• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması Ait Katkı Payı ile İlgili Genelge

Eki16
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

İller İdaresi Genel Müdürlüğü

28.08.2015

 

Sayı: 50327860- 150-E.4522

Konu: Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması Ait Katkı Payı

İlgi: a) Maliye Bakanlığının 26.06.2015 tarihli ve 61911 sayılı yazısı.

b) Kocaeli Valiliğinin 29.06.2015 tarihli ve 8157 sayılı yazısı.

c) Maliye Bakanlığının 14.08.2015 tarihli ve 79183 sayılı yazısı.

6552 sayılı Kanuna göre yapılandırılan belediye alacaklarından, 30.03.2014 tarihinden sonraki döneme ait ilgili belediye tarafından vadesinde ödenmeyen taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ait katkı payı alacaklarının, takip ve tahsilinin 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanuna göre, 26.06.2015 tarihli ve 2015/4 Seri No’lu Tahsilat İç Genelgesine göre işlem tesis edilmesi hususunda;

Bilgi ve gereğini rica ederim.

 Hamza ERKAL

Bakan a.

Genel Müdür V.

  T.C.

MALİYE BAKANLIĞI

Gelir idaresi Başkanlığı

26.06.2015

Seri No: 2015/4 (Tahsilat İç Genelgesi)

Bilindiği üzere, 30/03/2014 tarihinde bir bütün olarak yürürlüğe giren 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi ilçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle büyükşehir belediyesi olan illerdeki il özel idarelerinin tüzel kişilikleri kaldırılmıştır.

6360 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin beşinci fıkrasına göre, tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin bu maddenin birinci fıkrasına göre kurulan komisyon kararıyla her türlü taşınır ve taşınmaz malları, hak, alacak ve borçlarının maddede belirtilen kamu kurum ve kuruluşlarına devredileceği düzenlenmiştir.

Diğer taraftan, tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin sahip oldukları bazı gelirlerin hangi bütçeye gelir kaydedileceği ile takibinin ne şekilde yapılacağının düzenlendiği 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin;

1) Üçüncü fıkrasında, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı,

2) Sekizinci fıkrasında,

a) 3213 sayılı Maden Kanununa göre verilen maden ruhsatları için il özel idarelerine ve köylere hizmet götürme birliklerine verilen Devlet hakkı, I (a) grubu madenler için alınan harçlar ile aynı Kanuna göre valiliklerce yapılan I (a) grubu maden ihalelerinden elde edilen gelirler,

b) 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanununa göre verilen idare payına ilişkin gelirler ve harçlar ile aynı Kanun gereğince valiliklerce yapılan ihalelerden elde edilen gelirler,

c) 3213 ve 5686 sayılı Kanunlar gereğince valilik ve kaymakamlıklarca uygulanan idari para cezaları,

ç) 3213 ve 5686 sayılı Kanunlar gereğince yapılan ihaleler nedeniyle alınan teminatlardan elde edilen gelirler, hakkında düzenleme yapılmıştır.

Bu itibarla, tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde yer verilen gelirleri ile geçici 1 inci maddesinin beşinci fıkrasına göre devredilen gelirlerine ilişkin yapılması gereken işlemler aşağıda açıklanmıştır.

I- TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARININ KORUNMASINA KATKI PAYI

Bilindiği gibi, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun “Taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması ve katkı payı” başlıklı 12 nci maddesinde “…Belediyelerin ve il özel idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 8 inci ve 18 inci maddeleri uyarınca mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin %10’u nispetinde Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı tahakkuk ettirilir ve ilgili belediyesince emlak vergisi ile birlikte tahsil edilir.

Tahsil edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu miktar; il özel idaresince ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, plânlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel idaresine ve il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde kullanılır. İl özel idarelerince yapılan projeler için kullanılan miktar özel hesabın % 30’unu geçemez…

Yukarıdaki hükümlere göre, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak tahsil olunan miktarlar tahsil edildiği ayı takip eden ayın onuncu günü akşamına kadar il özel idarelerine bir bildirim ile beyan edilerek aynı süre içinde ödenir. Tahsil ettikleri katkı payını yukarıda belirtilen süre içinde il özel idarelerine yatırmayan belediyelerden, bu katkı payları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre gecikme zammı tatbik edilerek tahsil edilir…” hükmü yer almaktadır.

Diğer taraftan, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin;

– ikinci fıkrasında “(2) Mevzuatla il özel idarelerine yapılan atıflar bu Kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan il özel idareleri için ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, Hazineye, valiliklere, büyükşehir belediyelerine ve bağlı kuruluşlarına veya ilçe belediyelerine yapılmış sayılır. Tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerine 22/2/2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel idaresi Kanunu ve diğer mevzuatla verilmiş olan yetki, görev ve sorumluluklar ilgisine göre bu kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılır ve yerine getirilir…” hükmüne,

– üçüncü fıkrasında “(3) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 12 nci maddesi kapsamında il özel idarelerince kullanılan haklar ve yetkiler ile yürütülen görevler, il özel idaresi bulunmayan illerde Yatırım izleme ve Koordinasyon Başkanlığınca kullanılır ve yürütülür. Bahsedilen kanun hükmü uyarınca toplanan taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı tutarları, defterdarlıklar bünyesinde açılan emanet hesaplarına aktarılır. Toplanan paraların yüzde yirmilik kısmı Kültür ve Turizm Bakanlığının öncelik vereceği projelerde kullanılır. Yıl içinde proje karşılığı tahsis edilmeyen miktar aynı amaçla kullanılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine aktarılır. Aktarılan bu miktarları aynı amaçla kullanmak üzere gelecek yıl bütçesine aktarmaya Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilidir.” hükmüne, yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen hükümler birlikte değerlendirildiğinde, 6360 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde emlak vergisi üzerinden tahakkuk ettirilen ve emlak vergisi ile birlikte tahsil edilen taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı paylarının 2863 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde belirtilen süre içerisinde 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrası gereğince belediyeler tarafından Yatırım izleme ve Koordinasyon Başkanlığına (YİKOB) beyan edilerek ödenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, süresi içerisinde YİKOB’a ödenmeyen söz konusu katkı paylarının, YİKOB tarafından belediyenin bağlı bulunduğu vergi dairesine bildirilmesi üzerine, bu payların 9208 Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı vergi türü ile kayıt yapılarak takibine 6183 sayılı Kanunun 55 inci maddesine göre düzenlenecek ödeme emri tebliği ile başlanılması ve vade tarihinden tahsil edildiği tarihe kadar geçen süreye 51 inci maddesine göre gecikme zammı tatbik edilmesi gerekmektedir.

Taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı paylarına ilişkin vergi dairesince tahsil edilen tutarlar ertesi ayın sonuna kadar YİKOB’un kullanımında olan ve defterdarlık bünyesinde açılan emanet hesaba muhasebe işlem fişi ile aktarılacaktır.

Diğer taraftan, 6360 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 30/03/2014 tarihinden önce tahakkuk ettiği halde ödenmemiş olan katkı paylarının anılan Kanunun geçici 1 inci maddesinin beşinci fıkrası gereğince aynı maddenin birinci fıkrası kapsamında kurulan devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonunun kararına göre YİKOB’a veya genel bütçeli başka kamu idarelerine devredilmesi durumunda bu alacakların 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre vergi dairesince takip ve tahsili gerekmektedir. Ancak, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uygulamasının Kanunun yayımlandığı tarihten sonrası için mümkün olduğu ve Kanunun yayımlandığı tarihten önce tahakkuk ettiği halde ödenmemiş olan katkı paylarının YİKOB’a devredileceğine ilişkin 6360 sayılı Kanunda açık bir hüküm bulunmadığı dikkate alındığında, devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonunun kararına göre YİKOB’un dışında genel bütçeli başka kamu idarelerine devredilen katkı paylarının, vergi dairelerince tahsil edilerek emanet hesaplarına alınan tutarların bu hesaplardan çıkarılarak genel bütçeye çeşitli gelir olarak kaydedilmesi, dolayısıyla bu katkı paylarının YİKOB’un kullanımında olan defterdarlık bünyesindeki emanet hesaba aktarılmaması gerekmektedir.

II- 3213 SAYILI MADEN KANUNUNA GÖRE İL ÖZEL İDARELERİ VE KÖYLERE HİZMET GÖTÜRME BİRLİKLERİNE VERİLEN DEVLET HAKKI

Bilindiği üzere, 3213 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde Devlet hakkı, maden istihracı ile sağlanacak gelirden Devlet payına düşen kısım olarak tanımlanmış, Kanunun 14 üncü maddesinde de “…Ruhsat sahilibi tarafından yatırılan Devlet hakkının %25’i il özel idare payı olarak ruhsatın bulunduğu ilin özel idaresine, %25’i ruhsatın bulunduğu bölgeyle sınırlı olarak altyapı yatırımlarında kullanılmak üzere, doğrudan ilgili ilçe veya ilçelerin Köylere Hizmet Götürme Birlikleri hesabına, %50’si de Hazine hesabına yatırılır…

Devlet hakkı ve özel idare payı, her yıl haziran ayının son günü mesai bitimine kadar ruhsat sahibi tarafından yatırılır…” hükmüne yer verilmiştir. Diğer taraftan, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 3213 sayılı Kanuna göre verilen maden ruhsatları için il özel idareleri ve köylere hizmet götürme birliklerine verilmesi gereken Devlet hakkı paylarının genel bütçeye gelir kaydedileceği düzenlenmiştir.

Bu itibarla, 6360 sayılı Kanunun bir bütün olarak yürürlüğe girdiği 30/03/2014 tarihinden sonra il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 3213 sayılı Kanuna göre tahsil edilen Devlet hakkının tamamının genel bütçeye gelir kaydedilmesi gerekmektedir.

Dolayısıyla, tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin bulunduğu illerdeki maden üretiminden kaynaklı olarak 3213 sayılı Kanun kapsamında hesaplanan Devlet hakkının tamamı genel bütçeye gelir kaydedileceğinden, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilmesi için vergi dairesine gönderilen bu devlet haklarından yapılacak tahsilat tutarlarından herhangi bir kamu idaresine pay aktarılmayacaktır.

Öte yandan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı nezdinde tahakkuk ettiği halde 30/03/2014 tarihi itibarıyla ödenmemiş veya bu tarih itibarıyla tahsil edildiği halde vergi dairesi emanet hesabında olan Devlet haklarından il özel idarelerine ve köylere hizmet götürme birliklerine verilmesi gereken paylara ilişkin olarak devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu tarafından bir karar verilip verilmediğinin araştırılması; karar verilmiş olması halinde karara göre işlem yapılması, bu konuda bir karar verilmemiş olması durumunda ise bu payların da genel bütçeye gelir kaydedilmesi gerekmektedir.

III- 3213 SAYILI KANUNDA YER ALAN I (A) GRUBU MADENLER İÇİN ALINAN HARÇLAR

Bilindiği gibi, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde, I (a) grubu madenler için alınan harçların genel bütçeye gelir kaydedileceği hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, 18/02/2015 tarihli ve 29271 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6592 sayılı Maden Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu maddesiyle değişmesinden önce 3213 sayılı Kanunun “Harç, teminat, cezalar ve diğer yaptırımlar” başlıklı 13 üncü madde-sinde “Ruhsatların verilmesi için harç ve teminatın yatırılması zorunludur…

Bakanlık, mülki idare amirlikleri ve il özel idareleri tarafından bu Kanuna göre verilen idari para cezaları 30/03/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre tahsil edilir. Tahakkuk eden ve ödenmeyen Devlet hakları ile ruhsat harçları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilmek üzere ilgili tahsil dairesine bildirilir.” hükmü yer almaktaydı.

Diğer taraftan, 6592 sayılı Kanunun 26 ncı maddesi ile 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (8) sayılı tarifenin “III-Maden arama ruhsatnameleri, işletme ruhsatnameleri, işletme imtiyazları” başlıklı bölümünün yürürlükten kaldırılmasından önce söz konusu ruhsatnamelerden alınacak harç tutarları düzenlenmişti.

Buna göre, 6360 sayılı Kanuna istinaden il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 3213 sayılı Kanunda belirtilen I (a) grubu madenler için alınan harçların tamamının 6360 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 30/03/2014 tarihinden sonra da ilgili vergi dairelerine yatırılarak genel bütçeye gelir kaydedilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, 6592 sayılı Kanunun;

– 9 uncu maddesiyle başlığı ve içeriği değiştirilen 3213 sayılı Kanunun “Ruhsat bedeli, cezalar ve diğer yaptırımlar” başlıklı 13 üncü maddesinde “Yürürlükteki ruhsatlar için her yıl ocak ayının sonuna kadar ruhsat bedelinin tamamının yatırılması zorunludur. İşletme ruhsat bedelinin %70’i genel bütçeye gelir kaydedilmek üzere ilgili muhasebe birimi hesabına, %30’u çevre ile uyum planı çalışmalarını gerçekleştirmek üzere ruhsatı veren idarenin muhasebe birimi hesabına aktarılmak üzere Bakanlığın belirlediği bankada açılacak teminat hesabına yatırılır. I. Grup (a) bendi madenlerin ruhsat bedelleri ise, büyükşehir belediyesi dışındaki illerde il özel idaresi hesabına yatırılır. Ruhsat bedelinin yatırılmaması veya eksik yatırılması hâlinde 20.000 TL idari para cezası verilir ve ruhsat bedelinin üç ay içinde tamamlanması istenir. Bu süre içinde ruhsat bedelinin yatırılmaması durumunda ruhsat iptal edilir. Verilen sürede yatırılmayan ruhsat bedelinin %70’ine tekabül eden tutar 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilmek üzere ilgili tahsil dairesine bildirilir…

Bakanlık, mülki idare amirlikleri ve il özel idareleri tarafından bu Kanuna göre verilen idari para cezaları hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır. Bu Kanuna göre verilen idari para cezaları tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. Tahakkuk eden ve ödenmeyen Devlet hakları 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilmek üzere ilgili tahsil dairesine bildirilir…” hükmü,

– 26 ncı maddesinde “2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (8) sayılı tarifenin “III- Maden arama ruhsatnameleri, işletme ruhsatnameleri, işletme imtiyazları” başlıklı bölümü yürürlükten kaldırılmıştır.” hükmü,

yer almaktadır.

Buna göre, 6592 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucunda, maden ruhsatlarının verilebilmesi için harç ve teminat yatırılması zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. Bu itibarla, 6592 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 18/02/2015 tarihinden sonra vergi dairelerince maden ruhsatlarına ilişkin herhangi bir harç tahsilatı yapılmayacak ancak, anılan Kanunun yayımlandığı tarihten önceki dönemlere ilişkin olarak tahakkuk edecek harçlar ile bu tarihten önce tahakkuk ettiği halde süresinde ödenmeyen veya eksik ödenen ruhsat harçlarından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca ve/veya il özel idarelerinin tüzel kişiliklerinin kaldırıldığı illerde I (a) grubu madenlere ilişkin olarak valiliklerce 6183 sayılı Kanun kapsamında takip ve tahsil edilmek üzere ilgili vergi dairelerine bildirilen/bildirilecek olanların takip ve tahsiline ise devam edilecektir.

IV- 5686 SAYILI KANUNA GÖRE ALINAN HARÇLAR

Bilindiği gibi, 5686 sayılı Kanunun “Devir, sicil, ihale, harç, teminat ve idare payı” başlıklı 10 uncu maddesinde, jeotermal kaynaklar için 1.000 Türk Lirası, doğal mineralli sular için 500 Türk Lirası arama ruhsat harcı alınacağı, işletme ruhsatları için bu harç miktarlarının dört kat olarak uygulanacağı ve harçların her yıl Maliye Bakanlığınca belirlenen yeniden değerleme oranlarına göre artırılacağı hüküm altına alınmıştır.

Diğer taraftan, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 5686 sayılı Kanun gereğince ödenmesi gereken harçların genel bütçeye gelir kaydedileceği düzenlenmiştir.

Buna göre, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 5686 sayılı Kanun gereğince ödenmesi gereken harçların, genel bütçeye gelir kaydedilmek üzere defterdarlık muhasebe birimlerine veya vergi dairelerine ödenmesi gerekmektedir.

V- 3213 VE 5686 SAYILI KANUNLAR GEREĞİNCE VALİLİK VE KAYMAKAMLIKLARCA UYGULANAN İDARİ PARA CEZALARI

Bilindiği üzere, idari para cezaları için genel usul kanunu olan 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17 nci maddesinin;

– üçüncü fıkrasında “10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I), (Il) ve (III) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri tarafından verilen idari para cezalarının ilgili kanunlarında 1/6/2005 tarihinden sonra belirlenen oranın dışındaki kısmı ile Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemeler tarafından verilen idari para cezaları Genel Bütçeye gelir kaydedilir…” hükmü,

– dördüncü fıkrasında “Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gereken idari para cezalarına ilişkin kesinleşen kararlar, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairelerine gönderilir…” hükmü,

yer almaktadır.

Buna göre, genel bütçeye gelir kaydedilmesi gereken idari para cezalarından, ödeme süresi içerisinde ödenmeyen ve kesinleşenlerin, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre vergi dairelerince takip ve tahsil edilmesi gerekmektedir.

Bilindiği gibi, 3213 sayılı Kanunun “Ruhsat bedeli, cezalar ve diğer yaptırımlar” başlıklı 13 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında “Bakanlık, mülki idare amirlikleri ve il özel idareleri tarafından bu Kanuna göre verilen idari para cezaları hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır…” hükmü yer almaktadır.

Öte yandan, 5686 sayılı Kanunun “İdari yaptırımlar” başlıklı 11 inci maddesinin dördüncü fıkrasında “(4) Ruhsat olmadan faaliyette bulunulduğunun tespiti halinde, faaliyetler idarece durdurulur. 22/2/2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel idaresi Kanununa göre 50.000 Türk Lirası idare tarafından idari para cezası tahakkuk ettirilir.” hükmüne yer verilmiştir.

5326, 3213 ve 5686 sayılı Kanunların yukarıda yer verilen madde hükümlerine göre;

– 3213 sayılı Kanun kapsamında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile mülki idare amirlikleri tarafından verilen idari para cezalarının genel bütçeye,

– 3213 ve 5686 sayılı Kanunlar kapsamında il özel idaresince verilen idari para cezalarının il özel idaresi bütçesine, gelir kaydedilmesi gerekmektedir.

Diğer taraftan, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin sekizinci fıkrasında, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 3213 ve 5686 sayılı Kanunlar gereğince valilik ve kaymakamlıklarca uygulanan idari para cezalarının genel bütçeye gelir kaydedileceği düzenlenmiştir.

Bu itibarla, 6360 sayılı Kanuna istinaden il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 3213 sayılı Kanun gereğince valilik ve kaymakamlıklarca uygulanan idari para cezalarının 6360 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 30/03/2014 tarihinden sonra da genel bütçeye gelir kaydedilmesi ve kesinleştiği halde süresinde ödenmemiş olan bu idari para cezalarının vergi dairesine bildirilmesi üzerine 6183 sayılı Kanuna göre takip ve tahsil edilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin sekizinci fıkrasının (c) bendi gereğince valilik ve kaymakamlıklarca 5686 sayılı Kanun kapsamında uygulanacak idari para cezaları hakkında da yukarıda yer verilen açıklamalara göre işlem yapılması gerekmektedir.

Öte yandan, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde 3213 ve 5686 sayılı Kanunlar kapsamında il özel idareleri tarafından verildiği halde 30/03/2014 tarihi itibarıyla ödenmemiş olan idari para cezalarına ilişkin devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu tarafından bir karar verilip verilmediğinin araştırılması;

– karar verilmiş olması halinde karara göre işlem yapılması,

– bu konuda bir karar verilmemiş olması durumunda ise bu idari para cezalarının da genel bütçeye gelir kaydedilmesi,

gerekmekte olup, genel bütçeye gelir kaydı gereken idari para cezalarının vergi dairesine bildirilmesi üzerine 6183 sayılı Kanuna göre takip ve tahsil edilmesi icap etmektedir.

VI- TÜZEL KIŞILIĞI KALDİRİLAN İL ÖZEL İDARELERİNİN DİĞER KANUNLARA GÖRE VERİLMİŞ OLAN İDARİ PARA CEZASİ ALACAKLARI

Bilindiği üzere, 6360 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesine göre kurulan devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin alacaklarını bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, valiliklere, YİKOB’a, büyükşehir belediyesine ve bağlı kuruluşuna veya ilçe belediyesine devredilmesine karar verebilmektedir.

Buna göre, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde il özel idareleri tarafından 30/03/2014 tarihinden önce verildiği halde ödenmemiş olan idari para cezalarına ilişkin devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu tarafından bir karar verilip verilmediğinin araştırılması;

– karar verilmiş olması halinde karara göre işlem yapılması,

– bu konuda bir karar verilmemiş olması durumunda ise bu idari para cezalarının genel bütçeye gelir kaydedilmesi,

gerekmekte olup, genel bütçeye gelir kaydı gereken bu idari para cezalarının vergi dairesine bildirilmesi üzerine 6183 sayılı Kanuna göre takip ve tahsil edilmesi icap etmektedir. Ancak, 3213 ve 5686 sayılı Kanunlar kapsamında verilen idari para cezaları hakkında bu iç genelgenin “V- 3213 VE 5686 SAYILI KA-NUNLAR GEREĞINCE VALİLİK VE KAYMAKAMLIKLARCA UYGULANAN İDARİ PARA CEZALARI” bölümündeki açıklamalar dikkate alınacaktır.

VII- DİĞER HUSUSLAR

1) 6360 sayılı Kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin kamu ve özel hukuktan kaynaklı alacaklarından bazılarının anılan Kanunun;

– 3 üncü maddesi gereğince,

– geçici 1 inci maddesinin beşinci fıkrası uyarınca bu madde kapsamında oluşturulan devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu kararlarına istinaden (genel bütçe kapsamında olan bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, valiliklere, YİKOB’a devredilen alacaklar),

genel bütçeye gelir kaydedilmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere, 6183 sayılı Kanunun “Kanunun şümulü” başlıklı 1 inci maddesinde “Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer’i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur…” hükmü yer almaktadır.

Anılan madde hükmü ile 6183 sayılı Kanunu uygulayacak alacaklı amme idareleri (kamu tüzel kişileri) ismen belirtilmiş ve bu idarelerin hangi alacaklarına bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı sayılmak suretiyle kapsama giren alacaklar açıklanmıştır.

Ayrıca, 6183 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde sayılan amme alacakları içinde yer almamakla birlikte, özel kanunlarında 6183 sayılı Kanuna göre takip ve tahsil edileceği belirtilen alacaklar da mahiyetine bakılmaksızın anılan Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilmektedir.

Öte yandan, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda genel bütçe, Devlet tüzel kişiliğine dahil olan ve 5018 sayılı Kanuna ekli (I) sayılı cetvelde yer alan kamu idarelerinin bütçesi olarak tanımlanmıştır.

Dolayısıyla, genel bütçeye gelir kaydedilecek olan ve 6183 sayılı Kanun kapsamında bulunan veya özel kanunları gereğince bu Kanun kapsamında takibi gereken alacakların takip işlemlerinin Bakanlığımıza bağlı vergi dairelerince yerine getirilmesi gerekmektedir.

Buna göre, 6360 sayılı Kanun kapsamında tüzel kişiliği sona eren il özel idarelerinin genel bütçeye gelir kaydedilmesi gereken alacaklarından;

– 6183 sayılı Kanun kapsamında takibi gerekenlerin vergi dairelerince,

– 6183 sayılı Kanun kapsamında takibi mümkün olmayanların ise genel hükümlere göre 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 2004 sayılı icra ve iflas Kanunu kapsamında ilgili idarelerce,

takip ve tahsilinin sürdürülmesi gerekmektedir.

Bu itibarla, 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi gereğince genel bütçeye gelir kaydedilmesi gereken ancak 6183 sayılı Kanuna göre takibi mümkün olmayan; 5686 sayılı Kanun kapsamındaki idare payı, 5686 sayılı Kanun kapsamında ve I (a) grubu madenler için 3213 sayılı Kanun kapsamında valiliklerce yapılan ihaleler nedeniyle sürecinde ödenmeyen ihale bedelleri ve bu ihalelere ilişkin olarak alınan teminatlarla ilgili alacaklar Bakanlığımıza bağlı vergi dairelerince takip edilmeyecektir.

Diğer taraftan, 6360 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin beşinci fıkrasına göre, devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu kararıyla genel bütçe kapsamında olan bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, valiliklere, YİKOB’a devredilen dolayısıyla genel bütçeye gelir kaydedilmesi gereken alacaklardan 6183 sayılı Kanuna göre takibi mümkün olmayan; kira gelirleri (iş yeri ve konut, dere suyu, su ürünleri, deniz yüzeyi kullanımı, kaynak suyu), süt dağıtım ünitesi geri ödemeleri, vekalet ücreti alacakları, mahkeme ilamlarına bağlı alacaklar, tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin tüzel kişilikleri kaldırılmadan önce mülkiyetinde bulunan menkul ve gayrimenkul malların satışı nedeniyle henüz tahsil edilmemiş satış bedelleri, vb. alacakların da takibi Bakanlığımıza bağlı vergi dairelerince yapılmayacaktır.

Öte yandan, 6360 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin beşinci fıkrasına göre, devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonu kararıyla genel bütçe kapsamı dışında olan kurum ve kuruluşlara devredilen dolayısıyla genel bütçeye gelir kaydedilmeyecek olan alacaklar hakkında vergi dairesince herhangi bir işlem tesis edilmeyeceği tabiidir.

Buna göre, 6360 sayılı Kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerinin genel bütçeye gelir kaydı gereken alacaklarının takibi için vergi dairesine bildirilmesi üzerine, bu alacakların takibine başlanılmasından önce yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alınarak, 6183 sayılı Kanuna göre takibi gerekenlerin takibinin yapılması, 6183 sayılı Kanun kapsamında olmayanların ise ilgili idarelere açıklama da yapılmak suretiyle iade edilmesi gerekmektedir.

2) 6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında “(2) Mevzuatla il özel idarelerine yapılan atıflar bu Kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan il özel idareleri için ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, Hazineye, valiliklere, büyükşehir belediyelerine ve bağlı kuruluşlarına veya ilçe belediyelerine yapılmış sayılır. Tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerine 22/2/2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel idaresi Kanunu ve diğer mevzuatla verilmiş olan yetki, görev ve sorumluluklar ilgisine göre bu kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılır ve yerine getirilir…” hükmü yer almaktadır.

Buna göre, 6360 sayılı Kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan il özel idarelerine 5302 sayılı İl Özel idaresi Kanunu ve diğer mevzuatla verilmiş olan yetki, görev ve sorumluluklar ilgisine göre bu kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılır ve yerine getirilir hükmü nedeniyle genel bütçeye gelir kaydedilmesi gereken ve takibi 6183 sayılı Kanun kapsamında vergi dairelerince sürdürülecek olan alacaklarla ilgili tüzel kişiliği kaldırılan il özel idareleri tarafından 6183 sayılı Kanun kapsamında yapılmış olan takip işlemleri geçerli sayılacak ve takipler vergi daireleri tarafından kaldığı yerden devam ettirilecektir.

Bu kapsamda, vergi dairelerine takip için bildirilmiş olan alacaklarla ilgili olarak devredilmiş olan alacak dosyalarının tetkik edilmesi ve daha önce yapılmış takip işlemlerinin bulunması durumunda kaldığı yerden takibin sürdürülmesi gerekmektedir.

Bilgi edinilmesini ve gereğini rica ederim.

 Adnan ERTÜRK

Gelir idaresi Başkanı

Kamu Mevzuat Sistemi ile ilgili Genelge

Eki16
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

31.08.2015

 

Sayı: 71188846-010.07.01- E.17875

Konu: Kamu Mevzuat Sistemi (KMS)

İlgi: Başbakanlığın (idareyi Geliştirme Başkanlığı) 28/07/2015 tarih ve 297 sayılı yazısı.

İlgide kayıtlı yazıda özetle, Başbakanlık tarafından yürütülen Elektronik Kamu Bilgi Yönetim Sistemi (KAYSİS) çalışması ile gereksiz bürokratik işlemlerin azaltılması çalışmaları kapsamında Resmi Gazetede yayımlanmaksızın yürürlüğe konulan tüm mevzuatın tek merkezde toplanmasına ihtiyaç duyulduğu, bu nedenle sistemin mahalli idare kuruluşlarını (büyükşehir sınırları kapsamında olmayan ilçe belediyeleri hariç) kapsayacak şekilde genişletileceği,

Büyükşehir ve il belediyeleri, il özel idareleri ve büyükşehir belediye sınırlarındaki ilçe belediyelerinde yürürlükte bulunan “çok gizli”, “gizli” ve “hizmete özel” gizlilik derecesi taşımayan yönetmelik, yönerge, genelge gibi Resmi Gazetede yayımlanmayan her türden mevzuatın, ilgili kuruluşların hukuk müşavirliği/hukuk işleri müdürlüğü tarafından derlenerek sisteme kaydedileceği ve güncelleme işleminin yapılacağı belirtilerek, KMS işlemlerinin yürütülmesi için hukuk müşavirliği/hukuk işleri müdürlüğü birimlerinden en az iki personelin

“KMS kurum sorumlusu” olarak görevlendirilmesi sorumluların sisteme giriş yetkilerinin tanımlanabilmesi için T.C. kimlik numarasının, ad ve soyadının, e-posta adresi ve telefon numarasına ait bilgilerin 04/09/2015 tarihine kadar kaysis@başbakanlik.gov.tr adresine bildirilmesi ve mevzuatın en geç 27/11/2015 tarihine kadar sisteme kaydedilmesi istenmiştir.

İlgi yazı ve eki bilgi metni ekte gönderilmiş olup, konunun iliniz dahilindeki mahalli idarelere duyurulması hususunda;

Bilgi ve gereğini arz ve rica ederim.

 Ömer DOĞANAY

Bakan a.

Genel Müdür

 T.C.

BAŞBAKANLIK

(İdareyi Geliştirme Başkanlığı)

28/07/2015

 Sayı: 297

Başbakanlık tarafından yürütülen Elektronik Kamu Bilgi Yönetim Sistemi (KAYSİS) çalışması ile gereksiz bürokratik işlemlerin azaltılması çalışmaları kapsamında kamu kurum ve kuruluşlarınca Resmi Gazetede yayımlanmaksızın yürürlüğe konulan tüm mevzuatın tek merkezde toplanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca söz konusu mevzuatın vatandaşlar tarafından doğrudan erişim sağlanabilecek şekilde yayımlanmasının kamuoyunun bilgilendirilmesine ve kamu yönetiminin geliştirilmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu amaçla Başbakanlık tarafından Kamu Mevzuat Sistemi (KMS) geliştirilerek uygulamaya açılmış ve Bakanlıklar ile bağlı/ilgili/ilişkili kuruluşlar tarafından yürürlüğe konulan söz konusu mevzuatın sisteme kaydedilmesine ilişkin yürütülen çalışmalarda büyük ölçüde ilerleme sağlanmıştır. Bu nedenle sistem, mahalli idare kuruluşlarını (Büyükşehir sınırları kapsamında olmayan ilçe belediyeleri hariç) kapsayacak şekilde genişletilecektir.

Büyükşehir ve il belediyeleri, il özel idareleri ve büyükşehir belediye sınırlarındaki ilçe belediyelerinde yürürlükte bulunan “çok gizli”, “gizli” ve “hizmete özel” gizlilik derecesi taşımayan yönetmelik, yönerge, genelge gibi Resmi Gazetede yayımlanmayan her türden mevzuat, ilgili kuruluşların hukuk müşavirliği/hukuk işleri müdürlüğü (bu birimlerin bulunmaması durumunda hukuk işlerinden sorumlu birim) tarafından derlenerek sisteme kaydedilecektir. Mevzuatta değişiklik olması veya mevzuatın yürürlükten kaldırılması durumunda aynı gün içerisinde güncellenme işlemleri yapılacaktır.

KMS kayıt işlemlerinin yürütülmesi için hukuk müşavirliği/hukuk işleri müdürlüğü birimlerinden en az iki personel “KMS kurum sorumlusu” olarak görevlendirilecektir. KMS kurum sorumlularının sisteme giriş yetkilerinin tanımlanabilmesi için T.C. Kimlik Numarası, ad, soyad, e-Posta adresi ve telefon numarası (iş ve cep telefonu) bilgilerinin 04/09/2015 tarihine kadar “kaysis@basbakanlik.gov.tr” adresine bildirilmesi ve yürürlükte bulunan mevzuatın en geç 27/11/2015 tarihine kadar KMS kurum sorumluları tarafından Ek`te yer alan Çalışma Esaslarına uygun olarak sisteme kaydedilmesi hususunda Genel Müdürlüğünüz tarafından söz konusu kuruluşlara gerekli bildirimin yapılması hususunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.

 Abdulkadir POLAT

Başbakan a.

Başkan

Ek: Çalışma Esasları(1 Sayfa)

 ÇALIŞMA ESASLARI

1. Sorumlu birim tarafından öncelikle Resmi Gazetede yayımlanmaksızın mahalli idare kuruluşları ta-rafından yürürlüğe konulan Yönetmelik, Genelge, Yönerge, Tebliğ, Sirküler, Talimat/Talimatname, Esas ve Usuller, Uygulama/Program Esasları, Kurul/Komisyon/Konsey Kararı, Statü, Genel Şartname, Prosedür gibi her ne adla olursa olsun yürürlükte olan tüm ikincil mevzuat yürürlükte olduğu haliyle tespit edilecektir.

2. Kamu Mevzuat Sistemine “https://yetkili.kaysis.gov.tr/” internet adresinden erişilecektir.

3. Sisteme ilk giriş e-Devlet şifresi, e-imza veya m-imza aracılığıyla kimlik doğrulaması yapılarak gerçekleştirilecektir. Bu nedenle KMS kurum sorumlularının söz konusu kimlik doğrulama araçlarından en az birine sahip olması gerekmektedir. Sisteme giriş yapıldıktan sonra KMS kurum sorumluları tarafından ayrıca KAYSİS şifresi oluşturulabilir.

4. KMS kurum sorumluları, sorumlu birim tarafından yürürlükte olduğu tespit edilen kuruma ait tüm ikincil mevzuatı Sistemde yer alan Kullanım Kılavuzuna uygun olarak KMS’ye kaydedecektir.

5. KAYSİS’te yer alan Devlet Teşkilatı Merkezi Kayıt Sistemi (DETSİS), Hizmet Envanteri Yönetim Sistemi (HEYS) ve benzeri alt uygulamalara kayıt işlemleri yapılırken ihtiyaç duyulan mevzuat dayanaklarında KMS’de yer alan kayıtlar esas alınmaktadır. Bu kapsamda ihtiyaç duyulan mevzuatın KMS’de bulunmadığının tespit edilmesi halinde ilgili alt uygulama kullanıcıları tarafından KMS kurum sorumlularınca Sisteme kaydedilmesi amacıyla Mevzuat Ekleme Önerisi gönderilebilecektir.

6. KAYSİS’te yer alan alt uygulamalarda çok gizli nitelikteki mevzuat dışında gizli veya hizmete özel gizlilik dereceli mevzuat da dayanak olarak kullanılabilmektedir. Bu nedenle ekleme önerisi olarak gelen gizli veya hizmete özel gizlilik dereceli mevzuatın sadece adı, yürürlük tarihi gibi bilgiler KMS’ye kaydedilecek mevzuat metni kesinlikle kaydedilmeyecektir. Ekleme önerisi gelmeksizin KMS kurum sorumluları tarafından gizli veya hizmete özel nitelikteki mevzuat doğrudan KMS’ye kaydedilmeyecektir.

7. Kayıtlara ilişkin bilgilerin tam, doğru ve anlaşılır olmasından, zamanında sisteme kaydedilmesinden ve kayıtlarda değişiklik meydana gelmesi durumunda güncellemelerin aynı gün içerisinde yapılmasından “Sorumlu birim amiri” ve “KMS kurum sorumlusu” sorumludur.

8. KMS Başbakanlık Yetkilileri, kurumların mevzuatına ilişkin bilgilerde değişiklik olduğunu tespit etmesi durumunda gerekli güncellemeleri KMS kurum sorumlularından istemeye yetkili ve görevlidir.

9. Onay işlemleri KMS kurum sorumluları tarafından yapılacaktır. Ancak standardın sağlanması, eksiklik veya yanlışlıkların giderilmesi amacıyla KMS Başbakanlık yetkilileri tarafından onaylanabilir veya gerekçeli olarak kurumlardan kayıtların düzeltilmesi istenebilir. Düzeltilmesi istenilen kayıtlar üzerinde, KMS kurum sorumluları tarafından aynı gün içerisinde gerekli düzeltmeler yapılacaktır.

10. KMS’de yer alan kayıtlar, şifresiz olarak tüm vatandaşların erişebileceği şekilde “kms.kaysis.gov.tr” internet adresinden yayımlanmaktadır.

11. KMS kayıt işlemlerini tamamlayan mahalli idare kuruluşları, kurumsal internet sitelerinde yer alan “Mevzuat” sayfaları yerine KMS üzerinden sadece kuruma ait mevzuat kayıtlarının sunulacağı “https://kms.kavsis.gov.tr/Home/Kurum/DETSiS Numarası” internet adresine bağlantı sağlayacaktır. İnternet adresi içerisinde yer alan DETSİS Numarası, KAYSİS’te bulunan Devlet Teşkilatı Merkezi Kayıt Sisteminde ilgili üniversite için tanımlanan DETSİS numarası olarak yazılacaktır. Örneğin Aydın Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın DETSİS Numarası “84948340” şeklindedir. Bu nedenle anılan kurum için KMS internet adresi “https://kms.kflvsis.gov.tr/Home/Kurum/84948340” şeklinde olacaktır.

12. KMS kurum sorumlularının görevden ayrılması gibi sebeplerle değiştirilmesi durumunda yetkisi kaldırılacak personel ile yeni görevlendirilen personele ilişkin bilgiler en geç 3 gün içerisinde “kaysis@basbakanlik.gov.tr” adresine bildirilecektir.

1500 Ölçekli İmar Planı Alanları Konulu Genelge

Eki16
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü

12.08.2015

 

Sayı: 30546965-000- E.16764

Konu: 1/5000 Ölçekli imar planı alanları

İlgi: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 29/07/2015 tarihli ve 254781 sayılı yazısı.

1/5000 ölçekli imar planı alanlarına ait güncel bilgilerin, 3213 sayılı Maden Kanununun 7 nci maddesi uyarınca Maden İşleri Genel Müdürlüğüne bildirilmesine dair Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından alınan ilgi yazı ilişikte gönderilmiştir.

Konunun iliniz dahilindeki mahalli idarelere duyurularak, söz konusu bilgilerin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmesinin sağlanması hususunda;

Bilgi ve gereğini arz ve rica ederim.

 Ömer DOĞANAY

Bakan a.

Genel Müdür

 T.C.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

 29.07.2015

 Sayı: 254781

3213 sayılı Maden Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında, “özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre korunması gerekli alanlar, 1 inci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar alanı onaylanmış alanlar, 1 inci derece sit alanları ile madencilik amacı dışında tahsis edilen ve Genel Müdürlük tarafından uygun görüş verilen elektrik santralleri, organize sanayi bölgeleri, petrol, doğalgaz ve jeotermal boru hatları gibi yatırım alanlarına ait koordinatlar ilgili kurumlar tarafından Genel Müdürlüğe hükmü yer almaktadır, Bu çerçevede kullanılmak ve maden işletme faaliyetleri ile diğer alanların kamu yararı açısından önceliğini ve önemini tespit etmek amacı ile Kanunda yer alan alanların sayısal değerlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Genel Müdürlüğümüze bildirilmeyen bu türden alanlar, daha sonraki aşamalarda ruhsatlandırma ve ihale işlemlerinde sorunlara yol açmaktadır.

Benzer şekilde aynı maddenin yedinci fıkrasında da; “Madencilik faaliyeti yapılan alanların, izne tabi alan olmaları halinde, ilgili olduğu kanun hükümlerine göre gerekli izinlerin alınması zorunludur. Ancak, Genel Müdürlükçe işletme ruhsatı verildikten sonra, işletme ruhsat alanının diğer kanunlara göre izne tabi alan haline gelmesi durumunda ilgili kanunların öngördüğü yükümlülüklerin yerine getirilmesi suretiyle kazanılmış haklar korunarak faaliyetler sürdürülür. Diğer kanunlara göre izne tabi alanlar, Genel Müdürlüğün görüşü alınarak belirlenir.” ifadeleri bulunmaktadır.

Bu nedenlerle; 1/5000 ölçekli imar planı hazırlanacak alanlara ilişkin Genel Müdürlüğümüz görüşünün alınması ve bu kapsamında imar planı onaylanmış alanlara ait güncel bilgilerin, ilan kararları ile birlikte her alan için ayrı ayrı ve saat ibresi yönünde, 1/25000 ölçekli paftaya uyumlu, 6 derecelik (ED50) dilime esas UTM koordinat değerlerinin, veri tabanımızda kullanılmak üzere yazılı ve elektronik ortamda (tab, geo, plt, dxf, xls uzantılı), Genel Müdürlüğümüze bildirilmesi hususlarında bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Murat TOPALOĞLU

Bakan a.

Genel Müdür

Danıştay Altıncı Daire, Esas: 2014/2803, Karar: 2015/3624, Tarihi: 02.06.2015

Ağu27
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

ÖZÜ: Dava açma süresi içinde idareye yapılan başvurunun, altmış gün içinde yanıtlanmaması durumunun zımni ret sayılması, idarenin keyfi olarak vatandaşın başvurusunu bekletmesine karşı getirilmiş bir güvence olup, idarenin yanıt verme yükümlülüğünü kaldıran bir durum değildir. Zımni ret sonunda dava açma hakkını kullanmayan birinin, idarenin sonradan vermiş olduğu ret cevabı üzerine dava açma hakkını kullanması Anayasa’nın 74 ve 125. maddelerinin vermiş olduğu hakkın bir gereğidir. Zımni ret müessesesi, idarenin keyfi olarak cevap vermemek suretiyle dava açma hakkının engellenmesi nedeniyle getirilmiştir. İdari yargıda, idarenin iptal davası ile denetlenmesi esas olup, idarenin cevap vermemek suretiyle, hak arama özgürlüğünün kullanılmasına engel olması zımni ret müessesesi ile ortadan kaldırılmıştır. Zımni ret süresi sonundan itibaren başlayan dava açma süresi geçtikten sonra idareden gelen açık cevap üzerine süresi içinde dava açılabilecek olup, Anayasanın 125. maddesinin üçüncü fıkrası gereği bu duruma herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında, ilgilinin imar planlarına askı süresi içerisinde idareye yapmış olduğu itirazın yanıtlanmayarak reddi üzerine süresi içerisinde dava açabileceği gibi, zımni ret işlemi yerine idarece sonradan tesis edilecek ve idarenin gerçek iradesini ortaya koyan işleme karşı da dava açma süresi içerisinde dava açabilmesi mümkündür

İzmir İli, Konak ilçesi, Kahramanlar mahallesi, 1371 ada, 102 parseli de kapsayan alanda belediye meclisinin 01.06.2006 günki, 82/1006 sayılı kararı ile kabul edilen 1/1000 ölçekli uygulama imar planı ile buna yapılan itirazın reddine dair anılan meclisinin 05.11,2004 günlü, 4845/5388 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış; idare Mahkemesince, dava konusu uygulama imar planının 20.10.2005 ile 21.11.2005 günleri arasında askıya çıkarılmak suretiyle ilan davacılar tarafından anılan plana askı süresi içerisinde 15.11.2005 günü itiraz edildiği, son askı süresini izleyen altmış gün içerisinde davacıların itirazının yanıtlanmayarak reddedildiği günü izleyen altmış günlük dava açma süresi geçirilerek 04.09.2006 günü görülen davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu ifade edilmiş; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde de: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiş; Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise: “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağına vb sürelerini belirtmek zorundadır.” kuralı yer almış, bu ek fıkranın gerekçesinde ise: “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmış, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir.” açıklaması yapılmıştır. Bu bağlamda, Anayasanın “Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07.05.2004 günlü, 5170 sayılı Yasanın 7. maddesi) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü getirilmiştir. Bu hüküm ile usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenmiştir. Buna göre, bu antlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda uluslararası antlaşma kurallarının esas alınması anayasal bir gerekliliktir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme, AİHS) 6/1. maddesinde: “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” kuralı yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu -Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, bazı sınırlamalara tabi olabildiğini, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özürlü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiğini, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceğini, bu ilkelerden, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınmaları gerektiği belirtilmiştir.

Anayasa’nın “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin 3. fıkrasında, “idari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar” hükmü yer almaktadır. Anayasa’nın 74. maddesi, idareye başvurulara “yazılı” yanıt verme yükümlülüğü getirmektedir. 74. maddenin II. fıkrasına göre, “kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.” hükmü yer almaktadır. Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği belirtilmiştir. 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava açma süresinin ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı belirtilmiştir. 2577 sayılı Kanunun “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde:

1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.

2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.

3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” hükmü yer almıştır.

3194 sayılı imar Kanununun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinin (b) bendinde: “İmar Planları; Nazım imar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.” kuralı yer almaktadır. Ayrıca, 5393 sayılı Belediye Kanununun 20. maddesinin 1. fıkrasında, belediye rneclisinin, her ayın ilk haftası, önceden kararlaştırdığı günde toplanacağı, 5675 sayılı Yasanın 3. maddesiyle eklenen fıkrasında ise: “Belediye başkanı, acil durumlarda lüzum görmesi halinde belediye meclisini bir yılda üç defadan fazla olmamak ve her toplantı bir birleşimi geçmemek üzere toplantıya çağırır. Olağanüstü toplantı çağrısı ve gündem en az üç gün önceden meclis üyelerine yazılı olarak duyurulur ve ayrıca mutat usullerle ilan edilir. Olağanüstü toplantılarda çağrıyı gerektiren konuların dışında hiçbir konu görüşülemez.” kuralı bulunmaktadır. Uygulamada, 3194 sayılı Yasanın 8. maddesine göre belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe giren ve askıya çıkarılan planlara yapılan itirazları ve planları, belediye meclisinin, kendisine gönderildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde inceleyerek karar vermesi ve belediye meclisinin yasal olarak olağan ve olağanüstü yapabilecekleri toplantıları dikkate alındığında, itirazlar hakkında belediye meclisi tarafından 2577 sayılı Yasanın 11. maddesine göre oluşan zımnı ret süresi içerisinde karar oluşturulması ve tebliğ edilmesinin özellikle kapsamlı planlarda her zaman için mümkün olmadığı görülmektedir.

Esasen, 2577 sayılı Yasada yer alan kurallar idari usulü belirleyen kurallar olmayıp, yargılama usulünün belirlenmesine ilişkin kurallardır. Yargılama usulünde, dava açılmadan önce, idari yoldan işlemin idare bünyesinde ilgili yönünden yeniden değerlendirilmesine olanak sağlayan ve dava açılmasını idarenin bu değerlendirme sonucuna bağlayan ve bunu dava açma süresi ile ilişkilendiren Yasanın 10, 11, 12, 13. maddesindeki gibi kurallar yer almaktadır. Bu kapsamda yapılacak başvurulara cevap verilmemesi hali ise, dava açma süresine yönelik olarak oluşturulmuştur. Yukarıdaki hükümler uyarınca mülkiyet hakkı kapsamında askı tarihleri arasında 2577 sayılı Kanunun 11. maddesi uyarınca imar planlarına itirazda bulunulması üzerine; anılan itiraza ilişkin başvurunun Anayasanın 40. maddesi uyarınca yetkili makama geciktirilmeden ulaştırılması ve 74. maddesi uyarınca başvurunun sonucunun gecikmeksizin ilgiliye bildirilmesi gerekmekte olup; ilgilinin haklarının zımni ret süresi ile sınırlandırılması yukarıda yer verilen yasal düzenlemelere uygun görülmemiştir.

Dava açma süresi içinde idareye yapılan başvurunun, altmış gün içinde yanıtlanmaması durumunun zımni ret sayılması, idarenin keyfi olarak vatandaşın başvurusunu bekletmesine karşı getirilmiş bir güvence olup, idarenin yanıt verme yükümlülüğünü kaldıran bir durum değildir. Zımni ret sonunda dava açma hakkını kullanmayan birinin, idarenin sonradan vermiş olduğu ret cevabı üzerine dava açma hakkını kullanması Anayasa’nın 74 ve 125. maddelerinin vermiş olduğu hakkın bir gereğidir. Zımni ret müessesesi, idarenin keyfi olarak cevap vermemek suretiyle dava açma hakkının engellenmesi nedeniyle getirilmiştir. İdari yargıda, idarenin iptal davası ile denetlenmesi esas olup, idarenin cevap vermemek suretiyle, hak arama özgürlüğünün kullanılmasına engel olması zımni ret müessesesi ile ortadan kaldırılmıştır. Zımni ret süresi sonundan itibaren başlayan dava açma süresi geçtikten sonra idareden gelen açık cevap üzerine süresi içinde dava açılabilecek olup, Anayasanın 125. maddesinin üçüncü fıkrası gereği bu duruma herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır.

2577 sayılı Kanunun “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddenin 3. bendinde “isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde” dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı düzenlenmiştir. Burada “reddedilme” veya “reddedilmiş sayılma” durumu söz konusudur. Buradan anlaşılması gereken idare dava açma süresi içinde yapılan başvuruya açıkça ret cevabı verebilir. Bu cevap dava açma süresini başlatır. Bu cevabın altmış günlük dava açma süresi içinde verilmemesi nedeniyle oluşan zımni retten sonra idarenin vermiş olduğu açık ret cevabının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde hükmü yorumlamak, hükmün bir kısmını uygulanamaz hale getirmektedir. Böyle yorumlandığında hükmün “veya” bağlacından önceki kısmının anlamı kalmamaktadır. İdari işleme karşı dava açmadan önce idareye başvuran kişilere, Anayasanın 74.maddesine göre idarenin yanıt vermesi zorunlu olduğundan, idarenin açık yanıtının zımni ret süresi içinde gelmesi gerektiğine dair bir sınırlama madde metninde yer almamaktadır. Madde metni bu yorumda bulunulmayacak kadar açıktır. Dava açma süresi içinde yapılan başvuruya idarenin almış gün içinde cevap vermemesi nedeniyle oluşan zımni retten sonra dava açma hakkı olduğunu bilmeyen, idareye olan güven nedeniyle idarenin cevap vermesini bekleyen kişiye zımni ret süresinden sonra idarece verilen ret cevabı üzerine dava açma hakkı veren 2577 sayılı yasanın 11. maddesi hak arama özgürlüğünün bir gereğidir.Buna göre, idarenin Anayasadan doğan yükümlülüğünü zamanında yerine getirmeyerek, 2577 sayılı Kanunun 11. maddesinde belirtilen sürenin geçmesinden sonra başvurunun ilgili makama ulaştırılmasından veya başvurunun sonucunun süresinden sonra ilgiliye bildirilmesinden doğan sorumluluğu başvuru sahibine yüklemek mümkün değildir. Başvuruya, yetkili organ tarafından sonradan verilen cevap üzerine, ilgilisinin cevabın tebliğinden itibaren süresi içerisinde dava açabileceği açıktır.

Aksine bir yaklaşım idarenin zımni ret süresi geçtikten sonra ve bu sürenin geçtiğini bile bile kendiliğinden tesis etmiş olduğu bu işlemi, dava konusu edilebilecek nitelikte işlem olma özelliğinden çıkarır ki, bir hukuk devletinde bu yaklaşımın, mülkiyet hakkına ilişkin işlemin sonuçları da dikkate alındığında kabulü uygun görülmemiştir. Bu değerlendirmeler ışığında, ilgilinin imar planlarına askı süresi içerisinde yapmış olduğu itirazın yanıtlanmayarak reddi üzerine süresi içerisinde dava açabileceği gibi, zımni ret işlemi yerine idarece sonradan tesis edilecek ve idarenin gerçek iradesini ortaya koyan işleme karşı da dava açma süresi içerisinde dava açabilmesi mümkündür. Uyuşmazlığa konu olayda, taşınmaz’ ile ilgili olarak imar planına askı tarihleri içinde itiraz eden davacının; davalı idare tarafından itirazın reddine dair işlemin kendisine bildirilmesi üzerine, dava açma süresi içerisinde görülen davayı açtığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, İzmir 2. İdare Mahkemesinin 28/01/2011 gönlü, E:2011/103, K.2011/68 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 02/06/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

              Yargıtay 12. Ceza Dairesi, E: 2014/18496, K: 2015/9591, Tarih: 03.06.2015

           ÖZÜ: Bünyesinde koruma, uygulama denetim büroları kurulan idarelerden izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranların, 2863 saılı Kanunun 65/d maddesi gereğince cezalandırılması gerekeceği,   bu kapsamda, suça konu taşınmazın bulunduğu ilde suç tarihi itibariyle büyükşehir belediyesi veya il özel idaresi bünyesinde koruma, uygulama denetim bürosu kurulup kurulmadığı araştırılıp, eğer kurulmuş ise, taşınmazın bulunduğu yerin koruma, uygulama denetim bürosunun sorumluluk alanı kapsamında olup olmadığı hususu tespit edilip, hükümden sonra, 08.10.2013 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesinde yapılan değişiklikler de dikkate alınarak, sanığın hukuki durumunun takdir ve tayininde zorunluluk bulunmaktadır.

08.10.2013 tarih ve 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanunun 7. maddesine göre, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararlarının, 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edileceği; sit alanlarının, tabiat varlıklarının ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dahil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin tescil kararlarının da Resmi Gazete’de yayımlanmakla birlikte, Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulacağı; Belirtilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından ise, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dahil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin olarak, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılması gerektiği;

Bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında, İzmir 1 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 30.01.2002 tarih, 9728 sayılı kararıyla kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen bölge içerisinde yer alan ve Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 20.06.1981 tarih, A-2954 sayılı kararıyla koruması gerekli kültür varlığı olduğu kabul edilen İzmir ili, Konak ilçesi Esnafşeyh mahallesi, 184 ada, 5 sayılı parselde yer alan tescilli binanın sanık Bülent Hoşgöz tarafından 10.12.2004 tarihinde satın alındığı, sanığın verdiği ifadelerinde binayı satın aldığında yıkılmış, harap bir halde olduğunu, binanın yerinde az bir enkazın olduğunu, onu da tehlike arzetmesi nedeni ile kaldırdığını ve yerine yeni bina yaptırdığını beyan ettiği, İzmir Konak Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu görevlilerince 29.04.2013 tarihinde yapılan denetimde, tescilli binanın yerine zemin+4 katlı betonarme binanın yapılmış ve kullanılmakta olduğunun tespit edildiği, bu tespit üzerine ilgili Koruma Bölge Kurulu’nun 17.05.2013 tarih, 1313 sayılı kararıyla sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği, dosya kapsamında bulunan tescilli binanın 1997 yılına dair fotoğraflarından ve İzmir 1 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 26.12.1997 tarih, 6992 sayılı kararından anlaşılacağı üzere, tescilli binanın bakımsız ve harap bir halde olduğu, 1997 yılında yıkıldığı, çevreye zarar vermemesi için Belediyenin gerekli önlemleri alması konusunda Koruma Kurulu’nca uyarıldığı, bu nedenle sanığın korunması gerekli kültür varlığını yıkarak zarar vermekten sorumlu tutulamayacağı, sanığın eyleminin ancak kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı içerisinde izinsiz bina yapmak suretiyle fiziki ve inşai müdahalede bulunmak suçunu oluşturabileceği, eylemleri sabit olan sanık hakkında 2863 sayılı Kanuna aykırılık ve imar kirliliğine neden olmak suçlarından davanın açıldığı, her ne kadar yapılan yargılama neticesinde, 11.10.2013 tarih ve 28792 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6498 sayılı Kanun gereğince, sit alanı ilanına ilişkin kararların ilgilisine tebliğ edilmesinin zorunlu hale getirildiği, olayda ise tebliğin bulunmadığı gerekçesi gösterilerek, 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçunun oluşmadığı kabul edilmiş, sanığın TCK’nın 184/1. maddesinde düzenlenen imar kirliliğine neden olmak suçundan mahkumiyetine, 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçundan ise, TCK’nın 44. maddesi gereğince hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş ise de; tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararlarının tebliğ zorunluluğunun yukarıda açıklandığı üzere, 11.10.2013 tarihinden itibaren yapılan tescil işlemleri için gerekli olduğu, bu tarihten önce yapılmış tescil işlemleri için tebliğ zorunluluğu bulunmayıp, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilmiş koruma kararının bilindiğinin kabul konusunda yeterli olduğu, olayımızda ise davaya konu yerin artık tek yapı ölçeğindeki kültür veya tabiat varlığı olmadığı, davaya konu yerin kentsel ve 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiş bölge içerisinde yer aldığı, davaya konu yerin tapu kaydında, taşınmazın sit alanı içerisinde kaldığına dair şerhin bulunduğu, bu nedenle sanığın izinsiz bina yaptığı yerin sit alanı içerisinde yer aldığını bildiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu nedenle sanığın eylemleri ile 2863 sayılı Kanunun 65/b maddesinde ve TCK’nın 184/1. maddesinde düzenlenmiş suçları ihlal ettiği, TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kaidesinin objektif koşullarının “tek bir fiilin bulunması” “birden fazla kanun hükmünün ihlali”nden ibaret olduğu, sanığın, işlediği fiille birden fazla suçun oluşmasına sebebiyet vermesi karşısında, hakkında eylemine temas eden en ağır hüküm olan 2863 sayılı Kanuna aykırılık suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kabul göre de; Bünyesinde koruma, uygulama denetim büroları kurulan idarelerden izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranların, 2863 saılı Kanunun 65/d maddesi gereğince cezalandırılması gerekeceği,   bu kapsamda, suça konu taşınmazın bulunduğu ilde suç tarihi itibariyle büyükşehir belediyesi veya il özel idaresi bünyesinde koruma, uygulama denetim bürosu kurulup kurulmadığı araştırılıp, eğer kurulmuş ise, taşınmazın bulunduğu yerin koruma, uygulama denetim bürosunun sorumluluk alanı kapsamında olup olmadığı hususu tespit edilip, hükümden sonra, 08.10.2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesinde yapılan değişiklikler de dikkate alınarak, sanığın hukuki durumunun takdir ve tayininde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince, sanığın mahkumiyetine ilişkin hükmün isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 03/06/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

             İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu Y.D. İtiraz No: 2015/1245, T:24.06.2015

            ÖZÜ: 17.11.2014 tarihinde yapılan denetimde işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilerek 2559 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca 27.11.2014 tarih ve 2036 sayılı Belediye Encümeni karar ile 30.400,00 TL, para cezası verilen davacıya 05.02.2015 tarihinde yapılan tespitte yine işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilmesi nedeniyle en son uygulanan 30.400,00 TL para cezasının bir kat arttırılarak 60.800,00-TL, para cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından dava konusu işlem nedeniyle idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenle, davalı idare itirazının kabulüne karar verilmiştir.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun; 27. maddesinin 2. fıkrasında; “Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.” hükmüne yer verilmiş; bu fıkraya 21.02.2014 gönlü, 6526 sayılı Kanunun 17. maddesi ile eklenen cümlede ise “Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz. Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkansız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur.” hükmü getirilmiştir.

Yasanın bu hükmünün diğer maddelerde yer alan kurallarla birlikte incelenmesinden, mahkemece hukuka aykırı bulunan her idari işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin öngörülmediği, işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması şartının da gerçekleşmesinin ön koşul olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.

2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 6. maddesinde; “Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinden;…

d) Mevzuat hükümlerine aykırı olarak işletilen,

İş yerlerinin işletmecilerine beşyüzmilyon Türk Lirası ile birmilyar Türk Lirası arasında idari para cezası verilir.

Bu maddede öngörülen idari para cezaları, belediye sınırları içinde belediye encümeni, belediye sınırları dışında il daimi encümeni tarafından verilir. Verilen idari para cezalarına dair kararlar ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. İdari para cezaları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.

Bu maddede belirtilen aynı fiillerin bir yıl içinde tekrarı halinde, en son uygulanan para cezası bir kat artırılarak uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; İzmir İli, Konak İlçesi, 1486 Sokak, No:2 Alsancak adresinde faaliyet gösteren işyerinin 28.02.2013 tarih ve 386 sayılı encümen kararına istinaden ruhsatsız olduğundan bahisle 13.03.2013 tarihinde ruhsat alıncaya kadar mühürlendiği ve 2559 sayılı Kanun 6/d maddesi uyarınca 950,00 TL, yapılan denetimlerde işyerinin yeniden faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi üzerine, 04.04.2013 tarih ve 644 sayılı karar ile 1.900,00 TL, 29.08.2013 tarih ve 1409 sayılı karar ile 3.800,00 TL, 06.03.2014 tarih ve 342 sayılı karar ile 7.600,00 TL, 12.06.2014 tarih ve 878 sayılı karar ile 15.200,00 TL, 27.11.2014 tarih ve 2036 sayılı karar ile 3.0.400,00 TL para cezası verildiği, dava konusu işleme ilişkin yapılan kontrolde de yine ruhsatsız olarak faaliyetine devam ettiğinin anlaşılması üzerine dava konusu 12.02.2015 tarih ve 286 sayılı karar ile 60.800,00-TL, para cezası verildiği anlaşılmaktadır.

Olayda, 17.11.2014 tarihinde yapılan denetimde işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilerek 2559 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca 27.11.2014 tarih ve 2036 sayılı Belediye Encümeni karar ile 30.400,00 TL, para cezası verilen davacıya 05.02.2015 tarihinde yapılan tespitte yine işyerinin ruhsatsız olarak faaliyet gösterdiği tespit edilmesi nedeniyle en son uygulanan 30.400,00 TL para cezasının bir kat arttırılarak 60.800,00-TL, para cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından dava konusu işlem nedeniyle idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenle, davalı idare itirazının kabulüne, İzmir 5. İdare Mahkemesi’nin 21.05.2015 tarih ve E: 2015/277 sayılı yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne ilişkin kararının kaldırılmasına, 2577 sayılı yasanın 27/2. maddesinde öngörülen şartlar birlikte gerçekleşmediğinden yürütmenin durdurulması isteminin reddine, 2577 sayılı yasanın 27/7. maddesi gereğince 24/06/2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Danıştay Birinci Daire,E.2015/1014,K.2015/1034,T.23.06.2015

Ağu21
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

   

   M.B.Derneğine ait yapının lokal olarak kullanılmasına ilişkin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylanarak yapılan restorasyonundan sonra kullanım amacına aykırı  olarak  içkili kafeterya olarak kullanımına göz yummak  eylemiyle ilgili olarak; kamuya yararlı dernek statüsünde olan M.B.Derneğine ait yapının belediye ile dernek arasında yapılan 21.03.2010 tarihli protokol kapsamında tarihi eser olan yapının  restorasyonu için çalışmalara başlanıldığı, restorasyonun  amacının   yapının korunması ve dernek  için sosyal tesis, lokal olarak kullanımına uygun hale getirmek olduğu, bu kapsamda İzmir  1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 28.01.2011 gün ve 5647 sayılı ve 13.04.2011 gün ve  5861 sayılı kararları uyarınca restorasyon çalışmalarının yürütüldüğü, restorasyonun Koruma Kurulunun onayına uygun  olarak 16.11.2011 tarihinde geçici kabulünün yapıldığı,26.01.2012 tarihli kira sözleşmesi ile yapının dernek tarafından kiralandığı, kira sözleşmesinden sonra yapı  için 16.03.2012 gün ve 129 sayılı lokal amaçlı  yapı kullanım  izin belgesinin düzenlendiği, özel yapı  şeklini gerektiren  işyerlerinden olmaması nedeniyle  içkili kafeterya  faaliyeti için  ruhsat başvurusunun İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik  hükümleri kapsamında değerlendirildiği, mevzuata aykırılık görülmemesi sebebiyle faaliyet konusu içkili kafeterya olan bu yer  için 10.05.2012 gün ve 58 sayılı  işyeri açma ve çalışma ruhsatının düzenlendiği, restorasyondan sonra işyeri açma ve  çalışma ruhsatı  düzenlenirken  Koruma Kurulundan  izin alınması yolunda bir mevzuat  hükmü bulunmadığından, bu nedenle  ilgililere isnat edilen  eylemin, haklarında soruşturma yapılamasını gerektirecek nitelikte olmadığının  kabulüyle, İçişleri Bakanlığının 09.03.2015 gün ve  Mül.Tef.Ku.Bşk 2015/70 sayılı kararının K.T.,S.P.,M.K.,H.E., ve K.S.  için soruşturma izni verilmesine ilişkin  kısmının kaldırılmasına  oy çokluğuyla karar verildi.

Danıştay 6.Daire, Esas : 2015/361, Karar : 2015/3486;Tarih: 27/05/2015

Tem28
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

ÖZÜ: Davacının mülkiyet hakkını kullanamamaktan yakınarak, tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmakta ise de; esasen davacının uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibari ile taşınmaz için kısıtlılık durumun mevcut olduğu, yukarıda belirtilen Avrupa İnsan Mahkemesi kararında belirtilen mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olma durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına karşın, 17.07.2012 tarihli satış işlemi sonucu mülkiyet sahibi olan davacı açısından kısıtlılık halinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin henüz bulunmadığı açıktır.Bu durumda, İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi gerekirken, tazminat talebinin kabulüne ilişkin temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

Dava, Afyonkarahisar İli, Merkez,Fatih Mahallesi, 19L-1C pafta, 2350 ada, 2 parsel sayılı 2390 m2 alanlı taşınmazın 1986 yılında yapılan imar planı uyarınca ilkokul alanı olarak ayrıldığı ve amacına uygun kullanılmadığı, 08.11.2012tarihinde davalı Afyonkarahisar Belediye Başkanlığına başvuruda bulunularak söz konusu taşınmazın tahsis amacının dışına çıkarılmasını veya eşdeğer bir taşınmaz ile takas edilmesinin talep edildiği ancak bu talebin reddedilmesi üzerine mülkiyet hakkının ihlal edildiği ileri sürülerek 371.884,00 TL bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili ile dava konusu taşınmazın davalı idareler adına tesciline karar verilmesi istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, uyuşmazlık konusu parselin, imar planında kamunun kullanımı için ilkokul alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parselde artık yapılaşmaya gidilemeyeceği ve bu nedenle malikin tasarruf hakkının kısıtlandığı, 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesi uyarınca imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 3 ay içinde bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programının belediyece hazırlanmaması ve bunun sonucunda taşınmazının kamulaştırılmaması nedeniyle davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı ve bu kısıtlamanın idarece bir karar alınarak kaldırılmadığının sabit olması karşısında, taşınmaz malın değerinin hesaplanarak ilgilisine ödenmesi dışında başka bir yol kalmadığı, bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda taşınmazın bedelinin 371.884,00 TL olduğunun tespit edildiği, bu doğrultuda tazminata ilişkin istemin kabulü ile 371.884,00 TL’nin dava açma tarihi olan 29.03.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idarelerden müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, bu karar davalı idare vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Anayasanın 35. maddesinde: “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” kuralına yer verilmiş, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını düzenleyen 13. maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.Keza Anayasanın 90. maddesi uyarınca uygun bulunan ve iç hukukun bir parçası halini alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 nolu Ek Protokolünün “Mülkiyetin korunması” başlıklı 1. maddesinde de: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” hükmü yer almıştır.Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 29.12.1999 gün ve E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararıyla; 3194 sayılı İmar Kanununun 13. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları iptal edilmiş, iptal kararının gerekçesinde: “Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak ayrık durumlarda ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilmelidir.Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez.Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir.3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında imar planlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Yasa’nın 10. maddesinde de belediyelerin, imar plânlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlayacakları belirtilmiş, ancak Yasa’da bu plânların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir. 13. maddenin birinci fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu açıktır.İmar plânlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır.İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de 23.9.1981 günlü Sporrong ve Lonnroth kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” nitelemelerine yer verilmiştir.Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında da atıf yapılan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin 23.09.1982 gün ve 7151/75 sayılı Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararında ise Mahkeme; başvurucuların taşınmazlarının uzun bir süre inşaat yasağı kapsamında tutulmasını ve bu sürede kamulaştırma yapılmamasını mülkiyet hakkına müdahale olarak kabul etmiş, bu durumun müdahaleyi ağırlaştırdığı kanaatine vararak, kararın devamında, başvurucuların mülkiyet haklarını kullanmalarının Sporrong Miras Şirketi olayında toplam 25 yıl, Bayan Lönnroth olayında on iki yıl engellendiğini, bu bağlamda uzatılmış yasakların mülk sahipleri üzerinde yarattığı olumsuz sonuçları hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir Devlette olması gereken durumla bağdaştırılabilir görmediğini kaydetmiş, bu yasakların yarattığı durumun mülkiyet hakkının korunması ile genel menfaatin gerekleri arasında sağlanması gereken dengeyi bozduğunu, başvurucuların hukuki durumlarının gerekli dengenin bulunmamasına yol açtığını vurgulamış, sonuçları inşaat yasakları ile ağırlaştırılmış olan kamulaştırma izinlerinde (izin verilmemesi) her iki başvurucu yönünden Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.Yukarıda özetlenen Anayasa Mahkemesi kararında atıf yapılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 23.09.1982 gün ve 7151/75 sayılı Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararı incelendiğinde, zarar/tazminat olgusunun mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması ile ileriye yönelik olarak belirsiz bir süre engelleme durumunun mülkiyet sahibinde meydana getirdiği mağduriyet çerçevesinde şekillendiği, başka bir deyişle mülkiyet hakkının kısıtlanmasının malikler üzerindeki manevi etkisinin nazara alınması sonucu başvurucular yönünden ihlal kararı verildiği anlaşılmaktadır.Dava dosyasının incelenmesinden, Afyonkarahisar İli, Merkez,Fatih Mahallesi, 19L-1C pafta, 2350 ada, 2 parsel sayılı 2390 m2 alanlı taşınmazın 1986 yılında yapılan imar planı uyarınca ilkokulalanı olarak ayrıldığı, 1989 yılında yapılan 3194 sayılı kanunun 18. Maddesi uygulaması sonucunda KOP (Kamu ortaklık payı) olarak 873/2390 hisse ile Cemil Dilek, 874/2390 Sıddıka Ballık, 643/2390 hisse ile de Lütfiye Pekiner adına tescil edildiği, davacının uyuşmazlık konusu taşınmazla mülkiyet bağının ise 17.07.2012 tarihli satış işlemi ile kurulduğu anlaşılmaktadır.Bakılan davada, davacının mülkiyet hakkını kullanamamaktan yakınarak, tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmakta ise de; esasen davacının uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibari ile taşınmaz için kısıtlılık durumun mevcut olduğu, yukarıda belirtilen Avrupa İnsan Mahkemesi kararında belirtilen mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olma durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına karşın, 17.07.2012 tarihli satış işlemi sonucu mülkiyet sahibi olan davacı açısından kısıtlılık halinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin henüz bulunmadığı açıktır.Bu durumda, İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi gerekirken, tazminat talebinin kabulüne ilişkin temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, Afyonkarahisar İdare Mahkemesince verilen 20/11/2014 tarihli, E:2013/577, K:2014/934 sayılı kararın BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 27/05/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kararları okumak için linke tıklayınız…  Dava Kararları

 

 

 

 

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, E. 2014/9045,K. 2014/12983,T. 25.11.2014

Tem24
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                   

                    ÖZÜ: Taşınmaz tahliye edilip anahtarlar teslim edilmeden kiralanana yapılan kalıcı ve faydalı masrafların istenmesinin mümkün olmadığından, yargılama sırasında taşınmaza ait anahtarların teslim edildiğine dair bir belgede sunulmadığı, davacı kiracının taşınmazı bırakıp terk ettiği, taşınmaz tahliye edilip anahtarlar teslim edilmeden kiralanana yapılan kalıcı ve faydalı masrafların istenmesinin mümkün olmadığı

Dava, kiralanana yapılan iyileştirme bedelleri ve ödemiş olduğu kira bedellerinin istirdadına ilişkindir. Davacı binanın deprem riski taşıdığından bahisle ruhsat alamadığını beyan etmiş ise de, bu konuda belediyeye yapılmış bir müracaatı veya talebinin belediyece reddine dair bir yazıya dosya içinde rastlanılmamıştır. Öte yandan davacı kiracının, akdi feshettiğine dair bir ihtarda bulunmamaktadır. Davacı ihtarla binadaki ayıbın bulunduğu ve ruhsat alamadığını, yedi gün içinde ruhsat alabilecek duruma getirilmesini, getirmediği takdirde yapılan imalat bedellerinin ödenmesini istemiş, sözleşmeyi feshettiğini bildirmemiştir. Öte yandan yargılama sırasında taşınmaza ait anahtarların teslim edildiğine dair bir belge sunulmadığı gibi, davacı kiracı taşınmazı bırakıp terk ettiğini belirtmiştir. Davalılar vekilinin temyiz dilekçesi ekinde ibraz edilen, tutanakta, kiralanana ait anahtarların teslim edildiği anlaşılmaktadır. Taşınmaz tahliye edilip anahtarlar teslim edilmeden kiralanana yapılan kalıcı ve faydalı masrafların istenmesi mümkün değildir. Her dava açıldığı tarihteki duruma göre yürütülür. Dava, anahtar teslim edilmeden önce açıldığına göre davanın reddine karar verilmesi gerekir.

KARAR : Dava, kiralanana yapılan iyileştirme bedelleri ve ödemiş olduğu kira bedellerinin istirdadına ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiş, hüküm davacı ve davalılar vekilince temyiz edilmiştir. Davacı vekili dava dilekçesinde 1.10.2012 tarihli iki ayrı sözleşme ile davalılara ait 3/4 ve 3/5 numaralı dairelerin dil kursu açmak için kiralandığını, kiralamak için 2.500 TL emlakçıya her iki daire için dört aylık kira bedeli 13.200 TL ve dört aylık aidat olarak 4.80.-TL, her iki daire için 2.400 TL güvence parası elektrik, su ve apartman için 500 TL ödediğini, ayrıca taşınmazın kullanım amacına uygun hale getirilmesi için yapılan masrafların Bolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/59-58 D. İşler sayılı dosyasında 36.831.-TL tespit edildiğini, tespitin dışında 28.580.-TL masraf yapıldığını, binanın deprem hasarlı ve yıkılma riski sebebiyle ruhsat alınamadığını, gizli ayıbın davalılara bildirildiği halde bir işlem yapmadıklarını belirterek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 5.000. -TL kazanç kaybı, 25.000.-TL de manevi tazminatın reeskont faiziyle birlikte tahsilini istemiştir. Davalı vekili ise savunmasında; Binanın 1999 yılı depreminde zarar görmediği gibi hasarlı da olmadığının valilik yazısı ile belli olduğunu, davacının belediyeye ruhsat için bir başvurusu olmadığını, aynı yerin davacıdan önce başka bir kişiye kiraya verildiğini ve belediyeden ruhsat aldığını, davalı ancak aktin hitamı ile birlikte ancak kalıcı masrafları isteyebileceğini, taşınmazın henüz tahliye edilmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Hükme esas alınan 1.10.2012 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli iki adet kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmeden, davacının taşınmazları İngilizce dil kursu açmak için kiraladığı anlaşılmaktadır. Taşınmazın kiralandıktan sonra ayıplı hale gelmesi hali, TBK. 305 ve 306. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddelere göre kiralanan sonradan ayıplı hale gelmiş ise kiracı kiraya verenden ayıpların giderilmesini veya kira bedelinden ayıplı oranında indirimde bulunmasını, önemli ayıp halinde ise sözleşmeyi fesih etme hakkı vardır. Davacı binanın deprem riski taşıdığından bahisle ruhsat alamadığını beyan etmiş ise de, bu konuda belediyeye yapılmış bir müracaatı veya talebinin belediyece reddine dair bir yazıya dosya içinde rastlanılmamıştır. Öte yandan davacı kiracının, akdi feshettiğine dair bir ihtarda bulunmamaktadır. Davacı 7.3.2013 keşide ve 8.3.2013 ve 12.3.2013 tebliğ tarihli ihtarla binadaki ayıbın bulunduğu ve ruhsat alamadığını, yedi gün içinde ruhsat alabilecek duruma getirilmesini, getirmediği takdirde yapılan imalat bedellerinin ödenmesini istemiş, sözleşmeyi feshettiğini bildirmemiştir. Öte yandan yargılama sırasında taşınmaza ait anahtarların teslim edildiğine dair bir belge sunulmadığı gibi, davacı kiracı taşınmazı bırakıp terk ettiğini belirtmiştir. Davalılar vekilinin temyiz dilekçesi ekinde ibraz edilen, Bolu 6. Noterliğinin 14.6.2013 tarihli tutanakta, kiralanana ait anahtarların 14.6.2013 tarihinde teslim edildiği anlaşılmaktadır. Taşınmaz tahliye edilip anahtarlar teslim edilmeden kiralanana yapılan kalıcı ve faydalı masrafların istenmesi mümkün değildir. Her dava açıldığı tarihteki duruma göre yürütülür. Dava, anahtar teslim edilmeden önce 22.3.2013 tarihinde açıldığına göre davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir. Yukarıda açıklanan sebeplerle temyiz itirazlarının kabulüyle 6100 Sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3. madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA ve bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz isteminin bu aşamada incelemesine yer olmadığına, istenmesi halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edenlere iadesine, 25.11.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

                   Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, E. 2010/1420,K. 2013/3394,T. 31.10.2013

                   ÖZÜ : Davacıya, eylemine karşılık gelen disiplin cezasının bir derece ağırı olan devlet memurluğundan çıkarma cezasının verilmesine sebep olan ve tekerrüre temel teşkil eden devamsızlığı sonucu verilen disiplin cezası, Kanun uyarınca tüm sonuçları ile affedildiğinden ve tüm sonuçları ile affedilen bir disiplin cezasına konu olan bu fiilin tekerrüre esas alınması mümkün olmadığından, hukuki dayanağı ortadan kalkmış bulunan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta olup, davacının bu hukuka aykırı işlem nedeniyle oluşan maddi zararının tazmini isteminin de kabulü gerekmektedir.

KARAR : Dava; Ankara İli Keçiören İlçesi Necip Fazıl İlköğretim Okulunda hizmetli olarak görev yapan davacının, 12-18 Ağustos 2005 tarihleri arasında 7 gün süreyle özürsüz ve kesintisiz olarak göreve gelmediği ve daha önce aynı nitelikteki eylemi nedeniyle 2004 yılında da disiplin cezası ile cezalandırıldığı gerekçesiyle, tekerrür hükümlerinin uygulanması suretiyle 657 sayılı Kanun’un 125. maddesi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun 04/05/2006 günlü, 2006/58 sayılı kararının iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı 2.010- TL tutarındaki parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Ankara 5. İdare Mahkemesi’nin 22/02/2007 günlü, E:2006/1988, K:2007/293 sayılı kararıyla; davacının disiplin cezası ile cezalandırılmasına esas olan eylemine ilişkin soruşturma raporu, tanık ifadeleri ve tutanakların incelenmesinden, davacının göreve gelmediği günlere ilişkin olarak ayrı ayrı tutanak tutulmadığı, salt okuldan ayrıldığı ilk gün ve görevine yeniden başladığı tarihte tutanak tutulduğu anlaşıldığından, yeterli tespit yapılmadan tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline ve hukuka aykırı işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının davacının istemiyle sınırlı olmak üzere yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmiştir. Bu karar, temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Onikinci Dairesi’nin 22/04/2009 günlü, E:2007/3895, K:2009/2448 sayılı kararıyla; davacının hakkında yürütülen soruşturma kapsamında alınan ifadesinde, göreve gelmediği iddia edilen günlerde okula yarım gün geldiğini belirtip dava dilekçesinde ise ailevi nedenlerle 7 gün işe gelmediğini ikrar ederek çelişkili ifadeler kullanması ve okul müdürünü, müdür yardımcısını, telefonla aradığında bulamadığından hizmetliye bilgi verdiğini söylemesine rağmen, tanıkların ifadelerinde anılan günlerde okula gelmediğinin ifade edilmesi karşısında, davacı hakkında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de; Ankara 5. İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak dava konusu işlemin iptali ve tazminat isteminin kabulü yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir. Davalı idare tarafından, dava konusu işlemin hukuka uygun bir biçimde tesis edildiği ileri sürülerek ısrar kararının bozulması istenilmektedir. 04/07/2006 günlü, 26218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun’un 1. maddesinde; Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit veya nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar veya istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlarına fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçları sebebiyle görevleriyle sürekli olarak ilişik kesilmesi sonucu doğuran disiplin cezaları ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 68. maddesinin ikinci fıkrasının ( e ) ve ( f ) bentlerine göre verilmiş yer değiştirme cezaları ve 69. maddesine göre verilmiş meslekten çıkarma cezaları ile emniyet hizmetleri sınıfına dahil personel ile çarşı ve mahalle bekçileri hakkında verilen meslekten çıkarma cezaları hariç olmak üzere; kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında 23/04/1999 tarihinden 14/02/2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş disiplin cezalarının bütün sonuçları ile affedildiği hükme bağlanmıştır. Dosyanın incelenmesinden; 2003 yılı içinde özürsüz ve kesintisiz olarak 5 gün göreve gelmemesi nedeniyle, Ankara Valiliği İl Disiplin Kurulu’nun 24/02/2004 günlü, 5/K-5 sayılı işlemiyle bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılan davacının, 12/8/2005 ile 18/8/2005 tarihleri arasında özürsüz ve kesintisiz görevine devam etmediğinden bahisle, 24/02/2004 günlü işleme esas olan devamsızlık fiilinin de tekerrüre esas alınması suretiyle 657 sayılı Kanun’un 125. maddesi uyarınca eylemin karşılığı olan kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının bir derece ağırı olan Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda; davacıya, 657 sayılı Kanun’un 125. maddesi uyarınca eylemine karşılık gelen disiplin cezasının bir derece ağırı olan devlet memurluğundan çıkarma cezasının verilmesine sebep olan ve tekerrüre temel teşkil eden 2003 yılı içerisindeki devamsızlığı sonucu verilen disiplin cezası, 5525 sayılı Kanun uyarınca tüm sonuçları ile affedildiğinden ve tüm sonuçları ile affedilen bir disiplin cezasına konu olan bu fiilin tekerrüre esas alınması mümkün olmadığından, hukuki dayanağı ortadan kalkmış bulunan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta olup, davacının bu hukuka aykırı işlem nedeniyle oluşan maddi zararının tazmini isteminin de kabulü gerekmektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; Ankara 5. İdare Mahkemesince verilen kararın sonucu itibariyle usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Ankara 5. İdare Mahkemesi’nin 25/03/2010 günlü, E:2010/433, K:2010/421 sayılı ısrar kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 31.10.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

 

 

Anayasa Mahkemesi Kararı ve İmar Kanunu

Tem22
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 16.07.2015 tarihli 29418 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan ve 16.01.2016 tarihinde yürürlüğe girecek olan Anayasa Mahkemesinin 2013/114 Esas 2014/184 Karar sayılı ve 04.12.2014 tarihli kararıyla aşağıda sarı boya ile gösterilen 3194 sayılı kanunun 8. maddesinin j bendinin 4. cümlesinde bulunan “eser sözleşmesinde işleme izni verilenler ile” ibaresi ile Ek 4. madde iptal edilmiştir.

 

3194  SAYILI İMAR KANUNU

Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması:

Madde 8 – Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

j) (Ek: 12/7/2013-6495/73 md.) İlgili idareler, Bakanlıkça belirlenen esaslara göre mimari estetik komisyonu kurar. Komisyon, yapıların ve onaylı mimari projelerinin özgün fikir ifade edip etmediğine karar vermeye yetkilidir. Özgün fikir ifade etmeyenlerde yapılacak değişikliklerde ilk müellifin görüşü aranmaz. Özgün fikir ifade eden mimarlık eser ve projelerinde; eser sözleşmesinde işleme izni verilenler ile eserin bütünlüğünü bozmadığına, estetik görünümünü değiştirmediğine, teknik, yönetsel amaçlar ve kullanım amacı nedeniyle zorunlu olduğuna karar verilen değişiklikler müellifinin izni alınmaksızın yapılabilir. Bu durumda ilk müellif tarafından talep edilebilecek telif ücreti; ilgili meslek odasınca belirlenen mimari proje asgari hizmet bedelinin, tamamlanan yapılarda yüzde yirmisini, inşaatı süren yapılarda yüzde on beşini geçemez.

Ek Madde 4 – (Değişik: 12/7/2013-6495/73 md.) Mera, yaylak ve kışlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleşme yeri olarak uygun görülen kısımları valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon tarafından tespit edilir. Bu yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescilleri yapılır. Bu taşınmazlar, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanlar ilgili belediyelerine, diğer alanlarda kalanlar ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edilir. Özel kanunlar kapsamı dışında kalan alanlarda belediyesince veya il özel idaresince geçici yerleşme alanının vaziyet planı ve yapılaşma şartları hazırlanır ve onaylanır. Bu taşınmazlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dışındakiler, il özel idaresince veya belediyesince ve özel kanunlarla belirlenmiş alanlarda ilgili idarece kadastro verileri işlenmiş hâlihazır haritalar üzerine yapılmış vaziyet planına veya onaylı imar planına uygun olarak talep sahiplerine bedeli karşılığında yirmi dokuz yıla kadar tahsis edilebilir. Bu yerlerde umumi ve kamusal yapılar hariç, inşa edilecek yapıların kat adedi bodrum hariç olmak üzere ikiyi, yapı inşaat alanı 200 metrekareyi geçemez. Bu yapıların yöresel mimariye uygun ve yöresel malzeme kullanılmak suretiyle yapılması zorunludur. Bu fıkranın uygulanmasına, bu fıkra kapsamında tahsis edilecek mera, yaylak ve kışlakların il genelindeki toplam mera, yaylak ve kışlakların binde beşini geçmemek üzere oranının belirlenmesine, bu yerlerin kiralanmak suretiyle tahsisine, tahsis sürelerine, yıllık kira bedeli taşınmazın emlak vergisine esas metrekare birim bedeli toplamının yüzde birinden az olmamak üzere tahsis bedellerinin belirlenmesine, tahsil edilen bedellerinin yarısı Hazine payı olarak genel bütçeye gelir kaydedilmek, diğer yarısı ise ilgili belediyeye veya il özel idaresine ait olmak üzere gelirlerin kullanım şekline, tahsis süresinin sona ermesine, komisyonun oluşumuna ve diğer konulara ilişkin esas ve usuller, İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görüşleri alınarak Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.

Mera, yaylak ve kışlakların 2634 sayılı Kanun uyarınca ilan edilen turizm merkezleri ile kültür ve turizm gelişim bölgeleri kapsamında kalan kısımları, ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescil edilir ve bu yerler, 2634 sayılı Kanun çerçevesinde kullanılmak ve değerlendirilmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilir.

Yazıldı Kategori Dışı

Danıştay Birinci Daire Kararı

Tem06
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Kararı okumak için linke tıklayınız...Danıştay Kararı

Danıştay 14. Daire, Esas: 2012/7442, Karar:2014/2175, Tarih:13.2.2014

Tem06
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

           

   ÖZÜ: 3194 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendinin artırım nedeni olarak uygulanabilmesi için, yapının tamamının ruhsatsız olarak yapılmış olması gerekmekte olup, ruhsatlı yapıda ruhsat ve eklerine aykırı imalatların yapılması halinde bu artırım nedeninin uygulanamayacağı sonucuna varılmaktadır. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni bulunan yapıda ruhsat ve eklerine aykırı ilave yapı yapıldığının açık olması karşısında, uyuşmazlık konusu para cezasının hesabında tümüyle ruhsatsız olarak yapılmış yapılar için öngörülen 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendindeki artırım nedeninin uygulanmasında hukuka uyarlık, davanın bu kısmının reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Dava; Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Mahallesi, 14151 sayılı parselde bulunan yapıda ruhsat ve eki mimari projesine aykırı imalatlar yapıldığından bahisle 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca binanın projesine uygun hale getirilmesine, getirilmediği takdirde belediyece yıkılarak masrafların mal sahibinden tahsiline ve aynı Kanun’un 42. maddesi uyarınca davacıya 16.012,00-TL imar para cezası verilmesine ilişkin 22.09.2010 günlü, 1032 sayılı Didim Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; dosyadaki bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden; inşaat alanını ve mimari projeyi değiştiren esaslı tadilat ve ilave imalatlar niteliğinde olup, mevcut proje ve eklerine aykırı olarak yapılan söz konusu imalatların yıkımı ve davacıya 16.012 TL imar para cezası verilmesine yönelik olarak tesis edilen dava konusu işlemde, imar mevzuatına ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyize konu İdare Mahkemesi kararının; yıkım ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 2. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca hesaplanan para cezasının aslı ile aynı fıkranın ( c ) bendinin 5. ve 12. alt bentleri uyarınca artırım uygulanmasına ilişkin olarak davanın reddine yönelik kısmında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmamaktadır. Kararın para cezasına ilişkin söz konusu artırım nedenlerinden olan 8. bent yönünden de davanın reddine ilişkin kısmına gelince; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddenin 1. fıkrasında; bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanacağı, 2. fıkrasında; ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, fıkrada belirtildiği şekilde hesaplanan idari para cezalarının uygulanacağı hüküm altına alınmış, anılan fıkranın devamında temel ceza miktarının hesaplanmasına ve cezaya uygulanacak artırımların belirlenmesine ilişkin esaslar hükme bağlanmış, ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendinde, yapı ruhsatsız ise, cezanın %180 oranında arttırılarak hesaplanacağı hüküm altına alınmıştır. 3194 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendinin artırım nedeni olarak uygulanabilmesi için, yapının tamamının ruhsatsız olarak yapılmış olması gerekmekte olup, ruhsatlı yapıda ruhsat ve eklerine aykırı imalatların yapılması halinde bu artırım nedeninin uygulanamayacağı sonucuna varılmaktadır. Dosyanın incelenmesinden; Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Mahallesi, 14151 sayılı parseldeki yapı üzerinde ruhsat ve eki mimari projesine aykırı olarak binanın güney cephesi 3.00 x 16.00 m ebatlarında ( bodrum kat çekme mesafesi ) tuğladan saç trapezden yatakhane, bodrum katta havuz, mahsen, depo olarak görülen 10.77 x 12.80 m ebatlarındaki alanı 4 adet işyerine çevirdiği ( 2.85 x 6.50 m 2 adet, 4.50 x 8.00 m 2 adet ) yine bodrum katta kuzey cephede 1.50 x 12.00 m ebatlarında betondan ilave teras ve yine doğu cepheye 12.60 x5.00 x7.50 m ebatlarında havuz yapıldığı, yapılan imalatların 18.09.2010 günlü yapı tatil tutanağı ile tespit edildiği, süresi içerisinde aykırılığın giderilmemesi üzerine yapının yıkımına ve davacıya para cezası verilmesine ilişkin encümen kararının alındığı anlaşılmaktadır. Buna göre yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni bulunan yapıda ruhsat ve eklerine aykırı ilave yapı yapıldığının açık olması karşısında, uyuşmazlık konusu para cezasının hesabında tümüyle ruhsatsız olarak yapılmış yapılar için öngörülen 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendindeki artırım nedeninin uygulanmasında hukuka uyarlık, davanın bu kısmının reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Aydın 1. İdare Mahkemesinin 28.06.2012 günlü, E:2011/669 K:2012/1360 kararının, yıkıma ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 2. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca hesaplanan para cezasının aslı ile aynı fıkranın ( c ) bendinin 5 ve 12. alt bentleri uyarınca artırım uygulanmasına ilişkin olarak davanın reddine yönelik kısmının ONANMASINA, para cezasının 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42/2 ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendi uyarınca hesaplanan kısmının ise BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 13.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verild

Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız