• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

(13.10.2012 gün ve 28440 sayılı R.G.) Anayasa Mahkemesi Kararları

Eki16
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

(13.10.2012 gün ve 28440 sayılı R.G.)

 

Esas Sayısı : 2011/18,Karar Sayısı : 2012/53,Karar Günü : 11.4.2012

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN MAHKEMELER :

1- Kilis 2. Asliye Ceza Mahkemesi             (E.2011/18)

2- Germencik Asliye Ceza Mahkemesi    (E.2011/137)

İTİRAZLARIN KONUSU : 21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun;

1- 17.6.1987 günlü, 3386 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin,

2- 14.7.2004 günlü, 5226 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen 9. maddesinin,

3- 11. maddesinin,

4- 15. maddesinin,

5- 23.1.2008 günlü, 5728 sayılı Kanun’un 408. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin,

Anayasa’nın 2., 5., 13., 35. ve 38. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Sanıklar hakkında açılan ceza davalarının incelemesi sırasında kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatine varan Mahkemeler, iptalleri için başvurmuşlardır.

II- İTİRAZLARIN GEREKÇESİ

1- E.2011/18 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:

“A) GENEL OLARAK

A-            l) T.C ANAYASASI’NDA KONUYA İLİŞKİN DÜZENLEMELER

Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Madde 5- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Madde 13- (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.)

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

XII. Mülkiyet hakkı

Madde 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.

A- 2) 2863 SAYILI YASADA KONUYA İLİŞKİN DÜZENLEMELER

Madde 3/a-l

Kültür varlıkları; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır veya taşınmaz varlıklardır.

Madde 3/a- 4

“Koruma”; ve “Korunma”; taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında muhafaza, bakım, onarım, restorasyon, fonksiyon değiştirme işlemleri; taşınır kültür varlıklarında ise muhafaza, bakım, onarım ve restorasyon işleridir

Madde 6-

Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır.

a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar,

b) Belirtilen tarihlerden sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar,

c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları,

d) Milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil sözkonusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunda büyük tarihi olaylara sahne olmuş binalar ve tesbit edilecek alanlar ile Mustafa Kemal Atatürk tarafından kullanılmış evler.

Madde 7- (Değişik: 17/6/1987 – 3386/2 md.)

(Değişik birinci fıkra : 26/5/2004-5177/26 md.) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır.

Yapılacak tespitlerde, kültür ve tabiat varlıklarının tarih, sanat, bölge ve diğer özellikleri dikkate alınır. Devletin imkanları gözönünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir.

Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur.

Tespit ve tescil ile ilgili usuller, esaslar ve kıstaslar yönetmelikte belirtilir.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde veya denetiminde bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları, gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan cami, türbe, kervansaray, medrese han, hamam, mescit, zaviye, sebil, mevlevihane, çeşme ve benzeri korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tespiti, envanterlenmesi Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılır.

Tescil kararlarının ilanı, tebliği ve tapu kütüğüne işlenmesi ile ilgili hususlar yönetmelikle düzenlenir.

Madde 9- (Değişik: 14/7/2004 – 5226/3 md.)

Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır.

Yetki ve yöntem:

Madde 10- Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın sağlanmasında, gerektiğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik yardımı ve işbirliği sağlanır.

Milli Savunma Bakanlığının idare ve denetiminde veya sınır boyu ve yasak bölgede bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi, Milli Savunma Bakanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın sağlanması, Milli Savunma Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında düzenlenecek protokol esaslarına göre yürütülür.

(Değişik: 17/6/1987 – 3386/4 md.) Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde veya denetiminde bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan cami, türbe, kervansaray, medrese, han, hamam, mescit, zaviye, mevlevihane, çeşme ve benzeri kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi koruma kurulları kararı alındıktan sonra, Vakıflar Genel Müdürlüğünce yürütülür.

Diğer kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunma ve değerlendirilmesi, bu Kanun hükümlerine uygun olarak kendileri tarafından sağlanır.

Kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması, bu kuruluşların bütçelerine her yıl bu maksatla konacak ödeneklerle yapılır.

Bu hizmetlerin yerine getirilebilmesi için, Kültür ve Turizm Bakanlığı Bütçesine her yıl yeteri kadar ödenek konur.

(Ek: 17/6/1987 – 3386/4 md.) Araştırma, kazı ve sondaj yapılan alanların korunması ve değerlendirilmesi Bakanlığa aittir.

(Ek fıkra: 14/7/2004 – 5226/4 md.) Büyükşehir belediyeleri, valilikler, Bakanlıkça izin verilen belediyeler bünyesinde kültür varlıkları ile ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek üzere sanat tarihi, mimarlık, şehir plânlama, mühendislik, arkeoloji gibi meslek alanlarından uzmanların görev alacağı koruma, uygulama ve denetim büroları kurulur. Ayrıca, il özel idareleri bünyesinde, kültür varlıklarının korunmasına yönelik rölöve, restitüsyon, restorasyon projelerini hazırlayacak ve uygulayacak proje büroları ve sertifikalı yapı ustalarını yetiştirecek eğitim birimleri kurulur.

(Ek fıkra: 14/7/2004 – 5226/4 md.) Belediyeler belediye sınırları ve mücavir alanları içerisinde, valilikler ise bu sınırlar dışında yetkilidir.

(Ek fıkra: 14/7/2004 – 5226/4 md.) Bu bürolar koruma bölge kurulları tarafından uygun görülen koruma amaçlı imar plânı, proje ve malzeme değişiklikleri ile inşaat denetimi de dahil olmak üzere uygulamayı denetlemekle yükümlüdürler.

(Ek fıkra: 14/7/2004 – 5226/4 md.) Alanın özelliği göz önüne alınarak, bu büroların hangi uzmanlık dallarından teşekkül edeceği, çalışma, izin usul ve esasları; Bakanlık ve İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir.

Hak ve sorumluluk:

Madde 11- Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının malikleri bu varlıkların bakım ve onarımlarını Kültür ve Turizm Bakanlığının bu Kanun uyarınca bakım ve onarım hususunda vereceği emir ve talimata uygun olarak yerine getirdikleri sürece, bu Kanunun bu konuda maliklere tanıdığı hak ve muafiyetlerden yararlanırlar. (Değişik ikinci cümle: 22/5/2007- 5663/1 md.) Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez.

Malikler bu varlıkların üzerindeki mülkiyet haklarının tabii icabı olan ve bu Kanunun hükümlerine aykırı bulunmayan bütün yetkilerini kullanabilirler.

Bu Kanunun belirlediği bakım onarım sorumluluklarını yerine getirmekte aczi olanların mülkleri, usulüne göre kamulaştırılır. Mazbut veya mülhak vakıf varlıkları bu hükme tabi değildir.

Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görmesi ile, Vakıflar Genel Müdürlüğü, il özel idareleri, belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşları, yukarıda sözü geçen maliklere lüzum görülen hallerde, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma, bakım ve onarımlarına, teknik eleman ve ödenekleri ile yardımda bulunabilirler.

Taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması ve katkı payı

Madde 12- Özel hukuka tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının; korunması, bakım ve onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığınca ayni, nakdi ve teknik yardım yapılır.

(Ek fıkra: 14/7/2004 – 5226/6 md.) Bu amaçla, Bakanlık bütçesine yeterli ödenek konulur. Bakanlıkça yapılacak yardımlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.

Kamulaştırma:

Madde 15- Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:

a) Kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerle mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanları Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak programlara uygun olarak kamulaştırılır. Bu maksat için, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konur.

(Ek: 17/6/1987 – 3386/5 md.; Değişik: 14/7/2004 – 5226/7 md.) Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare birlikleri tescilli taşınmaz kültür varlıklarını, koruma bölge kurullarının belirlediği fonksiyonda kullanılmak kaydıyla kamulaştırabilirler.

b) Menşei vakıf olup da çeşitli sebeplerle kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetine geçen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunların korunma alanlarının kamulaştırılmaları, Vakıflar Genel Müdürlüğüce yapılır. Bu maksat için Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine yeteri kadar ödenek konur.

c) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanları, imar planında yola, otoparka, yeşil sahaya rastlıyorsa bunların belediyelerce; sair kamu kurum ve kuruluşlarının bakım ve onarım ile görevli oldukları veya kullandıkları bu gibi kültür varlıklarının korunma olanlarının ise, bu kurum ve kuruluşlarca, kamulaştırılması esastır.

d) Kamulaştırmalarda bedel takdirinde, taşınmaz kültür varlıklarının eskilik, enderlik ve sanat değeri dikkate alınmaz.

e) (Değişik: 17/6/1987 – 3386/5 md.) Kamulaştırma işlemleri, bu Kanun hükümleri ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerine göre yapılır.

f) (Ek: 17/6/1987 – 3386/5 md.; Değişik: 25/6/2009-5917/24 md.) Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli oranlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin başvurusu ve karşılığında önerilen parsellerin tamamının kabulü koşuluyla, başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Madde 65- (Değişik: 23/1/2008-5728/408 md.)

a) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

Bu fiiller, korunması gerekli kültür ve tabiat varlığını yurt dışına kaçırmak maksadıyla işlenmiş ise, verilecek cezalar bir kat artırılır.

b) Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

c) Bu Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

d) Bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulmuş idarelerden bu Kanunun 57 nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar altı aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılırlar.

 

A-3) KONUYA İLİŞKİN DOKTRİNDEKİ GÖRÜŞLER

Mülkiyetin Anayasal garantisi, maliki klasik anlamda yalnız devlet müdahalesine karşı değil diğer sosyal güçlerin ve üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı da korunmaktadır, bu manada devlet, bir taraftan kendi organları vasıtası ile özel mülkiyete haksız müdahalede bulunmama ödevini taşırken diğer taraftan da diğer sosyal güçlerin ihlallerini önlemek için tedbir almak ödevini taşımaktadır. (CHALLAYE, Felicien, Mülkiyet Tarihi (Çev.Turgut AYTUĞ), 2. Bası, İstanbul 1969, s.82-83.)

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından 1954 yılında onaylanması ile birlikte 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir” kuralından açıkça anlaşılacağı gibi, Türk hukuk düzeninde anlaşmalar yasa gücündedir ve doğrudan hüküm doğurur. Ayrıca “usulüne göre yürürlüğe girmiş milletlerarası antlaşmalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” kuralı antlaşmaların iç hukuktaki değeri bakımından önem taşır. Kimi yazarlara göre bu kural antlaşmaların yasalarla eşdeğer olduğu görüşünü etkilemez, kimilerine göre bu kural antlaşmaların yasaların üstünde olduğunu gösterir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türk Hukukundaki yeri ve değeri konusunda şu sonuçlara ulaşılabilir.

– Sözleşme iç hukukun bir parçasıdır, ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

– Sözleşme iç hukukta kendiliğinden (doğrudan) uygulanır, ayrıca bir ulusal düzenleme yapılmasına gerek yoktur.

– Sözleşmenin Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez. Bunun doğan sonucu sözleşme Anayasaya aykırı olsa bile uygulanır.

– Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyen sözleşmenin yasaya aykırılığı nedeni ile uygulanmaması, Anayasanın getirdiği sisteme ters düşer.

– Uluslararası hukuk bakımından da sözleşme Türkiye’yi bağlayan bir andlaşmadır. Sözleşme bu yönden bir yasa ile değiştirilemez. Antlaşmalar kendi koyduğu kurallara göre bozulabilir ya da değiştirilebilir. Sözleşme bozulmadıkça bir yasa ile tek yanlı olarak değiştirilemez. Sözleşmeden sonra çıkan Anayasa ya da yasa ile ne açıkça ne de üstü kapalı bir biçimde sözleşmede değişiklik yapma olanağı yoktur. (GÜRİZ, Adnan, Hukuk Başlangıcı, 8. Bası, Ankara 2001, s. 156.)

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalardan olduğu için ulusal kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri AİHS esas alınır. Yani sözleşme kuralları ile diğer ulusal hukuk kuralları arasında bir çatışma olması durumunda yargıcın sözleşme kurallarına üstünlük tanıması, ulusal kuralları sözleşmeye uygun şekilde yorumlaması gerekir. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ek 1 nolu protokolle sözleşmeye eklenen mülkiyet hakkına ilişkin düzenlemeye değinmek gerekmektedir. Mülkiye hakkı Sözleşme’de şu şekilde düzenlenmiştir. “Her gerçek ve tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına riayet edilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve Uluslar arası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin mülkiyetin genel menfaate uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”

Sözleşmeye göre mülkiyet hakkı mutlak olmayıp genel yarar amacına yönelik bazı kısıtlamalara konu olabilecektir. Mülkiyete saygı ilkesi, maddenin açıkça izin verdiği özel müdahale şekilleri dışındaki her türlü müdahaleyi yasaklayan niteliktedir. Bu yolla mülkiyet hakkına genel bir koruma getirilmiştir. Mülkiyet hakkından yoksun bırakma ancak kanunla ve milletlerarası hukukun genel ilkelerine uygun olarak yapılabilir. Mülkiyet hakkının kullanımını düzenleme ise, ancak kanunla yapılabilir. Sözleşmenin tamamına egemen olan ölçülülük ilkesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılması bakımından da geçerlidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirin hem amaçla orantılı hem de bu amacın gerçekleştirilmesine elverişli olması gerekir. (GÜRİZ, Adnan , Hukuk Başlangıcı, 8. Bası, Ankara 2001, s.156-157.)

Ergun ÖZBUDUN’a göre, temel hak ve hürriyetlerin hepsi için geçerli bir “hakkın özü” tanımı vermek mümkün değildir. Bunu her hak ve hürriyet için onu kendisine özgü niteliklerine uygun olarak, ayrı ayrı tanımlamak gerekir, ancak genel olarak şunu söylemek mümkündür ki bir hak ve hürriyetin özü, onun vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız kılacak olan asli çekirdeğidir. (AKAD, Mehmet /VURAL DİNÇKOL, Genel Kamu Hukuku, İstanbul 2002, s.217-218.) Sınırlama, hakkı anlamsız hale getirilip ortadan kaldırırsa özüne dokunmaktadır. Belirli bir hak ve özgürlükle ilgili özün nerede başladığı, önceden kesinlikle belirtilemeyen ve ancak Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ortaya çıkacak bir konudur. (AKIN İlhan F, Kamu Hukuku 1987, s.45)

Öz ile ilgili karar bir takdir yetkisi uygulamasıdır. Ancak hukuki bakımdan takdir yetkisi yasama organına değil, bağımsız yargı organına aittir. (TUĞRUL, Saim Kamu Hukuku Açısından Mülkiyet Hakkı ve Sınırlandırılması, İstanbul 2004, s.52)

“Bir hakkın ya da hürriyetin kullanılmasını açıkça yasaklayıcı veya örtülü bir şekilde yapılmaz hale koyucu veya ciddi suretle güçleştirici ve amacına ulaşmasını önleyici ve etkisini ortadan kaldırıcı nitelikte olmadıklarından, hürriyetin özüne dokunulmadığı meydandadır. …neyi ifade ettiği açıkça anlaşılmayan ve her türlü yoruma elverişli bulunan (maksadı mahsus) gibi terimlerle belirtilen hükümler, kişinin temel haklarından olan toplantı ve gösteri yürüyüşünün belli şekilde konularını kökünden kaldırmakta ve bu sebeple de 11/2’ye aykırı olarak hak ve hürriyetin özüne dokunmaktadır. (SOYSAL Mümtaz, Anayasaya Giriş, 2. Bası, Ankara 1969, s.30)

Genel hukuk ilkesi kavramının kendisine ait hayati bir uygulama alanı olmayan ve öteki normların yorumunda bunların normatif kapsamının belirlenmesinde rol oynayan bir ilkeyi de kapsadığını kabul ediyorsak, ölçülülük ilkesi genel bir hukuk ilkesidir. Çünkü kendisinin hayati bir uygulama alanı yoktur, yani; genel yaşamın bir kısmını düzenleyen bir norm değildir. Avrupa’da sık sık söylediğine karşın bireye sübjektif hukuk konumunu tanımaktadır, idareye veya kanun koyucuya bireyin hukuk alanına müdahale yetkisini de tanımamaktadır, ölçülük ilkesinin kaideselliği, yukarıda açıklanan işlevine dayanır. Yürütme organı için takdire yön veren bir ilkedir. İdareye kanun tarafından tanınan ve aynı zamanda idarenin kanunun norm metnine bağlılığını zayıflatan düzenleme serbestliği, vatandaşların hukuki konumlarını koruyan diğer normlar tarafından sınırlandırmaktadır. Burada kamu menfaati ile bireyin menfaati arasındaki uyuşmazlık, normatif bir çatışma oluşturmaktadır. Bu uyuşmazlık veya çatışma iki yolla çözülebilir ilk yol, çatışan normların birisine norm hiyerarşisinin içerisinde üstün bir yeri tanımakla öncelik vermektir. İkinci yol, çatışan normları eşdeğerde sayıp, dengeleşme süreciyle tartarak birisine daha fazla bir ağırlığı tanıyacak öncelik vermektedir. Anayasa düzeyinde genellikle ikinci yola başvurulup ölçülülük ilkesinin uygulama alanı açılır. İlkenin normatif etkinliği kanun koyucunun, idarenin veya yargıcın dengeleşme sürecinde hangi unsur ve kriterlerden faydalanacağını buyurmakla yatmaktadır, bunun ötesinde bir kaidesellik düşünülemez. (Anayasa Mahkemesi Anayasa Yargısı Dergisi Sayı: 10, Sayfa 46)

A- 4) KONUYA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

Anayasa Mahkemesinin 15.10.2002 tarih ve E.2001/309, K.2002/91 sayılı kararında, “Anayasanın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup, aralarında bir üstünlük sıralaması bulunmadığından, uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak olanaklı değildir. Bu nedenle, kimi zaman zorunlu olarak birlikte uygulanan iki Anayasa kuralından biri diğerinin sınırını oluşturabilir. Ne var ki bu sınırlamaların da temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmaması, demokratik toplum düzeninin gerekli kıldığından fazla olmaması ve ulaşılmak istenilen amacı aşmaması, başka bir anlatımla ölçülülük ilkesiyle uyum içinde bulunması zorunludur” denilmiştir.

Diğer taraftan Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen ölçülülük ve demokratik toplumun gereklerine uygunluk ilkeleri iptali istenen kural bakımından da geçerlidir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 15.10.2002 tarih ve E.2001/309, K.2002/91 sayılı kararında “…sınırlamaların da temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmaması, demokratik toplum düzeninin gerekli kıldığından fazla olmaması ve ulaşılmak istenilen amacı aşmaması, başka bir anlatımla ölçülülük ilkesiyle uyum içinde bulunması zorunludur” denilmiştir.Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir. (Esas Sayısı: 2006/121 Karar Sayısı: 2009/90, Karar Günü : 18.6.2009)

Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder. Ölçülülük, aynı zamanda yasal önlemin sınırlama amacına ulaşmaya elverişli olmasını, amaç ve aracın ölçülü bir oranı kapsamasını ve sınırlayıcı önlemin demokratik toplum düzeni bakımından zorunluluk taşımasını da içeren bir ilkedir. (Esas Sayısı: 2006/121, Karar Sayısı: 2009/90, Karar Günü : 18.6.2009)

A- 5) KONUYA İLİŞKİN AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ DÜZENLEMELERİ VE KARARLARI

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi Mülkiyet hakkını garanti altına alan 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi düzenlemesi aşağıdaki gibidir.

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka harçların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez”

Kişi Mülkiyetten yoksun bırakılmamalıdır.

Malikin hukuki haklarının ihlal edilmesi mülkten yoksunluğun esasını oluşturmaktadır. Fakat daha genel olarak, Mahkeme sadece resmi bir kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığını veya mülkiyetin kazanımını değil aynı zamanda fiili (de facto) bir kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığının tespiti için durumun koşullarını da inceleyecektir. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi devletin, bireyi sahip olduğu mülkiyet hakkından yoksun bırakıp bırakmadığına bakmaktadır. Bu yoksunluk bir resmi kamulaştırma şeklinde olabileceği gibi fiili (de facto) bir kamulaştırma yani el koyma durumunda da söz konusu olabilir. “Papamichalopoulos Yunanistan’a karşı davasında başvurucuların değerli arazisi 1967 yılında diktatörlük döneminde devlet tarafından alınarak donanmaya tahsis edilmiş ve donanma da sonradan bu arazide bir donanma üssü inşa etmiştir. Bu tarihten itibaren başvurucu mülkünü etkin bir şekilde kullanamamış ya da satamamıştır. Mahkeme davalı devleti fiili (de facto) kamulaştırmadan ötürü sorumlu tutmuştur.

Devletin mülke müdahalesi Orantılılık ilkesine uygun olmalıdır

Mal ve mülk dokunulmazlığı hakkına müdahale eden bir tedbirin meşru bir amacın gerçekleştirilmesi hedefiyle demokratik bir toplumda gerekli olması gerekmektedir. Bu tedbirin toplumun genel yararının gerekleri ve bireylerin temel haklarının gerekleri arasında adil bir denge gözetmesi şarttır. Böylesi adil bir denge bireysel mülk sahibinin “bireysel ve aşırı bir yük altına sokulduğu durumlarda gerçekleşmiş olmayacaktır. Scollo İtalya’ya karşı davasında başvurucu Roma’da içinde kiracı bulunan bir daire satın almıştır. Başvurucu engelli, işsiz ve daireye kendi kullanımı için ihtiyacı olmasına rağmen kiracıyı 12 yıl kadar bir süre tahliye ettirememiştir. Kira hakları ile ilgili diğer bir çok davada olduğu gibi Mahkeme davayı 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinde öngörülen genel kural, mülkiyetin kullanımının kontrol hakkı, uyarınca incelemiştir. Mahkeme başvurucunun içinde bulunduğu durumu kendilerine açıkça ifade etmiş olmasına rağmen yerel makamların kiracının evden tahliyesi amacıyla harekete geçmiş olmalarına dikkat çekerek, başvurucunun kendi mülklerindeki kullanım hakkının kısıtlanmasının orantılılık ilkesiyle bağdaşmadığı ve 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlali anlamına geldiğine hükmetmiştir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne koşut olarak çoğu zaman ölçülülük ve demokratik toplumun gereklerine uygunluk ilkelerini bir arada kullanmakta ve meşru bir nedene dayansa bile yasal sınırlamanın “demokratik bir toplumda zorunlu bir tedbir niteliği taşımasını” aramaktadır. Bu ilkeler bizim Anayasamızda temel hak ve özgürlüklere ilişkin genel bir koruma maddesi olan 13 üncü madde içinde yer aldığına göre, AİHM’nin bu yaklaşımının, temel hak ve özgürlükleri sınırlayıcı tüm yasal düzenlemelerde göz önünde tutulması, insan hakları kavramının evrensel niteliğine de uygun düşer.

B) ÖZEL OLARAK:

Dava konusu somut olayda sanığın vekaleten maliki olduğu taşınmazın tapu kaydına 01.06.1999 tarihinde Korunması gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı şerhi konulmuştur. Bu konuda karar verme yetkisi ve karar aşamaları ve uygulama usulü 2863 sayılı Yasanın 3, 6, 7. maddelerinde açıkça belirtilmiştir. Bir taşınmaz usulüne uygun olarak Korunması gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı kabul edildikten sonra anılan Yasanın 9 ve 11 maddesinde belirtilen sınırlamalarla karşılaşmakta ve bu maddelerde belirtilen sınırlamalara uymadıkları takdirde 65. maddede belirtilen ceza ile cezalandırılmaktadırlar. 2863 sayılı Yasanın 9. maddesi ile malikin koruma bölge kurulları kararlarına aykırı olarak yapamayacağı işler önce genel olarak sonra da örnekleyici mahiyette tek tek sayılmıştır. Madde metnine dikkat edildiğinde malikin koruma kurulu izni olmadan yapamayacağı işler mülkiyet hakkının özünü ortadan kaldırıcı niteliktedir. (Dava konusu olayda çatısı akan bir taşınmazın çatı onarım işi bile 9. maddedeki yasak kapsamına girmektedir.) Esasen bu durum 2863 sayılı Yasanın düzenlenmesi sırasında yasa koyucu tarafından da kabul edildiği için 15. maddede taşınmaz kültür varlıklarının kamulaştırılması hususu düzenlenmiştir. Yani yasa koyucu Taşınmaz Kültür Varlığı olarak kabul edilen bir taşınmaz üzerinde malikin mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde yasal düzenlemede bulunduğunu kabul ettiğinden bu taşınmazların kamulaştırılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak somut dava konusu olayda olduğu gibi devlet aradan 12 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen kamulaştırma işlemini yapmamıştır. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yukarıda anılan kararında belirtildiği gibi de facto yani fiili bir el koyma işlemi gerçekleştirmiştir. Fiili el koyma işleminin ise hem Anayasamızın 2, 5, 13 ve 35. maddelerine hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 Nolu ek protokolünün 1. maddesine aykırı olduğu izahtan varestedir. 2863 sayılı Yasanın 7, 9, 11, 15 ve 65. maddelerindeki düzenlemeler mülkiyet hakkının özüne dokunan, demokratik toplum düzeninin gereklerine uymayan ve toplum yararı ile bireyin mülkiyet hakkı arasındaki dengede ölçülülük ilkesini (Orantılılık) toplum yararına birey aleyhine bozan bir düzenlemedir.

İSTEM : Yukarıda izah edilen nedenlerden dolayı 2863 sayılı Yasanın 7, 9, 11, 15 ve 65. maddelerinin Anayasanın 2, 5, 13 ve 35. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesi saygıyla arz olunur.02/02/2011”

2- E.2011/137 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:

“Germencik Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/280 E. sayılı iddianamesi ile sanığın 1. Derece sit alanı içerisinde bulunan arazi içerisindeki bahçede incir ağaçlarının arasına çukur kazdığı ve yeni incir ağaçlan diktiğinden bahis ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65/b maddesi uyarınca sanığın cezalandırılması talep edilmiştir.Yargılama aşamasında suça konu taşınmazın Germencik ilçesi Tekin Köyü 384 parsel nolu taşınmaz olduğu, sanığın taşınmazın maliklerinden olduğu, taşınmazın beyanlar hanesine 06.03.1997 tarihinde “Sit alanıdır” ibaresinin yazılmış olduğu anlaşılmıştır. Sanık savunmasında atılı suçlamaya konu eylemi kabul etmiş, kendi taşınmazı olması sebebi ile ağaç dikmesinin suç olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.Eyleme uyan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65/b maddesinde; “Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar planlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşai ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.” denmiştir. Somut olayda taşınmaz sanığa ait olup 1997 yılından beridir de sit alanıdır, belirtilen Kanunun ilgili maddesinde “öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşai ve fiziki” müdahaleler yaptırıma bağlanmıştır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun SİT ALANLARINDA GEÇİŞ DÖNEMİ KORUMA ESASLARI VE KULLANMA ŞARTLARI İLE KORUMA AMAÇLI İMAR PLÂNI başlıklı 17. maddesinde ise; “Bir alanın koruma bölge kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plân uygulamasını durdurur. Sit alanının etkileşim çevresine ilişkin varsa 1/25.000 ölçekli plân kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate alınarak yeniden gözden geçirilerek ilgili idarelerce onaylanır.

Koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları belirlenir… Koruma amaçlı imar plânları ve çevre düzenleme projelerinde yapılacak değişiklikler yukarıdaki usullere tabidir. Yukarıdaki fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Bakanlıkça hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir.” denmektedir. Anılan madde gereği sit alanı olan taşınmazlarda malikin kullanma şartları Koruma Bölge Kurulları tarafından belirlenmektedir. Koruma Bölge Kurulları uygulamada taşınmazı sit alanı olan malikin bu taşınmazda hangi eylemi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini her yıl belirlemekte ve belirlenen esaslar internet sitesinde yayınlanmaktadır. Yukarıda anılan düzenlemelerden ötürü iki durumla karşılaşılmaktadır. Birincisi bahsi geçen Kanunun 65/b maddesinin “2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası” olarak yaptırıma bağladığı cezaya konu eylemin ne olduğu esasen kanunla belirlenmiş olmayıp Koruma Bölge Kuralları tarafından yapılan belirlemeler ile ortaya çıkacaktır. Nitekim somut olayda sanık taşınmazında dikenli tel çekilmesi, için yasaya uygun davranarak izin talebinde bulunduğu halde yeni ağaç fidanı dikmek için aynı izin talebinde bulunmamıştır. Koruma Bölge Kurulu’nun suç tarihindeki kararı ile ağaç dikilmesi yasak işler arasında sayılmaması halinde de eylemi suç oluşturmayacaktır. Nitekim geniş sit alanları bulunan Germencik ilçesi gibi yerlerde sözkonusu alan maliklerinin büyük bölümü çiftçi olup bahse konu taşınmazlar genel olarak tarım amaçlı kullanılmakta ve genelde incir ve zeytin bahçelerinden oluşmaktadır. Malikler taşınmazlarında hangi eylemi yapıp yapamayacaklarını, cezalandırılan eylem bakımından ortada somut bir kanun maddesi bulunmaması nedeni ile ve eylem bölge kurulu kararı ile yıla göre değişiklik gösterdiğinden duyum üzerine hareket etmekte, domates ekmek için izin yoluna başvuranlar olduğu gibi, malik olduğu saikiyle taşınmazını korumak için izinsiz dikenli tel ile çeviren malikler de olmaktadır. Söz konusu düzenleme Anayasa’nın 38. maddesinde düzenlenen “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” maddesine ve “Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.

2. olarak da sözkonusu sit alanı ilan edilen suça konu eylemin yapıldığı taşınmazın maliki sanıktır. Her ne kadar 2863 sayılı Yasanın 17. maddesinin (b) fıkrasında; “Koruma amaçlı imar planlarıyla kesin yapılanma yasağı getirilen sit alanlarında bulunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetindeki taşınmazlar malikin başvurusu üzerine, belediye ve il özel idaresine ait taşınmazlarla takas edilebilir,” denmekte ise de bu hüküm hem kesin yapılanma yasağı getirilen sit alanları içindir hem de malike bu hususu zorunlu kılmamaktadır. Ayrıca tarım amaçlı kullanılan taşınmazlar bakımından benzer imkan sağlayan bir hüküm de anılan yasada yer almamaktadır. Bu durum karşısında özellikle tarım amaçlı kullanılan taşınmazlarda malikin belirsiz ve oldukça kısıtlanmış olan kullanma hakkı uygulamada taşınmazını tanım amaçlı kullanan malikin Yasanın 65/b maddesindeki cezayla karşılaşmasını adeta kaçınılmaz kılmakta, bu durum da; Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen “Mülkiyet Hakkı” başlıklı “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” maddesine aykırılık taşımakta nitekim sözkonusu kanun maddesi uygulamada Anayasanın verdiği mülkiyet hakkını bu taşınmazlar bakımından tamamen kullanılmaz hale getirmektedir. Zira taşınmazın toprak altına zarar vermeyecek şekilde hırsızlık veya hayvan tehlikesine karşı çitle çevrilmesinden, yeni ağaç dikimine kadar neredeyse tüm eylemler Koruma Kurulu kararları ile yasaklanmaktadır. Sözkonusu durum çeşitli gazete haberlerinde de yer bulmuş özellikle tarımsal faaliyet yapan vatandaşın taşınmazında suç oluşturan eylemin ne olduğunu bilemediği haber olarak yer almıştır.

Belirtilen nedenlerle sanık hakkında uygulanması ihtimali bulunan 2863 sayılı Yasanın 65/b maddesinin TC. Anayasası’nın 35. ve 38. maddelerine aykırı olduğu düşünülerek Anayasa’nın 152. maddesi gereği Anayasa Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğu doğmuştur.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları

21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun iptali istenen 7., 9., 11., 15. ve 65. maddeleri şöyledir:

“Tespit ve tescil

Madde 7- (Değişik: 17/6/1987- 3386/2 md.)

(Değişik birinci fıkra: 26/5/2004-5177/26 md.) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır.

Yapılacak tespitlerde, kültür ve tabiat varlıklarının tarih, sanat, bölge ve diğer özellikleri dikkate alınır. Devletin imkânları göz önünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir.

Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur.

Tespit ve tescil ile ilgili usuller, esaslar ve kıstaslar yönetmelikte belirtilir.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde veya denetiminde bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları, gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan cami, türbe, kervansaray, medrese han, hamam, mescit, zaviye, sebil, mevlevihane, çeşme ve benzeri korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tespiti, envarterlenmesi Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılır.

Tescil kararlarının ilanı, tebliği ve tapu kütüğüne işlenmesi ile ilgili hususlar yönetmelikle düzenlenir.

İzinsiz müdahale ve kullanma yasağı

Madde 9- (Değişik: 14/7/2004- 5226/3 md.)

Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır.

Hak ve sorumluluk

Madde 11- Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının malikleri bu varlıkların bakım ve onarımlarını Kültür ve Turizm Bakanlığının bu Kanun uyarınca bakım ve onarım hususunda vereceği emir ve talimata uygun olarak yerine getirdikleri sürece, bu Kanunun bu konuda maliklere tanıdığı hak ve muafiyetlerden yararlanırlar. (Değişik ikinci cümle: 22/5/2007-5663/1 md.) Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez.

Malikler bu varlıkların üzerindeki mülkiyet haklarının tabii icabı olan ve bu Kanunun hükümlerine aykırı bulunmayan bütün yetkilerini kullanabilirler.

Bu Kanunun belirlediği bakım onarım sorumluluklarını yerine getirmekte aczi olanların mülkleri, usulüne göre kamulaştırılır. Mazbut veya mülhak vakıf varlıkları bu hükme tabi değildir.

Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görmesi ile, Vakıflar Genel Müdürlüğü, il özel idareleri, belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşları, yukarıda sözü geçen maliklere lüzum görülen hallerde, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma, bakım ve onarımlarına, teknik eleman ve ödenekleri ile yardımda bulunabilirler.

Kamulaştırma

Madde 15- Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:

a) Kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerle mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanları Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak proğramlara uygun olarak kamulaştırılır. Bu maksat için, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konur.

(Ek: 17/6/1987 – 3386/5 md.; Değişik:14/7/2004 – 5226/7 md.) Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare birlikleri tescilli taşınmaz kültür varlıklarını, koruma bölge kurullarının belirlediği fonksiyonda kullanılmak kaydıyla kamulaştırabilirler.

b) Menşei vakıf olup da çeşitli sebeplerle kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetine geçen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunların korunma alanlarının kamulaştırılmaları, Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılır. Bu maksat için Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine yeteri kadar ödenek konur.

c) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanları, imar planında yola, otoparka, yeşil sahaya rastlıyorsa bunların belediyelerce; sair kamu kurum ve kuruluşlarının bakım ve onarım ile görevli oldukları veya kullandıkları bu gibi kültür varlıklarının korunma olanlarının ise, bu kurum ve kuruluşlarca, kamulaştırılması esastır.

d) Kamulaştırmalarda bedel takdirinde, taşınmaz kültür varlıklarının eskilik, enderlik ve sanat değeri dikkate alınmaz.

e) (Değişik: 17/6/1987-3386/5 md.) Kamulaştırma işlemleri, bu Kanun hükümleri ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerine göre yapılır.

f) (Ek: 17/6/1987 – 3386/5 md.; Değişik: 25/6/2009-5917/24 md.) Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin başvurusu ve karşılığında önerilen parsellerin tamamının kabulü koşuluyla, başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Bu hükümle ilgili usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.

Cezalar

Madde 65- (Değişik: 23/1/2008-5728/408 md.)

a) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

Bu fiiller, korunması gerekli kültür ve tabiat varlığını yurt dışına kaçırmak maksadıyla işlenmiş ise, verilecek cezalar bir kat artırılır.

b) Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

c) Bu Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

d) Bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulmuş idarelerden bu Kanunun 57 nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar altı aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılırlar.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararlarında, Anayasa’nın 2., 5., 13., 35. ve 38. maddelerine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

A- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, E.2011/18 sayılı dosyanın 24.2.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında;

1– 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir.

2- 21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 7., 9., 11., 15. ve 65. maddelerinin davada uygulanacak kural niteliğinde olup olmadığı sorunu ele alınmıştır.

Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık savının ciddi olduğu kanısına varırsa, bu hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya yetkilidir. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmesi için, elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralın o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak yasa kuralları, bakılmakta olan davayı yürütmeye, uyuşmazlığı çözmeye, davayı sona erdirmeye veya kararın dayanağını oluşturmaya yarayacak kurallardır.

İtiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu dava, korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlığında izinsiz uygulamalar yaptığı iddiasıyla sanık hakkında açılmış bir ceza davasıdır. Savcılık iddianamesi sanığın 2863 sayılı Kanun’un 65/a maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle düzenlenmiştir. 2863 sayılı Kanun’un 7. maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının tespiti ve tesciline ilişkin kurallar düzenlenmiştir. 9. maddesinde ise korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamayacağı ve bunların yeniden kullanıma açılamayacağı veya kullanımlarının değiştirilemeyeceği öngörülmüştür. Kanun’un 11. maddesinde taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının maliklerinin hakları ve sorumlulukları düzenlenmiştir. Buna göre malikler bu varlıkların bakım ve onarımlarını yasaya uygun olarak yerine getirme yükümlülüğü altına alınmışlar ve bu yükümlülüğe uydukları sürece Kanunda tanınan haklardan yararlanabilecekleri öngörülmüştür. Kanun’un 15. maddesinde ise taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanlarının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bir plan çerçevesinde kamulaştırılması öngörülmüştür. 65. maddede de Kanuna aykırı hareket edenlere uygulanacak cezai yaptırımlar dört bent halinde düzenlenmiştir. (a) bendinde taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını tahrip edenlerin cezalandırılacağı, (b) bendinde ise sit alanlarında ve koruma alanlarında belirlenen koşullara aykırı olarak izinsiz inşai ve fiziki müdahalede bulunanların cezalandırılacağı düzenlenmektedir. (c) bendinde kanuna aykırı imar izni verenlerin (d) bendinde ise Kanun’un 57. maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarına göre izin almaksızın tadilat ve tamirat yapanların ya da yaptıranların cezalandırılması öngörülmektedir.İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu davada sanığın sit alanında bulunan tescilli taşınmaz kültür varlığı üzerinde izinsiz fiziki müdahalede bulunduğu iddiasıyla cezalandırılması talep edilmiştir. Bu nedenle 2863 sayılı Kanun’un 7., 11. ve 15. maddeleri ile 65. maddesinin (c) ve (d) bentlerinin itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle 7., 11., ve 15. maddeler ile 65. maddenin (c) ve (d) bentlerine ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, 2863 sayılı Kanun’un 9. maddesi ile 65. maddesinin (a) ve (b) bentlerine ilişkin olarak ise dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

B- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, E.2011/137 sayılı dosyanın 4.1.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- BİRLEŞTİRME KARARI

21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65. maddesinin “Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.” biçimindeki (b) fıkrasının iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2011/137 sayılı davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2011/18 esas sayılı dava ile birleştirilmesine, esasının kapatılmasına, esas incelemenin 2011/18 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 4.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

VI- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararları ve ekleri, Anayasa Mahkemesi Raportörü Ali Rıza ÇOBAN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- 2863 Sayılı Kanun’un 9. Maddesinin İncelenmesi

Başvuru kararında 2863 sayılı Kanun’un 9. maddesinde yer alan sınırlamaların mülkiyet hakkının özünü ortadan kaldırıcı nitelikte olduğu, yasa koyucunun bunun farkında olması nedeniyle Kanun’un 15. maddesinde taşınmaz kültür varlıklarının kamulaştırılmasını öngördüğü ancak uygulamada tespit yapıldıktan sonra uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen kamulaştırmaların yapılmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 5., 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.2863 sayılı Kanun’un 9. maddesinde, Koruma Yüksek Kurulu’nun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınacak kararlara aykırı olarak koruma altına alınan kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarına inşai ve fiziki müdahalede bulunulamayacağı, bunların yeniden kullanıma açılamayacağı ve kullanımlarının değiştirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca kural inşai ve fiziki müdahaleyi tanımlamıştır. Buna göre esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale olarak nitelendirilmiştir. Dolayısıyla koruma alanlarında yapılacak onarım, inşaat, tesisat, sondaj, yıkım, yakma ve kazı gibi işlemlerin Koruma Yüksek Kurulunca belirlenen ilke kararlarına ve bu kararlara uygun olarak alınmış olan bölge koruma kurulu kararlarına uygun olarak yapılması gerekmektedir. Bu kurallara uyulmaması halinde Kanun’un 65. maddesine göre cezai yaptırım uygulanması öngörülmüştür.Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı bireye emeğinin karşılığına sahip olma ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır. İtiraz konusu kural taşınmazlar üzerindeki tasarruf yetkilerini önemli ölçüde kısıtladığından özel mülkiyet altındaki koruma altına alınmış varlıklar açısından önemli bir sınırlama teşkil etmektedir. Bu sınırlamanın Anayasa’ya uygun olabilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin ilkelere uygun olması gerekir. Anayasa’nın 13. maddesinde her hakkın yalnızca ilgili maddedeki sebeplerle sınırlandırılması öngörülmüştür. Diğer taraftan sınırlamanın sınırı olarak demokratik toplum düzenine aykırı olmama ilkesinin yanında, öze dokunmama, ölçülülük ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olmama koşulları da getirilmiştir.

Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Ayrıca mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa’da mülkiyet hakkının kapsamı diğer bazı maddelerde yer alan hükümlerle çerçevelenmiştir. Bu bağlamda kıyılara ilişkin 43., toprak mülkiyetine ilişkin 44., kamulaştırmayı düzenleyen 46., tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ilişkin 63., tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168., ormanlara ilişkin 169. ve 170. maddelerde Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı güvencesinin çerçevesini belirleyen kurallar yer almaktadır.Anayasa’nın “tarih kültür ve tabiat varlıklarının korunması” başlıklı 63. maddesinde devletin, tarih kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alma ödevine yer verilmiş ve özel mülkiyet konusu olan varlık ve değerlere getirilecek sınırlamaların ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımların ve tanınacak muafiyetlerin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. 2863 sayılı Kanun’un çıkarılma nedeni devletin bu ödevleri yerine getirmesini sağlamaktır. Bu nedenle itiraz konusu kuralın Anayasa’da öngörülen meşru bir amaç güttüğü anlaşılmaktadır.Ancak Anayasa’nın 13. maddesine göre temel haklara getirilen sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olması ve hakkın özüne dokunmaması gerekir. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlamaların kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında makul bir denge gözetmesi gerekir. 2863 sayılı Kanun’un 9. maddesi ile mülkiyet hakkına getirilen sınırlamaların ölçülü olup olmadığını değerlendirebilmek için Kanun’un diğer maddelerinde getirilen düzenlemeler de göz önüne alınmalıdır. Kanun’un 9. maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarına inşai ve fiziki müdahalelerin ancak Koruma Yüksek Kurulu ilke kararları ve bölge koruma kurullarınca belirlenen kurallar çerçevesinde yapılmasına izin verilerek malikin mülkünü kullanmasına bazı sınırlamalar getirmiştir. Ölçülülük ilkesinin geçerli olabilmesi için sınırlamalar kamu yararını amaçlamakla birlikte, kamu yararının sağlanmasının bütün külfeti malik üzerinde bırakılmamalıdır. Kanun’un çeşitli maddelerinde özel mülkiyet altındaki korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili olarak sağlanacak yardım ve kolaylıklar düzenlenmiştir. Bu çerçevede, Kanun’un 12. maddesinde taşınmaz kültür varlıklarının onarımına Kültür ve Turizm Bakanlığınca ayni, nakdi ve teknik yardım sağlanması öngörülmüştür. Aynı şekilde Kanun’un 15. maddesinde bu taşınmazların Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak bir program çerçevesinde kamulaştırılması kural altına alınmıştır. Diğer taraftan Kanun’un 21. maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve bunlarda yapılacak bakım ve onarımların belli koşullarda her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olduğu belirtilmiştir.

Kanun’un ilgili maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, özel mülkiyetteki tabiat ve kültür varlıklarının kullanımına belli sınırlamalar getirilmekle birlikte, taşınmaz sahiplerinin bazı kolaylıklardan ve yardımlardan yararlandırılması ve belli bir program dâhilinde taşınmazının kamulaştırılmasını isteme hakkı tanındığı görülmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde Kanun’un birey hakları ile kamu yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı söylenemez.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir. Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

Kuralın Anayasa’nın 2. ve 5. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

B- 2863 Sayılı Kanun’un 65. Maddesinin (a) ve (b) Bentlerinin İncelenmesi

Başvuru kararlarında, 2863 sayılı Kanun’un 65. maddesinin (a) ve (b) fıkralarının Kanun’un 9. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde mülkiyet hakkının özüne dokunduğu, bu nedenle Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu, diğer taraftan idari organlara suç teşkil eden fiilleri belirleme yetkisi tanındığı ve hukuki belirlilik ilkesinin ihlal edildiği belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.2863 sayılı Kanun’un 65. maddesinin (a) fıkrasında korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar verenlerin, (b) fıkrasında ise sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanların cezalandırılması öngörülmüştür. Buna göre korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler ile sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar cezai yaptırıma tabi tutulmuştur.Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı bireye emeğinin karşılığına sahip olma ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır. İtiraz konusu 65. maddenin (a) ve (b) bentlerinde yer alan kurallar yukarıda incelenen 2863 sayılı Kanun’un 9. maddesinde öngörülen sınırlamalara uymayanlara uygulanacak yaptırımı düzenlemektedir. Bu nedenle Kanun’un 9. maddesine ilişkin gerekçede belirtilen nedenler Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri açısından 65. maddenin (a) ve (b) bentleri yönünden de geçerlidir. Bu kurallarla mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın birey hakları ile kamu yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı söylenemez. Bu nedenle kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı değildir.Diğer taraftan, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden birisi “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, “Kimse, … kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçların kanuniliği”, üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek, “cezaların kanuniliği” ilkesi öngörülmüştür. Anayasa’nın 38. maddesine paralel olarak Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi uyarınca, hangi fiillerin yasaklandığı ve bu fiillere verilecek cezaların hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi, ceza hukukuna hâkim olan anayasal ilkelerden olup temel hak ve özgürlüklerin önemli güvencelerinden birini oluşturmaktadır. Kişilerin yasaklanmış olan fiilleri önceden bilmeleri ve kendi hareketlerini buna göre ayarlamalarına imkân tanınması düşüncesine dayanan bu ilkeyle ceza sorumluluğu bireylerin bilinçli tercihlerine bağlanmakta ve birey özgürlüğünün güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Zira bireylerin hangi fiilin suç oluşturacağını öngörememesi ya da bu konuda çeşitli sürprizlerle karşılaşması, bireyin özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlayacaktır.İtiraz konusu Kanun’un 65. maddesinin (a) ve (b) bentlerinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar verenler ile sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranların cezalandırılması öngörülmektedir.Kanun’un tespit ve tescil başlıklı 7. maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde yapılacağı ve bu tespitlerin koruma bölge kurulu kararı ile tescil edileceği öngörülmüştür. Ancak bu tespit ve tescilin maliklere tebliği öngörülmemiştir. Maddenin ilk halinde maliklere tebliğ de öngörülmüşken 17. 6. 1987 tarih ve 3386 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle tebliğ zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır.Öte yandan, koruma bölge kurullarınca tespit edilen koruma alanlarında belirlenen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapan ya da yaptıranların cezalandırılması öngörülmektedir. Burada suç teşkil eden fiilin konusunu koruma bölge kurullarınca belirlenen esaslara aykırı izinsiz inşai ve fiziki müdahaleler oluşturmaktadır. Ancak koruma alanlarında uyulacak şartların neler olduğunu belirleme yetkisi koruma bölge kurullarına tanınmıştır. Herhangi bir sit alanında bulunan korunması gerekli taşınmaza yapılan hangi müdahalelerin suç oluşturacağını belirlemek idari bir organ olan koruma bölge kurullarına verilmiştir. Kanun’un 57. maddesinin, birinci fıkrasının (g) bendinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarına ilişkin uygulamaya yönelik kararlar alma yetkisi bölge kurullarına verilmiştir. Aynı maddenin dördüncü fıkrasının son cümlesinde de bu kararların Kanun ve ilke kararlarındaki dayanakları ile bilimsel gerekçelerinin belirtilerek yazılacağı hükme bağlanmıştır. Aynı şekilde Kanun’un 61. maddesinde Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurullarının kararlarına kamu kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve tüzel kişilerin uymak zorunda olduğu hükmü yer almaktadır. Ancak Kanun, Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararlarının Resmî Gazetede yayımlanmasını zorunlu tutmakla birlikte koruma bölge kurulları kararları için böyle bir yayım zorunluluğu öngörmemiştir. Alınan kararların ilgili herkesin bilgisine sunulmaması nedeniyle ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik açısından sorunlar çıkması kaçınılmazdır.Hem tescil kararının tebliğ edilmemesi hem de koruma bölge kurulu kararlarının ilgililere duyurulmasını güvence altına alacak bir yasal hükmün bulunmaması karşısında itiraz konusu kurallarda belirtilen cezai yaptırımların bireyler açısından öngörülebilir olmadığı ve suçların kanuniliği ilkesine uymadığı açıktır.

Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

VII- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU

Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez” denilmekte, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.

21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 5728 sayılı Kanun’un 408. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin (a) ve (b) fıkralarının iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu fıkralara ilişkin iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.

 

VIII- SONUÇ

21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun;

1- 14.7.2004 günlü, 5226 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen 9. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- 23.1.2008 günlü, 5728 sayılı Kanun’un 408. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin (a) ve (b) fıkralarının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

3- 5728 sayılı Kanun’un 408. maddesiyle değiştirilen 65. maddesinin (a) ve (b) fıkralarının iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE

11.4.2012 gününde karar verildi.

 

————————————————————————————————————                                  Esas Sayısı : 2011/81,Karar Sayısı : 2012/78,Karar Günü : 24.5.2012

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara 5. İdare Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendinin, Anayasa’nın 10. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Davacı tarafından, kendisine bir derece verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“13.12.1983 gün ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “kontrolör, uzman ve denetmen çalıştırılması” başlıklı 43. maddesinin (b) bendinde; “1. Bakanlık merkez teşkilatında, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü ve bağlı birimlerinde Devlet Bütçe Uzmanı, Muhasebat Genel Müdürlüğünde Devlet Muhasebe Uzmanı, … Milli Emlak Müdürlüğünde Devlet Malları Uzmanı, Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığında Maliye Uzmanı çalıştırılabilir. Bu uzmanlara, diğer görevlerinin yanısıra bağlı oldukları başkanlık ve genel müdürlüklerin görev alanına giren konularda ilgili kuruluşlar nezdinde araştırma, inceleme (vergi incelemesi hariç) ve analiz yaptırılabilir. 2. Bakanlık taşra teşkilatında … Muhasebe Uzmanı ve Milli Emlak Uzmanı çalıştırılabilir. 3. Bunlar en az dört yıllık yükseköğretim kurumlarından (taşra teşkilatında çalıştırılacak olanlarda en az iki yıllık yükseköğretim kurumlarından) mezun olanlar arasından yapılacak özel yarışma sınavı sonunda mesleğe uzman yardımcısı olarak alınırlar ve en az üç yıl çalışmak ve olumlu sicil almak şartıyla Bakanlık merkezinde açılacak yeterlik sınavına girme hakkını kazanırlar. Yeterlik sınavında başarılı olanlar kadrolarına uygun uzman unvanını alırlar. Uzmanların mesleğe giriş ve yeterlik sınavları ile çalışma usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almıştır.19 Temmuz 2001 tarih ve 24467 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Muhasebat Genel Müdürlüğü Muhasebe Uzmanlığı Görev, Çalışma ve Atama Yönetmeliği’nin adı “Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Muhasebe Uzmanları Görev ve Çalışma Yönetmeliği” olarak değiştirilen Yönetmelikte, Muhasebe Uzmanlarının görev, sorumluluk, çalışma ve atanmalarına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiş, muhasebe uzmanlarının özel yarışma sınavıyla mesleğe girebilecekleri ve belli bir çalışma döneminden sonra yeterlik sınavına tabi tutularak yardımcılık dönemini tamamlayıp mesleğe atanacakları öngörülmek suretiyle muhasebe uzmanlığının “kariyer meslek” olduğu vurgulanmıştır.Öte yandan, 9 Temmuz 1995 tarih ve 22338 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Devlet Muhasebe Uzmanları Görev ve Çalışma Yönetmeliği’nde de Devlet Muhasebe Uzmanlarının mesleğe giriş ve yeterlik sınavları ile görev ve çalışma usul ve esasları yukarıda anılan Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Muhasebe Uzmanları Görev ve Çalışma Yönetmeliğine paralel bir biçimde düzenlenmiştir.Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen kanun önünde eşitlik ilkesi gereğince, aynı durumda olanlar için ayrı düzenlemeler getirmek ya da kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapmak Anayasa’ya aykırılık oluşturur.Bu durumda, özel yarışma sınavı ile mesleğe alınan muhasebe uzman yardımcılarının, üç yıl olarak belirlenen yardımcılık dönemi sonunda yeterlilik sınavına tabi tutularak başarılı olanların muhasebe uzmanlığı kadrosuna atanabilecekleri düzenlenerek muhasebe uzmanlığının kariyer meslek olarak belirlendiği, 657 sayılı Kanun’un 36. maddesinin Ortak Hükümler Başlıklı (A) fıkrasının 11. bendinde sayılan kariyer mesleklere atanma sırasında ayrıca bir derece verilmesi uygulamasının anılan kanun hükmündeki eksik düzenleme nedeniyle muhasebe uzmanlarına uygulanamaması; mesleğe girişleri, yeterlik sınavları, görev ve çalışma usul ve esasları paralellik gösteren ve bu anlamda durumları özdeş olan unvanlar arasında kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmayan bir biçimde ayrım yapılması ve aynı durumda olanlara farklı kuralların uygulanması sonucunu doğurduğundan anılan eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 152. maddesinin 1. fıkrası ile 2949 sayılı Kanunun 28. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, bir davaya bakmakta olan Mahkemenin, taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda tarafların bu konudaki iddia ve savunmalarını ve kendisini bu kanıya götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurması öngörüldüğünden; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesinin Ortak Hükümler başlıklı (A) fıkrasının 11. bendinde muhasebe uzmanlığına yer verilmemesi nedeniyle eksik düzenleme olduğu ve anılan 11. bendin bu haliyle Anayasanın 10. maddesine aykırı olduğu kanaatine ulaşıldığından, anılan hükümlerin iptali istemiyle itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, dava dosyasının onaylı bir örneğinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar 5 ay süreyle davanın geri bırakılmasına, 13.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesinin “ORTAK HÜKÜMLER” bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendi şöyledir:

