• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

Danıştay Altıncı Daire Karar

Ara05
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                    

Danıştay Altıncı Daire, Esas:2008/810, karar :2010/2954 Tarihli : 23.03.2010

             ÖZÜ: Bedriye Akara ait parselde kayıtlı bulunan fırınla ilgili olarak belediye fen ekiplerince düzenlenen 16.03.2006 günlü  heyet raporunda, söz konusu yapının yıkılacak derecede olduğunun tespit edildiği, 27.04.2006 tarihli encümen kararıyla,  yapının maliki Bedriye Akar tarafından yıktırılmasının 7201 sayılı tebligat kanununun  21.maddesi uyarınca tebliğ  edildiği, aykırılığın malik tarafından giderilmemesi üzerine belediye ekiplerince yıktırıldığı, yıkım nedeniyle davacılar tarafından maddi manevi zarara uğratıldıkları iddia edilmekte ise de, belediyece gerekli yasal prosedüre uyarak ve yasanın verdiği yetkiye dayanarak, yıkılacak derecede tehlikeli duruma geldiği tespit edilen yapının yıkımı gerçekleştirildiğinden, davacıların maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi gerekir. ”Şeklinde İZMİR 2. İdare Mahkemesinin 13.06.2007 gün ve E.2006/1518,K.2007/1043 sayılı kararının temyiz edilmesi üzerine, temyize konu İdare Mahkemesinin kararının 2577 sayılı kararının 49/1 maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından İzmir 2. İdare Mahkemesinin 13.06.2007 günlü E.2006/1518 2007/1043 sayılı kararının onanmasına karar verilmiştir.

İmar Kanunu 42.Madde

Kas24
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

               

 Danıştay 14. Daire, Esas: 2012/7442, Karar:2014/2175, Tarih:13.2.2014

                

ÖZÜ: 3194 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendinin artırım nedeni olarak uygulanabilmesi için, yapının tamamının ruhsatsız olarak yapılmış olması gerekmekte olup, ruhsatlı yapıda ruhsat ve eklerine aykırı imalatların yapılması halinde bu artırım nedeninin uygulanamayacağı sonucuna varılmaktadır. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni bulunan yapıda ruhsat ve eklerine aykırı ilave yapı yapıldığının açık olması karşısında, uyuşmazlık konusu para cezasının hesabında tümüyle ruhsatsız olarak yapılmış yapılar için öngörülen 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendindeki artırım nedeninin uygulanmasında hukuka uyarlık, davanın bu kısmının reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Dava; Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Mahallesi, 14151 sayılı parselde bulunan yapıda ruhsat ve eki mimari projesine aykırı imalatlar yapıldığından bahisle 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca binanın projesine uygun hale getirilmesine, getirilmediği takdirde belediyece yıkılarak masrafların mal sahibinden tahsiline ve aynı Kanun’un 42. maddesi uyarınca davacıya 16.012,00-TL imar para cezası verilmesine ilişkin 22.09.2010 günlü, 1032 sayılı Didim Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; dosyadaki bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden; inşaat alanını ve mimari projeyi değiştiren esaslı tadilat ve ilave imalatlar niteliğinde olup, mevcut proje ve eklerine aykırı olarak yapılan söz konusu imalatların yıkımı ve davacıya 16.012 TL imar para cezası verilmesine yönelik olarak tesis edilen dava konusu işlemde, imar mevzuatına ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyize konu İdare Mahkemesi kararının; yıkım ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 2. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca hesaplanan para cezasının aslı ile aynı fıkranın ( c ) bendinin 5. ve 12. alt bentleri uyarınca artırım uygulanmasına ilişkin olarak davanın reddine yönelik kısmında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmamaktadır. Kararın para cezasına ilişkin söz konusu artırım nedenlerinden olan 8. bent yönünden de davanın reddine ilişkin kısmına gelince; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddenin 1. fıkrasında; bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanacağı, 2. fıkrasında; ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, fıkrada belirtildiği şekilde hesaplanan idari para cezalarının uygulanacağı hüküm altına alınmış, anılan fıkranın devamında temel ceza miktarının hesaplanmasına ve cezaya uygulanacak artırımların belirlenmesine ilişkin esaslar hükme bağlanmış, ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendinde, yapı ruhsatsız ise, cezanın %180 oranında arttırılarak hesaplanacağı hüküm altına alınmıştır. 3194 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendinin artırım nedeni olarak uygulanabilmesi için, yapının tamamının ruhsatsız olarak yapılmış olması gerekmekte olup, ruhsatlı yapıda ruhsat ve eklerine aykırı imalatların yapılması halinde bu artırım nedeninin uygulanamayacağı sonucuna varılmaktadır. Dosyanın incelenmesinden; Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Mahallesi, 14151 sayılı parseldeki yapı üzerinde ruhsat ve eki mimari projesine aykırı olarak binanın güney cephesi 3.00 x 16.00 m ebatlarında ( bodrum kat çekme mesafesi ) tuğladan saç trapezden yatakhane, bodrum katta havuz, mahsen, depo olarak görülen 10.77 x 12.80 m ebatlarındaki alanı 4 adet işyerine çevirdiği ( 2.85 x 6.50 m 2 adet, 4.50 x 8.00 m 2 adet ) yine bodrum katta kuzey cephede 1.50 x 12.00 m ebatlarında betondan ilave teras ve yine doğu cepheye 12.60 x5.00 x7.50 m ebatlarında havuz yapıldığı, yapılan imalatların 18.09.2010 günlü yapı tatil tutanağı ile tespit edildiği, süresi içerisinde aykırılığın giderilmemesi üzerine yapının yıkımına ve davacıya para cezası verilmesine ilişkin encümen kararının alındığı anlaşılmaktadır. Buna göre yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni bulunan yapıda ruhsat ve eklerine aykırı ilave yapı yapıldığının açık olması karşısında, uyuşmazlık konusu para cezasının hesabında tümüyle ruhsatsız olarak yapılmış yapılar için öngörülen 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesinin 2. fıkrasının ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendindeki artırım nedeninin uygulanmasında hukuka uyarlık, davanın bu kısmının reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Aydın 1. İdare Mahkemesinin 28.06.2012 günlü, E:2011/669 K:2012/1360 kararının, yıkıma ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 2. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca hesaplanan para cezasının aslı ile aynı fıkranın ( c ) bendinin 5 ve 12. alt bentleri uyarınca artırım uygulanmasına ilişkin olarak davanın reddine yönelik kısmının ONANMASINA, para cezasının 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42/2 ( c ) bendinin 8 numaralı alt bendi uyarınca hesaplanan kısmının ise BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 13.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Antalya Bölge İdare Mahkemesi Kararı

Eki21
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Antalya Bölge İdare Mahkemesi, Esas:2013/3350 Karar: 2014/1863,   Tarih: 27/06/2014

 

ÖZÜ: Kalkınma Ajansına ödenen payın geciktirilmesinden doğan faiz alacağının iller Bankası payından kesilemeyeceği hk.

KARAR; Dava, 5779 sayılı yasa uyarınca kesilen paydan, davacı kurumun Batı Akdeniz Kalkınma Ajansına 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca ödenmesi gereken payın geç ödenmesi nedeniyle doğan faiz alacağının haksız yere mahsup edildiğinden bahisle 4.863,67 TL’nin yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesinde; ‘Ajansın gelirleri ve yöneteceği fonlar şunlardır:

a) Bir önceki yıl gerçekleşen genel bütçe vergi gelirleri tahsilatından, vergi iadeleri ile mahalli idarelere ve fonlara aktarılan paylar düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden, binde beş oranında her yıl ayrılacak transfer ödeneğinden, Yüksek Planlama Kurulunca her bir ajans için nüfus, gelişmişlik düzeyi ve performans ölçütlerine göre belirlenecek pay.

b) Avrupa Birliği ve diğer uluslararası fonlardan sağlanacak kaynaklar.

c) Faaliyet gelirleri.

d) Bir önceki yıl gerçekleşen bütçe gelirleri üzerinden, bölgedeki il özel idareleri için; borçlanma, tahsisi mahiyetteki gelirler ile genel, katma ve özel bütçeli kuruluşlardan alınan yardım kalemleri hariç tutulmak üzere yüzde bir, belediyeler için; borçlanma ve tahsisi mahiyetteki gelir kalemleri hariç tutulmak üzere yüzde bir oranında, cari yıl bütçesinden aktarılacak pay.

e) Bölgedeki sanayi ve ticaret odalarının, bir önceki yıl kesinleşmiş bütçe gelirlerinin yüzde biri oranında, cari yıl bütçesinden aktarılacak pay.

f) Ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarca yapılan bağış ve yardımlar.

g) Bir önceki yıldan devreden gelirler.

Bakanlar Kurulu, il özel idareleri için belirlenen oranı yüzde beşe kadar yükseltmeye ya da bu Kanunda belirlenen oranına kadar indirmeye, belediyeler için belirlenen oranı ise; yarısına kadar indirmeye ya da bu Kanunda belirlenen oranına kadar yükseltmeye yetkilidir.

Birinci fıkranın (d) ve € bentlerinde belirtilen paylar, ilgili idare ve kuruluşlar tarafından haziran ayının sonuna kadar ajans hesabına aktarılır. (d) bendinde belirtilen paylar, süresi içerisinde aktarılmadığı takdirde, bu idarelere genel bütçe vergi gelirleri tahsilat toplamı üzerinden ayrılan paydan ilgisine göre Maliye Bakanlığı ve/veya iller Bankasınca kesilerek ilgili ajans hesabına aktarılır. Diğer alacakların tahsilinde, genel hükümlere göre işlem yapılır’ hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca ödenmesi gereken payın süresi içerisinde Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı hesabına aktarılmaması nedeniyle doğan faiz alacağının davacı kuruma 5779 sayılı kanun uyarınca tahakkuk ettirilen paydan mahsup edilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacı kurum tarafından, 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca ödenmesi gereken payın süresi içerisinde ödenmediği açık olup, alacağın yasal süresi içerisinde ödendiği gerekçesiyle faiz alacağının bulunmadığı yönündeki davacı iddiası yerinde görülmemiştir. Davacı kurumun yasal borcu zamanında ödememesi nedeniyle doğan faizin tahsili hususuna gelince; Yukarıda anılan yasa hükmü uyarınca iller Bankasının sadece Kalkınma Ajansına ödenmeyen alacak tutarını tahsil etme durumu söz konusu olup faiz alacağı, amme alacağı niteliğinde olmadığından, vadesinde ödenmeyen miktara ilişkin fer’ini (faizin) özel hukuk hükümlerine göre tahsili gerekmekte ve mahsup kesinti yoluyla tahsili mümkün bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davacı itirazının KABULÜNE, itiraza konu Isparta İdare Mahkemesince tek hakimle verilen 24.10.2013 tarihli, E:2013/444, K:2013/1030 sayılı kararının BOZULMASINA, dava konusu işlemin İPTALİNE, davacının yoksun kaldığı parasal haklarının idareye başvuru tarihi olan 26.03.2013 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarece hesaplanarak davacıya ÖDENMESİNE, oybirliğiyle karar verildi.

Bölge İdare Mahkemesi Kararı

Eki16
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Antalya Bölge İdare Mahkemesi, Esas:2013/3350 Karar: 2014/1863,   Tarih: 27/06/2014

ÖZÜ: Kalkınma Ajansına ödenen payın geciktirilmesinden doğan faiz alacağının iller Bankası payından kesilemeyeceği hk.

KARAR; Dava, 5779 sayılı yasa uyarınca kesilen paydan, davacı kurumun Batı Akdeniz Kalkınma Ajansına 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca ödenmesi gereken payın geç ödenmesi nedeniyle doğan faiz alacağının haksız yere mahsup edildiğinden bahisle 4.863,67 TL’nin yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesinde; ‘Ajansın gelirleri ve yöneteceği fonlar şunlardır:

a) Bir önceki yıl gerçekleşen genel bütçe vergi gelirleri tahsilatından, vergi iadeleri ile mahalli idarelere ve fonlara aktarılan paylar düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden, binde beş oranında her yıl ayrılacak transfer ödeneğinden, Yüksek Planlama Kurulunca her bir ajans için nüfus, gelişmişlik düzeyi ve performans ölçütlerine göre belirlenecek pay.

b) Avrupa Birliği ve diğer uluslararası fonlardan sağlanacak kaynaklar.

c) Faaliyet gelirleri.

d) Bir önceki yıl gerçekleşen bütçe gelirleri üzerinden, bölgedeki il özel idareleri için; borçlanma, tahsisi mahiyetteki gelirler ile genel, katma ve özel bütçeli kuruluşlardan alınan yardım kalemleri hariç tutulmak üzere yüzde bir, belediyeler için; borçlanma ve tahsisi mahiyetteki gelir kalemleri hariç tutulmak üzere yüzde bir oranında, cari yıl bütçesinden aktarılacak pay.

e) Bölgedeki sanayi ve ticaret odalarının, bir önceki yıl kesinleşmiş bütçe gelirlerinin yüzde biri oranında, cari yıl bütçesinden aktarılacak pay.

f) Ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarca yapılan bağış ve yardımlar.

g) Bir önceki yıldan devreden gelirler.

Bakanlar Kurulu, il özel idareleri için belirlenen oranı yüzde beşe kadar yükseltmeye ya da bu Kanunda belirlenen oranına kadar indirmeye, belediyeler için belirlenen oranı ise; yarısına kadar indirmeye ya da bu Kanunda belirlenen oranına kadar yükseltmeye yetkilidir.

Birinci fıkranın (d) ve € bentlerinde belirtilen paylar, ilgili idare ve kuruluşlar tarafından haziran ayının sonuna kadar ajans hesabına aktarılır. (d) bendinde belirtilen paylar, süresi içerisinde aktarılmadığı takdirde, bu idarelere genel bütçe vergi gelirleri tahsilat toplamı üzerinden ayrılan paydan ilgisine göre Maliye Bakanlığı ve/veya iller Bankasınca kesilerek ilgili ajans hesabına aktarılır. Diğer alacakların tahsilinde, genel hükümlere göre işlem yapılır’ hükmüne yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden; 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca ödenmesi gereken payın süresi içerisinde Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı hesabına aktarılmaması nedeniyle doğan faiz alacağının davacı kuruma 5779 sayılı kanun uyarınca tahakkuk ettirilen paydan mahsup edilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacı kurum tarafından, 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca ödenmesi gereken payın süresi içerisinde ödenmediği açık olup, alacağın yasal süresi içerisinde ödendiği gerekçesiyle faiz alacağının bulunmadığı yönündeki davacı iddiası yerinde görülmemiştir. Davacı kurumun yasal borcu zamanında ödememesi nedeniyle doğan faizin tahsili hususuna gelince; Yukarıda anılan yasa hükmü uyarınca iller Bankasının sadece Kalkınma Ajansına ödenmeyen alacak tutarını tahsil etme durumu söz konusu olup faiz alacağı, amme alacağı niteliğinde olmadığından, vadesinde ödenmeyen miktara ilişkin fer’ini (faizin) özel hukuk hükümlerine göre tahsili gerekmekte ve mahsup kesinti yoluyla tahsili mümkün bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davacı itirazının KABULÜNE, itiraza konu Isparta İdare Mahkemesince tek hakimle verilen 24.10.2013 tarihli, E:2013/444, K:2013/1030 sayılı kararının BOZULMASINA, dava konusu işlemin İPTALİNE, davacının yoksun kaldığı parasal haklarının idareye başvuru tarihi olan 26.03.2013 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarece hesaplanarak davacıya ÖDENMESİNE, oybirliğiyle karar verildi.

KARAR

Eyl29
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                     

 Danıştay 12.Dairesi,Esas No: 2014/3085  Karar No: 2014/4911,Tarih:12.06.2014

 ÖZÜ: Disiplin amirlerinin,  disiplin soruşturmasını bizzat yapmaları mümkün ise de; Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmeliğin 6. ve 19. maddeleri göz önüne alındığında; kamu görevlisinin suç oluşturduğu iddia edilen fiili ile ilgili olarak İdarece açılan bir disiplin soruşturmasını yapmakla görevlendirilen soruşturmacının daha sonra disiplin amiri sıfatıyla ceza vermesi objektiflik ve tarafsızlık ilkesine uygun düşmemektedir.

Dava, Kayseri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda İnfaz ve Koruma memuru olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125-B/a bendi uyarınca uyarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 27/03/2012 tarihli ve 2012/14 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Kayseri 1. İdare Mahkemesi’nin 29/01/2013 tarihli ve E:2012/797, K:2013/58 sayılı kararıyla, soruşturmayı yapan ile cezayı veren kişilerin ayrı kişiler olması gerekir iken Cezaevi 2. Müdürü tarafından hem olayın soruşturulması hem de davacıya ceza verilmesi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde, nesnel, eşit ve güvenirlilik ilkelerine uygun verilmesinin koşullarını oluşturan “şekil” kurallarına uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Bu karara karşı davalı idare tarafından itiraz edilmesi üzerine, Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin 03/10/2013 tarihli ve E:2013/943; K:2013/977 sayılı kararıyla; Kayseri 1. İdare Mahkemesinin 29/01/2013 tarihli ve E:2012/797, K:2013/58 sayılı kararının bozulmasına ve dosyanın esastan incelenmesi sonucunda; disiplin soruşturmasına konu olayın soruşturma raporu ve 09/03/2012 tarihli tutanakla sabit olması karşısında, dava konusu disiplin cezasında hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karar karşı davacı tarafından kararın düzeltilmesi isteminde bulunulmaması üzerine karar kesinleşmiştir. Danıştay Başsavcılığı, “davacının işlediği iddia edilen fiili soruşturmakla görevlendirilen ve davacının disiplin amiri olan Kayseri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 2. Müdürünün getirdiği teklif doğrultusunda cezayı yine kendisinin vermesinde, objektiflik ve tarafsızlık ilkelerine uygun değerlendirme yapıldığından söz edilemeyeceği açık olmakla, verilen cezada hukuka uygunluk görülmediği, dolayısıyla davanın reddi yolunda verilen Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin 03/10/2013 tarihli ve E:2013/943; K:2013/977 sayılı kararının yürürlükteki hukuka aykırı sonuç ifade ettiğinden 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51.maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51 .maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay’ca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı ve bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderilip, Resmi Gazetede yayımlanacağı kuralına yer verilmiştir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinin B bendinin (a) alt bendinde “Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kusurlu davranmak” kınama cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.24/10/1982 tarihli ve 17848 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmeliğin 6. maddesinde; “Disiplin kurulu başkan ve üyelerinin disiplin cezası verilmesini teklif ettikleri veya disiplin soruşturmasını yaptıkları memurlara ait işlerle ilgili kurul toplantılarına katılamayacakları” öngörülmüş, 18. maddesinde; “Disiplin amirlerinin, kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile Kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Devlet memuru olarak emrettiği görevleri yurt içinde veya dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre, 657 sayılı Kanun’da yazılı disiplin cezalarından yetkisi dahilinde bulunanları vermeye yetkili olduğu” belirtilmiş, 19. maddesinde ise “Disiplin amirlerinin disiplin işlerinde kendilerine 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve özel kanunlarla verilen yetkileri kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacıyla; memurlara kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınan hakları gözönünde tutan, hakkaniyet ve eşitliği esas alan bir tutum ve davranış için de kullanmakla yükümlü oldukları” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, 30/05/1999 tarihli ve 23710 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, Adalet Bakanlığı Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliği’nin 21.maddesinde, “memurun disipline aykırı davranışının öğrenilmesi üzerine, disiplin amiri veya görevlendirileceği bir muhakkik tarafından derhal soruşturmasına başlanır. Muhakkik olarak tayin edilecek kişinin, hakkında soruşturma yapılan memura eşit veya daha üst bir görevde bulunmasının zorunludur” hükmüne yer verilmiştir.Dava dosyasının incelenmesinden 08/03/2012 tarihinde saat 15:00’te bayanlar koğuşunda bulunan tutuklu S.G.nin doğum sancısının gelmesi üzerine hastaneye sevk edildiği, vardiyada o gün itibarıyla görevli olan tek beyan memurun da refakatçi olarak hastaneye gittiği, vardiya görevini yapacak memur kalmaması nedeniyle davacının da aralarında bulunduğu bazı memurların göreve çağrıldığı halde gelmemesi üzerine soruşturma başlatıldığı, davacının disiplin amiri olan cezaevi 2. müdürünün disiplin soruşturmasını bizzat yürüttüğü, tanıkların ifadelerine başvurarak ifade tutanaklarını düzenlediği, davacının savunmasını aldığı soruşturma raporu niteliğindeki 27/03/2012 tarihli ve 2014/14 sayılı işlemle de davacıya bizzat disiplin cezası verdiği anlaşılmaktadır. Disiplin cezaları, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi bakımından kamu görevlilerinin mevzuat uyarınca yerine getirmek zorunda oldukları ödev ve sorumlulukları ifa etmemeleri veya mevzuatta yasaklanan fiillerde bulunmaları durumunda uygulanan yaptırımlar olup, memurların özlük hakları üzerinde doğrudan ve önemli sonuçlar doğurmaları sebebiyle sübjektif ve bireysel etkileri bulunduğu gibi kamu görevinin gereği gibi sürdürülmesi ve kamu düzeninin sağlanması bakımından objektif ve kamusal öneme sahiptirler.Bu bakımdan disiplin soruşturmalarının yapılmasında izlenecek yöntem, ceza verilecek fiiller ve ceza vermeye yetkili makam ve kurullar pozitif olarak mevzuatla belirlenmekte, doktrin ve yargısal içtihatlarla da konu ile ilgili disiplin hukuku ilkeleri oluşturulmaktadır. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; Adalet Bakanlığı teşkilatındaki disiplin amirlerinin, Adalet Bakanlığı Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliği’nin 21/1. maddesi uyarınca disiplin soruşturmasını bizzat yapmaları mümkün ise de; Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmeliğin 6. ve 19. maddeleri göz önüne alındığında; kamu görevlisinin suç oluşturduğu iddia edilen fiili ile ilgili olarak İdarece açılan bir disiplin soruşturmasını yapmakla görevlendirilen soruşturmacının daha sonra disiplin amiri sıfatıyla ceza vermesi objektiflik ve tarafsızlık ilkesine uygun düşmemektedir.

Olayda, davacının disiplin amiri olan cezaevi 2. müdürünün disiplin soruşturmasını bizzat yürüttüğü, tanıkların ifadelerine başvurarak ifade tutanaklarını düzenlediği, davacının savunmasını alarak, isnat olunan eylemin hukuki nitelendirmesini yaptıktan sonra yine dava konusu yapılan disiplin cezasını kendisinin verdiği dikkate alındığında, objektiflik ve tarafsızlık ilkesine aykırı olarak tesis edilen cezada hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığımın kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile Kayseri Bölge İdare Mahkemesinin 03/10/2013 tarihli ve E:2013/943; K:2013/977 sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer örneğinin ilgili Adalet Bakanlığı ve davacı ile Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve kararın Resmi Gazetede yayımlanmasına, 12/06/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İzmir 1.İdare Mahkemesi Kararı (İç Yükseklik)

Ağu28
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

 İzmir 1. İdare Mahkemesi, Esas:2010/1223, Karar: 2010/1711, Tarih: 15.12.2010

 

ÖZÜ:İzmir Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliğinin gerek 08/02/1987 tarihli olanının İç Yükseklikler başlıklı 80/c. maddesinde, gerekse 2002 tarihli olanının 45.maddesinde, içkili restoranların ruhsat alabilmeleri için “taban döşemesi üzerinden tavan altına kadar net yüksekliğin 3.00 metreden az olamaz” şartı bulunmakta ise de, söz konusu yönetmeliklerle getirtilen bu şartın, bu Yönetmeliklerin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılan yapılarda açılmak istenilen işyerleri için aranması gerekeceğinden, yönetmeliklerin yürürlüğe girmesinden çok önce 12.09.1973 tarihinde yapı kullanma izni alınmış bir yapıya yönelik olarak anılan kuralın uygulanmasına olanak bulunmadığı açık olduğundan, davacının “içkili restaurant” ruhsatı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemde bu yönden de hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

 Dava, davacının, İzmir İli, Karşıyaka İlçesi, Cemal Gürsel Caddesi, No:506/A adresinde bulunan işyerine “içkili restaurant” ruhsatı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun işyerinin iç yükseklik koşulunu sağlamadığından bahisle reddine ilişkin 14.7.2010 günlü, 3200 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.10/08/2005 günlü, 25902 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik’in 6.maddesinde, Yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamayacağı ve çalıştırılamayacağı, işyeri ruhsatlarının yetkili idarelerin en üst amiri veya görevlendireceği yetkili tarafından bu Yönetmelikte öngörülen sürede imzalanacağı, ruhsat için ayrıca, meclis veya encümen tarafından bir karar alınmasına gerek olmadığı belirtilmiş, aynı Yönetmeliğin 32.maddesinde ise; “Umuma açık istirahat ve eğlence yeri açmak ve işletmek isteyen gerçek ve tüzel kişiler Örnek-1’de yer alan başvuru ve beyan formu ile yetkili idareye başvurur.Umuma açık istirahat ve eğlence yerinin açılması ve faaliyette bulunmasına belediye sınırları ve mücavir alan sınırları içinde belediye, bu alanlar dışında il özel idaresi tarafından izin verilir.

İl özel idaresi ve belediyeler, umuma açık istirahat ve eğlence yeri ruhsatını vermeden önce kolluk kuvvetinin görüşünü alır.

Yetkili kolluk kuvveti, açılacak yerin genel güvenlik ve asayişin korunması açısından kolaylıkla kontrol edilebilecek bir yerde ve konumda olup olmadığını dikkate alarak, işyeri hakkındaki görüşünü mülki idare amiri vasıtasıyla yedi gün içinde bildirir.

Umuma açık istirahat ve eğlence yeri açılması hususundaki başvurular yetkili idareler tarafından bir ay içinde sonuçlandırılır.

Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar, elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan yerlerin, resmi ve özel okul binalarından ve ilk ve orta öğretim öğrencilerinin barındığı öğrenci yurtları ile anaokullarından, kapıdan kapıya en az yüz metre uzaklıkta bulunması zorunludur. Özel eğitime muhtaç bireylerin devam ettikleri öğretim kurumları ile okullar dışındaki diğer özel öğretim kurumları için bu zorunluluk aranmaz. Ancak söz konusu özel öğretim kurumlarıyla yukarıda belirtilen türdeki işyerleri aynı binada bulunamaz.

Turizmin yoğun olduğu yörelerdeki okulların tatil olduğu dönemlerde yukarıda belirtilen işyerleri ile okullar arasında yüz metre şartı aranmaz.

Sabit veya seyyar olarak kullanılan kata, deniz, hava ve her çeşit taşıma araçlarının umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak kullanılmasının istenmesi halinde, deniz araçları için bağlı olduğu veya bulunduğu liman başkanlığının, diğerleri için ilgili kurum ve kuruluşların uygun görüşü alınır.

İzin almadan açılan umuma açık istirahat ve eğlence yerleri, yetkili idarelerin ilgili birimleri tarafından sebebi bir tutanakla belirlenmek ve mühürlenmek suretiyle re’sen kapatılır.

Kollukça, izin almadan açıldığı tespit edilen umuma açık istirahat ve eğlence yerleri düzenlenecek bir tutanakla kapatılmak üzere yetkili idareye bildirilir. Yetkili idare yapılan bildirim üzerine izin almadan açılan yeri kapatarak en geç üç gün içinde kolluğa bilgi verir.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından İzmir Karşıyaka Cemal Gürsel Caddesi No: 506 adresinde içkili restaurant açabilmek amacıyla 5.7.2010 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, söz konusu yapının işyerine dönüşümüne ve umuma açık istirahat ve eğlence yeri olarak çalıştırılmasına kat malikleri kurulunun 13.11.2009 günlü, 2 sayılı kararı ile oybirliğiyle muvafakat verildiği, ayrıca yapıya yönelik 1.11.1973 tarihli yapı kullanma izninin düzenlendiği ve anılan yapı kullanma izninin de zemin katın dükkan olarak öngörüldüğü, davacının içkili restaurant olarak faaliyette bulunmak istediği işyerinin içkili yer bölgesi içinde yer aldığının davalı idarece savunma dilekçesinde ifade edildiği, davacı başvurusunun işyerinin İzmir İmar Yönetmeliğinde öngörülen iç yükseklik koşulunu sağlamadığı gerekçesiyle reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda, davacının yapısının iç yüksekliğinin 2.60 metre olduğu, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına ilişkin Yönetmeliğin ekinde yer alan ve lokanta niteliğindeki işyerlerinin taşıması gereken asgari koşulların düzenlendiği Ek-1/D maddesinde işyeri yüksekliklerine ilişkin bir kurala yer verilmediği, anılan yönetmelikte aranan işyerinin imara uygun olması gerektiği yolundaki koşulun sağlanması için ise, işyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı verilecek işyerinin ruhsatlı ve yapı kullanma izni almış bir yapı olmasının yeterli olacağı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, davacının açmak istediği işyerinin yönetmelikte belirtilen koşullara uygun olduğu ve bulunduğu yer itibariyle içkili lokanta açılmasında yasal olarak bir engel bulunmadığı açık olduğundan, davacının ruhsat başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde anılan mevzuata ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Öte yandan, İzmir Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliğinin gerek 08/02/1987 tarihli olanının İç Yükseklikler başlıklı 80/c. maddesinde, gerekse 2002 tarihli olanının 45.maddesinde, içkili restoranların ruhsat alabilmeleri için “taban döşemesi üzerinden tavan altına kadar net yüksekliğin 3.00 metreden az olamaz” şartı bulunmakta ise de, söz konusu yönetmeliklerle getirtilen bu şartın, bu yönetmeliklerin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılan yapılarda açılmak istenilen işyerleri için aranması gerekeceğinden, yönetmeliklerin yürürlüğe girmesinden çok önce 12.09.1973 tarihinde yapı kullanma izni alınmış bir yapıya yönelik olarak anılan kuralın uygulanmasına olanak bulunmadığı açık olduğundan, davacının “içkili restaurant” ruhsatı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemde bu yönden de hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 105,20 TL yargılama gideri ile 550,00 TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, 49,25 TL YD itiraz harcının davalı idare üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin isteği halinde davacıya geri verilmesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak üzere 15/12/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

(Bu karar, Danıştay 8. Dairesinin 25.04.2014 gün, 2011/3194 Esas, 2014/3421 sayılı kararıyla onanmıştır.)

 

 

Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği-DİDDKurulu Kararı

Ağu21
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Ruhsatlarla İlgili Danıştay Kararı

Tem23
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay Ondördüncü Daire, Esas:2011/12887, Karar:2012/8667, Tarih:27.11.2012

ÖZÜ: Ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan yapılar nedeniyle para cezası verilmesine karar verilebilmesi için, idarece yapı hangi aşamada olursa olsun yapı tatil tutanağının düzenlenmesi gerekmekte olup, verilecek para cezasının ruhsata aykırılıkların durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre mevzuata aykırılığın her bir metrekaresi için hesaplanacağı dikkate alındığında, belediyece düzenlenen tutanakta ruhsatsız ya da ruhsata aykırı yapının durumunun, niteliğinin, sınıfının, yerleşmeye ve çevreye etkisinin, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğinin ve metrekaresinin somut ve ayrıntılı olarak belirtilmediği için,3194 sayılı Yasaya uygun olarak düzenlenmeyen tespit tutanağına dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlem hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Dava; İzmir İli, Konak İlçesi, 7730 ada, 24 parsel sayılı taşınmazda bulunan ruhsatlı binanın 7. katındaki işyerinde ve çatı katında ruhsatsız imalatlar yapıldığından bahisle 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca davacıya 7. kat için 5.108 TL, çatı katı için 6.952,86 TL olmak üzere toplam 12.060 TL imar para cezası verilmesine ilişkin Konak Belediye Encümeni’nin 11.05.2010 günlü ve 689 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; dava konusu yapının sınıfı, grubu ve inşaat alanı baz alınarak 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesinde belirtilen kriterler doğrultusunda davacıya 12.060 TL imar para cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5940 sayılı Kanunun 2. maddesiyle değişik 42. maddesinin 2. fıkrasında; ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının, mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, maddede belirtilen şekilde hesaplanan idari para cezalarının uygulanacağı düzenlenmiş; (a) bendinde; yapı sınıflarına ve gruplarına göre yapının inşaat alanı, üzerinden hesaplanmak üzere, mevzuata aykırılığın her bir metre karesi için uygulanacak para cezalarının miktarları belirlenerek bu miktarların her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında bir Türk Lirasının küsuru da dikkate alınmak suretiyle artırılacağı kurala bağlanmış; (b) bendinde; mevzuata aykırılığı yapı inşaat alanı üzerinden hesaplanması mümkün olmayan, yapının cephelerini ve diğer yapı elemanlarını değiştiren veya yapı malzemesi için öngörülen gereklere aykırı bulunan uygulamalar için, Bakanlıkça yayımlanan ve aykırılığa konu imalatın tespiti tarihinde yürürlükte bulunan birim fiyat listesine göre ilgili idarece belirlenen bedelin % 20’si kadar idari para cezası verileceği hükme bağlanmış, (c) bendinde ise artırım sebepleri sayılmıştır.

Bu düzenlemeye göre, ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan yapılar nedeniyle para cezası verilmesine karar verilebilmesi için, idarece yapı hangi aşamada olursa olsun yapı tatil tutanağının düzenlenmesi gerekmekte olup, verilecek para cezasının ruhsata aykırılıkların durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre mevzuata aykırılığın her bir metrekaresi için hesaplanacağı dikkate alındığında söz konusu tutanakta ruhsatsız ya da ruhsata aykırı yapının durumunun, niteliğinin, yerleşmeye ve çevreye etkisinin, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğinin ve metrekaresinin somut ve ayrıntılı olarak belirtilmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden; İzmir İli, Konak İlçesi, 7730 ada, 24 parsel sayılı taşınmazda bulunan ruhsatlı binanın 7. katındaki işyerindeki ışıklık hizasından duvar örülmek suretiyle iki ayrı bağımsız bölüme dönüştürüldüğünün, (holden ikinci kapı açıldığı) + % 33 meyilli kiremit örtülü çatı arka cepheden gabarisi yükseltilerek çatı arası müştemilat yapıldığının, ön cephede ise merdiven bacası hizasından açık teras yapıldığının ve kullanılır durumda olduğunun 29.04.2010 tarih ve 2464 sayılı yapı tatil zaptı ile tespit edildiği, yapı tatil zaptında yapının metrekaresinin, sınıfının, çevreye etkisinin, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediği hususlarının açık olarak belirtilmediği ve bunlara ilişkin bilgi ve belgelerin dosyaya eklenmediği, davalı idarece 7. Kat ve çatı katındaki aykırılıkların 4. Sınıf A grubu yapı olarak alınıp Kanun hükmündeki artırım nedenlerinin de uygulanması suretiyle davacıya toplam 12.060 TL imar para cezası verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda; 3194 sayılı Yasaya uygun olarak düzenlenmeyen tespit tutanağına dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, davanın reddi yolundaki temyize konu Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; İzmir 2. İdare Mahkemesi’nin 12/11/2010 günlü, E:2010/1177, K:2010/1644 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 27/11/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

(NOT: Danıştay 14. Dairesi, 05.06.2014 gün ve 2013/296 Esas, 2014/6506 sayılı kararıyla, “kararın düzeltilmesi istemini” reddettiğinden, karar kesinleşmiştir.)

Muvazaalı “asıl işveren – alt işveren ilişkisi” ve “ işçi temini” kavramlarına ilişkin çarpıcı bir Yargıtay Kararı

Tem22
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

       

     Muvazaalı “asıl işveren – alt işveren ilişkisi” ve “ işçi temini” kavramlarına  ilişkin çarpıcı bir Yargıtay  Kararı

 

   T.C. Yargıtay 9. Hukuk Dairesİ, E. 2014/13199,K. 2014/16663,T. 26.05.2014

             ÖZÜ : Davacı işçi, Belediyede çalışan kadrolu ve sendikalı işçilerle taşeron şirketlerde çalışan aynı işi yan yana yapan işçilerin aldıkları ücret farkının 3 katı olması, işçilerin fazla mesaileri ücretlerinin ödenmemesi, yıllık izinlerin belirli iş sözleşmeleri gerekçe gösterilerek verilmemesi nedenleri ile davalı belediyede örgütlü olan Belediye İş sendikasına üye olmak istediğini, ancak taşeron şirketlerde çalışan işçilerin sendikalı olma çalışmalarına davalı Belediye Başkanlığınca tahammül edilemediğini ve işten bu nedenle davalı Belediye tarafından çıkarılması nedeniyle, feshin geçersizliğine ve işe iadesine, işe başlatmama tazminatının 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 31/6 maddesi uyarınca belirlenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece feshin davalılar arasındaki asıl alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğu, davacının başlangıçtan itibaren davalı Belediye Başkanlığı işçisi sayılması gerektiği, feshin sendikal nedenle feshedildiği gerekçesi ile verdiği kararın asıl-alt işveren ilişkisinin unsurlarının araştırılması ve alt işveren lehinde vekalet ücretine karar verilmesinin hatalı olması gerekçeleri ile verdiği bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonunda, davalı belediye ile davalı firma arasında asıl olarak “işçi temini ilişkisi” kurulmuş olup; böylesi bir ilişkiye ise yasal düzenlemelerimizce izin verilmediği, bu durumda, davalılar arasında muvazaalı bir “asıl işveren – alt işveren ilişkisi” oluşturulduğu hususunun açığa çıktığı, buna göre, davalılar arasında muvazaalı alt işverenlik ilişkisinin kurulmuş olunması karşısında; davacı işçinin de, başlangıçtan itibaren asıl işveren konumunda bulunan davalı belediyenin işçisi olarak kabulü gerekeceği, feshin sendikal nedene dayandığı gerekçesi ile davanın davalı şirket yönünden reddine, davalı Belediye Başkanlığı yönünden ise kabulüne karar verilmiş, davalı şirkete husumetten ret nedeni ile vekalet ücreti takdir edilmiştir. Kanuna aykırı olduğu için geçersiz olan asıl işveren-alt işveren ilişkisinde davacı işçinin işverenin kim olduğu konusunda yanılması olağan karşılanmalıdır. Bu nedenle, alt işveren hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilse de, kanuna aykırı ilişki içine giren ve işçinin yanılmasına sebebiyet veren şirket lehine vekalet ücreti takdir edilmemesi gerekir.

                KARAR : Davacı vekili, davacının davalı Maltepe Belediyesinde park-bahçeler işçisi olarak çalışmaya başladığını, işe başladığı günden iş akdinin feshedildiği 31.12.2011 tarihine kadar aralıksız çalıştığını, ancak sigortasının diğer davalı taşeron şirketi tarafından yatırıldığını, Maltepe Belediyesinde çalışan kadrolu ve sendikalı işçilerle taşeron şirketlerde çalışan aynı işi yan yana yapan işçilerin aldıkları ücret farkının 3 katı olması, işçilerin fazla mesaileri ücretlerinin ödenmemesi, yıllık izinlerin belirli iş sözleşmeleri gerekçe gösterilerek verilmemesi nedenleri ile davalı belediyede örgütlü olan Belediye İş sendikasına üye olmak istediğini, ancak taşeron şirketlerde çalışan işçilerin sendikalı olma çalışmalarına davalı Maltepe Belediyesi Başkanlığınca tahammül edilemediğini ve işten bu nedenle davalı Belediye tarafından çıkarıldığını, davalılardan Maltepe Belediyesi ile davalı taşeron firma ile kurulan alt işveren üst işveren ilişkisi muvazaalı olup, davacının işe girdiği tarihten iş akdinin feshedildiği tarihe kadar gerçekte belediye işçisi olduğunu, davacı işçinin iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan ve sendikal nedenle feshedildiğini belirterek, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddeleri uyarınca feshin geçersizliğine ve işe iadesine, işe başlatmama tazminatının 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 31/6 maddesi uyarınca belirlenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Maltepe Belediyesi vekili husumet itirazı ile, davacının diğer şirket Z… İnşaat personeli olduğunu, Maltepe Belediyesi Başkanlığı Fen İşleri Müdürlüğü tarafından Park ve Bahçelerin Bakım Onarım Hizmet alım işine ait Sözleşme Belediye ve diğer davalı arasında imzaladığını, dava dilekçesinde davacının iş akdinin sendikal nedenlerle feshedildiğini belirtilmiş ise de bu iddianın gerçek dışı olduğunu, davacının sözleşme kapsamındaki iş süresi içerisinde çalıştırıldığını ve süre bitimi nedeni ile iş akdinin feshedildiğini, ayrıca davacının içinde bulunduğu grubun 30/01/2012 tarihinde Maltepe Belediyesi Başkanlığı ana hizmet binası önünde Maltepe Belediye Başkanı Prof. Dr. M. Z.’e yönelik ağır itham ve hakaretlerde bulunduğunu ve kamu hizmeti yürüten Belediye Başkanlığının çalışmalarını aksatıcı belediye çalışanlarına rahatsızlık verici eylem ve davranışlar sergilediğini, davanın reddi gerektiğini savunurken, Davalı şirket vekili ise davacı ile davalı şirket arasında ihale sürelerine bağlı olarak iki kez belirli süreli iş sözleşmesi imzalandığını, belirli süreli iş akdinin süresi sona erdiğinden davacının iş akdinin de kendiliğinden sona erdiğini, şirketin davacının çalıştığı işyerinde alt işveren olduğunu, davacının asıl işveren olan Maltepe Belediyesine veya bu işleri ihale den alt taşeron işverene, yeni dönemde çalışmak için müracaat etmediğini, müracaatı halinde davacıyı da yine alt işveren üzerinden işe alınacağını, dolayısı ile davacının işe iade davacısının samimi olmadığını belirtmiştir. Mahkemece feshin davalılar arasındaki asıl alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğu, davacının başlangıçtan itibaren davalı Belediye Başkanlığı işçisi sayılması gerektiği, feshin sendikal nedenle feshedildiği gerekçesi ile verdiği kararın asıl-alt işveren ilişkisinin unsurlarının araştırılması ve alt işveren lehinde vekalet ücretine karar verilmesinin hatalı olması gerekçeleri ile verdiği bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonunda, davalı belediye ile davalı firma arasında asıl olarak “işçi temini ilişkisi” kurulmuş olup; böylesi bir ilişkiye ise yasal düzenlemelerimizce izin verilmediği, bu durumda, davalılar arasında muvazaalı bir “asıl işveren – alt işveren ilişkisi” oluşturulduğu hususunun açığa çıktığı, buna göre, davalılar arasında muvazaalı alt işverenlik ilişkisinin kurulmuş olunması karşısında; davacı işçinin de, başlangıçtan itibaren asıl işveren konumunda bulunan davalı belediyenin işçisi olarak kabulü gerekeceği, feshin sendikal nedene dayandığı gerekçesi ile davanın davalı şirket yönünden reddine, davalı Belediye Başkanlığı yönünden ise kabulüne karar verilmiş, davalı şirkete husumetten ret nedeni ile vekalet ücreti takdir edilmiştir. Karar davacı vekili tarafından ret nedeni ile diğer davalıya vekalet ücreti takdir edilmesi, davalı belediye vekili tarafından ise cevap nedenleri ile temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine ve uyulan bozma kararı sonrası toplanan delilerle göre davalılar arasında asıl alt işveren ilişkisinin unsurlarının oluşmadığı, davacının başlangıçtan beri davalı Belediye işçisi sayılması gerektiği, feshin sendikal nedene dayandığı anlaşıldığından, mahkemece davalı Belediye yönünden davanın kabulüne karar verilmesi isabetlidir. Ancak bozmada da belirtildiği gibi kanuna aykırı olduğu için geçersiz olan asıl işveren-alt işveren ilişkisinde davacı işçinin işverenin kim olduğu konusunda yanılması olağan karşılanmalıdır. Bu nedenle, alt işveren hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilse de, kanuna aykırı ilişki içine giren ve işçinin yanılmasına sebebiyet veren şirket lehine vekalet ücreti takdir edilmemesi gerekir. Mahkemece bozmaya uyulmasına rağmen reddedilen davalı şirket yönünden vekalet ücretinin hüküm altına alınması hatalıdır. 4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

SONUÇ : Yukarda açıklanan gerekçe ile;

1. Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2.Davanın davalı Z… İNŞ. TAAH. TAŞ. SAN. TİC. LDT. ŞTİ yönünden husumetten REDDİNE

3. Davanın davalı Belediye Başkanlığı yönünden KABULÜNE

a) Feshin GEÇERSİZLİĞİNE ve davacının İŞE İADESİNE,

b) Davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 31. Maddesi uyarınca davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak takdiren davacının 1 yıllık brüt ücreti tutarında BELİRLENMESİNE,

c) Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin GEREKTİĞİNE,

4. Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

5. Davacının yaptığı 40.50 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalıların yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,

6. Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1.500.00 TL ücreti vekaletin davalı Belediye Başkanlığından alınarak davacıya verilmesine, Davalı şirket unsurları oluşmayan asıl-alt işveren ilişkisinin tarafı olup, dava açılmasına neden olduğundan lehine vekalet ücreti ve yargılama gideri takdir edilmesine yer olmadığına,

7. Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde ilgilisine iadesine, kesin olarak, 26.05.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

8.Kamulaştırmasız El Atma Haciz

Tem22
2014
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

T.C. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, E. 2013/17027,K. 2014/5219,T. 25.03.2014

ÖZET : Yürürlüğe girmemiş olması halinde dahi Anayasa’ya aykırılığı saptanmış yasa hükümleri uygulanamaz. Anayasa’nın 11. maddesinde, Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi düzenlenmiş, 138. maddesi ise hakimlere herşeyden önce Anayasa’ya uygun olarak hüküm verme yetkisi tanımıştır. Anayasa’nın 11. ve 138. maddeleri, hakime Anayasa’ya aykırılığı saptanmış yasa hükmünü, iptal kararı yürürlüğe girmemiş olsa bile uygulamama yetkisini hatta yükümlülüğünü vermektedir. Zira iptal edilen hükmün uygulanması, hak arama hürriyetinin içini boşaltma anlamına gelecek ve Hukuk Devleti ilkesi ihlal edilmiş olacaktır.Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararını duyurması, iptal edilen Yasa’nın uygulanmasını durdurucu bir tedbir niteliğine bürünmektedir. Karar gerekçelerinin yazımı ve yayımlanmasının uzun süre alması karşısında hiç olmazsa iptal kararının duyurulması, Anayasa’ya aykırı yasa hükmünün uygulanmasını engelleyecektir.İptal hükmünün Resmi Gazete’de yayımlanmasından 6 ay sonra yürürlüğe girecek olması Kanun Koyucuya Anayasa’ya uygun yeni yasa maddesi hazırlanması için verilmiş süre olup, bu süre iptal hükmünün uygulanmasını engellemez.Somut olayda, kamulaştırmasız elatmadan kaynaklanan ilama dayalı başlatılan takipte,borçlu Ankara İl Özel İdaresi hesabına 11.03.2013 tarihinde haciz konulmuştur. Haciz tarihi itibariyle 6111 sayılı Yasa’nın Geçici 2. maddesi iptal edildiğinden ve haciz tarihindeki uygulamaya göre, borçlu İdare’nin haczi kabil mal varlığı üzerine haciz konulması mümkün olup, mahkemenin (… Anayasa Mahkemesi’nin 22/02/2013 tarihli 28567 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 01/11/2012 tarihli ve 2010/83 Esas 2012/169 Karar sayılı kararı ile iptal edildiği ve aynı kararda, iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren 6 ay sonra yürürlüğe gireceği hüküm altına alındığından anılan Kanun maddesinin 22/08/2013 tarihine kadar yürürlükte olduğu…) gerekçesi isabetli değildir.

KARAR :  Şikayet eden borçlu Ankara İl Özel İdaresi vekili İcra Mahkemesi’ne başvurusunda; kamulaştırmasız elatmadan kaynaklanan ilama dayalı başlatılan takipte, 11.03.2013 tarihli yazı ile borçlunun Ziraat Bankası Ulus Şubesi nezdindeki hesaplarına haciz konulmasına karar verildiğini ve bu kapsamda ilgili Banka’ya haciz yazısı yazıldığını, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 5999 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen Geçici 6. ve 6111 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesine göre, kamulaştırmasız elatma nedeniyle hüküm altına alınan tazminatın tahsili için idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilmeyeceğini, öte yandan anılan banka hesabına kamu hizmetlerine tahsisli (projeli işlerde kullanılmak üzere) ödenekler ve personele ait maaşlar ile diğer kurum ve kuruluşların yatırım vs. hizmetlerinde kullanılmak üzere bütçelerinden gönderilen ödeneklerin yatırıldığını, bu nedenlerle yapılan haciz işleminin İİK’nun 82/1. maddesine ve 6183 sayılı Kanun’un 70.maddesine de aykırı olduğunu açıklayarak, haciz kararının kaldırılmasını talep etmiştir.Mahkemece, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6. maddesinin son fıkrasında yer alan haczedilmezliğe ilişkin düzenlemenin yürürlük tarihinden sonra, hüküm altına alınan kamulaştırmasız elatma nedeniyle tazminat alacaklarının tahsili için anılan maddenin son fıkrası gereği haciz yapılamayacağı, yine 6111 sayılı Kanun’un geçici 2.maddesi Anayasa Mahkemesi’nin 22/02/2013 tarihli 28567 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 01/11/2012 tarihli ve 2010/83 Esas 2012/169 Karar sayılı kararı ile iptal edildiği ve aynı kararda, iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren 6 ay sonra yürürlüğe gireceği hüküm altına alındığından anılan Kanun maddesinin 22/08/2013 tarihine kadar yürürlükte olduğu ve 01/11/1983 tarihinden sonraki döneme ait kamulaştırmasız elatma nedeniyle açılan davalar neticesinde verilen tazminat kararlarına dayanılarak yapılan icra takiplerinde, borçlu idarenin mal, hak ve alacaklarının 22/08/2013 tarihine kadar haczedilemeyeceği gerekçesiyle şikayetin kabulü ile borçlu İl Özel İdaresi’nin TC. Ziraat Bankası Ulus Şube Müdürlüğü’ndeki bulunan hesaplara konulan 11.03.2013 tarihli haczin kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm, alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.30.06.2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5999 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen Geçici 6. maddesinin 1. fıkrasında; kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 09.10.1956 tarihi ile 04.11.1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle açtıkları davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış olanlar hakkında bu madde hükümlerinin uygulanacağı, son fıkrasında ise bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği düzenlenmiş olup, 13.02.2011 tarih ve 6111 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6. maddesi hükmünün 04.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanacağı düzenlenmiştir.Ne var ki; 6111 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesi 01.11.2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiş, iptal hükmü 22.02.2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.Anayasa’nın 11. maddesinde, Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi düzenlenmiş, 138. maddesi ise hakimlere herşeyden önce Anayasa’ya uygun olarak hüküm verme yetkisi tanımıştır. Anayasa’nın 11. ve 138. maddeleri, hakime Anayasa’ya aykırılığı saptanmış yasa hükmünü iptal kararı yürürlüğe girmemiş olsa bile uygulamama yetkisini hatta yükümlülüğünü vermektedir. Zira iptal edilen hükmün uygulanması, hak arama hürriyetinin içini boşaltma anlamına gelecek ve Hukuk Devleti ilkesi ihlal edilmiş olacaktır. Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi ve Danıştay’ın iptal kararının yürürlüğe girmemiş olması halinde dahi Anayasa’ya aykırılığı saptanmış yasa hükümlerinin uygulanamayacağına işaret eden kararları vardır. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararını duyurması, iptal edilen Yasa’nın uygulanmasını durdurucu bir tedbir niteliğine bürünmektedir. Karar gerekçelerinin yazımı ve yayımlanmasının uzun süre alması karşısında hiç olmazsa iptal kararının duyurulması, Anayasa’ya aykırı yasa hükmünün uygulanmasını engelleyecektir. (Turan Yıldırım Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İd. Huk. Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi-Amme İdaresi Dergisi, cilt:26) İptal hükmünün Resmi Gazetede yayımlanmasından 6 ay sonra yürürlüğe girecek olması Kanun Koyucuya Anayasa’ya uygun yeni yasa maddesi hazırlanması için verilmiş süre olup, bu süre iptal hükmünün uygulanmasını engellemeyeceğinden idarenin mal, hak ve alacakları haczedilebilir. Somut olayda; borçlunun hesabına 11.03.2013 tarihinde haciz konulmuştur. Haciz tarihi itibariyle 6111 sayılı Yasa’nın Geçici 2. maddesi iptal edildiğinden ve o tarih itibariyle yürürlükte olan 5999 sayılı Kanun’un Geçici 6.maddesine göre alacağın doğumuna sebep olan idare eyleminin 1983 yılından öncesine ait olduğuna ilişkin iddia ve bilgi bulunmadığından, kamulaştırmasız el atmaya ilişkin eylemin 1983 yılından sonra olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, haciz tarihindeki uygulamaya göre, borçlu İdare’nin haczi kabil mal varlığı üzerine haciz konulması mümkün olup mahkemenin yazılı gerekçesi isabetli olmamıştır. Bu kapsamda; haciz yazısında belirtilen hesap numarasına uygun hesabın ekstrelerinin getirtilerek, hesaptaki paraların mahiyeti ve kaynağı belirlenip, diğer şikayet nedeni kapsamında değerlendirilme yapılarak sonuca gidilmesi yerine, yazılı gerekçeyle hüküm tesisi doğru değildir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, Mahkeme hükmünün yukarıda yazılı nedenlerle İİK’NUN 366 ve 6100 sayılı HMK’NUN Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’NUN 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’NUN 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’NUN 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 25.03.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

(Ercüment AKIŞ’IN NOTU: Bu kararı aşağıdaki  açıklama ile birlikte değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır. Karara konu “6111 sayılı Yasa’nın Geçici 2. maddesi iptal edildiğinden ve o tarih itibariyle yürürlükte olan 5999 sayılı Kanun’un Geçici 6.maddesinin ve o tarih itibariyle yürürlükte olan 5999 sayılı Kanun’un Geçici 6.maddesine göre alacağın doğumuna sebep olan idare eyleminin 1983 yılından öncesine ait olduğuna ilişkin iddia ve bilgi bulunmadığından, kamulaştırmasız el atmaya ilişkin eylemin 1983 yılından sonra olduğunun kabulü gerekir” açıklamasının dayanağı olan ve Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının gerekçesinin ve yorumunun bilinmesi, kararın anlaşılması açısından yararlı olacaktır.)

13.02.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesi şöyledir:

“GEÇİCİ MADDE 2- (1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.”

2942 sayılı Kanun’un Geçici 6. maddesi, 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el atmalara dayalı tazminat taleplerine uygulanacak kuralları öngörmektedir. Bu kuralda getirilen düzenlemeler, malikler açısından kamulaştırma için Anayasa’nın 46. maddesinde ve 2942 sayılı Kanun’da öngörülen güvencelerden daha aleyhe kurallar içermektedir. 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma kararı verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma kararı alamayacaktır. Diğer taraftan, malikin kamulaştırma işlemi aleyhine idari yargıda dava açma hakkı bulunmaktadır. 2942 sayılı Kanun’da kamulaştırma bedellerinin taksitlendirilmesi belli hallere münhasır kılınmış ve bu hallerde de taksitlendirme süresinin beş yılı geçemeyeceği ve taksitlendirme halinde kamu alacakları için uygulanan en yüksek faizin uygulanması kuralı yer almaktadır.

Geçici 6. maddede ise geçmişte idarelerce kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir. Diğer taraftan, hükmedilen tazminatın ödenmesi için bütçeden belli bir pay ayrılması ve hükmedilen tazminatlar toplamının bu ödenekten fazla olması halinde ödemelerin taksitlendirilmesi öngörülmüştür. Anayasa’nın 46. maddesindeki taksitlendirme koşullarının bulunup bulunmadığına bakılmadığı gibi, sürenin beş yılı aşması ihtimali de vardır. Ayrıca, taksitlendirme halinde 3095 sayılı Kanun’a göre ödenecek olan kanuni faiz oranı kamulaştırmada uygulanacak olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranından daha düşüktür. Öte yandan, mahkeme kararından sonra idarelere tekrar uzlaşma teklif etme yetkisi tanındığı gibi tazminatın ödenmesini sağlamak üzere idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilmesi de yasaklanmıştır.

Geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkarılan ve istisnai nitelik taşıyan Geçici 6. maddedeki malik aleyhine hükümlerin geleceğe yönelik olarak uygulanması halinde kamulaştırma için Anayasa ve Kanun’da öngörülen bütün güvenceler etkisiz kalabilecektir. Kuralla, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 yıl boyunca 2026 yılına kadar idarelerin özel mülkiyete kamulaştırmasız el atma yoluyla müdahalesine yol açılmaktadır. Böylece idareler kamulaştırma yapmak yerine, hukuka aykırı olarak el atmak suretiyle taşınmazları elde edebileceklerdir. Böyle bir durumda devletin hukuka bağlılığı ilkesi zedeleneceği gibi bireyler açısından hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik de ortadan kalkacaktır. Bir hukuk devletinde kanunların hukuka aykırı uygulamaları teşvik etmesi kabul edilemez.

 

Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız