Danıştay Ondördüncü Daire ,Esas No: 2012/4891,Karar No: 2013/697,Tarih: 07.02.2013
Özet : İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yenidoğan Beldesi, F22C21D1B pafta, 333 ada, 4 parsel sayılı taşınmaz üzerinde ruhsatsız yapı yapıldığından bahisle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca söz konusu yapının yıkımına, aynı Kanun’un 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine ilişkin 22.04.2008 gün ve 8082 sayılı Yenidoğan Belediye Encümeni kararının para cezasına ilişkin kısmının ve anılan para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 21.12.2009 gün ve 466 sayfa numaralı ödeme emrinde, Anayasa’nın 40. maddesine aykırı biçimde dava açma süresinin gösterilmemiş olması karşısında, ödeme emrinin tebliğinden itibaren genel dava açma süresi olan 60 gün içinde açıldığı anlaşılan davanın süresinde olduğunun kabulü gerekmekte olup, ödeme emrinin iptali istemine yönelik davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Dava; İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yenidoğan Beldesi, F22C21D1B pafta, 333 ada, 4 parsel sayılı taşınmaz üzerinde ruhsatsız yapı yapıldığından bahisle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca söz konusu yapının yıkımına, aynı Kanun’un 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine ilişkin 22.04.2008 gün ve 8082 sayılı Yenidoğan Belediye Encümeni kararının para cezasına ilişkin kısmının ve anılan para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen 21.12.2009 gün ve 466 sayfa numaralı ödeme emrinin iptali istemiyle açılmıştır.
İstanbul 5. İdare Mahkemesince; davacı vekili tarafından dava konusu encümen kararının kendisine tebliğ edildiği 05.08.2010 tarihinden itibaren altmış gün içinde yani en geç 04.10.2010 tarihine kadar dava açılması ve diğer dava konusu işlem olan ödeme emrine karşı ise tebliğ tarihi olan 12.10.2010 tarihinden itibaren 7 gün içinde yani en geç 19.10.2010 tarihine kadar dava açılması gerekirken, işlemlerin tebliğ edildiği tarihten itibaren mevzuatta öngörülen dava açma sürelerinin geçmesinden sonra 02.11.2010 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Danıştay Başsavcılığınca; anılan kararın ödeme emrine ilişkin kısmının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek kanun yararına bozulması istenilmektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ” Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu ifade edilmiş, ” Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde de; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiş, “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise; “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi öngörülmüş, bu ek fıkranın gerekçesinde ise; “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir.” açıklaması yapılmıştır.
Söz konusu düzenlemeler ve anılan gerekçenin birlikte değerlendirilmesinden; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde anayasal bir hak olan “hak arama hürriyetlerini” son derece dağınık mevzuat nedeniyle sonuna kadar kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca söz konusu başvurunun süresinin de belirtilmesi gerektiğinin Anayasal zorunluluk olduğu ve bu zorunluluğa Anayasanın bağlayıcılığı karşısında, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesi’nin 18.10.2003 günlü ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı kararında; “Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu koşullardandır. Statü hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz önünde bulundurularak hukuki güvenlik sağlanır. Bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanması zorunludur. Devlet açık ve belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe koyarak bunları uyguladığı zaman hukuk güvenliği sağlanır.” şeklindeki yorumla somutlaşan “hukuk devleti”. ve “belirlilik” ilkelerinin de bir gereğidir. Bu bağlamda, Devletin bir kurumu olan belediye başkanlığı tarafından düzenlenen ödeme emrinde de, ödeme emrine karşı başvurulacak kanun yolu veya varsa idari makamın ve başvuru sürelerinin gösterilmesi gerekmekte olup, bu gereklilik ise ilgili makamların takdirinde olmayıp, en üst hukuki norm olan Anayasanın bağlayıcılığının zorunlu bir sonucudur.
Öte yandan; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulu Hakkında Kanun’un 55. maddesinde; amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir “ödeme emri” ile tebliğ olunacağı, ödeme emrinde borcun asıl ve ferilerinin mahiyet ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödemediği veya mal bildiriminde bulunmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar üç ayı geçmemek üzere hapis ile tazyik olunacağı, gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğu takdirde hapis ile cezalandırılacağının kayıtlı bulunacağı, ayrıca, borçlunun 114. maddedeki vazifeleri ve bu vazifeleri yerine getirmediği takdirde hakkında tatbik edilecek olan cezanın bu ödeme emrinde kendisine bildirileceği kuralına yer verilmiştir. Bu maddede, bir ödeme emrinde bulunması gereken hususlar ve ibareler sayılmakla birlikte, ödeme emri tebliğ üzerine hangi yargı yerine veya makama başvurulması gerektiği ve başvurunun süresinin ne olduğu yolunda bir belirlemenin bulunmadığı görülmektedir.
6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinde ise; kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabileceği, itirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümlerinin tatbik olunacağı hükme bağlanmıştır.Belirtilen Kanun hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; Anayasanın yukarıda sözü edilen 40. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne uyularak düzenlenmiş olmak koşuluyla, bir ödeme emri tebliği üzerine 6183 sayılı Kanun uyarınca ödeme emirlerine karşıdava açma süresinin 7 gün olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
Yukarıda sözü edilen Anayasal ve yasal kurallar karşısında, Anayasanın emredici kuralına rağmen, 6183 sayılı Kanun’un 55. maddesinde bir ödeme emrinde bulunacak açıklamalar veya ibareler arasında ödeme emrine karşı yapılacak başvuru yeri ve süresinin öngörülmemiş olmasının, Anayasanın doğrudan uygulanabilirliği tartışmasının yapılmasını zorunlu hale getirmektedir. Kural olarak Anayasa hükümleri doğrudan uygulanacak hükümler olmayıp, Anayasada öngörülen düzenlemelere ilişkin olarak uygulama ile ilgili kanunların çıkarılması gerekir. Ancak Anayasanın ayrıntılı biçimde düzenlediği konularda uygulama kanunu çıkarılması gerekmediği gibi, mevcut kanunda Anayasaya uygunluğu sağlayacak değişiklik yapılması gerekiyorsa bu değişikliğin yapılması beklenilmeden ayrıntılı Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 8.12.2004 günlü ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; ” Özel kanunlarda aksi yönde bir kural bulunmaması halinde idari yaptırımlara karşı ilgililerin belirtilen düzenlemeler uyarınca idari yargı yoluna başvurabilecekleri kuşkusuzdur. Kaldı ki, 40. maddenin ikinci fıkrasıyla Devlet’e verilen görev, somut olaylarda ilgili kişiler hakkında tesis edilen işlemlere karşı başvurulacak kanun yolları ve merciler ile sürelerin belirtilmesi zorunluluğu olup, bu hususlara ilişkin olarak her yasada özel bir düzenleme yapma yükümlülüğü içermemektedir.” açıklaması da Anayasanın sözkonusu 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanabilirliği konusuna açıklık getirmektedir. Bu nedenle, Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası, ayrı bir yasal düzenlemeyi gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelikte bir kural olup, öncelikle uygulanma zorunluluğu vardır. Buna göre; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ilesürelerini belirtmeleri zorunludur.
Dosyanın incelenmesinden; İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Yenidoğu Beldesi, F22C21D1B pafta, 333 ada, 4 parsel sayılı taşınmaz üzerinde ruhsatsız yapı yapıldığından bahisle, 3194 sayılı Kanununun 42. maddesi uyarınca para cezası verildiği, bu işlemin davacıya 05.08.2010 tarihinde tebliğ edildiği, anılan cezanıntahsili amacıyla 21.12.2009 günlü, 466 sayılı ödeme emrinin düzenlendiği, bu işlemin 12.10.2010 tarihinde tebliği üzerine her iki işlem aleyhine 02.11.2010 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı, İdare Mahkemesince; dava konusu para cezasına karşı tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde; diğer dava konusu işlem olan ödeme emrine karşı ise tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verildiği, ancak dava konusu ödeme emri incelendiğinde; borcun nasıl ödenmesi gerektiği ve ödenmemesi halinde yapılacak işlemler belirtilmekle birlikte, dava açılacak mercii ve dava açma süresi hakkında hiç bir bilgiye yer verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu durumda; özel yasada yer alan düzenleme gereği, tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde iptali istemiyle dava açılması gereken dava konusu ödeme emrinde, Anayasa’nın 40. maddesine aykırı biçimde dava açma süresinin gösterilmemiş olması karşısında, ödeme emrinin tebliğinden itibaren genel dava açma süresi olan 60 gün içinde açıldığı anlaşılan davanın süresinde olduğunun kabulü gerekmekte olup, ödeme emrinin iptali istemine yönelik davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile İstanbul 5. İdare Mahkemesince verilen 17.02.2011 gün ve E:2010/2289, K:2011/190 sayılı kararının, ödeme emri yönünden davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca, hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer örneğinin ilgili Sancaktepe Belediye Başkanlığı ile Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasına, 07.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Danıştay Ondördüncü Daire, Esas: 2012/21, Karar : 2013/3952, Tarih: 23.05.2013
ÖZÜ:Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girdiği tarihten önce ilgili kurumdan alınan sertifika ile kurulumu tamamlanmış baz istasyonları için inşaat ruhsatı hususunda şirketlerin 5809 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan aldığı izin, ruhsat veya sertifikaların; sabit telekomünikasyon cihazlarının kurulması ve işletilmesi esnasında, ortamda oluşan elektromanyetik alan şiddetinin limit değerlerine uygunluğunun belirlenmesi, ölçüm yöntemleri ve denetlenmesine yönelik olduğu göz önüne alındığında, izin, ruhsat veya sertifikaların, İmar Kanunu uyarınca alınması zorunlu olan yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinden muafiyet sağlamayacağı, dolayısıyla; GSM şirketlerinin de sabit elektronik haberleşme cihazlarının kurulabilmesi için, yapı niteliği taşıması şartıyla, yapı ruhsatı alması gerekeceği açıktır.
Dava; İzmir İli, Konak İlçesi, 1382 Sokak, 1206 ada, 9 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan ruhsatlı yapının terasına yapılan baz istasyonunun ruhsatsız olduğundan bahisle 3194 sayılı Kanunun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine ilişkin 13.01.2011 günlü, 47 sayılı Konak Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; 17.12.2009 tarihinden önce baz istasyonunun güvenlik sertifikası alınmış olması ve bu baz istasyonun bulunduğu yerin 2003 yılında kiralanmış olması karşısında, salt baz istasyonun 04.01.2011 günlü yapı durdurma tutanağı ile belirlenmiş olması nedeniyle davacının 3194 sayılı yasanın 5940 sayılı yasa ile değişik 42. maddesi uyarınca imar para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu encümen kararında, “neden ve konu” yönünden hukuka uyarlılık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, karar; davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21. maddesinde; bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınmasının mecburi olduğu, aynı Kanunun 42. maddesinin 1. fıkrasında; bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edilmesi halinde sorumlular hakkında, idari müeyyideler uygulanacağı, 2. fıkrasında; ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere para cezası verileceği, kurala bağlanmıştır.
406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun ek 35. maddesinde; “Elektronik haberleşmeyle ilgili alt yapı oluşumunda kullanılan direk, kule, kulübe, konteynir, anten, dalga kılavuzu, enerji nakil hattı, alt yapı niteliğindeki tesisler gibi her türlü taşınır, taşınmaz mal ve teçhizat, kanun hükümlerine ve Kurum tarafından çıkarılan yönetmeliklere uygun olarak kurulmak ve Kurumdan gerekli izin, ruhsat veya sertifikaları almak şartıyla, 3194 sayılı İmar Kanunu ve İmar Kanununa dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerde belirtilen yapı ruhsatiyesine ve yapı kullanma iznine tabi değildir.” düzenlemesine yer verilmiş olup, bu düzenleme 08.01.2010 günlü ve 27556 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin E:2006/129, K:2009l121 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; 04.01.2011 günlü yapı durdurma tutanağı ile İzmir İli, Konak İlçesi, 1382 Sokak, 1206 ada, 9 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan ruhsatlı yapının terasına (2,00 x 2,00) m, h:2,00 m ölçülerinde kapalı alan ile yanında (1,00 x 0,80) m, h:3,00 m ölçülerinde baz istasyonu olarak kullanılır yapı yapıldığının tespiti üzerine, anılan tutanağa dayanılarak dava konusu encümen kararı ile davacıya para cezası verildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta; 406 sayılı Kanun’un Ek 35. maddesinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı 13.10.2009 tarihinden önce, Telekomünikasyon Kurumundan Güvenlik Sertifikası alınarak inşa, edilen ve halen faaliyette bulunan yapılar yönünden; Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmişe yürümeyeceği kuralı uyarınca, kazanılmış hakkın oluşup oluşmayacağı hususunun tartışılması gerekmektedir.
Hukuk devletinin amacı, devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygun yürütülmesini sağlamaktır. 1982 Anayasa’nın 125. maddesinde; idarenin her türlü işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olduğunun kurala bağlanmış olması nedeniyle yasama işlemlerinin de bu denetim kapsamında olacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi kararıyla Anayasa’ya aykırılığı saptanan ve bu nedenle iptal edilen Kanun hükmüne dayanılarak kazanılmış haktan söz edilmesi ve ileriye yönelik hak kazanılması olanaksızdır.
Buna göre; Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girdiği tarihten önce ilgili kurumdan alınan sertifika ile kurulumu tamamlanmış baz istasyonları için inşaat ruhsatı hususunda şirketlerinin 5809 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan aldığı izin, ruhsat veya sertifikaların; sabit telekomünikasyon cihazlarının kurulması ve işletilmesi esnasında, ortamda oluşan elektromanyetik alan şiddetinin limit değerlerine uygunluğunun belirlenmesi, ölçüm yöntemleri ve denetlenmesine yönelik olduğu göz önüne alındığında, izin, ruhsat veya sertifikaların, İmar Kanunu uyarınca alınması zorunlu olan yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinden muafiyet sağlamayacağı, dolayısıyla; GSM şirketlerinin de sabit elektronik haberleşme cihazlarının kurulabilmesi için, yapı niteliği taşıması şartıyla, yapı ruhsatı alması gerekeceği açıktır.
Bu durumda; söz konusu yapıların (baz istasyonu), öncelikle ruhsata tabi yapı niteliğinde olup olmadığı hususu değerlendirilerek karar verilmesi gerekirken, yapıldığı tarihte 3194 sayılı Kanun hükümlerine tabi olmayan yapı nedeniyle davacı şirkete para cezası verilemeyeceğinden bahisle para cezasının iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararının bu kısmında da hukuki isabet bulunmamıştır.
Açıklanan nedenlerle; İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin 15.09.2011 günlü, E:2011/327, K:2011/1141 sayılı kararının BOZULMASINA, bozma üzerine yeniden karar verilmek üzere dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 23.05.2013 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye
Tülün Mustafa Halide Ahmet Haşim
ÖZGENÇ GENÇ ESEN ARSLAN GÜNEY
Altıncı Daire Kararı, Esas No :2009/7072, Karar No: 2011/2372, Karar Tarihi 21/06/2011
Konusu: Belediye meclis üyelerinin kendileri ile ilgili işlemin görüşüldüğü meclis toplantısına katılamayacakları hakkında.
KARAR: “Dava, İli, İlçesi, Mahallesi, ada, sayılı parseli kapsayan alanda yapılan plan değişikliğine ilişkin 28.10.2004 günlü, 31 sayılı belediye meclisi kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince, yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporlar (06.05.2005, 27.06.2005 ve 17.12.2005 tarihli rapor) ile dosyadaki bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, kamu yararı ile mülkiyet hakkının çeliştiği noktada, kamu yararının mülkiyet hakkından üstün olduğu ve mülkiyet hakkının kamu yararı ile sınırlandırılabileceği hususları da göz önüne alındığında dava konusu imar planı tadilatına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 8.6.2000 günlü, 4577 sayılı Kanunla değişik 2. maddesinde belirtildiği üzere, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar iptal davası olarak tanımlanmıştır.
5393 sayılı Belediye Kanununun 27. maddesinde: “Belediye başkanı ve meclis üyeleri münhasıran kendileri, ikinci derece dahil kan ve kayın kısımları ve evlatlıkları ile ilgili işlerin görüşüldüğü meclis toplantılarına katılamazlar.” hükmü yer almıştır.
Dosyanın incelenmesinden; işlem tarihinde davalı belediye meclisi üyesi olan …`in imar planı tadilatı talebinde bulunması üzerine, yalnızca davacının mülkiyetinde bulunan ada, sayılı parsel ile …`in mülkiyetinde bulunan ada, sayılı parseli kapsayan alanda yapılan imar planı tadilatının …`in de hazır bulunduğu dava konusu meclis, kararı ile kabul edildiği anlaşılmıştır.
İşlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan 1580 sayılı Belediye Kanununda belediye meclisi üyelerinin toplantıya katılamayacakları durumlar sınırlı olarak sayılmış ise de, sonradan yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanunu ile belediye meclisi üyelerinin kendileri ile ilgili işlemin görüşüldüğü meclis toplantısına katılamayacakları hususu açıkça hükme bağlanmıştır.
Olayda ise, belediye meclisi üyesinin yalnızca kendisine ait taşınmazın ve komşu parselde yer alan davacıya ait taşınmazın bulunduğu taşınmazlara ilişkin yapılan imar planı değişikliğinin görüşüldüğü belediye meclisi toplantısına katıldığı, imar planı değişikliği talebinin de bizzat belediye meclis üyesince verildiği görülmektedir.
Bu durumda, dava konusu işlemin şekil öğesi yönünden hukuka aykırı olması nedeniyle iptali gerekirken, davanın reddi yönündeki mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Konya 2. İdare Mahkemesinin 03.02.2009 günlü, E:2008/836, K:2009/107 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.”
T.C.
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü
21.06.2013
Sayı: 30546965-349-17998
Konu: 2013/4347 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
İlgi: Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 12/06/2013 tarih ve 42435421 -120.05.05 Sayılı yazısı.
Mevcut doğal gaz dağıtım bölgeleri lisans kapsamı dışında kalan ve merkez nüfusu 10.000’in üzerindeki ilçelere BOTAŞ tarafından doğal gaz ulaştırılmasına dair 22.02.2012 tarihli ve 2013/4347 sayılı Bakanlar Kurulu kararı sonrasında abone bağlantı bedeline dair mahalli idareler tarafından bilgi istendiğinden bahisle, tespit edilen bedellerin belediyelere bildirilmesi hakkındaki ilgi yazı ekte gönderilmiştir.
Konunun iliniz dahilindeki nüfusu 10.000’in üzerinde bulunan belediyelere duyurulması hususunda;
Bilgi ve gereğini rica ederim.
Ömer DOĞANAY
Bakan a.
Genel Müdür V.
T.C.
ENERJİ PİYASASI DÜZENLEME KURUMU
12.06.2013
Sayı: 42435421 -120.05.05
İÇİŞLERİ BAKANLIĞINA
Mevcut doğal gaz dağıtım bölgeleri lisans kapsamı dışında kalas merkez nüfusu 10.000’in üzerindeki ilçelere BOTAŞ tarafından doğal gaz ulaştırılmasını sağlamak amacıyla ekte yer alan 22.02.2012 tarihli ve 2013/4347 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı alınmıştır. Bu karar sonrası Mahalli İdareler tarafından kararın 2. maddesi gereğince Kurumumuz tarafından belirlenen abone bağlantı bedeli hususunda yazı ile bilgi istenmektedir. Kararın kapsamına giren mahalli idarelere bildirilmesi amacıyla ile abone bağlantı bedeli hususundaki bilgiler aşağıda yer almaktadır.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 28/12/2011 tarihli ve 3603 sayılı Kararı ile 2012- 2016 yıllarını kapsayan dönem boyunca uygulanmak üzere, doğal gaz piyasası ile ilgili abone bağlantı bedelleri ile bu bedellerin uygulanmasına yönelik usul ve esaslar hükme bağlanmıştır. Bu kapsamda, 3603 sayılı Kararının 2 nci maddesi ile 2012 yılı için geçerli olmak üzere abone bağlantı bedeli belirlenmiş olup yine aynı Kararın 10 uncu maddesi gereğince belirlenen bedellerin sonraki yıllarda TÜFE ile güncellenmesi hükme bağlanmıştır. İlgili Kurul Kararı gereği 2013 yılı için geçerli olan abone bağlantı bedeli 335 TL olup, 22.02.2012 tarihli ve 2013/4347 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı kapsamındaki uygulamalarda abone bağlantı bedeli olarak 335 TL’nin dikkate alınması gerekmektedir.
Mehmet ERTORK
Başkan a.
Daire Başkanı Vekili
Sayıştay Temyiz Kurul Kararı,K: 36575,T:19.02.2013
ÖZET : Belediyede çalışan memur çocukları için doğrudan temin yoluyla çocukevi ve kreş hizmetleri satın alınması ve bedelinin bütçeden ödenmesi mümkün değildir.
KARAR : 703 sayılı ilamın 11. maddesiyle, Belediyede çalışan memur çocukları için doğrudan temin yoluyla … Ltd. Ştinden mevzuata aykırı olarak çocukevi ve kreş hizmetleri satın alınması ve bedelinin bütçeden ödenmesi sonucu yersiz ödeme yapıldığı gerekçesiyle … TL’ye tazmin kararı verilmiştir. İlamın tazmin hükmüne karşı sorumlular gönderdikleri ortak dilekçede, 657 sayılı Kanunun 2 ve 146. maddelerinde hizmetle ilgili ödemelerin sayıldığını, alınan kreş hizmetinin aylık, ücret gibi menfaat sağlayıcı yönü bulunmadığını, söz konusu hizmetin memurun yaptığı görev ve hizmet karşılığı olmadığını, 5393 sayılı Kanun uyarınca ihtiyaç sahibi çocuklara yapılacak eğitim yardımları kapsamında olduğunu, velilerin dar gelirli vatandaşlar olduğunu, Kamu Kuruluşlarınca Açılacak Çocuk Bakım Evleri Hakkında Yönetmelik uyarınca … da Belediyeye ait Çocuk Bakım Evinin açılabilmesi için …TL Bütçeye yük getireceğini buna karşın velilerden alınacak ..TL ücretle ancak .TL toplanacağını bunun Belediye aleyhine olacağını, dolayısıyla hizmet alımı yoluyla işin yapılmasının daha uygun olduğunu ileri sürerek 703 sayılı ilamın 11. maddesiyle verilen tazmin hükmünün kaldırılmasını talep etmektedirler. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memuriyet statüsü kadroya dayandırılmış ve memurun mali haklarıyla ilgili hususlar da bu çerçevede düzenlenmiştir. Bu Kanun’un 2. maddesinde, devlet memurlarının hizmet şartlan, nitelikleri atanma ve yetiştirilmeleri, ilerleme ve yükselmeleri ödev, hak, yükümlülük ve sorumlulukları, aylıkları ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin bu Kanun’la düzenleneceği ifade edildiğinden, belediyelerde çalışan memurların her türlü mali ve sosyal haklarının da diğer Devlet memurlarında olduğu gibi, bu Kanun kapsamında mütalaa edilmesi gerekmektedir. Nitekim, aynı Kanun’un mali hükümlerin kapsamını belirleyen 146. maddesinde de 1. maddenin birinci fıkrası kapsamına giren memurların aylık, ücret, ödenek, hizmetle ilgili her çeşit ödeme ve bunların şekil ve şartlan bakımından bu Kanundaki hükümlere tabi oldukları ve bunlara bu kanunla sağlanan haklar dışında ücret ödenemeyeceği, hiçbir yarar sağlanamayacağı hükmü yer almıştır. Buna göre, memurlarla ilgili temel düzenlemeler 657 sayılı Kanun’da yer aldığından ve belediyelerde çalışan memurlar da bu Kanun kapsamında bulunduğundan söz konusu memurlarla ilgili olarak, anılan Kanun’la öngörülen düzenlemelerin dışına çıkılması ve mevzuatta öngörülmeyen yollarla herhangi bir hak ve menfaat sağlanması mümkün bulunmamaktadır. 5393 sayılı Kanun’un 14. maddesinin a bendiyle mahalli ortak nitelikteki sosyal hizmet ve yardımların Belediyelerinin asli görev ve sorumluluğunda olduğu hüküm altına alınmış olup bu çerçevede sosyal hizmet ve yardımlar yapmak belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları arasında sayılmaktadır. Aynı Kanun’un 60. maddesinin ( i ) bendinde; “Dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile özürlülere yapılacak sosyal hizmet ve yardımlar.” belediyesinin giderleri olarak kabul edilmiştir. Buna göre, belediyelerin sınırları içerisinde yaşayan fakir, muhtaç ve dar gelirli kişi ve ailelere sosyal hizmet ve yardım yapması Belediyenin asli ve süreklilik arz eden görevlerindendir. Ancak Kanunda Belediye memur personeli çocuklarının çocuk bakım ve kreş hizmetlerinin piyasadan alınmak suretiyle bedelinin belediye bütçesinden ödenmesi yönünde hüküm bulunmamaktadır. Kaldı ki, personel çocuklarını belediye sınırları içinde yaşayan fakir, muhtaç ve dar gelirli kişi ve aileler kapsamında değerlendirmek mümkün değildir. Bahse konu hizmet bütün belde halkına yönelik değil sadece Belediye memur personeli çocukları için düzenlenmiştir. Dolayısıyla mahalli ve müşterek özellikte bir sosyal hizmet olarak kabulü mümkün olamamaktadır. Yoksul ve muhtaç kimseler için ayrılan belediye kaynaklarının belediye personelini bu kapsamda değerlendirerek harcanması da mevzuata aykırıdır. Zira … Belediyesi Muhtaçlara Yardım Sandığı Yönetmeliğinde muhtaçların nasıl tespit edileceği açık hüküm altına alınmıştır. Bu yönde bir tespit de yapılmamıştır. Öte yandan, Belediye personeli çocukları için doğrudan temin yoluyla alınan çocuk bakım ve kreş hizmetleri 4734 sayılı Kamu ihale Kanunu’nun 22. maddesinde kapsamında Belediye “ihtiyacı” olarak tanımlamak da olanaklı değildir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, dilekçi iddialarının reddi ile 703 sayılı ilamın 11. maddesiyle verilen tazmin hükmünün TASDİKİNE; karar verildi.
Sayıştay Temyiz Kurulu Kararı,K:35985,T: 25.12.2012
ÖZET : Belediye çalışmalarının tanıtımı amacıyla mahalli bir yayın kuruluşunda çeşitli programlara katılınması ve haber bültenlerinde belediye icraatlarına yer verilmesi sonucunda meydana gelen kamu giderinin, mahallî müşterek nitelikte ve belediyeye ait bir vazifenin ifası maksadıyla değerlendirilmesi mümkün değildir.
KARAR : 687 sayılı ilamın 4 üncü maddesiyle, … Belediyesi çalışmalarının tanıtımı amacıyla mahalli bir yayın kuruluşunda yayınlanan haber ve programlar karşılığında ödenen …. TL’ye tazmin hükmü verilmiştir. Dilekçi … tarihli dilekçesinde özetle: İlamın 4 üncü maddesine ilişkin olarak; İlamda konu edilen ve kamu zararına gerekçe olarak gösterilen 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 13. ve 14. maddeleri dikkatlice incelendiğinde; Anayasa’mızın 127. maddesine göre mahalli idarelerin görev ve yetki alanı mahallin müşterek ihtiyaçları olduğunu, Anayasa’nın anılan maddesi ile Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartının “Özerk Yerel Yönetimler” kapsamı başlıklı 4. maddesinde öngörülen ilkelere ve çağdaş mahalli idare vizyonuna uygun olarak Belediyelerin görev ve sorumluluklarının yeniden düzenlendiğini, anılan maddede Belediyelerin görev ve yetkileri tek tek sayılmak yerine hizmet alanlarının sayıldığını ve kanunlarla açıkça başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen mahalli müşterek nitelikteki her türlü görev ve hizmetin Belediyelerce yapılması esasının benimsendiğini, 5393 sayılı Kanun’un 13. maddesinde hemşehri hukukundan bahsetmekte olduğunu, madde hükmüyle sağlanan hak ve imkanlar madde metninde görüldüğü gibi belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme zorunluluğunun getirilmiş olmasıdır. …İli merkez nüfusu … olup, … Bölgesinin büyük bir ili olması, turizm potansiyelinin yüksek olması, dışarıdan önemli oranda yatırımcının gelebilmesi ve cazibe merkezi olabilmesi adına … Belediyesi’nce yapılmış olan yatırımların, her türlü faaliyetlerin tanıtılması kadar normal bir durum olduğunu, ayrıca yayıncı kuruluş ile yapılan sözleşmede işin konusu “… Belediyesinin çalışmalarını halka tanıtacak ve duyuracaktır” şeklinde tanımlandıktan sonra “Basın toplantısı, konser ve toplantıların canlı ve banttan yayını, 15 günde bir kere Belediye Başkanı ya da görevlendireceği kişilerce Belediye çalışmalarının anlatılacağı yayınlar ayda bir kez yapılacak ” İcraatın İçinden” Programı duyurularının alt yazı şeklinde duyurulması” gibi bir sözleşme içeriğinin belirlendiğini, 5393 sayılı Kanun’un 14. maddesinde de Belediyelerin görevleri sayılırken kent ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi ifadesinin yer aldığını, belediyeye kent ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi görevini veren bu ifadenin belediyelere ekonomi ve ticari gelişme ile ilgili sorumluluk yükleyen bir yaklaşım olduğunu, yatırımcıların yatırım yapacakları alternatif yerler arasında tercihte bulunurken sadece arazi ve ulaşım maliyetlerine bakmadığını, bunların yanı sıra o kentlerdeki, bölgelerdeki sosyal, kültürel gelişmişlik düzeylerine bakmakta olduğunu, günümüzde bir kent veya bölgeye yatırım çekebilmenin yolunun yapılan yatırımların iyi tanıtılması, sosyo-kültürel gelişim seviyesinin yükseltilmesi ve diğer yandan kent ekonomi ve ticaretin geliştirilmesine duyarlı idari yapıların varlığı ve bunların iletişim araçlarıyla iyi anlatılması ve tanıtılması ile mümkün olduğunu, Bundan dolayıdır ki, ilin ekonomik, sosyal ve kültürel tarihi yapısı ile belediyenin hizmet birimlerince gerçekleştirilen icraatların halka duyurulması, Örnek; Bilgi İşlem Müdürlüğünün halkın hizmetine sunacağı “Kioks’ların nasıl kullanılacağı konusunda uygulamalı olarak tv ekranından halka tanıtılması gibi bu ve benzeri konularda diğer Müdürlüklerinin de yapmış olduğu icraatların duyurulmasında …’nın tek yerel televizyonu olması başka da bir televizyon kuruluşunun olmaması nedeniyle … adlı Özel TV yayıncı kuruluşu ile Belediye arasında yapılan sözleşme kapsamında program hazırlatılması dolayısıyla Belediye Bütçesinden yapılacak “Temsil Ağırlama Giderleri Yönergesinin diğer tören giderleri başlıklı l0. maddesinde yer alan “Belde için gerekli veya gerekli sayılan etkinlikler için yapılacak harcamalar” hususun bu doğrultuda değerlendirilmesinin mümkün olduğu gibi Analitik Bütçe sınıflandırılmasına ilişkin rehberin tanıtma giderleri ayrıntı kodunun ( b ) ve ( d ) fıkrasında yer alan Belediye faaliyetleri ile tanıtma ve uygulama giderlerinin film dahil her türlü Basım-Yayın araçları ile yapılabilmesine izin verilmiş olması da dikkate alındığında yapılan ödemede mevzuata aykırılık bulunmadığını, Belediyeler tarafından yerine getirilen hizmetlerin tarihi gelişimine bakıldığında mevzuatın zaman zaman yerine getirilen hizmetlerin de gerisinde kaldığının görüldüğünü, buna en güzel örnek daha önceki 1580 sayılı kanunda yer almayan Belediyelerin asli görevlerinin yanında, Devlete ait her derecedeki okul binalarını yapabileceği veya bunların bakım ve onarımları ile her türlü araç, gereç ve malzeme ihtiyacını karşılayabileceği, Sağlık alanında her türlü tesisi açabileceği ve işletebileceği, Özürlü, yaşlı ve düşkünlerin kolayca hizmet almasını kolaylaştıran tedbirler alacağının öngörülmesidir. Bunun yanında 5393 sayılı Belediye Kanunu yeni kamu yönetimi anlayışında Mahalli İdarelerin görev ve sorumluluk alanlarına giren konularda mahalli hizmetleri zayıflatıcı ve yerinden yönetim ilkesine aykırı düzenleme yapılmaması esası benimsenerek, Belediyelerin özerkliliği esas alınmıştır. Ayrıca, 24/10/2003 tarih ve 25269 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun amacı; Demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak halkın ve kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemekte olduğu, yine aynı kanunun tanımlar başlıklı 3. maddesinin ( d ) bendinde “Kamu kurum ve kuruluşların sahip oldukları kanun kapsamında yazılı, basılı, plan, film teyp ve video kaseti elektronik ortamda kaydedilen her türlü bilgi haber ve veri taşıyıcıları olarak” ifade etmektedir. Bilgi Edinme Hakkı Kanunun 4. maddesinde belirtildiği gibi herkes bilgi edinme hakkına sahiptir. Ayrıca aynı kanunun Bilgi ve Belgeye Erişim 10.maddesinin ( c ) bendinde görüntü kaydı şeklindeki bilgi veya belgelerde bunları izleyebilmesini sağlar şeklinde olduğunu, sorguya konu olan ilamın …. İlinde yaşayan halkın bilgi edinme hakkı kanunu çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin, Sayıştay sorgusuna konu olan ödemenin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun Belediye Giderleri Başlıklı 60. maddesi ( k ) fıkrasında “Temsil Tören Ağırlama ve Tanıtım Giderleri”nin nasıl ve şekilde yapılacağının, Sayıştay 4.Dairesi 31/05/2000 tarih ve 29000 sayılı kararında; Belediye Bütçesinden yapılacak harcamaların “Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesi”nin Genel Kural başlıklı 3. maddesinde Temsil, Ağırlama ve Tören giderlerinin konu kapsam ve miktarının tayini Belediye Başkanının takdirine tabidir, denilmek suretiyle Belediye bütçesinden yapılacak bu tür harcamalarda Belediye Başkanının takdir yetkisinin esas alındığını, yine konuyla ilgili olarak, Sayıştay 5. Dairesinin 06.02.2001 tarih ve 8745 sayılı kararında; Belediye Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliğinin, Belediye faaliyetlerinin tanıtımının basım-yayım araçları ile yapılabilmesine izin verilmiş olması da dikkate alındığında, yapılan ödemede mevzuata aykırılık bulunmadığına” dair hüküm tesis edildiğini, Yukarıda ayrıntılı bir şekilde Kanunlar ve Sayıştay kararları ışığında yerel halkı yakından ilgilendiren ve Belediye çalışmalarını anlatmak-tanıtmak amacıyla yapılan ve “Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Usulü Yönetmeliği”nin ekonomik kod yapısında öngörülmüş olan tanıtım giderlerinden yayıncı kuruluş … adlı özel TV’ye yapılan … TL tutarındaki ödemenin mevzuata uygun olduğuna ilişkin ileri sürdüğü gerekçelerden dolayı kişi borcunun kaldırılmasını istemiş, Sayıştay Kanunu’nun 72. maddesi gereğince de uygun görüldüğü takdirde itirazları ile ilgili olarak murafaa talebinin de bulunmakta oluğunu ifade etmiştir. Savcılık daire kararının onanması yönünde görüş bildirmiştir. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 3.maddesinin “h” bendinde “kamu gideri”; “Kanunlarına dayanılarak yaptırılan iş, alınan mal ve hizmet bedelleri, sosyal güvenlik katkı paylan, iç ve dış borç faizleri, borçlanma genel giderleri, borçlanma araçlarının iskontolu satışından doğan farklar, ekonomik, mali ve sosyal transferler, verilen bağış ve yardımlar ile diğer giderler” olarak tanımlanmıştır. Belediyelerin “Görev, Yetki ve Sorumlulukları” 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14 ve 15. maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan madde hükümlerinde, mahalli müşterek nitelikte olmak şartıyla belediyelerce yerine getirilmesi öngörülen görevler ve sorumluluklar ile belediyelerin yetkileri sayılmıştır. 14. maddenin birinci fıkrasında, “mahalli müşterek nitelikte olmak şartıyla” ibaresi bu husustaki sınırı da belirlemiştir. Anılan Kanun’un 60. maddesinde ise, belediye giderlerinin neler olabileceği yine tek tek sayılmak suretiyle hüküm altına alınmıştır. Bu maddede zikredilen belediye giderleri 14 ve 15. maddelerde sayılan görevlerin yerine getirilmesi ve yetkilerin kullanılması ile ilgili giderlerdir. Taraflar arasında imzalanan sözleşmede işin konusu; “Belediye başkanı … ın her hafta pazartesi günü … Programına canlı yayın olarak katılması, 120 dakika boyunca belediye başkanının icraatlarını anlatması; ..ana haber bültenlerinde belediyenin icraatlarının kamuoyunun dikkatini çekmek ve belediye çalışmaları için kamuoyu oluşturmak amacıyla ayrıntısına kadar konu hakkında bilgilendirme; Belediye Encümen ve Meclis toplantılarının canlı yayınlanması; Belediye başkanı ..’ın canlı yayınlara ve telefon bağlantılarına katılmasının sağlanması; Basın Danışmanı … ‘in her Çarşamba … Programına canlı yayın olarak katılması.” olarak açıklanmıştır. Belediye çalışmalarının tanıtımı amacıyla mahalli bir yayın kuruluşunda çeşitli programlara katılmak ve haber bültenlerinde belediye icraatlarına yer verilmesi sonucunda meydana gelen kamu giderinin, hizmet/görev ile gider arasındaki sebep sonuç ilişkisinden yoksun olduğu görülmüştür. Kamu gideri ile bağdaşmayan, mahallî müşterek nitelikte olmayan ve belediyeye ait bir vazifenin ifası maksadıyla olmadığı görülen bu giderin belediye bütçesinden ödenmesini 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 60. maddesine göre belediye gideri olarak değerlendirmek mümkün değildir. Ayrıca, sözleşme konusu hizmet incelendiğinde, yapılan yayınların haber niteliği taşıdığı görülmüş olup bu haber karşılığında Belediyeye ait müşahhas bir görevin ifası için bir hizmet satın alınmış gibi ödeme yapmak yersizdir. Belediye Bütçesinden Yapılacak Temsil Ağırlama ve Tören Giderleri Yönergesinin 2. maddesinde; “Bu Yönerge, belediye idaresinin başı ve temsilcisi olan Belediye Başkanının bu sıfatının gereği olarak yapacağı temsil-ağırlama ve tören giderleri konusunda uyacağı kuralları kapsar.” denilmektedir. Anılan hüküm, belediye başkanının, temsil ağırlama ve tören giderlerinin yapılması hususunda, sınırsız bir takdir yetkisine sahip olmadığını belirtmektedir ve bu giderlerin neler olduğuna değinilmiştir. Temsil ağırlama ve tanıtım giderleri” arasında belediye faaliyetlerinin tanıtılması hususu yer almamaktadır ve Belediye Başkanının takdir yetkisi sınırsız olmadığından sadece mevzuatta yer verilen ödemeler yapılabilecektir. Ayrıca; Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünce yayımlanan; “Analitik Bütçe Sınıflandırılmasına İlişkin Rehberin” tanıtma Giderleri başlıklı 03.6.2.01 Tanıtma, Ağırlama, Tören, Fuar, Organizasyon Giderleri kodunda; “plan, program ve bütçelerin ulusal çap ve seviyede tanıtılması ile ilgili her türlü basın, yayın, baskı, konferans, broşür, radyo, televizyon, film, fotoğraf, vesair araç ve malzeme giderleri” tanımlanmış ve ulusal çapta yapılacak tanıtımlar kastedilmiştir. Burada ise yerel bir yayın organı ile anlaşılmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle 687 sayılı ilamın 4. maddesi ile toplam … TL’ye ilişkin olarak verilen tazmin hükmünün TASDİKİNE; karar verildi.
ÖZET : Zabıta hizmeti, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin Görev ve Sorumlulukları” başlıklı 14 üncü maddesi gereği belediyelerin yapacağı veya yaptıracağı hizmetler arasındadır. Bu itibarla hizmet satın alımı yoluyla ihale edilmesinde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.
KARAR : 1101 sayılı İlam’ın 23. maddesi ile, Belediyenin asli ve sürekli görevi olan zabıta hizmetinin, hizmet alım ihalesi kapsamında yüklenici firma eliyle gördürülmesi nedeniyle …-TL’ye tazmin hükmü verilmiştir. Dilekçi dilekçesinde özetle, Kamu hizmeti ifadesi kullanıldığında halkın ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sunulan düzenli faaliyetlerin anlaşıldığını; ancak bu düzenli faaliyetlerin illaki kamu görevlileri eliyle görülmesinin bir zorunluluk olarak görülmediğini, kamunun gözetim veya denetimi altında bulunmanın da kamu hizmetinin halka sunulması için yeterli kabul edildiğini, Anayasa Mahkemesi’nin 28.06.1995 tarihli E.94/71, K.95/23 sayılı kararında kamu hizmeti kavramına getirdiği yorumun; “Kamu hizmeti kavramının belirsizliği konusunda görüş birliği vardır. Bununla birlikte kamu hizmeti çeşitli biçimlerde tanımlanmaya çalışılmıştır. En geniş tanıma göre kamu hizmeti, devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında, genel ve ortak gereksinmeleri karşılamak, kamu yararı ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir.” Şeklinde olduğunu, Neticede, Anayasanın 128 inci maddesinde yer alan kamu hizmeti kamu görevlileri eliyle gördürülür ifadesinin, yukarıda belirtilen yaklaşımlar çerçevesinde ele alınması ve kamunun gözetim ve denetimi altında yapılan kamu hizmetlerinin de bu mahiyette olduğunun kabul edilmesinin kararlar ve içtihatlar gereği olduğunu; Ayrıca, Anayasanın 47’nci maddesinde “Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir.” hükmünün yer aldığını, maddede kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen hizmetlerin gerçek veya tüzel kişiler tarafından da yaptırılabilmesine imkan tanındığını ve bunun kanunlar vesilesiyle gerçekleştirileceğinin ifade edildiğini, Anayasa Mahkemesinin 2004/114 Esas, 2007/85 Karar nolu Kararında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. Maddesinin “III- Sağlık Hizmetleri Ve Yardımcı Sağlık Hizmetleri Sınıfı” başlıklı bendine 4924 sayılı Yasa’nın 11. Maddesi ile eklenen paragrafın, Anayasa’nın 2. ve 128. Maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğün durdurulması istemiyle açılmış olan davada Anayasa Mahkemesi Kamu hizmetlerinin özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılabileceğine ve bu kamu hizmetlerinin neler olacağına karar verme yetkisinin Anayasa’nın 47. maddesine eklenen 4. fıkra ile Yasama Organının yetkisinde olduğuna karar verildiğini, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14 üncü maddesinde belediyenin zabıta hizmetlerini üçüncü kişilere yaptırılabileceğinin şu şekilde ele alındığını; “İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı, coğrafi ve kent bilgi sistemleri, çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık, ZABITA, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans, şehir içi trafik, defin ve mezarlıklar, ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar, konut, kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor, sosyal hizmet ve yardım, nikah, meslek ve beceri kazandırma, ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veya yaptırır”.Burada yer alan yaptırır ifadesinin kararda belirtildiği şekliyle kamu hizmetinin özel kişilere devri şeklinde değil, yine belediyenin gözetim veya denetimi altında zabıta hizmetlerinin üçüncü kişiler tarafından yerine getirilmesi şeklinde anlaşılması gerektiğini, Kamu İhale Genel Tebliğinin 85. maddesinde 4734 sayılı Kanun’un 4. maddesinde yer alan hizmet tanımında ismen sayılmayan ve mal alımı veya yapım işi niteliği taşımayan işlerin “benzeri diğer hizmetler” kapsamında ihale yoluyla alınıp alınamayacağının; ilgili mevzuatında, alım konusunun idarenin görev alanında olup olmadığı, söz konusu işin ihale yoluyla yaptırılmasına engel olan bir düzenleme bulunup bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi suretiyle belirlenmesi gerektiğinin belirtildiği; Buna göre, belediyelerin zabıta hizmetleri ihalesine çıkabilmesi için, tebliğ gereği kendi özel mevzuatlarında bunu yasaklayan bir düzenlemenin bulunup bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi gerektiğini; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14’üncü maddesinde ise zabıta hizmetlerinin üçüncü kişilere yaptırılabileceği belirtildiğinden dolayı, zabıta hizmetlerinin ihale edilmesinde herhangi bir sakınca bulunmadığını; ayrıca 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 62 nci maddesine göre, idarelerce kanun, tüzük ve yönetmeliklere göre istihdam edilen personelin yeterli nitelik veya sayıda olmaması halinde, bu Kanunda belirtilen hizmetler için ihaleye çıkılabileceğini; İhale konusu işe ilişkin ihale dokümanlarına bakıldığında ihale konusu işin kamunun gözetim ve denetimi altında gerçekleştirilmiş bir hizmet alımı olduğunun görüleceğini; İhale ilanında “zabıta personel destek hizmeti” ifadesinden, üçüncü kişilere yaptırılacak olan zabıta alım işinin belediyenin kontrolü altında gerçekleştirileceği sonucunun ortaya çıktığını; Ayrıca işin teknik şartnamesinde veya ihale dokümanlarında, yüklenicinin çalıştırdığı personelin üçüncü kişilere doğrudan ceza keseceğine, üçüncü kişilerle doğrudan yazışma yapabileceğine ilişkin herhangi bir düzenleme de bulunmadığını; bu kişilerin belediye zabıta personeline yardımcı olmak üzere çalıştıklarını; Teknik şartnamede de bu durumun net olarak ortaya konulduğunu belirterek tazmin hükmünün kaldırılmasını talep etmiştir. Savcılık, Daire kararının onanması yönünde görüş bildirmiştir. Anayasanın “Genel İlkeler” başlıklı 128. maddesinde; “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli kamu hizmetleri memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmektedir. Anayasanın 47. maddesinde ise; “Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir” hükmü bulunmaktadır. Buna göre, Belediye tarafından yürütülen kamu hizmetlerinin özel kişilere yaptırılabilmesi, buna izin veren yasal bir düzenlemeyi gerektirmekte olup; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin Görev ve Sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde; mahalli müşterek nitelikte olmak şartıyla belediyenin, imar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı, coğrafi ve kent bilgi sistemleri, çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık, zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans, şehir içi trafik, defin ve mezarlıklar, ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar, konut, kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor, sosyal hizmet ve yardım, nikah, meslek ve beceri kazandırma, ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapacağı veya yaptıracağı hüküm altına alınmıştır. Ayrıca, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 4’ncü maddesi, bakım ve onarım, taşıma, haberleşme, sigorta, araştırma ve geliştirme, muhasebe, piyasa araştırması ve anket, danışmanlık, tanıtım, basım ve yayın, temizlik, yemek hazırlama ve dağıtım, toplantı, organizasyon, sergileme, koruma ve güvenlik, mesleki eğitim, fotoğraf, film, fikri ve güzel sanat, bilgisayar sistemlerine yönelik hizmetler ile yazılım hizmetlerini, taşınır ve taşınmaz mal ve hakların kiralanmasını ve benzeri diğer hizmetleri, “hizmet” kapsamında değerlendirmiş, ayrıca aynı Kanunun 62 nci maddesinin “e” bendinde “İdarelerce kanun, tüzük ve yönetmeliklere göre istihdam edilen personelin yeterli nitelik veya sayıda olmaması halinde, bu Kanunda belirtilen hizmetler için ihaleye çıkılabilir” denilerek personel çalıştırma esaslı ihalelere çıkılabileceği belirtilmiştir. Kamu İhale Genel Tebliği’nin “4734 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinde yer alan hizmet tanımında ismen sayılmayan işler” başlıklı 85’inci maddesinde; ” 4734 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinde “Hizmet: Bakım ve onarım, taşıma, haberleşme, sigorta, araştırma ve geliştirme, muhasebe, piyasa araştırması ve anket, danışmanlık, tanıtım, basım ve yayım, temizlik, yemek hazırlama ve dağıtım, toplantı, organizasyon, sergileme, koruma ve güvenlik, mesleki eğitim, fotoğraf, film, fikri ve güzel sanat, bilgisayar sistemlerine yönelik hizmetler ile yazılım hizmetlerini, taşınır ve taşınmaz mal ve hakların kiralanmasını ve benzeri diğer hizmetleri … ifade eder” hükmüne yer verilmiştir. Anılan maddede ismen sayılmayan ve mal alımı veya yapım işi niteliği taşımayan işlerin “benzeri diğer hizmetler” kapsamında ihale yoluyla alınıp alınamayacağının; ilgili mevzuatında, alım konusunun idarenin görev alanında olup olmadığı, söz konusu işin ihale yoluyla yaptırılmasına engel olan bir düzenleme bulunup bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi suretiyle belirlenmesi gerekmektedir.” Denilmektedir. Bununla birlikte, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesinin “III- Sağlık Hizmetleri Ve Yardımcı Sağlık Hizmetleri Sınıfı” başlıklı bendine 4924 sayılı Yasa’nın 11. maddesi ile eklenen “Bu sınıfa dahil personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler, lüzumu halinde bedeli döner sermaye gelirlerinden ödenmek kaydıyla, Bakanlıkça tespit edilecek esas ve usullere göre hizmet satın alınması yoluyla gördürülebilir” hükmünün, idarenin dolaylı bir özelleştirme yöntemini benimsediği ve Anayasa’nın 128. maddesinde öngörülmeyen bir istihdam şeklinin düzenlendiği gerekçesiyle Anayasa aykırılık itirazında bulunulması üzerine, konu ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin 2004/114 Esas, 2007/85 Karar nolu Kararında da; “Anayasa’nın 128. maddesi ile açıkça memur ve kamu görevlisi tanımının yapılmadığını ve onlara gördürülecek işi belirlenme yoluna gidilmediğini; en geniş tanımı ile kamu hizmetinin, devlet ya da diğer kamu tüzelkişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında ortak gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinlikler olduğunu; toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimlerinden olan düzenlilik ve süreklilik isteyen sağlık hizmetinin de nitelikleri gereği kamu hizmeti olarak değerlendirildiğini; Anayasa’nın 47. maddesine eklenen dördüncü fıkra ile kamu hizmetlerinden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılabileceği veya bunlara devredilebileceği konusunda yasama organının yetkili kılınmış olduğunu;Anayasa’nın 47. maddesi ile 128. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, sağlık hizmetlerinin bütünüyle devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmeti şeklinde nitelendirilmesi mümkün olmadığından, sağlık hizmetinin tamamının salt memur ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerektiğinden söz edilemeyeceğini ve 47. maddede öngörülen hizmet kapsamında bunun özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılabileceğini belirterek bu kuralın, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen sosyal devlet ilkesini gerçekleştirmek, 5. maddesinde Devletin temel amaç ve görevleri arasında belirtilen kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, insanın maddi ve manevi varlığını geliştirmek, 56. maddesinde öngörülen sağlık hizmetlerini tam ve dengeli biçimde yerine getirebilmek amacıyla düzenlendiği anlaşıldığından Anayasa’nın 2, 47, 56 ve 128. maddelerine aykırı olmadığı yönünde kararı bulunmaktadır.
SONUÇ : Bu itibarla, Kamu hizmetlerinin özel kişilere yaptırılabilmesi buna izin veren yasal bir düzenlemeyi gerektirdiğinden ve … Belediyesi Zabıta Hizmet Satın Alımı İhalesi kapsamında yaptırılan işler de 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesi kapsamında değerlendirilerek yaptırılabilecek nitelikte işlerden olduğundan; dilekçi iddialarının kabul edilerek, 1101 sayılı İlam’ın 23. maddesiyle verilen tazmin hükmünün KALDIRILMASINA; karar verildi.
ÖZET : Yükseköğrenim öğrencilerine yurt hizmeti sağlama görevleri Milli Eğitim Bakanlığına ait olup belediyelerce, mahallî müşterek ihtiyaçlar niteliğinde olmayan yüksek öğrenim öğrenci yurtlarının açılması ve işletilmesi mümkün değildir.
KARAR : Meselenin esasına geçilmeden önce, konuya ilişkin müzekkerenin, Genel Kurulda görüşülüp karara bağlanmasının mümkün olup olmadığı hususu üzerinde duruldu. 832 sayılı Sayıştay Kanununun, 14’üncü maddesinin ( c ) fıkrasında “Birinci başkan tarafından görüşülmesi istenen konular hakkında karar verir” hükmü ile 17’nci maddesinin ikinci fıkrasında “Genel Kurul bu kanunla kendisine verilmiş olan görevleri yapar ve Birinci Başkan tarafından incelenmesi istenen diğer konu ve işlemleri görüşerek karara bağlar” hükümleri gereği, müzekkerenin Birinci başkan tarafından bir daireye gönderilerek dairenin görüşü alındıktan sonra Genel Kurula getirildiği görülmüştür. Müzekkerenin, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 31’inci maddesinin son fıkrasında yer alan “Bu Kanun gereğince yapılacak inceleme ve denetlemeler sırasında harcamaların ilişkin bulunduğu mevzuat yoruma müsait görüldüğü takdirde keyfiyet Sayıştay görüşü tespit edilmek üzere Birinci Başkanlığa bildirilir ve alınacak sonuca göre işlem yapılır.” hüküm gereği Sayıştay görüşünün tespiti amacıyla yazıldığı anlaşılmıştır. Denetçilerin inceleme ve denetlemeler sırasında harcamaların ilişkin bulunduğu mevzuatı yoruma müsait görmeleri halinde, Sayıştay görüşünün tespiti için, konuyu bir müzekkere ile Başkanlığa bildirecekleri Sayıştay Denetçi ve Raportörlerinin Denetim ve Çalışma Usulleri Hakkında Yönetmeliğin 43’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Yerinde yapılan denetim sonucu denetçi tarafından tereddüt duyulması nedeniyle konu hakkında müzekkere yazıldığından, tereddüdün giderilmesi, denetçilere ve idareye yol gösterici olması bakımından karar verilmesi gereklidir. Sayıştay Denetçi ve Raportörlerinin Denetim ve Çalışma Usulleri Hakkında Yönetmeliğin Grup Şeflerinin İmzalamakla Yükümlü Olduğu Konu ve İşlemler başlıklı 65’inci maddesinde, bu yönetmeliğin 43’üncü maddesinin ( C ) bendine göre yazılan müzekkerelerin grup şefi tarafından uygun görülerek veya karşı düşünce yazılarak imza edildikten sonra işleme konulacağı hükmü altına alınmıştır. Anılan yönetmeliğin 68’inci maddesinde denetçilerin, grup şefleri ve raportörler ile yerinde inceleme ekip şeflerine karşı birinci derecede sorumlu oldukları yer almıştır. Müzekkereyi yazan denetçinin, ilgili hesabı yerinde inceleyen, aynı zamanda hesabın ekip şefi ve raportörü olduğu görülmüştür. Dolayısıyla müzekkerenin, ekip şefi olması nedeniyle sadece denetçisi tarafından imzalanmış olması usulen yeterli olup, denetçinin dairede görev yapmasından dolayı ilgili Daire Raportörünce de imzalanmasına gerek bulunmamaktadır. Müzekkere, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 31’inci maddesinin son fıkrasında belirtilen şartlar dahilinde yazılmış, yani yapılan inceleme ve denetleme sırasında, harcamaların ilişkin bulunduğu mevzuat yoruma müsait görülmüş, mevzuatın uygulanması hakkında tereddüt oluşmuş ve keyfiyet Sayıştay görüşü tespit edilmek üzere Başkanlığa iletilmiş, mevzuat hakkındaki bu tereddüdün giderilebilmesi için Sayıştay görüşünün tespit edilmesi gerektiğinden, söz konusu uygulama ve bu uygulamayla ilgili denetim ve incelemeler devam ettiğinden, konu hakkındaki tereddüdün giderilmesi önem arz etmektedir. Öte yandan, anılan 31’inci madde uyarınca müzekkere yazılabilmesi için, bu konuda daire kararlarının olup olmadığını araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ayrıca konu hakkında bir dairede karar verilmiş olması, konunun müzakere edilerek görüş tespit edilmesine engel değildir. Bu nedenlerle, 832 sayılı Kanunun 31’inci maddesine uygun olarak yazılan müzekkerede belirtilen konunun esastan görüşülmesi gerektiğine, çoğunlukla karar verilerek müzekkerede belirtilen tereddüt konusunun müzakeresine geçildi. İstanbul Beşiktaş Belediyesi Muhasebe Birimi 2008 mali yılı hesabının yerinde incelenmesi esnasında, 5.4.2007 tarihli ve 2007/20 nolu meclis kararıyla, belediyeye ait Yıldız mahallesi 62 Pafta, 252 Ada 9 Parsel üzerindeki taşınmazın yükseköğrenimdeki kız öğrenciler için yurt binası, Gayrettepe Mahallesi 246 DY 3B Pafta 1436 Ada 30 Parsel üzerinde bulunan taşınmazın da yükseköğrenimdeki erkek öğrenciler için yurt binası ( konukevi ) olarak tahsis edildiği, belediye bütçesinden yapım, bakım-onarım, makine-teçhizat, kırtasiye ve demirbaş alımları ile işletilmesine yönelik harcamaların yapıldığının tespit edildiği görülmüştür. 5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14’üncü maddesinde belediyelerin görev ve sorumlulukları açık bir şekilde düzenlendiğinden yapılan uygulamanın doğruluğu konusunda tereddüte düşülmesi üzerine, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 31’inci maddesi ile Sayıştay Denetçi ve Raportörlüklerinin Denetim ve Çalışma Usulleri Hakkında Yönetmeliğin 43’üncü maddesi uyarınca konu hakkında tereddüt müzekkeresi yazıldığı anlaşılmıştır. Anayasanın 127’nci maddesine göre; mahallî idareler il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileri olup, mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. 5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14’üncü maddesinde, “Belediye, mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla; a ) İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veyayaptırır. Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açar.
b ) Devlete ait her derecedeki okul binalarının inşaatı ile bakım ve onarımını yapabilir veya yaptırabilir, her türlü araç, gereç ve malzeme ihtiyaçlarını karşılayabilir; sağlıkla ilgili her türlü tesisi açabilir ve işletebilir; kültür ve tabiat varlıkları ile tarihî dokunun ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekânların ve işlevlerinin korunmasını sağlayabilir; bu amaçla bakım ve onarımını yapabilir, korunması mümkün olmayanları aslına uygun olarak yeniden inşa edebilir. Gerektiğinde, öğrencilere, amatör spor kulüplerine malzeme verir ve gerekli desteği sağlar, her türlü amatör spor karşılaşmaları düzenler, yurt içi ve yurt dışı müsabakalarda üstün başarı gösteren veya derece alan sporculara belediye meclisi kararıyla ödül verebilir. Gıda bankacılığı yapabilir. Hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik sırası, belediyenin malî durumu ve hizmetin ivediliği dikkate alınarak belirlenir. Belediye hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulur. Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlilerin durumuna uygun yöntemler uygulanır. Belediyenin görev, sorumluluk ve yetki alanı belediye sınırlarını kapsar. Belediye meclisinin kararı ile mücavir alanlara da belediye hizmetleri götürülebilir” şeklinde belediyelerin görev ve sorumlulukları açık biçimde belirlenmiştir. Belediyeler, kanunda açık şekilde düzenlenmiş olan bu görev ve sorumluluklarını yerine getirirken aynı Kanunun “Belediyenin giderleri” başlıklı 60’ıncı maddesinde sayılan giderleri yapabileceklerdir. Buna göre, belediye bütçesinden yapılan harcamanın, öncelikle mahallî müşterek bir ihtiyacın karşılanmasına yönelik olması, 5393 sayılı Belediye Kanununun 14’üncü maddesinde belirtilen görev ve sorumluluklar arasında bulunması ve aynı Kanunun 60’ıncı maddesinde sayılan giderler arasında yer alması gerekir. Oysa 5393 sayılı Belediye Kanununda, yükseköğrenim öğrencileri için yurt açmak ve işletmek, belediyenin görevleri arasında gösterilmediği gibi, bu yurtlar için yapılacak giderler de belediyelerin yapabileceği giderler arasında yer almamaktadır. Diğer yandan, bir hizmetin mahalli müşterek ihtiyaç olarak nitelenebilmesi için; herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaşayan kişi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaşamaktan doğan eylemli durumların yarattığı, yoğunlaştırdığı ve güncelleştirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı ortak ihtiyaç ve beklentileri ifade etmesi gerekmekte olup, belediyeler belediye sınırları içerisindeki mahalli müşterek ihtiyaçları yasalarla sınırları belirlenmiş alanlarda özerk bir biçimde yerine getirebilmeleri gerekmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 24.1.2007 tarihli, E.2005/95 ve K.2007/5 sayılı kararıyla; 5393 sayılı Belediye Kanununun 14’üncü maddesinin ikinci fıkrası olan “Belediye, kanunlarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen mahallî müşterek nitelikteki diğer görev ve hizmetleri de yapar veya yaptırır.” hükmü iptal edilmiştir. Dolayısıyla, belediyelerin hangi mahalli müşterek ihtiyacın giderilmesine yönelik hizmet yürütebileceği ve bu hizmetin sınırlarının kanunla belirlenmiş olması gerekmektedir. 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun “Görev” başlıklı 2’nci maddesinde; yükseköğrenim gençliğinin barınma, beslenme ihtiyaçlarını ve maddi yönden desteklenmelerini sağlama görevi Milli Eğitim Bakanlığına verilmiştir. Bu Kanunun “Bağlı Kuruluşlar” başlıklı 55’inci maddesinde yer alan Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığının yükseköğrenim gençliğinin barınma, beslenme ihtiyaçları ile maddi yönden desteklenmelerini sağlama görevini yerine getirmektedir. 351 sayılı Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Kanununun “Kurumun Amacı” başlıklı 2’nci maddesinde; kurumun amacının, yükseköğrenim gören öğrencilere bu kanun gereğince kredi vermek, yurtlar yaptırmak ve yurt işletmesini sağlamak suretiyle Türk gençlerinin yükseköğrenimlerini, sosyal ve kültürel gelişmelerini kolaylaştırmak olduğu ifade edilmiş, “Yurtların Üniversitelere Devri” başlıklı 22’nci maddesinde, Bayındırlık Bakanlığınca inşası ve donatımı tamamlanan yurtlarla, bu kanunla Kuruma intikal edecek bütün yurtlar işletilmek üzere Kurumca üniversitelere tahsis olunacağı ifade edilmiş, “Mevcut Yurt ve Aşevleri” başlıklı Geçici 1’inci maddesinde, 5375 sayılı kanun gereğince Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yönetilmekte olan yurt ve aşevlerine ait bütün gayrimenkuller ile tesis ve menkuller bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde Maliye ve Milli Eğitim Bakanlıklarınca görevlendirilecek üçer memurdan kurulan bir komisyon tarafından değerleri tespit olunarak bu kuruma teslim edileceği hüküm altına alınmıştır. 5661 sayılı Yüksek Öğrenim Öğrenci Yurtları ve Aşevleri Hakkındaki Kanuna Ek Kanunun 1’inci maddesinde, gerçek ve tüzelkişiler tarafından yemekli ve yemeksiz öğrenci yurtları ve buna benzer kurumlar açılması ve işletilmesinin Milli Eğitim Bakanlığının iznine bağlı olduğu ve Milli Eğitim Bakanlığının bu gibi yurt ve kurumları tespit edeceği esaslara göre denetleyeceği düzenlenmiştir. 3.12.2004 tarih ve 25659 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliğinin “Kapsam” başlıklı 2’nci maddesinde, yönetmeliğin, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait yurtların açılması, devri, nakli ve kapatılması, açılma izninin verilmesinde dikkate alınacak esaslar ile bunların yönetilmesi, işletilmesi, denetlenmesi ve öğrenci disiplin işlerine ilişkin hükümleri kapsadığı ve yönetmelik hükümlerinin, kamu kurum ve kuruluşlarına ait yurtlar hakkında uygulanmayacağı ifade edilmiştir. Bu nedenlerle Anayasal ve yasal çerçevede, yükseköğrenim öğrencilerine yurt hizmeti sağlamak görevi Milli Eğitim Bakanlığına verilmiş olup, Bakanlık bu görevini, bağlı kuruluşlarından birisi olan Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü aracılığı ile yerine getirmektedir. İstisnai olarak, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine yurt açılması ve işletilmesi imkânı verilmiştir. Ancak, mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde, yükseköğrenim öğrencilerine yurt hizmeti verilmesinin, adil ve dengeli olması yönünde tek merkezden yürütülmesi amaçlanmaktadır. 5661 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde de gerçek ve tüzelkişiler tarafından yemekli ve yemeksiz öğrenci yurtları ve buna benzer kurumlar açılması ve işletilmesi Milli Eğitim Bakanlığının izniyle olabilmekte ve Milli Eğitim Bakanlığınca bu gibi yurt ve kurumların tespit edeceği esaslara göre denetlenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, Milli Eğitim Bakanlığından izin alınmaksızın yüksek öğrenim öğrenci yurtlarının açılması ve işletilmesi mümkün değildir. 5393 sayılı Belediye Kanununun 14’üncü maddesine göre, Belediye, mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla, konut ile gençlik ve spor hizmetlerini yapar veya yaptırır. Ancak yükseköğrenim gençliği için yapılacak yurt binaları bu maddedeki konut kapsamında değildir. Yurt binası ihtiyacı müşterek nitelikli bir ihtiyaç olmakla berber mahalli bir ihtiyaç değildir. Yurt ihtiyacı genel bir ihtiyaçtır. Belediyelerin gençlik ve spor hizmeti kavramı daha ziyade gençliğe bedeni spor hizmetlerinde destek olmak, malzeme ve tesisler kurmak yönüyle gerçekleştirilir. Maddede geçen gençlik ifadesinden yükseköğrenimdeki gençlere yurt binası yapılacağı, işletilebileceği ve harcamalarının karşılanacağı anlamını çıkarmak mümkün değildir. Yine mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla öğrencilere malzeme vermek ve gerekli desteği sağlamak belediyelerin görevleri arasında olup, bu destek yurt binası yapma şeklinde değil kırtasiye gibi ayni yardımlar şeklinde yapılabilecek desteklerdir.
SONUÇ : Bu itibarla; yükseköğrenim öğrencilerine yurt hizmeti sağlama görevleri Milli Eğitim Bakanlığına ait olup belediyelerce, mahallî müşterek ihtiyaçlar niteliğinde olmayan yüksek öğrenim öğrenci yurtlarının açılması ve işletilmesinin mümkün olmadığına, çoğunlukla karar verildi.
Sayıştay Temyiz Kurulu Kararı, Karar No : 35990, Karar Tarihi :25/12/2012
ÖZÜ: 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 39 .maddesinde sadece Belediye başkanlarının Devlet memurlarının sosyal haklarından yararlanabilecekleri hüküm altına alınmış olup belediye meclisinden seçilen başkan yardımcılarının devlet memurlarına tanınan sosyal haklardan yararlanacağına dair herhangi bir hükme yer verilmediği, 657 sayılı Kanun’un “Sosyal Haklar ve Yardımlar” başlıklı VI. Kısmında sosyal yardımlar sayılırken 212’nci maddesinde “Yiyecek Yardımı”nın da sosyal yardım olarak yer aldığı, meclis üyeleri arasında seçilen Belediye Başkan Yardımcılarına da memurlar gibi yemek yardımının yapıldığı oysa 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 39 uncu maddesinde sadece Belediye başkanlarının Devlet memurlarının sosyal haklarından yararlanabilecekleri hüküm altına alındığından meclis üyeleri arasında seçilen Belediye Başkan Yardımcıları hakkında verilen tazmin hükmünün TASDİKİ gerekir.
“657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 212’nci maddesine dayanılarak çıkarılan 11.12.1986 tarih ve 19308 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Devlet Memurları Yiyecek Yardımı Yönetmeliğinin “Yemek Servisi Giderleri” başlıklı 4 üncü maddesine göre kesilmesi gereken tutardan daha az kesinti yapıldığı anlaşıldığından, mevzuata uygun Daire Kararının onanmasına, dilekçi iddialarının reddine karar verilmesi uygun olur.” denilmiştir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 212’nci maddesine dayanılarak çıkarılan Devlet memurları Yiyecek Yardımı Yönetmeliği’nin Yemek Servisi Giderleri başlıklı 4’üncü maddesinde; “Yiyecek yardımının gerektirdiği giderler, yemek maliyetlerinin yarısını aşmamak üzere, bu yönetmelik kapsamına dahil memur kadrosu adedine göre kurum bütçelerine konacak ödeneklerle karşılanır. Ödenek dağıtımı yemek servisi kurulacak kurumdaki memur sayısı dikkate alınmak suretiyle yapılır. Yemek bedelinin bütçeden karşılanmayan kısmı yemek yiyenlerden alınır. 2155 sayılı Bazı Kamu personeline Tayin Bedeli verilmesi Hakkındaki Kanuna göre tayin bedeli verilen personel ile sözleşmeli olarak çalıştırılanların, bu yönetmeliğe göre yiyecek yardımı yapılan yemek servislerinde yemeleri halinde yemek bedelinin tamamı kendilerinden alınır.” denilmektedir. Bu madde hükmüne göre, kurum bütçesinden kadrolu memurların her gün yiyebileceği ihtimaline karşılık konulan yiyecek yardımı ödeneğini aşmamak üzere harcama yapılabilecektir. Yemek maliyetinin bütçeden karşılanamayacak olan kısmı yemek yiyenlerden karşılanacaktır. Yemek yiyenlerden alınacak yemek ücretleri tarifesi ise, her yılbaşında Bütçe Uygulama Talimatı ile asgari rakamlar üzerinden belirlenmekte olup, kurumlar yemek maliyetinin kalan yarısını karşılayacak şekilde bu rakamların daha üstünde fiyatlar tespit edebileceklerdir. Bütçeye konulan ödenekler gerçek anlamda bir maliyet olmayıp bütçe hazırlama rehberine göre personel sayısı dikkate alınarak hazırlanan standart maliyeti ifade etmektedir.
Dolayısıyla bütçeye ödenek, yemek maliyetinin yarısını aşmayacak şekilde tespit edilip konulmaktadır.
Tazmin hükmü, Devlet Memurları Yiyecek Yardımı Yönetmeliği’nin 4’üncü maddesinde yer alan, “Yiyecek yardımının gerektirdiği giderler, yemek maliyetinin yarısını aşmamak üzere bu yönetmelik kapsamına dahil memur adedine göre, kurum bütçelerine konulacak ödeneklerle karşılanır. Yemek bedelinin bütçeden karşılanmayan kısmı yemek yiyenlerden alınır.” Hükmüne dayanmaktadır. Yönetmeliğin 5, 6 ve 7’nci maddelerinden yemek yardımının, memurlara kurumlarca oluşturulacak veya oluşturulmuş yemek servisleri aracılığıyla verilmesine göre düzenlendiği anlaşılmakta; servisler aracılığıyla verilen ve yarısı yemek yiyenlerden alınacağı belirtilen yemek maliyetinin nasıl belirleneceği ise anılan Yönetmeliğin 9’uncu maddesinde açıklanmaktadır. Yönetmeliğin anılan 9’uncu maddesinde ise; “Yönetmeliğin 4’üncü maddesinin uygulanmasında, kurum kadrolarında olup, yemek servisinde görevlendirilen personel giderleri kira, amortisman, su, elektrik ve havagazı giderleri yemek maliyetine dahil edilmez.” Hükmü yer almakta; 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 4’üncü maddesine göre de yemek ihtiyacının ihale yolu ile temini mümkün bulunmaktadır. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, yemek yiyenlerden yarısının alınacağı belirtilen yemek bedelinden, Yönetmeliğin 9’uncu maddesi ile yemek maliyetine dahil edilmeyecek unsurların düşülmesi, kalan tutarın yarısının yemek yiyenlerden alınması gerekir. İhale yolu ile yapılan yemek alımlarında ise bu unsurlara tekabül eden payın hesabı mümkün bulunmamaktadır.
Bu nedenle yemek maliyetinin büyük kısmını oluşturan bu unsurlara tekabül eden tutardan sonra kalan kısmın yarısına tekabül edeceği düşünülen Maliye Bakanlığı’nca yayımlanan asgari yemek bedellerinin yemek yiyenlerden alınması yeterli bulunmaktadır.
Dosyada mevcut belgelerin incelenmesinde; Belediyesinde yıl içinde memurların öğle yemeği ihtiyacının, yemek ihalesi sonucunda ihaleyi kazanan yemek firmasından karşılandığı, her ay düzenlenen hak edişler ile ay içinde yemek yiyen memurların fiilen çalıştığı iş günü sayısı dikkate alınarak, bu rakam üzerinden adı geçen firmaya ödeme yapıldığı, Bunun karşılığında memurlara yapılan maaş ödemelerine esas bordrolardan, yemek adedine göre yemek katkı payı kesildiği, 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Uygulama Talimatında yer alan ek göstergelere göre değişen en az yemek bedelleri üzerinden yapıldığı görülmüştür. Söz konusu olayda Yiyecek Yardımı Yönetmeliğindeki amaç, konulan ödeneğin belediyenin yılı bütçesine, belediye bütçe muhasebe usul ve yönetmeliğine uygun olarak ihale yolu ile alım yapılmak suretiyle yerine getirilmiş olup konulmuş ödenek aşılmadığından ve Bütçe Uygulama Talimatında belirtilen tutarlar yemek yiyen memurlardan tahsil edildiğinden dilekçi iddialarının kabulü ile 1247 sayılı ilamın 1’inci maddesiyle verilen tazmin hükmünün KALDlRlLMASlNA,”
2- “ 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 212’nci maddesinde; “Devlet Memurlarının hangi hallerde yiyecek yardımından ne şekilde faydalanacakları ve bu yardımın uygulanması ile ilgili esaslar Maliye Bakanlığı ile Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığının birlikte hazırlayacakları bir yönetmelik ile tespit olunur” denilmektedir.
Kanun hükmünden de anlaşıldığı üzere yemek yardımı 657 sayılı Kanuna tabi olan Devlet memurlarına yapılmaktadır: Dolayısıyla 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49’uncu maddesi gereği belediye meclisi üyeliğinden seçilen belediye başkan yardımcıları gerek istihdam şekli ve gerekse de özlük hakları açısından 657 sayılı Kanun’a tabi olmadıklarından bu kişilere bu çerçevede yemek yardımında bulunulması söz konusu değildir.
Her ne kadar dilekçiler dilekçesinde; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 39’uncu maddesinde; “657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uyarınca Devlet memurları ile bakmakla yükümlü bulundukları için uygulanan sosyal hak ve yardımlar aynı esas ve usullere göre Belediye başkanları ile bakmakla yükümlü bulundukları için de uygulanır”, 657 sayılı Kanun’un “Sosyal Haklar ve Yardımlar” başlıklı VI. Kısmında sosyal yardımlar sayılırken 212’nci maddesinde “Yiyecek Yardımı” na yer verildiği bu nedenle memurlara ödenen bir sosyal yardım olan yemek yardımının meclis üyeleri arasında seçilen Belediye Başkan Yardımcılarına da yapıldığı, kendilerinden memurlardan olduğu gibi paylarına düşen yemek bedellerini tahsil ettiklerini belirtmiş iseler de; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 39 uncu maddesinde sadece Belediye başkanlarının Devlet memurlarının sosyal haklarından yararlanabilecekleri hüküm altına alınmış belediye meclisinden seçilen başkan yardımcılarının devlet memurlarına tanınan sosyal haklardan yararlanacağına dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Bu itibarla, 2’nci Daire tarafından 1247 sayılı ilamın 2’nci maddesine ilişkin verilen tazmin hükmünün TASDİKİNE,” karar verildi.
İzmir 1. İdare Mahkemesi, Esas: 2011/2001, Karar : 2013/414, Tarih: 08.03.2013
ÖZÜ: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Parselasyon Planlarının Hazırlanması ve Tescili” başlıklı 19.maddesinde yer alan; “İmar planlarına göre parselasyon planlan yapılıp, belediye ve mücavir alan içinde belediye encümeni, dışında ise il idare kurulunun onayından sonra yürürlüğe girer. Bu planlar bir ay müddetle ilgili idarede asılır. Ayrıca mutat vasıtalarla duyurulur. Bu sürenin sorunda kesinleşir. Tashih edilecek planlar hakkında da bu hüküm uygulanır. Kesinleşen parselasyon planları tescil edilmek üzere tapu dairesine gönderilir. Bu daireler ilgililerin muvafakati aranmaksızın, sicilleri planlara göre re’sen tanzim ve tesis ederler….” hüküm uyarınca, belediyeler ıslah imar planlarındaki yanlışların düzeltilmesi ve tapuya tescil ettirmesi konusunda yetkili olduklarından, tescile esas dağıtım cetvellerindeki hatalı ölçümden kaynaklanan fark fazlalıkların ilk malik olan belediye adına kaydedilmesi gerekir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Dava; İzmir-Konak İlçesi Güney Mahallesini kapsayan alanda 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi uyarınca yapılan 1988 tarihli 80 sayılı ıslah imar planı uygulaması sırasında 40952 ada 3-4-10-11-19 parsel sayılı taşınmazların alanlarının olduğundan daha az hesaplandığı ve tapuya bu yanlış miktarların tescil edildiğinden bahisle asıl alan miktarlarıyla tescil edilen alan arasındaki fark fazlalıkların ilk malik olan Konak Belediyesi adına kaydedilmesi isteminin reddine ilişkin 11/08/2011 tarih ve 6392 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Parselasyon Planlarının Hazırlanması ve Tescili” başlıklı 19.maddesinde; “İmar planlarına göre parselasyon planlan yapılıp, belediye ve mücavir alan içinde belediye encümeni, dışında ise il idare kurulunun onayından sonra yürürlüğe girer. Bu planlar bir ay müddetle ilgili idarede asılır. Ayrıca mutat vasıtalarla duyurulur. Bu sürenin sorunda kesinleşir. Tashih edilecek planlar hakkında da bu hüküm uygulanır. Kesinleşen parselasyon planları tescil edilmek üzere tapu dairesine gönderilir. Bu daireler ilgililerin muvafakati aranmaksızın, sicilleri planlara göre re’sen tanzim ve tesis ederler….” hükmü yer almaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden; İzmir-Konak İlçesi, Güney Mahallesini kapsayan alanda 2981 sayılı Yasa’nın 10/c maddesi uyarınca 1988 tarih ve 80 sayılı ıslah imar planı uygulaması yapıldığı, ıslah imar planı uygulaması sonucu hazırlanan dağıtım cetvellerinin 23/08/1988 tarih 4907 yevmiye no ile tapu siciline tescil edildiği, aplikasyon yapılırken 10/05/2007 tarihli kadastro raporu ile; ” 40952 adanın hatalı ölçüldüğü, ebatları yanlış alınarak sınırlarının yanlış olduğu, 10 parsel ve komşu 8, 9, 11 parsellerin cephelerinde ve alanlarında farklılıklar olduğu hususları saptanarak 80 sayılı ıslah imar planındaki hataların sayıldığı ve 40952 adanın ada bazında ölçü ve koordinat kontrolü yapılarak ölçü ve alan hesaplarının düzeltilmesi gerektiği”nin belirtildiği, Konak Belediye Encümeninin 20/11/2008 tarih ve 2393 sayılı kararı ile 40952 ada sayılı taşınmazdaki parsellerle ilgili yeniden yapılan ölçüme dayalı olarak ıslah parselleri ve dağıtım cetvellerinin yeniden düzenlendiği, 28/11/2008 tarihinde askıya çıkarıldığı, buna göre 40952 ada 3 parselin4 m2, 4 parselin4 m2. 10 parselin21 m2, 11 parselin4 m2ve 19 parselin12 m2eksik ölçüldüğü ve tapu siciline eksik kaydedildiği, davacı belediyenin 13/04/2011 tarihli yazısıyla düzeltilen dağıtım cetveline göre meydana gelen artış miktarlarının ilgili parsellerde belediye adına hisse olarak kaydedilmesinin Konak Kadastro Müdürlüğünden istenildiği, Konak Kadastro Müdürlüğünün 20/04/2011 tarih ve 459 sayılı yazısı ile talebin reddedildiği, 16/05/2011 tarih ve 1464 sayılı yazı ile İzmir Tapu Kadastro 3.Bölge Müdürlüğüne yapılan itirazın reddedildiği, 01/06/2011 tarih ve 1957 sayılı yazı ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne yapılan itirazın da 11/08/2011 tarih ve 6392 sayılı işlemle reddi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda; belediyelerin ıslah imar planlarındaki yanlışların düzeltilmesi ve tapuya tescil ettirme konusunda yetkili olduğu, tescile esas dağıtım cetvellerindeki hatalı ölçümden kaynaklanan fark fazlalıkların ilk malik olan davacı belediye adına kaydedilmesi gerektiği sonucuna varıldığından dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda ayrıntısı yazılı 68,80-TL yargılama giderleri ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 660-TL vekalet ücretinin davalı idare tarafından davacıya verilmesine, posta gideri avansından artan kısmın istemi halinde davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen 30 gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak üzere 08/03/2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye
MUSTAFA KEMAL ŞAHİKA AYDIN ÜNAL CELAL CAHİT AYGÜL
ÖNDER 37797 38454
33634
Danıştay 14. Daire,E. 2011/9441,K. 2012/7203,T. 16.10.2012
ÖZET : Dava, yapının yapı ruhsatının yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle ruhsatsız hale geldiğinden bahisle, yıkımına ilişkin Belediye Encümeni kararının iptali istemine ilişkindir. Sağlıklı ve dengeli bir çevrenin oluşturulması bakımından, yürürlükte bulunan plan hükümlerine aykırı olarak inşa edilen yapıların, yapının inşa edildiği tarihte yürürlükte bulunan plana ve ruhsata uygun olarak inşa edilse dahi, bu planın hukuka ve mevzuata aykırı olduğu tespit edilerek yargı merciince iptal edilmesi durumunda kazanılmış hakkın bulunmaması nedeniyle yıkılması gerekmektedir. Ancak, yıkım işlemi tesis edilmeden önce, hukuka aykırı bir şekilde plan yapan ve bu plana göre ruhsat veren idare tarafından, kusurlu davranışı nedeniyle, iyi niyetli kişilere bina bedelinin ödenmesi gerekmektedir. Bina bedeli davacıya ödenmeden ruhsatsız yapının yıkımı yolunda tesis edilen işlemde, hukuka uyarlık bulunmadığından, İdare Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen karar hukuka aykırıdır.
Dava, İstanbul İli, Kartal İlçesi, 119 pafta, 5964 ada, 11 sayılı parselde bulunan yapının 11.7.2000 tarihli, 1-84 sayılı yapı ruhsatının yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle ruhsatsız hale geldiğinden bahisle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca yıkımına ilişkin 6.9.2007 tarihli, 1181 sayılı Kartal Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporun ve dosyanın birlikte değerlendirilmesinden; uyuşmazlığa konu yapıya verilen 11.7.2000 tarihli, 1-84 sayılı yapı ruhsatı ve dayanağı plan tadilatına ilişkin 5.7.1999 tarihli, 1999/72 sayılı meclis kararı ile imar durumunu düzenleyen encümen kararının İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 31.12.2003 günlü, E:2002/1287, K:2003/1818 sayılı kararıyla iptaline karar verildiği, iptal kararının onanarak kesinleştiği, anılan yargı kararının gerekçesi de dikkate alındığında, ruhsata bağlanamayacağı anlaşılan yapıların kazanılmış hak kapsamında da korunmasının mümkün olmadığı bu nedenle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasanın “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”, “Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma” başlıklı 90. maddesinin 5. fıkrasında ise; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. 19.03.1954 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 6366 sayılı Kanun ile Türkiye tarafından da kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol’ün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” hükmü yer almaktadır. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesinde ise; “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce ( … ) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; İstanbul İli, Kartal İlçesi, 119 pafta, 5964 ada, 11 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 5.7.1999 tarihli, 1999/72 sayılı Kartal Belediye Meclisi kararıyla plan tadilatı yapıldığı, 26.4.2000 tarihli imar durumuna göre konut yapımı için 11.7.2000 tarihli, 1-84 sayılı inşaat ruhsatının verildiği, anılan plan tadilatına ilişkin meclis kararıyla, bu plan değişikliği uyarınca tesis edilen yola terk ile ilgili imar durumuna ilişkin encümen kararının ve yapı ruhsatının iptali istemiyle açılan davada, İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 31.12.2003 günlü, E:2002/1287, K:2003/1818 sayılı kararıyla, dava konusu işlemlerin iptaline karar verildiği, iptal kararının onanarak kesinleştiğinden bahisle, yapının yıkımına karar verilmesi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Düzenleyici işlem niteliğindeki imar planlarının, idarece kaldırılması veya değiştirilmesi durumunda, bu planların yürürlükte oldukları süre içerisinde ve bu planlara dayalı olarak tesis edilen bireysel işlemlerin kişiler bakımından sübjektif nitelikte kazanılmış hak doğuracağı tabiidir. İdari işlemlerin geriye yürümeyeceğine ilişkin idare hukuku ilkesi ile bu gibi durumlarda kazanılmış hakların korunması ve idari istikrarın sağlanması amaçlanmıştır. Ancak bu şekilde bir kazanılmış hakkın var olduğu hallerde idari işlemin ve dayanağı olan düzenleyici işlemin hukuka uygun olduğu konusunda bir tartışma da mevcut değildir. Tartışma; idari işlemin dayanağı olan düzenleyici işlemin yargı yerince iptal edilmiş olması halinde ortaya çıkmaktadır. Zira bu durumda iptal davasına konu işlemin hukuka aykırılığı tespit edilerek iptal edilmesi sonucunda, işlem tesis edildiği tarih itibariyle hiç var olmamış gibi bütün sonuçlarıyla ortadan kalkmaktadır. Yargı yerince iptal edilen plana dayalı olarak verilmiş olan inşaat ruhsatının idarece iptal edilmesi veya söz konusu ruhsatla ilgili olarak açılmış bir davanın mevcut olması halinde; her ne kadar ruhsat işlemi tesis edildiği tarihte plana uygun ise de, hukuka aykırılığı saptanan plana ilişkin olarak verilen iptal kararı nedeniyle imar planı tesis tarihi itibariyle yürürlükten kalkacağından inşaat ruhsatının da hukuki dayanağı kalmayacağı ve iptali gerekeceği gibi, ruhsatsız konuma düşen yapının da yıkılması gerekmektedir. Aksi görüş; yargı yerince hukuka aykırılığı tespit edilerek iptal edilen ve tesis edildiği tarih itibariyle yürürlükten kalkan bir düzenleyici işleme dayanılarak tesis edilmiş ve dava konusu da edilmiş bir işleme rağmen ileriye yönelik bir kazanılmış hakkın tanınması sonucunu doğurur ki, bu durumun kısaca tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olduğu Devlet biçimi olarak tanımlayabileceğimiz Hukuk Devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı aşikardır.Nitekim, iptal edilen düzenleyici normlara göre kazanılmış hakların korunması amacına yönelik olarak Anayasa’nın 153.maddesi ile getirilen “iptal kararları geriye yürümez” hükmüne rağmen, yargı yerlerinde görülmekte olan davaların Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen hükümler dikkate alınarak çözümlenmesinin Hukuk Devleti ilkesine uygun olmadığı içtihatlarla benimsenmiştir. Ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesi ile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bağlayıcı olmakta, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 53. maddesinin “ı” bendi ile, mahkeme kararlarının, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması durumu “Yargılamanın yenilenmesi” sebebi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle yargı mercilerince, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararların, mevcut olaylara uygulanması açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; kıyıda yer alan taşınmazın bir şekilde özel mülkiyet konusu yapılarak tapuya kişi adına kaydedilmesinin ardından açılan tapu iptali davasından sonra, taşınmazın, sahibine tazminat ödenmeksizin hazine adına kaydedilmesi üzerine açılan davada; “AİHM, söz konusu malın edinimindeki başvuranların iyi niyetinin bunun aksi yönde olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, devlet lehine malın iptal tarihine kadar, başvuranlar miras yoluyla malın sahibiydiler ve mala ait veraset ve intikal vergilerini ödemişlerdir. Başvuranlar sakin bir şekilde mallarından faydalanmış ve yasal malik olarak ve bu amaçla inşaat ruhsatı aldıktan sonra otel inşaatına başlamışlardır. Daha sonra AİHM, adli kararla başvuranların mallarından yoksun bırakıldıklarını tespit etmektedir. AİHM, burada hiçbir keyfiyetin bulunmadığını belirtmektedir. Ulusal mahkemelerin ileri sürdüğü gerekçeler göz önünde bulundurulduğunda, “kamu yararı nedeniyle” başvuranların mülkiyet haklarından mahrum bırakılmaları aksi yönde değildir. AİHM, ihtilaflı arsanın deniz kenarında olduğuna ve herkese açık kamusal alan olan sahilde bulunduğuna, tarafların itiraz etmediğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, bu nokta Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından vurgulanmıştır. Bu mülkiyetten yoksun bırakılma yasal amaç gütmektedir.
İhtilaflı tedbirin istenilen adil dengeyi koruyup korumadığını ve başvuranlara orantılı olmayan bir yükümlülük getirip getirmediğini tespit etmek amacıyla, ulusal mevzuatın öngördüğü kamulaştırma biçimlerini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu bakımdan, AİHM, malın değeriyle ilintili olarak makul bir miktarı ödemeden mülkiyet hakkından mahrum bırakılmanın aşırı bir ihlal olacağını ve hiçbir kamulaştırmanın bulunmayışının ne Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi alanında ne de özel koşullarda haklı gösterilemeyeceğini daha önce söylemişti ( Bkz. Nastou-Yunanistan ( no:2 ), no: 16163/02, §33, 15 Temmuz 2005, Jahn ve diğerleri-Almanya, no: 46720/99, 72203/01 ve 72552/01, § 111, 2005-…, ve 9 Aralık 1994 tarihli Manastır Azizleri-Yunanistan kararı, A serisi no: 301-A, s. 35, § 71 ). Bu davada başvuranlar, ne mallarının Hazine Müsteşarlığına nakli nedeniyle ne de ulusal mahkemeler önünde bu yönde dava açmalarına rağmen otellerinin yıkılması nedeniyle hiçbir tazminat elde edememişlerdir. AİHM, Hükümet’in hiçbir tazminatın bulunmayışını haklı gösterecek özel bir durumu ileri sürmediğini not etmektedir.AİHM, sonuç olarak, başvuranlara tazminat ödenmediği durumda, mülkiyetin korunması ve kamu yararı gereklilikleri arasında kurulması gereken adil dengeyi başvuranlar aleyhinde bozduğuna kanaat getirmektedir.” şeklinde karar vermiştir ( N.A. ve Diğerleri, Başvuru No:37451/97, 11.10.2005 ). Yine; tapu siciline güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli kişinin, daha sonra taşınmazın, ruhsatsız olduğundan ve mutlak koruma alanında bulunması nedeniyle ruhsata bağlanma imkanı da bulunmadığından davacıya bir bedel ödenmeksizin idare tarafından yıkılması üzerine açılan davada ise; “AİHM, AİHS’de çevrenin genel olarak korunmasını güvence altına alan bir madde bulunmamasına rağmen, günümüz toplumunda bu tür bir korumanın büyük önem teşkil eden bir unsur olduğunu kabul ettiğini kaydeder. Ayrıca, AİHM bazı davalarda benzer konuları incelemiş ve çevrenin korunmasının önemini vurgulamıştır ( bkz., diğer hususlar meyanında, Taşkın ve Diğerleri/Türkiye, no. 46117/99, AİHM 2004-X; Moreno Gomez/İspanya, no. 4143/02, AİHM 2004-X; Fadeyeva/Rusya, no. 55723/00, AİHM 2005-IV ). Yukarıda kaydedilenler ışığında ve ulusal mahkemelerin sunduğu nedenler göz önüne alındığında, AİHM, başvuranın mülkünden mahrum bırakılmasının, kamu sağlığının ve çevrenin korunması amacıyla, yani “kamu yararının” gözetilmesi sonucunda gerçekleştirildiğinin tartışma götürmez olduğu kanaatindedir ( bkz. Lazaridi/Yunanistan, no. 31282/04, 34. paragraf, 13 Temmuz 2006 ). Bu durumda, çözüme kavuşturulması gereken konu, söz konusu müdahalenin başvuranın ve genel olarak toplumun çıkarları arasında adil bir denge kurup kurmadığıdır. İç hukuk kapsamındaki tazminat hakkı, itiraz edilen tedbirin gerekli adil denge unsuruna riayet edip etmediğini ve söz konusu tedbirin, başvuran üzerine orantısız bir yük yükleyip yüklemediğini değerlendirmede esas teşkil etmektedir. AİHM bu hususta daha önce, mülkün değeriyle makul surette orantılı bir tazminat ödenmeksizin mülkten mahrum bırakmanın, normal koşullar altında, orantısız bir müdahale teşkil edeceğine ve tazminat ödenmemesinin, yalnızca istisnai koşullar altında 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi bağlamında haklı görülebileceğine karar vermiştir ( bkz. N.A. ve Diğerleri/Türkiye, no. 37451/97, 41. paragraf, AİHM 2005-X; Nastou/Yunanistan ( no. 2 ), no. 16163/02, 33. paragraf, 15 Temmuz 2005; Jahn ve Diğerleri/Almanya [BD], no. 46720/99, 72203/01 ve 72552/01, 111. paragraf, AİHM 2005-VI ).
Mevcut davada, idare mahkemelerinin Ankara İl İdare Kurulu’nun yıkım emrini onayladığı göz önüne alındığında, başvuranın mülkünden mahrum bırakılmasına karşılık tazminat alma hususunda gerçekçi bir başarı olasılığı mevcut olmamıştır. Bu nedenle, başvuranın evini kaybetmesine karşılık tazminat almasını sağlayacak bir iç hukuk yolunun olmaması, mülkiyet hakkından tam olarak yararlanmasını engellemiştir. AİHM bu bağlamda,, iç hukukta Devlet’in tapu kayıtlarından kaynaklanan herhangi bir zarardan sorumlu olduğunun öngörülmesine rağmen, Hükümet’in, söz konusu mahrum bırakma karşılığı tazminat ödenmemesini hakli gösteren istisnai koşullar dile getirmediğini kaydeder. Sonuç olarak, kendisine tapu vererek evinin yasal sahibi olduğunu kabul eden ulusal makamlar, başvuranın evinin yıkılması sonucu uğradığı zarardan otomatik olarak sorumlu olmuştur. AİHM, yukarıda kaydedilenler ışığında, başvurana tazminat ödenmemesinin, mülkiyetin korunması ve kamu yararı gerekleri arasında kurulması gereken adil dengenin başvuranın zararına olacak şekilde bozulmasına yol açtığı kanaatindedir ( bkz. N.A. ve Diğerleri, 42. paragraf ). Dolayısıyla, 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.” şeklinde karar vermiştir ( Yıldırı -Türkiye, Başvuru No:21482/03, 24.11.2009 ) Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin ve AİHM kararlarının birlikte değerlendirilmesinden; sağlıklı ve dengeli bir çevrenin oluşturulması bakımından, yürürlükte bulunan plan hükümlerine aykırı olarak inşa edilen yapıların, yapının inşa edildiği tarihte yürürlükte bulunan plana ve ruhsata uygun olarak inşa edilse dahi, bu planın hukuka ve mevzuata aykırı olduğu tespit edilerek yargı merciince iptal edilmesi durumunda kazanılmış hakkın bulunmaması nedeniyle yıkılması gerekmektedir. Ancak, yıkım işlemi tesis edilmeden önce, hukuka aykırı bir şekilde plan yapan ve bu plana göre ruhsat veren idare tarafından, kusurlu davranışı nedeniyle, iyi niyetli kişilere bina bedelinin ödenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, bina bedeli davacıya ödenmeden ruhsatsız yapının yıkımı yolunda tesis edilen işlemde, hukuka uyarlık bulunmadığından, İdare Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 26/02/2010 günlü; E:2007/2177, K:2010/194 sayılı kararın BOZULMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 16.10.2012 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.