“Mesleğe özel yarışma sınavına tabi tutulmak suretiyle alınan; Başbakanlık, Bakanlık, Müsteşarlık ve bağımsız genel müdürlükler müfettiş yardımcıları ile bağlı müfettiş yardımcıları ve Diyanet İşleri Başkanlığı müfettiş yardımcıları, Sosyal Güvenlik Kurumu Müfettiş Yardımcıları, Başbakanlık Uzman Yardımcıları, Vakıf Uzman Yardımcıları, Tapu ve Kadastro Uzman Yardımcıları, Devlet Personel Başkanlığı Devlet Personel Uzman Yardımcıları; Afet ve Acil Durum Yönetimi Uzman Yardımcıları; Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Uzman Yardımcıları; Hazine Müsteşarlığı Bankalar Yeminli Murakıp Yardımcıları, Stajyer Hazine Kontrolörleri, Maiyet memurları; Dışişleri Bakanlığı meslek memurları konsolosluk ve ihtisas memurları; Maliye Bakanlığı Hesap Uzman Yardımcıları, Sigorta Denetleme Uzman Yardımcıları ve Aktüer Yardımcıları, Bakanlıklar merkez kuruluşu stajyer kontrolörleri, İçişleri Bakanlığı Dernekler Denetçi Yardımcıları, Devlet Bütçe Uzman Yardımcıları, Mali Suçları Araştırma Uzman Yardımcıları, Marka Uzman Yardımcıları, Patent Uzman Yardımcıları, Vergi, Muhasebe ve Millî Emlak Denetmen Yardımcıları, Sosyal Güvenlik Uzman Yardımcıları, Çalışma Uzman Yardımcıları ve Sosyal Güvenlik Eğitim Uzman Yardımcıları, Yurt Dışı İşçi Hizmetleri Uzman Yardımcıları, İş Sağlığı ve Güvenlik Uzman Yardımcıları, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim Uzman Yardımcıları, Kültür ve Turizm Uzman Yardımcıları, Yazma Eser Uzman Yardımcıları, Ulaştırma ve Haberleşme Uzman Yardımcıları, Denizcilik Uzman Yardımcıları, Teknik Yardım Uzman Yardımcıları, Devlet Muhasebe Uzman Yardımcıları, Devlet Malları Uzman Yardımcıları, Maliye Uzman Yardımcıları, Devlet Gelir Uzman Yardımcıları, Milli Emlak Uzman Yardımcıları, Vergi İstihbarat Uzman Yardımcıları, Gelir Uzman Yardımcıları, Mali Hizmetler Uzman Yardımcıları, Bakanlık ve bağlı kuruluşların A.B. Uzman Yardımcıları, Hazine Uzman Yardımcıları, Dış Ticaret Uzman Yardımcıları, Diyanet İşleri Uzman Yardımcıları, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzman Yardımcıları, Avrupa Birliği İşleri Uzman Yardımcıları, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Uzman Yardımcıları, Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Uzman Yardımcıları, Türkiye İstatistik Kurumu Uzman Yardımcıları, Eğitim Müfettiş Yardımcıları ile İçişleri Bakanlığı Planlama Uzman Yardımcıları, İstihdam ve Meslek Uzman Yardımcıları, Kalkınma Bakanlığı Planlama Uzman Yardımcıları, Çevre ve Şehircilik Uzman Yardımcıları, Orman ve Su İşleri Uzman Yardımcıları, Sanayi ve Teknoloji Uzman Yardımcıları, Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcıları, Gençlik ve Spor Uzman Yardımcıları, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Uzman Yardımcıları, Aile ve Sosyal Politikalar Uzman Yardımcıları, Aile ve Sosyal Politikalar Denetçi Yardımcıları, Ürün Denetmen Yardımcıları, Belediye Müfettiş Yardımcıları, Milli Savunma Bakanlığı Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı Müfettiş Yardımcılarının özel yeterlik sınavı yönetmeliklerine göre yapılacak yeterlik sınavlarında başarı göstererek Müfettişliğe, Kaymakamlığa, Başbakanlık Uzmanlığına, Vakıf Uzmanlığına, Tapu ve Kadastro Uzmanlığına, Devlet Personel Uzmanlığına, Afet ve Acil Durum Yönetimi Uzmanlığına, Bankalar Yeminli Murakıplığına, Hesap Uzmanlığına, Sigorta Denetleme Uzmanlığına ve Aktüerliğine, Kontrolörlüğe, İçişleri Bakanlığı Dernekler Denetçiliğine, Devlet Bütçe Uzmanlığına, Mali Suçları Araştırma Uzmanlığına, Marka Uzmanlığına, Patent Uzmanlığına, Vergi, Muhasebe ve Millî Emlak Denetmenliğine, Sosyal Güvenlik Uzmanlığına, Çalışma Uzmanlığına, Yurt Dışı İşçi Hizmetleri Uzmanlığına, İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanlığına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim Uzmanlığına, Kültür ve Turizm Uzmanlığına, Yazma Eser Uzmanlığına, (32) Ulaştırma ve Haberleşme Uzmanlığına, Denizcilik Uzmanlığına, Teknik Yardım Uzmanlığına, Devlet Muhasebe Uzmanlığına, Devlet Gelir Uzmanlığına, Devlet Malları Uzmanlığına, Maliye Uzmanlığına, Gelir Uzmanlığına, Mali Hizmetler Uzmanlığına, Milli Emlak Uzmanlığına, Vergi İstihbarat Uzmanlığına, Hazine Uzmanlığına, Dış Ticaret Uzmanlığına, Diyanet İşleri Uzmanlığına, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlığına, Avrupa Birliği İşleri Uzmanlığına, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Uzmanlığına, Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Uzmanlığına, Türkiye İstatistik Kurumu Uzmanlığına, Eğitim Müfettişliğine, İçişleri Bakanlığı Planlama Uzmanlığına, İstihdam ve Meslek Uzmanlığına, Kalkınma Bakanlığı Planlama Uzmanlığına, Çevre ve Şehircilik Uzmanlığına, Orman ve Su İşleri Uzmanlığına, Sanayi ve Teknoloji Uzmanlığına, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına, Gençlik ve Spor Uzmanlığına, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Uzmanlığına, Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanlığına, Aile ve Sosyal Politikalar Denetçiliğine, Ürün Denetmenliğine, Dışişleri Bakanlığı meslek memurluğu ile konsolosluk ve ihtisas memurluğunda ise Dışişleri Bakanlığınca sınavla girilmesi şart koşulan bir dereceye atanmaları sırasında ve bir defaya mahsus olmak üzere haklarında ayrıca bir derece yükselmesi uygulanır.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralı

Başvuru kararında, Anayasa’nın 10. maddesine dayanılmıştır.

 

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 22.9.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

 

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, Anayasa Mahkemesi Raportörü Erhan TUTAL tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralı ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:Başvuru kararında, özel yarışma sınavı ile mesleğe alınan muhasebe uzman yardımcılarının, üç yıl olarak belirlenen yardımcılık dönemi sonunda yeterlik sınavına tabi tutularak başarılı olanların muhasebe uzmanlığı kadrosuna atanabilecekleri düzenlenerek muhasebe uzmanlığının kariyer meslek olarak belirlendiği, 657 sayılı Kanun’un 36. maddesinin Ortak Hükümler başlıklı (A) fıkrasının 11. bendinde sayılan kariyer mesleklere atanma sırasında ayrıca bir derece verilmesi uygulamasının anılan kanun hükmündeki eksik düzenleme nedeniyle muhasebe uzmanlarına uygulanamadığı; mesleğe girişleri, yeterlik sınavları, görev ve çalışma usul ve esasları paralellik gösteren ve bu anlamda durumları özdeş olan unvanlar arasında kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmayan bir biçimde ayrım yapılması ve aynı durumda olanlara farklı kuralların uygulanması sonucunu doğurduğundan eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun, bu Kanuna tabi kurumlarda çalıştırılan memurların sınıflarını belirleyen 36. maddesinin ‘Ortak Hükümler’ bölümünün (A) fıkrası, sınıfların öğrenim durumlarına göre giriş ve yükselebilecek derece ve kademelerini göstermektedir.Söz konusu fıkranın 11. bendinde yer alan itiraz konusu kuralda da, mesleğe özel yarışma sınavına tabi tutulmak suretiyle alınan ve kadro unvanı belirtilmek suretiyle tek tek sayılan bir kısım kadrolarda görev yapanların, özel yeterlik sınavı yönetmeliklerine göre yapılacak yeterlik sınavlarında başarı göstererek yine belirli kadrolara atanmaları sırasında ve bir defaya mahsus olmak üzere haklarında ayrıca bir derece yükselmesi uygulanacağı belirtilmektedir.Anayasa’nın 10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” denilmiştir.“Yasa önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olmaz. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.İtiraz konusu kural ile amaçlananın, mesleklerine özel yarışma sınavı ile alınan bir kısım memurların yapılacak yeterlik sınavlarında başarı göstererek yine 657 sayılı Kanun’da sınırlı olarak sayılan bir kısım unvanlı kadrolara atanmaları sırasında haklarında ayrıca bir derece yükselmesinin sağlanması olduğu anlaşılmaktadır.Hukuk devletinde yasa koyucu, Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir. Yasa koyucunun, memur ve diğer kamu görevlileri ile bunların dışındaki çalışanlarla ilgili olarak, Anayasa’da belirlenen kurallara bağlı kalmak, adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluyla düzenleme yapma yetkisi bulunmaktadır. Kanun koyucunun görevin gereklerini ve yapılan işin özelliğini gözeterek farklı kurallar öngörmesinde eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine aykırılık yoktur.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 10. maddesine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.

 

VI- SONUÇ

14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Muammer TOPAL’IN karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 24.5.2012 gününde karar verildi.

 

 

—————————————————————————–

Esas Sayısı : 2011/38,Karar Sayısı : 2012/89,Karar Günü : 31.5.2012

 

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Bursa 2.Vergi Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 4.1.1961 günlü, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3.4.2002 günlü, 4751 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değiştirilen mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının üçüncü paragrafında yer alan “Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları onbeşgün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler.”cümlesinin, Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Sahibi olduğu arsanın emlak vergisinin dayanağı olan takdir komisyonu kararının yürürlüğünün durdurulması ve iptali için açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatine varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:“Davacı vekili tarafından, davacı şirket adına Y.. İli, A… İlçesi, T.. Beldesi, D… Mevkiinde bulunan taşınmazlar için 2010 yılına ilişkin olarak emlak vergisi tahakkuk ettirilmesine dair işlemin, dayanağı asgari ölçü birim tespitine ilişkin takdir komisyonu kararını iptali istemiyle T.. BELEDİYE BAŞKANLIĞI’na karşı açılan davada, davacı tarafından, emlak vergisine ait asgari ölçüde birim değerlerinin takdir komisyonlarınca belirlenmesine ve bu komisyon kararlarına karşı mükelleflerin dava açma hakkını ortadan kaldıran 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 49. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürüldüğü, komisyon kararlarına karşı mükelleflerin dava açma hakkını ortadan kaldıran hükmün Anayasa’ya aykırı olduğu yolundaki iddiası Mahkememizce de ciddi görüldüğünden işin gereği görüşüldü.

Dava Konusu Olayda Uygulanacak İtiraza Konu Kanun Maddesi:213 sayılı Vergi Usul Kanunun mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının 3. bendinde; “Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları onbeş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler.” cümlesi yer almaktadır.

Anayasaya Aykırılık Sorunu:1982 Anayasasının 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, …bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş, 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanmış, 125. maddesinin 1. fıkrasında ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu hükümlerine yer verilmiştir.Yukarıda yer verilen 213 sayılı Kanunun mükerrer 49. maddesi ile arsa ve araziye ait asgari ölçüde birim değerlerin tespitinde takdir komisyonlarına yetki verilmiştir. Bu yetki uyarınca takdir komisyonlarınca her dört yılda bir belirlenen asgari birim değerleri emlak vergisinin tarh ve tahakkukunda esas alınmaktadır. Ancak itiraza konu kanun hükmü ile takdir komisyonu kararlarına karşı dava açma hakkı belirli kurumlara verilerek taşınmaz sahibi ve aynı zamanda emlak vergisi mükellefi olan gerçek veya tüzel kişiler bu haktan mahrum bırakılmıştır.Oysa ki, bu hüküm ile Anayasanın 125. maddesindeki idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğuna ilişkin kuralın açıkça ihlal edildiği düşünülmektedir. Çünkü, arsa ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin takdir komisyonu kararları taşınmaz sahiplerini ilgilendirdiği halde anılan hükümle taşınmaz sahiplerinin elinden dava açma hakkı alınmıştır. Her ne kadar bir takım kurum ve kuruluşlara dava açma hakkı verilmiş ise de, uygulamada çoğu zaman itiraza konu hükümde sayılan kurum ve kuruluşlar dava açmamakta ve kesinleşen takdir komisyonu kararları nedeniyle mükellefler yüksek tutarlarda vergi ödemekle karşı karşıya kalmaktadırlar.İtiraza konu 213 sayılı Kanunun mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının 3. bendindeki cümle aynı zamanda, Anayasanın 36. maddesindeki herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu yolundaki hükme de aykırıdır. Çünkü, takdir komisyonunca yüksek tutarlı metrakere birim değeri belirlenmesi durumunda bu belirlemeye göre hesaplanan verginin hukuka uygun olmadığının ilgililer tarafından yargı mercileri önüne taşınmasına olanak tanınması hak arama hürriyeti ve hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu halde anılan hüküm ile bu imkan mükelleflerin elinden alınmıştır. Dolayısıyla itiraza konu hüküm yukarıda yer verilen Anayasa hükümlerine aykırı olduğu düşünüldüğünden iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle; Anayasanın 152. maddesi ile 2949 sayılı Kanunun 28. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, 213 sayılı Vergi Usul Kanunun mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının 3. bendinde yer alan “Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları onbeş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler.” cümlesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, oybirliğiyle karar verildi.”

 

III- YASA METİNLERİ

A- İptali İstenilen Yasa Kuralı :4.1.1961 günlü, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3.4.2002 günlü, 4751 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değiştirilen ve dava konusu kuralı da içeren Mükerrer 49. maddesi şöyledir:

“Emlak vergisine ait bedel ve değerlerin tespiti, ilanı ve kesinleşmesi:

Mükerrer Madde 49- (Değişik: 3/4/2002-4751/1 md.)

a) Maliye ve Bayındırlık ve İskan bakanlıkları 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununun 29. maddesi hükmü ile aynı Kanunun 31. maddesi uyarınca hazırlanan tüzük hükümlerine göre bina metrekare normal inşaat maliyet bedellerini, uygulanacağı yıldan dört ay önce müştereken tespit ve Resmî Gazete ile ilân eder.

Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği bu bedellere karşı Resmî Gazete ile ilânını izleyen onbeşgün içinde Danıştay’da dava açabilir.

b) Takdir komisyonlarının arsalara ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin dört yılda bir yapacakları takdirler, tarh ve tahakkuk işleminin (Emlâk Vergisi Kanununun 33. maddesinin (8) numaralı fıkrasına göre yapılacak takdirler dahil) yapılacağı sürenin başlangıcından en az altı ay önce karara bağlanarak, arsalara ait olanlar takdirin ilgili bulunduğu il ve ilçe merkezlerindeki ticaret odalarına, ziraat odalarına ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları ile belediyelere, araziye ait olanlar il merkezlerindeki ticaret ve ziraat odalarına ve belediyelere imza karşılığında verilir.

Büyükşehir belediyesi bulunan illerde takdir komisyonu kararları, vali veya vekalet vereceği memurun başkanlığında, defterdar veya vekalet vereceği memur, vali tarafından görevlendirilecek tapu sicil müdürü ile ticaret odası, serbest muhasebeci mali müşavirler odası ve esnaf ve sanatkârlar odaları birliğince görevlendirilecek birer üyeden oluşan merkez komisyonuna imza karşılığında verilir. Merkez komisyonu kendilerine tebliğ edilen kararları onbeş gün içinde inceler ve inceleme sonucu belirlenen değerleri ilgili takdir komisyonuna geri gönderir. Merkez komisyonunca farklı değer belirlenmesi halinde bu değerler ilgili takdir komisyonlarınca yeniden takdir yapılmak suretiyle dikkate alınır.

Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları onbeş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler. Vergi mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine onbeş gün içinde Danıştay’a başvurulabilir.

Kesinleşen asgari ölçüde arsa ve arazi birim değerleri, ilgili belediyelerde ve muhtarlıklarda uygun bir yere asılmak suretiyle tarh ve tahakkukun yapıldığı yılın başından Mayıs ayı sonuna kadar ilân edilir.

Bakanlar Kurulu bu fıkrada yer alan dört yıllık süreyi sekiz yıla kadar artırmaya veya iki yıla kadar indirmeye yetkilidir.

c) Yukarıdaki fıkralara göre, Danıştay ve vergi mahkemelerinde dava açılması halinde, davalının onbeş gün içinde vereceği tek savunma ile dosya tekemmül etmiş sayılır. Danıştay ve vergi mahkemelerince bu davalar, dosyanın tekemmül ettiği tarihten itibaren en geç bir ay içinde karara bağlanır.

d) (a) ve (b) fıkralarındaki bina metrekare normal inşaat maliyet bedelleri ile arsalara ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitlerine ilişkin süreleri gerektiği ölçüde kısaltmaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.”

 

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine dayanılmıştır.

 

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 28.4.2011 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, oybirliğiyle karar verilmiştir.

 

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, Anayasa Mahkemesi Raportörü Melek ACU tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:Başvuru kararında, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 49. maddesninin (b) fıkrasının üçüncü pragrafı gereğince emlak vergisi tahakkuk ettirilmesine dair işlemin, dayanağı asgari ölçü birim tespitine ilişkin takdir komisyonu kararına karşı emlak vergisi mükelleflerine dava açma hakkı tanımayan itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun iptali istenilen 49. maddesinde emlak vergisine ait bedel ve değerlerin tespiti, ilanı, kesinleşmesi ve takdir komisyonları kararlarına karşı kimlerin yargı yoluna başvurabilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre maddede takdir komisyonlarının kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıklarının onbeş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açma haklarının bulunmasına rağmen emlak vergisini ödeyecek olan mükelleflerin dava açma hakkının bulunmadığı anlaşılmaktadır.Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması hak arama özgürlüğünün bir gereğidir.Kanun koyucu itiraz konusu kural ile, takdir komisyonlarınca belirlenen değerlere karşı vergi mükellefi olan ve olaydan doğrudan etkilenebilecek kişilere dava açma hakkı verilmemekte sadece yasada değinilen kurum ve kuruluşları harekete geçirerek, asgari ölçüde arsa ve arazi birim değer tespitlerine karşı dava açılabilmesi imkanı tanınmaktadır. Emlak vergisi mükelleflerinin ödeyeceği verginin hesaplanmasında esas alınan takdir komisyonu kararları idari bir tasarruf olduğu için buna karşı mükelleflere yargı yolunun kapatılması, Anayasayla güvence altına alınmış olan hak arama hürriyeti ve hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Kural Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden, Anayasa’nın 125. maddesi yönünden incelenmemiştir.

.

VI- SONUÇ

4.1.1961 günlü, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun, 3.4.2002 günlü, 4751 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen Mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının üçüncü paragrafının “Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları onbeş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler.” biçimindeki birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Muammer TOPAL’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 31.5.2012 gününde karar verildi.

 

 

 

 

 

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Kararı

Eki16
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

         

                   Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Kararı

                  Esas No : 2007/2255,Karar No : 2012/801,Tarih: 24.5.2012

                  ÖZÜ: 5393 sayılı Belediye Kanunun 14. maddesinde, hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik sırasının belirlenmesinde, belediyenin malî durumu yanında hizmetin ivediliğinin dikkate alınacağı kuralına yer verilmiştir. Ayrıca 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3. maddesinde, idarelerce yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamayacağı kuralı yer almıştır. Bu kurallar uyarınca, imar planlarını hazırlamakla yükümlü olan idarelerin , ilgili diğer idarelerle koordinasyon içinde hareket ederek, gerek imar planlarının, gerek imar programlarının hazırlanması aşamasında, kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan ve kamulaştırılması gereken taşınmazları belirlerken, ödenek durumunu ve hizmete duyulan ihtiyaç çerçevesinde hizmetin aciliyetini dikkate alarak kamunun kullanımına ayrılacak taşınmazları belirlemesi, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulmaması ve mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itilmemesini sağlamakla yükümlü olduğu,imar planı değişikliğiyle taşınmazların park alanına dönüştürüldüğü tarihten itibaren beş yılı aşan bir süre geçtiği halde davacıların kamulaştırma yapılmasına ilişkin istemlerinin, anılan taşınmazların kamulaştırma programına alınmadığından kamulaştırılamayacağı gerekçesi ile belediyece reddedilmiş ise de, beş yılı aşan bir süre boyunca kamulaştırma yapılmamasının, 3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının Anayasa Mahkemece iptaline ilişkin 29.12.1999 günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararda ortaya konulan değerlendirmeler çerçevesinde mülkiyet hakkının özünü zedelediğinden,davalı idarenin (belediyenin)  temyiz isteminin reddine, Ankara 6. İdare Mahkemesinin 23.5.2007 günlü, E:2007/458, K:2007/1032 sayılı kararının yukarıda yer verilen gerekçeyle onanması gerekir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Dava; Çankaya Belediye Meclisinin 2.8.1996 günlü, 150 sayılı kararı ile değiştirilen 1/1000 ölçekli imar planında park alanında kalan Ankara, Çankaya, 1. Bölge, 6049 ada, 3,4,5 sayılı parsellerin kamulaştırılarak bedellerinin ödenmesi, kamulaştırılmaması halinde imar planı değişikliğinden önceki duruma dönülerek yapılaşma izni verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin Çankaya Belediye Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.Ankara 6. İdare Mahkemesinin 31.10.2003 günlü, E:2002/766, K:2003/1721 sayılı kararıyla; davacının imar planı değişikliği isteminin belediye meclisine iletilerek bu meclis tarafından bir karar verilmesi gerekirken,istemin doğrudan belediye başkanlığınca reddedilmesinde yetki yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı; diğer yandan, taşınmazların park alanına dönüştürüldüğü tarihten itibaren beş yılı aşan bir süre geçtiği halde davacıların kamulaştırma yapılmasına ilişkin istemleri, anılan taşınmazların kamulaştırma programına alınmadığından kamulaştırılamayacağı gerekçesi ile reddedilmiş ise de, beş yılı aşan bir süre boyunca kamulaştırma yapılmamasının, 3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının Anayasa Mahkemece iptaline ilişkin 29.12.1999 günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararda ortaya konulan değerlendirmeler çerçevesinde mülkiyet hakkının özünü zedelediği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.Danıştay Altıncı Dairesi’nin 7.3.2007 günlü, E:2006/4077, K:2007/1377 sayılı kararıyla; anılan İdare Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin imar planı değişikliği isteminin reddi yolundaki kısmının iptali yolundaki hükmü onanmış; dava konusu işlemin, kamulaştırma yapılması isteminin reddine ilişkin kısmının iptali yolundaki hükmü ise, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davalı idarenin yargı kararı ile işlem tesisine  zorlanamayacağı, İdare Mahkemesince Anayasa Mahkemesi kararına dayanılarak, kamulaştırma yoluna gidilmemesiyle mülkiyet hakkının özünün zedelendiği sonucuna varılarak, idareyi işlem tesisine zorlayıcı nitelikte iptal kararı verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak, dava konusu işlemin, kamulaştırma yapılması isteminin reddine ilişkin kısmının iptali yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.Davalı idare, Ankara 6. İdare Mahkemesinin 23.5.2007 günlü, E:2007/458, K:2007/1032 sayılı ısrar kararını, hukuka aykırı olduğunu öne sürerek, temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.Yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla hazırlanarak yürürlüğe konulan 3194 sayılı İmar Kanununun; 7. ve 8. maddeleriyle, belirli koşullarla, belediyelere ve valiliklere yerleşim yerlerinde imar planlarını hazırlama ve yürürlüğe koyma yükümlülüğü getirilmiştir.Aynı Kanunun 10. maddesinde; “Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde,bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisince kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar.Bu amaçla gerekli ödenek kamu kuruluşlarının bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder” hükmüne yer verilmek suretiyle, belediyelere, imar planlarını uygulamak üzere belirtilen süre içerisinde imar programını hazırlama; programı uygulamaya koyma, ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarına ise imar programlarında kendi görev alanlarındaki kamu hizmeti için ayrılan özel mülkiyete ait arsaları kamulaştırma zorunluluğu yüklenmiştir.Anılan Kanunun 13. maddesinin, ilk halinde ise, “Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan,otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şekli devam eder.Ancak, parsel sahibi imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir……” kuralına yer verilerek bir yandan , imar planında kamunun kullanımına ayrılan taşınmazların maliklerine yönelik olarak, taşınmazlarını tasarruf etme konusunda kısıtlamalar getirilirken, diğer yandan, taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının uzun süre kısıtlanmaması amacıyla, imar planının onaylanmasından itibaren beş sene geçmesi şartıyla, taşınmaz maliklerine belli haklar tanınmış ise de; Anayasa Mahkemesinin 29.12.1999 günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı

kararı ile “Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez.Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir.3194 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında imar planlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Yasa’nın 10. maddesinde de belediyelerin, imar plânlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlayacakları belirtilmiş,ancak Yasa’da bu plânların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir.13. maddenin birinci fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu açıktır.İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır.” gerekçesiyle, 3194 sayılı Yasanın, 13. maddesinin 1. fıkrasının iptaline,1. fıkrasının iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan 3.fıkrasının da iptaline, iptal edilen kurallar nedeniyle meydana gelen hukuksal boşluk kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak 6 ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin aktarılan iptal kararının, esas itibarıyla, 3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin 1.fıkrasında öngörülen kısıtlamaların neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirdiği gerekçesine dayandığı, aynı maddenin, mülkiyet hakkı kısıtlanan kişilere bazı güvenceler sağlayan 3. fıkrasının ise, 1. fıkranın iptali sonucu uygulanma olanağı kalmaması nedeniyle, zorunlu olarak iptal edildiği , bu iptalin doğuracağı hukuki boşluk öngörülerek yasama organına yeni bir yasal düzenleme yapılması amacıyla süre verildiği anlaşılmaktadır.Anılan Anayasa Mahkemesi kararı; 29.06.2000 günlü, 24094 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve bugün itibarıyla altı aylık süre dolmuş ise de, henüz oluşan hukuki boşluğu doldurmak amacıyla herhangi bir yasal düzenleme yapılmamıştır.Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı ve bu iptal kararının doğurduğu hukuki boşluğu giderecek yeni bir yasal düzenlemenin halen yapılmaması sonucunda ortaya çıkan mevcut hukuksal durumda, bir yandan,imar planlarında kamunun kullanımına ayrılmış taşınmazlar üzerinde, maliklerin ne gibi tasarruflarda bulunacağı ya da bulunamayacağı konusu belirsiz hale gelmiş; diğer yandan, kamunun kullanımına ayrılmış olmakla birlikte henüz kamulaştırılmamış olan taşınmazlarla ilgili olarak da malikler tamamen güvenceden yoksun kalmıştır. Her ne kadar, 3194 sayılı Yasanın yukarıda metnine yer verilen 10 maddesinde, imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarının hazırlanacağı ve program kapsamındaki taşınmazların ilgili kamu kuruluşlarınca kamulaştırılacağı öngörülmüş ise de, yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi kararında da açıklandığı gibi, imar programlarının; dayanağı imar planlarının tümünü kapsaması hukuken zorunlu olmadığından; imar programı dışında kalan taşınmazların hukuki durumu, bu taşınmazların kamulaştırılacağı zaman, malikin mülkiyet hakkı üzerindeki kısıtlamaların süresi konularındaki belirsizliğin uzun süre devam etmesi olasıdır.Nitekim, uygulamaya bakıldığında; imar planlarında kamunun kullanımına ayrılmış olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde, maliklerin ileriye dönük tasarruflarda bulunamadıkları, taşınmazları kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden satış değerlerinin düştüğü, bu arsaların rayiç değerinden satılamadığı, ancak kamulaştırma bedelini almak suretiyle yarar sağlamalarının mümkün olduğu; diğer taraftan, Belediyelerin veya ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının, ödenek yetersizliği gibi nedenlerle, kamunun kullanımına ayrılmış taşınmazları kamulaştırmada uzun süre geciktikleri; ayrıca, kamu hizmeti gereklerine uygun olarak ikame edecek başka bir yeri belirleme ve yer değişikliği için ilgili yatırımcı kuruluşun görüşünü alma mükellefiyetinden dolayı, belediyelerin uzun süre kamulaştırılmayan özel mülkiyetteki taşınmazları, imar planlarında değişiklik yapmak suretiyle plandan çıkarmayı istemedikleri görülmektedir. Aktarılan hukuksal durum ve uygulamada karşılaşılan diğer sorunların, kişilerin mülkiyet hakkını kısıtladığı ve bu nedenle, Türkiye tarafından 18.5.1954 tarihinde onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Eki 1. Protokolün 1. maddesinin 1. bendinde “Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına sahiptir. Kamu yararı gerektirmedikçe ve uluslararası hukukun genel ilkeleri ile hukukun aradığı koşullara uyulmadıkça, hiç kimse mülkiyetinden yoksun bırakılamaz..” hükmüne aykırı durumların ortaya çıkmasına yol açabileceği açıktır.Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, benzer bir mülkiyet hakkı ihlali iddiasıyla açılmış olan,Hakan Arı/Türkiye Davasında (Başvuru No:13331/07) 11.1.2011 gününde verdiği kararda , “…. başvuran mülkiyet hakkına karşı orantısız bir müdahalenin yapıldığını öne sürmektedir. Hükümet mülkiyetten yoksun bırakma gibi bir durumun söz konusu olmadığını ve başvuranın arazisini kullanmaya ve fidanlık olarak ekip biçmeye devam edebileceğini savunmaktadır. AİHM’ye göre başvuranın mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale söz konusudur. Taşınmazın şehir imar planında okul yapımı için öngörülmesi yalnızca imar yasağından etkilenmesine yol açmamış, aynı zamanda araziden istifade edilmesini de olanaksız hale getirmiştir. Geriye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edilip edilmediğini tespit etmek kalmaktadır.AİHM başvuranın taşınmazına el atılmaması nedeniyle re’sen gerçekleşmiş bir müdahalenin olmadığını gözlemlemektedir. AİHM bunun yanı sıra mülkiyetin transferinin gerçekleşmemiş olduğu ihtilaf konusu davayı görünenlerin ötesine geçerek gerçek yüzüyle inceleyeceğini belirtmektedir (…). AİHM bu bağlamda, başvuran tarafından öne sürülen durumun etkilerinin mülkiyet hakkına yönelik kısıtlamalardan ileri geldiğini, gayrimenkulün değeri ile ilintili olduğunu ve sonucu itibarıyla bütün olarak taşınmazın kullanılabilirliğini azalttığını anımsatır. AİHM buna karşın, özüne yönelik kayba uğrasa da mezkur hakkın kaybolmadığını not etmektedir. Dile getirilen bütün bu tedbirlerden başvuranın mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığı gibi bir çıkarımda bulunulamamaktadır. Başvuran ne taşınmazına erişim hakkını ne de onun maliki olmayı kaybetmiş, esasen taşınmazın satışı konusunda sıkıntı yaşamıştır. …..

AİHM yine de başvuran tarafından dile getirilen durumun Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk cümlesi kapsamına girdiğini ifade etmektedir (….).AİHM kamu yararının gerekleri ile başvuranın temel haklarının korunması arasında hüküm sürmesi gereken adil dengenin gözetilip gözetilmediğini incelemeye alacaktır (…..)……Başvuranın imar iznini elde etme konusunda meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Zira okul inşaatının öngörüldüğü şehir imar planını müteakip kamulaştırma amacıyla sonradan araziye imar yasağı getirilmiştir. Bu yasak halen sürmektedir….AİHM başvuranın ilgili bütün bu dönem boyunca mülkiyetinin akıbeti konusunda bir belirsizliğe itildiğini gözlemlemektedir. İlk etapta idari bütçe kaynaklarının yetersizliği nedeniyle mezkur arazi kamulaştırılamamış,ikinci süreçte belediyenin 22 Eylül 2005 tarihinde kabul ettiği yeni şehir imar planına göre başvuranın taşınmazı bir kez daha okul yapımı kararından etkilenmiştir.AİHM bu bağlamda, Hükümet tarafından iç hukukta başvuranın taşınmazının belirsizliğini telafi edecek herhangi bir hukuki kararın alındığı dile getirilmemiştir.AİHM söz konusu bu durumun başvuranın mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanması önünde engel teşkil ettiğine ve arazinin satış şansı da dahil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde azalttığına itibar etmektedir.Ayrıca başvuranın uğradığı kayıp hiçbir tazminat miktarı ile giderilmemiştir.Bütün bu sözü edilenler AİHM’yi başvuranın, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında  gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı yönünde düşünmeye sevk etmektedir ….AİHM bu nedenle Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır.” Gerekçesiyle Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etmiştir.Bu arada, benzer uyuşmazlıkların adli yargıda dava konusu edilmeleri üzerine adli yargı yerlerinin ve bu yargı kolunun yüksek mahkemesi olan Yargıtayın ,konuyu çözümsüz bırakmamak amacıyla uyuşmazlıklara medeni hukuk kuralları çerçevesinde çözümler getirmeye çalıştığı görülmektedir. Konunun en belirgin şekilde tartışıldığı ve karara bağlandığı örnek ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E: 2010/5-662  K: 2010/651 sayılı kararıdır. Bu kararda, “….uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarenin, malikin taşınmaz üzerindeki

tasarruf hakkını belirsiz bir süre için kullanılamaz hale getirdiği, dolayısıyla malikin taşınmazdan mülkiyet hakkının özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı, taşınmaz malikinin mülkiyet hakkının hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece engellendiği kuşkusuzdur.Yukarıda açıklandığı üzere, malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak müdahalenin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el atıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta her ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurmaktadır.Ancak, bundan da öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, her türlü izahtan varestedir.” gerekçesiyle , söz konusu uyuşmazlıkları “kamulaştırmasız el koyma” kapsamında değerlendirmiş ve idarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibinin, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının verilmesini isteyebileceği sonucuna varmıştır.

Bununla birlikte, benzer uyuşmazlıklarla ilgili olarak yine adli yargıda açılan davalarda, görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkmış, uyuşmazlığı inceleyen Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından da, 9.4.2012 günlü, E:2012/41, K:2012/77 sayılı ve 9.4.2012 günlü, E:2011/238 , K:2012/63 sayılı kararlarda olduğu gibi, yukarıda belirtilen konularda idari yargı görevli bulunmuştur. Gelinen bu noktada, ortaya çıkan hukuki boşluğun doğurduğu uyuşmazlıklar, uyuşmazlıklarla ilgili olarak adli yargıda açılan davalarda Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından idari yargının görevli görülmesi; bu uyuşmazlıklarla ilgili olarak verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları; Anayasa Mahkemesi kararından sonra ortaya çıkan hukuki boşluğun, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1. maddesinde yer alan “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.” kuralı gereğince, idari yargı organlarınca doldurulmasını zorunlu kılmaktadır.Bu nedenle, uyuşmazlık, açıklanan çerçevede incelenmiştir.Anayasanın 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” hükmü yer almış; yine Anayasanın 13. maddesinde ” Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Anayasanın 90/4. maddesi uyarınca, iç hukukumuz bakımından da bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 No’lu ek Protokolünün 1. maddesinde de, “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek (…) için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” düzenlemesi yer almıştır. Dosyanın incelenmesinden, davacıların maliki oldukları Ankara , Çankaya, 1. Bölge, 6049 ada, 3,4,5 sayılı parsellerin, Çankaya Belediye Meclisinin 2.8.1996 günlü, 150 sayılı kararı ile değiştirilen 1/1000 ölçekli imar planında park alanında kaldığı; park alanında kalması nedeniyle davalı belediyece yapılaşma izni verilmediği, ancak bugüne kadar da kamulaştırılmadığı; imar planı değişikliği üzerinden 5 yıldan fazla bir süre geçmesi üzerine söz konusu parsellerin kamulaştırılarak bedellerinin ödenmesi, kamulaştırılmaması halinde imar planı değişikliğinden önceki duruma dönülerek yapılaşma izni verilmesi istemiyle yapılan başvurunun Çankaya Belediye Başkanlığı işlemi ile reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Davacılara ait söz konusu parsellerin , imar planında kamunun kullanımı için park alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parsellerde artık yapılaşmaya gidilemeyeceği ve bu nedenle maliklerinin tasarruf haklarının kısıtlandığı açıktır. İdareye başvuru tarihi itibarıyla beş yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına karşın davalı idarece kamulaştırma yapılmadığı gibi ne zaman yapılabileceği konusunda da davacılara bir bilgi de verilmemiştir. Bu nedenle, davacıların maliki oldukları parsellerin durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma olanakları belirsizlik içindedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yukarıda da yer verilen, Hakan Arı/Türkiye Davasında (Başvuru No:13331/07) verdiği kararda, söz konusu bu durumun başvuranın mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanması önünde engel teşkil ettiği ve arazinin satış şansı da dahil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde azalttığı değerlendirmesinde bulunarak, malikin, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı sonucuna varmış ve Türkiye’nin ilgili kişinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.Bu bağlamda, uyuşmazlık konusu olayda da, davacıların mülkiyet haklarının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı açık olup bu kısıtlamanın kaldırılmaması sonucunu doğuran işlemlerde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Diğer yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aynı kararında, böylesi karmaşık ve düzenleme yapılmasını gerektiren alanlarda Devletlerin şehir planlamasına yönelik politikalarında belirli bir takdir payından yararlanmalarının doğal olduğunu, güdülen amaç çerçevesinde, mülkiyet hakkına yönelik müdahalede genel kamu menfaatlerine riayet edildiği değerlendirmesinde de bulunmuştur. Keza, Anayasa Mahkemesi, İmar plânlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmadığını belirtmiştir.( Anayasa Mahkemesinin 29.12.1999 günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararı) Bu nedenle, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğundan ve mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğinden söz edilebilmesi için, imar planının onaylanmasından sonra kamulaştırmanın ne kadar zaman içinde yapılması gerektiği belirlenmelidir.Bugün itibarıyla, mevzuatta bu konuyu düzenleyen açık bir düzenleme yer almamaktadır.3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 3. fıkrasında, imar planının onaylanmasından itibaren, beş yıl sonra müracaat edildiğinde, umumî hizmetlere ayrılan alanlarda , hizmet ile ilgili yapıların yapımından vazgeçildiğine dair görüş alınması şartıyla, taşınmaz maliklerine bazı haklar tanınmıştır.Diğer yandan, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 23. maddesinde, kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırma ve devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaması veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz malın olduğu gibi bırakılması şartıyla malike taşınmazını geri alma hakkı öngörülmüştür.Görüldüğü üzere, yasa koyucu, mülkiyet hakkını ilgilendiren konularda, idarenin beş yıl boyunca hareketsiz kalmasını, malikler lehine bazı haklar doğması bakımından yeterli görmüştür. Yasa koyucunun bu eğiliminin, uyuşmazlık konusu olayda da kıyasen uygulanması hukuka ve hakkaniyete uygun olacağından, imar planlarının onaylanmasından itibaren beş geçmesine karşın, ilgili idarelerce kamunun kullanımına ayrılan taşınmazların kamulaştırılmaması durumunda, mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğini, dolayısıyla, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğunu kabul etmek gerekmektedir.Uyuşmazlık konusu olayda da, söz konusu beş yıllık süre geçmiştir.Bu itibarla, davacıların başvurusu üzerine 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesi hükmü uygulanmak suretiyle maliki oldukları taşınmazın davalı belediyece imar programına alınması , bu program dahilinde geciktirilmeksizin kamulaştırılması zorunludur.Dava konusu olan uyuşmazlığa ilişkin olarak yukarıda açıklanan hukuki sonuca varıldıktan sonra,davalı idarenin, özellikle İstanbul, Ankara gibi metropoller için yapılmış imar planlarında kamunun kullanımına ayrılmış olan yerlerin tümünün aynı anda imar programlarına alınamayacağı , dolayısıyla hepsinin birden kamulaştırılamayacağı, mali ve idari yönden bunun imkan dahilinde olmadığı yolundaki iddialarının da değerlendirilmesi gerekli görülmüştür. 5393 sayılı Belediye Kanunun 14. maddesinde, hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik sırasının belirlenmesinde, belediyenin malî durumu yanında hizmetin ivediliğinin dikkate alınacağı kuralına yer verilmiştir. Ayrıca 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3. maddesinde, idarelerce yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamayacağı kuralı yer almıştır. Bu kurallar uyarınca, imar planlarını hazırlamakla yükümlü olan idarelerin , ilgili diğer idarelerle koordinasyon içinde hareket ederek, gerek imar planlarının, gerek imar programlarının hazırlanması aşamasında, kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan ve kamulaştırılması gereken taşınmazları belirlerken, ödenek durumunu ve hizmete duyulan ihtiyaç çerçevesinde hizmetin aciliyetini dikkate alarak kamunun kullanımına ayrılacak taşınmazları belirlemesi, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulmaması ve mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itilmemesi, dolayısıyla uyuşmazlıklara neden olunmaması için hukuka uygun bir yöntem olacaktır.Bu durumda, aksi yöndeki dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.Açıklanan nedenle, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Ankara 6. İdare Mahkemesinin 23.5.2007günlü, E:2007/458, K:2007/1032 sayılı kararının yukarıda yer verilen gerekçeyle ONANMASINA, 24.5.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

 

Yapı Ruhsatlarıyla İlgili Danıştay Kararı

Eki11
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay 6.Daire, Esas No: 12008/3542,Karar No :2010/4412, Tarih: 04/05/2010

Konusu: Süresi içinde verilen yapı ruhsatına göre yapının tamamlanmaması halinde yenileme ruhsatının tabi olacağı mevzuatın başvuru tarihine göre belirleneceği, ruhsat süresinden sonra başvuru yapılmışsa yapı ruhsatsız duruma düşeceğinden yenileme ruhsatı başvurusu da mevcut başvuru tarihindeki mevzuata tabi olacağı hakkında.

Dava, Konya İli Karapınar ilçesi, Aydınlık Cad. …ada … parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapı için yenileme inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin 04.01.2007 gün ve 5/8 sayılı belediye başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmış; idare mahkemesince, davacının yapısı için 09.07.2001 tarihinde inşaat ruhsatı aldığı, ancak inşaata başlamasına rağmen 5 yıl içinde tamamlanamadığı 06.07.2006 tarihinde ruhsat yenileme talebinde bulunulduğu, talebin reddi üzerine bakılan davanın açıldığı, davalı idarenin yasal yenileme süresinin dolduğu yönündeki iddiasına davacının süresinde başvurduğu görüldüğünden itibar edilmeyeceği, ancak 09.07.2001 tarihi itibariyle yürürlükte bulunan tebliğ hükümlerine göre ruhsat belgesinde fenni mesulün imzasının bulunmasının yeterli olduğu dolayısıyla 3030 sayılı Kanun Kapsamı Dışında Kalan Belediyeler Tip İmar Yönetmeliğinin 12. maddesindeki kazanılmış hakkının korunması gerektiği davacı tarafından belirtilmişse de söz konusu maddedeki belirtilen kazanılmış hakkın ilgilinin ruhsat alma tarihindeki taşınmaza veya ruhsat alma şartlarının esasına ilişkin hükümlerde sonradan davacı aleyhine değişiklik olması halinde davacının mağdur olmaması amacıyla getirildiği, oysa dava konusu uyuşmazlıkta esasa ilişkin şartlarda ve taşınmazın niteliğinde bir değişiklik olmadığı, sadece yapı ruhsatının şekline ve içeriğine ilişkin bulunması gereken bilgilere ilişkin olduğu, ruhsat yenilenmesi için fenni mesulün yanında proje müellifinin de imzasının arandığı sonucuna varıldığından tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3194 sayılı Kanunun 21. maddesinde bu kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir hükmüne yer verilmiş, aynı kanunun ruhsat müddeti başlıklı 29. maddesinde ise “Yapıya başlama müddeti ruhsat tarihinden itibaren iki yıldır. Bu müddet zarfında yapıya başlanmadığı veya yapıya başlanıp da her ne sebeple olursa olsun, başlama müddetiyle birlikte beş yıl içinde bitirilmediği takdirde verilen ruhsat hükümsüz sayılır. Bu durumda yeniden ruhsat alınması mecburidir. Başlanmış inşaatlarda müktesep haklar saklıdır. ” hükmü yer almıştır.

3194 sayılı Yasaya dayanılarak hazırlanan Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nin 12. maddesinde de “(Değişik: 2.9.1999/23804 R.G.) Ruhsat süresi içinde tamamlanması mümkün olamayacağı için beşinci yıl içinde ruhsat yenilemek üzere ilgili idareye başvurarak ruhsat yenilemesi yapılan yapılar hakkında, ruhsat alma tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri uygulanır. İnşasına 2 yıl içinde başlanmayan veya ruhsat süresi içinde tamamlanmayan ve süresi içinde ruhsat yenilemesi yapılmayan yapılar, ruhsatsız yapı olarak değerlendirilir. Bu yapılar hakkında yeniden ruhsat alma tarihinde yürürlükte bulunan plan ve mevzuat hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden davacının Konya İli Karapınar ilçesi, Aydınlık Cad. …ada … parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan yapısı için 09.07.2001 tarihinde inşaat ruhsatı aldığı, ancak inşaata başlamasına rağmen 5 yıl içinde tamamlayamadığı, 06.07.2006 tarihinde ruhsat yenilenme talebinde bulunduğu, davalı idarece bu talebin proje müellifinin imzasının bulunmadığı, inşaat ruhsatının yasal yenileme süresinin dolduğu gerekçesiyle ruhsatın yenilenmeyeceğinin belirtilmesi üzerine davanın bu işlemin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmıştır.

Yukarıda belirtilen yönetmelik maddesinden süresi içinde inşaatı tamamlayamayıp beşinci yıl içinde ruhsat talebinde bulunanlar hakkında ruhsat alma tarihindeki eski mevzuat hükümlerinin uygulanacağı inşaat ruhsatı alınmasına rağmen inşasına 2 yıl içinde başlanmayan veya ruhsat süresi içinde tamamlanmadığı gibi ruhsat yenilenmesi yapmayan ve bu şekilde ruhsatsız duruma düşen yapılar içinse yeniden ruhsat alma tarihinde yürürlükte bulunan plan ve mevzuat hükümlerinin uygulanacağı anlaşılmaktadır. İdare mahkemesince her ne kadar taşınmazın niteliğinde veya ruhsat alma şartlarının esasına ilişkin hükümlerde değişiklik yapıldığında kazanılmış hakkın korunacağı şeklinde yorum yapılarak davanın reddine karar verilmişse de, söz konusu maddede böyle bir ayrıma gidilmemiştir.

Bu durumda, davacının dava konusu uyuşmazlığın çözümünde uygulanacak mevzuatın bu çerçevede ele alınıp davacının başvuru tarihi de dikkate alınmak suretiyle değerlendirme yapılarak yeniden karar verilmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle Konya 1. İdare Mahkemesi’nin 13.12.2007 günlü ve E: 2007/173, K: 2007/1701 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine oy birliğiyle karar verildi”

Kamu Görevlilerinin Yetkilerini Kullanırken,Kusurları Sonucu Kişilere Zarar Vermelerinden Kaynaklanan ve Zarar Görenlerin Kamu Görevlileri Aleyhine Açtıkları Tazminat Davasına İlişkin Karar

Eki01
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi,E. 2012/1980,K. 2012/3331,T. 5.3.2012

ÖZET : Dava, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kusurları sonucu kişilere zarar vermelerinden kaynaklanan ve zarar görenlerin kamu görevlileri aleyhine açtıkları tazminat davasıdır. Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir. Davaya konu edilen olayda üniversitede uzman hekim olan ve kamu görevlisi sıfatını taşıyan davalının, görevini yerine getirmediği ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Davanın idari yargı yerinde ve idareye karşı açılması gerekir.

Dava,kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken,kusurları sonucu kişilere zarar vermelerinden kaynaklanan ve zarar görenlerin kamu görevlileri aleyhine açtıkları tazminat davasıdır. Sorun, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken, kişilerin zarar görmesi halinde,zarar görenin kamu görevlisinin şahsına karşı açtığı davada, kamu görevlisinin hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kast ve kusurunun araştırılmasına gerek olup olmadığı ve netice itibariyle davanın esastan mı yoksa husumetten mi reddine veya kabulüne karar verileceği ve bu konuda yorum yolu ile sonuca ulaşmanın ve uygulama yapmanın mümkün olup olmadığına ilişkindir. Bu durumda, kamu görevlisinin görevini yaparken kusurlu davranışta bulunmasının hizmet kusuru mu yoksa hizmetten ayrılabilen kişisel kusuru mu olacağının tespiti gerekmektedir. Kamu kurumları kamu hizmeti yaparlar. Ancak kamu kurumları tüzel kişilik olduklarından ve bu kişilik maddi değil soyut bir kişilik olduğundan, kamu hizmetini bizzat yerine getiremezler. Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu olarak, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Kamu görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu oluşturur. Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur. Konunun iyi anlaşılabilmesi için örnek vermek gerekirse: Sabahleyin aracı ile kamu hizmetini yapmak için çalıştığı hastaneye gelen doktorun,aracını park ederken kendisinden önce tedavi olmak için hastaneye gelmiş olan bir hastanın aracına çarpıp zarar vermesi halinde bu,doktorun kamu hizmetiyle alakalı olmayan kişisel kusurudur. Aynı doktorun aracını park ettikten, hastanedeki poliklinik odasına girdikten sonra görevi olan sağlık hizmeti ile ilgili yaptığı ( teşhis,tedavi ve ameliyat gibi ) eylemlerde bir kusur olursa bu kusur hizmet kusurudur. Yukarıda açıklanan sorun konusunda sağlıklı bir sonuca ulaşmak için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelememiz gerekir. Anayasa’nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken ( görevlerini yaparken ) işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine dava açılabilir. 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın ( kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı ) 13. maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Borçlar Yasası’nın ( Haksız muamelelerden doğan borçlar başlıklı ) 41/1 maddesinde; gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o zararın tazminine mecburdur. Anayasa’nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesinin Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargıda dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi genel bir hüküm olup, yine genel olarak zarar ika eden şahsı esas almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir. Bir konuda hem genel hüküm, hem de özel hüküm varsa,o taktirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel prensiplerindendir. Yukarıda açıklanan Anayasa’nın 129/5 ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi karşısında Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi esas alınarak kamu görevlilerinin kast ve kusurlarından dolayı kamu görevlileri aleyhine dava açılabileceğinin yorum yoluyla kabul edilmesi de mümkün değildir. Anayasa’nın 129/5 maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve amirdir. Diğer yandan yasalar iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe yürürlüktedir. Ve mevcut hükümleri ile uygulanmaları gerekir. Yargı, uygulamaları ve bir kısım sosyal ihtiyaçlar nedeni ile yasaların yetersizliği veya değiştirilmesi gerektiği düşünce ve kanaatinde olsa dahi, yorum yolu ile yürürlükteki Anayasa ve yasa maddelerini uygulamayarak atıl bırakamaz. Yorum yolu ile Anayasa ve Yasalara aykırı uygulama yapamaz ve karar veremez. İhtiyaç varsa yeni yasal düzenlemeler yapılabilir ve yasal düzenleme yapma yetki ve görevi TBMM’ne aittir. Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir. Nitekim yukarıda söz edilen mevzuat hükümleri doğrultusunda 14/09/1983 tarih 1980/4-1714 1983/803 Karar sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da bu görüş benimsenmektedir. Davaya konu edilen olayda O… Üniversitesi’nde uzman hekim olan ve kamu görevlisi sıfatını taşıyan davalı M.A.’nın, görevini yerine getirmediği ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, davanın idari yargı yerinde ve idareye karşı açılması gerekir. Davalı M.A.’ya husumet yönetilemez. Bu davalı yönünden husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi yerine, işin esasının çözümlenmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki temyiz itirazlarının incelemesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 05.03.2012 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

 

Sözleşmeli Personel Kararı

Eyl21
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

          İstanbul 2. İdare Mahkemesi,Esas:2011/1607;Karar: 2012/147,Tarih: 31/01/2012

             ÖZET: Küçükçekmece Belediyesinde 632 sayılı KHK’NIN yürürlüğe girdiği tarihte sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının, anılan kamu kurumunda 5393 sayılı Yasa’nın 49/3 maddesi uyarınca 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi kapsamında görev yaptığı açık olduğundan, 632 sayılı KHK hükümleri uyarınca bulunduğu kadroya atanması gerektiği sonucuna varılmakta olup; aksi yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Dava; Küçükçekmece Belediyesinde kadro karşılığı sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici 37.madde uyarınca görev yaptığı kadroya atanma talebiyle yapmış olduğu 20.06.2011 tarihli başvurusunun reddine ilişkin 23.06.2011 tarih ve 408261-1382 sayılı davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır.657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4. maddesinin (B) fıkrası ile 4924 sayılı Kanun uyarınca sözleşmeli personel pozisyonlarında çalışanların memur kadrolarına atanması amacıyla Devlet Memurları Kanununda değişiklik yapılması; 06/04/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulunca 02/06/2011 tarihinde kararlaştırılmış olup, bu konudaki düzenleme 04/06/2011 günlü, 27954 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılmış ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici 37 maddenin 1. fıkrası ile “Kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatı ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, ayın veya haftanın bazı günlerini ya da günün belirli saatleri gibi kısmi zamanlı çalışanlar ile yükseköğretim kurumlarının araştırma-geliştirme projelerinde proje süreleriyle sınırlı olarak çalışanlar hariç olmak üzere, 4 üncü maddenin (B) fıkrası ve 10/07/2003 tarihli ve 4924 sayılı Eleman Temininde,Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca vizelenmiş veya ihdas edilmiş sözleşmeli personel pozisyonlarında bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte çalışmakta olan ve 48 inci maddede belirtilen genel şartlan taşıyanlardan otuz gün içinde yazılı olarak başvuranlar, pozisyonlarının vizeli olduğu teşkilat ve birimde, bulunduğu pozisyon unvanıyla aynı unvanlı 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerde yer alan memur kadrolarına, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde kurumlarınca atanırlar” hükmü getirilmiştir.632 sayılı KHK ile getirilen bu hükümle, daha önceden sözleşmeli personel olarak görevi bulunup da herhangi bir sebeple kadrolu olarak kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapmayan ve 632 sayılı KHK’NIN yürürlüğe girdiği tarihte görevde olan personelin bu KHK’den yararlanmaları öngörülerek, KHK ile tanınan hakkın mümkün olduğu kadar genişletilmesi ve sözleşmeli personele 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 4. maddesinde yer alan kadrolu memurların sahip olduğu güvence ve hakların temin edilmesi amaçlanmıştır.Dava dosyasının incelenmesinden; Küçükçekmece Belediyesinde sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının, 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici 37.madde uyarınca görev yaptığı kadroya atanma talebiyle başvuruda bulunduğu, bu başvurunun, davacının 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49.maddesi uyarınca istihdam edildiğinden 632 sayılı KHK’NİN kapsamında olmadığı belirtilerek reddi üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Uyuşmazlık, davacının tabi olduğu statü ve bu statünün 632 sayılı KHK ile 657 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 37.maddenin kapsamında olup olmadığı hususlarından kaynaklanmakta olup, bu itibarla sözleşmeli personelin hukuki statüsü ve sözleşmenin niteliğini irdelemek gerekmektedir.1982 T.C. Anayasasının 128/2 maddesinde, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri hakları ve yükümlülükleri, aylık ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği belirtilerek statü hukukunun geçerli olduğu bu alanda kanunilik esası benimsenmiştir.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4.maddesinde kamu hizmetlerinin, memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği belirtildikten sonra, (B) bendinde sözleşmeli personel; Kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olarak tanımlanmış ve zorunlu hallerde, yabancı uyrukluların, tarihi belge ve eski harflerle yazılmış arşiv kayıtlarını değerlendirenlerin, mütercimlerin, tercümanların, Millî Eğitim Bakanlığında norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması hallerinde öğretmenlerin, dava adedinin azlığı nedeni ile kadrolu avukat istihdamının gerekli olmadığı yerlerde avukatların, kadrolu istihdamın mümkün olamadığı hallerde tabip veya uzman tabiplerin, Adli Tıp Müessesesi uzmanlarının, Devlet Konservatuvarlan sanatçı öğretim üyelerinin, İstanbul Belediyesi Konservatuarı sanatçılarının, bu Kanuna tâbi kamu idarelerinde ve dış kuruluşlarda belirli bazı hizmetlerde çalıştırılacak personelin de sözleşme ile istihdam edilebilecekleri hükme bağlanmıştır.5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49.maddesinin 3.fıkrasında ise; belediye ve bağlı kuruluşlarında, norm kadroya uygun olarak çevre, sağlık, veterinerlik, teknik, hukuk, ekonomi, bilişim ve iletişim, plânlama, araştırma ve geliştirme, eğitim ve danışmanlık alanlarında avukat, mimar, mühendis, şehir ve bölge plâncısı, çözümleyici ve programcı, tabip, uzman tabip, ebe, hemşire, veteriner, kimyager, teknisyen ve tekniker gibi uzman ve teknik personel yıllık sözleşme ile çalıştırılabileceği, sözleşmeli personel eliyle yürütülen hizmetlere ilişkin boş kadrolara ayrıca atama yapılamayacağı hükmüne, 5.fıkrasında da; 3.fıkra uyarınca çalıştırılacak personele her ne ad altında olursa olsun sözleşme ücreti dışında herhangi bir ödeme yapılmayacağı ve ücret mahiyetinde aynî ya da nakdî menfaat temin edilmeyeceği, bu personel hakkında bu Kanunla düzenlenmeyen hususlarda vize şartı aranmaksızın 657 sayılı Devlet Memurlan Kanununun 4. maddesinin (B) fıkrasına göre istihdam edilenler hakkındaki hükümlerin uygulanacağı kuralına yer verilmiştir.Bu bağlamda, personel rejiminin sonucu olarak gittikçe yaygınlaşan ölçüde kamuda personel istihdam biçimi olan sözleşmeli personel, genel itibariyle 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesiyle çerçevesi belirlenmiş bir statü olup; 5393 sayılı Belediye Kanununun 49.maddesi uyarınca, sözleşmeli personele ilişkin olarak anılan Yasa’da düzenlenmeyen hususlarda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesine göre istihdam edilenler hakkındaki hükümlerin uygulanması gerektiği dikkate alındığında, 5393 sayılı Yasa’nın 49/3.maddesi uyarınca istihdam edilen sözleşmeli personelin 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi kapsamında değerlendirileceği açıktır. Nitekim Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı’nın görüşü de bu yöndedir.Bu veriler ışığında, 632 sayılı KHK’NIN yürürlüğe girdiği tarihte davalı Belediyede sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının, anılan kamu kurumunda 5393 sayılı Yasa’nın 49/3 maddesi uyarınca 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi kapsamında görev yaptığı açık olduğundan, 632 sayılı KHK hükümleri uyarınca bulunduğu kadroya atanması gerektiği sonucuna varılmakta olup; aksi yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 65,70-TL yargılama giderinin ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 600,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin karar kesinleştikten sonra davacıya iadesine, bu karara karşı, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde Danıştay’a hitaben Mahkememize verilecek dilekçe ile temyiz yoluna başvurulabileceği hususunun taraflara tebliğine, 31/01/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

 

BAŞBAKANLIK BİLGİ EDİNME DEĞERLENDİRME KURULU BAŞKANLIĞI KARARLARINDAN SEÇMELER

Eyl21
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

BAŞBAKANLIK BİLGİ EDİNME DEĞERLENDİRME KURULU BAŞKANLIĞI KARARLARINDAN SEÇMELER

 

               Karar Sayısı  : 2007/450

İçişleri Bakanlığı’nın başvurusu hakkında,

Raportör Görüşü doğrultusunda ve eklemeyle,

Kurula Başvuru Tarihi: 20/04/2007 (Kurula intikal: 27/04/2007 – Kayıt No: 489)

Başvuru Konusu : İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 20/04/2007 tarihli yazısıyla, Nevşehir Belediye Başkanlığına yapılan ve genel nitelikli bir takım bilgilerin talep edildiği başvurularla ilgili olarak 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca benimsenmesi gerekli uygulama hususunda tereddüde düşülmüş olduğundan bahisle Kurulumuzun görüşü talep edilmiştir. Hakkında tereddüde düşüldüğü belirtilen söz konusu başvurular şunlardır:

–                     Belediyenin, 2004-2007 yılları arasında yaptığı ihalelerde ne alıp ne sattığı, ihaleleri kimlerin aldığı ve ihale bedellerinin,

–                     Belediyenin, 2005-2006 yıllarında SSK, MEDAŞ, Vergi Dairesi ile diğer kurum ve kuruluşlara, ayrıca özel kuruluşlara olan borç miktarı ile bu borçların neye istinaden yapıldığı bilgilerinin,

–                     Belediyenin bütün borçlarının kalem kalem,

bildirilmesi şeklindeki, bazı gazeteciler ve siyasi partilere ait başvurular.

K A R A R: 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun 6 ncı maddesi hükmü uyarınca, talep edilen bilgi ve belgeler başvuru dilekçelerinde açıkça belirtilmelidir. Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas Ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin 18 inci maddesinde ise, “Daha önce cevaplandığı halde aynı kişiler tarafından yapılan tekrar mahiyetindeki başvurular ile soyut ve genel nitelikteki başvurular işleme konulmaz ve durum başvuru sahibine bildirilir.” hükmü yer almaktadır. Anılan hükümlere istinaden kurum ve kuruluşlar, somut bilgi veya belge talebini havi olanlar dışındaki başvuruları değerlendirmeye almayacaklardır. Ancak anılan hükümlerin, 4982 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin “Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler.” hükmü ile birlikte değerlendirilmesi ve bu çerçevede bir uygulamanın benimsenmesi daha uygun olacaktır. Zira esas olan başvuru sahiplerinin bilgi edinme taleplerinin karşılanmasıdır.

Başvuruların mezkur hükümler çerçevesinde değerlendirilmek suretiyle uygunluklarının tespit ve takdiri, başvuruların yapılmış olduğu kurum ve kuruluşlara ait bir husus olduğundan, ancak itirazen başvurulması halinde Kurulumuzca değerlendirilecek olan müşahhas başvurularla ilgili olarak Kurulumuzca değerlendirme yapılmadığının ve görüş beyan edilmediğinin İçişleri Bakanlığına bildirilmesine oy birliği ile,

              Karar Sayısı  : 2007/458

XX’ın itirazının KISMEN KABULÜ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 26/02/2007 ( Kurula intikal: 05/03/2007, Kayıt No: 260 )

İtirazın Konusu: XX, 06/02/2007 ve 08/02/2007 tarihli iki bilgi edinme başvurusu ile Mersin İli Büyükeceli Belediyesi’ne müracaat ederek çeşitli konularda bilgi ve belge edinme talebinde bulunduğu, bu başvurularının anılan Belediye Başkanlığının 19/02/2007 tarih ve 132 sayılı yazısı ile istediği bilgilerin şahsını ilgilendirmediği gerekçesi ile reddedildiğini belirterek Kurulumuza itirazda bulunmuştur.

Başvuru sahibi XX’ın 06/02/2007 ve 08/02/2007 tarihli dilekçeleri aşağıdaki şekildedir:

I- 06/02/2007 tarihli dilekçe:

  1. 1.                  “XX’nın taraf olduğu finansmanı Gülnar Kaymakamlığı Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma Fonu tarafından karşılanan tarla ilgili her türlü kira kontratı, sözleşme vb. bilgi ve belgenin tarafıma verilmesi,
  2. 2.                  XX’ya ait tarlaya Büyükeceli Belediyesi tarafından yapılan yatırımların YTL cinsinden tarafıma bildirilmesi
  3. 3.                  Büyükeceli Belediyesinde çalışan sosyal güvencesi (SSK, Bağ-Kur) olan personelin tarafıma bildirilmesi, listesinin verilmesi
  4. 4.                  Büyükeceli Belediyesinde çalışan sosyal güvencesi (SSK, Bağ-Kur) olmayan personelin tarafıma bildirilmesi, listesinin verilmesi,
  5. 5.                  Gülnar Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından kaç tane ihale alınmıştır? Nerelerde alınmıştır? ne kadar gelir elde edilmiştir?
  6. 6.                  Kepçeniz hala Belediyemizde çalışıyor mu?
  7. 7.                  Aşı keçi boynuzu, çakal ağacı ve zeytin kesiminden ne zaman vazgeçeceksiniz?”

II- 08/02/2007 tarihli dilekçe:

  1. 1.                  “08/02/2007 günü kepçenizin Belediyemiz tankından mazot aldığı tespit edilmiştir. Kepçenizin mazot aldığına dair belgenin sarf makbuzunun tarafıma verilmesini,
  2. 2.                  Büyükeceliye kışlamak için gelen Yörüklerden ne kadar ücret alınmıştır?
  3. 3.                  Kayınbabam XX’un evinin bulunduğu İstiklal Mahallesinde yolun greyder ile temizlenmesi sırasında su borusu sökülmüş, bağlı bulunduğu havuzun duvarı da dolayısıyla sökülmüştür. Durum Belediye Meclis üyesi XX’e söylenmiş, herhangi bir sonuç alınmamıştır. Böyle davranarak siyasi intikam mı alınmak istenmektedir?
  4. 4.                  Varisi bulunduğumuz Cumhuriyet Mahallesi Sığırcık mevkiindeki tarlaya Belediye tarafından çöp dökülmüş imar edilmesi güçleşmiştir. Mağduriyetimizden tarafınız sorumlu olacaktır. Adı geçen yerin temizlenmesi için herhangi bir süre verilecek mi?
  5. 5.                  Dere ıslahı çalışmalarında Belediyenizin kazancı 08/02/2007 ‘ye kadar ne kadar olmuştur?
  6. 6.                  Deniz kenarına yapılan […] Hotelin doğusundaki yapının altının tuvalet çukuru, üstüne demir ızgara yapıldığı tespit edilmiştir. bu yapı için ne kadar ücret alınmıştır? yapı ile deniz arası 25 metre olduğu malumunuzdur. Buraya muakkat yapı ruhsatı vermenizde mümkün değil. Kumsalın hemen kenarındadır. Bu çevre katliamıdır demek istiyorum yorum sizindir.
  7. 7.                  […] motelin kuzeyindeki yapının ruhsatı var mıdır?
  8. 8.                  Belediyemiz tarafından Gülnar Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliğine yapılan işlerde Belediyenin kepçesinin çalıştığı fakat şahsınıza ait kepçenin çalışmış gibi muamele yapıldığı dedikodusu ortalarda dolaşmaktadır. Bunun gerçeklik payı nedir?
  9. 9.                  Kendiniz veya oğlunuz adına Gülnar Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından ihale verilmiş midir?”

K A R A R: İtiraz sahibi XX’ın, Mersin İli Büyükeceli Belediyesi’ne 06/02/2007 ve 08/02/2007 tarihli bilgi edinme başvurularının 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde değerlendirilmesi neticesinde söz konusu başvurularda yer alan taleplere ilişkin olarak,

I- 06/02/2007 tarihli bilgi edinme başvurusunda yer alan (1), (2), (3), (4), (5) ve (6) numaralı taleplerin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununda yer alan istisnalar kapsamında bulunan bilgi ve belgelere ilişkin talepler olarak kabul edilemeyeceğine bu nedenle 4982 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin “Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.” hükmü uyarınca söz konusu taleplerin karşılanması gerektiğine, 06/02/2007 tarihli başvuruda yer alan (7) numaralı talebinin ise 4982 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin “Tavsiye ve mütalaa talepleri bu Kanun kapsamı dışındadır.” hükmü uyarınca bilgi edinme hakkı kapsamı dışında bulunduğuna,

II- 08/02/2007 tarihli bilgi edinme başvurusunda yer alan (1), (2), (5), (7) ve (9) numaralı taleplerin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununda yer alan istisnalar kapsamında bulunan bilgi ve belgelere ilişkin talepler olarak kabul edilemeyeceğine bu nedenle 4982 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin “Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.” hükmü uyarınca söz konusu taleplerin karşılanması gerektiğine, 08/02/2007 tarihli başvuruda yer alan (3), (4), (6) ve (8) numaralı taleplerin ise 4982 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin “Tavsiye ve mütalaa talepleri bu Kanun kapsamı dışındadır.” hükmü uyarınca bilgi edinme hakkı kapsamı dışında bulunduğuna oybirliğiyle,

               – Karar Sayısı  : 2007/459

XX’nin itirazının REDDİ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 07/02/2007, 23/03/2007, 09/05/2007  – Kayıt No: 145

İtirazın Konusu: XX, müteaddit dilekçeleriyle Şarkikaraağaç Belediye Başkanlığına ve Şarkikaraağaç Kaymakamlığına başvurarak, mülkiyet iddiasında bulunduğu taşınmaza dair bir takım bilgilerin tarafına verilmesini talep etmiştir. Anılan konuyla ilgili olarak yapmış olduğu bilgi edinme başvurularının gereği gibi cevaplanmadığını ifade eden başvuru sahibi, 07/02/2007 tarihli dilekçesi ile itirazen Kurulumuza başvurmuştur. Ancak başvuru sahibi, itiraz konusu başvurularıyla talep etmiş olduğu bilgilerin, Şarkikaraağaç Belediye Başkanlığının 29/03/2007 tarihli ve Şarkikaraağaç Kaymakamlığının 19/04/2007 tarihli yazıları ile tarafına verilmiş olduğu hususunu, 09/05/2007 tarihli ek dilekçesi ile Kurulumuza bildirmiştir. Bununla birlikte başvuru sahibi, anılan cevabi yazılar üzerine Şarkikaraağaç Belediye Başkanlığına yapmış olduğu 06/04/2007 tarihli başvurusuna yasal süresi içerisinde olumlu ya da olumsuz herhangi bir cevap verilmemiş olduğundan bahisle itirazının en son başvurusuyla ilgili olarak değerlendirilmesini talep etmiştir.

Başvuru sahibinin 06/04/2007 tarihli itiraz konusu başvurusu ile talep etmiş olduğu hususlar şunlardır:

“…

–                     15 yıl önce el koyduğunuz, kamulaştırmaya konu söz konusu taşınmazımızı hangi yolla (bedelini peşin yada taksitle ödemek suretiyle ve pazarlıkla satın alarak mı, yoksa Belediyenize ait bir başka taşınmazla trampa yolu ile mi) devralmak istediğinize karar vererek, konuyu, taşınmazın bedel tespiti için ilgili Komisyonunuza (Kıymet takdir yada İhale) intikal ettirmeniz,

–                     Keyfiyeti, iş bu yazımızın tarafınıza tebliği tarihini takip eden azami 15 iş günü içerisinde resmi taahhütlü bir yazı ile tarafımıza bildirmeniz,

–                     İlgili Komisyonunuzca gerekli kıymet takdirinin yapılmasını müteakiben de, tarafımızı Belediyenize davet ederek Uzlaştırma Komisyonunuz marifetiyle konuyu neticelendirmeniz …”

K A R A R: 1- Başvuru sahibinin 07/02/2007 ve 23/03/2007 tarihli itiraz dilekçelerine konu başvurularıyla talep etmiş olduğu bilgilerin ilgili Kurumlarca tarafına verilmiş olduğu, yine başvuru sahibine ait 09/05/2007 tarihli ek dilekçeden anlaşıldığından, mezkur tarihli itirazlarla ilgili herhangi bir işlem tesisine yer olmadığına,

2- Başvuru sahibinin 06/04/2007 tarihli başvurusunun, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında değerlendirilebilecek bir bilgi veya belge talebi ihtiva etmediği fakat 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun kapsamında olduğu görüldüğünden; 09/05/2007 tarihli itirazının reddedildiği ve itiraz konusu başvuru akıbetinin 3071 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde takip edilmesi gerektiği hususlarının başvuru sahibine bildirilmesine,

oy birliği ile,

                Karar Sayısı  : 2007/462

XX’ın itirazının KABULÜ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda ve düzeltmeyle,

Kurula Başvuru Tarihi: 05/03/2007 ( Kurula intikal: 06/03/2007, Kayıt No: 270 )

İtirazın Konusu: XX, 29/01/2007 tarihli bilgi edinme başvurusu ile İstanbul Büyükşehir Belediyesine müracaat ederek, medyada yer alan 10/10/2002 gün ve 6462 sayılı İstanbul II Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile III. Derece doğal site alanı olarak belirlenen Kuşdili Çayırında kule, otopark, alışveriş merkezi gibi yapıların inşaatına başlanacağı şeklinde çeşitli haberlere ilişkin olarak ,

  1. Söz konusu yapıların hangi nazım imar planında ve onaylı hangi uygulama imar planında yer aldığının ve bu planların onay tarihlerinin,
  2. Meclis kararlarının, bilgi paftalarının, komisyon görüşlerinin, tutanak ve zabıtların, plan raporlarının, Planlama Müdürlüğü görüşlerinin, ilgili kurum görüşlerinin

4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca tarafına bildirilmesi talep ettiğini, işbu başvurusuna İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından herhangi bir cevap verilmemiş olduğunu belirterek 05/03/2007 tarihli dilekçesi ile Kurulumuza itirazda bulunmuştur.

Zikredilen itirazın ardından XX 15/03/2007 tarihli ikinci bir dilekçe ile tekrar Kurulumuza müracaat ederek, bahse geçen bilgi edinme başvurusuna İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Planlama Müdürlüğünün 02/03/2007 tarih ve 3178 sayılı yazısı ile “…meclis kararı ile kuşdili çayırı için plan değişikliği yapıldığı bu değişikliğin onay için Anıtlar Yüksek Kuruluna gönderildiği ve bu Kurulca henüz karara bağlanmadığı…” şeklinde tarafına bilgi verildiği ve sadece plan değişikliğinin yapıldığı 14/01/2005 gün ve 88 sayılı Meclis kararının bildirildiğini, bu meclis kararının ve istenen diğer belgelerin gönderilmediğini, ayrıca Anıtlar Yüksek Kurulan hitaplı 29/01/2007 tarihli bilgi edinme başvurusu da bu Kurulca verilen “…alışveriş merkezi projesi hakkında alınmış bir Kurul kararı bulunmadığı gibi bu konuda bir talebin de iletilmediği…” şeklindeki  02/02/2007 gün ve 113 sayılı cevap karşısında Belediyenin tarafına verdiği cevap ile Anıtlar Yüksek Kurulu’nun cevabı arasında çelişki bulunduğunu belirterek, Kurulumuza itirazda bulunmuştur.

K A R A R: İtiraz dosyasının tetkiki neticesinde, itiraz sahibinin talep ettiği bilgi ve belgeler arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Planlama Müdürlüğünün 02/03/2007 tarih ve 3178 sayılı yazısında bahsi geçen,

  1. Büyükşehir Belediye Meclisinin 14/01/2005 gün ve 88 sayılı kararının,
  2. Bahsi geçen meclis kararı doğrultusunda Anıtlar Yüksek Kuruluna gereğinin yapılması için iletildiği belirtilen teklif yazısının,
  3. İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Yapı Müdürlüğünün söz konusu plan değişikliği teklifinde Kuşdili Çayırı, 6 pafta, 1 ada 66 parsele ek fonksiyonlar olarak “açık-kapalı alışveriş merkezi, lokanta, kafe, eğlence merkezi, sinema, tiyatro, kültür seyir kulesi” fonksiyonlarının ilave edilmesi isteğini içerir yazının,

İtiraz sahibinin erişimine sunulmadığı görüldüğünden 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunda yer alan istisnalar kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilen bu belgelerin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun 5 inci maddesinin “Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.” hükmü uyarınca itiraz sahibine gönderilmesi gerektiğine, bunun dışında söz konusu değişiklik teklifi ile ilgili olarak itiraz sahibince talep edilen meclis kararları, bilgi paftalarının, komisyon görüşleri, tutanak ve zabıtların, plan raporları, Planlama Müdürlüğü görüşleri, ilgili kurum görüşleri şeklinde kurum kayıtlarında mevcut belgeler bulunması halinde bu belgelerin de 4982 sayılı Kanunun zikredilen 5 inci maddesi hükmü uyarınca itiraz sahibine gönderilmesi gerektiğine oybirliğiyle,

               Karar Sayısı  : 2007/466

Prof.Dr. XX’ın itirazının KISMEN KABULÜ ile,

Kurula Başvuru Tarihi: 28(02/2007 ( Kurula intikal: 01/03/2007, Kayıt No: 237 )

İtirazın Konusu: Prof. Dr. XX, 12/02/2007 tarihli bilgi edinme başvurusu ile İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dekanlığına müracaat ederek, Prof. Dr. XX’ın Dekanlığa verdiği 12/02/2007 tarihli bilgi edinme başvurusu ile Prof. Dr. XX’ın Dekanlık görevini vekaleten devraldığı 20/12/2004 tarihinden 16/01/2006 tarihine kadar süre içinde Fakülte Anabilim Dallarının eğitim ve öğretim yılı süresince yaptıkları zorunlu aylık Anabilim Dalı Kurul tutanaklarının, Fakülte Bölüm Kurulları tutanaklarının, bu evrakların kayıt tarih ve sayılarının tarafına bildirilmesini talep ettiğini, işbu başvurusuna anılan Dekanlığın 27/02/2007 tarih ve 506 sayılı yazısı ile istenilen bilgilere ilişkin olarak yapılan değerlendirmede verilecek cevap konusunda tereddüde düşülmüş olması nedeniyle başvurusun görüş alınmak üzere Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna gönderildiği şeklinde cevap verildiğini belirterek, talep ettiği bilgi ve belgelere erişiminin sağlanması istemiyle Kurulumuza itirazda bulunmuştur.

K A R A R: İtiraz dosyasının tetkiki neticesinde, başvuru sahibi  Prof. Dr. XX’ın 12/02/2007 tarihli bilgi edinme başvurusu ile İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dekanlığından talep ettiği bilgi ve belgelerin sahibince talep edilen bilgi ve belgelerin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunun  kurum içi düzenlemelere ilişkin bilgi ve belgelere yönelik başvuruları düzenleyen 25 inci maddesinin “Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır.” hükmü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği görülmüştür. Söz konusu madde hükmünde ise kamuoyunu ilgilendirmeyen kurum içi düzenlemelere ilişkin bilgi ve belgelerin ancak söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının erişimine açık olabileceği hususu düzenlenmiştir. Bu çerçevede itiraz sahibinin talep ettiği belgelerden yalnızca kendisinin de katılmış olduğu Kurul toplantılarına ilişkin olanların erişimine açılması gerektiğine oybirliğiyle,

               Karar Sayısı  : 2007/467

XXX’ın itirazının İNCELEMEYE ALINMASI ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 19.02.2007 – 191

İtirazın Konusu : XXX, Erzurum Vergi Dairesi Başkanlığına bilgi edinme başvurusunda bulunarak Gelirler Başkontrolörü XX’nın hakkında düzenlemiş olduğu soruşturma raporunun tarafına gönderilmesini talep etmiştir.

Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığının 06/02/2007 tarihli ve 697 sayılı cevabi yazısında söz konusu raporun 4982 sayılı Kanunun 19.  ve 20. maddeleri uyarınca gönderilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir.

Kurulumuzun 04/04/2007 tarihli ve 330 sayılı Kararı ile ‘Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığının başvuru sahibine verdiği cevap, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında incelendiğinde yetersiz görülmüştür. Şöyle ki; 4982 sayılı Kanunun 20 nci maddesi adli soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin bilgi ve belgelere ilişkin olup, başvuru sahibinin talebi idari bir soruşturmaya ilişkin olduğundan red gerekçesi olamaz. Yine talep edilen bilgi veya belgenin “bir soruşturma dosyası ile ilgili olmasının ya da bizatihi bir soruşturma dosyası olmasının” 4982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesine göre de reddini gerektirmeyeceği, talebin reddedilebilmesi için 19 uncu maddede belirtilen red gerekçelerinden hangisine dayanıldığının açıkça ve gerekçeli bir şekilde başvuru sahibine yazılı olarak izahının yapılmasının yine 4982 sayılı Kanunun 12 nci ve mezkur Yönetmeliğin 18 inci maddesi gereği olduğu, ancak Gelir İdaresi Başkanlığının yazısında bu hususun yer almadığı görülmüştür.

Bununla birlikte 4982 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin;

“İstenen bilgi veya belgelerde, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan bilgiler ile açıklanabilir nitelikte olanlar birlikte bulunuyor ve bunlar birbirlerinden ayrılabiliyorsa, söz konusu bilgi veya belge, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan bilgiler çıkarıldıktan sonra başvuranın bilgisine sunulur. Ayırma gerekçesi başvurana yazılı olarak bildirilir.”

hükmü gereği istenen bilgi ve belgelerden Kanunun istisnasına girmeyenlerin ayıklanarak verilmesi yoluna gidilmesi de zorunlu olduğu,

Netice olarak başvuru sahibinin talep etmiş olduğu soruşturma raporunun yukarıda belirtilen usuller çerçevesinde değerlendirilerek uygulamaya gidilmesi gerektiğinin Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığına bildirilmesine  karar verilmiştir.’

XXX, Kurulumuz kararından sonra Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığınca kendisine verilen cevabi yazıda ön inceleme esnasında birçok kişiden ifade alındığı ve değerlendirmeler yapıldığı, ön incelemeye esas olaylardan birisinin kasten adam yaralama suçuna ilişkin olduğu, bu nedenle söz konusu raporun Kanun 19. maddesinin b ve d bentleri gereğince verilemeyeceğinin belirtildiğinden bahisle tekrar Kurulumuza müracaat etmiştir.

K A R A R: Talebe konu 29.09.2006 tarih ve GKR-2006-349/5 sayılı soruşturma raporunun 4982 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesi ve itiraz hakkında nihai karar alınabilmesini temin için 4982 sayılı Bilgi edinme Hakkı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca Maliye Bakanlığından istenmesine oy birliği ile,

              – Karar Sayısı  : 2007/469

XX’ın itirazının REDDİ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 21.03.2007 – 337

İtirazın Konusu : XX, Büyükeceli Belediye Başkanlığına yapmış olduğu 17/02/2007 tarihli bilgi edinme başvurusuna cevap alamadığından bahisle Kurulumuza müracaat etmiştir.

Başvuru sahibinin itiraz konusu başvurusuna Büyükeceli Belediye Başkanlığınca cevap verilmiş olduğu ilgili Kurumca Kurulumuza gönderilen yazıdan ve sekretaryamız araştırmasından anlaşılmış olup, söz konusu yazıda istenen bilgiler başvuru sahibinin şahsını ve şahsına ait bir kurumu ilgilendirmediğinden Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereği cevap verme zorunluluğunun olmadığı belirtilmiştir.

K A R A R: I-Büyükeceli Belediye Başkanlığının 02/03/2007 tarihli cevabında yer alan, “istenen bilgiler başvuru sahibinin şahsını ve şahsına ait bir kurumu ilgilendirmediğinden Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereği cevap verme zorunluluğunun olmadığı” değerlendirmesi ve bu değerlendirmenin söz konusu talepler açısından ret gerekçesi olarak kullanılması isabetli değildir. Zira, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu “demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek” (1. madde) amacıyla tesis edilmiş olup  Kanunun 4 üncü maddesinin 1 inci fıkrası “Herkes bilgi edinme hakkına sahiptir”  hükmünü amirdir. Bu hükme göre bilgi edinme hakkının başvuru yoluyla kullanılabilmesi için ilgililik şartı aranmamaktadır. Dolayısıyla bundan sonra yapılacak bilgi edinme başvurularının cevaplandırılmasında mezkur tavsifin esas alınmaması gerektiği hususlarının Büyükeceli Belediye Başkanlığına bildirilmesine,

II-Başvuru sahibinin bilgi edinme başvurusunun bir bütün olarak değerlendirilmesi neticesinde , taleplerinin ayrı ve özel bir çalışma gerektirmesi nedeniyle 4982 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince karşılanamayacağının başvuru sahibine bildirilmesine,

oy birliği ile,

             Karar Sayısı  : 2007/472

SES Ordu Şubesinin itirazının KABULÜ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 05/03/2007 (Kurula intikal: 09/03/2007, Kayıt No: 286 )

İtirazın Konusu: SES Ordu Şubesi, 24/01/2007 tarihli dilekçe ile Ordu Valilik Makamına başvurarak,

“Ordu İl Sağlık Müdürlüğünce 2006 yılı içerisinde yapılan ihale ve alımlarla ilgili olarak;

  1. 1.                  Yapılan işin, ihalenin veya alımın türü,
  2. 2.                  Keşif bedeli,
  3. 3.                  İhale veya alımın alınış bedeli,
  4. 4.                 İhaleyi kimin aldığı veya hizmet ya da malzeme alımının kimden alındığı”

hususlarında kendilerine bilgi verilmesini talep etmiştir.

Ordu İl Sağlık Müdürlüğünce, 21/02/2007 tarihli cevabi yazıya ekli listede 2006 yılına ait bazı ihale bilgileri gönderilmiştir.

SES Ordu Şubesi, 05/03/2007 tarihli itiraz dilekçesi ile, kendilerine “gönderilen cevapta, istenen bilgilerin  eksik olduğu”nu belirtmiş,

“1. Verilen bilgilerde yaptırılan iş veya alımların hepsinin ihale yoluyla yaptırıldığı      görülmekte; değişik türde  alım veya işin olup olmadığı belirtilmemektedir.

 2. Verilen bilgide ihale bedelleri yazılmış ancak bunun keşif bedeli veya ihalenin alınış bedeli    olup olmadığı  konusunda açık bir ifade belirtilmemiştir. Eğer belirtilen bedel ihale   bedeli ise başvurumuzda belirttiğimiz alınış bedeli belirtilmemiştir.

 3. İptal edilen ihaleler bilgi olarak verilmekle beraber ihale bedelleri belirtilmemiştir.”

 hususlarından bahisle  itirazen Kurulumuza başvurmuştur.

K A R A R: Bilgi Edinme Hakkı Kanununu 5 inci maddesinin 1 inci fıkrası “ Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idari ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.” ile 12 nci maddesinin “Kurum ve kuruluşlar, bilgi edinme başvurularıyla ilgili cevaplarını yazılı olarak veya elektronik ortamda başvuru sahibine bildirirler. Başvurunun reddedilmesi halinde bu kararın gerekçesi ve buna karşı başvuru yolları belirtilir. ” hükümleri amirdir. Bu cihetle 4982 sayılı Kanunda yer alan istisnalar kapsamında olmayan “ihale dışında değişik türde alım veya işin olup olmadığı”, “verilen bilgide yer alan ihale bedellerinin keşif bedeli veya ihalenin alınış bedeli olup olmadığı”,  “eğer verilen cevapta belirtilen bedeller ihale bedeli ise bunların alınış bedellerinin ne olduğu”, “iptal edilen ihalelerin ihale bedellerinin ne olduğu” bilgilerinin de başvuru sahibinin erişimine açılmasına oybirliğiyle,

               Karar Sayısı  : 2007/403

XX’ün itirazının KABULÜ ile,

Kurula Başvuru Tarihi: 24/01/2007 (Kurula intikal: 31/01/2007 – Kayıt No: 118)

İtirazın Konusu: XX, 27/12/2006 tarihli dilekçesi ile İzmir Valiliğine başvurarak; Valilik Makamına karşı İzmir 2. İdare Mahkemesinde açmış olduğu dava neticesinde İdarenin tazminat ödemiş olduğundan bahisle, Anayasanın 129 uncu maddesi uyarınca söz konusu tazminatla ilgili olarak hangi kamu görevlisine rücu edilmiş olduğu bilgisi ile rücu edilmemiş ise edilmeme gerekçesinin tarafına bildirilmesini talep etmiştir.

Mezkur başvuru, İzmir İli Sağlık Müdürlüğünün 12/01/2007 tarihli ve 2366 sayılı yazısıyla reddedilmiştir. Adı geçen Kurum ret gerekçesi olarak, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun 9 uncu 21 inci ve 25 inci maddeleri ile söz konusu taleplerin idari bir davaya ilişkin oldukları hususuna yer vermiştir.

K A R A R: Başvuru sahibinin talep ettiği bilgilerin idari bir dava kapsamında olmaları gerekçesiyle ilgili başvurunun reddedilmesinde 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununa uyarlık bulunmamaktadır. Anılan Kanunun ilgili maddesi olan 20 nci madde hükmünde, açıklanması veya zamanından önce açıklanması hâlinde; suç işlenmesine yol açacak, suçların önlenmesi ve soruşturulması ya da suçluların kanunî yollarla yakalanıp kovuşturulmasını tehlikeye düşürecek, yargılama görevinin gereğince yerine getirilmesini engelleyecek veya hakkında dava açılmış bir kişinin adil yargılanma hakkını ihlâl edecek nitelikteki bilgi ve belgelerin bilgi edinme hakkı kapsamı dışında olduğu belirtilmektedir. Söz konusu tam yargı davası neticelenmiş olduğundan, talep konusu bilgiler için anılan maddede belirtilen istisna hallerinin geçerli olamayacağı değerlendirilmektedir. 

Diğer taraftan, ortada İdarenin tazminat ödenmesine sebep olan bir idari işlem söz konusu olduğundan, varsa bu işlemden sorumlu olan ve kendisine rücu edilen devlet memurunun kimliğinin açıklanması, bu kişinin özel hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız bir müdahale oluşturmayacaktır. Bu açıdan Kanunun 21 inci maddesi hükmüne ret gerekçesi olarak yer verilmiş olması da yerinde değildir.

İtiraz sahibinin başvurusu reddedilirken 4982 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin “Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır.” hükmünün de gerekçe gösterildiği görülmektedir. Söz konusu başvuruda talep edilen bilgilerin anılan madde kapsamında başvuru sahibi için bilgi edinme hakkı kapsamı dışında tutulabilmesi, öncelikle bu bilgilerin kamuoyunu ilgilendirmeyen kurum içi düzenlemelere ilişkin olması koşuluna bağlı bulunmaktadır. Oysa ortada İdarenin tazminat ödemesine sebep olan haksız bir işlem söz konusu olduğundan, bu işlem sebebiyle herhangi bir kamu görevlisine rücu edilip edilmediği bilgisinin kamuoyunu ilgilendirmediğinin kabulü mümkün değildir.

4982 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin 1 inci fıkrası  “Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.”  hükmünü amirdir. Yukarıda açıklanmış olan gerekçelerle 4982 sayılı Kanunda sayılmış olan istisnalar kapsamına girmediği değerlendirilen bilgilerin başvuru sahibinin erişimine sunulması gerektiğine oy birliği ile,

                Karar Sayısı  : 2007/436

XXX’ın itirazının KISMEN KABULÜ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 26/01/2007 ( Kurula intikal: 01/02/2007, Kayıt No: 121 )

İtirazın Konusu: XXX, 25/12/2006 ve 08/01/2007 tarihli dilekçeleri ile Aydın ili Bozdoğan İlçe Belediye Başkanlığına  yazılı olarak 3 adet bilgi edinme başvurusunda bulunmuştur.

25/12/2006 tarihli dilekçesinde, Bozdoğan Belediyesinin 03/10/2006 tarihli cevabi yazısına istinaden 31/08/2006 itibariyle mezkur Belediyenin değişik birimlerinde 32 memur, 16 işçi çalıştığının kendisine bildirildiğini, tam donanımlı modern bir mutfak ünitesi  ve yetişmiş personeliyle 200 kişiye hizmet verebilecek kapasitede faal bir restoran bulunduğu halde 28/12/2006 tarihinde “Memurlara öğle yemeği verilmesi hizmet alımı işi” ihalesinin gerçekleştirileceğini, 4734 sayılı Kanuna göre “İhale yetkilisinin geçerli gerekçe ve kriterleri göz önünde bulundurarak ihaleye çıkılmasına onay verebileceğini” ifade ederek

“

  1. 1.                  Memur personelin ikamet ettiği konutların işyerine uzaklığı yürüyüş   mesafesindeyken ve idarenizin aynı anda 200 kişiye hizmet verebilecek kapasiteli sosyal tesisinde bu ihtiyacın karşılanması olanağı bulunurken, öğle yemeği için ihale ile dışarıdan temin yoluna gidilmesi memur personelin talebinden mi idarenizin takdirinden mi kaynaklanmıştır?
  2. 2.                  İdarenizin her türlü donanımı haiz, yetenekli personele sahip ve piyasaya hizmet veren 200 kişilik faal sosyal tesisi-restorantı bulunmasına rağmen 32 memur personelin öğle yemeği ihtiyacının karşılanmasına dönük yemek hizmeti alım ihalesine çıkılmasında, Kamu İhale Kanununa göre kamu kaynaklarının kullanılmasında ekonomiklik ve verimlilik açısından belirleyici kriter ile gerekçe ne olmuştur? Sosyal tesisinizdeki yemek bedelleri piyasaya göre ekonomik olmadığından büyük kapasiteli yemek fabrikalarından temin için mi ihaleye çıkılmıştır?
  3. 3.                  İhale ilanının 9. maddesinde “teklifler götürü bedel üzerinden ve işin tamamı için verilecektir” şartı ile aynı maddede yer alan “ bu ihalede kısmi teklif verilebilir” şartı çelişmekte midir?
  4. 4.                  İlanın 2-b maddesinde yer alan “sözleşmede belirtilen firmanın anlaşmalı olduğu üç iş yerinde” hükmünden kastedilen üç ayrı lokantada yemek verilmesi mi, yemek öğününün başka kalem emtia ile (bakliyat, temizlik vb..) ikamesi mi istenmektedir?”

hususlarının kendisine bildirilmesini talep etmiştir.

XXX, dilekçesinde belirttiği konuyla alakalı olmak üzere 28/12/2006 tarihinde yemek hizmeti alım ihalesi gerçekleştirildiği halde,ihaleden sonra ilan değişikliğine çıkıldığını ve ihale sözleşmesinin imzalanamadığını belirtmiştir.

İlgili şahıs, 08/01/2007 tarihli (ek-2’deki) dilekçesi ile mezkur belediyeye başvurarak;

“

  1. 1.                  01/05/2006 tarihi ile 31/12/2006 tarihlerini kapsayan döneme ait memurlara öğle yemeği hizmeti satın alınması için Bozdoğan Belediye Başkanlığınca 05/05/2006 tarihinde çıkılan ihalede kaç istekli firma tarafından teklif sunulmuştur? Hangi yüklenici firma kazanmıştır?
  2. 2.                  İhaleyi kazanan yüklenici firma ile toplam kaç öğün üzerinden ve toplam ihale bedeli kaç ytl olarak, hangi tarihte sözleşme imzalanmıştır? Yemek öğünü hangi tarihten itibaren verilmeye başlanmıştır?
  3. 3.                  01/01/2007 tarihi ile 31/12/2007 tarihlerini kapsayan döneme ait memurlara öğle yemeği hizmeti satın alınması için 28/12/2006 tarihinde çıkılan ihaleye kaç istekli tarafından teklif sunulmuştur? Hangi yüklenici firma kazanmıştır?
  4. 4.                  İhale, sözleşme bedeli kaç ytl olarak, hangi  tarihte imzalanmıştır? Hangi tarihten itibaren öğün verilmeye başlanmıştır?”

sorularının cevaplanması isteminde bulunmuştur.

XXX, 08/01/2007 tarihinde ek-3’teki dilekçesi ile  adı geçen belediyeye müracaat ederek, “belediye başkanlığı birimleri ile bağlı kuruluşlarında görevli olan ve sosyal yardım kapsamında bulunan bütün işçi ve memur personel için ayakkabı, çizme, iş elbisesi,yağmurluk alımlarına ilişkin olarak

  1. 1.                  2004, 2005, 2006 yıllarına ait alımların 4734 sayılı Kanuna göre hangi usulle yapıldığının kendisine bildirilmesi ile her bir yıl için yapılan alımların birim fiyatları, adetleri ve toplam ödenen tutarlarını gösteren yüklenici fatura örneğinin birer suretinin,”
  2. 2.                 Daha önce erişimine sunulmayan bilgi ve belgelerin, itirazen başvurduğu Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulunun 13/12/2006 günlü 2006-958 ve 2006-1001 sayılı kararları gereğince tarafına verilmesini talep etmiş, aksi halde kurul kararlarının yerine getirilmediği cihetiyle ilgili mercilere başvuracağını ifade etmiştir.

Bozdoğan Belediyesinin 08/01/2007 tarihli cevabi yazısında, ilgili şahsın bilgi edinme başvurularının T.C. kimlik numarası bulunmadığı gerekçesiyle cevaplanamadığı, T.C. kimlik numarası ulaştırıldığı takdirde değerlendirmeye alınacağı ifade edilmiştir.

XXX, anılan belediyenin cevabi yazısına karşılık 11/01/2007 tarihli dilekçesi ile T.C. kimlik numarasını bildirmiş, Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesine göre yazılı olarak yapılan bilgi edinme başvurularında T.C. kimlik numarası yazılma şartının mevzuu bahis  olmadığını, idarenin bu hususu gerekçe göstererek talebini reddetmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir.

Sonuç olarak ilgili şahıs, 25/12/2006 ve 08/01/2007 tarihli bilgi edinme başvurularının, T.C. Kimlik numarası olmadığı gerekçesiyle hukuk dışı bir şekilde reddedildiğinden, T.C. kimlik numarasını  bildirdiği 11/01/2007 tarihli dilekçesine ise cevap verilmediğinden bahisle Kurulumuza itirazen başvurmuş, isteminin 4982 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi hükmünce yerine getirilmesi hususunda gereğinin yapılmasını  talep etmiştir.

Kurulumuz Sekreteryasınca yapılan araştırma neticesinde Bozdoğan Belediyesinin 24/01/2007 tarihli yazısıyla adı geçen şahsın dilekçesine cevap verildiği anlaşılmış ve söz konusu dilekçe fax yoluyla edinilmiştir.

Mezkur Belediyenin cevabi yazısında, 04/09/2006 ve 18/09/2006 tarihli bilgi edinme başvurularına red cevabı verilmesi üzerine Kurulumuza yapılan itiraz başvurusu sonucunda alınan 13/12/2006 günlü 2006-958 ve 2006-1001 sayılı kararlar gereğince başvuruya esas bilgi ve belgelerin XXX’ın erişimine açıldığı belirtilmiş,

“Ancak bu bilgileri neden aldığınız da bilgiler elinize geçtikten sonra daha iyi anlaşılmıştır. Bu bilgileri İlçedeki bir kısım esnaf ve vatandaş ile paylaştığınız, bu esnaf, ticaret erbabı ve vatandaşlara bir kısım ticari sır olabilecek bilgileri vererek Bilgi Edinme Kanununa aykırı davrandığınız gibi Belediyemiz ile iş yapmış bulunan bir kısım ticari işletmenin ve esnafların ticaret bilgilerinin ortaya konmasına neden olduğunuz da saptanmıştır.

Diğer yandan Belediye ve Belediye Başkanı olarak hakkımda İlçemiz için de çeşitli yerlerde aleyhte propaganda yaparak ‘ Belediyenin her türlü bilgisinin elinizde olduğunu, haklarında dava açtırarak mahkum ettireceğinizi’ beyan ettiğiniz bilgilerine ulaşılmıştır.

Tüm bu unsurlar değerlendirildiğinde, istemiş olduğunuz belge ve bilgiler gerek Anayasanın başlangıç ve 14. maddesindeki ‘Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması’nı düzenleyen hükümleri ve gerekse Medeni Kanunun dürüstlük içeren 2. iyi niyeti düzenleyen 3. maddelerine aykırılık oluşturması yanında, Bilgi Edinme Kanununun amaç ve ruhuna aykırı ve ceza hükümlerini düzenleyen maddesinde belirtilen duruma uygun olduğu görülmektedir.

Bu nedenle isteminiz itirazi kabil olmak kaydıyla yerine getirilememiştir.”

Hususları ifade edilmiştir.

K A R A R: 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun amacı “kamu hukukuna tâbi olan veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları ihalelerde uygulanacak esas ve usulleri belirlemektir”.

Anılan Kanunun “temel ilkeler” başlıklı 5 nci maddesine göre “İdareler, bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde; saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumludur”.

7 nci madde hükmünde de “İhalesi yapılacak her iş için bir işlem dosyası düzenlenir. Bu dosyada ihale yetkilisinden alınan onay belgesi ve eki yaklaşık maliyete ilişkin hesap cetveli, ihale dokümanı, ilân metinleri, adaylar veya istekliler tarafından sunulan başvurular veya teklifler ve diğer belgeler, ihale komisyonu tutanak ve kararları gibi ihale süreci ile ilgili bütün belgeler bulunur” ifadesi yer almaktadır.

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun “mali saydamlık” başlıklı 7 nci maddesine göre “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında denetimin sağlanması amacıyla kamuoyu zamanında bilgilendirilir”.

Adı geçen Kanunun 8. maddesi hükmünde “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır” ifadesi mevcuttur.

Mezkur Kanunun “harcama talimatı ve sorumluluk” başlıklı 32. maddesine göre “Bütçelerden harcama yapılabilmesi, harcama yetkilisinin harcama talimatı vermesiyle mümkündür. Harcama talimatlarında hizmet gerekçesi, yapılacak işin konusu ve tutarı, süresi, kullanılabilir ödeneği, gerçekleştirme usulü ile gerçekleştirmeyle görevli olanlara ilişkin bilgiler yer alır. 

 Harcama yetkilileri, harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden sorumludur”.

XXX’ın 25/12/2006 tarihli (ek-1) dilekçesinde yer alan ikinci sorudaki bilginin, yukarıda belirtilen kanun hükümleri çerçevesinde ihale yetkilisi geçerli gerekçe ve kriterleri  göz önünde bulundurarak ihaleye çıkılmasına onay verebileceğinden, adı geçen Belediyenin elinde bulunan veya görevi gereği bulunması gerekli bilgi ve belgelerden olduğu,

İtiraz sahibinin 25/12/2006 tarihli dilekçesinde yer alan dört numaralı bilgi, 08/01/2007 tarihli (ek-2) dilekçesinde yer alan bir, iki, üç ve dördüncü soru ile 08/01/2007 tarihli (ek-3) dilekçesinde bulunan birinci sorudaki bilgi ve belgelerin 4982 sayılı Kanundaki istisnalara girmediği hasebiyle adı geçen şahsın erişimine açılmasına;

25/12/2006 tarihli dilekçede bulunan bir ve üç numaralı hususlarla ilgili ise 4982 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin “ Tavsiye ve mütalaa talepleri bu Kanun kapsamı dışındadır.” hükmü uyarınca  Kurulumuzca herhangi bir işlem yapılmasına yer olmadığına;

Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas Ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin “Başvuru Usulü” başlıklı 9 uncu maddesine göre “Gerçek kişiler tarafından yapılacak bilgi edinme başvurusu; başvuru sahibinin adı ve soyadı, imzası, oturma yeri veya iş adresini içeren dilekçeyle, istenen bilgi veya belgenin bulunduğu kurum ve kuruluşa yapılır.”   “Elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla yapılacak başvurular” başlıklı 10 uncu maddeye göre  ise “Bilgi edinme başvurusu, kişinin kimliğinin ve imzasının veya yazının kimden neşet ettiğinin tespitine yarayacak başka bilgilerin yasal olarak belirlenebilir olması kaydıyla elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla da yapılabilir.

Gerçek kişiler tarafından elektronik posta yoluyla yapılacak başvurular, başvuru sahibinin adı ve soyadı, oturma yeri veya iş adresine ilave olarak kimlik doğrulama amacıyla kullanılacak T.C. kimlik numarası belirtilmek suretiyle, istenen bilgi veya belgenin bulunduğu kurum ve kuruluşun bilgi edinme biriminin elektronik posta adresine EK-1’de yer alan form doldurulmak suretiyle yapılır.”  hükümleri uyarınca yazılı olarak yapılacak bilgi edinme başvurularında T.C. kimlik numarası şartının zorunlu bir unsur olarak aranmaması gerektiğinin,

Kurulumuzca erişime açılması uygun görülmüş olan bilgi ve belgelerin, 4982 sayılı Kanunun 23 ncü maddesi gereği ticari sır içermesinin mümkün bulunmadığı, dolayısıyla mezkur belediyenin XXX’a  hitaben 24/01/2007 tarihli cevabi yazısında zikrettiği hususun söz konusu olamayacağının, Aydın ili Bozdoğan İlçe Belediye Başkanlığına bildirilmesine oybirliğiyle,

 

               Karar Sayısı  : 2007/439  

XX’nın itirazının REDDİ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi:  30/01/2007 ( Kurula intikal: 05/02/2007, Kayıt No: 134 )

İtirazın Konusu: XX, 13/10/2006 tarihli dilekçesi ile Balıkesir Belediye Başkanlığına bilgi edinme başvurusunda bulunarak,yargı süreci sonunda iptal edilen imar ve parselasyon planları kapsamında bulunan kayıtlı taşınmazı hakkında geri dönüşüm cetvellerinin hazırlanarak tapuya tescilinin sağlanması, oluşturulan imar parsellerinin iptal edilerek tarlaya dönüşümünün gerçekleştirilmesi ve mevcut yasalar çerçevesinde dilekçesine süresinde cevap verilerek  ilgili yargı kararlarının uygulanmasını talep etmiştir.

XX, Balıkesir Belediye Başkanlığınca söz konusu dilekçeye, 105 gün geçmesine rağmen cevap verilmediğini belirterek, ilgili belediye başkanlığı hakkında gereğinin yapılması istemiyle Kurulumuza itirazen başvurmuştur.

K A R A R: İtiraz sahibinin Balıkesir Belediye Başkanlığına hitaben  yazdığı 13/10/2006 tarihli dilekçesinin,

  1. 1.                 60 günlük sürede cevaplanmadığından bahisle zımnen reddedildiği, söz konusu red kararı üzerine  Kurulumuza yapılan 05/02/2007 tarihli  başvurunun  4982 sayılı Kanunun 13. maddesinde belirtilen 15 günlük itiraz süresi içerisinde olmadığı,

2.                 Mezkur başvurunun ilgili yargı kararlarının yerine getirilmesi istemli olduğu görüldüğünden, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle,

Kurulumuzca işlem yapılmasına yer olmadığına oybirliğiyle,

 

             – Karar Sayısı  : 2007/440 

XX’ün itirazının REDDİ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 29/01/2007 ( Kurula intikal: 05/02/2007, Kayıt No: 137 )

İtirazın Konusu: XX, 06/11/2006 tarihli dilekçe ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına müracaat ederek,

  1. 1.                  İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından trafik cezası yazılmadan çekilerek, kahramanlar semtinde bulunan otoparka götürülen araçlarla ilgili olarak 40 ytl çekici ücreti ile 4 ytl otopark ücretinden muaf tutulan meclis üyeleri vs.. var mıdır?
  2. 2.                  Var ise bu karar ne zaman, hangi birim tarafından, hangi sayı no ile alınmıştır?

hususlarının kendisine bildirilmesini talep etmiştir.

XX, mezkur belediye başkanlığınca yasal süre içinde herhangi bir cevap verilmediğinden bahisle zımnen reddedilen talebinin, 4982 sayılı Kanun kapsamında hak ve menfaatlerini ihlal eden bir idari işlem olduğunu belirterek  Kurulumuza itirazen başvurmuştur.

K A R A R: İtiraz sahibi XX’ün İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına hitaben yazdığı 06/11/2006 tarihli dilekçesinin, 60 günlük sürede cevaplanmadığından zımnen reddedildiği, ret kararı üzerine Kurulumuza yapılan itiraz başvurusunun,  4982 sayılı Kanunun 13. maddesi hükmünde belirtilen 15 günlük  süre içerisinde olmadığı görüldüğünden  Kurulumuzca herhangi bir işlem yapılmasına imkan bulunmadığına oybirliğiyle,

                – Karar Sayısı  : 2007/441  (Sehven 2007/148 yazılmıştır)

[…] Ltd. Şti. Vekilleri Av. XXX, Av. XX, Av. XX, Av. XX’un itirazının KABULÜ ile,

Raportör Görüşü doğrultusunda,

Kurula Başvuru Tarihi: 2/2/2007 (Kurula intikal: 7/2/2007, Kayıt No: 148 )

İtirazın Konusu: […] Ltd. Şti. vekilleri 08/01/2007 tarihli dilekçeleriyle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına başvurarak; bina açısından İzmir Büyükşehir Belediyesinin, bahçe açısından Milli Emlak Genel Müdürlüğünün kiracısı sıfatıyla çay bahçesi-kafeterya işletmecisi olan müvekkillerinin faaliyet göstermekte olduğu bölgenin mütemmim cüzünde, T.T.K. hükümleri uyarınca kurulmuş olan İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden İZELMAN A.Ş. tarafından otopark düzenlemesi yapıldığı, İzmir 6. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen tedbir kararı üzerine İzmir 10. Sulh Hukuk Hakimliğinde zilyetliğe tecavüzün önlenmesi istemli dava açıldığı, mezkur davada savunma delili olarak söz konusu alanda otopark  işletilmesinin dayanağı İzmir Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kararının  gösterildiği ve fakat anılan kararda otoparkın İZELMAN A.Ş.’ye devri hususunda herhangi bir ifadenin olmadığını belirterek

  1. 1.                 İnciraltı’nda yer alan müvekkil […] İşletmelerinin arkasındaki otoparkın  işletilmesinin hangi mevzuat hükümlerine göre İzelman A.Ş.’ye verildiğinin
  2. 2.                 Otoparkın işletilmesi, ihale mevzuatı hükümleri uyarınca verilmişse ihalenin hangi tarihte yapıldığının 4982 sayılı yasa çerçevesinde kendilerine bildirilmesini talep
  3. 3.                 etmişlerdir.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı, başvuru sahiplerine 19/01/2007 tarihli üst yazısıyla “08/01/2007 tarihinde Birimimize yapmış olduğunuz başvuruya İzelman Genel Müdürlüğünce verilen cevabi yazının aslı ekte gönderilmektedir” şeklinde karşılık vermiş, İzelman A.Ş. ise dilekçede sorulmuş olan hususların, İzmir 10. Sulh  Hukuk Mahkemesinde devam eden davada yargılama konusu yapılmış oldukları ve gerektiğinde dosyaya bilgi verileceğini ifade etmiştir.

[…] İşletmesi vekilleri, bilgi edinme başvurularının muhatabının İzmir Büyükşehir Belediyesi olduğu, İzelman A.Ş.’nin cevabi yazısına atfen de “müvekkillerinin kiraladığı alanda otopark düzenlemesinin hangi mevzuata göre yapıldığı, ihale usulü ile yapılmışsa ihalenin  hangi tarihte ve hangi mevzuata göre yapıldığı hususlarının yargılama sürecini etkiler nitelikte olmadığı” cihetiyle, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığının 19/01/2007 tarihli yazısına itirazen Kurulumuza müracaat etmiştir.

K A R A R: Kamu kurum ve kuruluşları, demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olarak 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca talep edilen bilgi ve belgeleri, ilgili Kanunun belirttiği istisnalar kapsamında olmadıkları sürece, erişime sunmakla mükelleftir. Turkuaz İşletmelerinin kiracı olarak faaliyet gösterdiği bölgenin İzmir Büyükşehir Belediyesinin mülkiyetinde olduğu, anonim şirket statüsünde bulunan belediyeye ait bir firmanın bahsi geçen bölgede otopark düzenlemesi yapabilmesi için ilgili belediye tarafından mevzuat dahilinde yetkilendirilmesi gerektiği göz önüne alındığında söz konusu  bilgi edinme başvurusunun muhatabının mezkur belediye olduğuna şüphe yoktur. Turkuaz İşletmelerinin yaptığı bilgi edinme başvurusunun İZELMAN A.Ş. tarafından cevaplanmasında hukuka uyarlık bulunmadığından bahisle, talep sahibinin istediği bilgi ve belgelerin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığınca erişime sunulmasına oybirliğiyle,

 

İzmir Bölge İdare Mahkemesi, Y.D. İtiraz No: 2012/1530, Tarih: 31.07.2012

Eyl06
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

İzmir Bölge İdare Mahkemesi, Y.D. İtiraz No: 2012/1530, Tarih: 31.07.2012

 ÖZÜ:3194 sayılı Yasanın değişik 42. maddesi uyarınca, para cezasının dayanağı olan yapı tatil tutanağında cezaya konu baz istasyonunun ve aykırılıktan etkilenen alanın m2 olarak tespiti somut olarak (aykırılıktan etkilenen alanın sınırları, hangi açıdan ve nereleri etkilediği gibi) yapılmadığından, somut bir ölçüme dayanmadan düzenlenen yapı tatil tutanağına dayalı olarak verilen dava konusu para cezasında mevzuata uyarlık bulunmamaktadır.

 3194 sayılı imar Kanunu”nun 5940 sayılı Kanunun 2. maddesiyle değişik 42. maddesinde “Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır. Ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, aşağıdaki şekilde hesaplanan idari para cezaları uygulanır:

A) Bakanlıkça belirlenen yapı sınıflarına ve gruplarına göre yapının inşaat alanı üzerinden hesaplanmak üzere, mevzuata aykırılığın her bir metrekaresi için; 1) l. sınıf A grubu yapılara üç, B grubu yapılara beş Türk Lirası, 2) II. sınıf A grubu yapılara sekiz, B grubu yapılara onbir Türk Lirası, 3) III. sınıf A grubu yapılara onsekiz, B grubu yapılara yirmi Türk Lirası, 4) IV. sınıf A grubu yapılara yirmiüç, B grubu yapılara yirmibeş, C grubu yapılara otuzbir Türk Lirası, 5) V. sınıf A grubu yapılara otuzsekiz, B grubu yapılara kırkaltı, C grubu yapılara elliiki, D grubu yapılara altmışüç Türk Lirası, idari para cezası verilir. Bu miktarlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında bir Türk Lirasının küsuru da dikkate alınmak suretiyle artırılarak uygulanır.

B) Mevzuata aykırılığı yapı inşaat alanı üzerinden hesaplanması mümkün olmayan, yapının cephelerini ve diğer yapı elemanlarını değiştiren veya yapı malzemesi için öngörülen gereklere aykırı bulunan uygulamalar için, Bakanlıkça yayımlanan ve aykırılığa konu imalatın tespiti tarihinde yürürlükte bulunan birim fiyat listesine göre ilgili idarece belirlenen bedelin % 20’si kadar idari para cezası verilir. C) (a) ve (b) bentlerine göre cezalandırmayı gerektiren aykırılığa konu yapı; l) Hisseli parselde diğer maliklerin muvafakati alınmaksızın yapılmış ise cezanın % 30’u,…10) Yapı kullanma izin belgesi alınmış olmakla birlikte, ruhsat alınmaksızın yeni inşaî faaliyete konu ise cezanın % 100’ü,….12) İnşaî faaliyetleri tamamlanmış ve kullanılıyor ise cezanın % 20’si,….(a) ve (b) bentlerinde belirtilen şekilde tespit edilen para cezalarının miktarına göre ayrı ayrı hesap edilerek ilave olunur. Para cezalarına konu olan alanın hesaplanmasında, aykırılıktan etkilenen alan dikkate alınır.” hükmü yer almıştır.

Yukarıda yer verilen yasa hükmü uyarınca; yapıdaki mevzuata aykırılık, kapladığı alan dışında, aynı zamanda yapının tamamını ya da bir bölümünü de etkiliyor ise para cezasına konu alanın hesaplanmasında, aykırılıktan etkilenen alan dikkate alınacaktır. Buna göre; para cezasına, konu olan alanın hesaplanmasında, aykırılıktan etkilenen alanda dikkate alınacağından, para cezasının dayanağı olan yapı tatil tutanağında ruhsatsız yapının ebatlarının ve aykırılıktan etkilenen alanın büyüklüğünün somut ve ayrıntılı olarak belirtilmesi gerektiği açıktır.Dosyasının incelenmesinden, İzmir İli, Konak İlçesi, İslam Kerimov Caddesi, No:3 adresinde ve tapunun 8627 ada, l parselinde kayıtlı yapının bodrum katta bulunan sığınak alanındaki wc olarak görünen alanına baz istasyonu kurulduğunun 02.03.2012 tarih ve 466 sayılı yapı tatil tutanağı ile saptanması üzerine dava konusu işlem ile davacı şirket adına 3194 sayılı Yasanın değişik 42. maddesi uyarınca l06.396,00 TL para cezası verildiği, para cezasının miktarının hesaplanmasında “Aykırılıktan etkilenen toplam inşaat alanı”nın 797,00 m2 olarak esas alındığı, ancak bu işlemde ve dayanağı 02.03.2012 tarihli ve 2012/09 dosya no’lu yapı tatil zaptında ruhsatsız olarak belirlenen yapının alanı ve aykırılıktan etkilenen alanın m2 sinin ne olduğu konusunda herhangi bir saptamanın bulunmadığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, uyuşmazlık konusu para cezasının hesaplanması sırasında esas alınan 797,00 m2 nin nasıl hesaplandığı gösterilmediği gibi, para cezasının dayanağı olan yapı tatil tutanağında da cezaya konu baz istasyonunun ve aykırılıktan etkilenen alanın m2 olarak tespiti somut olarak (aykırılıktan etkilenen alanın sınırları, hangi açıdan ve nereleri etkilediği gibi) yapılmadığından, somut bir ölçüme dayanmadan düzenlenen yapı tatil tutanağına dayalı olarak verilen dava konusu para cezasında mevzuata uyarlık bulunmamaktadır.

Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelere göre, mahkemece yürütmenin durdurulması istemi hakkında verilen kararda sonucu itibariyle yasaya aykırılık bulunmadığından, itiraz isteminin yukarıda yer verilen gerekçeyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinin 7. fıkrası uyarınca REDDİNE, 31/07/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Sayıştay Temyiz Kurulu, Karar No: 34202, Karar Tarihi:10/01/2012

Ağu31
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Sayıştay Temyiz Kurulu, Karar No: 34202, Karar Tarihi:10/01/2012

KONUSU: 5018 sayılı Kanun kapsamında Gerçekleştirme Görevlilerinin yetki ve sorumlulukları hk.

KARAR: “Dilekçi dilekçesinde özetle: 1, 2, 4, 5, 7, 8 ve 9 uncu maddelerine ilişkin yer alan kamu zararı ile ilgili olarak 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun Madde 33.- Bütçelerden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin, görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanması ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekir. Giderlerin gerçekleştirilmesi harcama yetkilisinin ödeme emri belgesini imzalaması ve tutarın hak sahibine ödenmesiyle tamamlanır. Gerçekleştirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler.

Gerçekleştirme görevlileri, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerden sorumludurlar denildiğinden. Belediye Başkanlığında işçi olarak çalışmakta olduğunu ve Mali Hizmetler Müdürlüğünde gerçekleştirme görevlisi ( Bel işçisi ) olarak görev yapmakta olduğunu, çıkartılan olan kamu zararı kişi borçlarının belediyede ödemesi yapılan harcama evraklarının tamamının Mali Hizmetler Müdürlüğüne hazır olarak gelmekte olduğunu, Gelen evrakların bilgisayar ortamında kaydedilmesi, çek karnelerinin hazırlanması birim amirimin hazırlama emri vermesi üzerine gerçekleştirme görevlisi olarak tarafından bilgisayar ortamına kaydedilmekte olduğunu, Şahsına ödeme emri verilmeden hiçbir ödeme işlemini yapma imkanının olmadığını, Buna göre 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun Madde 33’te de belirtildiği üzere Gerçekleştirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirílmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler denildiğini, Bundan dolayı adına çıkartılmış olan kamu zararının iptalini talep etmektedir.

Dilekçi esasa ilişkin bir itirazda bulunmamış sorumluluk yönünden daire kararının bozulmasını istemiştir. İlamda dilekçi gerçekleştirme görevlisi olarak sorumlu tutulmuştur.

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 33 üncü maddesinin birinci fıkrasında, “Bütçelerden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin, görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanması ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekir. Giderlerin gerçekleştirilmesi; harcama yetkililerince belirlenen görevli tarafından düzenlenen ödeme emri belgesinin harcama yetkilisince imzalanması ve tutarın hak sahibine ödenmesiyle tamamlanır” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan Kanunun 33 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, gerçekleştirme görevlilerinin, harcama talimatı üzerine; işin yaptırılması, mal ve hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirílmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürüteceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla, onay belgesi ve ekleri ile şartname ve sözleşme tasarılarını hazırlayanlar, mali karar ve işlemleri belgelendirenler, mal ve hizmeti teslim alanlar, ihale komisyonu ile muayene ve kabul komisyonlarında görev yapanlar da gerçekleştirme görevlisi olacaklardır.

Maddenin dördüncü fıkrasında ise gerçekleştirme görevlilerinin bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerden sorumlu oldukları ifade edilmiştir.

Öncelikle gerçekleştirme görevinin memur personel tarafından yürütülmesi gerekir. Ancak İşçi statüsünde olmak gerçekleştirme görevlisi olmayan ve 5018 sayılı Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerden sorumlu olmaya engel değildir.

Bu itibarla dilekçinin 1063 sayılı ilamın 1, 2, 4, 5, 7, 8 ve 9 uncu maddelerine ilişkin olarak sorumluluk ile ilgili itirazının reddine, Karar verildi.”

 

Yargıtay Kararı

Ağu16
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ,E. 2010/11812,K. 2010/16078

ÖZET :Üç yıldan az kira sözleşmelerinin yapılamasına karar vermenin Belediye Encümeninin görevinde olduğu, ancak süresi sona eren kira sözleşmesini ihale yapmaksızın uzatmak şeklinde belediye meclisince alınan kararın hukuksal değeri bulunmayıp yok hükmünde olması itibariyle kiraya veren belediyenin sözleşmeyi uzatma iradesinin varlığından söz edilemez.

 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU,E. 2009/14-380,K. 2009/433,T. 14.10.2009

ÖZET : Davada dayanak kabul edilen anılan belediye meclisi kararında, satışa çıkarılacak taşınmazlar tek tek sayılmamış, nitelikleri belirtilmemiştir. Kaldı ki, belediye meclisi kararının 2. bendinde, düzenleme sonucu oluşan taşınmazlara ait bir listeye atıf yapılmakta ise de, bahsi geçen liste bulunamadığı gibi, çekişmeli taşınmazın satışının da açıkça meclis kararında belirtilmediği görülmektedir. O halde, davacıya satış kararı veren… sayılı belediye encümeni kararı, belediye meclisi kararına dayanmadığına göre, yapılan satışa geçerlilik verilemez. Davacıya satış encümen kararı ile yapıldığından bu satışa dayanılarak tescil isteminde bulunulamaz.

Bilindiği üzere, mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 70 ve 13.7.2005’te yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 18/e maddesinde Belediye Meclisi’nin “…Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, tahsis şeklinin değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın kamu hizmetinde ihtiyaç duyulmaması halinde tahsisin kaldırılmasına; üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi otuz yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesisi…” konularında karar vereceği düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra 5393 sayılı Yasanın 34/g maddesinde de “…Taşınmaz mal satımına, trampasına ve tahsisine ilişkin meclis kararlarını uygulamak; süresi üç yılı geçmemek üzere kiralanmasına…” belediye encümeni tarafından karar verileceğini belirten hüküm uyarınca, belediye meclisi taşınmaz satımında belediye encümenine yetki verebilir. 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 70 ve 83. maddelerine yorum getiren gerek adli gerekse idari yargı kararlarında belediye taşınmazlarının satışına karar verme yetkisinin, belediye meclislerine ait olduğu ilkesi benimsenmiş ve yargısal uygulama istikrar kazanmış iken bu defa 13.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5393 sayılı Yasa ile 1580 sayılı Belediye Kanunu iptal edilmiş ve 5393 sayılı Yasanın 18/e ve 34/g maddesi hükmü ile belediyeye ait taşınmazların satışı yine belediye meclisinin kararına bağlı kılınmış, meclisin kararı doğrultusunda belediye encümeninin tasarrufa yetkili olduğu benimsenmiştir. Buna göre, belediye encümeni tarafından yapılan belediyeye ait taşınmaz mal satışlarının geçerli olması için, belediye meclisi tarafından belediye encümenine yetki verilmesi gerekmektedir. Ne var ki, bu konuda alınacak meclis kararlarının hangi unsurları kapsaması gerektiği hususu önem taşımaktadır. Gerçekten, belediye meclislerinin “…Belediyenin taşınmazlarının satışına…” ya da “…Belediye başkanınca veya belediye encümenince uygun görülen taşınmazların satışına…” şeklindeki genel nitelikte olan ve yetki devri anlamına gelen kararları, hukuki sonuç doğuramaz ve geçerli kabul edilemez. Öyle ise, belediye meclis kararlarına, satılacak taşınmazların ada ve parsel numaraları, mevkii ve yüzölçümleri raice uygun tahmini bedelleri yazılmalıdır.

Akaryakıt İstasyonları ve Ruhsatlandırma

Tem24
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                      AKARYAKIT VE LPG SATIŞ İSTASYONLARI               ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

Akaryakıt Satış İstasyonunun ek tesisi olarak imar mevzuatında bir tanım bulunmamakla birlikte satış ofisi, yıkama yağlama, lastik bakım ve onarımı, WC üniteleri gibi servis-bakım ve yönetim üniteleri istasyonu tamamlayıcı nitelikteki tesisler olup, imar planı kararı ile tanımlanması gereken tesislerdir

Akaryakıt satış istasyonları ve LPG satış istasyonlarının imar planı içindeki yer seçimi ve ruhsatlandırılma aşamaları, belediyelerin en sık karşılaştıkları sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gerek mevzuatın sürekli olarak yenilenmesi nedeniyle mevzuatın takibinde yaşanan güçlük, gerekse yerel idarelerdeki personelin konu hakkında yeterli bilgi ve birikime sahip olamamaları, petrol ve LPG piyasasından sorumlu idarece konu hakkında yeni yorumlar oluşturması, merkezi idare tarafından sürekli olarak bilgilendirme ve yönlendirme yapılması gereğini ortaya çıkarmaktadır.

Bu değerlendirme yerel idarelerin imar sistematiğinden farklı olarak parça parça bilgilendirilmeleri sonucu yaşanan sıkıntıların, genel bir değerlendirme ile tek bir başlık altında toplanmasının sağlanmasıdır. Yapılan değerlendirmede, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ile 3194 sayılı İmar Kanunu arasında, planlama ve ruhsata ilişkin hükümlere yer verilecek ve mevzuatın uygulanmasına yönelik yönlendirici açıklamalarda bulunulacaktır.

Bilindiği gibi, 14.6.1997 tarih ve 23019 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanan Tebliğ’de, belediye ve mücavir alan sınırları içinde, karayolu kenarında, aynı istikamette olan akaryakıt satış istasyonlar arasındaki mesafenin 2 km., belediye mücavir alan sınırları dışında ise 10 km. olması gerektiği belirtilmiş, köy yolları bu kapsam dışında bırakılmıştı. Aynı Tebliğle 19.6.1996 tarihinden önce bu konuda ilgili makamlar nezdinde yapılmış bulunan ve halen işlemleri sonuçlandırılmayan akaryakıt satış istasyonlarına ait her türlü müracaatın, müktesep hakların korunması maksadıyla, Tebliğ hükümleri kapsamında değerlendirilmeyeceği belirtilmişti.

Ancak; 04.12.2003 tarihlinde kabul edilen, 20 Aralık 2003 tarihli ve 25322 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 8. maddesinde; bayiler ve dağıtıcıların, lisanslarına göre kurdukları akaryakıt istasyonlarını Kuruma bildirerek işletmeye başlayacakları, Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafelerin, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda 10 (on) kilometreden, şehir içi yollarda 1 (bir) kilometreden az olmamak üzere Kurul tarafından çıkarılacak ve 01.01.2005 tarihinde yürürlüğe girecek Yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

Petrol Piyasası Kanununun 22. maddesinde, piyasa faaliyetlerine ilişkin hususların bu Kanununun ilgili maddelerine atıfta bulunanlar yönetmelikler ve piyasanın işleyişi esnasında ihtiyaç duyulan hususlarda Kurum tarafından yürürlüğe konulacak yönetmeliklerin düzenleneceği, bu yönetmeliklerin Resmi Gazete’de yayımlanacağı, ayrıca Kurumun yetkilerini Kurul kararıyla özel nitelikli kararlar almak suretiyle de kullanabileceği, özel nitelikli kararlardan kamuoyunu ilgilendiren hususlar ile yapılacak düzenlemeleri açıklamak amacıyla çıkarılacak tebliğlerin basın ve yayın araçlarıyla veya özel bültenlerle duyurulacağı ifade edilmiştir.

Kanunun Geçici 1. maddesinde de; bu Kanunun yayımı tarihinde yürürlükte olan petrol ürünleri ile ilgili Kararname, yönetmelik ve tebliğlerde yer alan hükümlerin Kurumca düzenleme yapılıncaya kadar saklı olduğu, kurum tarafından oluşturulacak yönetmelik ve diğer mevzuat yürürlüğe girene kadar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve/veya Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nce yürütülmekte olan işlemlere ilişkin görevlerin sürdürüleceği hüküm altına alınmıştır.

17.06.2004 tarih ve 25495 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinin 45. maddesinde; “iki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda 10, şehir içi yollarda 1 km’den az olamaz” hükmüne yer verilerek, daha evvelce uygulanan mesafe tahdidi uygulamasında değişikliğe gidilmiştir.

Aynı Yönetmeliğin 59. maddesi gereğince; kilometre tahdidi uygulaması, 01.01.2005 tarihinden itibaren geçerli olup, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 27.06.2005 tarih ve 9390 sayılı yazısı aynı parselde hem akaryakıt hem de LPG tesisinin, gerekli izinlerin alınması ve durumun yapı ruhsatının kullanım amacı bölümünde ayrı ayrı işlenmesi koşulu ile yapılmasının mümkün olduğu belirtilmiştir. Anılan Petrol Piyasası Kanunu ve Yönetmeliklerinde köy yollarına ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olması, uygulama aşamasında yeniden Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun görüşüne ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca, köy yollarında da yolun durumuna göre (şehirlerarası ve şehir içi) mesafe tahdidinin uygulanması gerektiği, mücavir alan sınırları içindeki tüm yolların şehir içi, bunun dışında kalan yolların ise şehirlerarası yol olarak değerlendirildiğinin belirtilmesi üzerine, daha evvelce aralarında mesafe bulunma zorunluluğu olmayan ve köy yolu olarak değerlendirilen güzergahlar üzerindeki akaryakıt ve LPG satış istasyonları da mesafe tahdidine tabi olmaya başlamıştır.

Akaryakıt Satış İstasyonları arasındaki mesafe tahdidine ilişkin, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 26.07.2005 tarih ve 11154 sayılı yazısı ile; 01.01.2005 tarihinden önce akaryakıt veya LPG istasyonu olarak tanzim edilmiş yerler için halen geçerli olan yapı ruhsatı veya yapı kullanma izni olmayan parsellerde, imar planı onayı veya başka bir işleme ilişkin başvuruların, mesafe tahdidi açısından müktesep hak oluşturmayacağı belirtilmiştir. Ayrıca anılan yazıda; düzenlemelerde yer alan asgari mesafe koşulunu sağlamayan mahallerde, istasyonlarla ilgili izin, ruhsat ve benzeri diğer belgelerin verilmemesinin gerektiği, bunun dışındaki hususların ise idarece değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.Bu açıklama, imar planında akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu kullanımına ayrılmış olan ancak herhangi bir ruhsat ve/veya yapı kullanma izni almayan istasyonlar için büyük önem taşımaktadır. Bilindiği üzere 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca, ruhsat parsele düzenlenen bir belge olup, ruhsatın, imar planına, yönetmeliklere ve Kanuna uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir. 3194 sayılı İmar Yasasının 3. maddesinde herhangi bir sahanın her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamayacağı kuralının yer aldığı göz önünde tutularak,Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin 4/24. maddesi ile konut dışı kentsel çalışma alanlarına ilişkin tanım yapılmış ve içerisinde motel ve lokanta da bulunabilen akaryakıt satış ve bakım istasyonları, resmi ve sosyal tesisler, dumansız, kokusuz atık ve artık bırakmayan ve çevre sağlığı yönünden tehlike arz etmeyen imalathaneler ile patlayıcı, parlayıcı ve yanıcı maddeler içermeyen depoların yapılabileceği alanlar olarak tanımlanmış olup, aynı Yönetmeliğin 2.9.1999 tarih ve 23804 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yönetmelikle değişik 13. maddesinin 3. fıkrasında konut dışı kentsel çalışma alanlarındaki uygulamaların plan kararı ile yapılması zorunluluğu getirilmiştir.

Herhangi bir parsele, imar planındaki kullanım amacından farklı olarak ruhsat düzenlenmesi söz konusu olmayıp, bir parselde, Akaryakıt ve LPG Satış İstasyonu yapma talebinin karşılanabilmesi için öncelikle söz konusu parselin imar planında “akaryakıt istasyonu” veya “LPG İkmal İstasyonu” veya “Akaryakıt ve LPG İkmal İstasyonu” kullanımına ayrılmış olması gerekmektedir.10.01.2009 gün ve  27106 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Yönetmelikle yürürlükten kaldırılan 7.8.2003 tarih ve 25192 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanan “Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) İle Çalışan Motorlu Taşıtlar için İkmal İstasyonlarının Kuruluş, Denetim, Emniyet ve Ruhsatlandırma İşlemlerine İlişkin Yönetmelik’in 2. maddesi ile değiştirilen 5. maddesinin 1. paragrafında “LPG ikmal istasyonlarının kurulacağı alanın 1/5000 ve 1/1000’lik imar planlarına LPG ikmal istasyonu olarak işlenmesi şarttır” hükmü  yer almıştır.

5393 sayılı Belediye Kanununun 80. maddesinde de; “Belediye sınırları ve mücavir alanları içinde, karayolu ile yolcu taşıma hakkına sahip gerçek ve tüzel kişilerin şehirlerarası otobüs terminali kurmalarına ve işletmeleri ile her türlü akaryakıt ile sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) istasyonlarına nazım imar ve uygulama imar plânına uygun olmak kaydıyla belediye tarafından izin verilebilir. Akaryakıt istasyonlarına izin verilmesi için nazım imar planında akaryakıt istasyonu olarak gösterilmesi şarttır” hükmü yer almaktadır.

Diğer yandan; 14.5.2004 tarih ve 25462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Mecburi Standart Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ”de yayımlanan “Akaryakıt İstasyonları – Emniyet Kuralları” standart ile, akaryakıt satış istasyonu içerisinde yer alan yapıların birbirleri ile olan mesafelerinin belirlenmektedir.

Dolayısıyla; akaryakıt ve LPG satış istasyonu yapılacak olan parselin, içerisinde yapılacak olan tüm yapılar dikkate alınarak, bu yapıların birbirlerine, parsel sınırlarına ve parselin dışında kalan yapılara olan yaklaşma mesafeleri, sağlık koruma bandı, karayoluna ve kavşaklara olan minimum yaklaşma mesafelerinin Yönetmelik, Tebliğler ve Standartlara uygun olmasını sağlayacak şekilde yeterli büyüklükte olması, imar planı kararı ile düzenlenen ruhsat eki projelerinde de bu hususların belirtilmesi gerekmektedir.

Akaryakıt Satış İstasyonunun ek tesisi olarak bir tanım imar mevzuatında bulunmamakla birlikte satış ofisi, yıkama yağlama, lastik bakım ve onarımı, WC üniteleri gibi servis-bakım ve yönetim üniteleri istasyonu tamamlayıcı nitelikteki tesisler olup imar planı kararı ile tanımlanması gereken tesislerdir. Bunların dışında kalan lokanta, otel, yatakhane, mescit, çay salonu, alışveriş üniteleri gibi tesisler tamamlayıcı nitelikte olmayıp, yapılma zorunluluğu bulunmayan tesislerdir. Bu tesislerin olası tehlike ve telafisi olanaksız sakıncalarının önüne geçmek, insan ve çevre sağlığı, toplum güvenliği ve kamu yararı bakımından, sağlık-güvenlik bantları tespit edildikten sonra imar planı kararı ile tesis edilmesi gerekmektedir.

Maalesef yaşanan sıkıntılar, sadece yukarıda anlatılmaya çalışan çözümlerle sınırlı kalmamış, mevcut bir istasyona yapılmak istenen ilave istasyon talepleri de, istasyonlar arasındaki mesafe tahdidine ilişkin konunun yeni baştan ele alınmasını zorunlu kılmıştır.

5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ile Akaryakıt ve LPG satış istasyonları arasındaki mesafe tahdidine ilişkin olarak, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun 27.06.2005 tarih ve 9390 sayılı yazısında; mevcut bir istasyonun yapı ruhsatına ikinci bir istasyon eklenmek istenmesi halinde, bu durumun ruhsat tadili ile yapılabileceği, ancak yeni bir mevzi imar planı düzenlenmek istenmesi halinde ise asgari mesafe şartı aranması gerektiği ve istasyonlar arasındaki mesafenin tespitinde istasyonda satış yapılan maddenin önemi olmayıp, istasyonlar arasındaki mesafenin esas alınması gerektiği belirtilmiştir.

Buraya kadar ki açıklamalar, her ne kadar mesafeye ilişkin olarak değerlendirildiğinde yeterli gibi görünse de, konu ruhsata ilişkin olarak değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunundan bağımsız bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı açıktır. Nitekim belediyelerce yapılan ilave istasyon taleplerinin çoğunun sadece ruhsat tadilini gerektirmeyen, imar planı üzerinde değişiklik yapılmasını zorunlu kılan değişiklikler ve ilaveler olduğu göze çarpmaktadır. İmar planı değişikliği yapılırken ise, ilavesi yapılacak istasyon ve diğer tesislerin, parsel içindeki konumları ve yukarıda yapılan açıklamalar kapsamında gerek sağlık-güvenlik bantları, gerekse Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG)-İkmal İstasyonu-Karayolu-Taşıtları İçin Emniyet Kuralları, TS 11939 Standardı ve “Mecburi Standart Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ” hükümleri çerçevesinde, ruhsatı düzenleyen idare tarafından değerlendirme yapılmasını gerekli kılmaktadır.

Diğer yandan, mevzi imar planları dahil tüm planların yasal olarak geçerlilik süresi bulunmayıp, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili Yönetmelikleri, yapılan planların, günün ve geleceğin ihtiyaçları ve eğilimleri kapsamında yeniden ele alınarak revizyonunun ve değişikliklerinin yapılmasına olanak sağlamıştır. Dolayısıyla; akaryakıt ve LPG satış istasyonuna yönelik olarak yapılan mevzi imar planının yasal olarak geçerlilik süresi bulunmayıp, planın yapıldığı alan üzerinde kullanım amacına yönelik herhangi bir inşaat ve imalatın yapılmamış olması, söz konusu planın geçerliliğini de ortadan kaldırmamaktadır. Akaryakıt Satış İstasyonları arasındaki mesafe tahdidinde müktesep haklara ilişkin, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 26.07.2005 tarih ve 11154 sayılı yazısı ile alınan görüş yukarıda açıklanmıştı. Aynı yönde olmak üzere arasında 1 km den daha az mesafe bulunan akaryakıt ve LPG satış istasyonu taleplerinin değerlendirilmesi aşamasında da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun 15.08.2006 tarih ve 19763 sayılı yazısında, akaryakıt istasyonları arasındaki kilometre tahdidi uygulamasına yönelik tüm hususların ilgili imar ve petrol piyasası mevzuatı hükümlerinin esas alınması suretiyle başvuruya muhatap idari merci tarafından değerlendirilerek sonuçlandırılması gerektiği ifade edilmektedir.

Ancak; Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nca mevzi imar planının mesafe tahdidi açısından müktesep hak olarak değerlendirilmemesi hali, anılan Kurum’dan “İmar Kanununa göre yapılacak işlemlerde petrol piyasası mevzuatında düzenlenen asgari mesafe tahdidi hükümlerine uygun hareket edilmesi gerektiği” doğrultusunda alınan görüş ile uygulama aşamasında ters düşmektedir.

Öyle ki;

a-) Akaryakıt ve LPG istasyonu kullanım amacına yönelik olarak yapılan mevzi imar planlarının, müktesep hak oluştursun veya oluşturmasın, mesafe tahdidi açısından dikkate alınması halinde; plan kararı olduğu halde, 3194 sayılı İmar Kanunu ve yönetmelikleri uyarınca ruhsat alınmayan veya ruhsat süresinin dolması nedeni ile ruhsatı hükümsüz hale gelen yapıların bulunduğu parseller, aynı yöndeki diğer istasyonlar için mesafe tahdidinde dikkate alınması zorunlu parsel konumuna geleceğinden, bu durum, mesafe tahdidi açısından mümkün olmayan ancak yapımı talep edilen diğer istasyonlar için kısıtlayıcı bir engel oluşturabilecektir.

b-) Akaryakıt ve LPG istasyonu olarak kullanım kararı getirilerek onaylanan mevzi imar planları, müktesep hak oluştursun veya oluşturmasın, mesafe tahdidi açısından dikkate alınmadığında ise; bir çok yerde akaryakıt ve LPG istasyonu yapım amacına yönelik mevzi imar planı yapılacağı, bu durumun ise, kısıtlı ve değerli bir kaynak olan arazinin verimli kullanılmasına engel teşkil edebileceği gibi, bu uygulama şehircilik ilkeleri ve planlama esasları ile de ters düşecektir.

Bu durumda uygulamada karşılaşılan asıl sorunun, mevzi imar planının yapımı olmadığı, asıl sorunun, plan kararlarının uygulamaya geçirilmesinde zaman yönü ile karşılaşılan aksaklıklar olduğu ortaya çıkmaktadır.

Diğer yandan; yapılacak değerlendirmeler neticesinde, parselde mevcut tesise ilave LPG veya akaryakıt istasyonu yapılmasında herhangi bir sakınca olmadığının tespit edilmesi halinde ve birden çok başvurunun hangisine öncelik verileceğinin belirlenmesinde de sorunlarla karşılaşılmaya devam edilmektedir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 27.06.2005 tarih ve 9390 sayılı yazısında, önceden yapılmış başvurulara ilave bir imkan sağlanması hususunun idarenin takdirinde olduğu belirtilse de, istasyonlar arasında uygulanması gereken mesafe şartını da içeren Kanun ve Yönetmelikler Enerji Piyasası Yüksek Kurumu tarafından hazırlandığından, ilave istasyona GSM ruhsatı verilmesine yönelik konunun, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan alınacak görüşler doğrultusunda değerlendirmeye alınması gerekmektedir. El değiştiren parsellerde, daha önce yapılan başvuruya ilişkin işlemlerin idarece sonuçlandırılmamış olması durumunda, söz konusu işlemlerin yeni mülk sahibi adına yürütülmesinde fayda görülmektedir. Daha sonradan sorun çıkmaması için, herhangi ilave bir işlem yapılmadan, yeni başvuru yapılması gerektiği düşünülmekte olup, imar planı değişikliklerinde öncelikli konu; yapılacak plan değişikliğinin niteliği, plan değişikliği ile ilgili yapılan işlemler, akaryakıt ve LPG istasyonu açısından en uygun alan, mesafeler, ilgili mevzuat ve şehircilik esasları açısından yerinde incelenerek karar verilmesidir.

Bu kapsamda; Petrol Piyasası Kanununun yürürlük tarihinden önce onaylanmış planlarda akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu olarak belirlenen parsellere yapı ruhsatı alınarak akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonları yapılmamış ise, bu planlara istinaden anılan istasyonların ne zaman yapılacağı belli olmadığından, bu arada başka parseller için gelen akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu taleplerinin de karşılanabileceğine ilişkin bir düzenleme yapılabileceği gibi, buna ilave olarak, akaryakıt ve /veya LPG satış istasyonu olarak planlanmış alanda kalmakla birlikte, inşai faaliyetlerini geçekleştirmeyen veya tamamlamayan veya ruhsatı hükümsüz hale gelen yapıların bulunduğu parseller ile plansız olmakla birlikte yapıldığı tarihteki mevzuata uygun yapı ruhsatı düzenlenmiş veya 2981 sayılı Kanuna tabi akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonlarına müktesep hak tanınmasına ilişkin bir düzenlemenin, 5015 sayılı Kanunun 22. maddesi kapsamında Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından yapılması halinde, bir takım sorunların da ortadan kalkacağı düşünülmektedir.

Yukarıda yapılan tüm açıklamalar doğrultusunda, bir akaryakıt ve/veya LPG satış istasyonu yapımının, birden çok konuyu ilgilendirdiği görülmektedir. Yapılacak olan tesisin içeriği, diğer tesisler, yapılar ve hatta kavşaklara olan minimum yaklaşma mesafeleri, tesisin plan üzerinde verilmiş basit bir karar içeriğinde olmadığını, birden çok faktörün bir arada değerlendirmeye esas olduğunu gözler önüne sermektedir. Ancak, dikkat edilmeye değer asıl husus, değerlendirmeye tabi tutulacak mevzuatın ve kriterlerin çokluğu değildir. Asıl husus, bu güne kadar yapılmış ve yapılması talep edilen istasyonlar hakkında tüm ilgili mevzuatın yorumlanması ve uygulamaya esas görüş verilmesi aşamasında, Türkiye’de maalesef sıkça görülen kurumsal formalitelerin, prosedürlerin ve yetkinin kurumdan kuruma geçerek uzaması ve yaşanan sorunların tek bir yerde ve tek bir aşamada çözüme kavuşturulamamasından kaynaklandığı görülmektedir.

Belediyelerin dikkat etmesi gereken asıl husus, herhangi bir akaryakıt ve LPG satış istasyonunun imar planı kararı olmaksızın yapılmasının mümkün olmadığı, imar planı olmaksızın yapılan ve dolayısıyla da ruhsat ve yapı kullanma izni bulunmayan istasyonlar hakkında 3194 sayılı İmar Kanununun 32. ve 42. maddelerine göre belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyece, bu sınırlar dışında ise il özel idaresince yasal işlem tesis edilmesi gerektiği hususudur.

6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında  Kanunun Karayollarında kurulacak tesisler ve yasaklanan faaliyetler başlığı altındaki 18.maddesinde “Erişme kontrolü uygulanan karayolu sınırları içinde Genel Müdürlüğün izniyle kurulacak tesis veya yapılacak faaliyetler dışında tesis kurulması veya faaliyette bulunulması yasaktır.

Erişme kontrolü uygulanan karayolu sınırları içinde Genel Müdürlüğün izniyle kurulacak tesisler ve eklentileri mimarî, statik, tesisat ve her türlü fennî mesuliyeti Genel Müdürlükte olmak kaydıyla 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen yapı ruhsatiyesine tâbi değildir. Bu tesislerin plan ve projesi ile mülkiyet bilgileri inşaat başlamadan önce ilgili idarelere bildirilir. Bu tesisler erişme kontrolü uygulanan karayolunun müştemilatından sayılır. Bu tesislerin işletilmesi ile ilgili resmi makamlarca verilecek izin, ruhsat ve lisanslar bakımından, ilgili tesislerin kesinleşmiş karayolu güzergâh planlarına işlenmesi yeterli olup, ayrıca imar planına işlenme şartı aranmaz.Erişme kontrolü uygulanan karayolları dışında kalan diğer karayollarının kenarında yapılacak tesislerin yola uzaklığı, yola giriş ve çıkış bağlantıları  2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde Genel Müdürlüğün uygun görüşü ile belirlenir.” denilmektedir.

Kanunun karayolu güzergâhının tespiti başlığı altındaki 19. maddesinde “Genel Müdürlük; otoyol, Devlet ve il yolları ağına giren karayolu güzergâhlarına ve bunların değişikliklerine ilişkin planlarını hazırlayarak, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan yerlerde imar  planlarına işlenmesini belediye veya ilgili kurum ve kuruluşlardan talep eder. Belediye veya ilgili kurum ve kuruluşlar, karayolu güzergâhlarına ilişkin söz konusu planlara varsa itirazlarını en geç otuz gün içinde bildirir. Bu süre sonunda itiraz edilmemişse güzergâh planları, ilgili kurum veya kuruluşlar açısından imar planına esas olmak üzere kesinleşir. İlgili kurum ve kuruluşlarca itiraz edilmesi halinde ise karayolu güzergâh planlarına yapılacak itirazlar Genel Müdürlükçe değerlendirilerek, itiraz tarihinden itibaren en geç yirmi gün içinde sonuçlandırılır. Belediye ve mücavir alan sınırları dışında kalan yerlerde ise karayolu güzergâh planları, il özel idareleri veya ilgili kurum ve kuruluşlarla koordine edilmek suretiyle Genel Müdürlükçe doğrudan tayin ve tespit edilir ve uygulaması bu çerçevede yapılır.

Kesinleşen imar planlarında karayolu ve çevresine ilişkin daha sonra yapılacak her türlü ilave, değişiklik ve diğer çalışmalarda, trafik ve karayolu güvenliği açısından Genel Müdürlüğün görüşü alınır. Bu plana ilişkin değişiklikler hakkında ilgili mevzuatına göre ilan süresinin başladığı tarihte Genel Müdürlüğe bilgi verilir.Bu madde hükümleri çerçevesinde kesinleşen karayolu güzergâh planları kapsamında karayollarının yer aldığı alanlara ilişkin olarak, belediyeler veya il özel idarelerince, ilk kez yapılan imar planı düzenlemelerinde, otoyollar hariç olmak üzere, kesinleşmiş güzergâh planlarındaki karayolları, 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesi hükümleri dâhilinde oluşturulacak düzenleme ortaklık payları hesabına dâhil edilir. İlgili belediyeler veya il özel idareleri, söz konusu işlemleri Genel Müdürlük ile koordineli olarak ve ivedilikle sonuçlandırır.” hükmü vardır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun Belediye sınırları dışında Karayolu kenarındaki yapı ve tesisler başlığı altındaki 17. maddesinde “Karayollarında her iki taraftan sınır çizgisine elli metre mesafe içinde bağlantıyı sağlayacak geçiş yolları yönünden; akaryakıt, servis, dolum ve muayene istasyonları, ……………vb. işyerleri ve benzeri trafik güvenliğini etkileyecek yapı ve tesisler için,o karayolunun yapım ve bakımı ile sorumlu kuruluştan izin alınması zorunludur. Verilen izinler, ilgili valiliğe bildirilir. İzinsiz yapılan bu gibi tesislerin yapımı ve işletilmesi yetkililerce durdurulacağı gibi, yönetmelikteki şartlar yerine getirilmeden işletme izni verilmez ve bağlantı yolu, her türlü gider sorumlulara ait olmak üzere yolun yapım ve bakımı ile ilgili kuruluşça ortadan kaldırılır.

Kanunun Belediye sınırları içinde bulunan karayolu kenarındaki yapı ve tesisler başlığı altındaki değişik 18.maddesinde; Belediye sınırları içindeki karayolları kenarında  yapılacak veya açılacak 17.maddede sayılan yapı ve tesisler için;

“a) Belediyelerden izin alınması,

b) Belediyelerce bu iznin verilmesinde, trafik güvenliği bakımından bu tesisler hakkındaki Yönetmelikte belirlenen şartların yerine getirilmesini sağlamaları ve ayrıca Karayolları Genel Müdürlüğünün yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayolu kenarında yapılacak ve açılacak olanların bu yollara bağlantıları için bu Genel Müdürlüğün ilgili bölge müdürlüğünden uygun görüş almaları,zorunludur.

İzinsiz yapılan bu gibi tesislerin yapımı ve işletilmesi yetkililerce durdurulacağı gibi,yönetmelikteki şartlar yerine getirilmeden işletme izni verilmez ve bağlantı yolu, her türlü gider sorumlulara ait olmak üzere yolun yapım ve bakımı ile ilgili kuruluşlarca ortadan kaldırılır” hükmü yer almaktadır.

2918 sayılı Kanunun Belediye trafik birimleri,görev ve yetkileri başlığı altındaki değişik 10. Maddesine göre ,”Bu Kanunla belediyelere verilen görevler il ve ilçe trafik komisyonları ve mahalli trafik birimleri ile işbirliği yapılarak yürütülmelidir.

Karayolları Kenarlarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmeliğin Geçiş yolu izin belgesi başlığı altındaki 4. maddesinde “Bu Yönetmelik kapsamındaki tesisler için, karayoluna bağlantıyı sağlayacak geçiş yolları yönünden Geçiş Yolu İzin Belgesi alınması zorunludur. Bu Belge sadece yol ve trafik güvenliğinin sağlanması ile ilgili olup 3194 Sayılı İmar Kanunu gereğince alınması gerekli ruhsatlar yönünden geçerli değildir. Ancak Geçiş Yolu İzin Belgesi alınmadan, 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun öngördüğü ruhsat alınsa dahi, inşaata başlanılamaz.Tesis sahibince, yapılanma, arazi kullanımı ve diğer hususlarla ilgili olarak görevli ve yetkili kuruluşlardan gerekli iznin alınması zorunludur” hükmü vardır.

Yönetmeliğin Geçiş Yolu İzin Belgesi başlığı altındaki 16. maddesinde ” Belediye sınırları dışındaki karayolları kenarında yapılacak ve açılacak tesislerden karayoluna bağlantı yapılmak istenmesi halinde, yolu  yapan ve bakım altında tutan kuruluştan Geçiş Yolu İzin Belgesi alınması zorunludur.” hükmü vardır.

Yönetmeliğin Belediye Sınırları İçerisindeki Tesislere İlişkin Geçiş Yollarının Kaplanması başlığı altındaki 38. maddesinde “İlgili belediye başkanlıklarının, Karayolları Genel Müdürlüğünün yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayolları kenarında yapılacak ve açılacak tesislere Geçiş Yolu İzin Belgesi verilmesinden önce tesise ait onaylı vaziyet planının bir örneğini de eklemek suretiyle Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili Bölge Müdürlüğünden uygun görüş almaları zorunludur. Yapılmak istenilen tesis yerinin incelemeye alınabilmesi için yolun trafiğe açılmış olması şarttır.

Projeleri onaylanarak kesinleşmiş, kamulaştırma işlemleri tamamlanmış, ancak inşaatı bitirilip tamamı trafiğe açılmadığı halde, başkaca bir alternatifi olmadığı için yöresel trafiğin zorunluluk nedeniyle kullandığı KARAYOLU kenarında yapılmak istenen tesis başvuruları da incelemeye alınır.

Bu Yönetmelik gereğince verilen Geçiş Yolu İzin Belgesinin bir örneği Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili Bölge Müdürlüğüne gönderilir .Bu tesislerin yapılması ve işletilmesinin, verilen izne ve bu Yönetmelik şartlarına uygunluğu ,ilgili belediyeler ve Karayolları Genel Müdürlüğü yetkililerince denetlenir.” hükmü vardır.

Yönetmeliğin 39. maddesinde “İlgili Belediye Başkanlıklarının,  Karayolları Genel  Müdürlüğünün  yapım ve bakımından sorumlu olduğu  karayolları  kenarında  yapılacak ve açılacak  tesislere Geçiş Yolu  İzin Belgesi  verilmesinden önce  Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili Bölge Müdürlüğünden  uygun görüş almaları zorunludur. Bu Yönetmelik gereğine göre verilen Geçiş Yolu İzin Belgesinin bir  örneği Karayolları Genel Müdürlüğü’nün ilgili Bölge Müdürlüğüne gönderilir ve bu tesislerin yapımı veya işletilmesinin; verilen izin ve bu Yönetmelik şartlarına uygunluğu, ilgili Belediye ve Karayolları Genel Müdürlüğü yetkililerince denetlenir.” hükmü mevcuttur.

Yönetmeliğin Cephe Genişlikleri başlığı altındaki 40 ıncı maddesinde “Devlet ve il yolları kenarında yapılacak ve açılacak tesisler için cephe genişliği;

a) Devlet ve il yolları kenarındaki akaryakıt istasyonları ile yolcu terminalleri için enaz 40 metre.

b) Devlet ve il yolları kenarındaki diğer tesisler için münferit geçiş yolu talep edilmesi halinde enaz 20 metredir.

c) Devlet ve il yolları kenarındaki tesislere ait geçiş yolu ile adalar;

Akaryakıt istasyonları ile yolcu terminallerinde devlet ve il yolunun bölünmüş veya iki yönlü olma durumuna göre Ek-7 veya Ek-8 deki proje örneğine,

Diğer tesislerde devlet ve il yolunun bölünmüş veya iki yönlü olma durumuna göre Ek-9 veya Ek-10 daki proje örneğine,uygun olarak düzenlenir.

Cephe genişliğinin tahkikinde, mülkün karayolu sınır çizgisine kesintisiz olarak çakışan ortak kenar uzunluğu esas alınır.” hükmü mevcuttur.

 

Yönetmeliğin Yapı Yaklaşma Mesafesi başlığı altındaki değişik 41 inci maddesinde “Tesisler bünyesindeki yapıların cephe hattı ile karayolu sınır çizgisi arasındaki mesafe;

a) Tesisler bünyesinde yapılacak olan yer üstü akaryakıt, sıvılaştırılmış gaz ve diğer tehlikeli madde depolan için en az 50 metre,

b) Her türlü yer altı depoları ile akaryakıt ve (LPG “Sıvılaştırılmış Petrol Gazı”/CNG “sıvılaştırılmış doğal gaz” ) istasyonları, akaryakıt ve sıvılaştırılmış gaz dolum istasyonları, umuma açık park yerleri ve garajlar, yolcu ve yük terminalleri, atölye, fabrika, işhanı, çarşı, pazaryerleri, ticari bina, sinema ,tiyatro, gazino gibi eğlence yerleri, turistik yapı ve tesisler, müstakil olarak yapılan otel-motel lokanta ve kahvehaneler, araç bakım ve onarım yerleri ,araç teşhir ve satış yerleri, hububat, fındık, tütün, pamuk, pancar vb. tarım ürünlerinin muhafaza edildiği kapalı depolar,sürücü kurs yerleri,toptancı hal ,üretme-besi çiftliği ve ahırlar ,maden ve petrol şantiye, ocak ve tesisleri,havuzlar,sabit kantarlar,eğitim,sağlık,dini ye kültürel vb. kamu ve özel yapılar ile yukarıda sayılan tesislere ait her türlü ana binalar ve sundurmalar için en az 25 metre,

Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce onaylanmış ve yürürlükte olan 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında yer alan yapı yaklaşma mesafelerine ilişkin hükümler saklıdır.” hükmü mevcuttur.Yönetmeliğin Devlet ve İl Yolları Dışındaki Yollara Bağlantı Yapılması başlığı altındaki değişik 42 inci maddesinde “Belediye ve mücavir alan sınırları içinden geçen devlet ve il yolları kenarında, KARAYOLU sınır çizgisinden itibaren her iki tarafta 50 metre mesafe içinde yer alan ve geçiş yollan yönünden devlet ve il yolu dışındaki yollara bağlantı yapmak isteyen tesisler için bu Yönetmeliğin 5, 8, 9,10, 37 ve 41 inci madde hükümleri aynen uygulanır.” hükmü mevcuttur.

5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunun 8. Maddesi ve bu Kanun’a bağlı olarak çıkarılan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinin 45. Maddesi gereğince; iki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasında, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda on, şehir içi yollarda bir kilometre mesafe olması gerekmektedir. İki akaryakıt ve/veya sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) istasyonu arasındaki mesafeye ilişkin uygulama Karayolları Genel Müdürlüğünce yürütülmeyip,bu Yönetmelik hükümleri Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından yürütülmektedir.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 08/04/2005 tarih ve  473/6 no.lu Kurul Kararında;  İki akaryakıt ve/veya sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) istasyonu arasındaki mesafeye ilişkin uygulamanın;

a -Belediye ve mücavir alan sınırları içinde, ilgili belediye başkanlıkları tarafından,

b – Belediye ve mücavir alan sınırları dışında, ilgili valiliklerce, yerine getirileceği” belirtilmiştir.

Belediye mücavir sınırları dışında;Karayolları Kenarlarında bulunan tesisler, karayoluna bağlantıyı sağlayacak geçiş yolları yönünden Geçiş Yolu İzin Belgesi alınması zorunludur. Bu belge sadece yol ve trafik güvenliğinin sağlanması ile ilgili olup 3194 Sayılı İmar Kanunu gereğince alınması gerekli ruhsatlar yönünden geçerli değildir. Ancak Geçiş Yolu İzin Belgesi alınmadan, 3194 Sayılı İmar Kanununun öngördüğü ruhsat alınsa dahi, inşaata başlanılamaz. Tesis sahibince, yapılanma, arazi kullanımı ve diğer hususlarla ilgili olarak görevli ve yetkili kuruluşlardan gerekli iznin alınması zorunludur.

Yol geçiş İzin Belgesi almak için aşağıdaki belgeler aranmalıdır;

1 – Tesis yapılacak yerin tapusu,

2 – Çaplı tasarruf belgesi,

3 – Zilyetlik ilmühaberi veya kira kontratından herhangi birinin aslı veya noterden tasdikli bir örneği,

4 – Vaziyet planı : Teknik elemanlarca hazırlanmış ve imzalanmış tesisin arazi üzerindeki konumunu, her türlü giriş çıkış yollarını gösteren ve arazideki halihazır durumun işlenmiş olduğu vaziyet planlarından beş adet,

5 -Tesis yerinin belediye sınırı veya mücavir alan dışında olduğuna dair ilgili Belediyeden alınmış resmi yazı.

Tesis yerine ait müşterek veya iştirak halindeki mülkiyette, sahiplerinden her birinin noterden tasdikli muvafakatleri ayrıca istenir.

6-Yol Geçiş İzin Belgesi Harç Makbuzu

Belediye mücavir alanları dahilinde ise bu işlemler belediyesince yapılacaktır.

Sonuç olarak; yeni gündeme gelen akaryakıt satış istasyonu taleplerinde; mesafe tahdidi dikkate alındığında, mevzi imar planı yapılıp yapılamayacağı hususunda Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’ndan görüş alınması gerekmekte olup, alınan görüş doğrultusunda, mesafe tahdidine uygun olarak yapılması mümkün olan tesisler için, genel olarak değerlendirmeye alınması gereken mevzuata aşağıda yer verilmektedir.

3194 sayılı İmar Kanunu, imar planı, plan notları, Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği,

• 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu, Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği, 14.09.2005 tarih ve 25936 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik”,

• 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Kanunu ve Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16.09.2005 tarih ve 25938 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Lisans Yönetmeliği”, 12.02.2002 tarih ve 24669 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG)” hükümleri,

• 14.5.2004 tarih ve 25462 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Mecburi Standart Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ”, Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG)-İkmal İstasyonu-Karayolu-Taşıtları İçin Emniyet Kuralları TS 11939 Standardı,

• 5393 sayılı Belediye Kanunu,

• 06.01.1998 tarih ve 23222 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik

• 10.08.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik” hükümleri kapsamında, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu uyarınca Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararları.

               Danıştay Sekizinci Daire,Esas No : 2008/1088,Karar No : 2009/8114, 25.12.2009

                            ÖZÜ: İmar planında akaryakıt istasyonu olarak ayrılma ve akaryakıt tesis izni alınması ; akaryakıt ruhsatı verilmesinde, 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasası ve Petrol Piyasası Yönetmeliğinde kurala bağlanan mesafe şartı için kazanılmış hak teşkil etmez.

Uyuşmazlık; akaryakıt satış ve servis istasyonu kurmak üzere ruhsat verilmesi istemiyle yapılan 23.6.2004 günlü başvurunun reddine ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gayri Sıhhi Müesseseler İnceleme Kurulunun 8.12.2006 gün ve 9846 sayılı işleminin iptali isteminden kaynaklanmıştır.20.12.2003 gün ve 25322 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasının “bayiler” başlıklı 8. maddesinin 4. fıkrasında; “Kurul, teknik ve ekonomik kriterlere göre bayilik kategorileri oluşturabilir. Bu durumda bayilik lisansları kategorilerine göre düzenlenir. Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafeler, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda on kilometreden, şehir içi yollarda bir kilometreden az olmamak üzere Kurul tarafından çıkarılacak ve 01/01/2005 tarihinde yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.

17.06.2004 gün ve 25495 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği’ nin “Mesafe Kısıtlamaları” başlıklı 45. maddesinde; “İki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere; a) Şehirlerarası yollarda on, b) Şehir içi yollarda bir, kilometreden az olamaz.” düzenlemesi yer almaktadır.Aynı Yönetmeliğin “Yürürlük” başlıklı 59. maddesinde ise; 45. maddenin 1.1.2005 günü yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

Dosyanın İncelenmesinden; İstanbul İli, Maltepe İlçesi, Cevizli Mahallesi, Bağdat Caddesi, … Numara, … pafta, … ada, … parsel sayılı taşınmazda akaryakıt satış ve servis istasyonu kurmak üzere ruhsat verilmesi istemiyle yapılan 23.6.2004 günlü başvurunun, akaryakıt istasyonu ile aynı istikamette 800 m öncesinde ruhsatlı akaryakıt istasyonu bulunduğu; 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasının 8. maddesinde yer alan 1 km şartına uyulmadığından bahisle reddedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik” tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması zorunludur. Ancak bu durumda birey, kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Bu kapsamda; belirlilik, kamu yararı ve hukuki güvenliği sağlamakla birlikte, kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı yönetimde istikrarı sağlar.

Olayda; akaryakıt satış ve servis istasyonu kurulmak üzere alınan 26.3.2004 gün ve 2004/777 sayılı akaryakıt ve ticaret olmak üzere imar durum belgesi sonrası, 23.4.2004 günü akaryakıt ruhsatı verilmesi istemiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına başvuruda bulunulmuş; akaryakıt satış ve servis istasyonu inşaatının 10.2.2005 gün ve 9098/437 sayılı akaryakıt yer seçimi ve tesis izni verilmesi sonrası başlanılarak tamamlandığı anlaşılmıştır. Bu nedenle; 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasında açıkça kurala bağlanan ve 01/01/2005 günü yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenleneceği belirtilen mesafe şartının akaryakıt yer seçimi ve tesis izni verildiği gün itibarıyla da yürürlükte bulunması ve henüz dava konusu olan akaryakıt ruhsatının düzenlenmemiş olması karşısında, İdare Mahkemesinin haklı beklenti içinde bulunulduğu ve kazanılmış hak edinildiği gerekçesine katılmak, belirlilik ilkesi gereği mümkün değildir.Öte yandan; yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinde, akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafenin, aynı yönde olmak üzere, şehir içi yollarda bir kilometreden az olamayacağı belirtilmiş olmakla birlikte; bu düzenlemelerde muafiyete veya mesafe şartı ile ilgili geçiş sürecine ilişkin hükümlere de yer verilmemiştir.Ayrıca; lisans başvuruları için imar planına dayalı olarak muafiyet sağlayan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 27.06.2007 gün ve 1232/3 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davada da; düzenleyici bir idari işlem niteliğinde olan imar planında taşınmazın akaryakıt istasyonu alanı olarak ayrılmasının, bu yer için 5015 sayılı Yasanın 8. maddesinde öngörülen asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmayacağından, dayanağı yasal düzenlemeye uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle Danıştay 13. Dairesinin 16.01.2008 gün ve E:2007/11823 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş; bu karara yapılan itiraz ise, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun E:2008/529 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararında da benimsendiği üzere; imar planında taşınmazın akaryakıt istasyonu olarak ayrılmasının 5015 sayılı Yasanın 8. maddesinde öngörülen asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmadığı açıktır. Bu açıdan bakıldığında;davaya konu taşımaz için kullanım amacı akaryakıt istasyonu olmak üzere; Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği yürürlükte iken alınan 2.5.2006 gün ve 2006/2-7 sayılı yapı ruhsatı ile 28.9.2006 gün ve 2006/1-31 sayılı yapı kullanma izin belgesinin anılan asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmayacağı kabul edilmelidir. Bu durumda; dava konusu işlem tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan, 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasası ve Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinde kurala bağlanan, mesafe şartının sağlanamadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.Açıklan nedenlerle. … 5. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine 25.12.2009 gününde oybirliği ile karar verildi .

 

Yazıldı Makale ve Görüşler
Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız