• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

Danıştay İdari Daireleri Kurulu, Esas: 2009/540, Karar: 2013/2298, Karar Tarihi: 10.06.2013

Ara11
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

          Danıştay İdari Daireleri Kurulu, Esas: 2009/540, Karar: 2013/2298, Karar Tarihi: 10.06.2013

Özü:Anayasa’nın 2. maddesine aykırı  olduğu gerekçesiyle  “ 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasının “… 500.000.- TL. dan 25.000.000.- liraya kadar para cezası verilir” bölümünün iptaline karar verilmiş ve bu iptal kararının doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görülerek, gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dört ay sonra yürürlüğe girmesi öngörülmüş, bu karar 5.11.2008 günlü, 27045 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış, ancak bu tarihten itibaren geçen dört aylık sürede bu konuda yeni bir yasal düzenleme yapılmamış ve karar 05/03/2009 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.Oluşan hukuki boşluk daha sonra 17/12/2009 günlü, 27435 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5940 sayılı Yasa ile giderilmiş ise de, bu Yasa’nın yürürlüğünden önceki dönem için uygulanacağı yolunda bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu durumda, dava konusu işlemin dayanağı olan yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesince iptal edilerek kararın yürürlüğe girmiş bulunması karşısında, hukuka aykırılığı Anayasa Mahkemesi kararı ile saptanmış Yasa maddesi uyarınca verilen dava konusu para cezasının iptali yolundaki İdare Mahkemesi ısrar kararında sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik görülmemiştir.

Dava, İzmir, Konak, 6202 ada, 8 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapının istinat duvarlarının tehlike arzetmesi nedeniyle 3194 sayılı Yasanın 39. maddesi uyarınca yıktırılmasına ve davacı müteahhit firma adına para cezası verilmesine ilişkin 14/01/2003 günlü, 56 sayılı belediye encümeni kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İzmir 1. İdare Mahkemesinin 15/04/2004 günlü, E:2003/311, K:2004/474 sayılı kararıyla; dava konusu duvarların yapının müteahhiti olan davacı şirket tarafından yapılarak inşaatın 2001 yılında tamamlandığı ve teslim edildiği, yapı kullanma izin belgesinin de 23/09/2002 tarihinde düzenlendiğinin anlaşıldığı, bu durumda yıkılacak derecede tehlikeli olan ve verilen sürede kat maliklerince yıkılarak veya tamir edilerek tehlikesi giderilmeyen söz konusu istinat duvarlarının yıkımına ilişkin işlemde imar mevzuatına aykırılık bulunmamakta ise de, tehlikeye ilişkin raporların düzenlendiği 06/01/2003, önlem alınması yolundaki bildirimlerin yapıldığı 10/01/2003 tarihlerinden önce, davacı şirketin müteahhitliğini yapmış olduğu yapıya, yapı kullanma izni verilmiş olmakla yapı tamamlanmış ve davacının yapıya ait iş ve işlemleri sona ermiş olduğundan, yapının müteahhidi sıfatıyla 3194 sayılı Yasanın 39. maddesinde belirtilen yükümlülüğü yerine getirmediğinden bahisle davacı şirket adına para cezası verilmesinde yasaya uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin davacı şirket adına para cezası verilmesine ilişkin kısmının iptaline, tehlike arzeden istinat duvarının yıkımına ilişkin kısım açısından ise davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın iptale ilişkin kısmının davalı idare tarafından temyiz edilmesi üzerine, bu kısım Danıştay Altıncı Dairesi tarafından onanmış, ancak karar düzeltme aşamasında onama kararı kaldırılarak 03/07/2008 günlü, E:2007/4540, K:2008/4663 sayılı kararıyla; 3194 sayılı Yasanın 42.maddesinde, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine veya müteahhidine para cezası verileceğinin kurala bağlandığı, maddede belirtilen yapı sahibinden, ruhsatsız yapıyı yapanın anlaşılması, başka bir anlatımla yapıyı yapanın imar para cezasının muhatabı olması gerektiği, dava konusu tehlike arzeden, istinat duvarının da içinde bulunduğu konutun davacı şirket tarafından yapıldığı, inşaatın 2001 yılında tamamlandığı ve teslim edildiği, yapı kullanma izin belgesinin de 23/09/2002 tarihinde düzenlendiği, dava konusu istinat duvarının davacı şirket tarafından yapıldığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı, İdare mahkemesince, yıktırılmasına karar verilen istinat duvarının yapının müteahhídi olan davacı şirket tarafından yapıldığı anlaşıldığından, yapıyı yapana para cezası verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı, bu durum dikkate alınmadan dava konusu işlemin para cezasına yönelik bölümünü iptal eden idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak bozulan kısım yönünden işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar edilmiştir.

Davalı idare, İzmir 1. İdare Mahkemesinin idari para cezasının iptali yönünde verdiği ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasına karar verilmesini istemektedir.

3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasında “Ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana 500.000.- TL.’ dan 25.000.000.- liraya kadar para cezası verilir. Ayrıca fenni mesule bu cezaların 1/5’i uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.

İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasının “… 500.000.- TL. dan 25.000.000.- liraya kadar para cezası verilir” bölümü ile ikinci fıkrasının “… 500.000 TL. dan 10.000.000.- liraya kadar para cezası verilir” bölümünün Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri istemiyle itiraz yoluyla Konya 1. İdare Mahkemesi’nce Anayasa Mahkemesine başvurulması üzerine, Anayasa Mahkemesi’nin 17/04/2008 günlü, Esas: 200515 Karar: 2008/93 sayılı kararıyla: “… 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesinin;

A- İkinci fıkrasının itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından bu fıkrada yer alan “… 500.000.- TL.dan 10.000.000.- liraya kadar para cezası verilir” bölümüne ilişkin başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddine,

B- Birinci fıkrasında yer alan “… 500.000 TL.’dan 25.000.000.- liraya kadar para cezası verilir” bölümünün dosyada bir eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine” karar verilmiş, esasın incelenmesi sonucunda ise:

“…İtiraz konusu kuralda, alt ve üst sınırları gösterilmek suretiyle imar para cezası düzenlenmiştir. Yasayla gösterilen bu sınırlar arasında elli kat bulunmaktadır. Alt ve üst sınır arasındaki bu geniş alanda, idareye, cezayı belirleme olanağı, başka bir deyişle cezanın alt ve üst sınırları arasında ait sınırdan, alt sınırın üstünde veya üst sınırdan ceza verme konusunda takdir hakkı tanınmıştır.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik şartı” olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar.

İdari makamların Yasa’nın belirlediği sınırlar arasında cezanın takdirinde esas alacakları objektif ölçütler Yasa’da gösterilmemiştir. Yasa’yla imar para cezasının alt ve üst sınırları gösterilmiş, bu alan içinde cezayı uygulama yetkisi idareye bırakılmıştır. İdarelerin hangi ölçütleri esas alacakları açık belirgin ve somut olarak Yasa’da yer almamıştır. Yasa kuralı bu anlamda belirli ve öngörülebilir değildir.

Alt ve üst sınır arasında idareye bırakılan takdir alanı geniş, sınırsız ve ölçüsüzdür. Cezanın belirlenmesinin alt ve üst sınır arasında elli kat gibi makul ve ölçülü olmayan şekilde genişliği, uygulamada, yorum ve değerlendirme farklılıklarına dayalı olarak eşitsizliğe, haksızlığa ve keyfiliğe yol açabilecek niteliktedir.

Yasa koyucu, kamu düzeninin korunması amacıyla ceza hukuku alanında hangi eylemlerin suç sayılacağı ve suç sayılan bu eylemlerin hangi tür ve ölçüde cezai yaptırıma bağlanacağı konusunda takdir yetkisine sahip olmakla birlikte, cezaların yasallığı ve hukuksal güvenlik ilkelerinin gereği olarak, farklı ve keyfi uygulamalara neden olmamak için, imar hukukuna uygun geçerli sebepler ve objektif ölçütleri yasada göstermesi gerekir.

Cezanın Yasa’da gösterilen sınırlar arasında idarece belirlenmesinde, yapının, taşkın, heyelan, kaya düşmesi gibi afet alanlarında bulunan, sıhhi ve jeolojik mahsurları olan veya bunlar gibi tehlikeli durumlar göstermesi nedeniyle imar planlarına veya ilgili idarelerce hazırlanmış, onaylanmış raporlara göre yapılması yasak olan alanlara, imar planlarında umumi hizmet alanlarına, kamu tesis alanlarına ve yapı sahibine ait olmayan alanlara yapılması; hangi amaçla yapıldığı, büyüklüğü ve konut, ticari, sanayi, otel, akaryakıt istasyonu gibi niteliği; fen ve sağlık kurallarına aykırılık taşıması; içinde oturacak veya çalışacak kişiler için tehlike oluşturması; çevresinde ya da aynı bölgede emsal yapılar için uygulanan imar para cezaları; kente ve çevreye etkisi; bitmiş ve kullanılır durumda olması gibi ölçütlere yer verilmemiştir.

Bu tür idari işlemlere karşı yargı yolu açık olmakla birlikte, bu güvencenin uygulama aşamasından sonra ve ancak itiraz yoluyla ortaya çıkacağı göz önünde bulundurulduğunda, yasa kurallarının yürürlükte olduğu sürece keyfiliği ortadan kaldırmaya yeterli olduğu söylenemez. Hukuk kuralları, yargının yorumuna ihtiyaç göstermeyecek ve uygulayıcılar tarafından anlaşılabilecek şekilde açık ve belirgin olmak, uygulayıcılara güvence vermek zorundadır.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır …” gerekçesiyle 03/05/1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasının “… 500.000.- TL. dan 25.000.000.- liraya kadar para cezası verilir” bölümünün iptaline karar verilmiş ve bu iptal kararının doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görülerek, gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dört ay sonra yürürlüğe girmesi öngörülmüş, bu karar 5.11.2008 günlü, 27045 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış, ancak bu tarihten itibaren geçen dört aylık sürede bu konuda yeni bir yasal düzenleme yapılmamış ve karar 05/03/2009 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.

Oluşan hukuki boşluk daha sonra 17/12/2009 günlü, 27435 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5940 sayılı Yasa ile giderilmiş ise de, bu Yasa’nın yürürlüğünden önceki dönem için uygulanacağı yolunda bir düzenlemeye yer verilmemiştir.T.C. Anayasasının itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine başvurulması durumunu düzenleyen 152. maddesinin birinci fıkrası “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.” hükmünü taşımakta; üçüncü fıkrasında da “Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere 5 ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.” kuralı yer almaktadır. 152. maddenin üçüncü fıkrasında yer alan kural, Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararlarının, itiraz yoluna başvurulmasını isteyen kişi ya da kişiler tarafından açılan davaların yanı sıra iptal edilen hüküm ya da hükümler esas alınarak hakkında uygulama yapılmış olan kişiler tarafından açılan ve görülmekte olan davalarda da uygulanması gerektiğini açıkça vurgulamaktadır. Bu hukuksal durumun doğal sonucu olarak, bir kanun ya da kanun hükmünde kararnamenin uygulanması nedeniyle dava açmak durumunda kalan ve Anayasanın 152. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasını isteme hakkına sahip olan kişilerin de hak ve menfaatlerini ihlal eden kuralın, itiraz yoluyla daha önce yapılan başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması halinde, iptal hükmünün hukuki sonuçlarından yararlanmaları gerekeceği açıktır.Öte yandan, Anayasa’nın 153. maddesinde, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümeyeceği kuralı, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan hakların korunmasına yönelik olup, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmeleri Anayasa’nın üstünlüğü ve Hukuk Devleti ilkesine aykırı olduğu gibi, temyiz incelemesinin Anayasa’ya aykırılığı belirlenerek iptal edilen kurallara göre yapılmasına da olanak bulunmamaktadır.Bu durumda, dava konusu işlemin dayanağı olan yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesince iptal edilerek kararın yürürlüğe girmiş bulunması karşısında, hukuka aykırılığı Anayasa Mahkemesi kararı ile saptanmış Yasa maddesi uyarınca verilen dava konusu para cezasının iptali yolundaki İdare Mahkemesi ısrar kararında sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine, İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin 17/09/2008 günlü, E:2008/1383, K:2008/1311sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçe ile ONANMASINA, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10/06/2013 tarihinde esasta ve gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.

        Sayıştay 2. Temyiz Kurulu Kararı, Karar No:37249, Karar Tarihi: 28.05.2013

  Özü: Yılda iki maaşı geçmeyen ikramiye uygulamasına ilişkin tutarın hesaplanmasında, 657 sayılı Kanunda tanımı yapılan aylık tutarın dışında kalan diğer ödeme unsurlarının dikkate alınmasına hukuken olanak bulunmadığı hk.

KARAR: 1129 sayılı ilamın 2’nci maddesinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında görev yapmakta olan kurum personeline ödenen ikramiyenin hesabına taban ve kıdem aylıklarının dahil edilmesi nedeniyle toplam 1.473.622,78 TL.’ye tazmin hükmolunmuştur.

657 sayılı Kanunun “Memurlara Ödenecek Aylık Tutarları” başlıklı 155. maddesinde, “Bu kanunun 36 ncı maddesinde yer alan sınıflara ait gösterge tablosundaki rakamların, genel bütçe kanununda o yıl için tespit edilen katsayı ile çarpılması sonunda bulunacak miktar, sınıfların derece ve kademelerindeki memurların aylık tutarlarını gösterir.”, “Göstergeler” başlıklı 43. maddesinin B bendinde; “Ek Gösterge: Bu Kanuna tabi kurumların kadrolarında bulunan personelin aylıkları; hizmet sınıfları, görev türleri ve aylık alınan dereceler dikkate alınarak bu kanuna ekli I ve II sayılı cetvellerde gösterilen ek gösterge rakamlarının eklenmesi suretiyle hesaplanır.”, hükümlerine yer verilmek suretiyle “Aylık” kavramı, her derece için tespit edilen göstergeler ile görevin niteliğine göre belirlenen ek göstergeler toplamının Bütçe Kanununda saptanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunan tutar olarak tanımlanmıştır.

Dilekçiler çeşitli mevzuat düzenlemelerini göstererek “maaş” kavramının “aylık” kavramından daha geniş bir anlamı olduğunu ve aylık dışındaki ödemeleri de kapsadığını iddia etmişlerse de, 2560 sayılı Kanunda “maaş” kavramının aylık dışındaki ödemeleri de kapsadığına dair bir ifade olmadığı gibi, Danıştay 1. Dairesinin 06.05.1999 tarih ve 1999/81 Karar No.lu Kararında, 657 sayılı Kanunun 155 ve 43/(B) maddesine atıf yapılarak aylık tanımının, 657 sayılı Kanunda her derece için tespit edilen göstergeler ile varsa görevin niteliğine göre belirlenen ek göstergeler toplamının kanunlar gereği saptanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunan tutarı ifade ettiği, aylık tanımının diğer ödeme unsurlarını da kısmen ya da tamamen kapsayacak şekilde ancak yeni bir yasal düzenlemeyle değiştirilebileceği, böyle bir düzenleme yapılmadıkça 657 sayılı Kanunda yer alan aylık tanımının diğer ödeme unsurlarını da kapsayacak şekilde yorum yoluyla değiştirilmesinin mümkün olmayacağı, yılda iki maaşı geçmeyen ikramiye uygulamasına ilişkin tutarın hesaplanmasında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda tanımı yapılan aylık tutarın dışında kalan diğer ödeme unsurlarının dikkate alınmasına hukuken olanak bulunmadığı görüşüne varılmıştır.Diğer taraftan, 375 sayılı Devlet Memurları ve Diğer Kamu Görevlilerine Memuriyet Taban Aylığı ve Kıdem Aylığı ile Ek Tazminat Ödenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 1. maddesinde “Bu göstergeler 657 sayılı Kanun ve diğer personel kanunlarına ve kanun hükmünde kararnamelere göre her ne ad altında olursa olsun ödenmekte olan zam, tazminat, ödenek, ücret ve benzeri ödemelerin hesabında dikkate alınmaz.” Denilmektedir. Düzenlemede her ne kadar “ikramiye” ifadesine yer verilmese de, “her ne ad altında olursa olsun” ile “ve benzeri ödemeler” ibarelerinden, kapsamın sadece sayılan ödeme türleriyle sınırlı olmadığı, “ikramiye” hesabına da taban ve kıdem aylığının dahil edilmeyeceği açıkça anlaşılmaktadır.Dilekçiler, ilamın 2. maddesinde yer alan tazmin hükmünün 6009 sayılı Kanunla getirilen af kapsamında değerlendirilerek, tazmin hükmünün kaldırılmasını istemekte ise de; 6009 sayılı Kanunla yapılan düzenlemelerin memurlara mevzuatına uygun olmayan ikramiye ödemelerini kapsamadığı açıktır. Dilekçiler tarafından örnek gösterilen 14.05.2002 tarih ve 25673 sayılı Sayıştay Temyiz Kurulu kararı ise emekli keseneğine esas aylığın tespitine ve de bundan kaynaklanmış olup eksik kesilen gelir vergisine ilişkindir. Bütün bu nedenlerle dilekçilerin iddialarının reddi ile 1129 sayılı ilamın 2’nci maddesinde toplam 1.473.622,78 TL.’ ye tazmin hükmünün TASDİKİNE, karar verildi.

 

Yüksek Seçim Kurulu Kararı ( Karar No : 554) (5 Aralık 2013 gün ve 28842 sayılı R.G.)

Ara05
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

BELEDİYELERCE 30 MART 2014 TARİHİNDE YAPILACAK MAHALLİ

SEÇİMLER ÖNCESİNDEKİ PROPAGANDA SÜRESİNDE UYULMASI GEREKLİ HUSUSLAR

 

Yüksek Seçim Kurulu Kararı ( Karar No : 554)

    (5 Aralık 2013 gün ve 28842 sayılı R.G.)

– K A R A R –

2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Mahalli idareler seçimleri beş yılda bir yapılır. Her seçim döneminin beşinci yılındaki 1 Ocak günü seçimin başlangıç tarihidir. Aynı yılın Mart ayının son Pazar günü oy verme günüdür.” hükmüne istinaden, mahalli idareler seçimleri 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacaktır.

Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 79. maddesi; “Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma” görevi genel olarak Yüksek Seçim Kuruluna verilmiş, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 49 – 66. maddelerinde seçim propagandası ve yasaklar gösterilmiştir.

Yukarıdaki kanun hükmünde açıkça belirtildiği üzere; mahalli idareler seçimlerinin başlangıç tarihi 01 Ocak 2014 Çarşamba günü, oy verme günü ise 30 Mart 2014 Pazar günü olduğundan, bu seçimlerde seçim propagandasının başlangıç tarihi, 298 sayılı Kanun’un 49. maddesinin son fıkrası uyarınca 20 Mart 2014 Perşembe gününe rastlamaktadır.

Anılan hükümlere göre, seçimin ve seçim propagandasının başlangıç tarihlerinden itibaren kanunen yasak olan konular hakkında karar verilmesi amacıyla Kurulumuzun 14/9/2013 tarih, 2013/374 sayılı kararı ile oluşturulan Komisyon yaptığı çalışmaları tamamlayarak konu hakkında düzenlediği karar taslağını Kurulumuza sunmuş olmakla, konu incelenerek;

Yukarıda yer alan mevzuat hükümleri ve açıklamalar çerçevesinde; seçimlerde propaganda serbestliği ve süresi ile ilgili uyulması gereken usul ve esaslar aşağıdaki biçimde düzenlenmiştir.

H) İlân ve reklam yerleri; (1 Ocak 2014)- (29 Mart 2014)

 

cc) Belediyelerin izni ile özel kişi ve kuruluşlar tarafından kurulan veya belediyelere ait olup da özel kişi ve kuruluşlara kiraya verilen sabit ilân ve reklam yerlerinin, bu kişi ya da kuruluşlar tarafından siyasi propaganda amacıyla kullandırılabilmesi için bu hususta yapılacak başvuru üzerine, söz konusu yerlerin ilçe seçim kurullarınca yukarıda belirtilen kurallara göre tahsis edilmesi gerektiğine (298/60-6),

I) İlân ve reklam yerleri ile ilgili yasaklar; (1 Ocak 2014) – (30 Mart 2014)

Belirtilen yasaklarla ilgili işlem yapma yetkisinin;

-Seçimin başlangıç tarihi olan 1 Ocak 2014 Çarşamba gününden 27 Şubat 2014 Perşembe günü saat 24.00’e kadar mülki makamlara,

-Son otuz gün içinde (28 Şubat 2014 – 29 Mart 2014) ise ilçe seçim kurullarına ait olduğuna,

Belediyelerin; bu Genelge’de belirtilen yetkili mercilerin istemi üzerine bu Genelge hükümlerine aykırılıkların giderilmesi için gerekli olan araç, gereç ve personeli sağlamakla yükümlü bulunduğuna (298/61-1),

b) Seçimin başlangıç tarihi olan 1 Ocak 2014 Çarşamba gününden, oy verme gününü takip eden güne kadar şehir içi veya şehir dışında, toplu taşıma amacıyla kamu hizmetlerinde kullanılan hava, kara, deniz ve raylı sistem taşıtlarında yer alan reklam yerleri ve araçlarında, siyasi propaganda içeren her türlü yayın yapılmasının yasak olduğuna,Toplu taşıma araçlarına tahsis edilmiş üstü kapalı duraklar ile yolcuların inip bindiği kapalı alanlarda da yukarıda belirtilen kuralın geçerli olduğuna,

 İ) Matbua dağıtımı; (1 Ocak 2014)- (29 Mart 2014)

b) Devlet, katma bütçeli idareler, il özel idareleri, belediyelerle bunlara bağlı daire ve müesseseler, iktisadi devlet teşekkülleri ve bunların kurdukları müesseseler ve ortaklıkları ile diğer kamu tüzel kişiliklerinde memur ve hizmetli olark çalışanların ilân dağıtamayacaklarına (298/62-),

J) Seçim süresince yapılamayacak işler;

c) Devlet, katma bütçeli idareler, il özel idareleri, belediyelerle bunlara bağlı daire ve müesseseler, iktisadi devlet teşekkülleri ve bunların kurdukları müesseseler ve ortaklıkları ile diğer kamu tüzel kişilikleri, umumi menfaatlere hâdim cemiyetler ve Bankacılık Kanunu’na tabi teşekküllerin, siyasi bir partinin lehinde veya aleyhinde veya vatandaşın oyuna tesir etmek maksadıyla her türlü yayınlarda bulunmalarının yasak olduğuna (298/62-2, 63-3) ,

II- SEÇİM PROPAGANDA SERBESTLİĞİNİN BAŞLANGIÇ TARİHİ OLAN 20 MART 2014 TARİHİNDEN İTİBAREN OY VERME GÜNÜNÜ TAKİP EDEN GÜNE KADAR OLAN SÜRE İÇİNDE;

A- Devlet, katma bütçeli idareler, il özel idareleri, belediyelerle bunlara bağlı daire ve müesseseler, iktisadi devlet teşekkülleri ve bunların kurdukları müesseseler ve ortaklıkları ile diğer kamu tüzel kişilikleri, umumi menfaatlere hâdim cemiyetler ve Bankacılık Kanunu’na tabi teşekküllere ait kaynaklardan yapılan iş ve hizmetler dolayısıyla, (açılış ve temel atma dahil) törenler tertiplenmesinin, nutuklar söylenmesinin, demeçler verilmesinin ve bunlar hakkında her türlü vasıtayla yayınlarda bulunulmasının yasak olduğuna (298/64, Ek 6),

Kamu İhale Kurulunu 31.10.2013 gün ve 2013/UH.III-4100 sayılı Kararı

Kas21
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Kamu İhale Kurulunu  31.10.2013 gün ve 2013/UH.III-4100  sayılı Kararı

 ÖZÜ: İhale süreci içerisinde ortaya çıkan yeterlik değerlendirmesi, tekliflerden aşırı düşük olanların sorgulanması ve açıklama istenmesi, tekliflerin değerlendirilmesi, isteklilerin 10 gün içerisinde şikâyette bulunma hakkı ve idarenin bu şikâyete 10 gün içinde cevap verme zorunluluğu ile Kurumun 20 günlük inceleme süresi, ihale sürecinin uzamasına sebep olabilmekte ve bu süreler önceden öngörülemediği için de işe başlama tarihi öngörülen tarihten daha ileri bir tarihte gerçekleşebilmektedir. Bu durumda idarece ihale dokümanında belirtilen tarihten daha sonraki bir tarihte sözleşme imzalanmasının mevzuata aykırılık teşkil etmeyeceği, diğer yandan İdari Şartname’nin “Fiyat farkı” başlıklı 46’ncı maddesinde ihale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacağının düzenlendiği dikkate alındığında, söz konusu ihalenin iptal gerekçesi olarak belirtilen kamu zararından bahsedilemeyeceği, bu nedenle idarece alınan iptal kararında belirtilen gerekçesinin yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.Sonuç olarak, mevzuata aykırılıkları belirtilen işlemlerin düzeltici işlemle giderilebilecek nitelikte işlemler olduğu tespit edildiğinden, idarenin ihalenin iptaline ilişkin kararının iptali ve bu aşamadan sonraki ihale işlemlerinin mevzuata uygun olarak yeniden gerçekleştirilmesi gerekmektedir

Kamu İhale Kurulu kararının idareye ulaşması üzerine, ihale komisyonunun 17.09.2013 tarihli kararı ile “ Sonuç olarak 17.09.2013 Salı günü saat 10:30 da yapılan ihale komisyon toplantısı sonucunda yapılması gereken iş 01.07.2013 tarihinde başlaması gerekirken üzerinden 71 günlük sürenin geçmesi nedeniyle geriye kalan zaman zarfında işin % 80’lik kısmı veya tamamı yapılamayacağı anlaşıldığından bu nedenle idarenin zarara uğrayacağı anlaşılıp Kamu zararı oluşacağı kanaatine varıldığından ihalenin iptal edilmesine Oybirliğince karar verilmiştir. …” ifadelerine yer verilmek suretiyle inceleme konusu ihalenin iptal edildiği tespit edilmiştir.İnceleme konusu ihaleye ait İdari Şartname’nin “ Teklif fiyata dahil olan giderler” başlıklı 25’inci maddesinde “25.1.İsteklinin sözleşmenin uygulanması sırasında ilgili mevzuat gereğince ödeyeceği her türlü vergi, resim, harç ve benzeri giderler ile ulaşım nakliye ve her türlü sigorta giderleri yükleniciye ait olup teklif fiyata dahildir.

25.2.25.1. maddesinde yer alan gider kalemlerinde artış olması ya da benzeri yeni gider kalemlerinin oluşması hallerinde, teklif edilen fiyatın bu tür artış ya da farkları karşılayacak payı içerdiği kabul edilir. Yüklenici, bu artış ve farkları ileri sürerek herhangi bir hak talebinde bulunamaz.

25.3.Teklif fiyata dahil olan diğer giderler aşağıda belirtilmiştir:

25.3.1. Kanal açma aracının su gideri ve teressübatın kaldırılması yükleniciye aittir.

25.4.Sözleşme konusu işin bedelinin ödenmesi aşamasında doğacak Katma Değer Vergisi (KDV), ilgili mevzuatı çerçevesinde İdare tarafından yükleniciye ayrıca ödenir.

25.5. Bu madde boş bırakılmıştır.”düzenlemesine, Aynı Şartname’nin “Fiyat farkı” başlıklı 46’ncı maddesinde“46.1. İhale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacaktır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Hizmet Alımına Ait Sözleşme Tasarısı’nın “İşin süresi” başlıklı 9’uncu maddesinde “9.1. İşe başlama tarihi 01.07.2013; işi bitirme tarihi 31.12.2013”düzenlemesine yer verilmiştir.

4734 sayılı Kanun’un bütün tekliflerin reddedilmesi ve ihalenin iptalini düzenleyen 39’uncu maddesinde “İhale komisyonu kararı üzerine idare, verilmiş olan bütün teklifleri reddederek ihaleyi iptal etmekte serbesttir. İhalenin iptal edilmesi halinde bu durum bütün isteklilere derhal bildirilir. İdare bütün tekliflerin reddedilmesi nedeniyle herhangi bir yükümlülük altına girmez. Ancak, idare isteklilerin talepte bulunması halinde, ihalenin iptal edilme gerekçelerini talep eden isteklilere bildirir.”hükmü yer almaktadır. Aynı maddenin gerekçesinde ise“ Tekliflerin yaklaşık maliyete kıyasla çok yüksek olması veya yaklaşık maliyete göre çok yüksek olmamakla birlikte mevcut ödeneğin verilen teklifleri karşılayamaması, Kanunun temel ilkelerine uygun olmayan durumların tespiti gibi nedenlerle, ihale yetkilisinin onayından önceki herhangi bir aşamada ihale komisyonunun kararı üzerine idareye uluslararası mevzuata paralel bir şekilde ihaleyi iptal etme yetkisi verilerek, buna ilişkin hükümler düzenlenmiştir.” ifadesine yer verilmiştir. İhalenin iptali konusunda ihale komisyonunun ve ihale yetkilisinin takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin mutlak ve sınırsız olmadığı, ihalenin iptali konusundaki idarenin takdir yetkisinin, kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlı olduğu da açıktır.İhale konusu işe ait Sözleşme Tasarısı’nda işe başlama tarihi 01.07.2013 olarak belirtilmekle birlikte ihale süreci içerisinde ortaya çıkan yeterlik değerlendirmesi, tekliflerden aşırı düşük olanların sorgulanması ve açıklama istenmesi, tekliflerin değerlendirilmesi, isteklilerin 10 gün içerisinde şikâyette bulunma hakkı ve idarenin bu şikâyete 10 gün içinde cevap verme zorunluluğu ile Kurumun 20 günlük inceleme süresi, ihale sürecinin uzamasına sebep olabilmekte ve bu süreler önceden öngörülemediği için de işe başlama tarihi öngörülen tarihten daha ileri bir tarihte gerçekleşebilmektedir. Bu durumda idarece ihale dokümanında belirtilen tarihten daha sonraki bir tarihte sözleşme imzalanmasının mevzuata aykırılık teşkil etmeyeceği, diğer yandan İdari Şartname’nin “Fiyat farkı” başlıklı 46’ncı maddesinde ihale konusu iş için sözleşmenin uygulanması sırasında fiyat farkı hesaplanmayacağının düzenlendiği dikkate alındığında, söz konusu ihalenin iptal gerekçesi olarak belirtilen kamu zararından bahsedilemeyeceği, bu nedenle idarece alınan iptal kararında belirtilen gerekçesinin yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.Sonuç olarak, yukarıda mevzuata aykırılıkları belirtilen işlemlerin düzeltici işlemle giderilebilecek nitelikte işlemler olduğu tespit edildiğinden, idarenin ihalenin iptaline ilişkin kararının iptali ve bu aşamadan sonraki ihale işlemlerinin mevzuata uygun olarak yeniden gerçekleştirilmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, 4734 sayılı Kanunun 65’inci maddesi uyarınca bu kararın tebliğ edildiği veya tebliğ edilmiş sayıldığı tarihi izleyen 60 gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava yolu açık olmak üzere,İdarenin ihalenin iptali kararının iptaline,karar verilmiştir.

 

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 2981 Sayılı Kanun Uygulamalarına İlişkin Kararları

Kas18
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YARGITAY 14.Hukuk Dairesi,Esas:  2012/5156,Karar: 2012/6134,Karar Tarihi: 30.04.2012

ÖZÜ: Tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan yargılamada davacıların dayanağı tapu tahsis belgesi esas alınarak şuyulandırma cetvelleri getirtilerek davacıların murisinin üzerinde gecekondusunun bulunduğu müstakil imar parseli belirlenmeli, tahsis edilen miktardan tahsise konu yerde uygulanan oranda düzenleme ortaklık payı oranında indirim yapıldıktan sonra kalan miktar payda kabul edilerek davacılar adına ve davalı idare adına tescil edilmesi gereken paylar belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmelidir.

Dava ve Karar: Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 03.11.2009 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 25.10.2011 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:Davacı, dava dilekçesinde murisleri babaları F. K. adına düzenlenen 17.12.1984 tarihli tapu tahsis belgesine dayanarak imar uygulaması sonucu müstakil parsel haline gelen 7123 ada 15 tashihen 7123 ada 18 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adlarına tescilini istemiştir. Davalı belediye davanın reddini savunmuştur.Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.Hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.1996 tarihli ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için;

– Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesinin bulunması,

– Tahsise konu yerde 3194 sayılı Yasanın 18.maddesi uyarınca imar planı veya 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı yasa uyarınca ıslah-imar planlarının yapılmış olması,

– İlgilisine, tapu tahsis belgesi gereğince bir başka yerden tahsis yapılmamış olması,

– Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması,

– Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliklerinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılması,

– Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olması.

– İmar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı yasanın 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediğinin, kesilmiş ise uygulanan oranın saptanması gerekir.

– Mahkemece, yukarıda belirtilen koşullar doğrultusunda yapılacak inceleme sonucunda, tescil isteğinin kabulü için yasal koşulların oluştuğu kabul edildiği takdirde, 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı yasanın 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının (DOP) davacıyı da bağlayıcı nitelikte olduğu dikkate alınarak tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece davacıların dayandığı 17.12.1984 tarihli ve 1698 numaralı tapu tahsis belgesi yerine Fehmi oğlu Göksel Kaplan adına düzenlenmiş 06.02.1985 tarihli ve 1695 numaralı tahsis belgesi gereğince düzenlenen bilirkişi raporuna itibar edilerek, davanın kabulü ile 7123 ada 18 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına tesciline karar verildiği görülmüştür.Mahkemece bu konuda yapılan araştırma ve incelemeler hüküm kurmaya yeterli değildir. Dosya içerisinde davanın dayanağı olan 17.12.1984 tarihli ve 1698 tahsis numaralı tapu tahsis belgesine ilişkin şuyulandırma cetvelleri bulunmamaktadır. Mahkemece kabul edilen tahsis belgesinde 14 sayılı parselden305 m2, 15 sayılı parselden ise95 m2yer tahsis edildiği, davacıların dayanağı tapu tahsis belgesinde ise234 m2yer tahsis edildiği görülmektedir. Ayrıca her iki tapu tahsis belgesinin hak sahipleri de farklıdır.Bu durumda davacıların dayanağı tapu tahsis belgesi esas alınarak dairemizin yukarıda açıklanan ilkeleri doğrultusunda şuyulandırma cetvelleri getirtilerek davacıların murisinin üzerinde gecekondusunun bulunduğu müstakil imar parseli belirlenmeli, tahsis edilen miktardan tahsise konu yerde uygulanan oranda düzenleme ortaklık payı oranında indirim yapıldıktan sonra kalan miktar payda kabul edilerek davacılar adına ve davalı idare adına tescil edilmesi gereken paylar belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 30.04.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

YARGITAY  14.Hukuk Dairesi,Esas:  2007/819,Karar: 2007/1126, Tarih: 12.02.2007

ÖZÜ: Tahsis işlemlerinin tapuya dönüştürülebilmesi için sair koşulların yanında tahsise konu yerin herhangi bir kamu hizmetine ayrılmamış olması ve imar planına göre konut alanı olarak belirlenen saha içersinde kalmış olması gerekir.

Dava: Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı mahal mahkemesinden verilen yukarda tarih ve sayısı yazılı hükmün; Dairemizin 06.12.2006 tarih ve 2006/12103-14541 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmişti. Süresi içerisinde davalı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya içindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Mahkemece dava kabul edilmiş, hüküm Dairemizce onanmıştır.Davalı belediye karar düzeltme isteminde bulunmuştur.Kısaca, İmar Affı Yasası olarak bilinen 2981 sayılı  kanun uyarınca yapılan tahsis işlemlerinin tapuya dönüştürülebilmesi için sair koşulların yanında tahsise konu yerin herhangi bir kamu hizmetine ayrılmamış olması ve imar planına göre konut alanı olarak belirlenen saha içersinde kalmış olması gerekir.Somut olayda; mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmış, mahkemenin hükme dayanak aldığı bilirkişilerin 31.05.2006 tarihli raporlarında davacıya ilişkin 3278 ada 2 parsel sayılı taşınmazın başlangıçtaki imar planlarında konut alanı kapsamında kalan çekişmeli parselin daha sonra yapılan plan değişikliğinde kısmen konut alanı dışına çıkartıldığını bildirdikleri görülmektedir.Gerek davalı Zeytinburnu Belediyesi gerekse davanın ihbar edildiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi dosyaya sundukları cevap dilekçelerinde, çekişmeli yerin yol alanında kaldığını bu yüzden gecekonduda hak sahipleri olan davacıların miras bırakanına sosyal konut tahsis edildiğini, enkaz bedelinin ödendiğini dolayısıyla 3172 ada 2 parselin yol olarak kamuya tahsis edilmesi sebebiyle açılan davanın reddi gerekeceğini savunmuştur. Karar düzeltme isteminde bulunan davalı Belediyenin istek dilekçesine eklediği belgelerin bir kısmı da bu savunmayı doğrulamaktadır. Hal böyle olunca mahkemece verilen kararın eksik inceleme ve araştırmaya dayandığı, Dairemizin temyizi aşamasında yanılgılı değerlendirmede bulunarak bu kararı onadığı anlaşılmaktadır.Mahkemece yapılması gereken iş; davalıların savunmasında ileri sürdükleri hususlardan olan 3278 ada 2 parsel sayılı taşınmazın imar planındaki değişiklikle de olsa kesinleşen son imar planındaki durumu saptamak, dava konusu taşınmaz kamuya tahsis edilen yolda kalmışsa, davayı reddetmek bu arada davacıya tapu tahsisine karşılık sosyal konut tahsis edilip edilmediğini, yapılan bir tahsis varsa sosyal konuta karşılık davacılardan enkaz bedeli düşürülmesi suretiyle tahsilat yapılıp yapılmadığını saptamak davalı belediyenin savunması üzerinde yeterince durularak dava hakkında sonucuna uygun hüküm kurmak olmalıdır. Davalı belediyenin bütün bu yönleri kapsayan karar düzeltme istemi yerinde olduğundan, kabulü ile hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeplerle davalı belediyenin karar düzeltme istemlerinin kabulü ile onamaya ait Dairemizin 06.12.2006 gün 2006/12103 Esas, 14541 Karar sayılı ilamının KALDIRILMASINA ve temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istem halinde yatırana iadesine, 12.02.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 14.Hukuk Dairesi,Esas:  2009/2485,Karar: 2009/3150, Tarih: 16.03.2009

ÖZET: Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davacının dosyaya sunmuş olduğu okunaklı olmayan ve asılları ibraz edilmeyen belgelere göre ödemelerin varlığı kabul edilerek eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

 Dava: Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 28.1.2008 gününde verilen dilekçe ile tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 7.10.2008 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı Kağıthane Belediye Başkanlığı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: Karar: Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davalı Belediye, davacının taşınmazın ilk taksit tutarını ödediğini, 2 ve 3. taksitlerin ödenmediğini, açılan davanın reddini savunmuştur. Mahkemece dava kabul edilmiştir. Hükmü davalı belediye temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulunun 4.12.1996 tarihli ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Bu tür davaların kabul edilebilmesi için aranan koşullardan birisi de tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olmasıdır. Eldeki davada uyuşmazlık davacının tahsise konu yer bedelinden kalan 2 ve 3. taksitlerin ödenip ödenmediği noktasındadır. Davacı her ne kadar bazı makbuz fotokopileri ibraz etmişse de bu belgeler okunaklı olmadığından tahsis bedelinin davalı belediye adına bankaya ödendiği anlaşılamamaktadır. Mahkemece öncelikle HUMK. nun 326. maddesi hükmünden yararlanılarak belge asılları davacıya ibraz ettirilmeli, bu belgeler incelenerek tahsis bedelinin ödenip ödenmediği yönü duraksamaksızın açıklığa kavuşturulmalıdır. Davacıdan ibrazı istenecek belgeler üzerinde yapılacak inceleme sonucu yinede 2. ve 3. taksitlerin ödendiğinde duraksama bulunursa bu defa bilirkişilere yetki verilerek ilgili banka defter ve kayıtları üzerinde gerekli inceleme yaptırılmalı, ödemeler kesin olarak belirlendikten sonra sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece, yukarıda yapılan saptamalar bir yana bırakılarak davacının dosyaya sunmuş olduğu okunaklı olmayan ve asılları da ibraz edilmeyen belgelere göre ödemelerin varlığı kabul edilerek eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmediğinden karar bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde yatırana geri verilmesine, 16.03.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi

YARGITAY 14.Hukuk Dairesi,Esas:  2010/9012,Karar: 2010/13172, Tarih: 30.11.2010

ÖZET: Mahkemece, davacıların murisine kanun uyarınca yalnızca 400 m2 tahsis yapıldığı gözetilerek, yukarda belirtildiği üzere 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının davacıyı da bağlayacağı dikkate alınarak, tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.

 Dava ve Karar: Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 24.03.2008 tarihinde verilen dilekçe ile tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kabulüne dair verilen 23.03.2010 tarihli hükmün Yargıtay’ca, duruşmalı olarak tetkiki davalı Belediye Başkanlığı ve duruşmasız olarak Hazine vekili tarafından istenilmekle, tayin edilen 30.11.2010 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı Hazine vekili Av. Ulviye Sarp ile davalı Belediye Başkanlığı vekili Av. Cavit Aşçı geldi. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davalı Hazine, taşınmazın öncesinin mera olduğunu, davanın reddini savunmuş, davalılardan belediye ise dava konusu taşınmaza kayden malik olmadıklarını, kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini, davanın reddini bildirmiştir.Mahkemece, dava kabul edilmiş,967 m2 olduğu anlaşılan ve imar uygulaması sonucu 4737 ada 4 s. parseli oluşturan kayıttaki davalı Hazinenin 591/967 payının iptali ile payları oranında Miktat Ceylan mirasçıları adına tesciline karar verilmiştir.Hükmü, davalılar temyiz etmiştir.Hukuk Genel Kurulunun 4.12.1996 günlü ve 1996/14-763-864 s. kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp sadece fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için;

-Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesinin bulunması,

– Tahsise konu yerde 3194 s. Kanunun 18. maddesi uyarınca imar planı veya 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanun uyarınca ıslah-imar planlarının yapılmış olması,

– İlgilisine, tapu tahsis belgesi gereğince bir başka yerden tahsis yapılmamış olması,

– Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması,

– Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliklerinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılması,

– Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olması.

– İmar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediğinin, kesilmiş ise uygulanan oranın saptanması gerekir,

– Mahkemece, yukarda belirtilen koşullar doğrultusunda yapılacak inceleme sonucunda, tescil isteğinin kabulü için kanuni koşulların oluştuğu kabul edildiği takdirde, 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının davacıyı da bağlayıcı nitelikte olduğu dikkate alınarak tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;Davada, 27.02.1989 günlü tapu tahsis belgesine dayanılmıştır. Bu belgenin incelenmesinden; davacıların murisine 418 ada 98 s. parselden400 m2 yüzölçümünde yer tahsisinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Sair taraftan, iptal ve tescili dava konusu edilen ve tahsis belgesinin imar uygulaması sonucu gittiği kabul edilen 4737 ada 4 s. parselde davalılardan belediye adına pay bulunmamaktadır. Burada öncelikle belirtilmelidir ki, dava mülkiyet aktarımı istemine ait bulunduğundan, davalı belediyeye husumet yöneltilemez. Ayrıca, mahkemece yapılan inceleme ve araştırma yukarıdaki yazılan ilkelere uygun değildir.Bu halde mahkemece, davacıların murisine kanun uyarınca yalnızca400 m2 tahsis yapıldığı gözetilerek, yukarda belirtildiği üzere 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının davacıyı da bağlayacağı dikkate alınarak, tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.Mahkemece, eksik inceleme ve araştırmayla davacıya yapılan tahsis miktarı da aşılarak davanın yazılı olduğu biçimde sonuçlandırılması doğru olmadığından, karar bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen kararın yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 750.00’şer TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalılara verilmesine, peşin harcın istem halinde yatırana geri verilmesine, 30.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 14.Hukuk Dairesi,Esas:  2012/11510,Karar: 2012/12057, Tarih:17.10.2012

ÖZET: Somut olayda, hazine taşınmazı üzerine yapmış olduğu tek katlı konut vasıflı kargir yapı nedeniyle tapu tahsis belgesi verilmiş olup bu tahsis belgesine dayalı olarak oluşturulan imar parselinin ancak konut alanında kalmış olması halinde tescile karar verilebilir. Bu durumda mahkemece, belirtilen koşul gerçekleşmediğinden davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.

Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 17.12.2007 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın davalı Maliye Hazinesi yönünden husumet nedeniyle reddine, davalı Toki Toplu Konut İdaresi Başkanlığı yönünden kabulüne dair verilen 01.03.2012 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı Toki Toplu Konut İdaresi Başkanlığı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın Toplu Konut İdaresi Başkanlığına devredildiğini belirterek davanın husumetten reddini savunmuştur.Davalı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı vekili, davanın yasal koşulları taşımadığı, dava konusu taşınmazın imar planında meslek lisesi alanı kapsamında kaldığı gerekçesiyle davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın davalı Hazine yönünden husumet nedeniyle reddine, davalı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı yönünden kabulüne karar verilmiştir. Hükmü, davalı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı vekili temyiz etmiştir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.1996 tarihli ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için;

-Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesinin bulunması,

-Tahsise konu yerde 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi uyarınca imar planı veya 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı yasa uyarınca ıslah-imar planlarının yapılmış olması,

-İlgilisine, tapu tahsis belgesi gereğince bir başka yerden tahsis yapılmamış olması,

-Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması,

-Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliklerinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılması,

-Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olması.

-İmar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı yasanın 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediğinin, kesilmiş ise uygulanan oranın saptanması gerekir,

-Mahkemece, yukarıda belirtilen koşullar doğrultusunda yapılacak inceleme sonucunda, tescil isteğinin kabulü için yasal koşulların oluştuğu kabul edildiği takdirde, 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı yasanın 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının (DOP) davacıyı da bağlayıcı nitelikte olduğu dikkate alınarak tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; tapu tahsis belgesine dayalı tescil davasında gerekli olan diğer koşullar gerçekleşmiş ise de dosya içerisindeki Ataşehir Belediye Başkanlığının 02.08.2012 tarihli ve 13391 sayılı yazılarına göre dava konusu taşınmazın 28.05.2010 tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planı tadilatında meslek lisesi alanında kaldığı anlaşıldığından taşınmaz için tescil kararı verilmesi mümkün değildir. Çünkü davacıya, Hazine taşınmazı üzerine yapmış olduğu tek katlı konut vasıflı kargir yapı nedeniyle tapu tahsis belgesi verilmiş olup bu tahsis belgesine dayalı olarak oluşturulan imar parselinin ancak konut alanında kalmış olması halinde tescile karar verilebilir. Bu durumda mahkemece, belirtilen koşul gerçekleşmediğinden davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 17.10.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 14.Hukuk Dairesi,Esas:  2009/3665,Karar: 2009/4572, Tarih: 09.04.2009

ÖZÜ: Somut olayda davacılara bedelin ödendiğine ilişkin delillerini sormak lüzum görülürse bu konuda Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile dava dışı Melikgazi Belediyesindeki kayıt ve belgeleri bilirkişilere inceletmek, yine bilirkişiye tahsisin yapıldığı tarihe göre taşınmazın değerini hesaplatmak bu değer itibariyle davacıların yaptığı 30.000 TL.lik ödemenin taşınmazın tüm değerini karşılayıp karşılamadığını belirlemek ödenmeyen bir kısım bedel varsa bu bedelin dava tarihindeki taşınmaz rayicine göre tespit etmek ve tespit edilecek bu bedeli davacıların alacağı olarak bulunacak miktardan düşmek hak edilen tazminatı bütün bunların sonucuna uygun bularak hüküm kurulması gerekir.

Dava: Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 02.01.2006 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabul, kısmen reddine dair verilen 30.12.2008 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili ve davalılardan Belediye vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: Karar: Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil ikinci kademedeki istek ise tazminat taleplerine ilişkindir. Davalılar davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, son kayıt malikinin iyiniyetinden bahisle tapu iptali tescil davasının reddine, istekle bağlı kalınarak 6500 YTL tazminatın davalı Kayseri Büyükşehir Belediyesinden tahsiline, diğer davalı hakkında açılan davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü, davacı ile davalılardan Kayseri Büyükşehir Belediyesi temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4.12.1996 tarihli ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi tarafından kazanılması için; Diğer bazı koşulların yanında imar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 sayılı yasa ile değişik 2981 sayılı yasanın 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilmeyen durumlarda uygulama cetvellerinden yararlanılarak o adadaki düzenleme ortaklık payının ne olduğu saptanarak bu oranın tahsis edilen taşınmaz yüzölçümünden düşülmesi gerekir. Diğer yandan; tahsis edilen taşınmaz bedelinin 2981 sayılı yasada öngörülen yönteme göre bulunması tahsis bedeli ödenmemişse bunun da hak iddia eden tarafından ödenmesi gerekir.

Somut olaya gelince;

1- Gerçekten, tahsis belgesinin mülkiyet belgesine dönüştürülmesinden sonraki temlik işlemleri dikkate alındığında son kayıt maliki vakfın Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinin koruması altında bulunduğu açıktır. Kayıt maliki vakfa kötüniyet izafe edilemeyeceğinden mahkemenin bu durumu saptayarak davacıların mülkiyet aktarımı istemini reddetmesinde yasaya aykırılık yoktur. Davacıların temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde değildir.

2- Davacılar miras bırakanları Hasan Ekici’ye yapılan 12.07.1984 tarihli tahsise dayanmıştır. Tahsis400 m2için yapılmıştır. Yukarıda sözü edildiği üzere yasanın öngördüğü yönteme uygun olarak bundan düzenleme ortaklık payı kesintisinin yapılması taşınmaz yüzölçümünün buna göre belirlenmesi ve tazminatın da ona göre hesaplanması gerekir. Kısaca bilirkişinin tahsisin400 m2olduğunu kabulüyle yaptığı hesaplama doğru değildir.

Yine yukarıda sözü edildiği üzere tahsise karşılık yasa ve yönetmelik uyarınca bulunacak bedelin tahsis sahibi tarafından ilgili idareye ödenmesi gerekir. Tahsis bedeli ödenmeden ilgilisini hak sahibi kabul etmek olanaklı bulunmamaktadır. Bu bedelin ödendiğini ispat yükü ise tahsise dayanan tarafa yani davacılara düşer. Davacılar banka dekontuyla 30.000 TL ödemede bulunduklarını ileri sürmüş ise de dayandıkları dekontun bedelin tamamı veya bir bölümüne ilişkin olup olmadığı açıklığa kavuşturulmamıştır. Tahsisi yapan Kayseri Büyükşehir Belediyesi olduğundan dava dışı Melikgazi Belediyesinin 24.07.2008 tarihli yazısında bildirdiği karine de yasal bir karine olmayıp davalı Kayseri Büyükşehir Belediyesi bağlamaz. Bu açıklamalara göre mahkemece yapılması gereken iş; davacılara bedelin ödendiğine ilişkin delillerini sormak lüzum görülürse bu konuda Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile dava dışı Melikgazi Belediyesindeki kayıt ve belgeleri bilirkişilere inceletmek, yine bilirkişiye tahsisin yapıldığı tarihe göre taşınmazın değerini hesaplatmak bu değer itibariyle davacıların yaptığı 30.000 TL.lik ödemenin taşınmazın tüm değerini karşılayıp karşılamadığını belirlemek ödenmeyen bir kısım bedel varsa bu bedelin dava tarihindeki taşınmaz rayicine göre tespit etmek ve tespit edilecek bu bedeli davacıların alacağı olarak bulunacak miktardan düşmek hak edilen tazminatı bütün bunların sonucuna uygun bularak hüküm kurmak olmalıdır. Tüm bu yönler bir yana bırakılarak taşınmaz yüzölçümünden düzenleme ortaklık payının düşülmemesi ödeme sorunu kanıtlanmış gibi işlem yapılarak davanın yazılı olduğu şekilde kabulü doğru olmadığından karar bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda davacıların temyiz itirazlarının REDDİNE, hükmün ikinci bent uyarınca BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde yatırana iadesine, 09.04.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 14.Hukuk Dairesi,Esas:  2010/9012,Karar: 2010/13172,Tarih: 30.11.2010

ÖZÜ: Mahkemece, davacıların murisine kanun uyarınca yalnızca 400 m2 tahsis yapıldığı gözetilerek, yukarda belirtildiği üzere 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının davacıyı da bağlayacağı dikkate alınarak, tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.

Dava ve Karar: Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 24.03.2008 tarihinde verilen dilekçe ile tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kabulüne dair verilen 23.03.2010 tarihli hükmün Yargıtay’ca, duruşmalı olarak tetkiki davalı Belediye Başkanlığı ve duruşmasız olarak Hazine vekili tarafından istenilmekle, tayin edilen 30.11.2010 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı Hazine vekili Av. Ulviye Sarp ile davalı Belediye Başkanlığı vekili Av. Cavit Aşçı geldi. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:Dava, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davalı Hazine, taşınmazın öncesinin mera olduğunu, davanın reddini savunmuş, davalılardan belediye ise dava konusu taşınmaza kayden malik olmadıklarını, kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini, davanın reddini bildirmiştir.Mahkemece, dava kabul edilmiş,967 m2olduğu anlaşılan ve imar uygulaması sonucu 4737 ada 4 s. parseli oluşturan kayıttaki davalı Hazinenin 591/967 payının iptali ile payları oranında Miktat Ceylan mirasçıları adına tesciline karar verilmiştir.Hükmü, davalılar temyiz etmiştir.Hukuk Genel Kurulunun 4.12.1996 günlü ve 1996/14-763-864 s. kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp sadece fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir. Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için;

-Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesinin bulunması,

– Tahsise konu yerde 3194 s. Kanunun 18. maddesi uyarınca imar planı veya 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanun uyarınca ıslah-imar planlarının yapılmış olması,

– İlgilisine, tapu tahsis belgesi gereğince bir başka yerden tahsis yapılmamış olması,

– Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması,

– Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliklerinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılması,

– Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olması.

– İmar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediğinin, kesilmiş ise uygulanan oranın saptanması gerekir,

– Mahkemece, yukarda belirtilen koşullar doğrultusunda yapılacak inceleme sonucunda, tescil isteğinin kabulü için kanuni koşulların oluştuğu kabul edildiği takdirde, 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının davacıyı da bağlayıcı nitelikte olduğu dikkate alınarak tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;Davada, 27.02.1989 günlü tapu tahsis belgesine dayanılmıştır. Bu belgenin incelenmesinden; davacıların murisine 418 ada 98 s. parselden400 m2yüzölçümünde yer tahsisinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Sair taraftan, iptal ve tescili dava konusu edilen ve tahsis belgesinin imar uygulaması sonucu gittiği kabul edilen 4737 ada 4 s. parselde davalılardan belediye adına pay bulunmamaktadır. Burada öncelikle belirtilmelidir ki, dava mülkiyet aktarımı istemine ait bulunduğundan, davalı belediyeye husumet yöneltilemez. Ayrıca, mahkemece yapılan inceleme ve araştırma yukarıdaki yazılan ilkelere uygun değildir.Bu halde mahkemece, davacıların murisine kanun uyarınca yalnızca400 m2tahsis yapıldığı gözetilerek, yukarda belirtildiği üzere 3290 s. kanun ile değişik 2981 s. kanunun 10/C-2 maddesi gereğince tahsise konu yerde uygulanan düzenleme ortaklık payının davacıyı da bağlayacağı dikkate alınarak, tahsis miktarından bu oranda yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilmelidir.Mahkemece, eksik inceleme ve araştırmayla davacıya yapılan tahsis miktarı da aşılarak davanın yazılı olduğu biçimde sonuçlandırılması doğru olmadığından, karar bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen kararın yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 750.00’şer TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalılara verilmesine, peşin harcın istem halinde yatırana geri verilmesine, 30.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

Danıştay Onüçüncü Daire Kararı

Kas01
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Danıştay Onüçüncü Daire, Esas: 2008/2450, Karar: 2008/6590, Karar Tarihi: 17.10.2008

ÖZÜ: Urla Belediye Başkanlığı tarafından 14.02.2007 tarihinde 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 35/a maddesine göre kapalı teklif usulüyle yapılan İzmir İli Urla İlçesi Hacı İsa Mahallesi 154 Ada 34 parsel ve 1051 Ada 107 nolu Parselde Kat Karşılığı İnşaat Yapım İşi ihalesinin iptali istemiyle açılan davada, İdare Mahkemesi’nce; olayda, anılan inşaat işinin kat karşılığı yaptırılması için belediye başkanı ve belediye encümenine yetki verilmesine ilişkin belediye meclisi kararına davacının da katıldığı ve karşı oy kullanmadığı görülmekte ise de, dava sözü edilen belediye meclis kararının değil, bu karar uyarınca belediye encümenince 14.02.2007 tarihinde yapılan ihalenin iptali istemiyle açıldığından, davacının belediye meclisinin dava konusu yerler için aldığı satış kararına kabul oyu vermesi nedeniyle dava açma ehliyeti bulunmadığı iddiasının yerinde görülmediği; diğer taraftan, belediye meclis üyesinin belediye kaynaklarının kullanımı ile ilgili iş ve işlemlerin mevzuata ve kamu yararına uygun olarak yürütülmediğinden söz ederek her zaman dava açabileceğinin kabulü gerektiğinden davacının belediye meclis üyesi sıfatıyla tesis edilen idari işlemin hukuka uygunluğunun saptanması ve idarenin hukuka bağlılığının tespiti yönünden bu davayı açmakta meşru ve güncel menfaatinin bulunduğu; işin esası yönünden, kültür merkezi, otopark, dükkan yapımı ile çevre düzenlemesinden oluşan bir çarşı projesi olan dava konusu meydan düzenleme ihalesi niteliği itibarıyla yapım işi ihalesi olduğundan 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun kapsamına girdiği, davalı idarece, dava konusu ihalenin kat karşılığı inşaat işi yapılması nedeniyle Kamu İhale Tebliği uyarınca 2886 sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde yapıldığını öne sürmekte ise de, bir kanunun istisnalarının yine kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak belirlenmesi gerektiği, bu durumda, dava konusu meydan düzenleme ihalesinin yapım işi ihalesi olduğu açık olduğundan ve belediyeye ait taşınmaz üzerinde kat karşılığı yapım işinin bütçeden para harcanmasa da aslında belediyeye ait bir kaynağın kullanılması sonucunu doğurduğundan, ihalenin 4734 sayılı Yasa hükümleri uyarınca yapılması gerekirken, 2886 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılmasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 1. maddesinde, genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarenin, özel idare ve belediyelerin alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri aynı hak tesisi ve taşıma işlerinin bu Kanunda yazılı hükümlere göre yürütüleceği, 2. maddesinde bu Kanunun yürütülmesinde, ihtiyaçların en iyi şekilde uygun şartlarla ve zamanında karşılanması ve ihalede açıklık ve rekabetin sağlanmasının esas olduğu; başka başka istekliler tarafından karşılanması mutat olan muhtelif işlerin bir eksiltmede toplanamayacağı; 36. maddesinde, bu Kanunun 1. maddesinde yazılı işlere ilişkin ihalelerde tekliflerin gizli olarak verilmesini sağlayan kapalı teklif usulünün esas olduğu düzenlenmiş; 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 2. maddesinin (a) fıkrasında, belediyeler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşların, birliklerin ve tüzel kişilerin kullanımında bulunan her türlü kaynaktan karşılanan mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin ihalelerinin bu Kanun hükümlerine göre yürütüleceği hükmü yer almıştır.

2886 sayılı Yasa alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ve taşıma işlerinin kamu harcaması yapılmasına karşın, bilahare, alım, hizmet, yapım, kiralama ve taşıma işlerinin kamu harcaması yapılmasına; satım, kiraya verme, trampa ve mülkiyetin gayri ayni hak tesisi işlerinin kamuya gelir sağlanmasına yönelik olduğundan farklı nitelikteki bu işlerin aynı kanunda düzenlenmesinin uygulamada pek çok sorunun ortaya çıkmasına neden olduğu yanında, kamu harcaması gerektiren işlere özgü ihalelerde yeni uygulamaların hayata geçirilebilmesi ve harcama yapılması ile gelir elde edilmesine yönelik ihalelerin kendine özgü niteliklerine uygun olarak ihtiyaçlara cevap verecek şekilde ayrı kanunlarda düzenlenmesi gerekli bulunarak, kamu harcaması yapılmasını gerektiren mal veya hizmet alımları ile yapım işleri 4734 sayılı Kanun kapsamına alınmıştır. Bu Kanun kapsamındaki idarelerin, münhasıran yapım ihaleleri anılan Kanun hükümleri gereğince yapılacaktır. Tarafların karşılıklı olarak edimde bulunma sorumluluğunun bulunduğu ve hem yapım hem de satış işlemlerinin birlikte gerçekleştiği kat karşılığı inşaat ihalelerinin ise anılan her iki Kanunda da düzenlenmediği görülmektedir.

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde kat inşa etme unsuru nedeniyle eser sözleşmesi hükümleri uygulanmakta, idarenin belli katları devir borcu altına girmesi nedeniyle yapılan sözleşme satışı da içerdiğinden, karma sözleşme olarak değerlendirilmektedir. Bu durumda yapım işinin yanında satışında gerçekleştiği kat karşılığı inşaat ihalelerinin, 4734 sayılı Yasa kapsamında münhasıran bir yapım işi olarak değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır. Kat karşılığı inşaat ihalelerinde yapım işi ile belirlenen katların mülkiyetinin devri tek bir ihaleye konu olmakta, idare yapım işinin bedelini yapıdan belli katların mülkiyetini devretmek suretiyle karşıladığından, bu tür karma sözleşmeyi gerektiren ihalelerin 4734 sayılı Kanuna göre yapılması mümkün olmadığından 2886 sayılı Yasa hükümlerince gerçekleştirilmesi uygun olacaktır.

Dosyanın incelenmesinden, “Kat Karşılığı İnşaat Yapımı İşi İhale Şartnamesi”nin 16. maddesinde, 154 ada 34 parselde yer alan tüm yapıların belediyeye bırakılacağı, 1051 ada 107 parselde yer alan yer altı otoparklarının belediyeye bırakılacağı, bu parselde avan projeye göre yapılacak bağımsız bölümlerin yükleniciye kalacağı, bu parselde süs havuzu dahil açık alanların tasarruf ve kullanım hakkının belediyeye ait olduğu, meydan ve çevre düzenlemesinin mülkiyete tabi olmayıp kamu kullanımına açık alan olarak kalacağı, bu alanın mimari avan projeye uygun olarak yüklenici tarafından işin süresi içerisinde yapılıp belediyeye teslim edileceği, belediyece yapılan bu belirlemelerin ihaleyi alan yüklenici tarafından peşinen kabul edilmiş sayılacağı, ihaleye teklifin, bu maddede belediyeye ve kamu kullanımına kalacak alanlar dışında yükleniciye kalacak bağımsız bölümler karşılığı, idareye ödenecek nakit bedel olarak artırımın 1.000.000-YTL’den başlayacağı ve ihale değerlendirilmesinin verilecek nakit bedel teklifleri üzerinden yapılacağının öngörüldüğü; 14.02.2007 tarihinde yapılan, bir isteklinin teklif verdiği ihalenin, kat karşılığı olarak genel ve teknik şartnameye göre, belediyeye ve kamu kullanımına kalacak alanlar dışında yükleniciye kalacak bağımsız bölümler karşılığı idareye ödenecek nakit bedel olarak 2.000.000- YTL teklif eden şirket üzerinde kaldığı, 2886 sayılı Yasa’nın 35/a maddesi gereğince yapılan ihalenin 26.02.2007 tarihinde ita amirince onaylandığı anlaşılmakta olup, 2886 sayılı Yasa kapsamında yer alan davalı Belediye tarafından ihale konusu işin niteliği gereği anılan Yasa kapsamında yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığından mahkemece dava konusu ihalenin esasının incelenmesi gerekirken anılan gerekçeyle iptalinde isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49/1-b maddesi gereğince İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin 11.12.2007 tarih ve E: 2007/418, K: 2007/1875 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 07.10.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yazıldı Duyurular

Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Esas:20l2/28163, Karar: 20l3/21130, Tarih:03.07.2013

Eki30
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

       

  Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Esas:20l2/28163, Karar: 20l3/21130, Tarih:03.07.2013

ÖZÜ: TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan “kişinin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsata uygun getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar” biçimindeki düzenlemeye göre; Konak Belediye Başkanlığı tarafından yıkılan binada, sanığın yıkım giderlerini ödeyip ödemediği araştırılarak, giderlerin sanık tarafından karşılandığının belirlenmesi durumunda düşme kararı verileceği gözetilmeden, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile hüküm kurulması,Kanuna aykırı ve katılan Konak Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine,

 I- İTİRAZ NEDENLERİ

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/07/2012 tarihli kararı ile Dairemize gönderilen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 20/05/2012 gün ve 2008/89346 sayılı yazısı ile;

“…… Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 26/03/2012 tarih ve 2010/6130¬2012/6833 Esas ve Kararına dayanak alınan: ” […] Sanığın suça konu yapıyı kendisinin yıkmadığı, yapının encümen kararına istinaden Konak Belediyesi ekipleri tarafından yıkıldığının anlaşılması karşısında, 5237 sayılı TCY.nın 184/5. maddesinde belirtilen koşulların oluşmamasına karşın sanık hakkında yazılı şekilde düşme kararı verilmesi, Yasaya aykırı ve katılan Konak Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, […]” ilişkin gerekçe TCK’nın etkin pişmanlık niteliğinde olan 184/(5 ) ” Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.” biçimde düzenleme içeren yasal düzenlemenin amacına aykırı düşmektedir. Etkin pişmanlığı ilişkin birçok düzenlemeye Türk Ceza Kanununda yer verilmiştir. TCK’nun “Etkin Pişmanlık” başlıklı 168/ 1 madde ve fıkrasına göre: “(1) Hırsızlık, mala zarar verme, güveni kötüye kullanma, dolandırıcılık, hileli iflâs, taksirli iflâs ve karşılıksız yararlanma suçları tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir. “Yine Yasanın “Etkin Pişmanlık” başlıklı 221/3 madde ve fıkrasına göre : “Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.” Yasanın bir başka “Etkin Pişmanlık” başlıklı 248/2 madde ve fıkrasına göre : “Kovuşturma başlamadan önce, gönüllü olarak, zimmete geçirilen malın aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi hâlinde, verilecek cezanın yarısı indirilir. Etkin pişmanlığın hükümden önce gerçekleşmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte biri indirilir.” TCK’nin 254/ (2) “Rüşvet veren veya bu konuda kamu görevlisiyle anlaşmaya varan kişinin, soruşturma başlamadan önce, pişmanlık duyarak durumdan soruşturma makamlarını haberdar etmesi hâlinde, hakkında rüşvet suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz; verdiği rüşvet de kamu görevlisinden alınarak kendisine iade edilir.

“Yasa koyucu yasada yer verilen etkin pişmanlığa ilişkin düzenlemelerden farklı olarak TCK’nun yine etkin pişmanlık olarak tanımlanacak 184/5 madde ve fıkrasında fail kavramından kaçınarak “184/(5) ” Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirmesi” halinde bu düzenlemeden yararlanabileceğinden söz etmiştir. Kişi kavramını suçun failiyle özdeşleştirmek mümkün değildir. Belediye tüzel Kişiliğinin yasal dayanağını 3194 sayılı İmar Kanununun 32/son madde ve fıkrasında bulan: “Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” düzenlemeden kaynaklanan yasal yetki çerçevesinde, Konak Belediyesi yıkım görevlileri tarafından, sanık tarafından imar mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş, ruhsatsız, kaçak yapının yıkımı sürecinde sanığın herhangi bir engellemesi olmamıştır. Yıkım sürecinde sanık yıkıma karşı gelmemiştir, yıkım görevlilerini engellememekle yıkım sürecine pasif olarak iştirak etmiş, mevzuat çerçevesinde yıkım görevlilerinin yıkıma yönelik eylemlerinin ve işlemlerinin meşruluğunu kabullenmiştir. Yasanın 184/5 madde ve fıkrasında yer verilen etkin pişmanlık hükümlerinden istifade etmesi koşulu, kişinin bizatihi hukuka aykırılık teşkil eden kaçak inşaatı yıkması veya yıktırması gerekir biçiminde yorumlanmamalıdır. Bu yorum yasanın bu hükmünün işlevsizleştirilmesi yol açacak, hak ve adalete aykırı sonuçların doğmasına, telafisi olanaksız mağduriyetlere yol açabilecektir. TCK 184/(5) “Kişi ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde; bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz açılmış olan kamu davası düşer mahkûm olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar. “Yasal düzenlemede önemli olan hukuka aykırılık durumunun telafi edilmesidir. Aykırılığın kim tarafından giderildiğinin önemi yoktur; aykırılık hukuka uygun hale getirilmişse, kaçak yapı yıkılmışsa veya ruhsata bağlanmışsa TCK’nun 184/5 madde ve fıkrasının fail hakkında uygulanması mümkün olacaktır. Bu yasal düzenlemeyle yasa koyucu soruşturma aşamasında hukuka aykırılığın giderilmesi durumunda kamu davasının kişi hakkında açılamayacağını; kovuşturma ve mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi veya cezanın infazı süreçlerinde hukuka aykırılığın “binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi” durumlarında kovuşturma aşamasında açılmış derdest davayla ilgili olarak düşme, kararın kesinleşmesi halinde de cezanın bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacağına karar verileceğini öngörmüştür.

Fail, Belediye tüzel kişiliği tarafından İmar Yasasının 32/son maddesi kapsamında yapılan yıkım işleminin hukuksal sonuçlarına tazminat yükümlülüğü çerçevesinde katlanacaktır. Mevzuata aykırı yapının yıkımı nedeniyle Belediye Tüzel kişiliğinin emek, mesaisine, amortisman giderlerine, sair giderlere, özel hukuk hükümleri, haksız fiiliden kaynaklanan sorumluluk çerçevesinde kaçak yapıyı yapan, yaptıran kişi katlanacaktır.

İzmir 25. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 13/12/2007 gün ve 2007/411 Esas ve 2007/874 Karar sayılı: “[…] Sanık hakkında her ne kadar imar kirliliğine sebebiyet verdiği iddiasıyla kamu davası açılmış ise de, yapılan binanın belediye görevlilerince 17/04/2007 yıkılarak eski hale getirildiği anlaşıldığından, sanık hakkında açılan kamu davasının 5237 sayılı TCK’nın 184/5 maddesi uyarınca düşürülmesine” ilişkin kararı TCK’nın 184/5 maddesinin yorumuna, konuluş amacına uygun bir karardır.

Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 26/03/2012 tarih ve 2010/6l30¬20l2/6833 Esas ve Kararına dayanak alınan: 11 […] Sanığın suça konu yapıyı kendisinin yıkmadığı, yapının encümen kararına istinaden Konak Belediyesi ekipleri tarafından yıkıldığının anlaşılması karşısında, 5237 sayılı TCY.nın 184/5. maddesinde belirtilen koşulların oluşmamasına karşın sanık hakkında yazılı şekilde düşme kararı verilmesi, Yasaya aykırı ve katılan Konak Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA,” ilişkin gerekçesi Yasanın 184/5 maddesinin konuluş amacına aykırı düştüğünden, Yüksek Daire kararına karşı Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na itiraza gidilmesi düşünülmüştür.Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 26/03/2012 tarih ve 2010/6l30¬20l2/6833 Esas ve Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,İzmir 25. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 13/12/2007 gün ve 2007/411 Esas ve 2007/874 Karar sayılı, sanık hakkında açılmış kamu davasının düşmesine ilişkin kararın ONANMASINA, karar verilmesi, itirazen arz ve talep olunur.” isteminde bulunulması üzerine dosya Dairemize gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü:

 II- KARAR

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçeleri yerinde görülmekle, 6352 sayılı Kanunun 99. maddesiyle eklenen 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinin 3. fıkrası uyarınca İTİRAZIN KABULUNE,Dairemizce verilen 26/03/2012 tarih ve 2010/6130 esas, 2012/6833 karar sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

İzmir 25. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13/12/2007 gün ve 2007/411 esas, 2007/874 karar sayılı hükmün yeniden incelenmesi sonucu: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;TCK’nın 184/5. maddesinde yer alan “kişinin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsata uygun getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar” biçimindeki düzenlemeye göre; Konak Belediye Başkanlığı tarafından yıkılan binada, sanığın yıkım giderlerini ödeyip ödemediği araştırılarak, giderlerin sanık tarafından karşılandığının belirlenmesi durumunda düşme kararı verileceği gözetilmeden, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile hüküm kurulması,Kanuna aykırı ve katılan Konak Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 03.07.2013 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan                              Üye                           Üye                                Üye                          Üye

S.E.YAĞCI            R.ÖZKEPİR       H.AŞANER         H.T.GÖKCAN        N.DERE

11.10.2013 gün ve 28792 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 6498 sayılı Kanunun 3.maddesiyle;

Eki11
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

   11.10.2013 gün ve 28792 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 6498 sayılı Kanunun 3.maddesiyle;

   Anayasa Mahkemesi’nin 11/4/2012 tarihli ve E.:2011/18, K.:2012/53 sayılı Kararıyla iptal edilmiş olup; Kararın Resmi Gazete’de yayınlandığı 13/10/2012 tarihinden bir yıl sonra yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmış olan 65.maddenin a ve b fıkraları ;

  “MADDE 65 – Tescil edilen sit alanları ve korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine kasten sebebiyet verenler ile koruma bölge kurullarından izin alınmaksızın inşaî ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.

Bu Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni verenler, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.

Birinci ve ikinci fıkralarda belirtilen fiiller, korunması gerekli kültür ve tabiat varlığını yurt dışına kaçırmak amacıyla işlenmiş ise verilecek cezalar bir kat artırılır.

Bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulan idarelerden 57 nci maddenin yedinci fıkrası uyarınca izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşaî ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar altı aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılırlar.” Şeklinde düzenlenmiştir.

  6498 sayılı Kanunun 1.maddesiyle ayrıca ;7 nci maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış, maddeye beşinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve maddenin son fıkrası   ;

“Tescil kararları, tescil olunan taşınmazın kadastral bilgileri ile birlikte, tapu siciline şerh düşülmek üzere ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir.

Tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin tescil kararları, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilir.

Sit alanlarının, tabiat varlıklarının ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazların tescil kararları, Resmî Gazete’de yayımlanır ve Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulur.”

“Tespit ve tescil ile ilgili usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” şekilde değiştirilmiştir.

Kanunun 2.maddesiyle de; 2863 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasına birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle ve birinci fıkrasından sonra gelmek üzere

“Korunma alanlarına dair koruma bölge kurulu kararları, 7201 sayılı Kanun uyarınca maliklere tebliğ edilir.”

“Malikleri idarece tespit edilemeyen kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının tesciline ilişkin kararlar, Resmî Gazete’de ilan yoluyla duyurulur ve Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle yayımlanır.” Şeklinde fıkra eklenmiştir.

 

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Tutuklu Sözleşmeli Personelin İşe Başlatılmasıyla İlgili Yargı Kararı

Eki09
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay Beşinci Daire,Esas: 2013/4208,Karar:2013/389,Tarih: 26/06/2013

ÖZÜ:Sözleşmeli personel olarak çalışırken kasten yaralamadan dolayı 7 aydan fazla tutuklu kalan sözleşmeli personelin, tutukluluğun sona ermesinden itibaren,işe başlatılması gerektiği,ancak tutukluluk nedeniyle hizmet sözleşmesinden ifa edilen görevleri yapamadığı için tutukluluk süresindeki ücretlerinin ödenemeyeceği.

Dava; Bitlis İli, Adilcevaz İlçesi, Tapu Sicil Müdürlüğünde sözleşmeli personel olarak çalışırken tutuklu kalan davacının görevine başlatılmasına ve tutuklu kaldığı sürede alamadığı haklarının verilmesine dair yaptığı başvurunun reddine dair 15/06/2011 tarih ve ….. sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü işlemi ile 16/06/2011 tarih ve …. sayılı Van Tapu ve Kadastro XV. Bölge Müdürlüğü işleminin iptali ile tutuklu kaldığı sürede elde edemediği hakların iadesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.Van 1. İdare Mahkemesi’nce; Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar ile davacının imzaladığı hizmet sözleşmesinde tutukluluk halini düzenleyen ve doğrudan somut olaya uygulanabilecek bir hükmün bulunmaması ve üst norm olan Devlet Memurları Kanunu’nda tutukluluk halinin (dolayısıyla tutukluluk süresince göreve devam edememenin) kamu hizmeti ile ilişkinin kesilmesini gerektirecek bir sebep olarak öngörülmemesi karşısında; davacının işe iadesi ve tutuklu kaldığı sürede alamadığı haklarının verilmesine dair yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemlerin iptali ile davacının tutuklu kaldığı sürede elde edemediği hakların iadesine hükmedilmiştir.Davalı idare, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğunu ileri sürerek idare mahkemesi kararının bozulmasını ve yürütmesinin durdurulmasını istemektedir.Davalı idarece ileri sürülen hususlar, dava konusu işlemin davacının göreve başlatılmasına ilişkin istemin reddine ilişkin kısmını iptal eden Mahkeme kararının bu hüküm fıkrasının yürütmesinin durdurulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.İdare Mahkemesi kararının parasal haklara ilişkin kısmına gelince:Dava dosyasının incelenmesinden, Bitlis İli, Adilcevaz İlçesi Tapu Sicil Müdürlüğü’nde 657 sayılı Kanunun 4/B maddesi kapsamında sözleşmeli büro personeli olarak görev yapan davacının, 08.07.2010 tarihinde kasten yaralama olayı sebebiyle hakkında soruşturma başlatıldığı, davacının adı geçen soruşturma kapsamında Bitlis Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26.07.2010 tarih ve 2010/383 D. İş sayılı tutuklama müzekkeresi ile tutuklandığı, 29.03.2011 tarihinde tahliyesi üzerine 31.03.2011 tarihinde yaptığı başvuru ile iş akdinin sağlanarak işine geri dönmeyi ve tutuklu bulunduğu sürelere ait parasal haklarının ödenmesini talep ettiği, dava konusu 16.6.2011 tarihli işlemle “yedi aydan fazla süre tutuklu kalması, durumunun sözleşme dönemi içerisinde görevini ifa etmesine engel olması ve sözleşme yenileme döneminde fiilen görevinin başında bulunmaması sebepleriyle yeniden sözleşme yapılması ve görevine iade talebinin uygun görülmediğinin belirtilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; hizmet sözleşmesi ile çalışan ve tutuklu kaldığı sürede görevini ifa edemeyen davacının, sözleşmede kendi üzerine düşen edimi ifa edememiş olması nedeniyle İdareden herhangi bir parasal hak talep etmesi mümkün bulunmadığı gibi bu yönde yasal bir düzenlemede mevcut değildir.Bu belirlemeye göre, İdare Mahkemesi kararının, davacının tutuklu kaldığı sürede elde edemediği hakların iadesine hükmedilmesine ilişkin kısmında hukuki isabet görülmemiştir.Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar Van 1. idare Mahkemesi’nce verilen 08/11/2012 günlü, ……, …… sayılı kararın dava konusu işlemin davacının göreve başlatılmasına ilişkin istemin reddine ilişkin kısmını iptal eden hüküm fıkrasının yürütmesinin durdurulması isteminin reddine oybirliğiyle, davacının tutuklu kaldığı sürede elde edemediği hakların iadesine ilişkin hüküm fıkrasının ise yürütmesinin durdurulmasına oyçokluğuyla, 26/06/2013 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY:

Mahkeme kararının, davacının tutuklu kaldığı sürede elde edemediği hakların iadesine ilişkin hüküm fıkrası yönünden de yürütmesinin durdurulması isteminin reddi gerektiği görüşüyle aksi yöndeki karara karşıyız

Samsun 2.İdare  Mahkemesi, Esas : 2011/992,Karar : 2013/217,Tarih: 26.02.2013

ÖZÜ:Lise mezunu olan ve 657 sayılı Kanun’un 36/A-12-a maddesinden yararlanan davacının, yükselebileceği derece en son 3.derece olup. (657 sayılı Kanun’un 37. maddesinden yararlandığı için 2. derece), 1.derecenin 4.kademesine intibakının yapılması mümkün olamaz.

DAVANIN ÖZETİ : … Kadastro Müdürlüğü’nde kontrol memuru olarak görev yapan davacının, intibakının 2.derecenin 6.kademesinden 1. derecenin 4.kademesine yükseltilmemesine ilişkin 01.02.2011 gün ve 2130 sayılı işlemin, lise dengi mesleki okul+2 yıllık mesleki öğrenim (kurs) görenlerin intibaka esas alınacak giriş derecesinin 10.derecenin 1.kademesinden başladığı, 2.derecenin 6.kademesinden 1.derecenin 4.kademesine yükseltilmesi gerektiği iddiaları ile iptali ve; hak ettiği maaş farklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.

Dava. … Kadastro Müdürlüğü’nde kontrol memuru olarak görev yapan davacının, intibakının 2. derecenin 6.kademesinden 1. derecenin 4. kademesine yükseltilmemesine ilişkin 01.02.2011 gün ve 2130 sayılı işlemin iptali ve hak ettiği maaş farklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.657 sayılı Kanunun 36/A maddesinde, lise dengi mesleki veya teknik öğrenimi bitirenlerin 12.derecenin 2.kademesi ile göreve başlayacağı ve en son 3.dereceye kadar, lise veya dengi okullar üstü 2 yıl veya; ortaokul üstü en az 5 yıllık mesleki veya teknik öğrenimi bitirenlerin 10.derecenin 1.kademesinden başlatılıp, en son 2.dereceye kadar yükselebilecekleri, 36/A-12-a maddesinde; memuriyete girmeden önce veya memurlukları sırasında ortaokul ve dengi veya lise ve dengi öğrenim üzerine hizmet içi eğitim sayılmayan ve öğrenim süreleri en az aralıksız 1 veya 2 öğrenim yılı olan ve kurumlarınca açılan mesleki kursları bitirenler hakkında: 1 yıllık öğrenim için 1 kademe 2 yıldan az olmayan öğrenim içim 1 derece yükselmesi uygulanacağı, aynı maddenin 36/B-2 maddesinde: (A) bendinin 12. fıkrasının (a) şıkkında gösterilenlerin 3.derecenin son kademesine kadar yükselebileceği, 37.maddesinde ise, bu Kanun hükümlerine göre öğrenim durumları, hizmet sınıflan ve görev unvanları itibariyle azami yükselebilecekleri derecelerin dördüncü kademesinden aylık almaya hak kazanan ve son sekiz yıllık süre içinde herhangi bir disiplin cezası almayanların kazanılmış hak aylıklarının kadro şartı aranmaksızın bir üst dereceye yükseltileceği hüküm altına alınmıştır.Dava dosyasının incelenmesinden, lise üzeri tapulama-kadastro kursu mezunu olan davacının, 27.07.1981 tarihinde teknisyen unvanı ile 12.derecenin 1.kademesinde… Tapulama Müdürlüğü’nde göreve başladığı, görev yaptığı her yıla bir kademe ve her 3 yıla bir derece verilmek suretiyle 3.derecenin 3.kademesine, 657 sayılı Kanun’un 37.maddesinden de yararlanarak 2.derecenin 6.kademesine geldiği görülmekte olup, davacı tarafından her ne kadar 2 yıl süreli tapulama-kadastro kursunu bitirmesi nedeniyle “Lise veya dengi okullar üstü 2 yıl veya; Ortaokul üstü en az 5 yıllık mesleki veya teknik öğrenimi bitirenlerin 10.derecenin 1.kademesi olarak başlatılıp, en son 2.dereceye kadar yükselebilmesi” hükmünden yararlandırılması gerektiği iddia edilmekte ise de, 657 sayılı Kanun’un 36/B-2. maddesinin, “(A) bendinin 12. fıkrasının (a) şıkkında gösterilenlerin 3 üncü derecenin son kademesine kadar yükselebilir.” hükmü karşısında, lise mezunu olan ve 657 sayılı Kanun’un 36/A-12-a maddesinden yararlanan davacının, yükselebileceği derece en son 3.derece olup. (657 sayılı Kanun’un 37. maddesinden yararlandığı için 2. derece), 1.derecenin 4.kademesine intibakının yapılması mümkün olmadığından, davacının bu yöndeki başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.Öte yandan, dava konusu işlem hukuka uygun olduğundan, davacının maaş farklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesi isteminin de reddi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, aşağıda dökümü yapılan 137,40 b yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta avansının kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğinden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak üzere, 26.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 2. Daire,E. 2001/588,K. 2001/1372,T. 18.05.2001

Eyl19
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay 2. Daire,E. 2001/588,K. 2001/1372,T. 18.05.2001

ÖZET : ……….başmüfettişi olan soruşturma konusu şahısların müfettişlik bilgi ve tekniğine uygun olmayan eksik inceleme yaptıkları ileri sürülmekte ise de; soruşturmacı olarak ortaya konulan görüşlerin mutlak anlamda karar veren makamı bağlayıcı özelliği bulunmadığı ve soruşturmacının görüşünden dolayı suçlanamayacağı anlaşıldığından, yakınıcı vekilinin soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara yönelik itirazının reddine karar verildi.

Hakkında Soruşturma İzni İstenenler :

1-…- …….. Başmüfettişi

2-… – ……… Başmüfettişi

Soruşturulacak Eylem : Eksik inceleme yapmak ve müfettişlik bilgi ve tekniğinin gerekli kıldığı hiçbir hususa uymamak.

Eylem Tarihi : 2000 yılı

Yetkili Merciin Kararı:Soruşturma izni verilmemesine.

Karara İtiraz Edenler :Yakınıcı … Vekili Av. ….

İçişleri Bakanlığından 10.4.2001 gün ve 2867 sayılı yazı ile gönderilen dosya 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : “… Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen 3.Uluslararası … Festivali Açılış Töreni bitiminde yapılan havai fişek gösterisi nedeniyle bu gösterinin sanıklarının tespit edilerek gereğinin yapılması talimatını vermek ve bu talimat uyarınca Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanı …, Sanat Yönetmeni … ve Ateşçiler … ile …’yi yasal gerekçeye dayanmaksızın gözaltına almak” eyleminden dolayı soruşturmacı olarak görevlendirilen … ile …’nın müfettişlik bilgi ve tekniğine uygun olmayan eksik inceleme yaptıkları ileri sürülmekte ise de; soruşturmacı olarak ortaya konulan görüşlerin mutlak anlamda karar veren makamı bağlayıcı özelliği bulunmadığı ve soruşturmacının görüşünden dolayı suçlanamayacağı anlaşıldığından,

SONUÇ : Yakınıcı vekilinin itirazının reddine 18.5.2001 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

 

Danıştay Ondördüncü Daire, Esas: 2012/6085,Karar: 2013/1997,Tarih: 21.03.2013

Ağu21
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Danıştay Ondördüncü Daire, Esas: 2012/6085,Karar: 2013/1997,Tarih: 21.03.2013

ÖZET: 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca işlem tesis edilebilmesi için; kendisine ait olmayan arazi ve arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan yapı yapılmış olması gerekmektedir. Uyuşmazlıkta ise; TEDAŞ Genel Müdürlüğü Gediz Elektrik Dağıtım A. Ş. İzmir İl Müdürlüğü ile davacı şirket arasında imzalanan 31.03.2009 tarihli sözleşme uyarınca işleme konu direk üzerine haberleşme hizmeti ekipmanlarının kurulumu hakkının 5 yıl süreyle davacı şirkete devredildiği anlaşılmış olup; 775 sayılı Kanun’un 18. maddesinin uygulama koşullarının bulunmadığı, ancak söz konusu baz istasyonunun ruhsatsız yapılmasının imar mevzuatına aykırı bir durum oluşturması nedeniyle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca işlem tesisi gerektiğinden, 775 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tesis edilen mühürleme işleminde hukuka uyarlık, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

Dava; İzmir İli, Konak İlçesi, Hatay Mahallesi, 101 – 109 Sokak K – 873 kabin 2 AD nolu direk üzerinde bulunan baz istasyonunun mühürlenmesine ilişkin 19.01.2011 tarihli tutanağın iptali istemiyle açılmıştır.İzmir 3. İdare Mahkemesince; baz istasyonlarını 3194 sayılı İmar Kanunu ve İmar Kanununa dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerde belirtilen yapı ruhsatiyesine ve yapı kullanma iznine ilişkin kurallardan bağışık tutan 406 sayılı Kanuna eklenen Ek 35. Maddenin 2. fıkrasınınAnayasa Mahkemesi tarafından 1.10.2009 tarihinde iptal edilmiş olması nedeniyle baz istasyonlarının da imar mevzuatına tabi olduğu açık olduğundan, kamuya ait alanda ve belediyenin tasarrufunda bulunan elektrik direği üzerine kurulan baz istasyonunun mühürlenmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Danıştay Başsavcılığınca; baz istasyonunun mühürlenmesine ilişkin tutanağın yukarıda herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın düzenlendiği; dolayısıyla, dayanağı bir idari işlemin ya da bu işlemin icrası niteliğinde eylem olmadığı, yapılanın; temelinde bir idari işlem olmayan idari eylem niteliği taşıdığı, söz konusu tutanağın, anılanidari eylemin gerçekleştirildiğinin tespitine ilişkin belge olduğu, idari davaya konu olabilecek işlem kabul edilmek suretiyle işin esasına girilerek karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle, anılan kararın kanun yararına bozulması istenilmektedir.

775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 2. maddesinde; “Bu Kanunda sözü geçen (Gecekondu) deyimi ile, imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan yapılan izinsiz yapılar kastedilmektedir.” düzenlemesine, aynı Kanun’un 18. maddesinde de; “Bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra belediye sınırları içinde veya dışında belediyelerce, hazineye, özel idarelere, katma bütçeli dairelere ait arazi ve arsalarda veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde yapılacak daimi veya geçici bütün izinsiz yapılar, inşaa safhasında olsun veya iskan edilmiş bulunsun, hiçbir karar alınmasına lüzum kalmaksızın, belediye veya Devlet zabıtası tarafından derhal yıktırılır. Yıkımı sırasında lüzum hasıl olduğunda, belediyeler ilgili mülkiye amirlerine başvurarak yardım isteyebilirler. Mülkiye amirleri, devlet zabıtası ve imkanlarından faydalanmak suretiyle izinsiz yapıların yıkımı konusunda yükümlüdürler. Özel kişilere veya bu maddenin 1. fıkrasında sözü geçenler dışındaki tüzel kişilere ait arazi ve arsalar üzerinde yapılacak izinsiz yapılar hakkında, arsa sahiplerinin yazılı müracaatları üzerine ve mülkiyet durumlarını tevsik etmeleri şartıyla bu madde hükümleri, aksi halde genel hükümler ve 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri uygulanır.” düzenlemesi yer almıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesinde; “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç, ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” hükmüne yer verilmiş bulunmaktadır.

Öte yandan; yukarıda anılan Kanun hükümleri dayanak gösterilmek suretiyle düzenlenen Konak Belediyesi Sorumluluk Alanında Kurulan Sabit Elektronik Haberleşme Cihazları’nın (Baz), Belediye ve İmar Mevzuatı Kapsamı’nda İzne Bağlanması ve Denetlenmesi’ne İlişkin Yönetmelik’ in 9’uncu maddesinin 3’üncü bendinde; “Belediyeden izin alınmadan kamuya ait alanlar üzerinde ya da belediyenin tasarrufunda bulunan yerlerde, enerji nakil ve aydınlatma direklerine konulan sabit elektronik haberleşme cihazları ve antenleri inşa sırasında olsun veya kurulmuş bulunsun, hiçbir karar alınmasına gerek kalmaksızın, belediye zabıtasının gözetiminde derhal kaldırılır ve sökülür” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacı şirket ile TEDAŞ Genel Müdürlüğü Gediz Elektrik Dağıtım A. Ş. İzmir İl Müdürlüğü arasında imzalanan 31.03.2009 tarihli sözleşme ile davacı şirkete beş yıllığına; İzmir İli, Konak İlçesi, Hatay Mahallesi, 101 – 109 Sokak K – 873 kabin 2 AD nolu direk üzerine haberleşme hizmeti ekipmanlarının kurulumu hakkının verildiği, anılan adreste bulunan aydınlatma direği üzerine kurulan baz istasyonunun davalı idare yetkili birimlerince tespit edilmesi üzerine söz konusu baz istasyonunun, Konak Belediyesi Yapı Kontrol Müdürlüğü’nün 12.01.2011 günlü, 6904 sayılı işlemi ile Konak Belediyesi Sorumluluk Alanı’nda Kurulan Sabit Elektronik Haberleşme Cihazları’nın, Belediye ve İmar Mevzuatı Kapsamı’nda İzne Bağlanması ve Denetlenmesi’ne İlişkin Yönetmeliğe aykırılık teşkil ettiğinden; anılan Yönetmeliğin 9. maddesinin 3. bendi uyarınca kaldırılması gerektiğinin davalı idare Zabıta Müdürlüğü’ne bildirilmesi üzerine, baz istasyonunun elektrik bağlantıları kesilip panodaki şarteller indirilmek suretiyle faaliyetlerinin sona erdirildiği ve pano kapakları ile baz istasyonunun kapaklarına tel geçirmek suretiyle kapatılarak mühürlendiğine ilişkin 19.11.2011 tarihli tutanağın düzenlendiği, bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca işlem tesis edilebilmesi için; kendisine ait olmayan arazi ve arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan yapı yapılmış olması gerekmektedir. Uyuşmazlıkta ise; TEDAŞ Genel Müdürlüğü Gediz Elektrik Dağıtım A. Ş. İzmir İl Müdürlüğü ile davacı şirket arasında imzalanan 31.03.2009 tarihli sözleşme uyarınca işleme konu direk üzerine haberleşme hizmeti ekipmanlarının kurulumu hakkının 5 yıl süreyle davacı şirkete devredildiği anlaşılmış olup; 775 sayılı Kanun’un 18. maddesinin uygulama koşullarının bulunmadığı, ancak söz konusu baz istasyonunun ruhsatsız yapılmasının imar mevzuatına aykırı bir durum oluşturması nedeniyle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca işlem tesisi gerektiğinden, 775 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tesis edilen mühürleme işleminde hukuka uyarlık, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin değişik gerekçe ile kabulü suretiyle İzmir 3. İdare Mahkemesince verilen 09.12.2011 tarih ve E:2011/456, K:2011/2167 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca, hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, kararın birer örneğinin ilgili Konak Belediye Başkanlığı ile Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasına, 21.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

 

Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız