve üst yöneticiye sunar. Kamu idaresi hesabının verilmesi ise tümüyle üst yöneticinin omuzlarındadır. Üst yöneticilerin yerel meclislerine  hesap vermeyi gerektiren bu görev, 5018 sayılı Kanunda çok geniş ve ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.

                SORUMLULUK- YAPTIRIM İLİŞKİSİ

Bir mali işlemin sorumluluk gerektirip gerektirmediği; sorumluluk gerektiriyorsa, bu sorumluluğun kime ait olduğu; sorumlu tutulan kişiye ne yaptırım uygulanacağı denetim faaliyetinin konusunu oluşturur. Sorumluluk/yaptırım ilişkisini iyi anlayabilmek için sorumluluk türlerini anlamlı/işlevsel bir analize tabi tutmak gereklidir:

               Performans sorumluluğu; kamu idaresinin imkân ve kaynaklarının iyi yönetim ilkeleri çerçevesinde etkin, verimli ve ekonomik olarak kullanılması ve elde edilen sonuçların kamuya ve yetkili mercilere açıklanması sorumluluğudur. İcraat (performans) bir idari- siyasi faaliyettir ve yaptırımı da idari ve siyasi karakterlidir. Denetim faaliyeti bu alanda idarenin sunduğu rapor, tablo, istatistik vs. veriler ile kendi bulguları ışığında bir doğrulama/teyit işlevi görür; herhangi bir yaptırım öngörmez.

                Gözetim sorumluluğu: Devlet memurları, amiri oldukları kuruluş ve hizmet birimlerinde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurlarını yetiştirmekten, hal ve hareketlerini takip ve kontrol etmekten görevli ve sorumludurlar. Anlaşılacağı üzere, yönetici konumunda olan herkes, yukarı kademelere doğru hesap verme; aşağı kademelere doğru yönetme ve gözetme yükümlülüğü altındadır. Konunun Personel Kanununda düzenlenen yönüyle mali bir sorumluluk olmadığı ortadadır. Ancak, bunun yapılan veya yaptırılan iş ve işlemler bakımından hiçbir mali yaptırımının olmayacağı da söylenemez.

                 Uygulama sorumluluğu/Uygunluk sorumluluğu: Her bir görevli, kanunlar çerçevesinde yapması gereken iş ve işlemlerden sorumludur. İdarelerin gelir, gider ve mallarına ilişkin iş ve işlemlerini yürütenler, bu eylem ve işlemlerinin kanunlara, tüzüklere ve yönetmeliklere uygun olarak yerine getirilmesinden sorumludurlar. Mevzuata aykırı uygulamaların yaptırımları da, genellikle, bu metinlerde gösterilmiştir. Düzeltil(e)meyen uygunsuzlukların (hatalı işlemlerin) Sayıştay denetim ve yargısı açısından iki tür yaptırımı söz konusudur: Birincisi varsa kamu zararının tazmini; ikincisi ise uygunsuzluk giderilinceye kadar memurun sorumluluğunun kaldırılmamasıdır. Bu ikinci kararı mevzuatımız, zaman zaman “zimmet hükmü” kavramıyla karşılıyor.

                  Zimmet sorumluluğu: Kendilerine bütçe kullanma izni verilenler (gelir toplayan ve harcama yapanlar) ile nakdi veya ayni kamu malı emanet edilenler, bu hizmetleri yasalar ve kurallar çerçevesinde yürütmenin ve kaynakları gereğince yönetip korumanın sorumluluğunu da üstlenmiş olurlar. Bu, verilen görevin doğal bir sonucudur. Mülga 1050 sayılı Kanunun temel esprisi, bu kabule dayanmakta idi. zimmetdar olan bu görevliler, Sayıştay ve ilgili makamlar nezdinde hesaplarını verdikten sonra zimmetlerinden beraat etmekteydiler. Bu bağlamda, zimmet hükmü, sorumlunun, sorumluluğunun devamına karar verilmesi anlamını taşır.  Zimmetdarlık anlayışı, 5018 sayılı Kanunda belirgin değildir; ancak, Anayasa ve Sayıştay Kanunu çerçevesinde uygulama sürmektedir.  Zimmet sorumluluğu konusunda önemle göz önünde bulundurulması gereken husus, bunun bir tazmin sorumluluğu olmayıp; hatanın giderilmesi ve varsa bir kamu alacağının takip ve tahsil edilerek yerine konması sorumluluğu olmasıdır. Bu yapılmaz, hata sürdürülür veya kamu alacağının tahsil imkânı ortadan kalkarsa, kusuru ile kamu zararına sebep olan görevliden bu zararın tazminine hükmedilebilir. Böylesi bir durumda zimmet sorumluluğu, tazmin sorumluluğuna dönüşebilir.

                    İnceleme/ kontrol sorumluluğu: Yapılan işlerin ve bunlara ilişkin olarak düzenlenen kağıtların bir başka göz tarafından (iç kontrol mekanizmaları veya dış kontrol yetkilileri veya mercilerince) incelenip denetlenmesi yanlışlıkların ve yolsuzlukların önlenmesi ve düzeltilmesi bakımından son derece önemli konudur. Ancak, uygulayıcıların her türlü hatası tam olarak fark edilemez ve saptanamaz. Her iş olup bittikten sonra yapılacak denetimlerin başarı şansı oldukça sınırlıdır. Bu hallerde hatalar, ancak geriye kalan izler ve ipuçları ile kavranabilir.Hataların sonradan tespit yüzdesindeki düşüklüğüne “denetimin riski” denilmektedir. Bu risk, denetleyenin sorumluluk altına konulmamasını gerektirir. 5018 sayılı Kanunun 58. maddesinin ilk şeklinde mali kontrol yetkilisi ve sorumluluğu düzenlenmekte idi. 5436 sayılı Kanunla yapılan bir değişiklikle bu unvan ve sorumluluk kaldırılmıştır.Harcama birimlerinde, süreç kontrolü yapmak durumunda olan görevlilerin yapacağı işlemden önceki işlemleri de kontrol etmeleri, kanunen yapmak durumunda olmadıkları işlerin ve amiri olmadıkları mesai arkadaşlarının sorumluluğuna iştirak etmeleri anlamına gelmemektedir. Bu konuda, ödeme emri belgesini düzenleyen görevlinin, özellikle harcama yetkilisinin yardımcısı veya hiyerarşik kademede bir alt yönetici konumunda olması durumunda, sorumluluğa katılması gerektiği düşünülebilir. Zira ödeme emri belgesi, önceki işlemleri de içerecek başlı başına bir işlem belgesidir ve ödeme yapılabilmesinin vazgeçilmez şartıdır. Bir başka deyişle, yaptığı işin asıl niteliği kontrol değil, uygulamadır.

                      SORUMLU-YAPTIRIM İLİŞKİSİ

Yukarıdaki bölümlerde mali sürecin hangi aşamalarında kimlerin görev aldığı, dolayısıyla kimlerin sorumlu tutulacağı açıklanmıştı. Bu açıklamalarda mali işlem süreci esas alınmış ve bütçenin kabulü ile ödeneklerin belli olmasını takiben ödenek dağıtımı ve kullanımı, harcama talimatı ve iş ve işlemlerin yürütülmesi, belgelerin düzenlenmesi, ödeme emri ve ödeme aşaması sırasıyla hesap verme noktasına gelinmişti. Bu bölümde, mali denetim süreci paralelinde, görevlilerin sorumluluk gerektiren iş ve işlemleri ile bunlara karşı  kalacağı yaptırımlar incelenecektir:

                      Hesap ver(e)meyen muhasebe yetkilileri

5018 sayılı Kanun Muhasebe yetkililerinin hesap vermesini sessiz geçtiği gibi, hesap vermemesini de sessiz geçmektedir. Oysa, 1050 sayılı Kanun on üçüncü faslını bu konuya ayırmıştır. Bu bölümde, Saymanların her yılın bitiminde hesaplarını Sayıştay’a vermekle yükümlü oldukları; mali yılın bitiminden önce görevden ayrılan saymanın hesabını yerine gelen devredeceği; ölen veya hesap verme imkânı kalmayan saymanın hesabının yerine gelene devrinin Maliye Bakanlığınca oluşturulacak bir heyet tarafından yapılacağı; yönetim dönemi hesaplarının mali yılın bitiminden itibaren yedi ay (832/39’a göre mahsup döneminin bitiminden itibaren bir ay) içinde Sayıştay’a gönderilmemesi halinde, Sayıştayca maaşının yarısına kadar para cezasıyla cezalandırılacağı; hesabın denetlenmesi sırasında suç teşkil eden bir fiile rastlandığı takdirde genel hükümlere göre takibat yapılmak üzere Dairesine gönderileceği vs. yazılmıştır. 832 sayılı Sayıştay Kanunun 41-44,49-54 üncü maddeleri de bu konuyu düzenlemektedir. Farklı olarak, para cezası yaptırımının 1050 sayılı Kanunda Sayıştay’ca hükmedilmesine karşılık; 832’de Sayıştay’ın istemi üzerine ilgili dairelerince uygulanacak olmasıdır. 5018 sayılı Kanunun 76.maddesi uyarınca, Sayıştay denetimine giren daire ve kurumlar görevlilerinden denetleme ve yargılama sırasında istenilen her türlü bilgi ve belgeyi vermeyen ve denetleme ve yargılamayı güçleştirenler ile Sayıştay ilamlarının infazını izlemeyenlere de aynı yaptırımlar uygulanır.

                   Belge noksanı

Bir ekonomik değer yaratıldığında, başka bir şekle dönüştürüldüğünde, değişime konu edildiğinde, el değiştirdiğinde veya yok olduğunda muhasebeleştirilir. Bütün mali işlemlerin muhasebeleştirilmesi ve her muhasebe kaydının belgeye dayanması  5018 sayılı Kanunun 50.maddesi hükmüdür.832ayılı Kanunun 59.ve 59.maddelerine göre; zaruri sebeplerle asılları veya ikinci nüshaları ibraz veya tevdi edilemeyen hallerde, hizmetin yapıldığını ve karşılığının hak sahibine verildiğini gösteren evraka, belgeye ve mevcut kayıt ve delillere göre, savcının düşüncesi alındıktan sonra sorumluların beraat veya zimmetine hükmedilir.Ancak, bu evrak ve senetler kanun, nizam ve kararlara uygun değilse saymanın bu Kanuna göre olan sorumluluğu devam eder.Aslı temin edilemeyen veya zayi olan belgelerin yerine, bunların suret veya kopyalarının hangi şartla konulabileceği Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliği’nin 5.maddesi ile de ayrıntılı olarak açıklanmıştır.Belge noksanından, muhasebe yetkilileri doğrudan doğruya sorumludurlar.Diğer görevlilerin de, duruma göre, bu sorumluluğa katılacakları tabiidir.Kolayca anlaşılacağı üzere, belge noksanı tek başına bir tazmin hükmüne yol açacak bir sebep olamaz. Bu durumda saymanın beraatına veya sorumluğunun devamına (zimmetine) hükmedilir. Tazmini gerektiren başka bir hususun olup olmadığı ayrı bir inceleme ve yargılama konusudur.

                İmza noksanı

Tahakkuk belgeleri arasında her hangi birisinin eksik olması ile taşıması gereken yetkili imzanın bulunmaması, aynı sonucu doğuran noksanlıklardır. Burada belgenin suretinin veya kopyasının temini de söz konusu değildir. İmzanın sonradan tamamlattırılamaması halinde o belgeye itibar etmek mümkün olmaz. Belgeyi yok kabul etmek gerekir. Yaptırımının da aynı olacağı tabiidir.

               Hak sahibinin kimliği

Ödeme emri belgesi üzerinde yazılı isim doğru olmak kaydıyla, ödemenin başka bir kimseye veya yetkisiz bir vekile yapılması doğrudan muhasebe yetkilisinin sorumluluğundadır. Hatanın düzeltilememesi halinde muhasebe yetkilisinin sorumluluğunun devamına (zimmetine); kamu parasının takip ve tahsil imkânının ortadan kalkması halinde ise meydana gelen zararın kendisinden tazminine karar verilmesi gerekecektir. Zarar, muhasebe yetkilisi mutemedinin (veznedarın) hatasından da kaynaklansa, Sayıştay’a karşı hesap verme sorumluluğu ve bunun gereği olan yaptırım, muhasebe yetkilisi hakkında olacaktır. Mutemet, ita amirinin/üst yöneticinin değil, muhasebe yetkilisinin mutemedidir. Bu nedenle muhasebe yetkilisi mutemetleri doğrudan muhasebe yetkilisine karşı sorumludur. Rücu hakkı, elbette saklıdır.

                Kanun, tüzük  ve yönetmeliklere uygunsuzluk

Genel olarak, her idari işlemin bir yasal nedeni ve dayanağı olmak zorundadır. Kamu idarelerinin (daha doğrusu tüm kamu tüzel kişilerin) ehliyeti yasaların çizdiği alan ile sınırlıdır, yasal dayanağı olmayan hiçbir tasarrufa girişilemez. Ancak, hesap denetimi  ve yargısı, esas itibariyle mali hususlarla ilgili olduğundan, mali kanunlarda öngörülen miktar, had  ve oranlar ile mali kurallara ağırlık verilmekte; yasalara aykırı diğer hususlar ya idaresine yazılmakta veya mahkemelere intikal ettirilmektedir. Mevzuata uymayan işlemlerden ileri gelen kamu zararının ilgililere ödettirilmesi gerekeceği tabiidir.

                Ödenek aşımı

Ödenek aşımı kamu idaresi ölçeğinde, meclis tarafından verilen yetkinin aşılması anlamındadır. Dolayısıyla yaptırımı da meclisce belirlenir. Bu güne kadarki uygulama, bunların hemen tümünün kesin hesapların görüşülmesi sırasında kabul edilmesi  ve tamamlayıcı ödenekle kapatılması yönündedir. Harcama birimlerinin ödenek aşımı ise bütçe programı içinde olmak kaydıyla,   aktarma uygulamasıyla karşılanabilecek aksaklıklardır. Bu şekilde karşılanamayan ödenek aşımları  5018 sayılı Kanunun 70,73 maddeleri uyarınca, idari yollarla cezalandırılması mümkündür.Ödenek üstü harcamalarda sorumlulara Sayıştay’ca yaptırım hükmedilebilmesi için, uygulamanın bir  kamu zararına yol açıp açmadığının ortaya konulmuş olması gerekir. Ödeneksiz harcama yapılması veya mevcut ödeneğin tahsis amacı dışında kullanılması (bütçe tertibine uyumsuzluk) da ciddi kural ihlalleri olmakla birlikte, bunların da mali yaptırımları yoktur.Bir başka deyişle, bu eylemlerin bir  kamu zararına yol açtığı ortaya konulmadığı takdirde tazmin hükmü verilemez.

                   Maddi hata

Yanılma veya yanlış yapma insani bir kusurdur.Mali işlemlerde hata iki türlü olabilmektedir: hukuki maddi hatalar ve hesap hataları. Mevzuattan veya sözleşmeden kaynaklanan maddi hatalar, bu metinlerde belirlenen miktar, had ve oranlar ile konulan veya sözleşmeyle belirlenen kuralların yanlış uygulanmasıdır. Maddi hatadan; kural olarak kararı veren, işlemi yapan veya belgeyi düzenleyen sorumludur.Ancak, hata ortaya çıktıktan sonra, bunun düzeltilmemesinden, işlemi yöneten de sorumludur. Özellikle, hatayı yapan görevli, bu hatadan ileri gelen kamu zararını veya sakıncayı giderecek veya telafi edecek yetkiden yoksun ise, sorunun o’nun üzerinde bırakılıp kenara çekinilmesi kabul edilemez. Örneğin, mükellefin beyan ettiği vergiyi eksik tahakkuk ve tahsil ettiren memur , bu noksanlığı kişisel olarak tamamlattıramaz, durumu (kendisi veya hatayı saptayan kimse) ilgili takip servisine intikal ettirmeli ve noksan tahsilâtın takip ve tahsili sağlanmalıdır. Bu da ilgili müdürün (veya bir başka yetkilinin) işe el koyması ile mümkün olur. Benzer şekilde, harcama belgeleri üzerindeki hatanın tüm sorumluluğunu da, bu belgeleri kontrol etmek durumunda olan muhasebe yetkilisine yüklemenin isabetli olmayacağı ortadadır.

                KAMU ZARARI

Mülga 1050 sayılı Kanun bir hazine zararından söz etmesine rağmen bir tanımlama yapmamıştı. Bu durum,uygulamada herhangi bir aksaklık yaratmamıştır. Zira zararın pek çok hukuki metinde tanımı vardır. Buna karşın, 5018 sayılı Kanun 71 inci maddesinde “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı, karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır” diye bir tanımlama yapmıştır. Bu tanımın tartışmaya açık yönlerini bir tarafa bırakarak; kamu zararı, mevzuata aykırı bir surette kamu kaynağında azalışa yol açılması veya artışa engel olunmasıdır, şeklinde bir tanım kabul edilebilir. Zarar, belli başlı üç kaynaktan ortaya çıkar;

                    Kanun, tüzük ve yönetmeliklere aykırılık: Mevzuatın belirlediği kural, miktar, oran  ve hadlerin yanlış uygulanması suretiyle kamuya zarar verilebilir, burada  belirlenen tutardan fazla ödeme yapılmasından söz ediliyor. Bu belirlemenin mevzuatta veya sözleşmede yapılabileceği dikkate alınmalıdır.)Yasal dayanağı olmayan veya öngörülen miktardan fazla ödenen paralar, bunların ahizleri açısından sebepsiz bir zenginleşme teşkil eder. Borçlar Kanununun 61. maddesinde bu husus “haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisap eden kimse, onu iadeye mecburdur.” hükmü ile düzenlemektedir. Buna göre sebepsiz zenginleşmenin yaptırımı geri verme zorunluluğu olur.  Mülga 1050 sayılı Kanunun20.maddesine göre bu durum,sorumlu memurların sorumluluğu da bu yersiz/fazla ödemeleri kişi borcu hesaplarına alarak ahizlerinden takip ve tahsil etmek suretiyle yerine koymaktan ibarettir. İhmal ve kusurları ile bu paraların tahsil imkânının ortadan kalkmasına yol açan görevliler hakkında Sayıştay’ca tazmin hükmü verilebilecektir. Gelir kanunları açısından da aynı kural geçerlidir. Üçüncü kişilerle yapılan sözleşmelerde yer verilen hükümlere aykırılık nedeniyle de kamu zararına yol açılması mümkündür.Sözleşme hükümlerine aykırı davranışların yaptırımı,aykırı bir durum mevcut değil ise, genellikle 818 sayılı Borçlar Kanununda ve sözleşmelerde belirlenir; geç teslimde gecikilen her gün için …. TL gecikme cezası kesilir…, gibi.

                   Haksız fiillerle kamuya zarar verilmesi: 818 sayılı Borçlar Kanununun 41.maddesi haksız fiili, “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur” şeklinde tanımlıyor. Zararın gerçek miktarını tespit ve ispat mümkün olmadığı takdirde hakim, durumun gereğine ve hatanın ağırlığına göre tazminatın şeklini ve içeriğini tespit edecektir . Bu genel hüküm, memur olan-olmayan tüm failler için geçerlidir. 657 sayılı Kanunun 12.maddesi hükmü, memurların haksız fiillerini, “Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır”   şeklinde düzenlemiştir. Açıklanan hükümler, doğrudan zarar veren kişinin şahsı ile ilgili yaptırımları içermektedir. Sayıştay denetim ve yargısı bağlamında sorumlu memurların da kendi fiilleri ile kamuya verdikleri zararları bu çerçevede tazmin ile yükümlü olacakları tabiidir. Ancak, sorunun can alıcı noktası, hesap yargısı kapsamında sorumlu memurların, görevleri (karar, iş ve işlemlerinde düştükleri hatalar) dolayısıyla yol açtıkları veya karıştıkları kamu zararları nedeniyle ne tür bir yaptırıma maruz kalacaklarıdır. Örneğin, denetim sırasında taşınır mal sorumlusunun ambarında bulunması gereken bir bilgisayarın yok olduğu saptanmış olsun. Sorumlunun yok olan malın rayiç bedeli üzerinden ödemesine mi hükmedilir? Yoksa, soruşturma ve takdire dayalı bir değerlendirme mi yapılır? Mülga,1050 sayılı Kanunda “… bu takdirde saymanın beraat veya sorumluluğu, bağlı olduğu bakanlığının görüşü alınarak Sayıştay’ca hükme bağlanır “denilmiştir. Saymanın sorumluluğuna hükmedilmesinin sonuçlarının ne olacağı ise diğer maddelerde yazılmıştır. Sonuç olarak, kendi kusur ve noksanı dolayısıyla kamuya zarar veren sorumlunun (Sayıştay’a hesap vermekle yükümlü kişinin) bu zararını tazmin etmesi açık bir hukuk kuralıdır. Ancak, üçüncü kişilerin sebep olduğu veya yararlandıkları zararların da, takip ve tahsil konusundaki çabaları hiç dikkate alınmadan, bu görevlilere ödettirilmek istenmesi makul bir yaklaşım olarak kabul edilemez. 5018 sayılı kanunun 71 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, tespit edilen kamu  zararının ilgililerden tahsil edileceği; beşinci (son) fıkrasında, kamu zararının, bu zarara neden olan kamu görevlisinden veya diğer gerçek ve tüzel kişilerden tahsiline ilişkin esas ve usullerin yönetmelikle düzenleneceğinden söz edilmektedir. Bu ifadelerin arka planında her zararın hemen ve derhal kamu görevlisince tazminine karar verilmeyeceği; zarara neden olan gerçek (fail, müsebbip veya ahiz) kişinin takip edilmesi gerekeceği düşüncesi bulunmaktadır.

                SONUÇ  OLARAK

Mali sorumluluklar konusunda yukarıda yapılan açıklamaları hüküm cümleleri ile özetlersek:

1)Görevler ve yetkiler teşkilat ile kadro kanunları ile; yaptırımlar ise usul ve ceza kanunları ile belirlenir. Bazı özel kanunlarda da bu tür hükümler mevcut olabilmektedir. Yetki kullanılmadan görev yerine getirilemez; sorumluluk üstlenilmeden yetki kullanılamaz. Sorumluluk,yetkiye bağlıdır.Yetkisiz kişinin hesap verme ehliyeti de olmaz,

2)Üst yöneticilerin sorumlulukları idari/siyasi niteliklidir. Bunlar için mali yaptırımlar uygulanmaz.Ancak, verdikleri kararlar  ve talimatlar, düzenleyici işlem veya prensip kararı niteliğinde değil de; doğrudan iş  ve işlem sürecine dayanak oluşturuyorsa, sonuçlarından da harcama yetkilisi gibi sorumlu olurlar,

3)Harcama yetkilileri, ödenek verilen birimlerin en üst yöneticileri olup, mali denetimin de asıl muhatabı  ve sorumlusudurlar. Harcama yetkisi, üst yönetim kademesinde birleştirilebilir veya görev bölüşümü çerçevesinde diğer hizmet birimlerinin en üst yöneticilerine, belirli kurallar çerçevesinde, idarenin üst yöneticisinin onayı ile devredilebilir. Kural olarak, harcama yetkililerinin yardımcılarına  ve alt kademe yöneticilere yetki devri olanağı yoktur. Bu tür bir görevlendirme olursa, bunu yetki devri olarak değil, imza yetkisi verme biçiminde anlamak ve yorumlamak gerekir. İmza yetkisi verilmesi, amirin hesap verme yükümlülüğünü kaldırmayacağı gibi, idari/mali sorumluluklarını da kaldırmaz. Kurul kararına dayanan harcama talimatlarında, karara katılan üyeler müştereken sorumlu olurlar,

               4)Gerçekleştirme görevlileri, kanunlar ve idari emirler çerçevesinde yapmaları gereken iş  ve işlemlerle sınırlı olarak sorumlu tutulabilirler. Kurul, komisyon, komite  ve sair adlar altında birlikte yürüttükleri iş  ve işlemlerle ilgili olarak birlikte sorumlu olurlar.  Bunlar, amiri konumunda olmadıkları diğer gerçekleştirme görevlilerinin sorumluluklarına katılmadıkları gibi tek başlarına da sorumlu tutulamazlar,

              5)Muhasebe yetkilileri, muhasebe sisteminden ve buna ilişkin hesabın verilmesinden; kendisine tevdi olunan nakit ve benzeri kaynakların idare ve muhafazasından doğrudan sorumludurlar. Harcama sürecinde düzenlenen belgelerin doğruluk ve uygunluğunu kontrol etmekle yükümlüdürler. Kontrol yükümlülüğünün yaptırımı olup olmayacağı ayrıca düzenlenmesi gereken bir konudur,

              6)Taşınır malların kıymet hareketleri genel muhasebe içersinde izlenecek ve denetlenecektir. Fiziki kontrol  ve denetimler ile bunlara yarayan ambar kayıtları  ve hesap cetvellerinden taşınır kayıt ve kontrol yetkilileri sorumludurlar,

                 7) Kamu zararı, mali süreçte görev alanların temel sorumluluk konusudur. Zararın doğal yaptırımı tazmin’dir. Ancak, zararı kim vermiş ise o’nun tazmin etmesi asıldır. Burada kamu görevlilerinin sorumluluğu verilen zararın, tazmin ve telafisini sağlamaktır. Bunu yapmadıkları, kamu  alacağının tahsilini tehlikeye düşürdükleri veya zaman aşımına uğrattıkları takdirde, bu zararın kendilerine ödettirilmesinin gerekeceği de tabiidir,sonuçlarına ulaşılabilir.

Ercüment AKIŞ

Başkontrolör

HUKUKİ İMKANSIZLIK/MAHALLİ İDARELERDE İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMA(MA) SI

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

MAHALLİ İDARELERDE İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMA(MA) SI

          GİRİŞ

İdare etmekle hüküm vermenin, ayrı görevler olduğuna ve ayrı organlarca yerine getirilmesi gerektiği anlayışına kolay varılmadığı bir gerçektir.Zaman zaman, kamu hizmetini etkili ve verimli bir biçimde sağlamakla görevli olan yürütme organının; daha önceden veya kendisince belirlenmiş belirli hukuk kurallarına bağlı olarak faaliyette bulunmadığı, idare edenlerin kişisel arzu ve yararlarını yerine getirme amacını güttüğü görülebilmektedir. Hukuk anlayışının ve idari rejimin değişmesi veya gelişmesiyle denetim yöntemleri de gelişmiştir. Ancak, bu denetim yöntemleri arasında en etkili olanı, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargının denetimine tabi tutulmasıdır. Anayasanın 2.maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Hukuk Devletidir. Hukuk devleti; kamu hizmeti görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan infaz eden devleti ifade eder. Kurallara bağlılığın denetimini elbette ki yargı yapacaktır. Buradan da bağımsız bir yargı sisteminin var olması gerektiği ve yargı tarafından verilen kararlara uyulmak zorunda olunduğu anlaşılacaktır. Hukuk devletinin vazgeçilmez unsurları;

*Kamu gücünün temsilcisi olan idare, faaliyetlerinde hukuka uygun davranmak zorundadır.

*İdarenin davranışlarının, kamu hizmetinden yararlananlarca önceden belirlenebilir olması gerekir.

*İdarenin, yargı denetimine açık ve bununla da bağlı olması zorunludur.İdarenin yargı denetimine açık olmaması durumunda, yargının ve hukuk devletinin varlığından söz etmek doğru olmaz. Aynı şekilde alınan yargı kararlarına uyulmaması, bağımsız yargı erkini anlamsız ve etkisiz hale getirmektir.

* İdarenin mali sorumluluğu ( Anayasa 125. madde); idarenin, kamu hizmeti görenlere verdiği zararlardan dolayı sorumlu tutulmasını ifade eder. Kural, idarenin kusurun varlığı halinde sorumlu olduğudur; ancak bazı hallerde idarenin kusursuz sorumluluğunu da kabul etmek gerekir.

Hukuk devletinin temel unsuru, bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır.

“…Hukuk devletinin temel unsuru bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır). Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzenini kuran bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan bir devlet olmak gerekir. Hukuk devletinde kanun koyucu da dahil olmak üzere devletin bütün organları üstünde hukukun mutlak bir hakimiyete haiz olması, kanun koyucunun yasama faaliyetlerinde kendisini her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı tutması lazımdır. Zira kanunun da üstünde kanun koyucunun bozamayacağı temel hukuk prensipleri ve Anayasa vardır. Anayasa Mahkemesi 11.10.1963 tarih ve E.1963/124).

Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinin 4001 sayılı yasayla değişik 1. fıkrasının tümcesi de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis etmeye mecburdur şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2.maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine uygun bir düzenleme getirmektedir.

 

            Anayasada hüküm altına alınan bir hususun, İdari Yargılama Usulü Kanununda tekrar düzenlenmesini irdelediğimizde, yargı kararlarının uygulanma mecburiyeti acısından, adli yargı kararları ile idari yargı kararları arasında bir fark olmadığı,ancak, idari yargının doğası gereği, idare, hem davalıdır hem de sonuçta kararın uygulayıcısı olma durumundadır. Adli yargı kararlarının uygulanmasında ender olarak sorun yaşanırken, idari yargı kararları için uygulanmama ya da gereği gibi uygulanmama sorununun, çok olmasa da sıkça karşılaşılan bir durum olduğu ortadadır. İdari Yargılama Usulü Kanununun 28’inci maddesinde, idarenin yargı kararlarına göre “…gecikmezsizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya…” mecbur olduğu söylenmeseydi bile yargı kararlarını uygulamak zorunda olduğu konusu tartışmasız olacaktı. Bu nedenle yasa koyucunun, 2577 sayılı Kanunda böyle bir düzenlemeye gitmesinin  nedenini belki de konunun, sıklıkla, sorun oluşturma potansiyelinde aramak gerekmektedir.Yargı kararlarının uygulanması hukuk devleti acısından bir zorunluluk olması yanı sıra , modern demokrasi kavramlarının benimsenmesiyle de ilişkilidir.

              İdarenin, yargının verdiği kararı yerine getirip getirmeme hususunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Yargıtay’ın bir kararında açıkça belirtildiği üzere,“… Yasalar da ve yargı kararları da yanlış olabilirler ve bilimsel katta her zaman eleştirilebilirler, eleştirilmelidirler de. Ancak bunları uygulamak durumda bulunan yargıçlar ve görevliler, yasaları ya da yargı kararlarını ‘yanlış’ özrüne dayanarak öznel ve kişisel yorum ve gerekçelerle uygulamaktan alıkoyamazlar. Onlara düşen, ne ve nasıl olursa olsunlar, yasaları ve yargı kararlarını uygulamaktır. Zira yasalara doğru oldukları için değil, yasa oldukları için, yargı kararlarına da haklı oldukları için değil, yargı kararı oldukları için uyulur….”.İdari yargı kararlarının uygulanması, özellikle yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanması zorunluluğu zaman içinde tartışılagelmiş;bazı kesimlerce, tazminat ödenmesi durumunda yargı kararının uygulanması gereğinin ortadan kaldıracağı tezi ileri sürülmüştür.

Bu konudaki tartışmalara/farklı görüşlere Danıştay son noktayı koymuş, “… idareye dilerse Danıştay kararını uygulamak, dilerse tazminat ödemek tarzlarından birini seçmek gibi bir hak tanınmamıştır.Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan bu hükümler yargı kararlarının bağlayıcılığını ve uygulanma zorunluluğunu belirtmeleri yönünden temel hükümler olup, idareye keyfi bir bicimde yargı kararını uygulamama olanağı ve yetkisi tanımadıkları gibi, idare bütçesinden ödeyeceği bir tazminatı gözden çıkararak yargı kararını uygulamaktan da kaçınamaz. Böyle bir davranış kesin hükme saygı ve hukuk devleti ilkeleriyle de bağdaşmaz.”(Danıştay 5.Dairesinin 15.12.1993 tarihli ve E. 1992/5927, K.1993/5739) Sonuç olarak, idarelerin tazminat ödemek suretiyle, kararları uygulama yükümlülüğünden kurtulamayacağı açıkça belirtmiştir.

YARGI KARARLARI ÇEŞİTLERİ

                  1. Adli Yargı Kararları

Adli yargı; özel hukuk kişilerinin birbirleri arasındaki veya özel hukuk kişileri ile idare arasındaki, idari eylem veya işlem sayılmayan hallerde, konusu çoğunlukla para ile ölçülebilen uyuşmazlıkların çözüldüğü yargı yeridir.Adli yargı kararlarının infazı, devlet’in icra ve infaz kurumlarınca ve devlet gücü kullanılarak infaz edileceğinden adli yargı kararlarının uygulanmasında, bazı istisnai durumlar dışında, uygulanmama sorunu ile pek karşılaşılmaz.

                   2. İdari Yargı Kararları

                  a. İptal Kararları:İptal davası, korunmasız birey karşısında daha güçlü, ayrıcalıklı ve üstün yetkilere sahip idarenin yapmış olduğu idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu, maksat yönlerinden biri veya birkaçı ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaları ifade eder.İptal kararları;Anayasa’nın,idarenin hukuka uygunluğunun denetlenmesi amacıyla yargı organına verdiği yetkinin sonucudur.İdarenin hukuka aykırı işlemlerinden dolayı hakları ihlal edilenlere, haklarının yargı organınca iadesidir de diyebiliriz. İptal kararları hukuk düzenini korur ve idarenin yasalara uygun hareket etmesini sağlar.“İptal davalarının esas amacı; bir hakkın ihlal edilip edilmediği ve böyle bir ihlal sonucunda ortaya çıkacak zararın tazmini değildir. Bu davalar bir idari tasarrufun (kararın veya işlemin) hukuka aykırılığı dolayısıyla iptalini, ortadan kaldırılmasını amaç edinen, başka bir değişle idari işleme, karara yöneltilmiş davalardır. Bu davalarda idari bir işlemin hukuk kurallarına uygun olup, olmadığını incelenmekte ve hukuk kurallarına aykırılığı halinde bu işlemin iptali yoluna gidilmektedir. İptal davasının konusu, idari bir işlemin hukuk kurallarına aykırı olup olmadığını incelemek ve aykırılığı halinde işlemi ortadan kaldırmaktır. İptal davasının amacı ise; idarenin hukuka aykırı karar almasını önlemek, böylece idarenin hukuk kurallarına riayetini sağlamak ve hukuka aykırı olduğu tespit edilen kararları ortadan kaldırmak suretiyle hukuk düzenini korumaktır.”

İptal kararlarının sonuçları:İptal kararları;Kesin hüküm teşkil ederler, idarenin işlemini hukuk aleminde hiç var olmamış gibi, tesis edildiği tarihten itibaren bütün etki ve sonuçlarıyla beraber kaldırırlar. İptal edilen işlem, idarenin düzenleyici işlemlerinden ise; hakları ihlal edilenlerden sadece davacı olanları değil davacı olmayan diğer hakları ihlal edilenleri de etkiler. Ancak iptal konusu işlem bireysel işlem ise; bu durumda bu karardan sadece davacılar yararlanacaktır. İptal edilen işlem, tesis edildiği tarihten itibaren hukuk aleminde hiç var olmamış kabul edilir. İptal edilen işlemi eski hale getirmekle yetkili ve görevli kamu görevlileri, iptal kararlarını, gerek kendilerine göre yorumlamaları gerek şahsi husumetler ve gerekse bilgi eksikliğinden dolayı uygulamada çok farklı uygulanma/uygulanmama problemleriyle karşılaşılmasına neden olmaktadır.

İptal kararlarının uygulanma şekli:İptal kararları geriye yürürler.Bu nedenle, geriye yürümek teriminin  iyi anlaşılması ve  kavranılması gerekir. İptal kararlarında, tesis edildiği/alındığı tarihten itibaren kaldırılan bir işleme bağlı olarak tesis edilmiş/alınmış diğer işlemlerde ortadan kalkacaktır.Kararların geriye yürümesi için çoğu kez idare, yeni işlemler tesis etmek durumunda kalabilir.Sorunlarda zaten tesis edilmeyen veya yanlış tesis edilen geriye yürütücü işlemlerden kaynaklanmaktadır. Örnek verilecek olursa; görevinden alınan memurun açtığı dava sonucunda alınan iptal kararını idare, memuru göreve iade ederek gereği gibi uygulamış sayılmaz. Zira görevden alma işleminin hukuk aleminde hiç var olmamış gibi sayılması gerekir. Aksi halde bu İYUK 28. maddesindeki sorumlulukları doğurur. İdare, verilen iptal kararı doğrultusunda memuru görevine iade ettikten sonra sanki görevinden hiç alınmamış gibi, memurun alması gereken özlük, maaş ve diğer haklarını da iade etmek zorundadır. Davacının dilekçesinde bunları ayrıca belirtmesine gerek yoktur. Bu iptal kararının gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynaklı bir sorun olduğu için, bu soruna bağlı yaptırımlar uygulanacaktır. İdare her ne surette olursa olsun yargı kararlarını gereği gibi yerine getirmekten ne kaçınabilir nede kurtulabilir.

İptal kararlarının kazanılmış haklara etkisi:Danıştay, iptal edilen ana işlem sonucunda ona bağlı olarak tesis edilen diğer işlemlerinde ortadan kaldırılmasından dolayı hakları ihlal edilenlerin haklarının meşru olmadığını ve meşru olmayan hakkın aranamayacağını, içtihatlarında kabul etmiştir.Örnek verilecek olunursa; kamu görevlisinin görevden alınma işleminin iptal edilmesi durumunda onun yerine atanan görevlinin, görevinden alınması gerekir. İşte bu durumda sonradan görevinden alınan bu kamu görevlisi hakkı meşru değildir ve meşru olmayan hak aranamaz. Ancak burada kazanılmış hak ilkesine değinmeden geçmemiz yanlış olacaktır. Kazanılmış hak iki şekilde ortaya çıkabilir; 1)iptal edilen ana işlem dolayısıyla ondan önceki işlemin yürürlük kazanması ve iptal edilen işleme bağlı olarak tesis edilen diğer işlemlerin iptali suretiyle yürürlük kazanan(eski) işleme aykırılık teşkil etmesi durumu veya,2)hukuka aykırı olan düzenleyici işleme bağlı olarak; iptal edilene kadar tesis edilen işlemler. Burada kazanılmış hakkın doğup doğmadığı hakkında kesin çizgiler bulunmamaktadır. Yargı mercileri somut olayları inceleyerek karar vermektedirler.(Danıştay 5. Dairesi 09.02.2000 tarih ve E.1997/2609E, K.2000/437)

b.Yürütmenin Durdurulması Kararları:Yürütmenin durdurulması kararı; idare aleyhine iptal davası açıldığı durumlarda, iptali istenen işlemi geçici olarak askıya alan bir karardır.Yürütmenin durdurulması kararlarının verilebilmesi için;1- İdarenin icra edilebilir bir işleminin bulunması,2- İşlemin açıkça hukuka aykırı olması,3- İcra edilmesi durumunda telafisi güç veya imkânsız zararların doğması,4-Teminat verilmesi (istisnaları vardır) gerekir.Yürütmenin durdurulması kararının verilebilmesi için 2 ve 3. maddelerindeki koşulların birlikte varlığı gerekmektedir. Yürütmenin durdurulması kararları, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun etkin biçimde denetlenmesinin vazgeçilmez unsurudur. Bu kararlar için idarenin işlemi uygulamış olmasına gerek yoktur,uygulanabilir nitelikteki bir işlem tesis etmesi yeterlidir.Yürütmenin durdurulması kararının geriye yürüyüp yürümeyeceği konusunda çeşitli görüşler mevcuttur ancak gerek Danıştay ve gerekse öğretide katıldığımız görüşe göre, yürütmenin durdurulması kararları geriye yürürler.İYUK 28/1. maddesi uyarınca idare, yürütmenin durdurulması kararlarına karşı somut olaya göre işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu işlem ve eylemler, elbette ki dava konusu işlemi iptal edilmiş varsayarak, işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri getirilmesinden ibarettir.Ancak iptal kararından farkı; yürütmenin durdurulması kararının idarece tesis olunan işlemi, hukuk aleminden kaldırmayan sadece askıya alan geçici nitelikte bir karar olmasıdır. Yürütmenin durdurulması kararının bağlı olduğu iptal davasının reddi durumunda yürütmenin durdurulması kararı da ortadan kalkacaktır.Yürütmenin durdurulması kararı verilirken, işlemin açıkça hukuka aykırı olması koşulunun aranması, bu kararın uygulanması zorunluluğunun önemini göstermektedir. Uygulanma zorunluluğu İYUK 28. maddesi ile teminat altına alınmıştır. Ancak bu, işlemin kesin olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmez. İdare hiçbir surette yürütmenin durdurulması kararını uygulamaktan kaçınamaz. Uygulamada, bu kararı uygulamama gerekçeleri olarak; bu karara esas teşkil eden davanın sonuçlanmasının beklenmesi gerektiği, yürütmenin durdurulması kararının hukuka uygun olmadığı, idare işleyişine aykırı olduğu vs. gibi daha da çoğaltılabilecek gerekçeler, kararı uygulamama gerekçeleri olarak öne sürülmekte ve uygulamadan kaçınılmaya çalışılmaktadır. Ancak uygulamayanlar İYUK 28. maddesi uyarınca sorumludurlar ve ayrıca TCK 257. maddesi uyarınca da suç işlemiş sayılırlar.Bir başka sorun ise; yürütmenin durdurulması kararının dava sonuçlanıncaya kadar uygulanmadığı durumlarda, dava retle sonuçlanmışsa yürütmenin durdurulması kararın verildiği tarih ile iptal davasının sonuçlandığı tarih arasında kalan sürede meydana gelen zararın tazminine ilişkindir. Böyle durumlarda ilgili, idare aleyhine tazminat davası açabilir(İYUK 28/3). Zira ortada uygulanmayan bir yargı kararı mevcuttur. Karar nihai olmasa bile İYUK 28/1 maddesi uyarınca uygulanması zorunlu bir karardır. Davanın retle sonuçlanması, yürütmenin durdurulması kararının uygulanmaması halini hukuka uygun hale getirmez.

               c. Tam Yargı Davaları:Tam yargı davalarında kamu hizmetinden yararlananlar, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararların tazminini veya idare tarafından ihlal edilen haklarının iadesini isterler. Uygulamada tam yargı davalarının kabulü halinde idarenin yargı kararını uygulamamasına pek rastlanılmamaktadır. Tam yargı davaları, belirli bir miktarı içerenler ve içermeyenler olarak İYUK 28/2.maddesi tarafından ikiye ayrılmış, belirli bir miktarı içeren tam yargı davaları için icra ve infaz yolunun genel hükümlere göre olacağı belirtilmiştir. Yani İcra ve İflas Yasası’nın hükümleri uygulanarak ilamın uygulanması yoluna gidilecektir. Sınırlı sayıda kamu mal ve alacaklarının haczedilebilir olması problemler doğurabilecektir. Belediyelerin 5393 sayılı Kanunun 15.maddesi son bendi uyarınca aldıkları   “doğmuş ve doğacak bütün gelir ve malvarlıklarını kamu hizmetine tahsis ettikleri” şeklinde bir kararla zaten sınırlı sayıda olan haczedilebilir mal ve alacaklar iyice azaltılarak daraltma yoluna gidilmiştir.Fakat bu, yargı kararlarının uygulanmaması sorununu oluşturmayacaktır.

Çünkü,ilama bağlı borçlar,5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun  20/d maddesi uyarınca ,kamu idarelerinin cari yıl bütçesinden ödenecektir. Bazen iptal kararları da belirli bir meblağın ödenmesini gerektirebilir. Bu gibi iptal kararlarının da, tam yargı davaları gibi genel hükümler çerçevesinde icra ve infaz edilmesini kabul etmek “hukuk devleti” ilkesince de yerinde olacaktır. Zira idarenin yargı kararlarını kendiliğinden yerine getirmek zorunda olmasına rağmen, yerine getirmemesi devam ede gelen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.Önemli bir başka konu ise; tam yargı davalarının çoğunun iptal davaları ile birlikte açıldığı ve iptal davasına konu bir işlemden doğan,  zararın tespitinin mümkün olmamasından dolayı dava dilekçesinde miktarın belirtilememiş olmasıdır. Danıştay içtihatlarında da kabul edildiği üzere; bu durumu İYUK 15/1-d maddesine  aykırı bulmak doğru olmaz aksine bu şekilde dava açılabileceği kabul edilmelidir. Bu gibi durumlarda miktarın hesaplanması idareye bırakılmaktadır. Miktarı belirli olmayan bu çeşit tam yargı davalarının uygulamaya konulması İYUK 28/1’e göre olmalıdır.  Bir diğer husus ise; tam yargı davası kabul olunan ilgilinin, bu kararın geç icrasından dolayı faiz istemini ancak 818 sayılı Borçlar Yasası 101/1.maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 117/1maddesi) uyarınca borçlu idareyi ihbaren temerrüde düşürdükten sonra isteyebilmesidir. İYUK 28/6. maddesi bu konuya değinmiş,ancak gecikme faizinin ne zamandan itibaren yürütüleceğine açıklık getirmemiştir. Bunun haricinde kararın geç uygulanmasından dolayı her hangi bir tazminat (İYUK madde 28/3’teki gibi) davası açılabilmesi geçerli mevzuatlar uyarınca mümkün değildir. İdari sözleşmelerin uygulanması sırasında taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklar dolayısıyla tazminat istemiyle açılan davalar, tam yargı davaları olarak kabul edilip, bu davaların uygulanma yöntemine tabidir.

d. Vergi Mahkemelerinin Görev Alanına Giren Davalar:Bu alana giren kararları, Vergi Mahkemeleri veya Vergi Mahkemelerinin tek hakimli olarak baktığı davalarda itiraz durumunda Bölge İdare Mahkemeleri verir.İYUK 28. maddesinin 5. fıkrası “Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu karalara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece mükellefe bildirilir.” hükmünü içermektedir. Hükümden de anlaşılacağı üzere yargı kararının idareye tebliğinden sonra, idare yeniden hesaplama yoluna gidecektir. Buradan idare aleyhine açılan davanın kısmen veya tamamen kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aksi halde yeniden hesaplama gereği doğmayacaktır. Yeniden hesaplama yapıldıktan sonra ilgili idare, hesaplamayı ilgili mükellefe tebliğ etmelidir.  Eğer fazladan vergi veya ceza alacağı tahsil edilmişse bunu da ilgili mükellefe iade etmesi gerekir.Yani, haksızlığa sebep olan idare, bu haksızlığı yine kendi inisiyatifiyle düzeltmeye çalışacaktır.

                        YARGI KARARLARININ UYGULANMAMASI

Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan “Yasama ve yürütme organlarıyla idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükümle beraber 2577 sayılı İYUK’UN 28/1. maddesindeki “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz (30) günü geçemez” hükmü idareye; “derhal” ve “aynen” uygulama yükümlülüğü getirmiştir.Bilindiği gibi yargı organları, idarenin yerine geçip idari işlem tesis edecek şekilde karar vermezler. Yalnızca idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunu denetlerler. İdare, bu işlem ve eylemlerin yargı kararıyla ortadan kaldırılması durumunda yeniden hukuka uygun olan idari işlem ve eylemlere ilişkin düzenleme yapmak ve bunları yerine getirmek zorundadır. Çoğu zaman idarenin yargı kararlarını yerine getirmesi bir işlem tesisi veya eylemi ile mümkün olabilmektedir. Örneğin; görevinden alınan kamu görevlisine eski unvanını iade etmek veya iptal edilen bir vergi için fazla vergi vermiş olanlara fazlayı iade etmek şeklinde olabilir. İdarenin yargı kararlarını yerine getirmemesi, hiç uygulamama veya gereği gibi uygulamama şeklinde olabilir. Yani idarenin kararı hiç uygulamadığı veya gereği gibi uygulamadığı her iki halde de idarenin sorumluluğuna gidilir.

                      1. Hiç Uygulamama: İdarenin yargı kararlarına kayıtsız kalması, hiçbir eylem ve işlemde bulunmaması halidir. Yargı kararlarının uygulanması için gerekli olan işlemlerin yapılmayıp idarenin hareketsiz kalması, uygulamamanın en tipik örneğidir. Ruhsatları iptal olunan yapıların imar mevzuatına uygun hale getirilmemesi, otuz günlük süre geçtiği halde görevine başlatılması gereken memurun görevine başlatılmaması gibi durumlar hiç uygulamamaya örnek olarak gösterilebilir.

2. Gereği Gibi Uygulamama: Yargı kararlarının hiç uygulanmamasından farklı olarak idare hareketsiz kalmamakta, yargı kararları doğrultusunda bir işlem tesis etmekte veya eylemde bulunmaktadır. Ancak idarenin tesis ettiği işlemler, kararı gereğince yerine getirmediği gibi, ulaşılmak istenen hukuksal koruma ve menfaati bertaraf edecek, ihlale uğratacak niteliktedir. “…yargı yerlerince verilen kararların, ilgili mercilerce uygulanması asıl olup, bu yoldaki hukuki işlemlerinde yine aynı merciler tarafından hukuk kuralları çerçevesinde yapılması hukuka bağlı devlet ilkesinin bir gereğidir.” Gereği gibi uygulamama çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bunları; geç uygulama, noksan uygulama ve biçimsel uygulama başlığı altında incelenecektir.

                     3. Geç uygulama:İYUK 28/1. maddesine göre; idare, gecikmeksizin yargı kararlarına uygun olarak işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur. Gecikmeksizin deyiminden anlaşılması gereken “makul süre” dir. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz (30) günü geçemez. İptal kararı hukuki sonuçlarını taraflara tebliğinden itibaren doğurmaktadır (Danıştay 5. Dairesi  11.11.1998 tarih ve E.1997/354,K.1998/2626). Tebliğ hususunda esas alınacak olan tarih, idarenin genel evrak kayıt tarihidir. Bunun dışına çıkarak kararı uygulamaya yetkili memura tebliğ şartı aramak uygulamada büyük sorunlar doğurabilecektir.İdarenin yargı kararlarını uygulama zorunluluğu kararın kendisine ulaşmasıyla başlar ve idare kararın ulaşmasından sonra makul bir süre içerisinde kararın gereğini yapmak zorundadır. İYUK 28/1. maddesinde belirtilen otuz (30) günlük süre; idarenin gerekli işlem ve eylemleri yapması için lazım olan azami süredir. Yoksa idareye tanınmış, idarenin serbest tasarruf edebileceği bir süre değildir. Kararın ne zaman uygulandığı konusu uygulamada problem oluşturabilecek gibi görünse de; yasada önemli olan, kararın uygulanması için gerekli işlemlerin başladığı tarih değildir. Otuz günlük süre içinde yapılan işlem ve eylemler kararın zamanında uygulandığı anlamına gelmez. Örneğin; görevine iade edilmesi gereken bir kamu görevlisi için, kararın tebliğinden itibaren otuz günlük süre içinde işlem yapıldığı ama işlemlerin başkaca sebeplerden dolayı yetişmediği gerekçesi ile sorumluluktan kurtulamaz. Zira, görevlinin görevine otuz içinde iadesi sağlanamamıştır, dolayısıyla idare bu tarihe kadar geçen sürede oluşan zararlardan (maddi, manevi zarar, gecikme faizi, vs.) sorumludur.

                4.Eksik uygulama:İdarenin yargı kararlarını uygulamama hallerinden biride eksik uygulama halidir. İdare yargı kararını uygulamada kararın tam olarak uygulanması için gerekli olan işlemleri eksik tesis eder.Danıştay 5. Dairesi, şube müdürlüğünden alınan davacının açmış olduğu davada yürütmenin durdurulması kararına uygun olarak göreve iade kararı vermiştir. Bu karar doğrultusunda aynı dönemde on altı (16) şube müdürünün on beşi (15) ile hizmet sözleşmesi yenilendiği halde davacı ile hizmet sözleşmesi yenilenmemiştir.  Böylece göreve iade sağlanarak yargı kararı uygulanmış, sözleşmenin diğer şube müdürleriyle beraber yenilenmeyerek karar uygulanması eksik kalmıştır.

5.Biçimsel uygulama:Aynı zamanda muvazaalı uygulamada denilen biçimsel uygulamamada da; idare, yargı kararını süresi içinde icaplarına göre işlem tesis etmektedir. Ancak kısa süre içinde, tesis ettiği işlemi ortadan kaldırarak, uygulama halini bir formaliteden öteye geçirmemektedir. Hukuka aykırılığı sebebiyle ortadan kaldırılan işlem veya eylemin bu şekilde biçimsel olarak yapıp tekrar eski durumuna getirilmesi idarenin sorumluluğunun doğmasına engel değildir.Konuyu en iyi “İptal kararı üzerine görevine başlatılıp üç (3) gün sonra görevden alınan davacı hakkındaki karar uygulanmış sayılmaz” şeklindeki Danıştay 5. Dairesi’nin 26.11.1987 tarih, E.1986/183,K. 1987/1659 sayılı kararı anlatmaktadır. Karardan anlaşıldığı gibi; bu tür uygulamaların yerine getirme sayılmayıp Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine de aykırı olduğu açıktır. Bu yüzden idarenin tazmin sorumluluğuna gidilebilir.

                          İptal Kararlarının Uygulanmaması  

Anayasanın 138’inci ve İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.maddesi hükmüne göre idarelerin, idari yargı kararlarını uygulamama yetkisi yoktur ve kararların gereğini yapmak zorundadırlar. İdare, yargı kararlarını uygulamamasına özür gösteremez. Bazı istisnai durumlarda, iptal kararının uygulanmaması değil; uygulanamaması söz konusu olabilir. Bu durumu hukuken de kabul edilen makul bir neden saymak mümkündür. Burada dikkat edilmesi gerek nokta yargı kararının imkânsızlık nedeniyle uygulanamamasının sadece iptal kararları için söz konusu olabileceğidir.Ancak, aynı gerekçeyi tam yargı davasında ileri sürmek mümkün değildir..İdari yargı kararlarını uygulama imkansızlığı, hukuki ya da fiili nedenlerle olabileceği gibi davacı ya da üçüncü şahıslardan doğan bazı durumlardan kaynaklanmış da olabilir. Danıştay 1. Daire Başkanlığının “… Ancak, uygulamada ve öğretide de kabul edildiği gibi temel amaç yargı kararının gerekçesine uygun olarak uygulanması olmasına karsın, kimi özel durumlarda bu kararların uygulanmasında fiili ve hukuki imkansızlık olabilir. Doğaldır ki imkansızlık durumunun var olup olmadığı her olayın özelliğine göre kendi içinde değerlendirilecektir.”şeklindeki kararında belirtildiği üzere, bu nedenler  ve imkansızlık halleri her olay içinde, kendi koşulları içinde karara muhatap olan mahalli idarelerce değerlendirilmelidir.Böyle bir durum söz konusu olduğunda; belediyelerde bu husus nasıl uygulanmalıdır konusuna açıklık getirmek gerekirse;5393 sayılı Belediye Kanunun 37.maddesine göre belediye başkanı belediye idaresinin başı ve belediye tüzel kişiliğinin temsilcisidir.Kanunun 38.maddesinde ise,belediye teşkilâtının en üst amiri olarak belediye teşkilâtını sevk ve idare etmek belediye başkanının görevleri arasında sayılmıştır. İptal kararının uygulanabilmesi için belediye encümeninin veya meclisince karar alınmasını gerektiriyorsa,belediye başkanı tarafından belediyenin yetkili organlarından karar alınmasını sağlaması, eğer bu tür bir uygulamaya gerek bulunmuyorsa,bu durumda  iptal kararının belediye başkanınca yerine getirilmesi gereklidir.5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 29.maddesinde  Valinin il özel idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olduğu belirtilmiş,  Kanunun 30/a maddesinde ise  ; “İl özel idaresi teşkilâtının en üst amiri olarak il özel idaresi teşkilâtını sevk ve idare etmek, il özel idaresinin hak ve menfaatlerini korumak” valinin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.Bu idarelerde de,belediye idaresine ilişkin yapılan açıklama doğrultusunda işlem yapılması gerekmektedir.

            Hukuki İmkansızlık

Hukuki imkansızlık halini, iptal kararının uygulanmasının başka bir hukuk kuralı tarafından engellenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu duruma, özellikle kamu görevlileriyle ilgili davalarda rastlanılmaktadır. Konuya  ilişkin tipik örneklerden biri ise bir kamu görevlisinin atama işlemine karsı dava açması durumunda, karardan önce resen veya kendi istemiyle emekliye ayrılması veya başka bir göreve atanmasıdır. Böyle bir durumda, artık idarenin iptal kararını uygulaması mümkün değildir.Burada hukuki imkânsızlık halinde söz edilebilir. Danıştay, “yürütmenin durdurulması kararı uygulanarak görevine iade edildikten sonra kendi isteğiyle emekliye ayrılan kamu görevlisinin iptal kararı üzerine emeklilik statüsünden çıkarılarak görevine döndürülmesi konusunda idarenin yargı kararıyla zorlanamayacağına” hükmetmistir. Danıstay, yine benzer bir kararındaki, “idari işlemlerin idari yargı mercilerine iptal edilmesi, halinde idarenin bu iptal kararına uygun olarak yukarıda yer alan hüküm gereğince yeni bir işlem tesis etmesi gerekmektedir. Ancak bu uyuşmazlıkta davacının görevine 1402 sayılı yasa hükmü uyarınca son verilmesi nedeniyle, Danıştay ilamının uygulanması esnasında ortaya yeni bir hukuki durumun çıktığı ve davalı idarece bu hukuki durum göz önüne alınarak işlem tesis edildiği anlaşılmış olup, yukarıda yer alan yasa hükmü uyarınca bu şekilde görevlerine son verilen memurların, bir daha kamu hizmetlerinde çalıştırılması mümkün bulunmadığından, davacının yeniden memuriyet statüsüne dönmesi hukuken mümkün değildir.” (Danıştay 5. Dairesinin 21.1.1997 tarihli ve E. 1994/2686, K. 1997/91 sayılı kararı) gerekçesiyle, bir kamu görevlisinin görevden çekilmiş sayılmasının iptali istemiyle açtığı dava devam etmekteyken, 1402 sayılı Kanunun uygulanmasıyla görevinden alınan bir kamu görevlisinin, devam etmekte olan davada verilen iptal kararına dayanılarak göreve başlatılmasına olanak olmadığına hükmedilmiştir. İdarî yargı kararının hukukî imkânsızlık sebebiyle uygulanamaması hali için, dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: İdarenin, iptal kararının sadece “göreve iadeye” ilişkin kısmını uygulayamayacak olması, davacının müktesep veya sübjektif haklarına ilişkin iptal kararı yönünde işlem tesis etmesine engel olmayacaktır.(Danıştay 3. Dairesinin 9.3.1978 tarihli ve E. 1978/151, K. 1978/199 sayılı kararı) Aksine iptal kararı bu yönüyle, idare tarafından uygulanmak zorundadır.

Hukukî imkânsızlık hali ile karşılaşılan bir diğer örnek “nitelik” kaybıdır. Bilindiği gibi memur olmak için 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda genel nitelikler/şartlar aranmakta; idareler ayrıca, gördükleri kamu hizmetinin niteliğine göre bu genel niteliklere ek olarak özel bazı nitelikler/şartlar arayabilmektedir. Belli nitelikleri gerektiren görevlerle ilgili olarak acılan iptal davalarında, yargılama sureci devam ederken aranılan nitelikleri kaybeden kamu görevlilerinin iptal kararına rağmen, göreve başlatılmamaları da hukuki imkansızlık haline örnektir. Başka bir istişari kararında Danıştay, görevlerine son verilen kişilerin açmış oldukları iptal davası sürerken, açıkta oldukları donemde yeni bir durumun ortaya çıkması halinde, idarenin, bu nedene dayanarak yeni bir işlem yapmasının mümkün olduğunu belirtmiştir.( Danıştay 1. Dairesi, 10.07.1985 tarihli ve E. 1985/144, K. 1985/156 sayılı Kararında“…belirtilen nedenlerle, emniyet teşkilatında görevli iken meslekten ilişikleri kesilenler hakkında verilen iptal kararlarının uygulanmasının zorunlu bulunduğu, ancak meslekten ilişiklerinin kesilmesini gerektirir yeni bir durumun ortaya çıkması halinde bu nedene dayanılarak yeni bir işlem yapılmasının mümkün bulunduğu …” şeklinde görüş vermiştir.  Diğer bir hukuki imkansızlık hali de teşkilatın ortadan kalkması veya idarenin elinden gelen her şeyi yapmış olmasına rağmen, gereken yasal düzenlemenin yapılamamış olması nedeniyle yargı kararını uygulayamamasıdır. Danıştay 13. Dairesi, 29.11.2005 tarihli ve E. 2005/5545, K. 2005/5698 sayılı kararında, “…..bank a.s.’nin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin 28.12.2001 tarihi itibariyle kaldırılmasına iliksin 13.12.2001 tarih ve 522 sayılı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kararını iptal eden Danıştay Onuncu Dairesi’nin 21.6.2004 gün, E. 2002/666, K. 2004/5576 sayılı kararının uygulanması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun 24.09.2004 gün ve 1400 sayılı kararı ile bu kararın yeniden incelenerek kaldırılması isteminin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle acılan davada; …bank a.ş.’nin banka olarak tüzel kişiliğini idare hukuku dışındaki yasal düzenlemeler kapsamında yitirmiş olması ve hukuken ve fiilen idarenin işlem tesisi ile önceki hukuksal durumun resen tesis edilmesinin mümkün olmaması, başka bir anlatımla, devir, kararının alındığı tarihteki …bank’ın hukuki ve mali yapısının tesisi suretiyle davacıya iadesinde hukuki ve maddi (fiili) imkansızlık bulunması nedeniyle idarenin idari yargı kararını uygulayamadığı sonucuna varıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığına” hükmetmiştir.Bu kararda,uygulamada bulunacak kurumun tüzel kişiliğini idare hukuku dışındaki yasal düzenlemeler kapsamında yitirmiş olması nedeniyle,kararı uygulayacak bir kurum/kuruluşun yokluğu söz konusudur.Mahalli idareler açısından bu kararı değerlendirdiğimizde,ülkemizde de çeşitli yasal düzenlemelerle özellikle belde belediye tüzel kişiliklerine son verilerek diğer belediyelere (alacak ve borçlarıyla ve personeliyle birlikte) devredilmektedir.Tüzel kişiliği kaldırılmış olan belediye aleyhine  verilmiş bir idari yargı kararı söz konusu olduğunda,yargı kararının uygulanması ilke olarak  bağlanılan belediyece yapılmalıdır.Ancak,belediyece aksi yönde bir uygulamada da bulunulması,kararın tüzel kişiliği kaldırılan belediyeye ilişkin olduğu savı ileri sürülebilir.Bu durumda,yargı kararını uygulamaktan kaçınan belediye aleyhine de dava açılması yoluna gidilebilir. Danıştay 5. Dairesi de 14.10.1996 tarihli ve E. 1995/1287, K. 1997/2084 sayılı kararında, “…devredilen personelin mağduriyetinin önlenmesi için Kurumun, gerek Başbakanlık gerek Ulaştırma Bakanlığı ve gerekse PTT nezdinde her turlu girişimde bulunduğu anlaşılmış olup belirtilen durum karsısında, idare mahkemesince verilen ve davacının TRT kurumundaki görevine dönmesi sonucunu doğuran iptal kararının davalı idarece ‘kasıtlı’ olarak yerine getirilmediğinden söz edilmesine olanak bulunmadığını” belirtmiştir.

           Fiili İmkansızlık

Hukuki imkansızlık halinden ayrılması  kolay olmayan fiili imkansızlık hali,iptal kararının nesnel alanda meydan gelen engeller nedeniyle uygulanamaması olarak tanımlanmaktadır. Tarihi değer taşıyan binaların yıktırılması, antika değeri olan eserlerin tahrip edilmesi, yetişmiş ağaçların kesilmesi, eski eserlerin zarar görmesi gibi örnekler, geri dönülemez sonuçlar doğuran işlemlerin iptaline yönelik yargı kararlarının fiili imkansızlık sebebiyle uygulanamamasına verilebilecek en basit ve akla gelen örneklerdir. Danıştay 12. Dairesinin 17.04.1972 tarihli ve E. 1971/1914, K. 1972/1113 sayılı kararında, davacının askere gitmesi sebebiyle göreve başlatılmamasını, fiili imkansızlık saymıştır. Örneklerden de anlaşılacağı gibi,eski hale dönüştürülmesi,iade edilmesi ve uygulanabilmesi fiilen mümkün olmayan hususların fiili imkansızlık olarak değerlendirilmesi gerekir.Ancak,bu konuda genelleme yapmaktan kaçınarak her olayı kendi içinde ve meydana geliş şekline göre değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.Aksi hal bizleri yanlış ve hatalı sonuçlara götürebildiği gibi,kişisel veya kurumsal sorumlulukların doğmasına da neden olabilir.

            SONUÇ

Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinin 4001 sayılı yasayla değişik 1. fıkrasının tümcesi de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis etmeye mecburdur şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2.maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine uygun bir düzenleme getirmektedir. Söz konusu ilke karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmesiz uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.  İdare Mahkemesi  kararı söz konusu olduğuna göre, işlem tesis etmek zorunda olan idarenin; bu yargı kararının gereğini yapması gerekirken, yargı kararını uygulamama yoluna gitmesi hukuken tasvip edilemez.Zira yargı kararlarına ve hukuka duyulması gereken güveni sarsan bu davranışın açık ve emredici Anayasa ve Yasa kurallarıyla bağdaştırılması mümkün değildir. Diğer taraftan iptal kararlarına karşı itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş olması kararın uygulanmasını durdurmaz. İdare itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş olsa da 30 günlük süre içerisinde söz konusu karar kaldırılmadıkça/bozulmadıkça/yürürlüğü durdurulmadıkça uygulanmak zorundadır. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilmesi mümkündür Yine idareler hukuki veya fiili imkansızlık nedeniyle kararın uygulanmasından imtina edebilmektedir. Yargı kararının gereği gibi uygulanmaması tazminat ve/veya cezai sorumluluk doğurmakla birlikte, kararların yerine getirilmesini izlemek veya denetleme konusunda ayrı bir sistem mevcut değildir. Yargı kararlarının yerine getirilmesi bakımından   bir hukuki yapı öngörülmediği surece bireylere yargılama surecinde sağlanan güvencelerin sonuç yaratmaması nedeniyle  bir anlamı kalmamaktadır.Yargı kararlarının uygulanması zorunluluğu ilkesinden, kasten olmasa bile elde olmayan sebeplerle zaman zaman sapmalar meydana gelmesi de olabilmektedir.Ancak Bu durumda, “imkansızlık”ın gerçekten söz konusu  olup olmadığının yargı kararını uygulamakla yükümlü idarelerce  iyi irdelenmesi, gerekmektedir. İdarelerin idari yargı kararlarının uymaktan ziyade uymama yönündeki davranışları, bu konuda temkinli yanaşmayı gerektirmektedir. İmkansızlık bulunmamasına rağmen yargı kararı doğrultusunda işlem tesis etmemek, elbette tazminat ve cezai anlamda sorumluluk doğurabilecektir. Ancak önemli olanın, yargı kararının uygulanması olduğu düşünüldüğünde yargı kararlarının gereği gibi uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek bir mekanizmaya/sisteme veya özel hukuki bir yapıya ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir.

3 Şubat 2012

                                                                                                                               Ercüment AKIŞ 

                                                                                                                                 Başkontrolör

                                                                                                                                                                     

ÜLKEMİZDEKİ KENTSEL DÖNÜŞÜM UYGULAMALARI VE MEVZUATI

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 ÜLKEMİZDEKİ KENTSEL DÖNÜŞÜM UYGULAMALARI VE MEVZUATI 

Giriş

Kentler, gerek kentsel gelişim sürecine özgü sanayileşme, göç gibi nedenlerle gerekse savaş, afetler gibi olağandışı nedenlerle dönüşüme uğramaktadırlar. Kentsel dönüşüme konu olan alanlar, köhneleşmiş veya bir şekilde mevcut planlamalar dışında kalmış alanlardır. Örneğin; cazibesini yitirmiş eski merkezi iş alanları, kentsel sit alanları, kent içindeki sağlıksız ve kaçak yapılar, gecekondu alanları gibi. Bunların yanında kentsel dönüşüm ihtiyacı yangın, deprem gibi afetler nedeniyle de ortaya çıkabilmekte; afetin ardından meydana gelen yıkımı ortadan kaldırmak veya afet olmadan önce olası zararları azaltmak amacıyla da kentsel dönüşüm uygulamaları yapılabilmektedir. Ülkemizde kentsel dönüşüm konusu son yıllarda, özellikle 1999 Marmara ve Düzce Depremlerinde yaşanan yıkımlarla daha da görünür hale gelen kentleşme, yerleşme sorunlarıyla, üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan konularından biri haline gelmiştir. Afet risklerinin azaltılması ve gecekondu alanlarının dönüşümü basta olmak üzere çeşitli amaçlarla kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaya başlamış; bunlarda TOKİ ve Büyükşehir belediyeleri başrolde olmuştur. Söz konusu uygulamaların yasal zemini yerel yönetimlere kentsel dönüşüm konusunda da yetkiler veren yeni yerel yönetim yasaları yanında, basta doğal afet riskleri olmak üzere, kentlerin sağlıksız yapılaşma alanlarını ortadan kaldırma amacında olan Kentsel Dönüşüm Yasa Tasarısıyla oluşturulmaya çalışılmış sa da bu tasarı yasallaşmamıştır.Ancak 13Ekim 2011 tarihinde Van ve Erçiş’teki depremler sonrasında,Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlanan  “ Afet Riski Altındaki Yapı ve Alanlar Hakkında Kanun” ile depreme hazırlık ve kentsel dönüşümün gerçekleşmesinin sağlanması beklenilmektedir.Bu tasarısının kanunlaşmasıyla illerdeki depreme ve afete dayanıksız yapılarla,salaş ve  kaçak yapıları belirlenerek kentsel dönüşüme tabi tutulacaktır.

Türkiye’de Kentsel Dönüşüm

Kentler, göç, sanayileşme, savaş ve afet gibi etkenlerle ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarla şekillenmektedir. Kentlerin çeşitli nedenlerle yasadığı bu dönüşümü ifade eden kent yenileme kavramı, farklı şekillerde tanımlanmaktadır. En genel tanımıyla kent yenileme, farklı nedenlerden dolayı zaman içinde eskimiş, terkedilmiş, değer kaybına uğramış ve köhneleşme eğilimine girmiş olan kent alanlarının günün sosyo-ekonomik ve fiziksel koşullarına uygun olarak yeniden canlandırılması ve kente kazandırılmasını ifade eder.  Kent yenilemeye neden olan olaylar çeşitli olabilir. Kent yenileme ihtiyacı kent içindeki tarihi bir yerleşme, işlevini yitirmiş bir sanayi alanı veya pek çok sosyal ve mekansal sorunu barındıran bir konut alanında veya hızlı ve sağlıksız gelişen kentlerde ortaya çıkan, yasadışı yapılaşma, ulaşılabilirlik, sağlıksız ve yetersiz altyapı arzı, doğal afetler gibi sorunlara çözüm bulma ihtiyacından doğabilir. Kent yenilemeyi sadece eski kent merkezlerinin çöküşünün önüne geçmek için mimari koruma yöntemlerinden biri olarak; konut sıkıntısına çözüm amacıyla; kentsel gelişme çerçevesinde ele alanlar olduğu gibi, her kentin kendi gelimse çizgisi içinde ortaya çıkanlar (olağan) ve beklenmeyen faktörlerden kaynaklananlar seklinde ikiye ayıranlar da vardır. Türkiye için düşünüldüğünde olağan kent yenileme ihtiyacını ortaya çıkaran nedenler ülkemize özgü kentleşme özellikleri ve sorunları ile yakından ilişkilidir. Türkiye’de kentler, aşırı nüfus yığılmaları, afet tehlike ve riskleri, yanlış yer seçimi kararları gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanan sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların her biri, ülkemiz için kentsel dönüşüm / yenileme ihtiyacını doğuran faktörlerdir. Olağandışı kent yenileme nedenlerini ise, depremler başta olmak üzere afetler ve afet riskleri oluşturmaktadır. Ülkemizde Osmanlı döneminde yangın bölgelerinin yeniden inşası ile ilk örnekleri görülen kent yenileme uygulamalarını kültür ve tabiat varlıklarını koruma anlayışı içinde, kentsel sitlere yönelik çalışmalar izlemiş, günümüzde ise, yasa dışı ve yasam kalitesi düşük kentsel alanların yasallaştırılması ve sağlıklaştırılması, prestijli yeni merkezi is alanları, fuar, alışveriş ve eğlence merkezleri, uluslararası tatil köyleri, golf sahaları gibi dönüşüm uygulamaları ile devam etmiştir. Son dönemlerde gecekondular,Van depremi sonrasında ise afet riski olan bölgelerin kent yenileme/dönüşüm projelerinde ön plana geçtiği görülmektedir. 1950’ler ve onu takip eden yıllarda ülkenin sosyo-ekonomik yapısında yaşanmaya başlayan gelişmeler kentleşme hızının ve kentsel nüfusun artısına neden olurken, kentler bu yıllardan itibaren hiç görmedikleri ölçüde hızlı bir dönüşüm sürecine de girmişlerdir. Bu süreçte yeni merkezler ortaya çıkmış, kentlerin gelişme yönleri değişmiş, merkezi iş alanı içinde kentsel rantların artmasıyla ekonomik ömrünü tamamlamadan binaların çoğu yıkılarak yerlerine çok katlı yapılar inşa edilmiş, yeşil alanlar ve tarım toprakları gibi yerleşime uygun olmayan alanlar konutlarla kaplanmaya başlanmış, kent merkezleri daha kalabalık ve değerli hale gelmiştir. Bu dönüşüm sürecinde kentler plansız gelişmeleri yanında hem doğal, tarihi ve kültürel çevreyi hem de afet risklerini göz ardı ederek büyümüşlerdir. 1950 ve 60’lı yıllardan itibaren İstanbul ve Ankara basta olmak üzere büyük kentler bu dönüşümün simgesi haline gelmiştir. Kent içinin dönüşümü yanında 1980 sonrasında kentler çevrelerine eklenen yeni oluşumlarla (gecekondu alanları, sanayi bölgeleri, devlet kurumları, üniversite kampüsleri vb.) gibi, dengesiz büyümeye başlamışlardır. Gecekondulaşma sorunu bu yıllardan itibaren ekonomik ve sosyal yapıyla bağları çerçevesinde kentsel bir olgu haline gelirken, yaygınlaşmıştır. Olağandışı kent yenileme nedenleri açısından bakıldığında, ülkemizde depremler basta olmak üzere doğal afetlerin ve doğal afet risklerinin kentlerin yenilenmesi ihtiyacını doğuran unsurlar olduğu görülmektedir. Örneğin İstanbul tarih boyunca çok sayıda büyük deprem yaşamış, aynı yerde, yıkıp-yapma ve onarımlarla yeniden inşa edilmiştir. Afetler kent için yenileme yanında, yeni imar düzenlemelerinin hayata geçmesi fırsatını ortaya çıkarmıştır. (1509 depremi sonrasında İstanbul’da olduğu gibi). Yakın tarihimizde de 1998-Ceyhan, 1992-Erzincan, 1995-Dinar, 1966-Varto, 1971-Bingöl depremlerinin ardından söz konusu kentler aynı yerde yeniden inşa edilmişlerdir. Ülkemizde afetin ardından ve afet olmadan önce mevcut tehlike karsısında riskin azaltılması amacıyla yeri değiştirilen yerleşim yerleri vardır. 1939-Erzincan, 1970-Gediz, 1942-Erbaa,  1975-Lice, 1939-Dikili, depremlerinin ardından bu kentler, eski yerleşim yerlerinin yakınında, güvenli bölgelerde, kısmi risk azaltımı önlemleri ile yeniden inşa edilmişlerdir. Türkiye’de meydana gelen depremler içinde 1999-Marmara ve Düzce Depremleri ise neden oldukları can ve mal kayıplarının büyüklüğü, etkilediği alanın genişliği, sonrasında hayata geçirilen yenileme ve risk azatlımı uygulamaları yanında, İstanbul basta olmak üzere farklı kentlerde başlatılan riskin azaltılmasına dayalı yenileme çalışmaları açısından da dönüm noktası oluşturmuştur.

Kentsel Dönüşüm  Mevzuatı

Ülkemizde kentleşme sorunları ile bağlantılı olarak olağan gelimse seyirleri içinde kentler bu şekilde dönüşürken, Türkiye’de kentleşme ve planlama pratiğine kent yenileme kavramının girişi 1970’li yıllara, planlamada bir uygulama aracı olarak kullanılmaya başlanması ise 1980’li yıllara denk düşmektedir. Kentsel dönüşüme ilişkin düzenleme ve uygulamalar uzun süre, mevcut mevzuat ve yasal düzenlemeler çerçevesinde yürütülmüştür. Bu nedenle batıdaki örneklerinde olduğu gibi çok yönlü, kapsamlı politika, teknik ve yöntemlerden, kurumsal ve finansal yapıdan ziyade, yönetim sistemi içinde farklı birimlerin, sorunlar ortaya çıktıkça geliştirmeye çalıştıkları birbirlerinden kopuk ve geçici düzenlemeler ve uygulamalar söz konusu olmuştur. Son yıllarda konuyla ilgili olarak yapılan düzenlemelere kadar yerel yönetimler bazında bazı büyükşehir belediyelerinde kent yenilemeye ilişkin görevleri yerine getiren uygulayıcı birimler olmuştur. Ülkemizde kent yenileme konusu 2000’li yıllardan sonra gündemde daha sık yer etmeye baslarken, konunun akademik camiada tartışılmaya başlanması,2003 yılında TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın düzenlediği Kentsel Dönüşüm Sempozyumu ile olmuştur. 2004 yılında TMMOB ile Küçükçekmece Belediyesinin birlikte düzenlediği “Uluslararası Kentsel Dönüşüm Uygulamaları Sempozyumu: Küçükçekmece Atölye Çalışması”yla konu, uluslararası örnekler, somut çözüm önerileriyle ilk kez tartışılmıştır.2004 yılı ve sonrasında AB ile uyum yasalarında kentsel dönüşüm/yenileme konusu yoğun biçimde yer almaya başlamıştır. Bu gelişmeler yanında AB adaylık sürecinin de etkisiyle 2000’li yıllarda yapılan kamu yönetimi reformlarında kentsel dönüşüm konusunu içeren yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan öne çıkan bazıları şunlardır;

a) 2981 Sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun” (Bu kanunla gecekondu alanları için imar ıslah planı yapma imkânı ortaya çıkmış ve dolaylı olarak kentsel dönüşüm projelerinin yapılmasına olanak sağlanmıştır.)

b)5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu,

c) 5393 sayılı Belediye Kanunu,

d) 5273 sayılı Arsa Ofisi Kanunu ve Toplu Konut  Kanununda Değişiklik  Yapılması İle Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünün Kaldırılması  Hakkında Kanun

e) 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ,

f) 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun ,

g) 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu.

5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanununun 7/e maddesinde ise “Belediye Kanununun 69 ve 73 üncü maddelerindeki yetkileri kullanmak.” yetkisi Büyükşehir belediyelerine verilmiş bulunmaktadır. Bu hükümlere göre gerek Büyükşehir belediyelerine ve gerekse belediyelere kentsel dönüşüm ve gelişim projesi adı altında geniş yetkiler verilmektedir. 5393 Sayılı Belediye Kanunu ile ilk kez belediyelere kentsel dönüşüm konusunda görevler verilmiştir.5393 sayılı Kanunun arsa ve konut üretimi başlıklı 69.maddesinde, “Belediye; düzenli kentleşmeyi sağlamak, beldenin konut, sanayi ve ticaret alanı ihtiyacını karşılamak amacıyla belediye ve mücavir alan sınırları içinde, özel kanunlarına göre korunması gerekli yerler ile tarım arazileri hariç imarlı ve alt yapılı arsalar üretmek; konut, toplu konut yapmak, satmak, kiralamak ve bu amaçlarla arazi satın almak, kamulaştırma yapmak, bu arsaları trampa etmek, bu konuda ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşları ve bankalarla is birliği yapmak ve gerektiğinde onlarla ortak projeler gerçekleştirmek yetkisine sahiptir” denilmektedir. 73.maddeye göre, “Belediye, kentin gelişimine uygun olarak eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek; konut alanları, sanayi ve ticaret alanları, teknoloji parkları ve sosyal donatılar oluşturmak, deprem riskine karsı tedbirler almak veya kentin tarihî ve kültürel dokusunu korumak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine konu olacak alanlar, meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile ilân edilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili resim ve harçların dörtte biri alınır. Bir yerin kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilân edilebilmesi için; o yerin belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması ve en az elli bin metrekare olması şarttır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan mülk sahipleri tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.” Bunların yanında yasada kentsel dönüşüm uygulamalarını kolaylaştırabilecek, kentsel dönüşümle dolaylı olarak ilgili bazı hükümler de vardır; hemşeri hukukunun tanımlandığı m.13, belediye yetkilerinin tanımlandığı 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun  amacı ise ; “Büyükşehir belediyeleri ve Büyükşehir belediye sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyeleri, il, ilçe belediyeleri, nüfusu 50 bini geçen belediyelerce ve bu belediyelerin yetki alanı dışında il özel idarelerince yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, doğal afet risklerine karsı önlem alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması” dır. Kanuna göre, “Yenileme alanları, il özel idarelerinde il genel meclisi, belediyelerde belediye meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile belirlenir. İl özel idaresinde il genel meclisince, büyükşehirler dışındaki belediyelerde belediye meclisince alınan kararlar Bakanlar Kuruluna sunulur. Büyükşehirlerde ise ilçe ve ilk kademe belediye meclislerince alınan bu kararlar, büyükşehir belediye meclisince onaylanması halinde Bakanlar Kuruluna sunulur. Bakanlar Kurulu projenin uygulanıp uygulanmamasına üç ay içinde karar verir…” Konu ile ilgili olarak ortaya konulan düzenlemelerden biri de, Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısı’dır. Tasarının genel gerekçesinde 1950’lerden bu yana süregelen hızlı ve sağlıksız kentleşme eğilimi, bölgeler arası gelişme farkları, orman, kıyı ve tarım alanları, su havzalarının yerleşime açılması gibi sağlıksız kentleşme özelliklerinden, bu sorunlara çözüm olarak geçmişte geliştirilmiş olan öneriler ve bunların yetersizliklerinden (gecekonduları yıkma, yerine yenisini yaptırmama, dar gelirlilerin arsa edinmelerini sağlamak vb.) söz edilmektedir. Bu durum saptamasının ardından genel gerekçede “fiziki mekanın güvenli, nitelikli, yaşanabilir kılınması için afet riski taşıyan alanların, fiziki, sosyal ve ekonomik köhneleme alanlarının, korunması gerekli doğal, tarihi ve kültürel çevre alanlarının toplum yararı esas alınarak dönüşüm plan ve projeleri kapsamında tasfiye, yenileme, iyileştirmeye tabi tutulması gerektiği” belirtilmektedir. Genel gerekçede ayrıca, 5366 sayılı kanunun sadece “sit alanı olarak tescil ve ilan edilmiş olan alanlarda kalan yıpranan tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunmasını esas alması” ve 5393 sayılı belediye kanununun 73. maddesi ile belediyelere kentsel dönüşüme ilişkin görevler verilmesinin doğurduğu yeni yasal düzenleme gerekliliği belirtilmektedir. Tasarının amacı “İmar planı bulunsun veya bulunmasın kentsel ve kırsal tüm alanlarda bilim, teknik, sanat ve sağlık kurallarına uygun olarak, afetlere ve kentsel risklere duyarlı yasam çevrelerinin oluşturulması için veya fiziki köhneleşme ve sosyal ve teknik altyapının yetersiz ve niteliksiz olduğu alanların iyileştirme, tasfiye, yenileme ve gelişimini sağlamak üzere dönüşüm alanlarının tespitine ve dönüşümün gerçekleştirilmesine dair her türlü iş ve işlemler ile ilke ve esasları belirlemektir.” Yine, 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu ile kuzey Ankara girişi ve çevresini kapsayan alanlarda kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde fiziksel durumun ve çevre görüntüsünün geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerleşim düzeni sağlanması ile kentsel  yaşam düzeyinin yükseltilmesi amaçlanmıştır. Bu Kanunun 4. maddesine göre, ilgili mevzuatına göre ilçe belediyeleri ve diğer kamu kuruluşlarına ait olan, her ölçek ve nitelikteki imar plânları, parselasyon plânları ve benzeri imar uygulamalarına dair izin ve yetkiler ile proje onayı, yapı izni, yapım sürecindeki yapı denetimi, yapı kullanma izni ve benzeri inşaata dair izin ve yetkiler Proje alan sınırları içinde kalan bölgede Belediyeye aittir. Proje alanı içinde her ölçekteki imar planları Belediyece yapılır, yaptırılır ve onanır.Proje alan sınırları içindeki tüm gayrimenkuller, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce mevzuata uygun olarak yapılmış ve onaylanmış herhangi bir ölçek ve türdeki imar plânı kapsamında kalsalar dahi, bu Kanuna göre yapılacak plân hükümlerine tâbi olurlar.Proje alan sınırları içinde kalan bölgede, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan plânların uygulanması Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren durur. Bu plânların kısmen veya tamamen uygulanmaya devam edilmesi ya da bu Kanuna göre yeniden yapılması hususunda Belediye yetkilidir. 1999 Depremlerinin ardından oluşmaya başlayan duyarlılıkla afetler karsısında risk azaltımı araçlarından biri olarak kent yenileme/dönüşümden söz edilmeye başlanmıştır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın ) 2004 yılında düzenlediği Deprem Şurası’nın Mevzuat Komisyonu Raporuna sakınım planları; acil müdahale gerektiren yüksek risk alanları ve kamu yararı açısından zorunluluk gösteren alanların topyekun fiziki düzenlemesi ve sosyal kalkınmasını amaçlayan özel bir planlama türü olarak “kentsel dönüşüm eylem planları” tanımlamaktadır. Söz konusu planlar, yapı güçlendirme, boşaltma, birleştirme, yeniden paylaştırma, yenileme projelerinde ortak oluşturma, hızlı kamulaştırma, gayrimenkul aktarım hakları gibi araçları kullanır. Doğal afetler nedeniyle dönüşüm/yenileme stratejisinin öneri olarak dile getirildiği bir başka belge ise 2004-Türkiye İktisat Kongresi Afet Komisyonu Raporudur. Buna göre, sakınım planları kapsamında yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm alanlarında boşaltma, yenileme, güçlendirme vb. araçların geliştirilmesi önerilmektedir.

Kentsel Dönüşümün Uygulanması

Türk planlama sistemi içinde henüz yeni olduğu söylenebilecek kent yenileme anlayışı 1980 sonrası süreçte özellikle gecekondu alanlarının dönüştürülmesi amacıyla uygulanmaya başlanmıştır.   1980’li yıllarda bu amaçla hazırlanan ve kamunun öncülüğünde uygulanan ilk kentsel dönüşüm projeleri Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği Kentsel Dönüşüm Projeleridir. Bu yıllardan sonra kentsel dönüşüm projeleri, gecekondu alanlarının iyileştirilmesinden uluslararası sermayenin de dâhil olduğu büyük projelere kadar çeşitli ölçeklerde uygulanmaktadır.Türkiye’nin en hızlı büyüyen kenti İstanbul, hem kamu müdahalesi ile hem de kamu müdahalesi dışında yapılan çeşitli türlerde kentsel dönüşüm projelerine yoğun biçimde sahne olmaktadır. Bunun yanında Ankara ve İzmir basta olmak üzere ülkenin çoğu kentinde farklı türlerde kentsel dönüşüm projeleri hayata geçirilmektedir. Bu projelerden bazılarını türlerine göre su şekilde gruplandırmak mümkündür;

               a)Çöküntü bölgelerinin / gecekondu alanlarının dönüşümü: İstanbul’da kıyı alanlarında Tuzla, Beykoz, Sarıyer, Silivri’deki gecekondu bölgelerinin, eski sanayi alanlarının (Kağıthane Deresi ve çevresi, Pendik, Kartal sahili ve Maltepe’de eski mermer ocaklarının bulunduğu bölge; Beykoz’da Beykoz Deri Kundura, Paşabahçe tesislerinin üretimlerine son vermeleri ile ortaya çıkan bos alanlar) yerlerine lüks konut alanları, is merkezlerinin yapılması; Ankara’da Güneypark Konutları, TOKİ’nin farklı kentlerde uyguladığı projeler, İzmir-Kadifekale, Karşıyaka-Şemikler, Ege Mahallesi örnekleri. Ankara’da gecekondu alanlarının yoğunlaştığı bölgeler (Çankaya, Altındağ, Etimesgut, Gölbaşı, Keçiören, Mamak, Sincan, Yenimahalle) basta olmak üzere kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaktadır. Bunlara örnek olarak GEÇAK (Çankaya), Aktaş-Atilla (Altındağ), Ege (Mamak) ve Şirindere (Yenimahalle) Kentsel dönüşüm projeleri örnek olarak verilebilir.

               b)Soylulaştırma: İstanbul’da kıyı kesimindeki tarihi yapılarda; 1970 ve 1980’lerde Kuzguncuk, Arnavutköy, Ortaköy, Cihangir, Beyoğlu, Galata, Balat ve Fener gibi tarihi veya özgün niteliği olan ve zaman içinde çöküntü sürecine girmiş olan semtlerin dönüşümü.

               c) Merkezi iş alanının dönüşümü: İstanbul’da Beşiktaş ve çevresinin yeni merkezi iş alanı olması, iş merkezlerinin burada yer seçmesiyle yaşadığı dönüşüm; Maslak ve Büyükdere aksı; İzmir’de ,İzmir Kent Merkezi Projesi.

             d) Prestij projeleri ile dönüşüm: İstanbul’da Beyoğlu, Galataport, Kadıköy’de Haydarpaşa Liman Bölgesi.

              e) Sit alanlarının korunması ve turizm amaçlı dönüşüm: İstanbul’da Tarlabaşı, Hacıhüsrev, Tophane, Dolapdere, Okmeydanı’ndaki kısmi projeler; Tarihi Yarımadayı kapsayan Fatih ve Eminönü’ndeki turizm amaçlı dönüşüm, Ulus Tarihi Kent Merkezinin Dönüşümü Projesi, Beypazarı Evlerinin Restorasyonu Projesi.

             f)TOKİ’NİN öncülüğünde başlatılan dönüşüm projeleri: İstanbul Tuzla’da, Pendik’te (İstanbul park Formula 1 Pisti, yat limanı, Sabiha Gökçen havaalanı, Sabancı Üniversitesi)

             g)Doğal afetler nedeniyle kentsel dönüşüm: İstanbul’da Zeytinburnu, Bakırköy, Küçükçekmece’de bu amaçla projeler yapılmaktadır. İzmir’de heyelan bölgesi olan Ballıkuyu ve Vezirağa’daki bölgelerin tasfiyesi. Bunların yanında, depremden hasar gören kentler de (Adapazarı, İzmit, Değirmendere, Düzce gibi) zorunlu olarak yeni konut alanlarının yapılması, yeni gelişme alanlarının belirlenmesi ile dönüşüm sürecine girmişlerdir. Dönüşüm projelerinde kamu ve özel sektör yanında Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) dönüşüm alanlarındaki hareketin tetikleyicisi konumundadır. 2006 itibariyle TOKİ, 100 belediye ile gecekondu dönüşüm protokolleri imzalamış, ilk etapta 52 ayrı bölgede 65 bin konutu tamamlamıştır. Kentin bos arazilerindeki veya özel mülkiyete ait yerlerde özel şirketler kendileri projeler yaparken, proje yapılması riskli olan gecekondu alanlarında genellikle TOKİ ve belediyelerin uygulamaları görülmektedir. Belediyelerin belediye şirketleri aracılığıyla yürüttüğü projeler de vardır. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde KİPTAS, Kocaeli de Kent Konut gibi.

Mevzuat ve Uygulamaya Yönelik Eleştiriler

Ülkemizde son dönemlerde adından sıkça söz edilmeye başlanan kentsel dönüşüm kavramı, anlayışı ve konuya ilişkin düzenlemeler, aynı zamanda bir tartışma zemininin oluşmasının da yolunu açmıştır. Konuya ilişkin eleştirileri kavramsal, mevzuat ve uygulama boyutları çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Kavramsal boyutu ile değerlendirildiğinde, Avrupa’daki gelişim çizgisinde büyük, geniş kapsamlı sosyal programların bir parçası olarak uygulama imkânına kavuşan kent yenileme düşüncesinin ülkemizde, benzer sosyal dönüşüm programlarından ziyade küreselleşme ve bunun kamu yönetimi, kent yönetimi üzerindeki etkilerinin sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Yerleşme ve imara ilişkin yasal metinlerin kentsel dönüşümle olan ilgileri açısından bakıldığında, bunların yetersiz oldukları, hatta 3194 sayılı İmar Kanununda, 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda dahi konuya ilişki hiçbir düzenleme olmadığı görülmektedir.Son dönem yerel yönetim reformlarında getirilen kentsel dönüşüm / yenilemeye ilişkin öngörüler, genellikle fiziksel veya ekonomik uygulama araçlarını ortaya koymak veya yasal olarak uygulamaların önünü açmakla sınırlı kalmış, farklı dönüşüm sorunları karsısında geliştirilen çözümler, fiziki mekanın dönüştürülmesine indirgenmiş, yenilemenin sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları göz ardı edilmiştir. Kamu sektörü açısından durum böyle iken, özel sektörün de kentsel dönüşüme olan ilgisi ancak son yıllarda ortaya çıkmaya başlamış, ancak bu ilgi daha ziyade karın yüksek ve kısa sürede elde edilebilecek olduğu alanlarda yoğunlaşmıştır.Türkiye’de kentsel dönüşüm sorunlarına cevap, belirli bir plan kapsamında değil, daha ziyade gündelik, kendiliğinden gelişen çözümler olarak karsımıza çıkmaktadır. Kentlerin hızlı dönüşüm sürecini planlayacak, sistematik hale getirecek politikalar aynı hızda üretilememektedir. Kentsel dönüşüme ilişkin mevzuat düzenlemeleri de uygulamalar ölçüsünde tartışılan, özellikle meslek odaları (TMMOB Şehir Plancıları Mimarlar Odası, YAYED gibi) ve akademisyenler tarafından eleştirilen bir konu olmuştur. Ülkemizde mevcut yasal düzenlemeler ve koordinasyon eksikliği, kentsel dönüşüm uygulamaları karsısında ortaya çıkan en önemli güçlüklerdendir. Konuya ilişkin bazı yasal düzenlemelerin varlığına ve son dönem yerel yönetim yasaları kapsamında konuya ilişkin önemli düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen bunların yeterli olmadıkları görülmektedir. Örneğin 3194 sayılı İmar Kanunu kentsel dönüşüm uygulamaları için esas referans kaynaklarından biri olmasına rağmen, kentsel dönüşüm uygulamalarının ölçeğinin nasıl ve ne şekilde uygulanacağı, uygulama süresinin ne olacağı, uygulama alanında olması gereken teknik ve sosyal koşullar gibi verilerin ne olacağına dair bilgilerin eksikliği nedeniyle yetersiz kalmaktadır. Kanunun 18. maddesinin arazi ve arsa düzenlemelerine yönelik hükümlerinin detaylı olmamasından dolayı uygulamalar nedeniyle doğan aksaklıkların çözümüne ilişkin birçok Danıştay kararı bulunmaktadır. 5393 sayılı Belediye Yasasında belirtilen 50.000 nüfus ölçütü ve 50.000 metrekare ölçütlerinin dönüşüm alanını belirlemede esas kabul edilmesi, dönüşüm alanı kararının belediye meclisinde verilmesi, uzmanlara danışılmaması gibi konular sorun oluşturabilecek unsurlardır.Bu durum 3194 sayılı Kanunun 8.maddesi uygulamasında yani imar planı yapımı ve değişikliğinde yetkili organ olan belediye meclisinin tek yetkili olması nedeniyle istenilen ve beklenilen planlı kentleşme yerine, ranta ve özel isteklere dayalı kentlerin,çarpık  kentleşmenin önünü  açmıştır.1580 sayılı belediye kanunu ve 3194 sayılı İmar Kanununda, dönüşüm projelerinin uygulanması konusu açık ifadelerle tanımlanıp, belediyelere yetki verilmemişken, 5393 sayılı Belediye Kanununun 73.maddesiyle,belediyelere dönüşüm projeleri ile ilgili olarak tam yetki verilmiş ve deprem riskli alanlarda müdahale imkânı tanınmıştır. Ancak kanunun, kentsel dönüşüm sürecinin nasıl olacağını açık bir biçimde tanımlanmamış olması, sadece kentsel dönüşüm projelerinin uygulanmasında kamulaştırma yönteminin nasıl kullanılacağı belirtilmesi nedeniyle eksiklikler taşımaktadır. 5366 sayılı Kanunda da dönüşüm alanlarını belirleme kriterleri tanımlanmamış, bu süreçte il özel idareleri ve belediyelerin proje uygulama, denetim gibi süreçlerdeki yetki ve sorumlulukları detaylı biçimde ele alınmıştır. Bu durum, uygulamada bu birimler arasında yetki karmaşası ortaya çıkarmaktadır.Diğer taraftan, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunuyla da kentsel dönüşüm proje alanlarının belirlenmesi ve örgütlenme modelinin nasıl oluşturulacağının yanı sıra sosyal boyutunun nasıl ele alınacağına dair bir düzenleme getirilmemiştir.

Sonuç ve Düşünceler:

Kentsel Dönüşüm konusu, ülkemizde son yıllarda uygulama örnekleri ve üzerinde yapılan tartışmalarla öne çıkan kavramlardan biridir. Kentler doğaları gereği dönüşüm içerisinde iken önemli olan nokta bu dönüşümün nasıl yönlendirileceği ve en başarılı çözüme nasıl ulaşılabileceğidir. Bu anlamda kentsel dönüşüm kavramının kullanımı ve uygulamalarına baktığımızda çoğunun kavramın gerçek anlamından ve amaçlarından uzakta olduğu, sadece yeni olmanın cazibesiyle kullanıldığı görülmektedir. Bu anlamda uygulayıcıları kentsel dönüşüm kavramını her kentsel derde deva olabilecek bir araç gibi veya yaptıkları her tür imar uygulamasının esas nedeni olarak görebilmekte / gösterebilmektedirler. Öncelikle, kavramın bu yanlış kullanımının terk edilmesi, kentsel dönüşümün ne olup ne olmadığı üzerine akademisyenlerin, meslek uzmanlarının çalışmaları ve başarılı uygulama örneklerinden faydalanılması gerekmektedir. Kentlerin içinde bulundukları sürekli dönüşüm sürecini, kentlerin mevcut kaynaklarının, altyapı ve yatırımlarının verimli biçimde kullanılmasını sağlamak ve nihayetinde kentlerin uzun vadeli planlar çerçevesinde gelişimlerini kontrol etmek için kentsel dönüşüm etkili bir araç olabilir. Özellikle Türkiye gibi basta doğal afet riskleri olmak üzere sorunları çok olan kentlerin daha güvenli, yaşanabilir hale getirilmesinde; özgün niteliği olan kentlerin kültür ve tabiat varlıklarının korunarak yaşatılmasında kentsel dönüşümden faydalanılabilir. Ancak, öncelikle kavramın anlaşılması ve mevzuattaki bazı eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede su öneriler getirilebilir:

♦Kentsel dönüşüm konusunda farklı kanuni düzenlemeler arasında, mimarlık ve şehirciliğin uzmanlık alanları arasında bütünlük sağlanmalıdır. (örneğin, İmar mevzuatı ve afet kanunu gibi) Parça parça düzenlemelerde bulunmak yerine tek bir yasa bütünlüğü altında çözümler üretilmelidir.

♦Kentsel dönüşüm uygulamaları, ilke ve kuralları açık olarak belirlenmiş bir çerçevede yürütülmelidir. Özellikle yenilemenin temel amaçları belirlenirken, ülkemiz için öncelikli gerekçe doğal afetler olmalıdır. Kentsel dönüşüm amaçlı kamu müdahaleleri, sadece olası afet bölgelerinde kamu yararı için öngörülmelidir.

♦Kentsel dönüşüm sadece fiziki yenilemeyi değil, kapsamlı bir sosyo-kültürel programı, yerel kalkınma programını da içermeli, kapsamlı bir dönüşüm programının parçası olarak katılımcı yaklaşımlara olanak vermelidir.

♦Dönüşüm projelerinin geliştirilmesinde teknik sorumluluğun hangi meslek alanlarına ait olduğu açıkça düzenlenmelidir,

♦Kentsel dönüşüm müdahalelerinde yerel yönetimlerin kapasiteleri ortadadır. Dönüşüm plan-projeleri hazırlamada yerel yönetimlere destek olmak amacıyla; rehberler ve deneyimli, uzman teknik eleman merkezi yönetimce,meslek odalarınca ve üniversitelerce sağlanmalıdır,

♦Dönüşüm projelerinde tek tip standart uygulamalar yerine yerelin özgünlüğünü ön plana çıkaran projelere ağırlık verilmelidir.

Ercüment AKIŞ

İçişleri Bakanlığı

Mahalli İdareler Başkontrolörü

  

KAYNAKÇA

 AKKAR, Müge (2006) “Kentsel Dönüşüm Üzerine: Batıdaki Kavramlar, Tanımlar, Süreçler ve Türkiye”, CEYLAN, Eda Çaçtaş, A.C. KUTLU (2007) “Yerel Yönetim Kavramı ve Kentsel Dönüşüm Projelerinde Yetki Karmaşası”, TMMOB Yerel Yönetimlerde Dönüşüm Sempozyumu,EKE, Feral ve Aysu Uğurlar (2005) “Kentsel Dönüşüm. Basarı mı Hata Mı?”,ÖZDEN, Pelin Pınar (2007) “Belediyelerin Sosyal Programları ve Kentsel Yenileme”, Yerel Yönetimler Üzerine Güncel Yazılar: Nobel Yayın, Ankara. ÖZDEN, Pelin Pınar (2008) Kentsel Yenileme, İmge Kitabevi, Ankara, YAYED (Yerel Yönetim Araştırma, Yardım ve Eğitim Derneği) (2006) Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı Üzerine YAYED Görüsü


644 sayılı KHK uyarınca düzenlenecek ruhsat işlemleri

Mar31
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI

Mesleki Hizmetler Genel MüdürIüğü

 

09.01.2012

  Sayı    : B.09.0.MHG.0.10.00.00-327-67

Konu  : 644 sayılı KHK uyarınca düzenlenecek ruhsat işlemleri

İlgi (a) da kayıtlı Genelgenin 10 uncu maddesinde ise; “Özel Çevre Koruma Bölgelerinde yer alan köy yerleşik alanlarında ve Bakanlığa yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni düzenleme görevi verilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2’nci maddesinin birinci fıkrası (ç), (ğ) ve (h) bentleri ile 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi kapsamında kalan konularda, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerinin, Bakanlığımız taşra teşkilatı olan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerince düzenleneceğine açıklık getirilmiştir.

Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi yanında, işi yeri açma ve çalışma ruhsatı işlemleri, Bakanlığımız taşra teşkilatı olan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerince yürütülecektir. Ancak, İl Müdürlüklerimiz, yapılan müracaatlar üzerine ilgili İdaresinden ayrıntılı bilgi isteyecektir. Bu işlemleri yapmakla yetkili İdareler, bu iş ve işlemlerin yapılmama gerekçelerini etraflıca açıklayarak konu hakkındaki görüşlerini en geç on beş gün içinde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerine bildirmek zorundadır. İdareler tarafından verilen görüşler sonucunda İmar Planına ve yürürlükteki mevzuat hükümlerine aykırılığı bulunmadığı anlaşılan ruhsat başvuruları için on iş günü içinde yapı ruhsatı, ruhsat ve eklerine uygun olarak inşası tamamlanan yapılara da yine on iş günü içinde yapı kullanma izin belgesi düzenlenecektir.

Ruhsat veya yapı kullanma izin belgesi düzenlenmesine ilişkin incelemede eksikliklerin fark edilmesi halinde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri, eksiklikleri, giderilmek üzere belgeleri on beş gün içinde talep sahiplerine iade edecektir. Eksiklikler tamamlanıp idareye teslim edildiğinde ise en geç on iş günü içinde yapı ruhsatı veya yapı kullanma izin belgesinin düzenlenmesi zorunludur.

Belediye Gelirleri Kanununun “Bina İnşaat Harcı” Bölümünün “İstisnalar” başlıklı Ek-2’nci maddesine göre bina inşaat harcından istisna yapılar hariç; anılan Kanunun 80 ve 81’nci maddeleri uyarınca parselin bulunduğu Belediyesince yapılan işlem karşılığı alınan harçların miktarını geçmemek üzere, proje inceleme ve tasdik işlemleri için alınacak proje ve tasdik hizmeti bedeli, yapı kullanma izni verilmesi işleri için alınacak yapı kullanma izni hizmeti bedeli, işyeri açılması için alınacak işyeri açma izni hizmeti bedeli, zemin ve yol kanal açma izni verilmesi, yapım ve yıkım artığı malzeme ile toprak kazısının taşınması için belediyelerce yer gösterilmesi ve bu yerlerin tesviyesi için alınacak zemin açma izni ve toprak hafriyatı hizmeti bedeli, Bakanlığımız Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü hesabına yatırılacaktır.

Belediye ve mücavir alan sınırları dışında kalan yatırımlarda ise, yatırıma konu alanın en yakınında yer alan Belediye için geçerli olan harç miktarlarını geçmemek kaydıyla, yukarıda bahsi geçen “hizmet bedelleri” Bakanlığımız Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü hesabına yatırılacaktır.

Otopark Yönetmeliği ve Otopark Yönetmeliği Hakkında Genel Tebliğ uyarınca, yapılacak yapılara, bina otopark yerleri ayrılmadıkça yapı ruhsatı, bu otoparklar inşa edilip hazır hale getirilmedikçe de yapı kullanma izni verilemez.

İçişleri Bakanlığınca hazırlanarak 30/01/2007 tarih ve 26419 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Ruhsatı ve Yapı Kullanma İzin Belgesi kullanılmasına İlişkin Mecburi Standard Tebliğinin eki TS 8737 Standart Yapı Ruhsatı formunun web ortamında doldurulması zorunludur. İhtiyaç duyulması halinde yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi düzenlenebilmesi için, Bakanlığımıza İçişleri Bakanlığının ilgi (b) yazısında bildirildiği üzere; Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin il sınırları yetki alanları içinde olmak üzere, Ulusal adres veri tabanı üzerinden yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi düzenleyebilmeleri için bu konuda görev yapacak personelin belirlenmesi ve öncelikle bu belgeleri düzenleme yetkisi verilen personele ilişkin bilgilerin, yazımız ekinde yer alan ilgi (b) yazı eki formata uygun olarak doldurularak İçişleri Bakanlığı, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne iletilmesi gerekmektedir.

Bilgilerinizi, uygulamaların yukarıdaki açıklamalarımız dahilinde gerçekleştirilmesini teminen ruhsat düzenlemekle yetkili, iliniz dahilindeki Belediyelere, İl Özel idaresine, Çevre ve Şehircilik Müdürlüklerine duyurulması hususunu önemle rica ederim.

İrfan UZUN

Bakan a.

Müsteşar Yardımcısı

 

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Özel öğretim kurumları’na ait Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Görüşü

Mar31
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

21/02/2011

 

Sayı   : B.05.0.MAH.0.01.01.00/5085

Konu : Özel öğretim kurumları

 

BOLU VALİLİĞİNE

(İl Mahalli İdareler Müdürlüğü)

 

İlgi : 28/01/2011 tarih ve B.05.4.VLK.4.14.07.00/517.02.01/723 sayılı yazınız.

İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin 6 ncı maddesinin özel öğretim kurumlarına uygulanıp uygulanmayacağı ve bu kurumların hafta tatili çalışma ruhsatı alıp almayacakları hakkında görüş isteyen ilgi yazınız incelenmiştir.

5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 3 üncü maddesine 28/11/2010 tarihli ve 6082 sayılı Kanunun 19 maddesiyle eklenen son fıkrada “10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi, 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ile 22/2/2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen izin veya ruhsatlar, bu Kanun kapsamındaki özel öğretim kurumlarını kapsamaz. Özel öğretim kurumları mevzuatına uygun olmak kaydıyla işyeri açma ve çalışma ruhsatı Bakanlıkça verilir. Bakanlık bu yetkisini valiliklere devredebilir.” hükmü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 58 inci maddesinde “….ve ulusal bayram günlerinde çalışmaları belediyelerce izne bağlı işyerlerine ruhsat verilmesi, Tatil Günlerinde Çalışma Ruhsatı Harcına tabidir.” hükmü ve aynı kanunun 59 uncu maddesinde “Tatil günlerinde çalışma ruhsatı harcının mükellefi kendisine çalışma ruhsatı verilen gerçek veya tüzel kişidir.” hükmü, 394 sayılı Hafta Tatili Kanununun 1 inci maddesinde “On bin veya on binden fazla nüfusu havi şehirlerde alelumum fabrika, imalathane, tezgah, dükkan, mağaza, yazıhane, ticarethane, sınai ve ticari bilumum müessesat ve tevabiinin haftada bir gün tatili faaliyet etmeleri mecburidir” hükmü, aynı Kanunun 4 üncü maddesinde “Atide zikrolunan müesseseler yevmi mahsusta hafta tatilinden müstesnadır” hükmü ve 8 inci maddesinde “İş bu kanunun ahkamı istisnaiyesinden istifade etmek isteyen müesseselerin sahip veya müdiri mes’ullerinin mahalli belediye meclislerine müesseselerin nevi, evsaf ve şeraitini ve istihdam ettikleri memurin ve amele miktarını mübeyyin bir beyanname vererek ruhsatname almaları lazımdır. Belediye mıntıkalarından hariç bulunan müesseseler en yakın belediyelere müracaat ederler. Ruhsatnameler bir sene için muteberdir.” hükmü, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin 6 ncı maddesinde “…İşyerlerine bu Yönetmelikte belirtilen yetkili idareler dışında diğer kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili meslek kuruluşları tarafından özel mevzuatına göre verilen izinler ile tescil ve benzeri işlemler bu Yönetmelik hükümlerine göre ruhsat alma mükellefiyetini ortadan kaldırmaz…” hükmü yer almaktadır. Danıştay Sekizinci Dairesinin 29/09/1995 tarih K:2760, E:4868 kararında konu hakkında “…Davacının işleticisi bulunduğu otel anılan kanunun 4 üncü maddesinde belirtilen istisna kapsamında olduğundan aynı kanunun 8 inci maddesinin getirdiği açık kural uyarınca mahalli belediye meclisine beyanname vererek Hafta Tatili Ruhsatnamesi almak ve alınan ruhsatnameyi her yıl yenilemek zorunluluğu bulunduğu kuşkusuzdur…” ifadesi yer almaktadır.

Mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesi neticesinde; 5580 sayılı Kanunda gösterilen özel öğretim kurumlarına, bu Kanunun 3 üncü maddesine eklenen fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işyeri açma ve çalışma ruhsatının Milli Eğitim Bakanlığınca verilmesi gerektiği, dolayısıyla belediyelerce bu kurumlara işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilemeyeceği, ancak sözü edilen özel öğretim kurumları hafta tatilinde faaliyet göstermesi durumunda ilgili belediyeye başvuru yaparak hafta tatili ruhsatı almaları ve buna ilişkin harcı ödemeleri gerektiği değerlendirilmektedir.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

Yavuz Selim KÖŞGER

Bakan a.

Genel Müdür

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

 

26.12.2011

 

Sayı     : B.05.0.MAH. 0.02.01.00-349-31814

Konu   : Hafta Tatili Hakkında Kanun

İlgi       : Emniyet Genel Müdürlüğünün 28/11/2011 tarih ve 8954-231875 sayılı yazısı.

 

394 sayılı Hafta Tatili Hakkında Kanunla ilgili olarak Türkiye Lokantacılar, Kebapçılar, Köfteciler, Pastacılar ve Tatlıcılar Federasyonu tarafından Bakanlığımıza sunulan 19/03/2008 tarihli ve 2008/111 sayılı yazıya cevap olarak gönderilen 21/05/2008 tarihli ve 45624 sayılı “…394 sayılı Kanunun istisna hükümlerinden yararlanmak isteyen işyerlerinin Kanunun 8 inci maddesi uyarınca ilgili belediyeye müracaat ederek hafta tatilinde çalışma ruhsatı alması ve gerekli harcı ödemesi gerektiği..” şeklindeki yazımızın iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle açılan dava sonucunda Ankara 1. İdare Mahkemesince 15/04/2010 tarihli ve E.2009/1822, K:2010/509 sayılı iptal kararı, Danıştay Sekizinci Dairesinin 07/12/2010 tarihli ve E: 2010/5698, K:2010/6534 sayılı kararı ile onanmıştır.

Söz konusu karar ekte gönderilmiş olup, uygulamanın bu yönde yapılması hususunda iliniz dahilindeki belediyelere bilgi verilmesini rica ederim.

 

Yavuz Selim KÖŞGER

Bakan a.

Genel Müdür

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Hukuk Müşavirliği

  

Sayı:18770                                                                                                               27.12.2011

Konu: Deniz Turizmi Araçları İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı

 

İlgi   :Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 25/10/2011 tarih ve B.05.0.MAH.0.00.00.00-253-26550 sayılı yazısı.

 GÖRÜŞ İSTENİLEN KONU    : Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün İlgi yazısıyla; deniz turizmi araçlarına işyeri açma ve çalışma ruhsatı, canlı müzik izni ve alkollü içki satış izni verilip verilemeyeceği ile verilmesi halinde işyeri açma ve çalışma ruhsatıyla, yangın güvenlik raporunun hangi idare tarafından düzenleneceği hususlarında Bakanlık görüşü istenilmektedir.

 İLGİLİ BİRİMİN GÖRÜŞÜ       : Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü konuya ilişkin olarak;“…deniz turizmi araçlarının İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik çerçevesinde umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak ruhsatlandırılmasında ve bu yerlere canlı müzik izni verilmesinde herhangi bir sakınca bulunmadığı, yangın güvenliği raporu ile işyeri açma ve çalışma ruhsatının da limanların bulunduğu yetkili mahalli idare tarafından düzenlenmesinin gerektiği “Şeklinde görüş bildirmiştir. 

 HUKUK MÜŞAVİRLİĞİNİN GÖRÜŞÜ : Konuya ilişkin olarak mevzuatta; 3572 sayılı İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair KHK’nin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun 2 inci maddesinde; “Bu Kanun hükümleri;

            …

            c) 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamına giren turizm işletmelerine,Uygulanmaz.” ,    

            2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun “Kapsam” başlıklı 2 nci maddesinde; “Bu Kanun, turizm hizmeti ile bu hizmetin gereği kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve  turizm merkezlerinin tespiti ile geliştirilmelerine, turizm yatırım ve işletmelerinin teşvik edilmesine, düzenlenmesine ve denetlenmesine ilişkin hükümleri kapsar.”,Aynı Kanunun “Tanımlar” başlıklı 3 üncü maddesinde; “Bu Kanunda yer alan;

            i)(Değişik: 28/12/2006-5571/13 md.) Deniz turizmi araçları: Gezi, spor, eğlence ve turizm amaçlı olarak, denize elverişlilik belgesine sahip gerçek ve tüzel kişilere ait özel ve ticarî yatları, kurvaziyer gemileri ve dalabilir deniz araçlarını…İfade eder.”,

            Aynı Kanunun “Alkollü içki satışı” başlıklı 19 üncü maddesinde; “ (Değişik: 7/8/1997 – 4302/1 md.) Belgeli işletmeler, Bakanlığın iznine bağlı olarak, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 178 inci maddesi ile 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 61 inci maddesindeki alkollü içki satışı ve ruhsatlarına ilişkin hükümlerin dışındadır. …”,     

             Aynı Kanunun  “Deniz turizmi araçları yatırım ve işletmeciliği:” başlıklı 27 nci maddesinde; “(Değişik: 28/12/2006-5571/16 md.) Gerçek ve tüzel kişiler, Bakanlıktan belge alarak deniz turizmi araçları yatırım ve işletmeciliği yapabilirler.

             Bakanlıktan belgeli deniz turizmi araçları bu Kanunda belirtilen amaçlar dışında faaliyette bulunamazlar.

             Türk Bayrağı çekemeyen deniz turizmi araçlarına, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 823 üncü maddesine bağlı kalmaksızın, Türk Bayrağı çekilmesine izin vermeye Bakanlık yetkilidir.

             Yabancı bayraklı deniz turizmi araçlarının Türk karasuları ve limanları arasında turizm amacıyla kullanılmasına ilişkin esaslar yönetmelikle belirlenir.”,

            5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun “İl özel idaresinin yetkileri ve imtiyazları” başlıklı 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (g) bendinde; “Belediye sınırları dışındaki gayri sıhhî müesseseler ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerine ruhsat vermek ve denetlemek. …”,

             5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun “Büyükşehir, ilçe … belediyelerinin görev ve sorumlulukları” başlıklı 7 nci maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendinde; “Büyükşehir belediyesi tarafından yapılan veya işletilen alanlardaki işyerlerine büyükşehir belediyesinin sorumluluğunda bulunan alanlarda işletilecek yerlere ruhsat vermek ve denetlemek.”,Aynı fıkranın (u) bendinde; “…; itfaiye ve acil yardım hizmetlerini yürütmek; patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, konut, işyeri, eğlence yeri, fabrika ve sanayi kuruluşları  ile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek, bu konuda mevzuatın gerektirdiği izin ve ruhsatları vermek.”,

            5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” başlıklı 15 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (l) bendinde; “Gayrisıhhi müesseseler ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemek.”,Aynı fıkranın (o) bendinde; “Gayrisıhhî işyerlerini, eğlence yerlerini, halk sağlığına ve çevreye etkisi olan diğer işyerlerini kentin belirli yerlerinde toplamak; …”,

               4250 sayılı  İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanununun “İspirto ve ispirtolu içkilerle diğer maddelerin satışı” başlıklı 19 uncu maddesinde; “ (Değişik: 14/6/1984 – 3023/1 md.)İspirto ile bira ve şarap dahil her çeşit ispirtolu içki satmak isteyenler İnhisarlar İdaresinden ruhsat almaya mecburdurlar. Bu ruhsatın esasları Maliye ve Gümrük Bakanlığınca objektif kurallar belirlenerek düzenlenecek bir yönetmelikle tespit edilir.

         (Değişik ikinci fıkra: 24.11.2004 – 5259/7 md.) Açık olarak alkollü içki, bira, şarap ve ispirto ile her çeşit ispirtolu içki satmak isteyenler, belediye veya il özel idaresinden ruhsat almaya mecburdurlar. Belediye veya il özel idaresi, ruhsat vermeden önce, yetkili kolluk kuvvetinin görüşünü alır. Kolluk kuvveti görüşünü yedi gün içinde verir.

           (Değişik: 11/1/2001 – 4619/3 md.) Öğrenci yurtları, spor kulüpleri, her türlü öğretim ve eğitim kurumları, kahvehane, kıraathane, pastahane, bezik ve briç salonlarında alkollü içkilerin satışı için ruhsat verilmez. …”,   

            14.07.2005  tarih ve 2005/9207 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilerek 10.08.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının (a) bendinde; “Yetkili idare: Belediye sınırları ve mücavir alanlar dışı ile kanunlarda münhasıran il özel idaresine yetki verilen hususlarda il özel idaresini; büyükşehir belediyesi sınırları ve mücavir alanlar içinde büyükşehir belediyesinin yetkili olduğu konularda büyükşehir belediyesini, bunların dışında kalan hususlarda büyükşehir ilçe … belediyesini; belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediyeyi ve organize sanayi bölgesi sınırları içinde organize sanayi bölgesi tüzel kişiliğini,”,Aynı fıkranın (h) bendinde; “İçkili yer bölgesi: Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisi, bu sınırlar dışında il genel meclisi tarafından valilik veya kaymakamlığın görüşü alınarak tespit edilen ve içerisinde şarap ve bira dahil her türlü alkollü içeceğin verilebileceği işyerlerinin açılabileceği bölgeyi,” Aynı Yönetmeliğin “İşyerlerinde aranacak genel şartlar” başlıklı 5 inci maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendinde, “Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinde genel asayiş ve güvenlik yönünden yetkili kolluk kuvvetinin görüşünün alınmış olması,”“İşyeri açılması” başlıklı 6 ncı maddesinin 1 inci fıkrasında; “(Değişik birinci fıkra: 19.03.2007-2007/11882 S.Yön./3. md.)Yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamaz ve çalıştırılamaz. İşyerlerine bu Yönetmelikte belirtilen yetkili idareler dışında diğer kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili meslek kuruluşları tarafından özel mevzuatına göre verilen izinler ile tescil ve benzeri işlemler bu Yönetmelik hükümlerine göre ruhsat alma mükellefiyetini ortadan kaldırmaz. İşyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan açılan işyerleri yetkili idareler tarafından kapatılır.”,“Yönetmelikte yer almayan işyerleri” başlıklı 9 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında; “Bu Yönetmelik kapsamına girmesine rağmen adı ve nitelikleri belirtilmeyen sıhhî bir işyerinin açılması halinde, benzeri işyerleri için öngörülen esaslara göre işlem yapılır.”,“Birden fazla faaliyet konusu bulunan işyerleri” başlıklı 10 uncu maddesinde;“Adresi ve işleticisi aynı olan ve birden fazla faaliyet konusu bulunan işyerlerine, ana faaliyet dalı esas alınarak tek ruhsat düzenlenir. Talî faaliyet konuları ruhsatta ayrıca belirtilir.  Aynı adreste bulunsa bile ana faaliyet konusu veya işletmecisi farklı olan işyerlerine ayrı ayrı ruhsat düzenlenir. …”,“İçkili yer bölgesinin tespiti” başlıklı 29 uncu maddesinde; “İçkili yer bölgesi, mülkî idare amirinin genel güvenlik ve asayiş durumu hakkındaki görüşü doğrultusunda belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisi, bu sınırlar dışında il genel meclisi tarafından tespit edilir.

            İçkili yer bölgesi haricinde içkili yer açılamaz.”,“Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin açılması” başlıklı 32 nci maddesinde; “Umuma açık istirahat ve eğlence yerinin açılması ve faaliyette bulunmasına belediye sınırları ve mücavir alan sınırları içinde belediye, bu alanlar dışında il özel idaresi tarafından izin verilir. İl özel idaresi ve belediyeler, umuma açık istirahat ve eğlence yeri ruhsatını vermeden önce kolluk kuvvetinin görüşünü alır.

… Sabit veya seyyar olarak kullanılan kara, deniz, hava ve her çeşit taşıma araçlarının umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak kullanılmasının istenmesi halinde, deniz araçları için bağlı olduğu veya bulunduğu liman başkanlığının, diğerleri için ilgili kurum ve kuruluşların uygun görüşü alınır.…”, “Canlı müzik yayını”  başlıklı 38 inci maddesinde; “Lokantalara, içkili yerlere ve meskûn mahal dışında bulunan çay bahçelerine, halkın huzur ve sükûnu ile kamu istirahatı açısından sakınca bulunmaması kaydıyla yapılacak ölçüm ve kontrolü müteakip, yetkili idarelerin en üst amiri veya görevlendireceği kişinin kararıyla canlı müzik izni verilir. Canlı müzik izni ruhsata işlenmez. Ancak görevliler sorduğu zaman gösterilebilecek şekilde işyerinde bulundurulur.Canlı müzik izni verilen yerlerde, belirlenen saatler dışında ve ilgili mevzuatta belirtilen ses seviyelerinin üstünde halkın huzur ve sükûnunu bozacak şekilde yayın yapılması durumunda izin iptal edilir. Bu hususlar, canlı müzik izni verilirken işletme sorumlusuna tebliğ edilir. İşletme sorumluları, canlı olarak veya elektronik cihazlarla yapılan müzik yayınının tespit edilen saatleri aşmamasını ve gerekli ikaz levhalarının asılmasını sağlar.”,

            07.01.2011 tarih ve 27808 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkilerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin;   “Perakende ve açık alkollü içki satışı ile ilgili işyerlerine ilişkin esaslar” başlıklı 10 uncu maddesinde; “(1) Açık alkollü içki satış belgesi bulunmayan perakende satış yapılan işyerlerinde, açık alkollü içki tüketilemez ve sunumu yapılamaz.

            (2) Belediye mücavir alanları ve konaklama yerleri hariç olmak üzere, otoyollarda ve devlet karayollarında bulunan yapı ve tesislerde alkollü içki satışı yapılamaz.

            (3) Öğrenci yurtları, spor kulüpleri, her türlü öğretim ve eğitim kurumları, kahvehane, kıraathane, pastane, bezik ve briç salonlarında alkollü içki satışı yapılamaz. Akaryakıt istasyonlarının mağaza ve lokantalarında ise, hacmen % 5 alkolden fazla alkol içeren alkollü içkilerin satışı yapılamaz.” Hükümleri yer almaktadır.

              Dosyasının ve eklerinin incelenmesinden; ….. Büyükşehir Belediyesinin 03.05.2011 tarih ve 12634-1075-194 sayılı yazıyla ……. Valiliğinden yüzer deniz turizmi araçlarının ruhsatlandırılması ile canlı müzik ve açıkta içki satışı gibi tereddüt edilen hususlarda görüş talep ettiği, Valiliğin talebi üzerine Kültür ve Turizm Müdürlüğünün 08.09.2011 tarih ve 0847 sayılı yazısıyla, alkollü içki satışı, canlı müzik yayını ve yangın güvenlik raporu alınması hususlarının Bakanlıklarının yetki alanı dışında olduğunun belirtildiği, bilahare konunun Bakanlığımıza intikali üzerine Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 25.10.2011 tarih ve 253-26550 sayılı yazıyla Hukuk Müşavirliğimizden Bakanlık görüşü istediği anlaşılmıştır.Mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde görüş istenilen konu irdelendiğinde;Deniz turizmi araçlarının gezi, spor, eğlence ve turizm amaçlı olarak, denize elverişlilik belgesine sahip gerçek ve tüzel kişilere ait özel ve ticari yatları, kurvaziyer gemileri ve dalabilir deniz araçlarını ifade ettiği,Yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamayacağı ve çalıştırılamayacağı, deniz turizmi araçlarına da işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesi gerektiği, araçlar turizm işletme belgeli de olsa yetkili mahalli idareden işyeri açma ve çalışma ruhsatının alınması gerektiği bu konuda muafiyet bulunmadığı,İşyeri açma ve çalışma ruhsatının düzenlenmesinde; deniz araçlarının bağlı (kayıtlı) olduğu liman,belediye sınırları ve mücavir alanı içinde ise il, ilçe ve belde belediyelerinin, büyükşehir belediyesi sınırları veya mücavir alan sınırı içinde ise büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu konularda büyükşehir belediyelerinin, bunların dışında kalan hususlarda büyükşehir ilçe belediyelerinin (5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun yetki verdiği konularda) belediye ve mücavir alan sınırları dışında ise il özel idarelerinin yetkili olduğu,Yangın güvenlik raporu düzenlenmesinde deniz araçlarının bağlı (kayıtlı) olduğu liman,belediye sınırları ve mücavir alan içinde ise il, ilçe ve belde belediyelerinin, büyükşehir belediyesi sınırları veya mücavir alanı sınırı içinde ise büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu,   il özel idarelerinin yetki alanında ise yangın güvenlik raporu verme yetkisine sahip herhangi bir itfaiye biriminin bu raporu düzenleyebileceği,Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinde genel asayiş ve güvenlik yönünden yetkili kolluk kuvvetinin görüşünün alınması zorunluluğunun bulunduğu, ayrıca sabit veya seyyar olarak kullanılan deniz taşıma araçlarının umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak kullanılmasının istenmesi halinde, deniz araçları için bağlı olduğu liman başkanlığının da uygun görüşünün alınacağı,İçkili yer bölgesinin; belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisi bu sınırlar dışında ise il genel meclisi tarafından valilik ve kaymakamlığın görüşü alınarak tespit edilen ve içerisinde şarap ve bira dahil her türlü alkollü içeceğin satılabileceği işyerlerinin açılabileceği bölgeleri ifade ettiği, bu bölgeler haricinde içkili yer açılamayacağı, açık olarak alkollü içki satmak isteyenlerin, belediye veya il özel idaresinden ruhsat alacakları,Diğer taraftan; turizm işletme belgeli işyerlerinin bu belge dışında yetkili mahalli idarelerden ayrıca işyeri açma ve çalışma ruhsatı alması zorunluluğu bulunmakla birlikte, içki satışı ve canlı müzik yayını yapılabilmesi için ayrı bir izin almaya gerek olmadığı,Dolayısıyla; deniz turizmi araçlarına bulundukları yere göre yetkili mahalli idarelerce usulüne uygun şekilde işyeri açma ve çalışma ruhsatı, içkili yer izni ve canlı müzik yapma izni verileceği, bu araçlarının turizm işletme belgeli olması halinde ise yine işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınması gerekmekle birlikte içki satışı ve canlı müzik yayını yapılması için diğer turizm işletmelerinde olduğu gibi yetkili mahalli idarelerden ayrı bir izin almaya gerek bulunmadığı, 

           Değerlendirilmektedir.

Ülkemizdeki kentsel dönüşüm uygulamaları ve mevzuatı

Mar31
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Giriş :

Kentler, gerek kentsel gelişim sürecine özgü sanayileşme, göç gibi nedenlerle gerekse savaş, afetler gibi olağandışı nedenlerle dönüşüme uğramaktadırlar. Kentsel dönüşüme konu olan alanlar, köhneleşmiş veya bir şekilde mevcut planlamalar dışında kalmış alanlardır. Örneğin; cazibesini yitirmiş eski merkezi iş alanları, kentsel sit alanları, kent içindeki sağlıksız ve kaçak yapılar, gecekondu alanları gibi. Bunların yanında kentsel dönüşüm ihtiyacı yangın, deprem gibi afetler nedeniyle de ortaya çıkabilmekte; afetin ardından meydana gelen yıkımı ortadan kaldırmak veya afet olmadan önce olası zararları azaltmak amacıyla da kentsel dönüşüm uygulamaları yapılabilmektedir.

Ülkemizde kentsel dönüşüm konusu son yıllarda, özellikle 1999 Marmara ve Düzce Depremlerinde yaşanan yıkımlarla daha da görünür hale gelen kentleşme, yerleşme sorunlarıyla, üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan konularından biri haline gelmiştir. Afet risklerinin azaltılması ve gecekondu alanlarının dönüşümü basta olmak üzere çeşitli amaçlarla kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaya başlamış; bunlarda TOKİ ve Büyükşehir belediyeleri başrolde olmuştur. Söz konusu uygulamaların yasal zemini yerel yönetimlere kentsel dönüşüm konusunda da yetkiler veren yeni yerel yönetim yasaları yanında, basta doğal afet riskleri olmak üzere, kentlerin sağlıksız yapılaşma alanlarını ortadan kaldırma amacında olan Kentsel Dönüşüm Yasa Tasarısıyla oluşturulmaya çalışılmış sa da bu tasarı yasallaşmamıştır.Ancak 13Ekim 2011 tarihinde Van ve Erçiş’teki depremler sonrasında,Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlanan  “ Afet Riski Altındaki Yapı ve Alanlar Hakkında Kanun” ile depreme hazırlık ve kentsel dönüşümün gerçekleşmesinin sağlanması beklenilmektedir.Bu tasarısının kanunlaşmasıyla illerdeki depreme ve afete dayanıksız yapılarla,salaş ve  kaçak yapıları belirlenerek kentsel dönüşüme tabi tutulacaktır.

Türkiye’de Kentsel Dönüşüm

Kentler, göç, sanayileşme, savaş ve afet gibi etkenlerle ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarla şekillenmektedir. Kentlerin çeşitli nedenlerle yasadığı bu dönüşümü ifade eden kent yenileme kavramı, farklı şekillerde tanımlanmaktadır. En genel tanımıyla kent yenileme, farklı nedenlerden dolayı zaman içinde eskimiş, terkedilmiş, değer kaybına uğramış ve köhneleşme eğilimine girmiş olan kent alanlarının günün sosyo-ekonomik ve fiziksel koşullarına uygun olarak yeniden canlandırılması ve kente kazandırılmasını ifade eder.  Kent yenilemeye neden olan olaylar çeşitli olabilir. Kent yenileme ihtiyacı kent içindeki tarihi bir yerleşme, işlevini yitirmiş bir sanayi alanı veya pek çok sosyal ve mekansal sorunu barındıran bir konut alanında veya hızlı ve sağlıksız gelişen kentlerde ortaya çıkan, yasadışı yapılaşma, ulaşılabilirlik, sağlıksız ve yetersiz altyapı arzı, doğal afetler gibi sorunlara çözüm bulma ihtiyacından doğabilir. Kent yenilemeyi sadece eski kent merkezlerinin çöküşünün önüne geçmek için mimari koruma yöntemlerinden biri olarak; konut sıkıntısına çözüm amacıyla; kentsel gelişme çerçevesinde ele alanlar olduğu gibi, her kentin kendi gelimse çizgisi içinde ortaya çıkanlar (olağan) ve beklenmeyen faktörlerden kaynaklananlar seklinde ikiye ayıranlar da vardır. Türkiye için düşünüldüğünde olağan kent yenileme ihtiyacını ortaya çıkaran nedenler ülkemize özgü kentleşme özellikleri ve sorunları ile yakından ilişkilidir. Türkiye’de kentler, aşırı nüfus yığılmaları, afet tehlike ve riskleri, yanlış yer seçimi kararları gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanan sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların her biri, ülkemiz için kentsel dönüşüm / yenileme ihtiyacını doğuran faktörlerdir. Olağandışı kent yenileme nedenlerini ise, depremler başta olmak üzere afetler ve afet riskleri oluşturmaktadır. Ülkemizde Osmanlı döneminde yangın bölgelerinin yeniden inşası ile ilk örnekleri görülen kent yenileme uygulamalarını kültür ve tabiat varlıklarını koruma anlayışı içinde, kentsel sitlere yönelik çalışmalar izlemiş, günümüzde ise, yasa dışı ve yasam kalitesi düşük kentsel alanların yasallaştırılması ve sağlıklaştırılması, prestijli yeni merkezi is alanları, fuar, alışveriş ve eğlence merkezleri, uluslararası tatil köyleri, golf sahaları gibi dönüşüm uygulamaları ile devam etmiştir. Son dönemlerde gecekondular,Van depremi sonrasında ise afet riski olan bölgelerin kent yenileme/dönüşüm projelerinde ön plana geçtiği görülmektedir. 1950’ler ve onu takip eden yıllarda ülkenin sosyo-ekonomik yapısında yaşanmaya başlayan gelişmeler kentleşme hızının ve kentsel nüfusun artısına neden olurken, kentler bu yıllardan itibaren hiç görmedikleri ölçüde hızlı bir dönüşüm sürecine de girmişlerdir. Bu süreçte yeni merkezler ortaya çıkmış, kentlerin gelişme yönleri değişmiş, merkezi iş alanı içinde kentsel rantların artmasıyla ekonomik ömrünü tamamlamadan binaların çoğu yıkılarak yerlerine çok katlı yapılar inşa edilmiş, yeşil alanlar ve tarım toprakları gibi yerleşime uygun olmayan alanlar konutlarla kaplanmaya başlanmış, kent merkezleri daha kalabalık ve değerli hale gelmiştir.

Bu dönüşüm sürecinde kentler plansız gelişmeleri yanında hem doğal, tarihi ve kültürel çevreyi hem de afet risklerini göz ardı ederek büyümüşlerdir. 1950 ve 60’lı yıllardan itibaren İstanbul ve Ankara basta olmak üzere büyük kentler bu dönüşümün simgesi haline gelmiştir. Kent içinin dönüşümü yanında 1980 sonrasında kentler çevrelerine eklenen yeni oluşumlarla (gecekondu alanları, sanayi bölgeleri, devlet kurumları, üniversite kampüsleri vb.) gibi, dengesiz büyümeye başlamışlardır. Gecekondulaşma sorunu bu yıllardan itibaren ekonomik ve sosyal yapıyla bağları çerçevesinde kentsel bir olgu haline gelirken, yaygınlaşmıştır. Olağandışı kent yenileme nedenleri açısından bakıldığında, ülkemizde depremler basta olmak üzere doğal afetlerin ve doğal afet risklerinin kentlerin yenilenmesi ihtiyacını doğuran unsurlar olduğu görülmektedir. Örneğin İstanbul tarih boyunca çok sayıda büyük deprem yaşamış, aynı yerde, yıkıp-yapma ve onarımlarla yeniden inşa edilmiştir. Afetler kent için yenileme yanında, yeni imar düzenlemelerinin hayata geçmesi fırsatını ortaya çıkarmıştır. (1509 depremi sonrasında İstanbul’da olduğu gibi). Yakın tarihimizde de 1998-Ceyhan, 1992-Erzincan, 1995-Dinar, 1966-Varto, 1971-Bingöl depremlerinin ardından söz konusu kentler aynı yerde yeniden inşa edilmişlerdir. Ülkemizde afetin ardından ve afet olmadan önce mevcut tehlike karsısında riskin azaltılması amacıyla yeri değiştirilen yerleşim yerleri vardır. 1939-Erzincan, 1970-Gediz, 1942-Erbaa,  1975-Lice, 1939-Dikili, depremlerinin ardından bu kentler, eski yerleşim yerlerinin yakınında, güvenli bölgelerde, kısmi risk azaltımı önlemleri ile yeniden inşa edilmişlerdir. Türkiye’de meydana gelen depremler içinde 1999-Marmara ve Düzce Depremleri ise neden oldukları can ve mal kayıplarının büyüklüğü, etkilediği alanın genişliği, sonrasında hayata geçirilen yenileme ve risk azatlımı uygulamaları yanında, İstanbul basta olmak üzere farklı kentlerde başlatılan riskin azaltılmasına dayalı yenileme çalışmaları açısından da dönüm noktası oluşturmuştur.

Kentsel Dönüşüm  Mevzuatı

Ülkemizde kentleşme sorunları ile bağlantılı olarak olağan gelimse seyirleri içinde kentler bu şekilde dönüşürken, Türkiye’de kentleşme ve planlama pratiğine kent yenileme kavramının girişi 1970’li yıllara, planlamada bir uygulama aracı olarak kullanılmaya başlanması ise 1980’li yıllara denk düşmektedir. Kentsel dönüşüme ilişkin düzenleme ve uygulamalar uzun süre, mevcut mevzuat ve yasal düzenlemeler çerçevesinde yürütülmüştür. Bu nedenle batıdaki örneklerinde olduğu gibi çok yönlü, kapsamlı politika, teknik ve yöntemlerden, kurumsal ve finansal yapıdan ziyade, yönetim sistemi içinde farklı birimlerin, sorunlar ortaya çıktıkça geliştirmeye çalıştıkları birbirlerinden kopuk ve geçici düzenlemeler ve uygulamalar söz konusu olmuştur. Son yıllarda konuyla ilgili olarak yapılan düzenlemelere kadar yerel yönetimler bazında bazı büyükşehir belediyelerinde kent yenilemeye ilişkin görevleri yerine getiren uygulayıcı birimler olmuştur. Ülkemizde kent yenileme konusu 2000’li yıllardan sonra gündemde daha sık yer etmeye baslarken, konunun akademik camiada tartışılmaya başlanması,2003 yılında TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın düzenlediği Kentsel Dönüşüm Sempozyumu ile olmuştur. 2004 yılında TMMOB ile Küçükçekmece Belediyesinin birlikte düzenlediği “Uluslararası Kentsel Dönüşüm Uygulamaları Sempozyumu: Küçükçekmece Atölye Çalışması”yla konu, uluslararası örnekler, somut çözüm önerileriyle ilk kez tartışılmıştır.2004 yılı ve sonrasında AB ile uyum yasalarında kentsel dönüşüm/yenileme konusu yoğun biçimde yer almaya başlamıştır. Bu gelişmeler yanında AB adaylık sürecinin de etkisiyle 2000’li yıllarda yapılan kamu yönetimi reformlarında kentsel dönüşüm konusunu içeren yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan öne çıkan bazıları şunlardır;

a) 2981 Sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun” (Bu kanunla gecekondu alanları için imar ıslah planı yapma imkânı ortaya çıkmış ve dolaylı olarak kentsel dönüşüm projelerinin yapılmasına olanak sağlanmıştır.)

b)5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu,

c) 5393 sayılı Belediye Kanunu,

d) 5273 sayılı Arsa Ofisi Kanunu ve Toplu Konut  Kanununda Değişiklik  Yapılması İle Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünün Kaldırılması  Hakkında Kanun

e) 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ,

f) 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun ,

g) 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu.

5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanununun 7/e maddesinde ise “Belediye Kanununun 69 ve 73 üncü maddelerindeki yetkileri kullanmak.” yetkisi Büyükşehir belediyelerine verilmiş bulunmaktadır. Bu hükümlere göre gerek Büyükşehir belediyelerine ve gerekse belediyelere kentsel dönüşüm ve gelişim projesi adı altında geniş yetkiler verilmektedir.

5393 Sayılı Belediye Kanunu ile ilk kez belediyelere kentsel dönüşüm konusunda görevler verilmiştir.5393 sayılı Kanunun arsa ve konut üretimi başlıklı 69.maddesinde, “Belediye; düzenli kentleşmeyi sağlamak, beldenin konut, sanayi ve ticaret alanı ihtiyacını karşılamak amacıyla belediye ve mücavir alan sınırları içinde, özel kanunlarına göre korunması gerekli yerler ile tarım arazileri hariç imarlı ve alt yapılı arsalar üretmek; konut, toplu konut yapmak, satmak, kiralamak ve bu amaçlarla arazi satın almak, kamulaştırma yapmak, bu arsaları trampa etmek, bu konuda ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşları ve bankalarla is birliği yapmak ve gerektiğinde onlarla ortak projeler gerçekleştirmek yetkisine sahiptir” denilmektedir. 73.maddeye göre, “Belediye, kentin gelişimine uygun olarak eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek; konut alanları, sanayi ve ticaret alanları, teknoloji parkları ve sosyal donatılar oluşturmak, deprem riskine karsı tedbirler almak veya kentin tarihî ve kültürel dokusunu korumak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine konu olacak alanlar, meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile ilân edilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili resim ve harçların dörtte biri alınır. Bir yerin kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilân edilebilmesi için; o yerin belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması ve en az elli bin metrekare olması şarttır. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan mülk sahipleri tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.” Bunların yanında yasada kentsel dönüşüm uygulamalarını kolaylaştırabilecek, kentsel dönüşümle dolaylı olarak ilgili bazı hükümler de vardır; hemşeri hukukunun tanımlandığı m.13, belediye yetkilerinin tanımlandığı 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun  amacı ise ; “Büyükşehir belediyeleri ve Büyükşehir belediye sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyeleri, il, ilçe belediyeleri, nüfusu 50 bini geçen belediyelerce ve bu belediyelerin yetki alanı dışında il özel idarelerince yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, doğal afet risklerine karsı önlem alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması” dır. Kanuna göre, “Yenileme alanları, il özel idarelerinde il genel meclisi, belediyelerde belediye meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile belirlenir. İl özel idaresinde il genel meclisince, büyükşehirler dışındaki belediyelerde belediye meclisince alınan kararlar Bakanlar Kuruluna sunulur. Büyükşehirlerde ise ilçe ve ilk kademe belediye meclislerince alınan bu kararlar, büyükşehir belediye meclisince onaylanması halinde Bakanlar Kuruluna sunulur. Bakanlar Kurulu projenin uygulanıp uygulanmamasına üç ay içinde karar verir…” Konu ile ilgili olarak ortaya konulan düzenlemelerden biri de, Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısı’dır. Tasarının genel gerekçesinde 1950’lerden bu yana süregelen hızlı ve sağlıksız kentleşme eğilimi, bölgeler arası gelişme farkları, orman, kıyı ve tarım alanları, su havzalarının yerleşime açılması gibi sağlıksız kentleşme özelliklerinden, bu sorunlara çözüm olarak geçmişte geliştirilmiş olan öneriler ve bunların yetersizliklerinden (gecekonduları yıkma, yerine yenisini yaptırmama, dar gelirlilerin arsa edinmelerini sağlamak vb.) söz edilmektedir. Bu durum saptamasının ardından genel gerekçede “fiziki mekanın güvenli, nitelikli, yaşanabilir kılınması için afet riski taşıyan alanların, fiziki, sosyal ve ekonomik köhneleme alanlarının, korunması gerekli doğal, tarihi ve kültürel çevre alanlarının toplum yararı esas alınarak dönüşüm plan ve projeleri kapsamında tasfiye, yenileme, iyileştirmeye tabi tutulması gerektiği” belirtilmektedir. Genel gerekçede ayrıca, 5366 sayılı kanunun sadece “sit alanı olarak tescil ve ilan edilmiş olan alanlarda kalan yıpranan tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunmasını esas alması” ve 5393 sayılı belediye kanununun 73. maddesi ile belediyelere kentsel dönüşüme ilişkin görevler verilmesinin doğurduğu yeni yasal düzenleme gerekliliği belirtilmektedir. Tasarının amacı “İmar planı bulunsun veya bulunmasın kentsel ve kırsal tüm alanlarda bilim, teknik, sanat ve sağlık kurallarına uygun olarak, afetlere ve kentsel risklere duyarlı yasam çevrelerinin oluşturulması için veya fiziki köhneleşme ve sosyal ve teknik altyapının yetersiz ve niteliksiz olduğu alanların iyileştirme, tasfiye, yenileme ve gelişimini sağlamak üzere dönüşüm alanlarının tespitine ve dönüşümün gerçekleştirilmesine dair her türlü iş ve işlemler ile ilke ve esasları belirlemektir.”

Yine, 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu ile kuzey Ankara girişi ve çevresini kapsayan alanlarda kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde fiziksel durumun ve çevre görüntüsünün geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerleşim düzeni sağlanması ile kentsel  yaşam düzeyinin yükseltilmesi amaçlanmıştır.

Bu Kanunun 4. maddesine göre, ilgili mevzuatına göre ilçe belediyeleri ve diğer kamu kuruluşlarına ait olan, her ölçek ve nitelikteki imar plânları, parselasyon plânları ve benzeri imar uygulamalarına dair izin ve yetkiler ile proje onayı, yapı izni, yapım sürecindeki yapı denetimi, yapı kullanma izni ve benzeri inşaata dair izin ve yetkiler Proje alan sınırları içinde kalan bölgede Belediyeye aittir. Proje alanı içinde her ölçekteki imar planları Belediyece yapılır, yaptırılır ve onanır.

Proje alan sınırları içindeki tüm gayrimenkuller, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce mevzuata uygun olarak yapılmış ve onaylanmış herhangi bir ölçek ve türdeki imar plânı kapsamında kalsalar dahi, bu Kanuna göre yapılacak plân hükümlerine tâbi olurlar.

Proje alan sınırları içinde kalan bölgede, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan plânların uygulanması Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren durur. Bu plânların kısmen veya tamamen uygulanmaya devam edilmesi ya da bu Kanuna göre yeniden yapılması hususunda Belediye yetkilidir.

1999 Depremlerinin ardından oluşmaya başlayan duyarlılıkla afetler karsısında risk azaltımı araçlarından biri olarak kent yenileme/dönüşümden söz edilmeye başlanmıştır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın ) 2004 yılında düzenlediği Deprem Şurası’nın Mevzuat Komisyonu Raporuna sakınım planları; acil müdahale gerektiren yüksek risk alanları ve kamu yararı açısından zorunluluk gösteren alanların topyekun fiziki düzenlemesi ve sosyal kalkınmasını amaçlayan özel bir planlama türü olarak “kentsel dönüşüm eylem planları” tanımlamaktadır. Söz konusu planlar, yapı güçlendirme, boşaltma, birleştirme, yeniden paylaştırma, yenileme projelerinde ortak oluşturma, hızlı kamulaştırma, gayrimenkul aktarım hakları gibi araçları kullanır. Doğal afetler nedeniyle dönüşüm/yenileme stratejisinin öneri olarak dile getirildiği bir başka belge ise 2004-Türkiye İktisat Kongresi Afet Komisyonu Raporudur. Buna göre, sakınım planları kapsamında yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm alanlarında boşaltma, yenileme, güçlendirme vb. araçların geliştirilmesi önerilmektedir.

Kentsel Dönüşümün Uygulanması

Türk planlama sistemi içinde henüz yeni olduğu söylenebilecek kent yenileme anlayışı 1980 sonrası süreçte özellikle gecekondu alanlarının dönüştürülmesi amacıyla uygulanmaya başlanmıştır.   1980’li yıllarda bu amaçla hazırlanan ve kamunun öncülüğünde uygulanan ilk kentsel dönüşüm projeleri Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği Kentsel Dönüşüm Projeleridir. Bu yıllardan sonra kentsel dönüşüm projeleri, gecekondu alanlarının iyileştirilmesinden uluslararası sermayenin de dâhil olduğu büyük projelere kadar çeşitli ölçeklerde uygulanmaktadır

Türkiye’nin en hızlı büyüyen kenti İstanbul, hem kamu müdahalesi ile hem de kamu müdahalesi dışında yapılan çeşitli türlerde kentsel dönüşüm projelerine yoğun biçimde sahne olmaktadır. Bunun yanında Ankara ve İzmir basta olmak üzere ülkenin çoğu kentinde farklı türlerde kentsel dönüşüm projeleri hayata geçirilmektedir. Bu projelerden bazılarını türlerine göre su şekilde gruplandırmak mümkündür;

               a)Çöküntü bölgelerinin / gecekondu alanlarının dönüşümü: İstanbul’da kıyı alanlarında Tuzla, Beykoz, Sarıyer, Silivri’deki gecekondu bölgelerinin, eski sanayi alanlarının (Kağıthane Deresi ve çevresi, Pendik, Kartal sahili ve Maltepe’de eski mermer ocaklarının bulunduğu bölge; Beykoz’da Beykoz Deri Kundura, Paşabahçe tesislerinin üretimlerine son vermeleri ile ortaya çıkan bos alanlar) yerlerine lüks konut alanları, is merkezlerinin yapılması; Ankara’da Güneypark Konutları, TOKİ’nin farklı kentlerde uyguladığı projeler, İzmir-Kadifekale, Karşıyaka-Şemikler, Ege Mahallesi örnekleri. Ankara’da gecekondu alanlarının yoğunlaştığı bölgeler (Çankaya, Altındağ, Etimesgut, Gölbaşı, Keçiören, Mamak, Sincan, Yenimahalle) basta olmak üzere kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaktadır. Bunlara örnek olarak GEÇAK (Çankaya), Aktaş-Atilla (Altındağ), Ege (Mamak) ve Şirindere (Yenimahalle) Kentsel dönüşüm projeleri örnek olarak verilebilir.

               b)Soylulaştırma: İstanbul’da kıyı kesimindeki tarihi yapılarda; 1970 ve 1980’lerde Kuzguncuk, Arnavutköy, Ortaköy, Cihangir, Beyoğlu, Galata, Balat ve Fener gibi tarihi veya özgün niteliği olan ve zaman içinde çöküntü sürecine girmiş olan semtlerin dönüşümü.

               c) Merkezi iş alanının dönüşümü: İstanbul’da Beşiktaş ve çevresinin yeni merkezi iş alanı olması, iş merkezlerinin burada yer seçmesiyle yaşadığı dönüşüm; Maslak ve Büyükdere aksı; İzmir’de ,İzmir Kent Merkezi Projesi.

             d) Prestij projeleri ile dönüşüm: İstanbul’da Beyoğlu, Galataport, Kadıköy’de Haydarpaşa Liman Bölgesi.

              e) Sit alanlarının korunması ve turizm amaçlı dönüşüm: İstanbul’da Tarlabaşı, Hacıhüsrev, Tophane, Dolapdere, Okmeydanı’ndaki kısmi projeler; Tarihi Yarımadayı kapsayan Fatih ve Eminönü’ndeki turizm amaçlı dönüşüm, Ulus Tarihi Kent Merkezinin Dönüşümü Projesi, Beypazarı Evlerinin Restorasyonu Projesi.

             f)TOKİ’NİN öncülüğünde başlatılan dönüşüm projeleri: İstanbul Tuzla’da, Pendik’te (İstanbul park Formula 1 Pisti, yat limanı, Sabiha Gökçen havaalanı, Sabancı Üniversitesi)

             g)Doğal afetler nedeniyle kentsel dönüşüm: İstanbul’da Zeytinburnu, Bakırköy, Küçükçekmece’de bu amaçla projeler yapılmaktadır. İzmir’de heyelan bölgesi olan Ballıkuyu ve Vezirağa’daki bölgelerin tasfiyesi. Bunların yanında, depremden hasar gören kentler de (Adapazarı, İzmit, Değirmendere, Düzce gibi) zorunlu olarak yeni konut alanlarının yapılması, yeni gelişme alanlarının belirlenmesi ile dönüşüm sürecine girmişlerdir. Dönüşüm projelerinde kamu ve özel sektör yanında Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) dönüşüm alanlarındaki hareketin tetikleyicisi konumundadır. 2006 itibariyle TOKİ, 100 belediye ile gecekondu dönüşüm protokolleri imzalamış, ilk etapta 52 ayrı bölgede 65 bin konutu tamamlamıştır. Kentin bos arazilerindeki veya özel mülkiyete ait yerlerde özel şirketler kendileri projeler yaparken, proje yapılması riskli olan gecekondu alanlarında genellikle TOKİ ve belediyelerin uygulamaları görülmektedir. Belediyelerin belediye şirketleri aracılığıyla yürüttüğü projeler de vardır. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde KİPTAS, Kocaeli de Kent Konut gibi.

Mevzuat ve Uygulamaya Yönelik Eleştiriler

Ülkemizde son dönemlerde adından sıkça söz edilmeye başlanan kentsel dönüşüm kavramı, anlayışı ve konuya ilişkin düzenlemeler, aynı zamanda bir tartışma zemininin oluşmasının da yolunu açmıştır. Konuya ilişkin eleştirileri kavramsal, mevzuat ve uygulama boyutları çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Kavramsal boyutu ile değerlendirildiğinde, Avrupa’daki gelişim çizgisinde büyük, geniş kapsamlı sosyal programların bir parçası olarak uygulama imkânına kavuşan kent yenileme düşüncesinin ülkemizde, benzer sosyal dönüşüm programlarından ziyade küreselleşme ve bunun kamu yönetimi, kent yönetimi üzerindeki etkilerinin sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Yerleşme ve imara ilişkin yasal metinlerin kentsel dönüşümle olan ilgileri açısından bakıldığında, bunların yetersiz oldukları, hatta 3194 sayılı İmar Kanununda, 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda dahi konuya ilişki hiçbir düzenleme olmadığı görülmektedir.Son dönem yerel yönetim reformlarında getirilen kentsel dönüşüm / yenilemeye ilişkin öngörüler, genellikle fiziksel veya ekonomik uygulama araçlarını ortaya koymak veya yasal olarak uygulamaların önünü açmakla sınırlı kalmış, farklı dönüşüm sorunları karsısında geliştirilen çözümler, fiziki mekanın dönüştürülmesine indirgenmiş, yenilemenin sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları göz ardı edilmiştir. Kamu sektörü açısından durum böyle iken, özel sektörün de kentsel dönüşüme olan ilgisi ancak son yıllarda ortaya çıkmaya başlamış, ancak bu ilgi daha ziyade karın yüksek ve kısa sürede elde edilebilecek olduğu alanlarda yoğunlaşmıştır.Türkiye’de kentsel dönüşüm sorunlarına cevap, belirli bir plan kapsamında değil, daha ziyade gündelik, kendiliğinden gelişen çözümler olarak karsımıza çıkmaktadır. Kentlerin hızlı dönüşüm sürecini planlayacak, sistematik hale getirecek politikalar aynı hızda üretilememektedir. Kentsel dönüşüme ilişkin mevzuat düzenlemeleri de uygulamalar ölçüsünde tartışılan, özellikle meslek odaları (TMMOB Şehir Plancıları Mimarlar Odası, YAYED gibi) ve akademisyenler tarafından eleştirilen bir konu olmuştur. Ülkemizde mevcut yasal düzenlemeler ve koordinasyon eksikliği, kentsel dönüşüm uygulamaları karsısında ortaya çıkan en önemli güçlüklerdendir. Konuya ilişkin bazı yasal düzenlemelerin varlığına ve son dönem yerel yönetim yasaları kapsamında konuya ilişkin önemli düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen bunların yeterli olmadıkları görülmektedir. Örneğin 3194 sayılı İmar Kanunu kentsel dönüşüm uygulamaları için esas referans kaynaklarından biri olmasına rağmen, kentsel dönüşüm uygulamalarının ölçeğinin nasıl ve ne şekilde uygulanacağı, uygulama süresinin ne olacağı, uygulama alanında olması gereken teknik ve sosyal koşullar gibi verilerin ne olacağına dair bilgilerin eksikliği nedeniyle yetersiz kalmaktadır. Kanunun 18. maddesinin arazi ve arsa düzenlemelerine yönelik hükümlerinin detaylı olmamasından dolayı uygulamalar nedeniyle doğan aksaklıkların çözümüne ilişkin birçok Danıştay kararı bulunmaktadır. 5393 sayılı Belediye Yasasında belirtilen 50.000 nüfus ölçütü ve50.000 metrekareölçütlerinin dönüşüm alanını belirlemede esas kabul edilmesi, dönüşüm alanı kararının belediye meclisinde verilmesi, uzmanlara danışılmaması gibi konular sorun oluşturabilecek unsurlardır.Bu durum 3194 sayılı Kanunun 8.maddesi uygulamasında yani imar planı yapımı ve değişikliğinde yetkili organ olan belediye meclisinin tek yetkili olması nedeniyle istenilen ve beklenilen planlı kentleşme yerine, ranta ve özel isteklere dayalı kentlerin,çarpık  kentleşmenin önünü  açmıştır.1580 sayılı belediye kanunu ve 3194 sayılı İmar Kanununda, dönüşüm projelerinin uygulanması konusu açık ifadelerle tanımlanıp, belediyelere yetki verilmemişken, 5393 sayılı Belediye Kanununun 73.maddesiyle,belediyelere dönüşüm projeleri ile ilgili olarak tam yetki verilmiş ve deprem riskli alanlarda müdahale imkânı tanınmıştır. Ancak kanunun, kentsel dönüşüm sürecinin nasıl olacağını açık bir biçimde tanımlanmamış olması, sadece kentsel dönüşüm projelerinin uygulanmasında kamulaştırma yönteminin nasıl kullanılacağı belirtilmesi nedeniyle eksiklikler taşımaktadır. 5366 sayılı Kanunda da dönüşüm alanlarını belirleme kriterleri tanımlanmamış, bu süreçte il özel idareleri ve belediyelerin proje uygulama, denetim gibi süreçlerdeki yetki ve sorumlulukları detaylı biçimde ele alınmıştır. Bu durum, uygulamada bu birimler arasında yetki karmaşası ortaya çıkarmaktadır.Diğer taraftan, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunuyla da kentsel dönüşüm proje alanlarının belirlenmesi ve örgütlenme modelinin nasıl oluşturulacağının yanı sıra sosyal boyutunun nasıl ele alınacağına dair bir düzenleme getirilmemiştir.

Sonuç ve Düşünceler:

Kentsel Dönüşüm konusu, ülkemizde son yıllarda uygulama örnekleri ve üzerinde yapılan tartışmalarla öne çıkan kavramlardan biridir. Kentler doğaları gereği dönüşüm içerisinde iken önemli olan nokta bu dönüşümün nasıl yönlendirileceği ve en başarılı çözüme nasıl ulaşılabileceğidir. Bu anlamda kentsel dönüşüm kavramının kullanımı ve uygulamalarına baktığımızda çoğunun kavramın gerçek anlamından ve amaçlarından uzakta olduğu, sadece yeni olmanın cazibesiyle kullanıldığı görülmektedir. Bu anlamda uygulayıcıları kentsel dönüşüm kavramını her kentsel derde deva olabilecek bir araç gibi veya yaptıkları her tür imar uygulamasının esas nedeni olarak görebilmekte / gösterebilmektedirler. Öncelikle, kavramın bu yanlış kullanımının terk edilmesi, kentsel dönüşümün ne olup ne olmadığı üzerine akademisyenlerin, meslek uzmanlarının çalışmaları ve başarılı uygulama örneklerinden faydalanılması gerekmektedir. Kentlerin içinde bulundukları sürekli dönüşüm sürecini, kentlerin mevcut kaynaklarının, altyapı ve yatırımlarının verimli biçimde kullanılmasını sağlamak ve nihayetinde kentlerin uzun vadeli planlar çerçevesinde gelişimlerini kontrol etmek için kentsel dönüşüm etkili bir araç olabilir. Özellikle Türkiye gibi basta doğal afet riskleri olmak üzere sorunları çok olan kentlerin daha güvenli, yaşanabilir hale getirilmesinde; özgün niteliği olan kentlerin kültür ve tabiat varlıklarının korunarak yaşatılmasında kentsel dönüşümden faydalanılabilir. Ancak, öncelikle kavramın anlaşılması ve mevzuattaki bazı eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede su öneriler getirilebilir:

♦Kentsel dönüşüm konusunda farklı kanuni düzenlemeler arasında, mimarlık ve şehirciliğin uzmanlık alanları arasında bütünlük sağlanmalıdır. (örneğin, İmar mevzuatı ve afet kanunu gibi) Parça parça düzenlemelerde bulunmak yerine tek bir yasa bütünlüğü altında çözümler üretilmelidir.

♦Kentsel dönüşüm uygulamaları, ilke ve kuralları açık olarak belirlenmiş bir çerçevede yürütülmelidir. Özellikle yenilemenin temel amaçları belirlenirken, ülkemiz için öncelikli gerekçe doğal afetler olmalıdır. Kentsel dönüşüm amaçlı kamu müdahaleleri, sadece olası afet bölgelerinde kamu yararı için öngörülmelidir.

♦Kentsel dönüşüm sadece fiziki yenilemeyi değil, kapsamlı bir sosyo-kültürel programı, yerel kalkınma programını da içermeli, kapsamlı bir dönüşüm programının parçası olarak katılımcı yaklaşımlara olanak vermelidir.

♦Dönüşüm projelerinin geliştirilmesinde teknik sorumluluğun hangi meslek alanlarına ait olduğu açıkça düzenlenmelidir,

♦Kentsel dönüşüm müdahalelerinde yerel yönetimlerin kapasiteleri ortadadır. Dönüşüm plan-projeleri hazırlamada yerel yönetimlere destek olmak amacıyla; rehberler ve deneyimli, uzman teknik eleman merkezi yönetimce,meslek odalarınca ve üniversitelerce sağlanmalıdır,

♦Dönüşüm projelerinde tek tip standart uygulamalar yerine yerelin özgünlüğünü ön plana çıkaran projelere ağırlık verilmelidir.

Ercüment AKIŞ

                                                                                                           İçişleri Bakanlığı

                                                                                            Mahalli İdareler Başkontrolörü

   KAYNAKÇA

 AKKAR, Müge (2006) “Kentsel Dönüşüm Üzerine: Batıdaki Kavramlar, Tanımlar, Süreçler ve Türkiye”,CEYLAN, Eda Çaçtaş, A.C. KUTLU (2007) “Yerel Yönetim Kavramı ve Kentsel Dönüşüm Projelerinde Yetki Karmaşası”, TMMOB Yerel Yönetimlerde Dönüşüm Sempozyumu,EKE, Feral ve Aysu Uğurlar (2005) “Kentsel Dönüşüm. Basarı mı Hata Mı?”,ÖZDEN, Pelin Pınar (2007) “Belediyelerin Sosyal Programları ve Kentsel Yenileme”, Yerel Yönetimler Üzerine Güncel Yazılar: Nobel Yayın, Ankara.ÖZDEN, Pelin Pınar (2008) Kentsel Yenileme, İmge Kitabevi, Ankara,YAYED (Yerel Yönetim Araştırma, Yardım ve Eğitim Derneği) (2006) Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı Üzerine YAYED Görüsü

Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız