• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

4342 Sayılı Mera Kanunu

Mar15
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

15 Mart 2013 gün ve 28588 sayılı Resmi Gazete’de 4342 sayılı MERA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR 6443 sayılı KANUN Yayınlandı.

 

MADDE 1 – 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununun 4 üncü maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Amaç dışı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera, yaylak ve kışlakları tekrar eski konumuna getirmek amacı ile yapılan veya yapılacak olan masraflar sebebiyet verenlerden tahsil edilir. Yapılan masraflar karşılığı tahsil edilen tutarlar genel bütçeye, yapılacak olan masraflar karşılığı tahsil edilen tutarlar ise il müdürlüklerince hazırlanan ıslah projelerine uygun olarak o yerin ıslah çalışmalarında kullanılmak üzere köy sandığında veya belediye bütçesinde açılacak hesaba gelir kaydedilir.”

 

MADDE 2 – 4342 sayılı Kanunun 12 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“Kiralanacak alanda hayvancılık için gerekli bakım, barınma ve su ihtiyaçlarını karşılayacak zorunlu hayvancılık tesisleri kurulabilir. Bu tesislerin taban alanı, kiralanacak alanın yüzölçümünün yüzde birini geçemez. Bu oranı bir katına kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu tesislerin yapılması ve kullanılması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”

 

MADDE 3 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

 

MADDE 4 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Yazıldı Duyurular

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Mar07
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU,E. 2010/4-324,K. 2010/343,T. 23.6.2010

ÖZET : Dava, haksız eylem nedeniyle maddi ev manevi tazminat istemine ilişkindir. Hizmet kusurundan kaynaklanmış idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar nedeniyle dava açıldığı, kamu görevlisi olan davalıların haksız eylemlerine dayandığı ancak davalıların haksız eylemlerinin bulunmadığı, kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili uğradıkları zararlardan ötürü bu görevleri yerine getirirken personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açılması gerekir. Kurumun genel hükümlerine göre rücu hakkı vardır.

DAVA : Taraflar arasındaki “Maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 25.12.2007 gün ve 152-456 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 07.04.2009 gün ve 2008/9198-2009/5133 sayılı ilamı ile; ( … Dava, haksız eylem nedeniyle maddi ev manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, husumet yokluğu nedeniyle istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur. Davacı, villasının Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nde çalışan davalılar tarafından, hukuka aykırı olarak herhangi bir tebligat yapılmadan, eşyaları ile birlikte yıktırıldığını ileri sürerek uğradığı zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Yerel mahkemece, 657 Sayılı Yasa’nın 13. ve Anayasa’nın 129. maddeleri gereğince davalı gerçek kişilere dava açılamayacağı, davanın idare aleyhine açılması gerektiği gerekçesiyle davanın pasif husumet ehliyeti bulunmaması nedeniyle reddine karar verilmiştir. Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zarardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. İdare aleyhine böyle bir davanın açılabilmesi, hizmet kusurundan kaynaklanmış, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Kamu görevlisinin, özellikle haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasadaki bu güvenceden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre davacı, davalı gerçek kişilerin kişisel kusurlarına dayandığına göre mahkemece işin esasının incelenmesi, davalıların kişisel kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Yazılı şekilde davanın husumet yönünden reddedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir… ), Gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK ve 2494 Sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, haksız fiil davasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı yan, maliki olduğu villanın davalıların sorumluluğu altındaki kurumların ilgilileri tarafından yıkımdan evvel yakın bir zamanda tebligat yapılmadan, zorla dışarı çıkarılarak, içinde eşyalar olduğu halde usulsüz olarak yıkıldığını ileri sürüp maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece, Anayasa’nın 129. maddesine göre memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak idare aleyhine açabileceği, davalıların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi oldukları ve olay tarihinde görevli bulundukları, bu nedenle davanın idare aleyhine açılması gerektiği gerekçesi ile pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı yanın temyizi üzerine, Özel Daire Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davalarının kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve Yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine dava açılabilmesinin, hizmet kusurundan kaynaklanan, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlı olduğunu, kamu görevlisinin, özellikle salt kişisel kusuruyla gerçekleştirdiği haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasadaki bu güvenceden yararlanma olanağının bulunmadığını dava dilekçesindeki açıklamalara göre davacı, davalı gerçek kişilerin kişisel kusurlarına dayandığına göre mahkemece işin esasının incelenmesi, davalıların kişisel kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Yerel Mahkeme direnme kararında; eldeki davada, hizmet kusurundan kaynaklanmış idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar nedeniyle davalılar aleyhine dava açıldığı, kamu görevlisi olan davalıların haksız eylemlerinin bulunmadığı, davacının dava dilekçesinde davalı gerçek kişilerin kişisel kusurlarına dayanmış ise de, olayda davalı gerçek kişilerin kişisel kusurlarının söz konusu olmadığı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesine göre kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili uğradıkları zarardan ötürü bu görevleri yerine getirirken personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açacakları, kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkının bulunduğu, bu olay nedeniyle davacı İstanbul Büyükşehir Belediyesi aleyhine idare mahkemesinde dava açıldığı, davalıların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi oldukları ve olay tarihinde görevli bulundukları anlaşıldığından ancak idare aleyhine dava açılabileceği, dosya içeriğinden yıkım konusunda usulüne uygun olarak karar alındığı, kararın davalıya tebliğ edildiği, Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nde çalışan davalılar tarafından hukuka uygun olarak villanın yıktırıldığı ve davalıların kişisel kusurlarının bulunmadığının anlaşıldığı, bozma ilamında belirtildiği gibi davalıların kişisel kusurlarının bulunup bulunmadığının tekrar araştırılmasının davayı uzatmaktan ve fazla gidere neden olmaktan başka bir işe yaramayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkemece verilen bu son hüküm direnme niteliğinde olmayıp bozma ilamını irdeleyen bir gerekçe içeren yeni bir hüküm niteliğindedir. Buna göre; ilk karar, bozma ve direnme kararlarının kapsamına göre, mahkemece direnme olarak adlandırılan karar, yeni bir hüküm niteliğinde olmakla temyiz inceleme görevi Hukuk Genel Kurulu’na değil, Özel Daireye aittir. Yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, dosyanın yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için 4. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, 23.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir.

Kamu İhale Davası

Mar07
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Yazıyı okumak için linke tıklayınız… Kamu İhalesi Davası

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Mar07
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Kararı okumak için linke tıklayınız… Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Anayasa Mahkemesi Kararı

Şub25
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

     

  Ballıdere Belediyesini temsilen yapılan 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna İlişkin başvuruya ait ANAYASA MAHKEMESİ KARARI  (22.02.2013 tarih ve 28567 sayılı Resmi Gazete’de   yayınlanmıştır)

 

Başvuru Numarası       : 2012/1327

Karar Tarihi                : 12/2/2013

Başkan                 :   Serruh KALELİ

Üyeler                  :   Mehmet ERTEN

Hicabi DURSUN

Erdal TERCAN

Zühtü ARSLAN

Raportör              :   Salim KÜÇÜK

Başvurucu            :   Ballıdere Belediye Başkanlığı

Temsilcisi             :   Ahmet KOÇ (Ballıdere Belediye Başkanı)

 

  1. I.      BAŞVURUNUN KONUSU

 

  1. Başvurucu, 12/11/2012 tarih ve 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Amasya İli, Taşova İlçesi, Ballıdere Belediyesinin tüzel kişiliğinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüşecek olması nedeniyle “yerel yönetim ilkesi” nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II.          BAŞVURU SÜRECİ

 

  1.  Başvuru, 31/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
  2.  Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 12/2/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

 A. Olaylar

  1.  Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2.  6360 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı uyarınca Türkiye İstatistik Kurumu tarafından tespit edilen 2011 yılı adrese dayalı nüfus sayım sonuçlarına göre nüfusu 2.000’in altında olan belediyelerin tüzel kişiliklerinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüştürülmesi öngörülmüştür.
  3.  Başvurucu, anılan Kanun’a ekli (27) sayılı listenin 96. sırasında tüzel kişiliği kaldırılıp köye dönüştürülen belediyeler arasında yer almaktadır.
  4.  6360 sayılı Kanun, 6/12/2012 tarih ve 28489 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

B. İlgili Hukuk

  1. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları, 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (d) bentleri, 37. maddesinin birinci fıkrası, 6360 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile anılan Kanun’a ekli (27) sayılı liste.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

 

  1. Mahkemenin 12/2/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/12/2012 tarih ve 2012/1327 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

 A.Başvurucunun İddiaları

 

10. Başvurucu, 6360 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Türkiye İstatistik Kurumu tarafından tespit edilen 2011 yılı Adrese Dayalı Nüfus Sayım sonuçlarına göre nüfusu 2.000’in altında kaldığından Amasya İli, Taşova İlçesi, Ballıdere Belediyesinin tüzel kişiliğinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüştürülmesi nedeniyle beldelerinde ikamet eden kişilerin yerel yönetim haklarının ellerinden alındığını belirterek, Anayasa’nın 127. maddesindeki “yerel yönetim ilkesi” nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

 B. Değerlendirme

 

11. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

12. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

13. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

“Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz.”

14. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla medeni haklara sahip gerçek ve tüzel kişiler bireysel başvuru yönünden dava ehliyetine sahiptir.

15. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği kurala bağlanmış, buna karşılık aynı maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde ise kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapamayacakları belirtilmiştir.

16. Anılan (2) numaralı fıkrada belirtilen “kamu tüzel kişisi” kavramı içine, merkezi idare birimleri yanında, mahalli idareler de girmektedir. Bu açıdan mahalli idareler üzerindeki vesayet denetiminin geniş veya dar olmasının ya da ilgili idarenin tarafı bulunduğu hukuki ilişkinin niteliğinin bir önemi yoktur.

17. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları uyarınca “belediye”, belde sakinlerinin mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulan, kuruluş esasları kanunla düzenlenen ve merkezi idarenin idari vesayet denetimi altında bulunan kamu tüzel kişiliğine sahip bir mahalli idare birimidir. 5393 sayılı Kanun’a göre ise karar organları seçimle işbaşına gelen belediye; yönetmelik çıkarma, yasak koyup uygulama, ceza verme, vergi, resim, harç, katkı ve katılma payı tarh, tahakkuk ve tahsil etme gibi kamu gücü ayrıcalıkları ve yetkileriyle donatılmıştır.

18. Bireysel başvuru, kamu gücünün kullanılmasından kaynaklanan hak ihlallerine karşı tanınan bir yol olduğundan kamu tüzel kişilerine bireysel başvuru hakkı tanınmaması, bu anayasal kurumun hukuki niteliğinden kaynaklanmaktadır.

19. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karar organları seçimle işbaşına gelen ve kamu tüzel kişiliğini haiz mahalli idare birimi olan belediyeye, kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapamayacaklarını hükme bağlayan 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yapma hakkı tanınmamıştır.

20. Somut olayda başvuru, kamu tüzel kişisi olan Ballıdere Belediyesini temsilen yapılmıştır. Oysa başvurucunun kamu tüzel kişisi olması nedeniyle bireysel başvuru ehliyeti bulunmamaktadır.

21. Açıklanan nedenlerle kamu tüzel kişisi olan başvurucunun bireysel başvuru ehliyeti bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 V. HÜKÜM

 Başvurunun, “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 12/2/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

 

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

Şub21
2013
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

(12 Şubat 2012 günlü 28557 sayılı Resmi Gazete)

ESAS NO : 2012/105, KARAR NO: 2012/277,KARAR TR : 24.12.2012

 

(Hukuk Bölümü)

ÖZET      : Bir idari işlem ya da eylemden kaynaklanmayan, bir ayni hakka vaki müdahale teşkil etmesi itibariyle haksız fiil teşkil eden idare faaliyetinden doğan tazminat istemli davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı    : TEİAŞ Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili       : Av. A.G.

Davalı     : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili       : Av. G.A.             (İdari Yargıda)

Av. Z.A.   (Adli Yargıda)

O L A Y    : Davacı vekili tarafından, 380 kv Kayseri-Kapasitör-Gölbaşı Kuzey Enerji İletim Hattının 4685-4686 nolu direkleri arasında irtifak hakkını ihlal ederek hat altında can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde davalı idarece Gölbaşı-Örencik-Gerder-Taşçılar Sitesi yolunda yapılan dolgu neticesinde yol kotunun5 metreyükselmesi suretiyle yapılan haksız müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirme, ayrıca yapılan dolgu neticesinde oluşan ve can ve mal emniyeti açısından tehlike meydana getiren 380 kv Kayseri-Kapasitör-Gölbaşı Güney Enerji İletim Hattının 5691 nolu direğinin C-D ayaklarındaki hafriyatın temizlenmesi, istinat duvarı çekilerek direğe yapılan müdahalenin önlenmesi talebiyle Ankara 9. İdare Mahkemesinin 2008/753 esasında kayıtlı davanın, 154 kv Gölbaşı PTT Emirler 1-2 Enerji iletim hattının 11-12 nolu direkleri arasına isabet eden Gölbaşı-Örencik-Gerder-Taşçılar Sitesi yolunda can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde yapılan dolgu neticesi yol kotunun5 metreyükselmesi suretiyle yapılan haksız müdahalenin önlenmesi ve iletim hatları iletkenleri ile yol arasındaki 8 metrelik düşey emniyet mesafesinin sağlanabilmesi için yol kotunun1,33 metreaşağı çekilmesine karar verilmesi talebiyle de Ankara 14. İdare Mahkemesinin 2008/494 esasında kayıtlı davanın açıldığı, ihlallerin giderilmesi için davalı idarece hiçbir girişimde bulunulmaması ve açılan davanın sonuçlanmasının uzun sürebileceği, bu arada can ve mal güvenliğinin tehlikede olması nedeniyle bahsi geçen enerji iletim hatlarının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun hale getirilmesi için toplam 290.023,92 TL giderde bulunulduğu belirtilerek, söz konusu zararın faizi ile birlikte tazmini için idari yargı yerinde dava açılmıştır.

ANKARA 2. İDARE MAHKEMESİ; 25.02.2010 gün ve E:2008/2044, K:2010/246 sayı ile, uyuşmazlığın esasını davalı idarenin davacı şirkete ait elektrik iletim hattına yaptığı haksız müdahalenin oluşturduğu, bu sebeple uğranıldığı öne sürülen zararın da idari eylemden değil haksız fiilden kaynaklandığını belirterek, davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğundan bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

GÖLBAŞI/ANKARA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 10.03.2011 gün ve E:2010/294, K:2011/149 sayı ile, bir kamu teşekkülü tarafından verilen karar üzerine, kamu yararına dayanılarak bir kamu tesisi yapılması sonucunda bir kimsenin uğradığı zararın idari karar ve idari eylem sonucunda meydana gelen zarar olduğunu, Anayasanın 125.maddesinde belirtildiği üzere idarenin her türlü eylem ve işlemi karşısında yargı yolunun açık olduğunu, idarenin kendi eylem ve işleminden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunu, idareye karşı açılacak olan iptal ve tazminat davalarının idare mahkemelerinde öne sürülmesinin gerektiğini, bir kamu teşekkülünün görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırmasının idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp o plan ve projeler gereği işi görmesinin de kararın sonucu olan bir idari eylem olduğunu, bir idari işlem ve kararın uygulanmasında hizmet kusurunun olup olmadığı yönünü incelemenin idari yargının görevi olduğunu belirterek, davanın görev yönünden reddine karar vermiş olup, yapılan temyiz başvurusu üzerine, YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ’nin 23.01.2012 gün ve E:2012/243, K:2012/607 sayılı kararıyla hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 24.12.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre,

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargının, adli yargı yerince de idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararları bulunmakta olup, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyaları da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacı vekili tarafından, TEİAŞ Genel Müdürlüğüne ait 380 kv Kayseri-Kapasitör-Gölbaşı Kuzey Enerji İletim Hattının 4685-4686 nolu direkleri arasında irtifak hakkını ihlal ederek hat altında can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde davalı idarece Gölbaşı-Örencik-Gerder-Taşçılar Sitesi yolunda yapılan dolgu neticesinde yol kotunun5 metreyükselmesi suretiyle yapılan haksız müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirme, ayrıca yapılan dolgu neticesinde oluşan ve can ve mal emniyeti açısından tehlike meydana getiren 380 kv Kayseri-Kapasitör-Gölbaşı Güney Enerji İletim Hattının 5691 nolu direğinin C-D ayaklarındaki hafriyatın temizlenmesi, istinat duvarı çekilerek direğe yapılan müdahalenin önlenmesi talebiyle Ankara 9. İdare Mahkemesinin 2008/753 esasında kayıtlı davanın, 154 kv Gölbaşı PTT Emirler 1-2 Enerji iletim hattının 11-12 nolu direkleri arasına isabet eden Gölbaşı-Örencik-Gerder-Taşçılar Sitesi yolunda can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde yapılan dolgu neticesi yol kotunun5 metreyükselmesi suretiyle yapılan haksız müdahalenin önlenmesi ve iletim hatları iletkenleri ile yol arasındaki 8 metrelik düşey emniyet mesafesinin sağlanabilmesi için yol kotunun1,33 metreaşağı çekilmesine karar verilmesi talebiyle de Ankara 14. İdare Mahkemesinin 2008/494 esasında kayıtlı davanın açıldığı, ihlallerin giderilmesi için davalı idarece hiçbir girişimde bulunulmaması ve açılan davanın sonuçlanmasının uzun sürebileceği, bu arada can ve mal güvenliğinin tehlikede olması nedeniyle bahsi geçen enerji iletim hatlarının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun hale getirilmesi için toplam 290.023,92 TL giderde bulunulduğu belirtilerek, söz konusu zararın faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden;davanın temelini oluşturan olayların, davacı tarafından, davalı idarece, enerji iletim hattının bir kısım direkleri arasındaki irtifak hakkının ihlal edilerek hat altında can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde, yolda yapılan dolgu neticesinde yol kotunun yükselmesi suretiyle yapıldığı ifade edilen haksız müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirme, ayrıca yapılan dolgu neticesinde oluştuğu ifade edilen ve can ve mal emniyeti açısından tehlike meydana getirdiği belirtilen enerji iletim hattının bir direğinin ayaklarındaki hafriyatın temizlenmesi, istinat duvarı çekilerek direğe yapılan müdahalenin önlenip eski hale getirilmesi istemiyle, ayrıca başka bir enerji iletim hattının bir kısım direkleri arasına isabet eden yolda can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde yapıldığı ifade edilen dolgu neticesinde yol kotunun yükselmesi suretiyle yapıldığı ifade edilen haksız müdahalenin önlenmesi ve iletim hatları iletkenleri ile yol arasındaki emniyet mesafesinin sağlanabilmesi için yol kotunun aşağı çekilmesine karar verilmesi istemiyle açılan davalara rağmen, davalı idarece bu ifade edilen ihlallerin giderilebilmesi için hiçbir girişimde bulunulmaması, bununla birlikte açılan davaların sonuçlanmasının uzun sürebileceği, bu arada can ve mal güvenliğinin tehlikede olması nedeniyle bahsi geçen enerji iletim hatlarının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun hale getirilmesi için yapıldığı belirtilen 290.023,92 TL tutarındaki harcamadan kaynaklandığı, iş bu bedelin de faizi ile birlikte tazmini istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Davacı Şirketin elektrik direkleri altına isabet eden taşınmazlarda 221(Amme Hükmi Şahısları Veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun) sayılı ve 2942 sa­yılı Kanun hükümleri uyarınca idari irtifak hakkı bulunmaktadır.İdari irtifak hakları idarenin kamu yararına özel mülkiyete ait taşın­mazlar üzerinde tesis ettiği yükümlülüklerdir. Bu nedenle sözü edilen yerler, kamu emlaki niteliği taşımaktadır.2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 30. maddesinde kamu tüzel kişilerinin ve ku­rumlarının sahip oldukları taşınmaz mal, kaynak veya irtifak haklarının di­ğer bir kamu tüzel kişisi veya kurumu tarafından kamulaştırılamayacağı; taşınmaz mala, kaynak veya irtifak hakkına ihtiyacı olan idarenin ödeyeceği bedeli de belirtmek suretiyle mal sahibi idareye yazılı olarak başvuracağı, olumsuz yanıt aldığında konunun Danıştay İdari dairesince incelenerek ke­sin olarak karara bağlanacağı, bedelde anlaşmazlık doğduğu takdirde uyuş­mazlığın 3533 sayılı Kanun hükümlerine gitmeksizin yetkili asliye hukuk mahkemesinde çözümleneceği belirtilmektedir.Davalı belediyenin, TEİAŞ’ın idari irtifak hakkına sahip olduğu alanda yol yapımına girişmeden önce bu maddede öngörülmüş bulunan ve bu uyuşmazlıkta idari nitelikte tek çözüm şekli olan başvuruyu yapmadan başka bir deyişle Kanunda öngörülen usul ve esaslara uygun şekilde tasarrufta bulunmadan, davacı kurumun ayni hakkına vaki müdahalesinin haksız fiil niteliğinde bir el atma olduğunun kabulü gerekmektedir. Hal böyle olunca, bu haksız ve kanunsuz el atmayı; “İdari İşlem” ya da “İdari Eylem” sayma olanağı yoktur. Bu müdahalenin, bir kamu hizmetinin ifası nedeniyle yapıl­mış olması; tarafların kamu kurumu olmaları, yapılan işe bir idari eylem niteliğini kazandırmaz.

6098 sayılı Borçlar Kanununun 49. ve müteakip maddele­rinde haksız fiilden doğan davalar, 4721 sayılı Türk Medeni Kanu­nun 683. maddesinde ise el atmanın önlenmesi davaları düzenlenmiştir. Bu tür davaların adli yargı düzeninde yer aldığı tartışmasızdır.Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.Bu durumda açılan davanın, idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak kurulmuş bir işleme karşı ya da bu nitelikteki işlem ve eyleminden doğan zararların tazminine yönelik olarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1. maddesinde belirtilen dava türlerinden olmadığı anlaşıldığından, müdahalenin men’i (el atmanın önlenmesi), müdahaleyi oluşturan kısımların kal’i ile yıkıntıların kaldırılması temelinden kaynaklanan ve bunların doğal sonucu olan tazminat istemine ilişkin davanın adli yargı düzeninde yer alan bir dava türü ol­ması nedenleriyle uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözüm­lenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle,Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırıl- ması gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Gölbaşı/Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10.03.2011 gün ve E:2010/294, K:2011/149 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 24.12.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

ESAS NO : 2012/231,KARAR NO: 2012/284,KARAR TR : 24.12.2012

 

(Hukuk Bölümü)

ÖZET      : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar              : 1- A.İ.Ş., 2- N.Ş.

Vekili       : Av. A.D.

Davalı                     : Çankaya Belediye Başkanlığı

Vekili       : Av. A.D.

O L A Y    : Davacılar vekili, dava dilekçesinde, müvekkillerinin, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi, 26359 Ada, 1 Parselde bulunan arsa vasıflı taşınmazın hisseleri oranında malikleri olduğunu, taşınmazın tapu kayıtlarında pazar alanında kaldığını, kamu eline geçmeden inşaat uygulaması yapılamayacağı yolunda ibarelerin yer aldığını, ayrıca taşınmazda uzun yıllardır fiili olarak semt pazarı kurulduğunu ve halen kamulaştırma kararı alınmadığını ileri sürerek, haksız ve kamulaştırmasız olarak el atıldığı ileri sürülen taşınmazın, güncel reel değerinin tespiti ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tazmini ve tapu kaydının iptali ile davalı adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili, süresi içinde verdiği dilekçede taşınmazın imar planında açık pazar alanı olarak ayrıldığını ve imar planı doğrultusunda işlem tesis edildiğini, açılan davanın imar mevzuatı çerçevesinde idari yargı yerinde görülmesinin gerektiğini ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 7. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 3.5.2012 gün ve E:2012/40 sayı ile, davanın kamulaştırmasız el atma davası olduğu ve fiili el atmanın da bulunduğu gerekçesiyle davalı vekilinin yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idare vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası örneği Danıştay Başsavcısına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davacı tarafından, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararında, fiili el atma olmadan da hukuki el atmanın kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri sürülmek suretiyle, imar planında okul alanı olarak ayrılan taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği; davalı idarenin yazı ve savunma dilekçelerinden de, anılan taşınmaz üzerine henüz yapılmış bir okul bulunmadığının anlaşıldığı, bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, imar planında okul alanına ayrılması hadisesi sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı, dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku olmadığı ancak; bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmazın pazar yeri olarak gösterilmesinden; bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı, idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12 ve 13’üncü maddeleri uyarınca, idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin gereği olduğu, bu bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı’nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, “hukuki el atma” olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı, dolayısıyla; davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,” hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği bu nedenle, 2247 sayılı Yasa’nın 10’uncu maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, taşınmazın imar planında pazar alanı olarak kullanıma tahsis edildiği, ancak dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylem, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanmakta olup, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 24.12.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı hakkında olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın, imar planındaki düzenleme sonrası belediye yetkili organları tarafından alınmış bir karar ve eylem olmadan arsanın halkın kendiliğinden kullanımı nedeniyle imar amacına hizmet etmesi halinde fiili el atmadan değil hukuki el atmadan bahsedilebileceği nedeniyle, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi, 26359 Ada, 1 Parselde bulunan taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak şartıyla dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle 10.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili ve tapu kaydının iptali istemiyle açılmıştır.Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, dava konusu taşınmazın Çankaya Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 8.2.2012 gün ve 3937 sayılı yazısıyla “Açık Pazar Yeri” olarak belirlendiği, söz konusu alanın KOP kesintilerinden oluştuğu; davacı vekilinin dava dilekçesinde ve Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın 3.5.2012 tarihli duruşmasında anılan taşınmaz üzerinde davalı idare tarafından, istimlak işlemlerine geçilmeksizin belediye hizmetlerinde kullanıldığının ileri sürüldüğü; davalı idarece savunma dilekçesinde ve duruşmada bu iddiaya karşı çıkılmadığı anlaşılmıştır.Belediyelerin 3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmaza fiilen el atılarak pazar alanı olarak kullanılması karşısında, idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.

Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.Bu durumda, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü, adli yargı yerinin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısının BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 24.12.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

ESAS NO : 2012/285,KARAR NO: 2012/296,KARAR TR : 24.12.2012

 

(Hukuk Bölümü)

ÖZET :İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı    : A.Y.

Vekili       : Av. S.M.S.

Davalı : Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği

Vekili : Av. D.O.İ.

O L A Y    : Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yakacık Mahallesi, 44234 Ada, 1 Parselde kayıtlı taşınmazın hissedar olarak maliki olduğunu, sözkonusu taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrıldığını, taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL tazminatın yasal faizi ile birlikte tahsili ve taşınmazın davalı adına tescili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili süresi içinde verdiği dilekçede özetle, taşınmaza fiilen el atılmadığını, imar planına dayalı olarak açılan tazminat davalarının görüm ve çözüm yerinin idare mahkemeleri olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.5.2012 gün ve E:2011/548 sayı ile, Mahkemelerinin görevli olduğuna, karar vermiştir.

Davalı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dosya örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davanın, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku olmadığı, ancak; bu sonuç ya sonuçların genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planından kaynaklandığı, bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka bir anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı, idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini talepleri ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 12 ve 13. maddeleri uyarınca idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan Yasa hükümlerinin gereği olduğu, bu bakımdan hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, hukuki elatma olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı, dolayısıyla davanın taşınmazın bedeline tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinin 1. fıkrasının b bendinde yer alan idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği, bu nedenle 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, uyuşmazlık konusu işlemde, taşınmazın imar planında kamu hizmet alanı olarak kullanıma tahsis edildiği, ancak dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atma bulunmadığı, davaya konu, idari eylem, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanmakta olup, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 24.12.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde “davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden” olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmaza, imar planında okul alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; işleyecek yasal faizi ile birlikte şimdilik 1.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili, taşınmazın davalı lehine tapudan terkini istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 – 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parselin imar planında okul alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile bu tür yerlerin bedelinin ödeneceğine karar verildiği, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısım yönünden başvurusunun kabulü ile, Davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısım yönünden BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce REDDİNE İLİŞKİN KARARININ KALDIRILMASINA, 24.12.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

ESAS NO : 2012/548,KARAR NO: 2012/444,KARAR TR : 24.12.2012

 

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 6183 Sayılı Kanun uyarınca tesis edilen haciz işleminin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar              : 1-M.T.Ö., 2-M.S.Ö.

Vekili       : Av. A.S.

Davalı     : Gelir İdaresi Başkanlığı Kocaeli Vergi Dairesi Başkanlığı

Vekili       : Av. M.K.-Hazine Avukatı

O L A Y    : Davacı vekili; davacıların müşterek malik oldukları Kocaeli İli, Yuvacık Köyü, 109 ada, 1 parselde kayıtlı taşınmazda kiracı sıfatıyla faaliyet gösteren A. Özel Eğitim Kurumları AŞ.nin vergi borcu sebebiyle yapılan haciz işleminde, haczedilmesi mümkün olmayan malların haczedildiğinden bahisle haczin kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin 22.06.2010 gün, 22942 sayılı işlemin iptali istemiyle Kocaeli İdare Mahkemesinde dava açmıştır.

KOCAELİ 1.İDARE MAHKEMESİ: 28.09.2010 gün ve E:2010/1053, K:2010/811 sayı ile,dava konusu işlemin, davacıların müşterek olarak malik oldukları taşınmazda kiracı sıfatıyla faaliyet gösteren A. Özel Eğitim Kurumları AŞ.nin vergi borcu sebebiyle yapılan haciz işleminin kaldırılmasına ilişkin istemin reddine dair olduğundan, uyuşmazlığın çözümünün Vergi Mahkemesi’nin görev alanına girdiğinden bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle Kocaeli Vergi Mahkemesi’nde dava açmıştır.

KOCAELİ 1.VERGİ MAHKEMESİ: 30.11.2010 gün ve E:2010/3802, K:2010/3424 sayı ile;olayda, davacıların taşınmazının ayrılmaz parçalarının, bu taşınmazda kiracı bulunan A. Özel Eğitim Kurumları AŞ.nin vergi borçları nedeniyle haczedildiğinin öğrenilmesi üzerine, davacı vekilince davalı idareye istihkak itirazında bulunulduğu, bu itirazın dava konusu işlemle reddi üzerine davanın açıldığı belirtilerek,davacının ileri sürdüğü hususların mülkiyet hakkına dayalı istihkak iddiasından ibaret olduğu, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Kanununun 66.maddesi hükümlerine göre yapılacak başvuru ve itirazlar sonunda idare ile istihkak iddiasında bulunan arasında uyuşmazlık devam ediyorsa, ilgilinin iddiasını ispat için mahkemeye müracaat etmesi gerektiği hususunun madde metninde belirtildiği, bu maddede sözü edilen mahkemenin adli yargı yerlerini ifade ettiği, tamamen 66.maddede öngörülen usullere göre yapılacak itirazlar sonucunda adliye mahkemelerince çözümlenmesi gereken mülkiyete ilişkin uyuşmazlığın, idari yargı yerlerince incelenmesinin mümkün olmadığı belirtilerek davanın adli yargı organlarında açılması gerektiğinden bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

KOCAELİ 2.İCRA HUKUK MAHKEMESİ : 17.03.2011 gün, E:2010/562, K:2011/137 sayı ile;Tepecik Vergi Dairesinin 30.04.2010 tarihli haciz tutanağı ile Kocaeli A. Özel Eğitim Kur. AŞ. Başiskelede bulunan işyerinde haciz yapılarak şikayete konu menkullere haciz konulduğu, ancak 6183 sayılı yasanın 66.maddesine göre hacze ilişkin başvuru ve itirazlara ilişkin inceleme yetkisinin icra hukuk mahkemesinin yetki ve görev alanına girmediğinden bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş olup, yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 17.01.2011 gün, E:2011/13492, K:2010/640 sayı ile mahkeme kararının onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekilinin, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi yolunda verdiği dilekçe üzerine dava dosyası mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 24.12.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idare mahkemesince vergi mahkemesinin, vergi mahkemesince de adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararları bulunmakta olup, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların taşınmazının ayrılmaz parçalarının, bu taşınmazda kiracı olarak bulunan A. Özel Eğitim Kurumları AŞ.nin vergi borçları nedeniyle haczedildiğinin öğrenilmesi üzerine, davacılar vekilince davalı idareye istihkak itirazında bulunulması ve bu itirazın reddi üzerine davacılar vekili tarafından söz konusu haczin kaldırılması istemiyle açılmıştır.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un “Amme Alacağının Cebren Tahsili” hakkındaki İkinci Kısmın Birinci Bö­lümü’nde yer alan 54-76. maddelerinde cebren tahsil ve takip esasları genel olarak düzenlenmiş olup, “Haciz” başlığını taşıyan 62. maddesinde, “Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.

(Ek fıkra: 16/7/2004-5228/12 md.) Maliye Bakanlığı amme alacaklarının takibinde haczolunacak malların tespiti amacıyla yapılacak mal varlığı araştırmasının şekli, alanı ve kapsamı ile araştırma yapılacak amme alacaklarının türü ve tutarını belirlemeye yetkilidir. Bu yetki alacaklı amme idaresi itibarıyla da kullanılabilir.Borçlu tarafından başkasının olduğu beyan veya üçüncü şahıs tarafından ihtiyaten haciz veya istihkak iddia edilmiş bulunan malların haczi en sonraya bırakılır.

Ancak haczolunan gayrimenkul artırmaya çıkarılmadan, borçlu, borcun itfasına yetecek menkul mal veya vadesi gelmiş sağlam alacak gösterirse gayrimenkul üzerinde haciz baki kalmak üzere gösterilen menkul veya alacak da haczolunur.

Şu kadar ki, bu suretle mahcuz kalan gayrimenkulün idare ve işletmesine ve hasılat ve menfaatlerine tahsil dairesi müdahale etmez.

Tahsil dairesi alacaklı amme idaresi ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğu kadar telif etmekle mükelleftir”, ve 88. maddesinin birinci fıkrasında da, “Her türlü gayrimenkul malların, gemilerin haczi sicillerine işlenmek üzere haciz keyfiyetinin tapuya veya gemi sicillerinin tutulduğu daireye tebliğ edilmesi suretiyle yapılır(…)” hükmü yer almıştır.

Olayda, davacı ile davalı şirket arasında kira sözleşmesi olup, davalı şirketin Kocaeli Vergi Dairesi Başkanlığı Tepecik Vergi Dairesi Müdürlüğüne olduğu belirtilen vergi borcu sebebiyle davacıya ait olan taşınmazda haciz işlemi yapılmış ve bir kısım eşyalar haczedilmiş, davacı tarafından da söz konusu haczin kaldırılması istemi ile dava açılmıştır.

Vergi Dairesince, 6183 sayılı Yasa’ya göre kamu alacağının(vergi borcunun) tahsili amacıyla kamu gücüne da­yalı, resen ve tek yanlı olarak tesis edilen haciz işlemi, idari bir işlem niteli­ğini taşımakta olup, her iki yargı yerinde de haciz işlemine karşı dava açılmıştır.Bu durumda, haczin kaldırılması istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesi kapsamında görüm ve çözümünde idari yargının ve vergi mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varıldığından, Vergi Mahkemesince verilen görevsizlik kararı­nın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kocaeli 1. Vergi Mahkemesi’nin 30.11.2010 gün ve E:2010/3802, K:2010/3424 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 24.12.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • —

ESAS NO : 2012/549,KARAR NO: 2012/445,KARAR TR : 24.12.2012

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Kira sözleşmesinden kaynaklanan tazminat davası istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı    : H.C.

Vekili       : Av. A.A.

Davalı     : Karaburun Kaymakamlığı Mal Müdürlüğü

Vekili       : Av. S.B. – Hazine Vekili

O L A Y    : Davacı dilekçesinde özetle; İzmir İli, Karaburun İlçesi, Haseki Köyünde bulunan mülkiyeti hazineye ait olan 1250 parsel sayılı477.250 m2yüz ölçümündeki taşınmazın280.000 m2lik kısmını 02.10.2006 tarihinde davalı idareden ağaçlandırmak amacı ile 10 yıl süre ile kiraladığını, söz konusu kira sözleşmesinin 20.01.2012 tarihinde tek taraflı olarak feshedildiğini belirterek sözleşmenin feshine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili süresi içerisinde cevap dilekçesini sunmuş ve görev itirazında bulunmuştur.

İZMİR 4. İDARE MAHKEMESİ; 20.06.2012 tarih, E:2012/368 sayı ile özetle; mülkiyeti hazineye ait olup ağaçlandırılmak için davacıya kiralanan taşınmazın kira sözleşmesinin feshine ilişkin davalı idarenin işleminin iptali istemi ile açılan davada, söz konusu işlemin kamu gücüne dayalı olarak re’sen ve tek taraflı irade açıklaması sonucu tesis edilmiş olması sebebiyle uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiğinden bahisle görev itirazının reddine karar verilmiştir.

Davalı idare vekilinin, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY BAŞSAVCISI; Davalı idarenin, 29.11.2010 tarihli Özel Ağaçlandırma Sahası Arazi İnceleme Tutanağı ile; kiralanan arazide dikilen zeytin ağaçlarının sözleşme şartlarına uygun şekilde bakılmaması kısmen kuruması ve arazinin yabani bitkilerle kaplanması nedeniyle, sözleşmeyi tek taraflı olarak iptal ettiğini, davaya konu olayda, davacı ile davalı idare arasında yapılan kira sözleşmesi uyarınca davacının hazine arazisinde ağaçlandırma faaliyeti yürüttüğünü, bu faaliyetin sözleşme hükümlerine göre yürütülmemesi nedeniyle, sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan sorunlar gerekçe gösterilerek iptal edildiğinin anlaşıldığını, arazinin kiralanmasından önceki idari işlemlerin denetiminin idari yargı yerince yapılmasının gerektiği ancak, tarafların serbest iradeleri ile kurulan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan sorunların özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde görüm ve çözümünün gerektiğini, sözleşmenin, Uyuşmazlıkların Çözümü başlıklı 22.maddesinde de, sözleşmeden kaynaklanan sorunların çözümünde genel mahkemelerin yetkili olacağının belirtildiği ifade edilerek, davaya konu uyuşmazlıkta adli yargı yerinin görevli olduğunu ifade etmiş ve 2247 sayılı yasa’nın 10. ve 13. maddeleri uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 24.12.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Tuncay DÜNDAR’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı tarafından İzmir İli, Karaburun İlçesi, Haseki Köyünde bulunan 1250 parsel sayılı477.250 m2yüz ölçümlü arazi içerisinde yer alan280.000 m2miktarındaki taşınmaz zeytin ağacı dikilmek suretiyle ağaçlandırılmak üzere, davalı idareden yıllık 575,00 TL kira bedeli ile Karaburun Noterliğinin 19.12.2006 tarihli onaylı kira sözleşmesi ile kiralanmış ve 02.10.2006 tarihinde davacıya teslim edilmiştir. Teslim tarihinden sonra davalı idare tarafından 20.01.2012 tarih, 102 sayılı işlem ile, kira sözleşmesinde yer alan şartlara uyulmaması nedeniyle, sözleşmenin tek taraflı iptali yoluna gidilmiş, davacı tarafından, bu işlemin iptali istemi ile idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davacı ile davalı idare arasında yapılan kira sözleşmesinin 3. maddesinde kira süresinin 10 yıl olduğu, kiranın sözleşmenin imzalandığı tarihten başladığı, taşınmazın Çevre vwe Orman Bakanlığınca onaylanan ağaçlandırma projesine uygun olarak ağaçlandırıldığı takdirde, sürenin10’ar yıllık dilimler halinde, projesinde belirtilen süre kadar uzatılabileceği, 5.maddesinde kiralanan alan sınırları içerisinde Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğünce onaylanan ön etüt raporu/uygulama projesi ve rapordaki/projedeki teknik esaslar doğrultusunda ağaçlandırmanın yapılacağı belirtilmiş olup, 14. maddede kira sözleşmesinin feshini gerektiren haller sayılmış, 22.maddede ise uyuşmazlıkların çözüm yerinin taşınmazın bulunduğu yer icra daireleri ve mahkemeleri olduğu ifade edilmiştir.Dosyanın incelenmesinden, Hazine adına kayıtlı olan taşınmazın, davacı H.C.’a ağaçlandırma sahası olarak kullanmak üzere 10 yıllığına kiraya verildiği ve 02.10.2006 tarihinde teslim edildiği, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Denetim Komisyonunun 17.02.2009 tarihli denetimi sonucunda düzenlenen Arazi İnceleme Tutanağında belirtilen eksiklerin giderilmesi için davacıya tebliğ yapıldığı, bu tebliğden sonra ise 20.01.2012 tarihinde sözleşmenin 17.01.2012 tarihinden itibaren feshedildiğine dair tebliğ yapıldığı, davacı tarafından bu fesih işleminin iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.Dolayısıyla hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazın kiracısı olan davacı ile davalı idare arasında düzenlenmiş bulunan kira sözleşmesi yoluyla Borçlar Kanununda ifadesini bulan kiracı-kiralayan ilişkisinin kurulduğu anlaşılmıştır

Yukarıda belirtildiği üzere ve olayda idarece kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı olarak tesis edilmiş bir işlem veya alacağın idari usullerle (kamu alacağının tahsili hakkındaki 6183 sayılı A.A.T.U.H.K. gibi) tahsil edilmesi söz konusu olmayıp, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin uygulanmasından doğan davanın, özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının, İdare Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ   : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN İzmir 4. İdare Mahkemesi’nin 20.06.2012 tarih, E:2012/368 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 24.12.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

İmar Kararı

Ara25
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

          ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Esas Sayısı : 2011/36,Karar Sayısı : 2011/181,Karar Günü : 29.12.2011

( 05.04.2012gün ve 28225 sayılı R.G.)

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : İzmir 3. İdare Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun, 9.12.2009 günlü, 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 42. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “…32…” ibaresinin, Anayasa’nın 2. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Davacının ruhsat almaksızın yaptığı öne sürülen yapının 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi gereğince yıkılmasına ve aynı Kanun’un 42. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacıya idari para cezası uygulanmasına dair belediye encümeni kararının iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“Davacı… vekili Av…. tarafından, İzmir İli, Gaziemir İlçesi, Hürriyet Mahallesi, 1060 Sokak, No:51 adresinde ve tapunun 11553 ada, 2 parselde kayıtlı taşınmazda ruhsatsız yapıldığı öne sürülen inşaatın 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi gereğince yıkımına ve davacının aynı Yasanın 42. maddesi uyarınca 9.391,12-TL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Gaziemir Belediye Encümeni’nin 02/12/2010 günlü, 795 sayılı kararının iptali istemiyle Gaziemir Belediye Başkanlığı’na karşı açılan davada, uyuşmazlığın konusu para cezasının dayanaklarından birisi olan 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 09/12/2009 günlü, 5940 sayılı Yasa ile değişik 42. maddesinin 3. fıkrasının “18, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 40 ve 41 inci maddelerde belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya bu maddelere aykırı davranan yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere, yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı olmak üzere ikibin Türk Lirası, bu fiillerin çevre ve sağlık şartlarına aykırı olması halinde dörtbin Türk Lirası, can ve mal emniyetini tehdit etmesi halinde altıbin Türk Lirası idari para cezası verilir.” şeklindeki hükmünde yer alan, aynı Kanunun 32. maddesini ifade eden, “32” ibaresinin Anayasa hükümlerine aykırı olduğu düşüncesi ile 2949 sayılı Yasanın 28. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesince “somut norm denetimi” yapılmak üzere Anayasa’ya aykırılık itirazında bulunulması gerektiği sonucuna varılmakla işin gereği görüşüldü:

Uyuşmazlık konusu olayda, davacı tarafından ruhsatsız olarak 121 m2 ebadında zemin üstü (kolon betonları dökülmüş, tuğla duvarları örülmüş, tabliyenin betonları dökülüyor vaziyette) 2. katının inşa edildiğinin 11/11/2010 günlü Yapı Tatil Zaptı ile tespit edildiği ve yapının mühürlenerek inşaatın durdurulduğu, sonrasında dava konusu Gaziemir Belediye Encümeni’nin 02/12/2010 günlü, 795 sayılı kararı ile davacının, söz konusu eylemi nedeniyle 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5940 sayılı Yasa ile değişik 42. maddesinin 2. fıkrası uyarınca hesaplanan 7.347,12-TL ve davacının yine aynı maddenin 3. fıkrasında atıf yapılan Yasanın 32. maddesine aykırı davrandığından bahisle 2.044,00-TL (yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanan tutar) olmak üzere toplam 9.391,12-TL para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, Gaziemir Belediye Encümeni’nin yıkım ve para cezasına konu 02/12/2010 tarih ve 795 sayılı kararının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

3194 sayılı Yasanın 42. maddesinde düzenlenen idari para cezaları, imar ve kamu düzenine aykırı davranışların önlenmesi amacıyla, araya yargısal bir karar girmeden, idarenin doğrudan işlemiyle idare hukukuna özgü usullerle kesilen ve uygulanan yaptırımlardır. 09/12/2009 günlü, 5940 sayılı Yasa ile değişik söz konusu maddenin 2. fıkrası hükmü, ruhsat alınmadan, ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapının yapıldığı yönündeki idarenin tespiti üzerine fıkrada belirtilen kıstaslar çerçevesinde para cezası verilmesini öngörmektedir. Anılan maddede para cezası kesilmesinin sebep unsurunu oluşturan davranışlar; “ruhsat alınmadan yapı yapılması”, “ruhsat veya eklerine aykırı yapı yapılması” ve “imar mevzuatına aykırı yapı yapılması” olarak sayılmıştır.

Aynı maddenin 3. fıkrasında ise; “18, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 40 ve 41. maddelerde belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya bu maddelere aykırı davranan yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere, yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı olmak üzere ikibin Türk Lirası, bu fiillerin çevre ve sağlık şartlarına aykırı olması halinde dörtbin Türk Lirası, can ve mal emniyetini tehdit etmesi halinde altıbin Türk Lirası idari para cezası verilir.” hükmü yer almaktadır.

Yukarıda yer verilen 42. maddenin 3. fıkrası hükmünde, “32. maddede belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmemek” veya “32. maddeye aykırı davranmak” hallerinin de ayrıca para cezası gerektirdiği ifade edilmektedir.

3194 sayılı Yasanın “Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar” başlıklı 32. maddesinde; “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (…) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Yasanın 32. maddesi hükmünde, aynı Yasanın 42. maddesinin 3. fıkrasında atıf yapılan “32. maddeye aykırı davranmak” halleri; “ruhsat alınmadan yapıya başlanılması” veya “ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapılması” şeklinde ifade edilmiş, “32. maddede yer alan mükellefiyetler” ise; (yapının ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlandığının tespiti üzerine tespit tarihinden itibaren en çok bir ay içinde) “yapının ruhsata uygun hale getirilmesi” veya “ruhsat alınması” olarak belirtilmiştir.

Bu açıklamalar çerçevesinde, 3194 sayılı Yasanın 5940 sayılı Yasa ile değişik 2. ve 3. fıkralarında para cezası kesilmesini gerektiren davranışlar, “ruhsat alınmadan yapı yapılması” veya “ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapılması” olarak karşımıza çıkmaktadır.Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu belirtilmiştir.Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.Yukarıda belirtildiği gibi hukuk devleti ilkeleri gereği kişi aynı eylem nedeniyle birden fazla yargılanmaz ve cezalandırılmaz. Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığının tespiti üzerine idare tarafından, ilgilisi “ruhsat almadan veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yaptığı” gerekçesiyle İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 2. fıkrası uyarınca para cezası ile cezalandırılmasının yanı sıra itiraz konusu 3. fıkraya göre de aynı nedenlerle ayrıca bir para cezası ile cezalandırılması ihtimali ortaya çıkacaktır.

Böyle bir olasılığın varlığı, 3194 sayılı Yasanın 42. maddesinin 3. fıkrasındaki “18, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 40 ve 41. maddelerde belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya bu maddelere aykırı davranan yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere, yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı olmak üzere ikibin Türk Lirası, bu fiillerin çevre ve sağlık şartlarına aykırı olması halinde dörtbin Türk Lirası, can ve mal emniyetini tehdit etmesi halinde altıbin Türk Lirası idari para cezası verilir.” hükmünde 32. maddeye yönelik düzenlemeyi (“32” ibaresini), Anayasanın hukuk devleti ilkesinin düzenlendiği 2. maddesine aykırı hale getirmektedir.

Nitekim, 5940 sayılı Yasanın, TBMM’ne ait internet sitesinde yer alan madde gerekçelerinin uyuşmazlığa konu fıkraya ilişkin bölümünde, 32. maddeye atfen yapılan düzenlemeye yönelik bir açıklamaya da yer verilmemiştir.

Diğer yandan, İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 3. fıkrası, aynı Yasanın 32. maddesinde belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen bir kişinin ayrıca para cezası ile cezalandırılacağını öngörmektedir.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5940 sayılı Yasa ile değişik 42. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır.” hükmü yer almaktadır.

Söz konusu fıkra ile, aynı maddenin 3. fıkrası hükmünde öngörülen para cezasının da tespit tarihinden itibaren 10 iş günü içinde kesileceği kuralı getirilmektedir.

Yasanın 42. maddesinin 3. fıkrasında, aynı Yasanın 32. maddesinde ifade edilen mükellefiyetlerin yerine getirilmemesinin para cezasını gerektireceği öngörülmekle beraber, 32. maddede, “yapının ruhsata uygun hale getirilmesi” veya “ruhsat alınması” şeklindeki mükellefiyetlerin tespit tarihinden itibaren en çok bir ay içinde yerine getirilmesi kuralı yer almaktadır.Bu haliyle, “ruhsat alınmadan yapıya başlayan” veya “ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapan” bir kişinin, ruhsat alması veya yapısını ruhsata uygun hale getirmesi için gerekli bir aylık süre dolmadan Yasanın 42. maddesinin 1. fıkrası uyarınca 10 gün içinde para cezası ile cezalandırılması şeklinde bir durum ortaya çıkacaktır. Diğer bir ifadeyle, ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapan bir kişi, tespit tarihini takip eden 10 günün sonrasında bir aylık süre dolmadan ruhsat almak veya yapısını ruhsata uygun hale getirmek istese bile 42. maddenin 1. fıkrası uyarınca tespit tarihinden itibaren 10 iş günü içinde aynı maddenin 3. fıkrasında öngörülen para cezası ile cezalandırılması imkanı ortaya çıkacaktır.Bu durum, 3194 sayılı Yasanın 42. maddesinin 3. fıkrasında, 32. maddeye atfen “mükellefiyetlerini yerine getirmemek” nedeniyle verilecek para cezasını aynı şekilde, Anayasanın hukuk devleti ilkesinin düzenlendiği 2. maddesine aykırı hale getirmektedir.Açıklanan nedenlerle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5940 sayılı Yasa ile değişik 42. maddesinin 3. fıkrasında yer alan; “32” ibaresinin iptali isteğiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddeleri uyarınca kararımız ile dava dosyasının onaylı bir örneğinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın bir örneğinin bilgi amacıyla taraflara tebliğine, 25/02/2011 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

3194 sayılı İmar Kanunu’nun, 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 42. maddesinin, itiraz konusu ibareyi de içeren üçüncü fıkrası şöyledir:

“18, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 40 ve 41 inci maddelerde belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya bu maddelere aykırı davranan yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere, yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı olmak üzere ikibin Türk Lirası, bu fiillerin çevre ve sağlık şartlarına aykırı olması halinde dörtbin Türk Lirası, can ve mal emniyetini tehdit etmesi halinde altıbin Türk Lirası idari para cezası verilir.”

B- İlgili Görülen Yasa Kuralı

3194 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili görülen 32. maddesi şöyledir:

“Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (…) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”

 

C- Dayanılan Anayasa Kuralı

Başvuru kararında Anayasa’nın 2. maddesine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 14.4.2011 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralı ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:Başvuru kararında, ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere ya da imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin ikinci ve itiraz konusu ibareyi de içeren üçüncü fıkraları uyarınca iki ayrı idari yaptırım uygulanmasının, aynı eylem için mükerrer ceza tatbiki anlamına geldiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.İtiraz konusu kural, İmar Kanunu’nun 32. maddesine yapılan yollamaya ilişkindir. Söz konusu maddede, ruhsat almadan yapıya başlayan veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yaptığı tespit edilen yapı sahibine bir ay içerisinde, yapı ruhsatsız ise ruhsat alma, ruhsat ve eklerine aykırı ise ruhsata uygun hâle getirme, bu iki şekilde hukuka aykırılık giderilmemiş ise yapıyı yıkma mükellefiyetleri öngörülmüş, bu yükümlülükleri yerine getirmemenin yaptırımı, anılan Kanun’un 42. maddesinin üçüncü fıkrasında belirlenmiştir. Söz konusu fıkrada geçen “bu maddeye aykırı davrananlar” ibaresi 32. maddede sayılan yükümlülükleri yerine getirmemeyi ifade etmektedir.Kanun’un 42. maddesinin ikinci fıkrasında, ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere ya da imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fennî mesullere; yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre nispi olarak idari yaptırım öngörülmektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise bu fıkradan farklı olarak verilen süre içerisinde yükümlülüklerini yerine getirmeyenler için maktu para cezası öngörülmektedir. Bu durumda ikinci fıkrada imar mevzuatına aykırı yapı yapılması cezalandırıldığı hâlde, üçüncü fıkrada verilen süre içerisinde saptanan aykırılığın giderilmemesi cezalandırılmaktadır.Açıklanan nedenlerle, farklı eylemlere, şartları oluştuğunda ayrı ayrı ceza uygulanması mükerrer cezalandırma olarak nitelendirilemeyeceğinden kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

VI- SONUÇ

3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 9.12.2009 günlü, 5940 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 42. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “… 32 …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 29.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 Danıştay  Ondördüncü  Daire, Esas: 2011/5212,Karar : 2011/7,Tarih:01.06.2011

Özeti : İmar mevzuatına aykırı yapıların, öngörülen sürede kaldırılması, aksi takdirde 3194 sayılı Kanun’un 32. ve 42. maddeleri ile Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesi uyarınca işlem yapılacağı yönünde tesis edilen işlemlerin idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem niteliğinde olduğu hakkında.

Temyiz İsteminde Bulunan : … T.A.Ş

Vekili : Av.…

Karşı Taraf : Pendik Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. …

İstemin Özeti : İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 8.10.2010 günlü, E:2010/1489, K:2010/1416 sayılı kararının, usul ve yasaya uygun olmadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti:Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, usul ve kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Ondördüncü Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeyerek, işin gereği görüşüldü:

Dava; İstanbul İli, Pendik İlçesi, Velibaba Mahallesi, Ankara Caddesi üzerinde davacı bankaya ait ATM cihazının üç (3) gün içinde kaldırılması, aksi takdirde İmar Kanunu’nun 32. ve 42. maddeleri ve Türk Ceza Kanun’unun 184. maddesi uyarınca işlem yapılacağına dair 28.6.2010 tarih ve 4655-37976 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince dosyasının incelenmesinden; dava konusu işlemin, encümen tarafından alınacak olan yıkım ve para cezasına ilişkin işlemler yönünden idarece yapılan bir ön çalışma niteliğinde olduğu, tek başına davacının menfaatini ihlal eden kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelik taşımadığı, bu haliyle bir yaptırım içermediği gibi icrailik niteliği bulunmadığı anlaşıldığından, davanın esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.3194 sayılı İmar Kanununun 32.maddesinde; bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç, ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığının ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumunun tespit edileceği, yapının mühürlenerek inşaatın derhal durdurulacağı,durdurmanın yapı tatil zaptının, yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılacağı, bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibince yapının ruhsata uygun hale getirilmemesi halinde ruhsata aykırı yapının yıktırılması yolunda işlem tesis edileceği hükme bağlanmıştır.Dosyanın incelenmesinden; davacı bankaya ait ATM cihazının ruhsatsız olduğu, üç (3) gün içinde kaldırılması gerektiği, aksi takdirde İmar Kanunu’nun 32. ve 42. maddeleri ile Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesi uyarınca işlem yapılacağına dair davalı Pendik Belediye Başkanlığı işleminin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.İdari işlemlerin iptal davasına konu olabilmesi için kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem olması gerekmektedir. Bir idari işlemin kesin ve yürütülebilir sayılabilmesi, hukuk düzeninde bir sonuç doğurabilmesi için gerekli olan bütün aşamaların gerçekleştirilmiş olmasına, başka bir makamın onayına ihtiyaç gösterilmeksizin hukuk düzeninde değişiklikler meydana getirebilmesine bağlıdır.Dava konusu 28.6.2010 tarih ve 4655-37976 sayılı Pendik Belediye Başkanlığı işleminin doğuracağı hukuki ve fiili sonuçlar dikkate alındığında, işlemde belirtilen yasa hükümleri ile davacının nasıl bir yaptırım ile karşı karşıya kalacağı öngörülmüş olup, bu haliyle idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gerekli icrai bir işlem niteliğinde olduğu anlaşıldığından, iptali istenen işlemin hazırlık işlemi olduğu, bu nedenle kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem olmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddi yolundaki temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, İstanbul 1. İdare Mahkemesinin 8.10.2010 günlü, E:2010/1489, K:2010/1416 sayılı kararının bozulmasına, tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, dosyanın belirtilen hususlar göz önüne alınarak yeniden bir karar vermek üzere adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 1.6.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 5. Daire,E. 2008/1919,K. 2010/3768,T. 31.05.2010

Ara21
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay 5. Daire,E. 2008/1919,K. 2010/3768,T. 31.05.2010

ÖZET : Davacının geçici görevlendirilmesine ilişkin işlemde görevlendirmenin “yolluksuz” yapıldığı ibaresinin yer aldığı ve davacıya tebliğ edildiği anlaşılan bu işlemin yolluksuz kısmına karşı davacının 2577 sayılı Kanunun 7. maddesi uyarınca süresinde dava açmaması ve anılan Kanun’un 11. maddesinde yer alan yasal süre içinde de davalı idareye bu yönde bir başvuruda bulunmamış olması karşısında; açılan dava süresinde olmadığı gibi, 2007 yılında yapılan başvurunun sona ermiş olan dava açma süresine etkisi olmayacağı da açıktır.

Davacı, geçici görevlendirilmesine ilişkin 14.3.2006 günlü işlemden dolayı yolluk ödenmesi istemiyle 19.2.2007 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin 30.3.2007 günlü, 1570 sayılı işlemin iptali ve söz konusu yolluğun yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır. İzmir 4. İdare Mahkemesi’nin 29.11.2007 günlü, E:2007/852, K:2007/1747 sayılı kararıyla; geçici olarak görevlendirilen davacıya 6245 sayılı Harcırah Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca geçici görev yolluğu ödenmesi gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiş, söz konusu yolluğun yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine hükmedilmiştir. Davalı idare, davanın süresinde açılmadığını, esas yönünden ise dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir. Yolluk ödenmesine ( hak kazanılmasına ) neden olan işlemin hukuki sebebi genellikle atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemlerinden biri olmakla birlikte, yolluğun ödenmesi konusunda idari dava konusu olabilecek bir uyuşmazlığın doğması, yolluk konusunda bir işlemin tesis edilmiş olması koşuluna bağlıdır. Yolluk konusundaki işlem ise ya yolluğa hak kazandıran atama, nakil veya geçici görevlendirme işlemiyle birlikte, atama nakil veya görevlendirmenin “yolluklu veya yolluksuz” olduğunun işlemde belirtilmesi suretiyle tesis edilebilir, ya da yolluğa hak kazandığı iddiasında olan kişinin yolluk talebiyle başvurusu üzerine tesis edilebilir. Doğal olarak sözü edilen asıl işlemle birlikte tesis edilmiş bir yolluk işleminin varlığı halinde, yani yolluklu veya yolluksuz ibaresinin işlemde yer alması halinde dava açma süresi, yolluksuz ibaresi yer alan işlemin tebliğ tarihine göre; yolluk konusunda asıl işlemde ödenip ödenmeyeceği hususunda bir ibare konulmamış ya da ayrı bir işlem kurulmamış olması halinde dava açma süresi, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörüldüğü gibi ilgili tarafından yöneltilecek bir başvuru üzerine oluşacak açık veya zımni bir ret işlemine göre hesaplanacaktır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7/1. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu hükmü getirilmiş; 10. maddesinde, “İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri”; 11. maddesinde de, “İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı” hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre;

1- Asıl işlemde ( atama, nakil ya da geçici görevlendirme işlemlerinden herhangi birinde ), bu işlemin “yolluksuz” olarak kurulduğu yolunda bir ibare yer almışsa, asıl işlemde yer alan yolluksuz ibaresinin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı yolluğun kendisine ödenmesine hükmedilmesi istemiyle asıl işlemin tebliğ edildiği tarihi izleyen günden itibaren ilgili 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinde öngörülen süre içerisinde doğrudan dava açabileceği gibi; anılan Kanun’un 11. maddesinin tanıdığı olanak nedeniyle idareye başvurarak, bu başvurunun reddi üzerine de dava açabilir. Bu durumda, dava açma süresi anılan Kanun’un 7. ve 11. madde hükümlerine göre belirlenecektir.

2- Asıl işlemde ( atama, nakil ya da geçici görevlendirme işlemlerinden herhangi birinde ) “yolluksuz” ibaresi yok ise; ilgilinin, bu işlemden doğan yolluğunun tarafına ödenmesi için yaptığı başvuru 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında olup, bu başvuru üzerine kurulacak işlemin iptali istemiyle açılacak davanın süresinin de alınan Kanun’ un 10. maddesi hükmüne göre belirlenmesi gerekmektedir.

Davacının geçici görevlendirilmesine ilişkin 14.3.2006 günlü işlemde görevlendirmenin “yolluksuz” yapıldığı ibaresinin yer aldığı ve 17.3.2006 tarihinde davacıya tebliğ edildiği anlaşılan bu işlemin yolluksuz kısmına karşı davacının 2577 sayılı Kanunun 7. maddesi uyarınca süresinde dava açmaması ve anılan Kanun’un 11. maddesinde yer alan yasal süre içinde de davalı idareye bu yönde bir başvuruda bulunmamış olması karşısında; 16.5.2007 tarihinde açılan dava süresinde olmadığı gibi, 2007 yılında yapılan başvurunun sona ermiş olan dava açma süresine etkisi olmayacağı da açıktır. Bu durumda; 2577 sayılı Kanun’un 7. ve 11. maddesi uyarınca süresinde açılmayan davanın süre aşımı yönünden reddi gerekirken, İdare Mahkemesi’nce işin esasına girilerek karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle, İzmir 4. İdare Mahkemesi’nce verilen 29.11.2007 günlü, E:2007/852, K:2007/1747 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/c fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun’la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, 31.05.2010 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

 

Yargıtay Kararı Zamanaşımı

Ara17
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Lütfen tıklayınız…. Yargıtay Kararı Zamanaşımı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu,E. 2009/12-563,K. 2009/600,T. 30.12.2009

Ara17
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu,E. 2009/12-563,K. 2009/600,T. 30.12.2009

ÖZÜ : Tebliğ memurunun; belediye tüzel kişiliğini “Belediye Başkanı”nın temsil edeceğini gözeterek, adli işlem niteliği taşıyan takip işleminde ödeme emri tebligatını, öncelikle bizzat Belediye Başkanına, onun herhangi bir nedenle tebliği alacak durumda olmaması durumunda da usulüne uygun şekilde yetkili kılınan Hukuk İşleri Müdürü yada belediye avukatlarından birine yapması; şayet bunlar yoksa veya tebligatı alamayacak durumda iseler bu durumu tebliğ evrakına şerh ederek o yerde hazır bulunan tebliğe yetkili memur ve müstahdemlerinden birine o da yoksa herhangi bir memur veya müstahdeme yapması; tebligat evrakında da sırasıyla tebliğe yetkili kişilerin durumunu ve onlara tebliğ edilememe nedenini şerh etmesi gerekirken, hiçbir açıklamaya yer vermeden doğrudan genel evrak memuruna tebligat yapması açıklanan yasal düzenlemelere ve yargı karalarına aykırı olup usulsüzdür.

DAVA : Taraflar arasındaki şikayet davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 4.İcra Hukuk Mahkemesince şikayetin usulsüz tebligat yönünden reddine dair verilen 16.04.2008 gün ve 2008/61-246 sayılı kararın incelenmesi şikayetçi/borçlu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 03.11.2008 gün ve 2008/15827-19046 sayılı ilamı ile; ( … Alacaklı vekili borçlu belediye aleyhine 15.08.2002 tarihli sözleşme gereği kesin hakediş bakiye bedelinin tahsili talebiyle genel haciz yoluyla icra takibine geçmiştir. Adı geçen kurumun adına çıkartılan ödeme emrinin “gösterilen adreste işyeri adına elemanı Dinçer Mehmetçik’e 11.01.2008 tarihinde tebliğ edildiği” görülmektedir. 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. maddesi ile ilgili Tebligat Tüzüğü’nün 17/2 ve 18/1 maddelerine göre tebliğ işlemi tüzel kişinin salahiyetli mümessiline yapılması zorunludur. Tebliğ yapılacak kimseler herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları taktirde tebliğ, hükmi şahsın o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Düzenlemesine yer verilmiştir. 1580 Sayılı Belediye Kanununun 100. maddesine göre Belediyeyi Belediye Başkanı temsi eder. O halde ödeme emri yukarıda açıklandığı üzere bizzat belediye başkanına tebliğ edilmesi gerekir. Yapılan tebliğ işleminde tebliğ memurunca belediye başkanının veya ondan sonraki yetkili kişinin belediyede olup olmadığı araştırılmamıştır. Bu haliyle yapılan bu tebliğ işlemi usulsüzdür. Mahkemece Tebligat Kanunun 32. maddesi uyarınca şikâyetçi borçlu belediyenin şikayeti kabul edilerek ödeme emri tebliğ tarihinin tebligattan haberdar olduklarını öne sürdükleri 28.01.2008 tarihi olarak düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile bu yöne ilişkin istemin reddi isabetsizdir… ), Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : İstek, icra müdürlüğü işlemini şikayete ilişkindir. Borçlu belediye başkanlığı, aleyhine başlatılan ilamsız icra takibinde ödeme emrinin yetkililerin orada bulunup bulunmadığı araştırılmadan belediyenin evrak memuruna tebliğ edildiğinden bu tebliğin usulsüz olduğunu ve ayrıca bu usulsüz tebligatla kesinleşen icra takibinde gönderilen haciz ihbarnameleri ile kamuya tahsis edilmiş banka hesapları üzerine haksız haciz gerçekleştiğini ileri sürerek eldeki şikayeti yapmış; mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davacı belediye başkanlığına ait Vakıflar Bankası ve Halk Bankası Hal Şubesi Müdürlüğüne ait hesaplar üzerindeki haczin kaldırılmasına, davacının tebligatla ilgili şikayetininse reddine karar verilmiştir. Hükmü şikayetçi/borçlu belediye vekili reddedilen ( tebliğin usulsüzlüğüne ilişkin ) talepleri yönünden temyiz etmiş; karşı taraf temyiz etmediğinden kararın haczin kaldırılmasına ilişkin kısmı kesinleşmiştir. Özel Dairece, başlık bölümüne aynen alınan nedenlerle tebliğin usulsüzlüğüne işaretle karar bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını şikayetçi/belediye temyize getirmektedir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: şikayetçi/borçlu belediye başkanlığı adına çıkarılan ödeme emrinin, tebliğe yetkili kişilere tebligatın yapılamama nedenleri tebliğ belgesinde gösterilmeksizin, doğrudan genel evrak memuru imzasına tebliğ edilmiş olmasının usule uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle tüzel kişilere yapılacak tebligata ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır: 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun:

“Hükmi Şahıslara Ve Ticarethanelere Tebligat” başlıklı 12. maddesinde:

“Hükmi şahıslara tebliğ, salahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise, yalnız birine yapılır.

Bir ticarethanenin muamelelerinden doğan ihtilaflarda, ticari mümessiline yapılan tebliğ muteberdir.”

“Hükmi Şahısların Memur Ve Müstahdemlerine Tebligat” başlıklı 13. maddesinde:

“Hükmi şahıslar namına kendilerine tebliğ yapılacak kimseler her hangi bir sebeple mûtat iş saatlerinde iş yerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamıyacak bir halde oldukları takdirde tebliğ, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.”

Hükümleri yer almaktadır.

 

Yine, Tebligat Tüzüğü’nün:

“Hükmi Şahıslara Ve Ticarethanelere Tebligat” başlıklı 17. maddesinde;

“Hükmi şahıslara tebliğ salahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise yalnız birine yapılır.

Vekaletlerin ve bunların teşkilatının, mülhak ve hususi bütçeli idarelerle belediyelerin, köylerin ve hususi kanunlarına müsteniden kurulmuş olan teşekküllerle, şirketlerin ve cemiyetlerin salahiyetli oldukları mümessilleri tabi kanunlara ve statülerine göre tayin edilir.

Hükmi ve hakiki şahsa ait bir ticarethanenin muamelelerinden doğan ihtilaflarda, ticarethanenin o muamelede salahiyetli ticari mümessiline yapılan tebliğ muteberdir.”

“Hükmi Şahısların Memur Ve Müstahdemlerine Tebligat” başlıklı 18. maddesinde:

“Yukarıdaki Madde mucibince tebliğ yapılacak kimseler herhangi bir sebeple mutat iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde tebliğ, hükmi şahsın o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.

Şu kadar ki, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin, hükmi şahsın yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tebligatın muhatabı olan hükmi şahsın mümessilinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle tavzif edilmiş bir şahıs olması lazımdır.

Bunların da bulunmadığı tebliğ mazbatasında tespit edildiği takdirde tebligat, o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme yapılır.”

Düzenlemelerine yer verilmiştir.

 

Görülmektedir ki, hükümlerine yukarıda aynen yer verilen Tebligat Kanunu’nun 12. ve 13. ve Tebligat Tüzüğü’nün 17. ve 18. maddelerinde tüzel kişilere tebligatın yapılma usulü açıklanmış; tebligatın, bunların tabi oldukları kanunlara ve statülerine göre belirlenecek yetkili temsilcilerine, eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine, yapılacağı öngörülmüştür. Eğer, tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gereğine de işaret edilmiştir. Hemen burada, aleyhine takip yapılan ve ödeme emri tebliğ edilen “Belediye Başkanlığı” olmakla, Tebligat Tüzüğü’nün 17/2 maddesi gereğince, onun adına tebliğe yetkili kimselerin kimler olduğunun, tabi oldukları kanunlara ve statülerine göre belirlenmesine yönelik olarak 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun ilgili hükümleri de değerlendirilmelidir.

5393 Sayılı Belediyeler Kanunu’nun:

“Belediye Başkanı” başlıklı 37. maddesinde:

“Belediye başkanı, belediye idaresinin başı ve belediye tüzel kişiliğinin temsilcisidir. Belediye başkanı, ilgili kanunda gösterilen esas ve usullere göre seçilir.

Belediye başkanı, görevinin devamı süresince siyasi partilerin yönetim ve denetim organlarında görev alamaz; profesyonel spor kulüplerinin başkanlığını yapamaz ve yönetiminde bulunamaz.”

“Belediye Başkanının Görev Ve Yetkileri” başlıklı 38. maddesinin ( a ) ve ( c ) bentlerinde,

“Belediye başkanının görev ve yetkileri şunlardır:

a ) Belediye teşkilâtının en üst amiri olarak belediye teşkilâtını sevk ve idare etmek, belediyenin hak ve menfaatlerini korumak.

c ) Belediyeyi Devlet dairelerinde ve törenlerde, davacı veya davalı olarak da yargı yerlerinde temsil etmek veya vekil tayin etmek.”

“Yetki Devri” başlıklı 42. maddesinde:

“Belediye başkanı, görev ve yetkilerinden bir kısmını uygun gördüğü takdirde, yöneticilik sıfatı bulunan belediye görevlilerine devredebilir.” Denilmektedir.

 

Açıklanan bu yasal düzenlemeler ortaya koymaktadır ki, belediye tüzel kişiliğini temsil ile yetkili kişi “Belediye Başkanı” dır ve görev ile yetkilerinden bir kısmını uygun gördüğü takdirde ancak “yöneticilik sıfatı bulunan” belediye görevlilerine devredebilir. Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, yargı mercileri önündeki temsilin ne şekilde olacağı ve bunun yapılacak tebliğle ilişkisidir. Gerek gerçek kişiler gerek tüzel kişiler yargı mercileri önünde ya bizzat ya da Avukatlık Kanunu hükümleri de gözetilerek avukat sıfatı taşıyan vekilleri vasıtasıyla işlem yapabilirler. Nitekim, konuya ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.09.2006 gün ve 2006/12-561-535 sayılı kararında; takibe itiraz eden kişinin “Belediye Başkanı” olmayıp, onun yetkilendirdiği müdür konumundaki kişi olduğu durumda, takibe itiraz eden kişinin avukat ( Belediye vekili ) olmadığı, “Belediye Başkanı”nı temsil yetkisi bulunmadığından adı geçen tarafından icra müdürlüğüne yapılan itirazın geçersiz olduğu kabul edilmiş ve bu kararda takip işleminin Avukatlık Kanunun 35. maddesi uyarınca adli işlem niteliğini taşımakla bu vekilin baroda yazılı avukat olması gerektiği, “Belediye Başkanı”nın bu yetkisini herhangi bir sözleşme veya yönetmelik ile bu sıfatı taşımayan kişilere devredemeyeceği, gerekçesine yer verilmiştir.Takibe itirazın bizzat “Belediye Başkanı” veya “onun vekil tayin ettiği avukat sıfatını taşıyan kişi” tarafından yapılması gereği göz önüne alındığında, itiraz süresinin başlangıcına esas alınan ödeme emri tebliği de büyük önem taşımaktadır. Hemen belirtmelidir ki, tebligat ile ilgili yasa ve tüzük hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler nedeniyle bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olmakla, gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır. Kanun ve Tüzüğün amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hal böyle olunca, yasa ve tüzük hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Tebligat Kanunu ile Tüzüğü’nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz. Nitekim, Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı yerleşik yargısal içtihatlarda da açıkça vurgulanmıştır. Diğer taraftan, tıpkı yargılamada olduğu gibi, icra takibinin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, itirazların yapılabilmesi ve takibin süratle sonuçlandırılabilmesi, ancak, tarafların icra takibinden usulünce haberdar edilmesi ile olanaklıdır. Zira, takip borçlusunun hangi icra dairesinde aleyhine takip bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını zamanında ve doğru merciiye yöneltebilmesi Tebligat Kanunu’nda ve Tüzüğü’nde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir. Dolayısıyla, davetiyenin ve tebliğ bilgilerini içeren zarfın, takipteki önemi büyüktür. Anılan yasal düzenlemeler ve içtihatlar karşısında, tebligatı yapan memurun, öncelikle 5393 Sayılı Belediyeler .Kanunu’nun 37. ve 38/c maddeleri gereğince belediye tüzel kişiliğinin yetkili temsilcisi olan Belediye Başkanına, olmadığı takdirde usulüne uygun şekilde yetkili kılınan Hukuk İşleri Müdürü yada belediye avukatlarından birine ödeme emrini tebliğ etmesi, bunlar yoksa veya tebligatı alamayacak durumda iseler bu durumu tebliğ evrakına şerh ederek hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine tebligatı yapması, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin belediyenin teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tebligatın muhatabı olan hükmi şahsın mümessilinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle görevlendirilmiş kimse olması gereğini göz önüne alması ve bunların da bulunmadığı halde ancak o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme tebligatı yapması gerekir. Daha da önemlisi, tebliğ memuru, tebligatı yetkili temsilciye yapmama ve sıralı kişilere yapma nedenlerini de açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazmalıdır. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 20.09.2006 gün ve 2006/12-561 esas-2006/535 karar; 04.04.2007 gün ve 2007/12-200 esas-2007/187 karar sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır. Somut olayda; alacaklı şirket tarafından borçlu/şikayetçi Yıldırım Belediye Başkanlığı aleyhine 10.01.2008 tarihinde ilamsız takibe girişilerek, toplam 672.910,03 YTL tutarındaki alacağın tahsili istenmiştir. Borçlu, “Belediye Başkanlığı” adına çıkarılan ödeme emri “gösterilen adreste işyeri adına elemanı Dinçer Mehmetçik imzasına tebliğ edildi” kaydıyla 11.01.2008 tarihinde tebliğ edilmiştir. Tebligat parçasında başkaca herhangi bir açıklamaya yer verilmediği gibi belediye başkanının veya ondan sonraki yetkili kişinin belediyede olup olmadığının araştırılıp araştırılmadığı ve nedenleri de şerh edilmemiştir. Oysa, yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere, tebliğ memurunun; belediye tüzel kişiliğini “Belediye Başkanı”nın temsil edeceğini gözeterek, adli işlem niteliği taşıyan takip işleminde ödeme emri tebligatını, öncelikle bizzat Belediye Başkanına, onun herhangi bir nedenle tebliği alacak durumda olmaması durumunda da usulüne uygun şekilde yetkili kılınan Hukuk İşleri Müdürü yada belediye avukatlarından birine yapması; şayet bunlar yoksa veya tebligatı alamayacak durumda iseler bu durumu tebliğ evrakına şerh ederek o yerde hazır bulunan tebliğe yetkili memur ve müstahdemlerinden birine o da yoksa herhangi bir memur veya müstahdeme yapması; tebligat evrakında da sırasıyla tebliğe yetkili kişilerin durumunu ve onlara tebliğ edilememe nedenini şerh etmesi gerekirken, hiçbir açıklamaya yer vermeden doğrudan genel evrak memuruna tebligat yapması açıklanan yasal düzenlemelere ve yargı karalarına aykırı olup usulsüzdür.

Usule aykırı tebliğin hükmü ise 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32.maddesinde düzenlenmiş; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. O halde, aynı hususlara işaret eden Özel Daire kararına uyularak, şikâyetçi borçlu belediyenin ödeme emrinin tebliğinin usulsüz olduğuna yönelik şikayetinin kabulü ile tebliğ tarihinin tebligattan haberdar olunduğu ileri sürülen “28.01.2008” olarak düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken, önceki kararda direnilerek şikayetin reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Şikayetçi/borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.NUN 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 30.12.2009 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

 

 

Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız