• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

Akaryakıt İstasyonu ve Ruhsatlandırmaya Dair Karar..

Tem19
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

         

 Danıştay Sekizinci Daire,Esas No : 2008/1088,Karar No : 2009/8114, 25.12.2009

                            ÖZÜ: İmar planında akaryakıt istasyonu olarak ayrılma ve akaryakıt tesis izni alınması ; akaryakıt ruhsatı verilmesinde, 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasası ve Petrol Piyasası Yönetmeliğinde kurala bağlanan mesafe şartı için kazanılmış hak teşkil etmez.

Uyuşmazlık; akaryakıt satış ve servis istasyonu kurmak üzere ruhsat verilmesi istemiyle yapılan 23.6.2004 günlü başvurunun reddine ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gayri Sıhhi Müesseseler İnceleme Kurulunun 8.12.2006 gün ve 9846 sayılı işleminin iptali isteminden kaynaklanmıştır.20.12.2003 gün ve 25322 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasının “bayiler” başlıklı 8. maddesinin 4. fıkrasında; “Kurul, teknik ve ekonomik kriterlere göre bayilik kategorileri oluşturabilir. Bu durumda bayilik lisansları kategorilerine göre düzenlenir. Akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafeler, aynı yönde olmak üzere, şehirlerarası yollarda on kilometreden, şehir içi yollarda bir kilometreden az olmamak üzere Kurul tarafından çıkarılacak ve 01/01/2005 tarihinde yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.

17.06.2004 gün ve 25495 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği’ nin “Mesafe Kısıtlamaları” başlıklı 45. maddesinde; “İki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere; a) Şehirlerarası yollarda on, b) Şehir içi yollarda bir, kilometreden az olamaz.” düzenlemesi yer almaktadır.Aynı Yönetmeliğin “Yürürlük” başlıklı 59. maddesinde ise; 45. maddenin 1.1.2005 günü yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

Dosyanın İncelenmesinden; İstanbul İli, Maltepe İlçesi, Cevizli Mahallesi, Bağdat Caddesi, … Numara, … pafta, … ada, … parsel sayılı taşınmazda akaryakıt satış ve servis istasyonu kurmak üzere ruhsat verilmesi istemiyle yapılan 23.6.2004 günlü başvurunun, akaryakıt istasyonu ile aynı istikamette 800 m öncesinde ruhsatlı akaryakıt istasyonu bulunduğu; 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasının 8. maddesinde yer alan 1 km şartına uyulmadığından bahisle reddedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik” tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması zorunludur. Ancak bu durumda birey, kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Bu kapsamda; belirlilik, kamu yararı ve hukuki güvenliği sağlamakla birlikte, kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı yönetimde istikrarı sağlar.

Olayda; akaryakıt satış ve servis istasyonu kurulmak üzere alınan 26.3.2004 gün ve 2004/777 sayılı akaryakıt ve ticaret olmak üzere imar durum belgesi sonrası, 23.4.2004 günü akaryakıt ruhsatı verilmesi istemiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına başvuruda bulunulmuş; akaryakıt satış ve servis istasyonu inşaatının 10.2.2005 gün ve 9098/437 sayılı akaryakıt yer seçimi ve tesis izni verilmesi sonrası başlanılarak tamamlandığı anlaşılmıştır. Bu nedenle; 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasasında açıkça kurala bağlanan ve 01/01/2005 günü yürürlüğe girecek yönetmelikle düzenleneceği belirtilen mesafe şartının akaryakıt yer seçimi ve tesis izni verildiği gün itibarıyla da yürürlükte bulunması ve henüz dava konusu olan akaryakıt ruhsatının düzenlenmemiş olması karşısında, İdare Mahkemesinin haklı beklenti içinde bulunulduğu ve kazanılmış hak edinildiği gerekçesine katılmak, belirlilik ilkesi gereği mümkün değildir.Öte yandan; yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinde, akaryakıt ve LPG istasyonları arasındaki mesafenin, aynı yönde olmak üzere, şehir içi yollarda bir kilometreden az olamayacağı belirtilmiş olmakla birlikte; bu düzenlemelerde muafiyete veya mesafe şartı ile ilgili geçiş sürecine ilişkin hükümlere de yer verilmemiştir.Ayrıca; lisans başvuruları için imar planına dayalı olarak muafiyet sağlayan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 27.06.2007 gün ve 1232/3 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davada da; düzenleyici bir idari işlem niteliğinde olan imar planında taşınmazın akaryakıt istasyonu alanı olarak ayrılmasının, bu yer için 5015 sayılı Yasanın 8. maddesinde öngörülen asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmayacağından, dayanağı yasal düzenlemeye uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle Danıştay 13. Dairesinin 16.01.2008 gün ve E:2007/11823 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş; bu karara yapılan itiraz ise, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun E:2008/529 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararında da benimsendiği üzere; imar planında taşınmazın akaryakıt istasyonu olarak ayrılmasının 5015 sayılı Yasanın 8. maddesinde öngörülen asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmadığı açıktır. Bu açıdan bakıldığında;davaya konu taşımaz için kullanım amacı akaryakıt istasyonu olmak üzere; Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği yürürlükte iken alınan 2.5.2006 gün ve 2006/2-7 sayılı yapı ruhsatı ile 28.9.2006 gün ve 2006/1-31 sayılı yapı kullanma izin belgesinin anılan asgari mesafe gerekliliğini ortadan kaldırmayacağı kabul edilmelidir. Bu durumda; dava konusu işlem tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan, 5015 sayılı Petrol Piyasası Yasası ve Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliğinde kurala bağlanan, mesafe şartının sağlanamadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.Açıklan nedenlerle. … 5. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine 25.12.2009 gününde oybirliği ile karar verildi .

 

657/86 Anayasa Mahkemesi Kararı

Tem10
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

    

     Anayasa Mahkemesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 86.maddesinde yer alan Vekalet Görevi ve Aylık Verilmesinin Şartları başlığı altındaki düzenlemenin Dördüncü fıkrasında yer alan “birinci fıkrada sayılan” ibaresini iptal etti. (Bu karar henüz Resmi Gazete’de yayınlanmamıştır)

657’NİN 86. MADDE HÜKMÜ

Madde 86 – (Değişik madde: 30/05/1974 – KHK/12; Değiştirilerek kabul: 15/05/1975 – 1897/1 md.)

Memurların kanuni izin, geçici görev, disiplin cezası uygulaması veya görevden uzaklaştırma nedenleriyle işlerinden geçici olarak ayrılmaları halinde yerlerine kurum içinden veya diğer kurumlardan veya açıktan vekil atanabilir.

Bir görevin memurlar eliyle vekaleten yürütülmesi halinde aylıksız vekalet asıldır.

Ancak, ilkokul öğretmenliği (Yaz tatili hariç), tabiplik, diş tabipliği, eczacılık, köy ve beldelerdeki ebelik ve hemşirelik, mühendis ve mimarlık, veterinerlik, (Değişik: 23/08/2011 tarihli ve 653 sayılı KHK/madde 16) vaizlik, Kur’an kursu öğreticiliği, imam-hatiplik ve müezzin-kayyımlığa ait boş kadrolara Maliye Bakanlığının izni (mahallî idarelerde izin şartı aranmaz) ile, açıktan vekil atanabilir.

Aynı kurumdan birinci fıkrada sayılan ayrılmalar dolayısıyla atanan vekil memurlara vekalet görevinin 3 aydan fazla devam eden süresi için, kurum dışından veya açıktan atananlarla kurum içinden ilkokul öğretmenliğine atanan öğretmenler ile veznedarlık görevine atananlara göreve başladıkları tarihten itibaren vekalet aylığı ödenir.

ANAYASA MAHKEMESİNİN 5 TEMMUZ 2012 TARİHLİ KARARI

14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 86. maddesinin, dördüncü fıkrasında yer alan “…birinci fıkrada sayılan…” ibaresi ile altıncı fıkrasının iptaline karar verilmesi istemi.

Esas Sayısı Konusu İncelemeEvresi Verilen Kararın Sonucu
2012/11Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi 14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 86. maddesinin, dördüncü fıkrasında yer alan “…birinci fıkrada sayılan…” ibaresi ile altıncı fıkrasının iptaline karar verilmesi istemi. Esas 657 Sayılı Kanun’un;1- Dördüncü fıkrasında yer alan “…birinci fıkrada sayılan…” ibaresinin İPTALİNE,

2- Altıncı fıkrasının itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu fıkraya ilişkin başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,

 

Yazıldı Duyurular

2 MAYIS 2012 GÜN VE 28280 SAYILI RESMİ GAZETE’DE YAYINLANAN UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

May02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

2 MAYIS 2012 GÜN VE 28280 SAYILI RESMİ GAZETE’DE YAYINLANAN UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

 

 

ESAS NO: 2011/66,KARAR NO : 2012/61,KARAR TR : 9.4.2012(Hukuk Bölümü)

ÖZET    :2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesi

İsteminde Bulunan        : Aydın İl Özel İdaresi

Vekili                    : Av. A. Ş. L.

Karşı Taraf            : 1- İdari Yargıda

A. A.

Vekili                    : Av. S. S.

2- Adli Yargıda

Kalyoncuoğlu Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına H. K.

Vekilleri                : Av. E. Y. – Av. A. Ç. Y.

O L A Y            : Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Plaj Sitesinde mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait olan, A. A.’ya kiralanan, A Blok 9 numaralı dükkan ile, aynı yerde bulunan 11265 parsel üzerinde yine mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait olan, Kalyoncuoğlu Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına H. K.’na kiralanan dükkanların, kira sözleşmeleri ve şartnamelerinin yenilenmemesine, yeniden ihale ile kiraya verilmesine ilişkin Aydın İl Encümenince 5.3.2008 gün ve 104 sayılı karar alınmştır.

I- Adnan Altınsulu vekili tarafından, Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Plaj Sitesi, Yalı Caddesi üzerinde, mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait ve davacıya kiralanmış olan A Blok, 9 Numaralı dükkanın 12.4.2008 tarihi itibariyle boşaltılması, aksi takdirde Devlet İhale Kanununun 75. Maddesi gereğince işlem yapılacağına ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı Aydın İl Encümeni kararının iptali istemiyle Aydın İl Özel İdaresine karşı 21.4.2008 günü idari yargı yerinde dava açılmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ: 6.3.2009 gün ve E:2008/531, K:2009/554 sayı ile, “…Olayda, Aydın İli İl Encümeni kararının, davacının İl Özel İdare Müdürlüğünden kira sözleşmesiyle 1 (bir) yıl süre ile kiraladığı ve kira süresi 1 (bir) yıl süre ile uzatılarak faaliyette bulunduğu dükkanın kira süresinin uzatılmamasına, sözleşmenin yenilenmemesine, İl Özel İdaresi tarafından tahliye işlemlerinin başlatılmasına ve yeniden 2886 sayılı Yasa hükümleri uyarınca ihale edilerek kiraya verilmesine yönelik işlemin davanın konusunu oluşturduğu, uyuşmazlığın 6570 sayılı Kanun uyarınca mı yoksa 2886 sayılı Kanun uyarınca mı çözüleceği noktasından kaynaklandığı görülmüştür.

6570 sayılı Kanunun özel şahıslara ait taşınmaz malların kiralanmasında uygulanacak kanun olduğu, anılan Kanun’un 14. maddesi ile de devlete ait taşınmaz malların 2490 sayılı Kanuna göre kiraya verilmesi halinde de bu Kanun’un uygulanacağının belirtildiği, ancak 2490 sayılı Kanun’un 1.1.1984 tarihinden itibaren 2886 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırılmış olması nedeniyle 2886 sayılı Yasa 6570 sayılı Kanun’un 11. maddesi 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu kapsamına giren yerler hakkında uygulanmayacaktır.2886 sayılı Yasa’nın ise, genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelerin, özel idare ve belediyelerin özel mülkiyetine tabi olan taşınmazların kiralanmasında uygulanacak kanun olup, anılan idarelerin özel mülkiyetine tabi taşınmazların kiralanması 2886 sayılı kanun kapsamına sokularak 6570 sayılı Kanun kapsamından çıkarılmıştır.Uyuşmazlıkların hallinde önceliğin özel kanun niteliğinde olan 2886 sayılı Kanun’un olması gerektiği, anılan Kanun’da da taşınmazların kiralanmasına ilişkin sözleşmelerin sona ermesi konusunda özel bir düzenleme getirildiği, bu özel düzenleme nedeniyledir ki, genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelerin, özel idare ve belediyelerin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların kira sözleşmelerinin süre bitiminde aynı koşullarla bir yıl daha uzatılmış sayılacağına ilişkin 6570 sayılı Kanunun 11. maddesinin uygulanabilirliği ortadan kaldırılmıştır. Çünkü 2886 sayılı Yasada kiralamaya genel olarak süre sınırı koyulmuş ve bu noktada idareleri yükümlülük altında bırakmıştır. İlk yapılan ihale sonrasında kira süresinin uzatılmış olması bu kira sözleşmesinin 6570 sayılı Yasa’nın uygulanmasını gerektirmeyeceği gibi ortada ihale ile kiracı durumunu ortaya koyan bir sözleşmede kalması da mümkün bulunmamaktadır.

Bu durumda, taraflar arasında ilk kira sözleşmesinde öngörülen kira süresinin sona ermesinden sonra 2886 sayılı Yasa’ya uygun olarak ve yeniden ihale yapılmak suretiyle yeni bir kira ilişkisi kurulmadığından ortada halihazırda ihale ile kiracı durumunda olduklarını gösteren bir sözleşme de bulunmadığından, davacının tahliyesinin 5302 sayılı Yasa’nın yaptığı atıf gereği 2886 sayılı yasa uyarınca gerçekleştirileceğinden, geçerliliğini yitirmiş fiili sözleşmenin sözde yenilenme süresi dolmadan artık kira süresinin uzatılmayacağının, sözleşmenin yenilenmeyeceğinin, tahliye işlemlerine başlanacağının ve taşınmazların 2886 sayılı Yasa hükümleri uyarınca ihale edilerek kiraya verileceğine ilişkin olarak alınan dava konusu Encümen kararında mevzuata aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine…” karar vermiş, bu karar Danıştay 8. Dairesinin 17.11.2009 gün ve E:2009/4991, K:2009/6790 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.

II- Kalyoncuoğlu Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına H. K. vekili tarafından, Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Plaj Sitesi 11265 parsel üzerindeki mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait ve davacıya kiralanmış olan dükkanın kira süresinin 4.6.2008 tarihi itibariyle boşaltılması, aksi takdirde Devlet İhale Kanununun 75. maddesi gereğince işlem yapılacağına ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı Aydın İl Encümeni kararının kendilerine tebliğ edilmesiyle birlikte, taraflar arasındaki kira ilişkisinin 4.6.2008 tarihinde sona ermediği, kiracılık durumunun devam ettiği, davacı şirketin kiralanandan 2886 sayılı Yasa uyarınca tahliye edilmesinin mümkün olmadığı, kira sözleşmesinin bir yıl daha uzamış olduğunun tespiti ile taraflar arasında bu konuda oluşan muarazanın giderilmesi, dava sonuna kadar tahliyenin durdurulması konusunda ihtiyati tedbir kararı verilmesi istemiyle 13.5.2008 günü Aydın İl Özel İdaresine karşı adli yargı yerinde dava açılmıştır.

AYDIN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 27.3.2009 gün ve E:2008/273, K:2009/227 sayı ile, “…Taraf dilekçeleri, delil listeleri, çekişme konusu kira sözleşmesi ve ekleri, İl Daimi Encümen kararı, Noterlik onaylı kira kontratı ve ekleri, İl Özel İdare yazısı, emsal kararlar, Mahkememizin 2008/221 Esas sayılı dava dosyası incelenip değerlendirilmiş, Mevzuat ve tarafların ilişkileri ile ilgili sözleşme, kayıt ve belgelerin niteliği ve geçerliliği hususunda bilirkişi incelemesi yapılıp 15.12.2008 günlü bilirkişi raporu alınmış, taraf iddia ve savunmaları kapsamında yanlar arasındaki ilişki ve çekişmenin hukuksal niteliği ve değerlendirilmesi ile yorumu hakimliğimizce yapılmıştır. Buna göre; mülkiyeti davalıya ait taşınmazın 29.6.1994 başlangıç tarihli ve aynı gün İl Daimi Encümen 443 sayılı kararına dayalı kira sözleşmesinin kapsamında Noterlik onayı ile yanlar arasında kira sözleşmesi düzenlendiği ve uygulana geldiği görülmektedir. Kira sözleşmesinin uzatılmasına rağmen, 2008 yılı içindeki İl Encümen kararı ile sürenin uzatılmayacağının bildirilmesi üzerine davacı tarafça sözleşmenin 6570 sayılı kanun hükümlerine göre son bulması gerektiğinden tek taraflı kararla son bulmanın mümkün olmadığı öne sürülmüş, davalı idare ise 2886 sayılı kanuna göre kiraya verildiğinden yeniden ihaleye çıkarılarak kiralanabileceğinden kira süresinin sona erdiği savunulmuş taraflar arasındaki çekişmenin giderilmesi istenmiştir. Yanlar arasındaki kiralama işlemi, başlangıçta 2886 sayılı kanun hükümlerine göre ihale sonucu yapılmış ise de sözleşme hükümlerinde olsun, İl Özel Kanunu’nda olsun kira süresinin bitiminde yeniden bir ihale sureti ile kiralamanın kararlaştırılmadığı, özel şartlar ve hükümler gereğince taşınmazın tahliyesi unsurlarının 6570 sayılı kanun hükümlerine dayanması gerektiği, davalı tarafın savunmasına konu tahliye nedenlerinin oluşmaması sonucu tahliye isteminin yerinde bulunmadığı, davacının kiracılığının sürmekte olduğu görüş ve sonucuna varılmakla davalı itiraz ve savunmaları somut olaya uygun görülmemiş, davacı iddiaları yerinde bulunmakla davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir. Davalı tarafça Aydın İdare Mahkemesi karar sureti ibraz edilip sonucu itibarıyla savunmalarına dayanak olarak uygulanması istenmiş ise de, yargılama aşamasında görev ve derdestlik itirazlarının reddedildiği de gözetildiğinde her iki davanın taraf ve aralarındaki ilişki aynı olsa bile iddia ve talep sonuçları birbirinden farklı bulunduğundan değerlendirmeler buna göre yapılmış, gerekçe oluşumunda göz önüne alınmıştır. Davanın kabulüne, taraflar arasındaki kira ilişkisinin 4.6.2008 tarihinde sona ermediğinin, davacının kiracılık sıfatının devam ettiğinin, davacının kiralanandan 2886 sayılı yasa hükümlerine göre tahliye edilmesinin mümkün olmadığının 6570 sayılı yasanın 11. maddesine göre 4.6.2008 tarihinde sona eren kira yılının sözleşmesinin bir yıl daha uzamış olduğunun tespiti ile taraflar arasındaki bu konuda oluşan muarazanın bu şekilde giderilmesine, ihtiyati tedbir kararının karar kesinleşinceye kadar devamına (14.5.2008 günlü ek karardaki)…” karar vermiş, bu karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 28.6.2010 gün ve E:2010/2636, K:2010/9564 sayılı kararı ile onanmış, aynı Dairenin 7.12.2010 gün ve E:2010/12896, K:2010/16407 sayılı kararın düzeltilmesi isteğinin reddine ilişkin kararı ile kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK: Aydın İl Özel İdaresi vekili, Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Plaj Sitesi Yol caddesi üzerinde, mülkiyeti kendilerine ait ve A. A. ’ya kiralanmış olan A Blok 9 numaralı dükkanın, 12.4.2008 tarihi itibariyle boşaltılması, aksi taktirde Devlet İhale Kanununun 75.maddesi gereğince işlem yapılacağına ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı İl Encümen kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde açılan davada, Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin 6.3.2009 gün ve E:2008/531, K:2009/554 sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiğini; yine aynı yerde kendi mülkiyetlerindeki 11265 parsel üzerinde bulunan ve Kalyoncuoğlu Turizm İnşaat San. ve Tic. Ltd. Şti. adına H. K.’na kiralanmış olan dükkanın, 4.6.2008 tarihi itibariyle boşaltılması aksi takdirde Devlet İhale Kanununun 75.maddesi gereğince işlem yapılacağına ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı kararından dolayı adli yargı yerinde açılan muarazanın giderilmesine ilişkin davada Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 27.3.2009 gün ve E:2008/273, K:2009/227 sayı ile, davanın kabulüne karar verildiği nedeniyle, anılan taşınmazlara uygulanacak Yasa hükümlerinde çelişki doğduğu öne sürülerek, hüküm uyuşmazlığının 2247 sayılı Yasanın 24.maddesi uyarınca çözümlenmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; “…1- Aydın İli, Didim İlçesi Altınkum, Plaj Sitesi Yalı Caddesi üzerinde bulunan ve mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait olan dükkanların kiracılarının durumlarının ayrı ayrı belirtilmesi ve kira sözleşmelerinin sürelerinin sona ereceği tarihlerin de belirtilmesi suretiyle, bu kişilerin kira sürelerinin uzatılmamasına, sözleşmelerinin yenilenmemesine ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümleri uyarınca ihale yapılarak, bu yerlerin yeniden kiraya verilmelerine ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı Aydın İl Encümeni kararı tesis edilmiştir. Bu yerdeki 11265 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan dükkan ve pansiyonun kiracısı olan Kalyoncuoğlu Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şirketine 5.3.2008 gün ve 104 sayılı Aydın İl Encümeni kararı eklenerek, taşınmazın boşaltılması, İl Özel İdaresine teslim edilmesi yolunda tebligatta bulunulması üzerine, Şirket, ‘kira sözleşmesinden kaynaklanan muarazanın giderilmesi ve tahliyenin önlenmesi için ihtiyati tedbir kararı verilmesi’ istemiyle Aydın İkinci Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış ve mahkemenin 27.3.2009 gün ve E:2008/273, K:2009/237 sayılı kararı ile olayda 2886 sayılı Yasanın uygulanamayacağı, 6570 sayılı Yasanın 11’inci maddesine göre kira süresinin bir yıl daha uzamış olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş; bu karar Yargıtay 13’üncü Hukuk Dairesinin 28.6.2010 gün ve E:2010/2636 K:2010/9564 sayılı kararı ile onanmış ve kararın düzeltilmesi istemi de reddedilerek kesinleşmiştir.

2- Öte yandan, Aydın İli, Didim İlçesi Altınkum, Plaj Sitesi Yalı Caddesi üzerinde bulunan ve mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait olan A Blok 9 numaralı dükkanın kiracısı olan A. A. tarafından 5.3.2008 gün ve 104 sayılı Aydın İl Encümeni kararının iptali istemiyle İdare Mahkemesinde açılan dava, 2886 sayılı Yasanın uygulanması suretiyle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından bahisle Aydın Birinci İdare Mahkemesinin 6.3.2009 gün ve E:2008/531 K:2009/554 sayılı kararı ile reddedilmiş, bu karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 17.11.2009 gün ve E:2009/4991 K:2009/6790 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.

3- Yukarıda anılan ve iki farklı kişi tarafından, farklı yargı yerlerinde açılan davaların tarafı olan Aydın İl Özel İdaresi kararlar arasında çelişki bulunduğunu ve hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiğini belirterek hüküm uyuşmazlığının giderilmesi talebinde bulunmuştur. İdari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için; öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerekmektedir. 2247 sayılı Yasanın 24’üncü maddesine göre; hüküm uyuşmazlığının varlığı için, idari, adli veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasında çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşulları aranmaktadır. Aydın İli, Didim İlçesi Altınkum, Plaj Sitesi Yalı Caddesi üzerinde bulunan ve mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait olan dükkanların kiracılarının durumlarının ayrı ayrı belirtilmesi suretiyle kira sürelerinin uzatılmamasına, sözleşmelerinin yenilenmemesine ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümleri uyarınca ihale yapılarak, bu yerlerin yeniden kiraya verilmelerine ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı Aydın İI Encümeni kararı, kararda adı geçen her bir kişi adına ayrı ayrı hukuki sonuçlar doğuran ayrı bir idari işlem niteliğindedir. Adına işlem tesis edilen kişiler ile işlemi tesis eden Aydın İl Özel İdaresi ayrı bir hukuki uyuşmazlığın tarafı durumundadır. 2247 sayılı Yasanın 24’üncü maddesinde öngörülen taraflardan en az birinin aynı olması koşulunun da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, bölgedeki farklı işyerlerinin kiracısı olan Kalyoncuoğlu Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şirketi tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada verilen kesinleşmiş karar ile A. A. tarafından İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davada verilen kesinleşmiş karar arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğundan ve bu çerçevede hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olduğundan söz edilemez. Öte yandan, Kalyoncuoğlu Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. de 5.3.2008 gün ve 104 sayılı Aydın İI Encümeni kararının iptali istemiyle İdare Mahkemesinde dava açmış, Aydın Birinci İdare Mahkemesinin 22.1.2010 gün ve E:2008/659 K:2010/101 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiş, bu karar Danıştay’da temyiz edilmiş ve hüküm henüz kesinleşmemiştir. Bu davada İdare Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesinden sonra, aynı şirket hakkında Asliye Hukuk Mahkemesince verilmiş ve kesinleşmiş karar bulunması koşuluyla, bu iki karar arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğu iddiasıyla yeniden istemde bulunulabileceği tabiidir. Açıklanan nedenlerle, hüküm uyuşmazlığının varlığı için 2247 sayılı Yasanın 24’üncü maddesinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden başvurunun reddi gerektiği…” yolunda düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; “…Aydın 1. İdare Mahkemesinin 6.3.2009 gün ve 2008/531 E., 2009/554 K. sayılı dava dosyasının incelenmesinde; Davacı A. A.’nun Aydın İli İl Encümeninin 22.1.2004 gün ve 606 sayılı kararı mülkiyeti İl Özel İdaresine ait olan Didim A Blok 9 nolu dükkanı 2286 sayılı Devlet İhale Kanunu kapsamında kiralamış, kira süresinin sonunda sözleşmeyi yenilemek istemeyen Aydın İli İl Encümeninin, 5.3.2008 gün ve 104 sayılı kararı ile kira süresinin yeniden uzatılmamasına ve işyerinin 2886 sayılı yasa uyarınca yeniden ihaleye çıkarılarak kiraya verilmesine karar verilmiştir. Davacı A. A. Aydın İli İl Encümeninin kira sözleşmesinin yenilenmemesine ilişkin bu işleminin iptali amacıyla Aydın 1. İdare Mahkemesinde dava açmış, açılan davanın sonucunda, Aydın 1. İdare Mahkemesi tarafından, 6.3.2009 tarihli 2008/531 E., 2009/554 K. sayılı kararı ile, taraflar arasında kira sözleşmesinin sona ermesi üzerine, idare tarafından sözleşmenin yenilenmemesini ve kira konusu dükkanın 2886 sayılı yasa hükümleri uyarınca yeniden ihale yoluyla kiralanmasına ilişkin işlemin hukuka uygun bulunması nedeniyle davanın reddine karar vermiş, bu karar Danıştay 8. Dairesinin 17.11.2009 gün ve 2009/4991 E., 2009/6790 K. sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.3.2009 gün ve 2008/273 E., 2009/227 K. sayılı dosyasının incelenmesinde; Davacı Kalyoncuoğlu Turizm İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. Aydın İli İl Encümeninin 22.1.2004 gün ve 606 sayılı kararı mülkiyeti İl Özel İdaresine ait olan Didim İlçesi Altınkum Plaj sitesi Yalı caddesinde tapunun 11265 parseli üzerinde bulunan dükkan ve pansiyonu Devlet İhale Kanunu kapsamında kiralamış, kira süresinin sonunda sözleşmeyi yenilemek istemeyen Aydın İli İl Encümeninin, 5.3.2008 gün ve 104 sayılı kararı ile kira süresinin yeniden uzatılmamasına ve işyerinin 2886 sayılı yasa uyarınca yeniden ihaleye çıkarılarak kiraya verilmesine karar verilmiştir. Bu karar karşısında Kalyoncuoğlu şirketi veli tarafından Aydın ‘. Asliye Hukuk Mahkemesinde davalı Aydın İl Özel İdaresi aleyhine, taraflar arasında akdedilen kira sözleşmesinden kaynaklanan muarazanın giderilmesi ve kiralananın tahliyesinin önlenmesi için ihtiyati tedbir kararı verilmesi talebi ile açılan davanın yargılaması sonucunda, mahkeme tarafından, kiralananın tahliyesi hakkında 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları hakkında kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği, bu yasa gereği idarenin tahliye isteminin yerinde bulunmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne ve davacı şirketin kiracılık sıfatının devam ettiğine, davacının 2886 sayılı yasa hükümlerine göre tahliyesinin mümkün olmadığına, kira sözleşmesinin 6570 sayılı yasa gereği bir yıl daha uzamış olduğunun tespitine, ihtiyati tedbir kararının devamına karar vermiş, bu karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 28.6.2010 gün ve 2010/2636 E., 2010/9564 K. sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21.1.1982-2592/7 md.), “1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Buna göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; her iki kararda işin esasının hükme bağlandığı; taraflardan en az birinin (Aydın İl Özel idare Müdürlüğü yönünden) aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığına gelince:

İdare Mahkemesinde ve asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davalar, Aydın İli İl Encümeninin önceki bir kararına dayanarak ve 2886 sayılı ihale yasası hükümlerini uygulayarak kiraya verdiği Didim ilçesinde bulunan taşınmazlar hakkında 2008 yılı için taşınmazları kiralayanlar bakımından kira sözleşmelerinin yenilenmeme ve 2886 sayılı yasa hükümleri uyarınca yeniden kiralama için ihale yapma iradesine yönelik 05/03/2008 gün ve 104 sayılı kararından kaynaklanmaktadır, davaların konu ve sebeplerinin de aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Olayda, davacıları farklı olan kimseler hakkında verilen kararlar arasındaki çelişki nedeniyle ‘hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması’ koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğine gelince: Uyuşmazlık Mahkemesinin 7.7.2008 günlü, 2007/62 E., 2009/179 K. sayılı kararında da vurguladığı gibi,

‘2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesi ile, iki ayrı yargı merciinden verilen çelişik kararlar nedeniyle bir kimsenin hakkının yerine getirilmesinin olanaksız bulunması halinde Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bu çelişkinin giderilmesi yoluyla, o kimse hakkında bir çözüme ulaşılması amaçlanmakta olup, bu suretle verilecek kararın uyuşmazlıkla ilgisi bulunmayan özel ve tüzel kişileri etkilememesi gerekmektedir.

Diğer bir anlatımla “hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması” durumu; davacı yönünden sübjektif bir nitelik taşımakta ve yargı kararı ile kendisine tanınmış bir hakkın yerine getirilmemesi söz konusu iken davalı idare yönünden, ilamı yerine getirmekle yükümlü olması bakımından objektif bir nitelik taşımakta ve davacıya yargı kararı ile tanınmış olan bir hakkın idarece yerine getirilmesinin olanaksızlığını ifade etmektedir.

Bilindiği üzere, mahkeme kararı, kural olarak, davanın taraflarını bağlar ve bunlar için kesin hüküm sonucunu doğurur. Ancak, verilen karar üçüncü kişileri bağlamaz.’Hüküm uyuşmazlığına konu edilen davaların tarafları bakımından ilamların yerine getirilmesi bir hakkın uygulanmasının olanaksız hale getirmeyeceği açıktır.Açıklanan nedenlerle olayda, konu ve dava sebeplerinin aynı olması ve hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının da gerçekleşmemesi karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesine uygun olmayan başvurunun reddi gerektiği…” yolunda düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Nurdane TOPUZ, Mehmet Ali DURAN, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 9.4.2012 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 – 2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; kararlarda da işin esasının hükme bağlandığı; davaların taraflarından birinin (Aydın İl Özel İdaresi) aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Olayda, Aydın İli, Didim İlçesi, Altınkum Plaj Sitesi, Yol Caddesi üzerinde, mülkiyeti Aydın İl Özel İdaresine ait ve A. A.’ya kiralanmış olan, A Blok, 9 numaralı dükkanın, 12.4.2008 tarihi itibariyle boşaltılması aksi takdirde Devlet İhale Kanununun 75.maddesi gereğince işlem yapılacağına ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı İl Encümen kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde açılan davada, Aydın 1. İdare Mahkemesi’nin 6.3.2009 gün ve E:2008/531, K:2009/554 sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiği; yine aynı yerde, idarenin mülkiyetlerindeki 11265 parsel üzerinde bulunan ve Kalyoncuoğlu Turizm İnşaat San. ve Tic. Ltd. Şti. adına H. K.’na kiralanmış olan dükkanın, 4.6.2008 tarihi itibariyle boşaltılması, aksi takdirde Devlet İhale Kanununun 75. maddesi gereğince işlem yapılacağına ilişkin 5.3.2008 gün ve 104 sayılı kararından dolayı adli yargı yerinde açılan muarazanın giderilmesine ilişkin davada, Aydın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 27.3.2009 gün ve E:2008/273, K:2009/227 sayı ile, davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.

Buna göre, farklı dükkanların kiracıları olan A. A. ile Kalyoncuoğlu Turizm’in dükkanları tahliye etmek istememelerinden dolayı, birbirlerinden bağımsız olarak ayrı iki yargı kolunda açtıkları davaların konularının aynı olmasından sözedilemeyeceği gibi, iki farklı davacı hakkında verilen iki farklı kararda çelişki bulunduğundan sözetmek de olanaksızdır.

Öte yandan idari yargı yerince davanın reddi yolunda verilen karar ile adli yargı yerince davanın kabulü yolunda verilen karar birbirlerinin uygulanmasına engel teşkil etmediğinden, olayda, başvuruda bulunan Aydın İl Özel İdaresi yönünden hakkın yerine getirilmesinin imkansızlığından da sözedilemez.

Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasanın 24. maddesinde öngörülen “konu ve dava sebebinin aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkansız bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmektedir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 9.4.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

—— • ——

ESAS NO : 2011/238,KARAR NO : 2012/63,KARAR TR   : 9.4.2012(Hukuk Bölümü)

ÖZET    : Davacılara ait taşınmazların imar planında çocuk bahçesi alanında ve yeşil alanda kalmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

 

Davacılar           : U. B., M. G., M. G., İ. B.

Vekilleri : Av. H. K., Av. H. G.

Davalı    : Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili     : Av. Ş. A.

O L A Y : Davacılar vekili, Müvekkillerinin hissedarı oldukları İstanbul ili, Bağcılar İlçesi, Fevzi Çakmak Mahallesi 1033 ada, 13 ve 14 parsel sayılı taşınmazların 1/1000 ölçekli uygulama imar planında park alanı olarak ayrıldığını, 1987 yılından bu yana çok uzun süredir park alanı olarak düzenleme yapılmadığını ve kamulaştırılmadığını, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığından kamulaştırmasız el atma şartlarının oluştuğunu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay Beşinci Hukuk Dairesi kararlarında, taşınmaza fiilen el atılmasa da imar planı gereğinin uzun yıllar yerine getirilmemesi halinde kamulaştırmasız el atma olgusunun gerçekleştiğinin kabul edildiğini öne sürerek kamulaştırmasız el atma nedeniyle, metrekare ve değer yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 10.000,00 TL’nin davalı Belediyeden tahsiline, bedeli ödenen kısımların davalı lehine tapudan terkinine karar verilmesi istemiyle, 25.03.2011 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince, süresinde verilen ilk itiraz dilekçesinde, müvekkili idarenin idari niteliği ve varsa eylemlerinin de idari eylem niteliği taşıdığı ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

BAKIRKÖY 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 27.05.2011 gün ve E:2011/160 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazının, dava konusunun gerek Kamulaştırma Kanunu gerekse İmar Kanunu uyarınca adli yargının görevi kapsamında kalması nedeniyle reddine karar vermiştir.

Davalı Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti’de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, “idari işlem”; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, “idari eylem” olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8’inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, “idari işlem”; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları, bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; her ne kadar, uyuşmazlık konusu parsellerin 16.03.2001 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli revizyon imar planlarında “ağaçlandırılacak alan”, 19.10.2004 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planında “yeşil alan”, 15.9.2008 onay tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planında ise çocuk bahçesi alanı olarak ayrılmış olması nedeniyle ve imar uygulama işlemi ile çocuk bahçesinden yer tahsis edilmiş bulunduğu iddiasıyla söz konusu taşınmazların bedellerinin tazminat olarak ödenmesi istemiyle açılan davada, davanın hukuksal dayanağı olarak, kamulaştırmasız el atma gösterilmiş ve dava dilekçesine eklenen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında da, imar planında ilköğretim tesisi alanına ayrılan taşınmaz yönünden kamulaştırmasız el atma olgusunun varlığı kabul edilmiş; yine, davacı tarafından dosyaya sunulan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, 3194 sayılı Kanun’un 18’inci maddesine göre yapılan uygulamada davacıya tahsis edilen imar parselinin, imar planında lise alanı olarak ayrılması halinde kamulaştırmasız el atma koşullarının gerçekleştiği yönündeki mahkeme direnme kararı yerinde bulunmuş ise de; davacıların mülkiyet hakkına getirilen kısıtlama, yukarıda açıklandığı üzere, genel ve düzenleyici işlem olan imar planlarında ilgili taşınmazların sırasıyla ağaçlandırılacak alan, yeşil alan ve çocuk bahçesi alanı olarak gösterilmesinden, bu planlarda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulaması işleminden kaynaklandığında ihtilaf bulunmadığından; bu kısıtlama ve hareketsizlikten doğan zararın da idari işlem ve eylemden kaynaklandığının kabulünün gerektiği; bu bakımdan; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,” hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa’nın 10’uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacıların, İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, Fevzi Çakmak Mahallesi 1033 ada 13 ve 14 parsel sayılı taşınmazlarının 1/1000 ölçekli uygulama imar planında park alanı olarak ayrılması sonucu mülkiyet hakkını kullanamadığı, kamulaştırma yapılmadan beklenmesine rağmen imar plan değişikliği sonucu mülkiyet hakkı kullanımının engellenmesi sonucu hukuken kamulaştırmasız el atma koşullarının gerçekleşmesi nedeniyle tazminat talep ettiği davada; davalı idare tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı; Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; uyuşmazlık konusu işlemin, 15/09/208 onay tarihli 1/1000 ölçekli imar planında çocuk parkı alanı olarak bırakıldığı, dava tarihine kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi ya da fiilen el atmanın bulunmadığı, davaya konu idari eylemin, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanmakta olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haktan doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/179 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 09.04.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacıların, İstanbul ili, Bağcılar İlçesi, Fevzi Çakmak Mahallesi 1033 ada, 13 ve 14 parsel sayılı taşınmazlarına, imar planında park alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte şimdilik 10.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun“Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo – ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 – 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Dava dosyasında bulunan Bağcılar Belediye Başkanlığı, Plan ve Proje Müdürlüğünün 27.04.2011 gün ve 2715 sayılı yazısının incelenmesinden; davaya konu edilen İstanbul ili, Bağcılar İlçesi, Fevzi Çakmak Mahallesi 1033 ada, 13 ve 14 parsel sayılı taşınmazların, 16.03.2001 onay tarihli 1/1000 ölçekli Revizyon İmar Planında ağaçlandırılacak yeşil alan fonksiyonunu sürdürdüğü, bu plana istinaden yapılan 19.10.2004 onay tarihli 1/1000 ölçekli Revizyon İmar Planında söz konusu parsellerin yeşil alanda kaldığı, mer’i plan olan 18.04.2008 onay tarihli 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planında ve bu plana istinaden hazırlanan 15.09.2008 onay tarihli 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planında yeşil alanda kaldığı ifade edilmiş; aynı Müdürlüğün 30.3.2011 gün ve 1908 sayılı yazısında söz konusu parsellerin imar planında çocuk bahçesi alanında kaldığı anlaşılmıştır.Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parsellerin imar planında park alanında kaldığı, uzun süredir park alanı olarak düzenleme yapılmadığı, kamulaştırılmadığı, taşınmazda inşaat yapma olanağı bulunmadığı; kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yeşil alan olarak yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 27.05.2011 gün ve E:2011/160 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 09.04.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

ESAS NO                      : 2011/243,KARAR NO        : 2012/64,KARAR TR           : 9.4.2012(Hukuk Bölümü)

ÖZET    : 2981/3290 sayılı Kanun gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğan zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı   : O. A.

Vekili     : Av. D. D.

Davalı    : Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili     : Av. Ş. A.

O L A Y : Davacı vekili; müvekkilinin, İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, 12 pafta, 880 parsel sayılı 6620 m2 miktarlı taşınmazda 124/6620 oranında hissedar bulunmakta iken, taşınmazın davalı idarece 2981 ve 3290 sayılı kanunlar çerçevesinde 18. madde uyarınca imar uygulamasına tabi tutulduğunu, müvekkiline İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, 1677 ada, 9 parsel sayılı 230 m2 miktarlı taşınmazdan 46 m2 hisse verildiğini; müvekkiline düzenleme ortaklık payı düşüldükten sonra verilmesi gereken hisseden daha az miktar hisse verilmiş olduğunu; bu şekilde, düzenleme ortaklık payının mahsubu ile verilmesi gereken paydan daha az pay verilmesi ve kesilen bu pay yönünden kamulaştırma işlemleri yapılmamış olması nedeni ile, kamulaştırmasız el atma koşullarının oluştuğunu iddia ederek, sonuç itibariyle; kamulaştırmasız el atılmasından dolayı fazlaya ait talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.00,00 YTL’nin davalı idareden yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmesi istemiyle, 19.03.2009 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Belediye vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davacı hakkında tesis edilen idari işlemle ilgili olarak açılan davaya bakma görevinin idare mahkemelerine ait olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi: 29.09.2009 gün ve E:2009/83, K:2009/329 sayı ile, Davacı vekili her ne kadar müvekkilinin hissedar olduğu dava konusu İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, 12 Pafta, 880 Parsel sayılı taşınmazın davalı idarece İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca imar uygulamasına tabi tutulduğunu ve kendilerine 46 m2 hisse verildiğini, müvekkiline ortaklık payının mahsubu ile verilmesi gereken paydan daha az pay verilmesi ve herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmaması nedeniyle kamulaştırmasız el atma koşullarının oluştuğundan bahisle fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 10.000,00 TL tazminatın davalıdan yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş ise de, davacının talebinin imar uygulamasında yasaya aykırı idari işleme dayalı olması, talebin mahkemelerinin görevine giren imar uygulaması sırasında bedele dönüştürülen payın arttırılmasına ilişkin bulunmaması, tamamen idari yargının görevine giren tam yargı davası niteliğinde bulunduğunun anlaşılması karşısında yargı yolu bakımından mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş; davacı vekilinin temyiz etmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesi: 07.10.2010 gün ve E: 2010/9188, K:2010/16674 sayı ile, dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; dava konusu edilen kadastral 12 pafta, 880 parsel sayılı taşınmazın, Bağcılar Belediye Başkanlığı tarafından 1992 yılında imar uygulamasına tabi tutularak, davacıya ait 124 m2‘lik hissesine karşılık 1667 ada 9 parsel sayılı taşınmazdan 46 m2‘lik hisse verildiği, düzenleme ortaklık payı karşılığının fazla alındığının anlaşıldığı; bu durumda, davacının imar uygulaması sırasında yok edilen 34,6 metrekarelik hissesi ile ilgili talebinin, kamulaştırmasız el atma sonucu meydana getirilen zararın tazmini olarak nitelendirilip, 11.02.1959 gün ve 17/15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davaya bakmanın adli yargının görevi dahilinde olduğu gözetilerek, işin esasına girilip talep hakkında bir karar verilmesi gerekirken; yasal olmayan gerekçelerle davanın görev yönünden reddine karar verilmesinin doğru görülmediği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

BAKIRKÖY 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.03.2011 gün ve E:2010/565 sayı ile, görev hususunda yerel mahkemelerin direnme hakkı bulunmadığından, usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 07.10.2010 gün ve 9188-16674 sayılı bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir.

Davalı vekilince, süresinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; olayda, davacıya ait taşınmaza imar uygulaması nedeniyle el atılmış olmasından dolayı bir bedel ödenip ödenmeyeceğine ve sonuçta bir idari işlem olan imar uygulamasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, kamu mevzuatı hükümleri çerçevesinde ve kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlem ve eylemden kaynaklanan bir uyuşmazlığı konu edilmiş olduğundan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan, “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; bu bakımdan, imar uygulaması sonucunda uğranıldığı öne sürülen zararın tazminine ilişkin bulunan dava konusu uyuşmazlığın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesinin görev ayrımına ilişkin kurallara uygun bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı yasanın 10’ uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davanın konusunun, imar mevzuatı hükümleri gereğince yapılan imar planları çerçevesinde, davacının hisseder olduğu taşınmazdaki hissesi karşılığında düzenleme ortaklık payı olarak verilen 46 m2’lik hisse miktarının az olduğu ve aradaki farkın davalı tarafından tazmin edilmesine ilişkin bulunduğu; dava konusu düzenleme ortaklık payı verilmesine ilişkin işlemin dayanağını oluşturan 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi 1 fıkrasında “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.” hükmü ile tesis edilen işlemin kamulaştırmasız el atma temelinde ele alınamayacağının anlaşıldığı; Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/565 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

 

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 09.04.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalı vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde görev itirazında bulunulduğu ve Mahkemece, Yargıtay bozma kararına uyulmasına karar verilmesi üzerine 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcılığı tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmakta olup, esasın incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının maliki ve hissedarı olduğu taşınmazdaki hisse miktarının, düzenleme ortaklık payının mahsubu nedeniyle düşürüldüğü, kamulaştırmasız el atma koşullarının oluştuğu iddiasıyla; fazlaya ait talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.00,00TL’nin davalı idareden yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygula­nacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiş­tirilmesi Hak­kında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri dü­zenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacını taşımakta olup, valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzen­lemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gece­kondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasada öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belir­lenen kişilere ve­rilmesine olanak sağlamıştır.Bu doğrultuda yapılan ıslah imar planlaması çerçevesinde, Yasada öngörülen usul ve koşullara uygunluğu saptananlara hak sahipliği ölçütüne dayalı olarak ida­rece arsa veya hisse tahsis edilmekte ve tapu verilmektedir.Ayrıca, 2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde, “İmar mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve parsellere ayırmaya, yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir..” hükmü yer almıştır.

Dosyada bulunan Bağcılar Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nün 15.04.2009 gün ve 2971 sayılı yazısında; İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, Fatih Mahallesi eski 12 pafta 880 sayılı kadastral parseli de kapsayan alanda Bakırköy Belediyesince 2981/3290 sayılı yasaya göre ifraz yapılmış ve Tapu Sicil Müdürlüğü’nce de tescil edilmiş olduğu; tescil edilen ifraz işleminden sonra söz konusu yerde ilgililerin itirazı üzerine Bakırköy Belediyesince 24.09.1992 tarih ve 5974 sayılı Encümen Kararı ile düzeltme işlemi yapıldığı, bu düzeltme işleminde davacıya 230 m2 miktarındaki 158 ada 9 parselden 46/230 hisse tescil edilmiş, verilemeyen yer için 2.787.000 TL tutarında bedel takdir edilmiş olduğu; davacının, ifrazlı tapusunu almak için 12.02.1992 tarih ve 1576 sayılı dilekçe ile belediyeye müracaat ettiği, davacıya eksik verilen yer için takdir edilen bedelin ödenmesi hususunda 27.03.1992 tarih ve 1576 sayılı ödeme yazısının elden imza karşılığı verildiği; 31.01.1997 tarihli banka hesap ekstresine göre davacının bu bedeli 29.01.1997 tarihinde aldığı ifade edilmiştir.

Olayda uyuşmazlığın, davacının 124 m² hisseli taşınmazının bulunduğu kadastral parselde 2981 ve 3290 sayılı yasalara göre yapılan imar uygulaması sonucu, davacı adına bir başka parselde tescil edilen 46 m² hisseli taşınmaza ilişkin olarak takdir edilen miktarın düşüklüğünden kaynaklandığı; bunun ise kamu gücüne dayalı, resen ve tek yanlı olarak tesis edilen bir idari işlem niteliğini taşıdığı kuşkusuzdur.Her ne kadar, davacı vekili tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmaz bedelinin ödenmesi istemiyle dava açılmış ise de; olayda, davalı idarenin kanuna aykırı olarak ferdin taşınmazını elinden alması ya da kanunla getirilen sınırlamalar dışında malikin tasarrufunu engellemesi söz konusu olmadı­ğına göre, kamulaştırma­sız el atmanın varlığından söz edilemeyeceği gibi, ortada bedel artırımı, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiilden doğan zararların tazmini kapsamında bir dava da bulunmamaktadır.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde, “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” idari dava türleri arasında sayılmıştır.Bu durumda, 2981 sayılı Kanun gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden doğduğu anlaşılan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde idari yargı görevli bulunmaktadır.Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Bakırköy 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce (Yargıtay bozma kararına uyulması suretiyle) reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.03.2011 gün ve E:2010/565 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 09.04.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

 

ESAS NO: 2011/265,KARAR NO: 2012/65,KARAR TR : 9.4.2012 (Hukuk Bölümü)

ÖZET    : 2872 sayılı Kanun’un 20/j maddesine aykırılık nedeniyle Cumhuriyet Savcısı tarafından verilen idari yaptırım kararının kaldırılması istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

K A R A R

 

Davacı   : Roza Endüstri Ürünleri Kozmetik Bilg. San. Tic. Ltd. Şti.

Vekilleri : Av. A. Ç., Av. E. K., Av. S. Ç.

Davalı    : Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü

O L A Y            : Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Kabahatler Bürosu’nun 08.04.2011 tarihli, Kabahat Defteri No:2011/1834, Karar Numarası: 2011/1713 sayılı İdari Yaptırım Kararı ile, atık malzemelerin boş araziye terk edilmesi nedeniyle 2872 Çevre Kanununa aykırı kabahatin işlendiği; işlenen kabahat eylemi nedeni ile işlem yapılıp soruşturma sonucunda tespit tutanağı düzenlenerek suç duyurusunda bulunulduğu belirtilerek, eylemin 2872 sayılı Kanun’un 20/j maddesine temas ettiği, 5252 sayılı TCK’nın yürürlüğüne ilişkin Kanun’un 7.maddesi, VUK’nun 298.maddesindeki yeniden değerlendirme oranında artırım ile hesaplanan, 31.745,00TL idari para cezasının ödenmesi hususu davacı Şirkete tebliğ edilmiştir.

Davacı vekili, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ: 09.08.2011 gün ve Değ. İş No: 2011/426 sayı ile, muteriz Roza Endüstri Ltd. Şti. vekili marifetiyle muhatap Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü aleyhine 05/05/2011 tarihinde ikame etmiş olduğu dava ile, davalı kurum tarafından yapılan denetim sonucu Ankara. C. Başsavcılığınca hakkında verilen idari para cezasının usul ve yasaya aykırı olduğundan bahisle kaldırılması talebinde bulunduğu; muteriz itiraz dilekçesi içeriğinde, Ankara C. Başsavcılığı tarafından 2872 Sayılı Yasanın 20/g ve j Maddesi gereğince hakkında verilen idari para cezasının usul ve yasaya aykırı olduğunu zira söz konusu atıldığı iddia olunan atıkların taraflarından gerçekleştirilmediği belirtilerek talepte bulunulduğunun anlaşıldığı; itiraz dilekçesi üzerine söz konusu idari yaptırım kararına ilişkin dosyanın C. Savcılığından dosyalarına gönderildiği, yapılan incelemede muteriz kurum tarafından 2872 Sayılı Yasanın 20. Maddesinin g ve j bentlerine aykırılıktan dolayı idari para cezası verildiği görülmekle aynı Yasanın 25/2. maddesi gereği itiraza bakmaya İdare Mahkemesi’nin yetkili olduğunun anlaşıldığı(Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 2133 Esas, 144 Karar, 02110/2006 tarih/ Esas 2007/79, 2007/95 Karar 04.06.2007 tarihli örnek kararlar), 5326 Sayılı Yasanın 23. maddesi de nazara alınmak suretiyle dilekçenin görev yönünden reddine karar verildiği gerekçesiyle; itiraza bakmakla İdare Mahkemesi görevli olduğundan dilekçenin görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2011/1834 Kabahat numaralı dosyasında yapılan inceleme sonucu 2011/1713 sayılı Karar ile müvekkili şirket aleyhine tesis edilen haksız ve hukuka aykırı işlemin iptali ile 31.745,00 TL tutarındaki İdari Para Cezasının terkinine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 13.İDARE MAHKEMESİ:19.09.2011 gün ve E: 2011/1649 sayı ile, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 12.maddesinin 1. fıkrasında; “Bu Kanun hükümlerine uyulup uyulmadığını denetleme yetkisi Bakanlığa aittir. Gerektiğinde bu yetki, Bakanlıkça; il özel idarelerine, çevre denetim birimlerini kuran belediye başkanlıklarına, Denizcilik Müsteşarlığına, Sahil Güvenlik Komutanlığına, 13.10.1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre belirlenen denetleme görevlilerine devredilir. Denetimler, Bakanlığın belirlediği denetim usül ve esasları çerçevesinde yapılır.”hükmüne, 24.maddesinde; “Bu Kanunda öngörülen idari yaptırım kararlarını verme yetkisi Bakanlığa aittir. Bu yetki, 12 nci maddenin birinci fıkrası uyarınca denetim yetkisinin devredildiği kurum ve merciler tarafından da kullanılır. Bu Kanunda öngörülen idari yaptırım kararları Bakanlık merkez teşkilatında genel müdürler, taşra teşkilatında il çevre ve orman müdürlerince verilir.”hükmüne, 25.maddesinin 2.fıkrasında; İdari yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir.”hükmüne yer verilmiş olduğu; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Cumhuriyet Savcısının Karar Verme Yetkisi” başlıklı 23.maddesinde; “(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkilidir.(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idari yaptırım kararı verebilir.(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idari yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idari yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir.”hükmü, “Başvuru Yolu” başlıklı 27.maddesinin 1.fıkrasında; “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir.”hükmüne yer verildiği; adli yargının bir kolu olan Cumhuriyet savcılarının idari para cezası verme yetkisini 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’ndan aldığı, bu kanun uyarınca verilen idari para cezalarına karşı sulh ceza mahkemesine dava açılmasının öngörüldüğü, uygulamada cumhuriyet savcıları tarafından tesis edilen işlemlerin adli yargıdaki mahkemelerce denetlendiği, uygun bulunmayan işlemlerin yine bu merciler tarafından iptal edilmekte olduğu, adli yargının bir kolu olan cumhuriyet savcılarınca verilen kararların idari yargı mercilerince incelenmesinin mümkün bulunmadığı, sadece adli yargı makamlarınca, bir başka ifadeyle adli yargı adalet komisyonu tarafından verilen idari nitelikli kararların özel kanunlarda aksi bir hüküm olmaması halinde idari yargı mercilerince incelenebileceği; bu durumda, her ne kadar idari yaptırım kararının çevre Kanunu uyarınca tesis edildiği belirtilmiş ise de, idari yaptırım kararı verme yetkisini Kabahatler Kanunu’ndan alan Cumhuriyet savcısı tarafından verilen idari yaptırım kararının iptali isteminin sulh ceza mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerektiği, çevre Kanunu’nun yukarıda yer verilen maddesi uyarınca işlem tesis edip edemeyeceği hususunun da anılan mahkemece ayrıca incelenmesi gerektiği açık olduğundan, uyuşmazlıkta mahkemelerinin görevli bulunmadığı gerekçesiyle; adli yargının görev alanına giren davada Mahkemelerinin görevli olmadığına, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda uyuşmazlık mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 09.04.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre: Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan ve önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2872 sayılı Kanun’un 20/j maddesine aykırılık nedeniyle Cumhuriyet Savcısı tarafından verilen idari yaptırım kararının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “İdari nitelikteki cezalar” başlıklı 20.maddesinde, “(Değişik: 26/4/2006 – 5491/14 md.)

İdarî nitelikteki cezalar şunlardır:

(…)

j) Kanunda ve yönetmelikte öngörülen yasaklara veya standartlara aykırı olarak veya önlemleri almadan atıkları toprağa verenlere 24.000 Türk Lirası idarî para cezası verilir.

(…)

Bu maddenin uygulamasında Türk Ceza Kanunu ile diğer kanunların, fiilin suç oluşturması haline ilişkin hükümleri saklıdır.”; aynı Kanun’un, “İdarî yaptırımların uygulanması, tahsil usûlü ve itiraz” başlıklı 25. maddesinde , “Değişik: 26/4/2006 – 5491/17 md.)

Bu Kanunda öngörülen idarî yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal ettirilir. Bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını verir. İdarî yaptırım kararı, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir.

İdarî yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir. Dava açmış olmak idarece verilen cezanın tahsilini durdurmaz.

İdarî para cezalarının tahsil usûlü hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır.

Ceza vermeye yetkili kurum ve merciler tarafından tahsil edilen idarî para cezaları, Maliye Bakanlığından izin alınarak Bakanlıkça bastırılan ve dağıtılan makbuz karşılığında tahsil edilir.

Bu Kanuna göre verilecek idarî para cezalarında ihlalin tespiti ve cezanın kesilmesi usûlleri ile ceza uygulamasında kullanılacak makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolüne ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” hükümlerine yer verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesince, 2872 sayılı Yasa’nın 20. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi ve 2872 sayılı Yasa’da bu cezalara karşı idare mahkemesinde dava açılabileceğinin belirtilmesi karşısında, idari yargı yerinin görevli olduğu kabul edilmektedir.

Ancak bakılan davada, idari yaptırım kararının Cumhuriyet Savcısı tarafından verildiği dikkate alındığında yeniden değerlendirme yapılması gerekmektedir.4.11.2004 gün ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Hafif hapis ve hafif para cezalarının idari para cezasına dönüştürülmesi” başlığını taşıyan 7. maddesinde(Değişik: 11.5.2005 – 5349/3 md.), “(1) Kanunlarda, “hafif hapis” veya “hafif para” cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari para cezasına dönüştürülmüştür. İdari para cezasının hesaplanmasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesi hükümleri uygulanır. İlgili kanunda “hafif hapis” cezasının üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezasının hesaplanmasında esas alınacak gün sayısının üst sınırı, yediyüzotuzdur.

(2) Kanunlarda, “hafif hapis cezası” ile “hafif para cezası”nın seçimlik olarak veya birlikte öngörüldüğü hallerde, idari para cezası yaptırımının belirlenmesinde “hafif hapis cezası” esas alınır.

(3) Kanunlarda, sadece “hafif para cezası”nın öngörüldüğü ve cezanın alt veya üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezası, yüzyirmimilyon Türk Lirasından az, onsekizmilyar Türk Lirasından fazla olamaz.

(4) Bu madde hükmüne göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı yetkilidir” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Kabahatler Bürosu’nun 08.04.2011 tarihli, Kabahat Defteri No:2011/1834, Karar Numarası: 2011/1713 sayılı İdari Yaptırım Kararı ile, atık malzemelerin boş araziye terk edilmesi nedeniyle 2872 Çevre Kanununa aykırı kabahatin işlendiği; işlenen kabahat eylemi nedeni ile işlem yapılıp soruşturma sonucunda tespit tutanağı düzenlenerek suç duyurusunda bulunulduğu belirtilerek, eylemin 2872 sayılı Kanun’un 20/j maddesine temas ettiği, 5252 sayılı TCK’nın yürürlüğüne ilişkin Kanun’un 7.maddesi, VUK’nun 298.maddesindeki yeniden değerlendirme oranında artırım ile hesaplanan, 31.745,00TL idari para cezasının ödenmesi hususunun davacı Şirkete tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde ” (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,uygulanır.” denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.Ancak, 5326 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet Savcısının Karar Verme Yetkisi” başlıklı 23. maddesinde, “(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idari yaptırım kararı vermeye yetkilidir. (2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idari yaptırım kararı verebilir. (3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idari yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idari yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir.”, “Başvuru Yolu” başlıklı 27. maddesinde “(1) İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir. / (2) Mücbir sebebin varlığı dolayısıyla bu sürenin geçirilmiş olması halinde bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde karara karşı başvuruda bulunulabilir. Bu başvuru, kararın kesinleşmesini engellemez; ancak, mahkeme yerine getirmeyi durdurabilir. / (3) Başvuru, bizzat kanunî temsilci veya avukat tarafından sulh ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile yapılır. Başvuru dilekçesi, iki nüsha olarak verilir. / (4) Başvuru dilekçesinde, idarî yaptırım kararına ilişkin bilgiler, bu karara karşı ileri sürülen deliller açık bir şekilde gösterilir. Dilekçede ayrıca, başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebep dayanaklarıyla gösterilir. / (5) (Değişik: 6/12/2006-5560/34 md.) İdarî yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı ancak itiraz yoluna gidilebilir. / (6) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) Soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı başvuru da bu itiraz merciinde incelenir. / (7) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) Kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı itiraz da bu kanun yolu merciinde incelenir. / (8) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülür.” denilmiştir.

Kabahatler Kanununun 23. ve 27.maddeleri birlikte irdelendiğinde; belli şartlar altında Cumhuriyet Savcıları’na da idari yaptırım kararı verebilme yetkisinin tanındığı, özellikle soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısının ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idari yaptırım kararı verilmemiş olması koşuluyla idari yaptırım kararı verebileceği, bu karara karşı kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği, Cumhuriyet Savcısının soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı vermesi halinde kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde idarî yaptırım kararına karşı başvurunun da bu itiraz merciinde inceleneceği anlaşılmaktadır.İncelenen uyuşmazlıkta, 2872 sayılı Kanun’un 20/j maddesinin ihlal edildiği nedeniyle suç duyurusunda bulunulduğundan bahisle 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi de dikkate alınarak davacı şirkete Cumhuriyet Savcısı tarafından 31.745,00TL idari para cezası verilmiştir.Buna göre, dava konusu olayda; idari yaptırım kararının idari makam ve mercilerce değil de soruşturma konusu fiilin suç olmayıp kabahat olarak değerlendirilmesi sonucu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca verildiği dikkate alındığında, kararın idari işlemden çok, yargısal nitelikte bir yetkinin kullanılması sonucu verilen ceza niteliğini taşıdığı açık olduğundan, davanın çözümünün, Kabahatler Kanununu hükümleri uyarınca adli yargı yerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 13.İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 09.08.2011 gün ve Değ. İş No: 2011/426 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 09.04.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

 

ESAS NO: 2012/17,KARAR NO : 2012/70,KARAR TR : 9.4.2012(Hukuk Bölümü)

ÖZET    : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

K A R A R

Davacı   : N. A.

Vekili     : Av. U. Ç.

Davalı    : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (Aydın Bölge Müdürlüğü)

Vekili     : Haz. Av. S. K. A.

O L A Y : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Aydın Bölge Müdürlüğü’nün 06.04.2006 tarih ve …/6097 sayılı işlemi ile, istenilen kayıt ve belgelerin Bakanlık iş müfettişine ibraz edilmeyerek denetimin engellendiği belirtilerek; 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle 108. maddesine dayanılarak 107. maddesine göre idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

DENİZLİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.02.2007 gün ve D. İş No: 2006/583 sayı ile; her ne kadar muteriz vekili 7.844,00 YTL idari para cezasına itiraz etmiş ise de, Danıştay 10. Dairesinin 22.11.2006 tarih ve 2006/2091 Esas, 6741 Karar sayılı kararı ile 506 Sayılı Yasanın 140. maddesi gereğince verilen idari para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların görüş ve çözümü görevinin İdari Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; yapılan itiraz Denizli 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 09.06.2011 gün ve Değ.İş.No: 2011/137 sayılı kararıyla kesin olmak üzere reddedilmiştir.

Bu kez Davacı, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

AYDIN 1. İDARE MAHKEMESİ: 12.09.2011 gün ve E: 2011/1877 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2. maddesinde; kabahat deyiminden, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağının belirtildiği, 06.12.2006 tarih ve 5560 Sayılı Kanunun 31. maddesi ile değişik 3. maddesinde: “Bu Kanunun; a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün filler hakkında,” uygulanacağının öngörüldüğü, 4. maddesinde; hangi fiillerin kabahat oluşturduğunun kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriğinin, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabileceği, kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarının ancak kanunla belirlenebileceği, 16. maddesinde; kabahatler karşılığında uygulanacak olan yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu, 17. maddesinde; idari para cezasının maktu veya nispi olabileceği, 27. maddesinde; idari yaptırım kararı ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 (onbeş) gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği, bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararının kesinleşeceği, idari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde bu madde hükmünün uygulanmayacağı, 29. maddesinde; mahkemenin verdiği son karara karşı, kararın tebliği tarihinden en geç yedi gün içinde yargı çevresinde yer aldığı ağır ceza mahkemesine itiraz edilebileceği kuralına yer verilmiş olduğu; 4857 sayılı İş Kanunu’nda, bu kanun hükümleri uyarınca verilecek idari para cezalarına ilişkin yargı yolunu gösteren hüküm bulunmadığı; 2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinin 1. fıkrasında “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” 2. fıkrasında “(Değişik fıkra: 21/01/1982 – 2592/6 md.:Değişik fıkra:23.07.2008-5791 S.K./9.mad) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir. hükmünün yer aldığı; Dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 23.02.2007 tarih, D.İş: 2006/583 sayılı görevsizlik kararına yapılan itirazın Denizli 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 09.06.2011 tarih ve D.İş: 2011/137 sayılı kararı ile reddedilmesi üzerine mahkemelerinde açılan davada, davacı şirkete, istenilen kayıt ve belgelerin Bakanlık iş müfettişine ibraz edilmeyerek denetimin engellendiği gerekçesiyle 4857 sayılı İş Kanunu’nun 107 ve 108. maddeleri uyarınca 7.844,00 TL para cezası uygulandığı, anılan Kanunda bu kanun uyarınca verilen para cezalarına karşı açılan davaların hangi mahkemede çözümleneceğine ilişkin hüküm bulunmaması karşısında yukarıda anılan Kabahatler Kanunu’nun 3. ve 27. maddeleri uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görev alanı içerisinde olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun’un 19.maddesi uyarınca, dava dosyasının Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin D.İş: 2006/583 sayılı dava dosyası temin edildikten sonra görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 09.04.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının onaylı örneğinin Mahkemece, ekinde adli yargı dosyasının onaylı örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4857 sayılı Kanun’un 92, 107 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesinde, yetkili makam ve memurlara ilişkin düzenlemeye yer verilmiş; “İş hayatının denetim ve teftişi ile ilgili hükümlere aykırılık” başlığını taşıyan 107 maddesinde, Kanunun; 92 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen, 96 ncı maddesindeki yasaklara uymayan, işveren veya işveren vekiline sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği, iş müfettişlerinin bu Kanundan veya diğer kanunlardan doğan her çeşit teftiş, denetleme yetki ve görevleri gereğince görevlerinin yerine getirilmesi sırasında, görevlerini yapma ve sonuçlandırmaya engel olan kimselere, fiil suç oluşturmadığı takdirde, sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği hükmü yer almış; 108. maddesinin 2. fıkrasında, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüşken, 8.2.2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin öö bendi ile, 22.5.2003 tarihli ve 4857 sayılı Kanun’un 108 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış; anılan madde 15.5.2008 tarihli 5763 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle, “Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır” şeklinde değiştirilmiş; madde hükmü 26.5.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş; son olarak maddenin ikinci cümlesi, 25.2.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanun’un 79.maddesiyle “101 inci ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye İş Kurumu il müdürü tarafından; birden fazla ilde işyerleri bulunan işverenlere uygulanacak idari para cezası ise işyerlerinin merkezinin bulunduğu yerdeki Türkiye İş Kurumu il müdürünce verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir.” şeklinde değiştirilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4857 sayılı İş Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacak olması nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aydın 1.İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.02.2007 gün ve D. İş No: 2006/583 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 09.04.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

 

ESAS NO: 2012/24,KARAR NO : 2012/74,KARAR TR : 9.4.2012(Hukuk Bölümü)

ÖZET    : 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ndan kaynaklanan prim ve işsizlik sigortası prim borçlarına ilişkin ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın, aynı Yasa’nın 88. maddesi uyarınca ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

K A R A R

 

Davacı   : H. K.

Vekili     : Av. S. A.

Davalı    : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı( Mersin İl Müdürlüğü)

Vekili     : Av. H. P.

O L A Y            : Davacı vekili, müvekkilinin ortağı olduğu Dermos Kozmetik Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi adına, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, Mersin Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen ancak müvekkiline tebliğ edilen prim borcuna ilişkin 11.01.2010 tarih, 2010/10363 ve işsizlik sigortası prim borcuna ilişkin aynı tarih, 2010/10364 takip no.lu ödeme emirlerinin iptali istemiyle 03.06.2010 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdare vekili, uyuşmazlığın çözüm yerinin iş mahkemesi olduğunu öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 28.3.2011 gün ve E: 2011/38 sayı ile, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 5.maddesinin (a) bendinde vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davaları ile tam yargı davalarını çözümlemenin İdare Mahkemelerinin görevleri arasında sayıldığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinin 4001 sayılı Kanunla değişik (1) numaralı bendinde; idari dava türleri, a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayıldığı, aynı maddenin (2) numaralı bendinde ise; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğunun hüküm altına alındığı; dosyanın incelenmesinden; davacının ortağı olduğu Dermos Kozmetik Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi adına düzenlenen dava konusu 11.01.2010 günlü, 10363 ve 10364 sayılı ödeme emirlerinin nedeninin, adı geçen şirketin davalı kuruma olan sigorta primi borçları olduğu ve bu borcun dayanağının ise 5510 sayılı Yasa olduğu anlaşılmakla birlikte, iş bu davanın konusunun, söz konusu sigorta prim borçlarının tahakkukuna ilişkin işlemler değil, tahsiline ilişkin işlemler olduğu, diğer bir ifadeyle, uyuşmazlığa konu ödeme emirlerinin, tahakkuk eden kamu alacağının tahsiline ilişkin işlemler niteliğinde bulunduğu ve 6183 sayılı Yasanın ilgili maddeleri uyarınca düzenlendiği dikkate alındığında, görülmekte olan bu davanın görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddi ile bakılan davada Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; konuya ilişkin hukuki mevzuat incelendiğinde; 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin yedinci fıkrasında ( Değişik yedinci fıkra: 17/4/2008-5754/50 md.), “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca, fiilen yapılan denetimler sonucunda veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitlerden ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde veya kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı anlaşılan sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re’sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir. İşveren, bu maddeye göre tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde, ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz, takibi durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması, prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz. Mahkemenin Kurum lehine karar vermesi halinde, 88 inci ve 89 uncu maddelerin prim borcuna ilişkin hükümleri uygulanır” ve 101. maddesinde, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmünün yer aldığı, 5510 sayılı Kanun’un sözü edilen maddelerinin 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği; 4447 sayılı yasanın 49. maddesinin 5 ve 6. fıkralarında ise; “İşsizlik sigortası primleri ile ilgili olarak; 5510 sayılı Kanunun 80, 82, 86, 88, 89, 90, 91, 93 ve 100 üncü madde hükümleri uygulanır. /İşsizlik sigortası primlerinin toplanmasından, sigortalı ve işyeri bazında kayıtların tutulmasından, toplanan primler ile uygulanacak gecikme cezası ile gecikme zammının Fona aktarılmasından, teminat ve hak edişlerin prim borcuna karşılık tutulmasından, yersiz olarak alınan primlerin iadesinden Sosyal Güvenlik Kurumu görevli, yetkili ve sorumludur.” hükümlerine yer verildiği; SGK Mersin İl Müdürlüğü tarafından takibi yapılan sigorta ve işsizlik sigortası prim borçlarının takip ve tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı dava açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, sigorta primlerinden ve gecikme zamlarından doğan Kurum alacağının tahsili için düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davanın görümü ve çözümünde 5510 sayılı 88. maddesinde yer alan özel hüküm gereği yetkili kılınan İş Mahkemesi görevli bulunduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanunun 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Primlerin ödenmesi” başlıklı 88’inci maddesinin 19’uncu fıkrasında, “Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz.” hükmüne yer verildiği; Anayasa’nın 2’nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu belirtilmek suretiyle, devletin bütün kamusal faaliyetinin ve bağlamda idarenin işlem ve eylemlerinin hukuksal denetiminin amaçlandığı, zira idarenin yargısal denetimi kavramı, hukuk devleti kavramının bir devamı olup, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olduğu; Anayasanın 125’inci maddesinin birinci fıkrasında, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”, 140’ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki “Hakimler ve savcılar adli ve idari yargı hakim ve savcıları olarak görev yaparlar” 142’nci maddesindeki “mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” ve 155’inci maddesinin birinci fıkrasındaki “Danıştay, idari mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” biçimindeki düzenlemelerin, hukuk devleti olmanın gereği olan idarenin yargısal denetiminin ve idari-adli yargı düzeni ayrılığının anayasal düzeydeki normlarına ilişkin bulunduğu; bu bağlamda Anayasanın 125’inci maddesinin birinci fıkrasından sonra yer alan düzenlemelerin, idari yargı alanında geçerli olan ilkeleri belirlediği, bunların, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlaması, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme yasağı, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan koşullar, yürütmenin durdurulması kararına getirilebilecek sınırlamalar ve idarenin verdiği zararı ödeme yükümlülüğüne ilişkin olduğu, ağırlıklı olarak adli yargı düzeni için değil, idari yargı düzeni için geçerli olan temel ilkeler olduğu; bu itibarla, idarenin yargısal denetiminin anlamlı ve etkin bir şekilde gerçekleşebilmesinin, söz konusu hukuksal denetimin, idari yargı alanında görevli mahkemelerce yapılmasına bağlı bulunduğu, idari ve adli yargı ayrımının bulunduğu yargı düzeninde, haklı bir neden bulunmadıkça İdari Yargı’nın görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünün adli yargı yerine bırakılmasının olanaklı olmadığı; dava konusu ödeme emirlerinin dayanağı olan 6183 sayılı Kanunun, usul hukukunun bir dalı olan cebri icra hukuku, dolayısıyla kamu hukuku alanında kalan ve kamu idaresine kendi alacaklarını kamu gücü kullanarak bizzat takip ve tahsil yetkisi veren bir idari usul kanunu olduğu, alacaklı kamu idaresinin bu yetkileri kullanarak almış olduğu kararlar ile yapmış olduğu işlemlerin de, bütün unsurları ile idare hukukunda tanımı yapılan birer idari işlemden başka bir şey olmadığı, bu nedenle; 6183 sayılı Kanun hükümlerine dayanılarak düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözüm yerinin, idari yargı yeri olmasının gerektiği; buna göre, kamu alacağının takip ve tahsili gibi, özellikle kamu hukuka alanına ilişkin bulunan bir faaliyet kapsamında tesis olunan ve kamu alacağının, kamu gücü kullanarak cebren tahsili amacıyla düzenlemiş olan ve bu haliyle birer idari işlem olan ödeme emirlerine karşı açılacak davaların görüm ve çözüm yerinin, adli yargı yeri olarak belirlenmiş olmasında, Yasa Koyucu’nun bir takdir yetkisinin bulunmadığı; dolayısıyla, 5510 sayılı Kanunun 88’inci maddesinin ondokuzuncu fıkrasında yer alan göreve ilişkin kuralın, Anayasa’nın 2’nci,125’inci ve 155’inci maddelerine aykırılık oluşturduğu sonucuna ulaşılmış ise de; Başsavcılıklarının, konuyu itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine götürme olanağı bulunmadığından, dosya ile ilgili olarak bu yola gidilemediği gerekçesiyle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasanın 10’uncu maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 09.04.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:        Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ndan kaynaklanan prim ve işsizlik sigortası prim borçlarına ilişkin ödeme emirlerinin iptali isteminden kaynaklanmıştır.5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Primlere İlişkin Hükümler” Dördüncü Kısımda yer almış; 79 ila 85. maddeleri kapsayan Birinci Bölümde, “Prim Alınması, Prime Esas Kazanç, Prim Oranları ve Asgarî İşçilik”; 86 ila 91.maddeleri kapsayan İkinci Bölümde “Prim Belgeleri ve Primlerin Ödenmesi” hususlarına yer verilmiştir.Bu Kanun’un 86. maddesinin yedinci fıkrasında (Değişik yedinci fıkra: 17/4/2008-5754/50 md.), “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca, fiilen yapılan denetimler sonucunda veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitlerden ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde veya kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı anlaşılan sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re’sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir. İşveren, bu maddeye göre tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde, ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz, takibi durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması, prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz. Mahkemenin Kurum lehine karar vermesi halinde, 88 inci ve 89 uncu maddelerin prim borcuna ilişkin hükümleri uygulanır”;“Primlerin Ödenmesi” başlığını taşıyan 88. maddesinin ondokuzuncu fıkrasında, “Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz.” ve 101. maddesinde, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükümleri yer almıştır.Öte yandan, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun 37. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır” denilmiştir.Olayda, davacının ortağı olduğu Dermos Kozmetik Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi’nin Kuruma olan prim ve işsizlik sigortası prim borcunun tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.Bu durumda, söz konusu ödeme emirlerine karşı açılan davada, 5510 sayılı Yasa’nın 88. maddesi gözetildiğinde İş Mahkemesinin görevli olduğu kuşkusuzdur.Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Mersin 1. İdare Mahkemesi’nin 28.3.2011 gün ve E:2011/38 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 09.04.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

—— • ——

 

ESAS NO: 2012/41,KARAR NO : 2012/77,KARAR TR : 9.4.2012(Hukuk Bölümü)

ÖZET    : İmar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

K A R A R

Davacı   : İ. T.

Vekili     : Av. M. E. A.

Davalı    : Milli Eğitim Bakanlığı

Vekili     : Av. M. A.

O L A Y            : Davacı vekili tarafından, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi 27379 Ada, 1 parsel sayılı taşınmazın yapılan imar planında lise alanı olarak ayrıldığı, taşınmazın imarlı alan olduğu, uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmesi nedeniyle kamulaştırma cihetine gitmeyen davalı idarelerce pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği, bu haliyle davalı idarelerin eyleminin mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el atma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, dolayısıyla davalı idarelerin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi müvekkilinin dava yolu ile kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesi yani davalı idarelerce değer karşılığının verilmesi gerektiği öne sürülerek, fazlaya ilişkin tüm yasal talebi dava ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik dava konusu taşınmazın toplam bedelinden 2.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsili ile tapu kaydının davalı idareye tescil ettirilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı vekilince, Bakanlık tarafından Kamulaştırma Kanununun 7. maddesine istinaden konulmuş bir şerhin mevcut olmadığı, böyle bir şerh olsa bile süresi geçtikten sonra davacı tarafından kaldırılmasının mümkün olduğu, davalı idarece yapılan hiçbir hukuksal işlem olmadığı, idarelerin aleyhine dava açılmasının hukuka aykırı olduğu gibi, taşınmazın imar planında sağlık alanı olarak ayrılması ve tapu kaydına şerh konulması işlemiyle ilgili olarak idari yargı yerinde dava açılması gerektiği öne sürülerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 19. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve E:2011/431 sayı ile, davalı Hazine vekilinin yargı yolu itirazı ile talebinin reddine karar vermiştir.Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası Danıştay Başsavcısına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18’inci maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamalarına ilişkin işlemlerin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re’sen tesis edilen idari işlemler niteliğinde olduğu, dosyanın incelenmesinden; imar uygulaması sonucu alınan kamu ortaklığı paylarından oluşturulan Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 sayılı parselin, imar planında “lise alanı” olarak belirlendiği, davacının, söz konusu taşınmazına davalı idarece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, alacağın şimdilik 2.000.-TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi ve tapu kaydının davalı idareye tescil ettirilmesine karar verilmesi istemiyle dava açtığının anlaşıldığı, parselin imar planında “lise alanı” olarak ayrılmış olması nedeniyle, bu parselin bedelinin ödenmesi gerektiği iddiasıyla açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de; davanın konusu, imar planında “lise alanı” olarak ayrılmış bulunan ve davalı idarece 3194 sayılı Kanunun 18’inci maddesi uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait taşınmaz bedelinin tazminine ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde yer alan “idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamına girdiğinden kuşku bulunmadığı, bu bakımdan, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği nedenleriyle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Çankaya Belediyesinin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca arazi ve imar uygulamalarına ilişkin işlemler kapsamında, davacının da taşınmazının bulunduğu yerin imar planında okul tesisi alanı olarak ayrılmış bulunması karşısında, bu parseldeki bedelin ödenmesine ilişkin davanın; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, uyuşmazlık konusu işlemin imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda; uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği, yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 9.4.2012 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı hakkında olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 sayılı parseldeki hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 2.000,00-TL’nin yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsili ile tapu kaydının idareye tescil ettirilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Anılan madde uyarınca, yapılan imar düzenlemesi sonucunda “…resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir…” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.Olayda, davacı vekili tarafından Kırkkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 sayılı parselde bulunan taşınmazdaki hissesine kamulaştırmasız elatıldığından bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 2.000,00 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu söz konusu parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin başvurusunun kabulü ile, davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin görev itirazının Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce REDDİNE İLİŞKİN KARARININ KALDIRILMASINA, 9.4.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

 

Sözleşmeli Personel Kararı

Nis27
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

             

    İstanbul 2. İdare Mahkemesi,Esas:2011/1607 Karar : 2012/147, Tarih:31/01/2012

 

                  ÖZÜ:5393 sayılı Belediye Kanununun 49.maddesi uyarınca, sözleşmeli personele ilişkin olarak anılan Yasa’da düzenlenmeyen hususlarda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesine göre istihdam edilenler hakkındaki hükümlerin uygulanması gerektiği dikkate alındığında, 5393 sayılı Yasa’nın 49/3.maddesi uyarınca istihdam edilen sözleşmeli personelin 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi kapsamında değerlendirileceği açıktır.Nitekim Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı’nın görüşü de bu yöndedir.Bu veriler ışığında, 632 sayılı KHK’NIN yürürlüğe girdiği tarihte davalı Belediyede sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının, anılan kamu kurumunda 5393 sayılı Yasa’nın 49/3 maddesi uyarınca 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi kapsamında görev yaptığı açık olduğundan, 632 sayılı KHK hükümleri uyarınca bulunduğu kadroya atanması gerekir.

 

                  DAVANIN ÖZETİ: Küçükçekmece Belediyesinde kadro karşılığı sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na eklenen Geçici 37.madde uyarınca görev yaptığı kadroya atanma talebiyle yapmış olduğu 20.06.2011 tarihli başvurusunun reddine ilişkin 23.06.2011 tarih ve 408261-1382 begin_of_the_skype_highlighting 408261-1382 end_of_the_skype_highlighting sayılı davalı idare işleminin; Anayasanın eşitlilik ilkesine aykırı olduğu, yerel yönetimlerde görev yapan sözleşmeli personelin 657 sayılı Yasa’nm 4/B maddesine tabi bulunduğu, bu nedenle 632 sayılı KHK uyarınca kadroya atanmaları gerektiği iddia edilerek iptali istenilmektedir.

 

                   SAVUNMANIN ÖZETİ : Davacının 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49.maddesi uyarınca istihdam edildiği, 632 sayılı KHK’nın ise 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi ile 4924 sayılı Yasa uyarınca sözleşmeli pozisyonda çalıştırılan memur kadrolarını ve 190 sayılı KHK’ya ekli cetvellerde istihdam edilenleri kapsadığı, hukuksal statüsü gereği 632 sayılı KHK’ya tabi olmayan davacının başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

 

TÜRK MİLLETİ ADINA

 

Dava; Küçükçekmece Belediyesinde kadro karşılığı sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici 37.madde uyarınca görev yaptığı kadroya atanma talebiyle yapmış olduğu 20.06.2011 tarihli başvurusunun reddine ilişkin 23.06.2011 tarih ve 408261-1382 begin_of_the_skype_highlighting 408261-1382 end_of_the_skype_highlighting sayılı davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır.657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4. maddesinin (B) fıkrası ile 4924 sayılı Kanun uyarınca sözleşmeli personel pozisyonlarında çalışanların memur kadrolarına atanması amacıyla Devlet Memurları Kanununda değişiklik yapılması; 06/04/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulunca 02/06/2011 tarihinde kararlaştırılmış olup, bu konudaki düzenleme 04/06/2011 günlü, 27954 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılmış ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici 37 maddenin 1. fıkrası ile “Kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatı ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, ayın veya haftanın bazı günlerini ya da günün belirli saatleri gibi kısmi zamanlı çalışanlar ile yükseköğretim kurumlarının araştırma-geliştirme projelerinde proje süreleriyle sınırlı olarak çalışanlar hariç olmak üzere, 4 üncü maddenin (B) fıkrası ve 10/07/2003 tarihli ve 4924 sayılı Eleman Temininde,Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca vizelenmiş veya ihdas edilmiş sözleşmeli personel pozisyonlarında bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte çalışmakta olan ve 48 inci maddede belirtilen genel şartlan taşıyanlardan otuz gün içinde yazılı olarak başvuranlar, pozisyonlarının vizeli olduğu teşkilat ve birimde, bulunduğu pozisyon unvanıyla aynı unvanlı 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerde yer alan memur kadrolarına, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde kurumlarınca atanırlar” hükmü getirilmiştir.

 

632 sayılı KHK ile getirilen bu hükümle, daha önceden sözleşmeli personel olarak görevi bulunup da herhangi bir sebeple kadrolu olarak kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapmayan ve 632 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihte görevde olan personelin bu KHK’den yararlanmaları öngörülerek, KHK ile tanınan hakkın mümkün olduğu kadar genişletilmesi ve sözleşmeli personele 657 sayilı Devlet Memurları Kanunun 4. maddesinde yer alan kadrolu memurların sahip olduğu güvence ve hakların temin edilmesi amaçlanmıştır.Dava dosyasının incelenmesinden; Küçükçekmece Belediyesinde sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının, 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici 37.madde uyarınca görev yaptığı kadroya atanma talebiyle başvuruda bulunduğu, bu başvurunun, davacının 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49.maddesi uyarınca istihdam edildiğinden 632 sayılı KHK’nm kapsamında olmadığı belirtilerek reddi üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

 

Uyuşmazlık, davacının tabi olduğu statü ve bu statünün 632 sayılı KHK ile 657 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 37.maddenin kapsamında olup olmadığı hususlarından kaynaklanmakta olup, bu itibarla sözleşmeli personelin hukuki statüsü ve sözleşmenin niteliğini irdelemek gerekmektedir.1982 T.C. Anayasasının 128/2 maddesinde, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri hakları ve yükümlülükleri, aylık ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği belirtilerek statü hukukunun geçerli olduğu bu alanda kanunilik esası benimsenmiştir.

 

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4.maddesinde kamu hizmetlerinin, memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği belirtildikten sonra, (B) bendinde sözleşmeli personel; Kalkınma planı, yıllık program ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olarak tanımlanmış ve zorunlu hallerde, yabancı uyrukluların, tarihi belge ve eski harflerle yazılmış arşiv kayıtlarını değerlendirenlerin, mütercimlerin, tercümanların, Millî Eğitim Bakanlığında norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması hallerinde öğretmenlerin, dava adedinin azlığı nedeni ile kadrolu avukat istihdamının gerekli olmadığı yerlerde avukatların, kadrolu istihdamın mümkün olamadığı hallerde tabip veya uzman tabiplerin, Adli Tıp Müessesesi uzmanlarının, Devlet Konservatuvarlan sanatçı öğretim üyelerinin, İstanbul Belediyesi Konservatuarı sanatçılarının, bu Kanuna tâbi kamu idarelerinde ve dış kuruluşlarda belirli bazı hizmetlerde çalıştırılacak personelin de sözleşme ile istihdam edilebilecekleri hükme bağlanmıştır.

 

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 49.maddesinin 3.fıkrasında ise; belediye ve bağlı kuruluşlarında, norm kadroya uygun olarak çevre, sağlık, veterinerlik, teknik, hukuk, ekonomi, bilişim ve iletişim, plânlama, araştırma ve geliştirme, eğitim ve danışmanlık alanlarında avukat, mimar, mühendis, şehir ve bölge plâncısı, çözümleyici ve programcı, tabip, uzman tabip, ebe, hemşire, veteriner, kimyager, teknisyen ve tekniker gibi uzman ve teknik personel yıllık sözleşme ile çalıştırılabileceği, sözleşmeli personel eliyle yürütülen hizmetlere ilişkin boş kadrolara ayrıca atama yapılamayacağı hükmüne, 5.fıkrasında da; 3.fıkra uyarınca çalıştırılacak personele her ne ad altında olursa olsun sözleşme ücreti dışında herhangi bir ödeme yapılmayacağı ve ücret mahiyetinde aynî ya da nakdî menfaat temin edilmeyeceği, bu personel hakkında bu Kanunla düzenlenmeyen hususlarda vize şartı aranmaksızın 657 sayılı Devlet Memurlan Kanununun 4. maddesinin (B) fıkrasına göre istihdam edilenler hakkındaki hükümlerin uygulanacağı kuralına yer verilmiştir.

 

Bu bağlamda, personel rejiminin sonucu olarak gittikçe yaygınlaşan ölçüde kamuda personel istihdam biçimi olan sözleşmeli personel, genel itibariyle 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesiyle çerçevesi belirlenmiş bir statü olup; 5393 sayılı Belediye Kanununun 49.maddesi uyarınca, sözleşmeli personele ilişkin olarak anılan Yasa’da düzenlenmeyen hususlarda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesine göre istihdam edilenler hakkındaki hükümlerin uygulanması gerektiği dikkate alındığında, 5393 sayılı Yasa’nın 49/3.maddesi uyarınca istihdam edilen sözleşmeli personelin 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi kapsamında değerlendirileceği açıktır.

 

Nitekim Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı’nın görüşü de bu yöndedir.Bu veriler ışığında, 632 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihte davalı Belediyede sözleşmeli personel statüsünde görev yapan davacının, anılan kamu kurumunda 5393 sayılı Yasa’nın 49/3 maddesi uyarınca 657 sayılı Yasa’nın 4/B maddesi kapsamında görev yaptığı açık olduğundan, 632 sayılı KHK hükümleri uyarınca bulunduğu kadroya atanması gerektiği sonucuna varılmakta olup; aksi yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 65,70-TL yargılama giderinin ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 600,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin karar kesinleştikten sonra davacıya iadesine, bu karara karşı, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde Danıştay’a hitaben Mahkememize verilecek dilekçe ile temyiz yoluna başvurulabileceği hususunun taraflara tebliğine, 31/01/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

Başkan                                  Uye                                                                                         Uye

 

HARUN ORMAN          DUYGU OZERKAN                                                    MUSA ALBAYRAK

 

10 Nisan 2012 / Anayasa Mahkemesi Kararı (Tapu Kanunu)

Nis10
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Anayasa Mahkemesi Kararı,Esas:  2011/23,Karar: 2012/3,Tarih: 12.01.2012

ÖZÜ: Yollar zaman içinde gelişen ihtiyaçlara bağlı olarak imar planlarında değişiklik yapılması suretiyle kapatılabileceği gibi bazı yol parçalarının açığa çıkması da ihtimal dâhilindedir. Kapanan ya da açığa çıkan yol veya yol parçaları kamu malı niteliğini kaybederek idarenin özel malı haline geleceğinden kamu mallarına ilişkin koruma ortadan kalkar. Bu nedenle itiraz konusu kural böylece açığa çıkan taşınmazların tapu sicilinin sağladığı güvenceden yararlanabilmesi için tapu siciline tescilini öngörmektedir. İdare yeni bir kararla bu taşınmazları kamu yararına tahsis ederek kamu malına da dönüştürebilir. Aynı şekilde İmar Kanunu’nun 18. maddesi gereği parsellerin yeniden düzenlenmesinde eski yol parçalarını özel kişilerin arsaları ile birleştirebilir. Eğer yeniden kamu yararına tahsis edilmezse, idare özel hukuk rejimi çerçevesinde bu mallara tasarruf eder, gerekirse satabilir.Bu nedenle,2644 sayılı Tapu Kanununun 21.maddesinde, ““Köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlaları köy veya belediye namına tescil olunur” hükmü Anayasa’ya aykırı değildir.

 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Sakarya 1. İdare Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 22.12.1934 günlü, 2644 sayılı ,Tapu Kanunu’nun 21. maddesinin Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemidir.

I- OLAY

İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın incelemesi sırasında, 18. madde uygulaması ile kapanan yol parçalarının davalı Belediye adına tescil edilmesi nedeniyle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatine varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:“Dava, davacı Bolu İl Özel İdaresi tarafından Bolu ili, Merkez ilçe, Tabaklar Mahallesi 4 pafta, 424 ada, 95 parseldeki taşınmazın bulunduğu alanda 3194 sayılı Yasa’nın 18. madde uygulaması yapılmasına ilişkin belediye encümen kararına yapılan itirazın reddine dair 22.01.2010 gün ve 2010/86 sayılı Encümen kararının; taşınmazlarında değer kaybı olduğu, bu alana idarelerince yapılmak istenen yatırımın engellendiği ve taşınmazın yola bakan kısmının belediye tarafından mülk edinildiği, kamu yararı bulunmadığı ileri sürülerek iptali istemiyle Bolu Belediye Başkanlığı’na karşı açılmıştır.Davalı idarece, dava konusu edilen işlemde 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesini uygulaması amacının kamu yararı olduğu, yapılan düzenleme sonucu oluşan yeni parsellerin mümkün olduğunca ana taşınmaza yakın parsellerden verilmeye çalışıldığı, uygulamanın kesinleştirilerek tescil işlemlerinin tamamlandığı, düzenlemeye giren taşınmazlardan yoldan ihdas yoluyla elde edilen taşınmazların dayanağının 2644 sayılı Tapu Kanununun 21. maddesinde yer alan “Köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlaları köy veya belediye namına tescil olunur.” hükmü olduğu, bu nedenlerle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ve davanın reddi gerektiği savunulmuştur.Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.Anayasa’nın 35. maddesinde ise; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiştir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 1 nolu Protokol’ün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” şeklindeki hükümle mülkiyet hakkı Sözleşmenin koruma şemsiyesi altına alınmış, kapsam ve sınırları belirlenmiştir.2644 sayılı Tapu Kanununun 21. maddesinde; “Köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlaları köy veya belediye namına tescil olunur.” hükmü yer almaktadır.Bilindiği üzere kamunun kullanımındaki yollar; kadimden beri kullanıla gelen, nasıl ve ne zaman oluştuğu bilinmeyen yollar olabildiği gibi, kişilerin özel mülkiyetindeki taşınmazların bir kısmının rızaen yola terk edilmesi sonucu da oluşabilmektedir. Bu yollar, kamunun kullanımında olması nedeniyle kadastro çalışmaları sırasında özel mülkiyete konu edilmeyerek tescil dışı bırakılmaktadır.Kamunun kullanımındaki yolların herhangi bir idari tasarrufla kapatılması sonucu elde edilen taşınmazların Tapu Kanununun 21. maddesi uyarınca belediyeler veya köyler adına tescil edilmesiyle; kadimden bu yana yol olarak kullanılan veya kişilerin özel mülkiyet haklarından feragat ederek kamunun kullanımına bıraktıkları alanlar, idari bir tasarrufla idarenin özel mülkiyeti haline getirilmektedir. Bu taşınmazların, üçüncü kişilere satışı da dahil her türlü hukuki işleme konu edilmesi de mümkün olabilmektedir. Oysa ki, mülkiyet hakkından vazgeçilerek kamunun kullanımına bırakılan alanların, idari bir tasarrufla belediye veya köylerin özel mülkiyetine dönüştürülmesi Anayasanın 35. maddesine aykırı olduğu gibi Anayasamızın 2. maddesinde ifade edilen amacın gerçekleştirilmesine de hizmet etmemektedir.Öte yandan, köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlalarının köy veya belediye namına tescil edilmesi söz konusu olabilecekse, bu taşınmazların ancak yeniden kamunun kullanımına açılacak şekilde düzenlenmesi ve tescilin bu amaçla sınırlandırılması, özel mülkiyet haline dönüştürülmesinin engellenmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o dava sebebiyle uygulanacak bir Yasanın Anayasaya aykırı olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiğini düzenleyen 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi gereğince 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 21. maddesinin Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle re’sen Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve Anayasa Mahkemesince verilecek olan kararın gecikmesi halinde hem yargısal hem de kişisel bazda giderilmesi güç veya olanaksız zararlar doğabileceği göz önünde bulundurularak esas hakkında karar verilinceye kadar itiraz konusu kuralın yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesinin istenilmesine, dosyada bulunan konuyla ilgili belgelerin onaylı birer örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine, 17/01/2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

22.12.1934 günlü, 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun itiraz konusu 21. maddesi şöyledir;

“Köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlaları köy veya belediye namına tescil olunur.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararında Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, 10.3.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında;

1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’NIN, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE,karar verilmiştir.

V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ

22.12.1934 günlü, 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 21. maddesine ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE 10.3.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

VI- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:Başvuru kararında kamunun kullanımındaki yolların kadimden beri kullanılagelen, nasıl ve ne zaman oluştuğu bilinmeyen yollar olabildiği gibi, kişilerin özel mülkiyetindeki taşınmazların bir kısmının rızaen yola terk edilmesi sonucu da oluşabildiği belirtilerek, kamunun kullanımındaki yolların herhangi bir idari tasarrufla kapatılması sonucu elde edilen taşınmazların itiraz konusu kural gereğince belediye ya da köyler adına tescil edildiği, bu taşınmazların kaynağına bakılmaksızın idarenin özel mülkiyeti haline geldiği, idarenin bu taşınmazları satabildiği vurgulanarak, özellikle bireyler tarafından rızaen yola terk edilen taşınmazların bu şekilde bir idari tasarrufla idarenin özel malı haline getirilmesinin Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 21. maddesi köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlalarının köy veya belediye namına tescil olunmasını öngörmektedir. Bu hüküm gereğince plan değişikliği ya da benzeri nedenlerle bir yolun kapanması ya da bazı bölümlerinin yol olmaktan çıkarılması durumunda bu şekilde açığa çıkan taşınmazların belediye ya da köy sınırları içinde bulunması halinde bu tüzelkişilikler adına tescil edilmesi gerekmektedir.Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesi, keyfi yönetimin karşıtı olarak devletin hukuka bağlılığını ifade eder. Buna göre devlet yetkisi kullanan tüm organların eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması, işlemlerin hukuka uygunluğunun yargısal yollarla denetlenebilmesi ve devletin tüm faaliyetlerinde bireylerin temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi gerekir.Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olup, bireye emeğinin karşılığına sahip olma ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır. Devlet mülkiyet hakkına ancak kamu yararı amacıyla ve kanuna uygun olarak müdahale edebilir.Hukukumuzda, yollar kamu yararına tahsis edilmiş orta malı niteliğinde olup kamu mallarının tâbi olduğu hukuki rejime bağlıdırlar. Yollar zamanaşımı yoluyla kazanılamazlar, haczedilemezler ve yolların tapu siciline kaydı gerekmez. Sadece ölçümü yapılarak haritalarında gösterilmekle yetinilir.Yollar zaman içinde gelişen ihtiyaçlara bağlı olarak imar planlarında değişiklik yapılması suretiyle kapatılabileceği gibi bazı yol parçalarının açığa çıkması da ihtimal dâhilindedir. Kapanan ya da açığa çıkan yol veya yol parçaları kamu malı niteliğini kaybederek idarenin özel malı haline geleceğinden kamu mallarına ilişkin koruma ortadan kalkar. Bu nedenle itiraz konusu kural böylece açığa çıkan taşınmazların tapu sicilinin sağladığı güvenceden yararlanabilmesi için tapu siciline tescilini öngörmektedir. İdare yeni bir kararla bu taşınmazları kamu yararına tahsis ederek kamu malına da dönüştürebilir. Aynı şekilde İmar Kanunu’nun 18. maddesi gereği parsellerin yeniden düzenlenmesinde eski yol parçalarını özel kişilerin arsaları ile birleştirebilir. Eğer yeniden kamu yararına tahsis edilmezse, idare özel hukuk rejimi çerçevesinde bu mallara tasarruf eder, gerekirse satabilir.Kamu mallarının ve idarenin özel mallarının tabi olduğu hukuki rejim mevzuatımızda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. İdarenin keyfi uygulamalara sapması halinde buna karşı adli ve idari yargıda dava açma yolları açıktır. Bu nedenle itiraz konusu kuralın keyfiliğe yol açacak bir düzenleme olduğu söylenemez. Diğer taraftan kamu malları devletin mülkiyeti altındadır. İtiraz yoluna başvuran mahkeme her ne kadar yolların kaynağı itibariyle özel mülkiyet konusu taşınmaz olma ihtimalini dikkate alarak malik tarafından rızaen yola terk edilen alanların idarenin bir kararı ile yol olmaktan çıkarılarak idarenin özel malı haline getirilmesinin Anayasanın 35. maddesine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşse de, yollar kaynağı itibariyle özel mülkiyetteki taşınmazlara dayansa bile bunlar çeşitli usullerle kamu malı haline getirilmiş olabilirler. Kamulaştırma, düzenleme ortaklık payı ayrılması gibi usuller özel mülkiyetteki taşınmazların yol yapılmasında başvurulacak temel usullerdir. Bu hallerde malik taşınmazın karşılığını ya kamulaştırma bedeli, tazminat ya da geri kalan taşınmazlarının değer artışı yoluyla elde etmiş ve taşınmazın mülkiyeti kamuya geçmiştir. Malikin rızasıyla yola terk etmesi de kaynaklardan birisi olmakla birlikte bu durumda bir bağışlama söz konusu olup hukukumuzda bağışlamanın şarta bağlı olarak yapılması mümkündür. Eğer malik bağışladığı taşınmazın yol dışında başka bir amaç için kullanılmasını istemiyorsa şarta bağlı bağışlama yapma imkânına sahiptir. Bu yönüyle itiraz konusu kuralın mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği söylenemez.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’ya aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

VII- SONUÇ

22.12.1934 günlü, 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 21. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 12.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

Görevi Kötüye Kullanma (Yargıtay Kararı)

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay Ceza Genel Kurulu,Esas: 2005/4.MD-96,Karar: 2005/118,Tarih: 18.10.2005

 ÖZET : 5237 sayılı Yasanın 257. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış nedeniyle, “kişilerin mağduriyetine veya kanunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması” gerekmektedir. Bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışlar, suç kapsamında değerlendirilemez.Mevzuata aykırı karar, işlem, eylem ve ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanabilecek kamu zararı, her somut olayda hakim tarafından, iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirlemede; uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması halinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir.

Y….. Valisi olarak görev yaptığı sırada; toplam 46.122.660.000 TL tutarındaki spor malzemelerinin satın alınması işini kısımlara bölüp, 2886 sayılı Devlet İhale Yasasının 51/a maddesi uyarınca 2001 Mali Yılı Genel Bütçe Yasasına ekli (l) cetvelinde belirtilen 7 milyar TL’ lık üst limite uygun hale getirip, pazarlık yöntemi ile satın almalar gerçekleştirerek, 2886 sayılı Devlet İhale Yasasının 35. maddesinde belirtilen diğer ihale usulleri ile ihale yapılması yolunu kapattığı, bu işlemlerle, anılan Yasanın 2. maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürütülmesinde, ihtiyaçların  en iyi şekilde, uygun şartlarla ve zamanında karşılanması ve ihalede açıklık ve rekabetin sağlanması esastır. Bu kanunda yazılı hallerden yararlanmak amacıyla ihale konusu oluşturan işler kısımlara bölünemez…” hükmünü ihlal ettiği, iddiasıyla TCY’ nın 240/1 ve 80. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Y….. İl Özel İdare Müdürü Yunus imzalı 04.12.2001 tarihli üç adet yazı ile;400 çift krampon,400 çift eşofman, 400 adet yağmurluk,12.12.2001 tarihli üç adet yazı ile; 374 çift krampon,374 çift eşofman,374 adet yağmurluk,  Satın alınması için, İzmit’ te faaliyet gösteren, C….. Ltd. Şti. E…… Ltd. Şti. ve G….. Spor mağazalarından teklifler alındığı, Alınan teklifler doğrultusunda satın almaların 2886 sayılı Devlet İhale Yasasının 51/a maddesine göre en uygun teklifi veren firmadan temini amacıyla İl Daimi Encümenince karar alınması için Y…… İl Özel İdare Müdürlüğünün, 05.12.2001 gün ve 1607, 1608 ve 1609, 12.12.2001 gün ve 1671, 1672 ve 1673 sayılı yazılarının vali Nihat tarafından İl Daimi Encümenine havale edildiği,İl Daimi Encümenince 06.12.2001 gün ve 645, 646 ve 647 sayılı kararları ile söz konusu malzemelerin en uygun teklifi veren G……. Spor Mağazasından 2886 sayılı Yasanın 51/a maddesine göre alınmasına karar verildiği, Y…… İl Özel İdaresince 06.12.2001-13.12.2001 tarihleri arasında, gerçekleştirilen bu alım işlemleri olmak üzere KDV dahil toplam 46.122.660.000 TL ödendiği saptanmıştır.Sanık Nihat savunmalarında; amatör sporcu kulüpleri ihtiyacı için alınması düşünülen eşofman, krampon ve yağmurluklar için İl Özel İdare Müdürünün teklifini il daimi encümenine havale ettiğini, Kocaeli’ de bulunup, teklif veren malzemelerin satın alındığı kişileri tanımadığını, İl Daimi Encümenine, görevlendirdiği Vali Yardımcısı Efnan’ın başkanlık ettiğini, depremden sonra Y….’ Da halka ve gençlere moral verebilmek için özel idare bütçesinden bulunan paradan amatör spor kulüplere dağıtılma düşüncesiyle başlangıçta paranın 400 takım malzemeye yeteceği düşüncesiyle teklif alındığını, daha sonra fiyatların düşük olması nedeniyle 374 takım daha malzeme alındığını, Haklarındaki hazırlık evrakı tefrik edilen, il daimi başkan ve üyeleri Efnan, Cemalettin, Kadir, Ömer, Ayşen ve Mehmet, Mülkiye Başmüfettişine gönderdikleri yazılı savunmaları ile Yalova C.Başsavcılığınca saptanan beyanlarında özetle; olay tarihinde amatör kulüpler için spor malzemelerini pazarlık usulüyle alımına karar verdiklerini, satın alınan malların özellikleri nedeniyle ayrı ayrı ticari faaliyet olarak düşünüldüğünü, aralarında bağlantı bulunmadığını, Sayıştay’ ın benzer kararlarının bulunduğunu, iki ayrı alım yapılmasının nedeninin ise malzemelerin ucuz alınması nedeniyle ayrılan ödeneğin artmasından kaynaklandığını, diğer takımların taleplerini karşılamak için ikinci grup alımın yapıldığını, ihalenin herkese açık bulunduğunu, kimsenin katılımının engellenmediğini, dolayısıyla rekabetin de engellenmediğini, geniş çaplı bir piyasa araştırması yaptıklarını, idarenin herhangi bir zarara uğratılmadığını, beyan etmişler,2886 sayılı Yasanın 51/a maddesinde “her yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilecek belli tutarı aşmayan ve süreklilik göstermeyen” işlerin ihalesinin pazarlık usulüyle yapılabileceği hükmüne yer verilip, 2001 Mali Yılı Bütçe Yasasına ekli (l) cetvelinde bu hüküm uyarınca pazarlık usulüyle yapılabilecek ihaleler için üst sınır, iller için 7 milyar TL olarak belirlenmiştir.İl Özel İdaresi Yasasının 87. maddesinde, Valinin İl Özel İdaresinin görevlerini İl Özel İdare Müdürlüğü aracılığıyla yürüteceği, aynı Yasanın 90. maddesinde vilayet bütçesinin ita amiri olduğu, 141. maddesinde ise İl Daimi Encümenince vali veya görevlendireceği vali yardımcısının başkanlık edeceği, başkan tarafından havale edilemeyen konuların İl Daimi Encümeninde görüşülemeyeceği hükümlerine yer verilmiştir. Yalova Özel İdare Müdürlüğünün, 2886 sayılı Yasanın 51/a maddesi uyarınca pazarlık usulüyle eşofman, krampon, yağmurluk alınmasına yönelik tekliflerini uygun görerek, 05.12.2001 ve 12.12.2001 tarihlerinde İl Daimi Encümenine havale eden sanık, toplam 46.122.660.000 TL tutarındaki spor malzemeleri satın alınması işinin, 2886 sayılı Yasanın 51/a ve 2001 Mali Yılı Genel Bütçe Yasasına ekli (l) cetvelinde belirtilen 7 milyar TL’ lık üst limite uygun hale getirilmek ve pazarlık yöntemi ile satın almaların gerçekleştirilmesi amacıyla, kısımlara bölünüp, 2886 sayılı Yasanın 35 ve 2. maddeleri hükümlerinin ihlal edilmesi eyleminde, olay tarihinde yürürlükte bulunan 3660 sayılı Yasa ile değişik Özel İdare Yasasının 87, 90 ve 141. maddeleri uyarınca sorumludur.  Ancak yasaya aykırı bu davranışın, cezai sorumluluğun gerektirip gerektirmediği öncelikle suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Yasa hükümleri, bu yasaya göre suçun sabit olduğunun saptanması halinde ise, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasanın 38. maddesinin yansımasını oluşturan, 5237 sayılı Yasanın 7/1. maddesindeki “İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolay da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanmaz.” Yine aynı maddenin 2. fıkrasındaki, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehinde olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” hükümleri ve Anayasanın 90. maddesi uyarınca bir iç hukuk normu haline gelen, AHİS.nin 7. maddeleri ışığında değerlendirilmesinde yasal zorunluluk bulunmaktadır. 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde düzenlenen görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, ceza uygulamasında memur sayılan kimsenin kasten yasada yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka surette yapması ve yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapması ile oluşur, aynı Yasanın 230. maddesinde düzenlenen görevi ihmal suçu ise aynı Yasanın 279. maddesi uyarınca memur sıfatına haiz olan kimsenin görevini yapmaması ya da gecikerek yapması ile oluşur, görüldüğü gibi her iki maddedeki suç da, memurun yasa veya diğer hukuk normlarıyla kendisine tanınan yetkilere, normların gösterdiği yöntem ve usullere aykırı olarak kullanması ile oluşmakta olup, bu iki suçu birbirinden ayıran ölçüt, görevi kötüye kullanma suçunda etkin (aktif), görevi ihmal suçunda ise etkin olmayan (pasif) bir davranışın söz konusu olmasıdır.

                 Somut olayda sanık valinin etkin davranışları ile 2886 sayılı Yasanın 35 ve 2. maddelerini ihlal ettiği saptandığından, olayda 765 sayılı Yasanın 230. maddesini uygulanma olanağı bulunmayıp eylemi 240. madde kapsamında değerlendirilmelidir. Sanığın yukarıda anılan normlar ışığında 5237 sayılı Yasa hükümleri karşısında hukuki durumunun değerlendirilmesine gelince, 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesinde, “lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçları birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” hükmü yer aldığından öncelikle 765 sayılı Yasaya göre sabit kabul edilen eylemin, 5237 sayılı Yasaya göre suç oluşturup, oluşturmadığının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

             5237 sayılı TCY.nın , “2. kitap”, “4. kısım”, “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine Ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı “birinci bölüm” ünde 257. maddesinde düzenlenen “Görevi Kötüye Kullanma” suçu; 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma”, 230. maddesindeki “Görevi İhmal”, 228. maddesinde düzenlenen “Görevde Keyfi Davranış” ve 212/1. maddesindeki basit rüşvet alma suçlarının karşılığını oluşturmaktadır.

           5237 sayılı Yasanın 257. maddesinin 1. fıkrasında görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti, kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç sağlanması ile oluşur. Görüldüğü gibi 765 sayılı Yasanın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterliyken; 5237 sayılı Yasanın 257. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, “kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması” gerekmekte, başka bir anlatımla 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde tehlike suçu olarak düzenlenen bu suç, 5237 sayılı Yasada zarar suçu haline getirilmiş bulunmaktadır. Nitekim bu husus madde gerekçesinde; “Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması halinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması halinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.” Şeklinde vurgulanmış, öğretide de bu husus Artuk-Gökçen-Yenidünya tarafından “TCY’nın 257. maddesindeki suçun oluşması, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı harekete etmesinden, kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanmasına bağlıdır. Bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışlar, suç kapsamında değerlendirilemez.” Şeklinde açıklanmıştır. Norma aykırı davranışın maddede de belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının saptanabilmesi için öncelikle anılan kavramların açıklanması ve somut olayda gerçekleşip, gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir. Mağduriyet kavramı, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade eder. Somut olayda; tanık Fevzi Spor Malzemeleri için teklif gönderdiğini, ancak kendisinin ihaleye çağrılmadığını beyan etmiş ise de, Özel İdare Müdürlüğüne verilmesi gereken teklifin Ahmet’le gönderildiği, dolayısıyla usulüne uygun verilmiş bir teklifin bulunmadığı, tanığın teklif vermemesi hususunda herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmadığı veya teklif vermesinin engellenmediği saptanmış, kesin miktarı net olarak belirlenmemekle birlikte verdiği fiyat listesinin de satın alınan değerden yüksek olduğunun bir kısım tanık beyanı ile yoğun biçimde ifade edilmesi karşısında kişisel mağduriyetinden söz edilmesine olanak bulunmadığı netlik kazanmıştır. Yine aynı şekilde, kişilere haksız kazanç sağlandığı konusunda da bir belirleme ve iddia bulunmadığından, olayda bu öğenin de gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Kamunun zarara uğraması hususuna gelince; madde gerekçesinde “ekonomik bir zarar olduğu” vurgulanan anılan kavramla ilgili olarak yasal düzenleme içeren, 5018 sayılı “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası” nın 71. maddesinde ise; mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan kamu zararı, her somut olayda hakim tarafından, iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının miktarını kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp, miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımı gerçekleştirildiğinin anlaşılması halinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak bu belirleme yapılırken norma aykırı her davranışı, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir varsayımla da hareket edilmemelidir. Somut olayda; malzemelere ilişkin faturalarda spor malzemelerinin nitelikleri ile ilgili açıklamalara yer verilmemiş ise de, dosyada yer alan teklif mektuplarında önerilen fiyatlar, tanık  Ahmet’ in anlatımları geniş çaplı bir piyasa araştırması yapıldığına ilişkin dosyadaki bilgi ve belgeler dikkate alındığında, anılan eylemle kamunun zarara uğratıldığından da söz edilmesine olanak bulunmamaktadır. Sanığa isnat edilen eylemde, 5237 sayılı Yasanın 257. maddesinde yer alan, “Kişilerin mağduriyeti kamu zararına neden olunması veya kişilere haksız kazanç sağlama” öğelerinden hiçbiri gerçekleşmediğinden, Özel Dairece, bu hususlar tartışılmak suretiyle verilen beraat kararı isabetlidir.

  Yargıtay Ceza Genel Kurulu,Esas: 2005/4-118,Karar: 2006/9,Tarih: 31.01.2006

 • BAĞIŞ SAİKİ İLE GERÇEKLEŞTİRİLEN İŞLEM ( Hukuki Saik ve Muhasebe Tekniği Bakımından İse Nakdi Borç İşlemi Niteliğinde Olduğu – Görevi Kötüye Kullanmak )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Bağış Saiki İle Gerçekleştirilen İşlem – Hukuki Saik ve Muhasebe Tekniği Bakımından İse Nakdi Borç İşlemi Niteliğinde Olduğu )

• GÖNÜLLÜ BORÇ PARA VERME ( Silah Ruhsatı Alma İsteminde Bulunanların Bir Kısmına Kamu Kurumlarının Ortağı Olduğu A.Ş’ne Gönüllü Borç Para Vermelerini Önermekten İbaret Eylemde Görevi Kötüye Kullanma Suçunun Maddi Öğeleri Oluşmadığı )

• KAST ( Silah Ruhsatı Alma İsteminde Bulunanların Bir Kısmına Kamu Kurumlarının Ortağı Olduğu A.Ş’ne Gönüllü Borç Para Vermelerini Önermekten İbaret Eylemde Görevi Kötüye Kullanma Suçunun Manevi Öğesi Oluşmadığı )

 ÖZET : Başvuru sahiplerinin gönüllü olarak ve bağış saikı ile gerçekleştirdikleri bu işlemler hukuki açıdan ödünç, muhasebe tekniği bakımından ise nakdi borç işlemi niteliğinde olup, iadesi istendiğinde yasal faizi ile birlikte paranın iadesinin de mümkün olması karşısında herhangi bir kişinin mağduriyeti söz konusu değildir. Ekonomik anlamda bir kamu zararı da bulunmamaktadır. Bu durum karşısında, silah ruhsatı alma isteminde bulunanların bir kısmına kamu kurumlarının ortağı olduğu Zonguldak Gelişim A.Ş’ne gönüllü borç para vermelerini önermekten ibaret eylemde görevi kötüye kullanma suçunun maddi öğeleri oluşmamıştır. Kaldı ki güdülen amaç gözetildiğinde, suçun manevi ögesini oluşturan “kast”ın da gerçekleşmediği açıktır. Bu nedenle beraat kararı verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

  DAVA : Sanıklar İ. Metin, H. Peker ve M. Z. Alas’ın zincirleme biçimde görevi kötüye kullanmak suçundan beraatlerine ilişkin Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 07.07.2005 gün ve 19-32 sayılı hükmünün Yargıtay C.savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 30.09.2005 günlü tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Zonguldak Valisi olan sanık İ. Metin’in, Zonguldak İli’nin gelişimine katkıda bulunmak amacıyla, Zonguldak İl Özel İdaresinin büyük ortağı olduğu, Zonguldak Belediyesi ile Zonguldak’a bağlı 28 ilçe ve belde belediyesi, yine Zonguldak, Alaplı, Devrek ve Ereğli Ticaret ve Sanayi Odalarının da ortakları arasında yer aldığı Zonguldak İnşaat, Gıda, Tarım, Madencilik, Turizm, Enerji, Hizmet, Sanayi Ticaret Sektörleri Yatırım Teşebbüs ve Gelişim Anonim Şirketi’nin kurulmasını sağladığı, Yönetim Kurulu Başkanlığını İl Valisi’nin üstlendiği bu Şirket’in Yönetim Kurulu başkan ve üyeleri ile danışmanının ücret almaksızın görev yaptıkları, Şirket’in Zonguldak İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından yaptırılmış olan 100. Yıl Atatürk Hizmet Köyü Tesisleri’nin işletmeciliğini üstlenmesinin yanısıra Kızılay Derneği ile akdedilen anlaşmalar çerçevesinde çadır üretimi de gerçekleştirdiği, 2000 ve 2001 yıllarında hizmet üretip kar eden Şirket’in 2001 yılında ortaya çıkan ekonomik krizden etkilendiği ve Kızılay Derneği’nin sözleşmelerden vazgeçmesi sonucu zarara girdiği, kısa vadeli borçlarını çeviremez, vergilerini ödeyemez duruma düştüğü, finansman probleminin Şirket’in halka açılması suretiyle çözülmesinin düşünüldüğü, ancak bu fikrin hayata geçirilemediği, tam bu aşamada önceden İçişleri Bakanı’nın yetkisinde bulunan “can güvenliği tehlikede olan kişilere silah taşıma izni verme yetkisi”nin Yönetmelik değişikliği ile il valilerine devredilmesi üzerine, silah ruhsatı talebinde bulunanların istekleri halinde Zonguldak Gelişim A.Ş’ne belirli bir miktar parayı borç olarak verebilecekleri hususunun istekte bulunanlara duyurulmasını kararlaştıran sanık Vali İ. Metin’in bu durumu Özel Kalem Müdürlüğü görevini vekaleten yürüten sanık M. Z. Alas’a bildirdiği, 2002 yılı Temmuz ayından sonraki birkaç aylık süre içinde başvuruda bulunan çok sayıda istek sahibinin Vilayet Özel Kalemi aracılığı ile kendilerine yapılan bu öneriye uydukları ve Zonguldak Gelişim A.Ş’nin finansman sorununun çözümüne katkıda bulunmak amacıyla anılan Şirket’e borç verdikleri, ödünç işleminin Şirket muhasebesine borç olarak kaydedildiği ve istek halinde bu bedellerin iadesinin mümkün olduğu, gönüllü olarak gerçekleştirildiği borç verenlerin beyanlarıyla saptanan bu işlemler nedeniyle başvuru sahiplerinden hiç kimsenin şikayetçi olmadığı, ayrıca can güvenliği nedeniyle silah taşıma izni verilmesi hususunda il valisine tanınan takdir yetkisinin olumsuz kullanıldığına, başka deyişle Yönetmeliğin ruhsat verilmesini yasakladığı kişilere ruhsat verildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge de edinilemediği, dosyaya toplanan kanıtlardan anlaşılmaktadır. Sanıklara atılı görevi kötüye kullanma suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiş olup, anılan maddede: kanunda suç olarak tanımlanan haller dışında görevinin gereklerine aykırı hareket ederek kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisinin cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. Görüldüğü gibi bu suçun oluşumu, “kişilerin mağduriyeti”, “kamunun zararı”, “kişilere haksız kazanç sağlanması” koşullarına bağlanmıştır. Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde; Başvuru sahiplerinin gönüllü olarak ve bağış saikı ile gerçekleştirdikleri bu işlemler hukuki açıdan ödünç, muhasebe tekniği bakımından ise nakdi borç işlemi niteliğinde olup, iadesi istendiğinde yasal faizi ile birlikte paranın iadesinin de mümkün olması karşısında herhangi bir kişinin mağduriyeti söz konusu değildir. Ekonomik anlamda bir kamu zararı da bulunmamaktadır. Öte yandan, Zonguldak Gelişim A.Ş’nin ortaklarının büyük bölümünün kamu kurumları olması, bağışta bulunanların yakınları da dahil olmak üzere yöre sakinlerini istihdam edip geçimlerini sağlaması ve yöre gelişimine katkıda bulunması karşısında, ödünç işleminden kazanç sağlayan kişiler olmayıp kamu’dur.Bu durum karşısında, silah ruhsatı alma isteminde bulunanların bir kısmına kamu kurumlarının ortağı olduğu Zonguldak Gelişim A.Ş’ne gönüllü borç para vermelerini önermekten ibaret eylemde görevi kötüye kullanma suçunun yukarıda açıklanan maddi öğeleri oluşmamıştır. Kaldı ki güdülen amaç gözetildiğinde, suçun manevi ögesini oluşturan “kast”ın da gerçekleşmediği açıktır. Bu itibarla, dönemin Zonguldak Valisi sanık İ. Metin, Vali Yardımcısı sanık H. Peker ve Valilik Özel Kalem Müdür Vekili sanık M. Z. Alas’ın atılı suçtan beraatlerine ilişkin hükümlerde bir isabetsizlik bulunmadığından, Yargıtay C.savcısının temyiz itirazının reddine karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyesi ise; sanıklara yüklenen görevi kötüye kullanma suçunun oluştuğu düşüncesiyle beraat hükümlerinin bozulması yönünde oy kullanmışlardır.

 SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C.savcısının temyiz itirazının reddine,

2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 07.07.2005 gün ve 19-32 sayılı kararının ONANMASINA, 27.12.2005 günlü birinci müzakerede karar için gerekli oyçokluğunun sağlanamaması nedeniyle 31.01.2006 günü gerçekleştirilen ikinci müzakerede oyçokluğu ile tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak karar verildi.

  Yargıtay Ceza Genel Kurulu,Esas: 2005/4-28,Karar: 2005/66,Tarih: 14.6.2005

 • GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU ( Kişilerin Mağduriyeti Veya Kamu Zararına Neden Olma Ya da Haksız Kazanç Sağlama Unsurlarının Araştırılması Gereği )

• YENİ CEZA KANUNUNDA GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU ( Kişilerin Mağduriyeti Veya Kamu Zararına Neden Olma Ya da Haksız Kazanç Sağlama Unsurlarının Araştırılması Gereği )

• KİŞİLERİN MAĞDURİYETİ ( Yeni TCK’da Görevi Kötüye Kullanma Suçlarında Unsurlar Arasında Bulunduğu – Gerçekleşip Gerçekleşmediğinin Yerel Mahkemece Araştırılması Gereği)

• KAMU ZARARINA NEDEN OLMA ( Gerçekleşip Gerçekleşmediğinin Yerel Mahkemece Araştırılması Gereği – Yeni TCK’da Görevi Kötüye Kullanma Suçlarında Unsurlar Arasında Bulunduğu )

• HAKSIZ KAZANÇ SAĞLAMA ( Yeni TCK’da Görevi Kötüye Kullanma Suçlarında Unsurlar Arasında Bulunduğu – Gerçekleşip Gerçekleşmediğinin Yerel Mahkemece Araştırılması Gereği )

 ÖZET : Sanık, görevi kötüye kullanma suçundan yargılanmıştır. Yeni Türk Ceza Kanunu’nda atılı suç “kişilerin mağduriyetine veya kamu zararına neden olma ya da kişilere haksız kazanç sağlama” unsurları da eklenmek suretiyle yeniden düzenlenmiştir. Sayılan unsurların gerçekleşip gerçekleşmediğinin yerel mahkemece araştırılması gerekir.

DAVA : İki ayrı eylemi nedeniyle görevi kötüye kullanmak suçundan sanık A’nın Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nde yürütülüp sonuçlandırılan yargılaması sonunda;

1 ) 07.11.2001 tarihinde CYUY’nın hükümlerine aykırı biçimde zabıt katibi görevlendirerek duruşma İcra etmek suretiyle görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan TCY’ nın 240/2, 59/2,647 Sayılı Yasanın 4. ve TCY’nın 72. maddeleri uyarınca 830.387.000.- Lira ağır para cezası ve 2 ay 15 gün süreyle memurluktan yoksun kılınma cezalarıyla cezalandırılmasına,

2 ) 15.03.2002 tarihinde İcra edilen keşif işlemlerinde yetkisini kötüye kullanmak suçundan TCY’nın 240/2, 59/2, 647 Sayılı Yasanın 4 ve TCY’nın 72. maddeleri uyarınca 1.272.102.000 lira ağır para cezası ve 2 ay 15 gün süreyle memurluktan yoksun kılınma cezalarıyla cezalandırılmasına, içtima edilen cezalarının 647 Sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca ertelenmesine ilişkin 17.06.2004 gün ve 13-12 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C. Başsavcılığı’nın 14.02.2005 günlü “onama” görüşü içeren tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR : Ceza Genel Kurulu Kararı incelenen olayda; Suç tarihinde … Mahkemesi Başkanı olarak görev yapmakta olan sanığın;

               1 ) Yargılama usulüne aykırı biçimde zabıt katibi görevlendirerek duruşma yapmak,

               2 ) Mahkemece gidilen bir keşfe ilişkin olarak düzenlettiği tutanakta esasen keşfe katılmayan hakim ve C. Savcısını hazır bulunmuş gibi göstermek suretiyle iki ayrı tarihte görevi kötüye kullanma suçunu işlediği yargılamayı yürüten Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nce kabul edilerek bu suçlardan cezalandırılmasına ve ağır para cezasına çevrilen mahkumiyetinin ertelenmesine karar verilmiş, hüküm sanık tarafından temyiz edilmiştir. Sanığa yüklenen görevi kötüye kullanma suçu, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCY’nın 240. maddesinde tanımlanarak yaptırım altına alınmış, ancak bu suç türü hükümden sonra 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinde, öncekinden farklı olarak “kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olma ya da kişilere haksız bir kazanç sağlama” unsurları da eklenmek suretiyle yeniden düzenlenmiştir. Önceki yasal düzenlemede bulunmayan bu kavramların tartışılarak tanımlanması ve “mağduriyet, kamu zararı veya haksız kazanç sağlama” fikirlerinin nitelik, nicelik ve boyutlarının ilk derece mahkemesinde değerlendirilmesinin gerekli olduğu gibi, somut olayda bu unsurların gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması da zorunluluk arzetmektedir. Bu hususların ise öncelikle, olay yargılaması yaparak hükmü veren Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nce ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu itibarla, sanığın temyiz itirazının kabulü ile, sair yönleri incelenmeyen mahkumiyet hükümlerinin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; Sanığın temyiz itirazının kabulü ile, sair yönleri incelenmeyen Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 17.06.2004 gün ve 13-12 sayılı hükmünün BOZULMASINA, Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesi’ne gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine, 14.06.2005 günü tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oybirliği ile karar verildi.

  Yargıtay Ceza Genel Kurulu,Esas:2005/4-47,K.arar: 2005/104,Tarih: 20.9.2005

 • GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMAK(Kamu Zararının Saptanması Gereği – Olay Yargılaması Yaparak Hükmü Veren Yargıtay 4. Ceza Dairesince Ele Alınıp Değerlendirilmesi Gereği)

• KAMU ZARARI ( Mevzuata Aykırı Karar İşlem Eylem veya İhmal Sonucunda Kamu Kaynağında Artışa Engel veya Eksilmeye Neden Olunması/Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak – Olay Yargılaması )

• OLAY YARGILAMASI ( Kamu Zararının Saptanması/Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak – Hükmü Veren Yargıtay 4. Ceza Dairesince Ele Alınıp Değerlendirilmesi Gereği )

• SINIR TİCARETİ ( Motorin Tahsisatının Aşılması/Kamu Zararı – Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak/Olay Yargılaması Yaparak Hükmü Veren Yargıtay 4. Ceza Dairesince Ele Alınıp Değerlendirilmesi Gereği )

 ÖZET : Mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan, kamu zararının, somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması, aşılan kontenjan miktarının yatırımların finansmanına harcanması ve bu amaçla fazla motorin ithal uygunluk belgelerinin verilmesi, bölgede bir çok yatırımın buradan sağlanan gelirlerle gerçekleştirildiği olguları birlikte değerlendirildiğinde, gerekliliğin ötesinde bir zorunluluk arzetmektedir. Önceki yasal düzenlemede bulunmayan bu unsurların tartışılarak tanımlanması ve “mağduriyet, kamu zararı veya haksız kazanç sağlama” öğelerinin nitelik nicelik ve boyutlarının öncelikle, olay yargılaması yaparak hükmü veren Yargıtay 4. Ceza Dairesince ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Özel Dairece bu konuda yasa henüz yürürlüğe girmeden bir değerlendirme yapılmış ise de, yargı mercileri ancak yürürlükte bulunan yasalara göre hüküm tesis etmek zorunda bulunduklarından, bu değerlendirmeyi yürürlüğe girmiş bir yasanın tahlili saymaya ve ona itibar etmeye yasal olanak bulunmamaktadır. Bu itibarla, sanığın temyiz itirazının bu nedenle kabulü ile, mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

DAVA : Görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan sanık Lütfi Yiğenoğlu’nun TCY.nın 240/2, 80, 59/2, 647 sayılı Yasanın 4, 5 ve 6. maddeleri uyarınca birer ay aralıklarla 10 eşit taksitte ödenmek üzere 408.333.000 lira ağır para cezası ve 2 ay 27 gün memuriyetten yoksun kılınma cezası ile cezalandırılmasına ve cezalarının ertelenmesine ilişkin Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen 17.2.2005 gün ve 15-6 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının “onama” istekli 11.04.2005 gün ve 5 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Ağrı Valisi T. Cumhur Ersoy tarafından, İçişleri Bakanlığına gönderilen 4.11.1999 tarihli yazı ile sanık hakkında başlayan soruşturma sürecinde; Danıştay 2. Dairesince 19.12.2000 gün ve 2630-4238 sayılı karar ile, izin miktarının üzerinde motorin ithal edildiği iddiasıyla sanığın TCY.nın 230. maddesi uyarınca yargılanması istemiyle verilen Lüzumu Muhakeme kararı, Danıştay İdari İşler Kurulunca 28.11.2002 gün ve 123-101 sayı ile onanarak kesinleşmiştir.

                 Sanık;

                a ) …………………………………………….

                b ) Danıştay İdari İşler Kuruluna yaptığı itirazda; ithal edilen motorinin 117.486.813 kg olduğunu, lüzumu muhakeme kararında 239.500 ton motorinin ithal edilmesine neden olunduğunun ileri sürüldüğünü, bunun yanlış algılamadan kaynaklandığını, Kararnamenin 10. ve Yönergenin 13. maddelerinde değerlendirme kurulunun kimlerden oluşacağının belirtildiğini, vali olarak kendisinin görevli olmadığını, bu nedenle uygunluk belgeleri verilmesinden de sorumlu tutulamayacağını beyan etmiş,

               c ) Duruşmalarda ise, suçlamaları red ederek, 21 kişiye 21.000 ton için izin verildiği halde, bu kişiler tarafından toplam 27.290.090 kg ithalat yapıldığını, 6.290.090 kg.lık fiili ithalden kendisinin sorumlu olmayacağını, bu miktarın toplamdan düşürülmesi gerektiğini belirterek, buna ait belgeleri dosyaya ibraz etmiştir.

                 d ) Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bozma kararından sonra yaptığı savunmalarda ise özetle; uygunluk belgelerinin 3 aylık geçerlilik süresinin bulunduğunu, bu süre sonunda çekilmeyen motorin miktarı için yeniden belge verildiğini, 21.6.2004 tarihli noter tespitine göre 2.891.800 kg motorinin 3 aylık süre geçtikten sonra çekildiğini, verilen uygunluk belgelerinin 1000.kg motorin limitli olarak verilmesine rağmen, 5.568.640 kg’lık miktarın limitin üstünde çekilmiş olduğunu, bu miktardan sorumluluğun gümrük görevlilerine ait bulunduğunu, uygunluk belgelerinin 7 üye ile toplanan kurul tarafından verilmesi gerektiği halde sonradan yaptığı araştırmada 4 üye ile toplanıp belge verildiğini saptadığını, bunun da miktarının 10.462.270 kg olduğunu, izinli olduğu günler ile görevden ayrıldığı tarihler sonrasında 25.392.060 kg çekildiğini, noter tespitine göre yapılan ithalat miktarının 113.533.005 kg. olduğunu, bu miktardan, limit aşımı, süre aşımı, usulsüz belge ve görevde bulunmadığı süreler içinde çekilen miktarlar düşüldüğünde fiili ithalin 73.730.525 kg. olduğunu, bunun da limitin altında bulunduğunu, bu nedenlerle isnat edilen suçun maddi ve manevi unsurları itibariyle oluşmadığını savunmuştur.

                Tanık Yunus Fazıl Demir;

                a ) …………………………………….

               b ) …………………………………….

                Tanık Halil İbrahim Akpınar;

                 a ) …………………………….

                  b ) Duruşmada, 21.11.1999 tarihli ifadesinin doğru olduğunu söylemiştir.

                 Tanık İbrahim Akkuş;

                 a ) ………………………….

                 b ) Duruşmada, 18.11.1999 tarihli beyanına benzer anlatımda bulunmuştur.

                 Tanık Ali Öztürk;

                 a ) ………………………………..

                 b ) Duruşmada, 18.11.1999 tarihli ifadesinin doğru olduğunu söylemiştir.

                Tanık Casim Akagündüz;

                 a ) ……………………………

                b ) Duruşmada da, müfettiş huzurunda verdiği beyanların doğru olduğunu söyleyerek, benzer anlatımda bulunmuştur.

               Tanık Abdulbaki Demir;

               a ) ………………………,

               b ) Duruşmada, Mülkiye müfettişine verdiği ifadesinin büyük bir kısmının doğru olduğunu söyleyerek, uygunluk belgesi düzenlenmesi hususunda vali beyin baskı yaptığı, büronun kayıtlarının usulüne uygun olmadığı, harcamalarla ilgili defter ve belge tutulmadığı, ihale dosyalarının tutulmadığı yönündeki beyanlarının doğru olmadığını, tüm kayıtların doğru ve düzenli olarak tutulduğunu, yeni vali T. Cumhur Ersoy’un korumalarının tehditleri üzerine, müfettişte o şekilde ifade verdiğini söylemiştir. Bozmadan sonra Nisan ayında gerçekleştirilen motorin ithalinin saptanması amacıyla beyanları saptanan tanıklardan;   Yeni Kuba firma yetkilisi tanık Mehmet Şirin Kuba; Kendi şirketlerine 1999 yılında verilen motorin ithal belgesi ile Nuri, Ferdi veya Turan Konyar’ın vekaletle kendi şirketleri adına motorin ithal ettiklerini beyan etmiş, Sait oğulları firma yetkilisi tanık İbrahim Aydın; 1999 yılında motorin ithal belgesiyle motorin ithal ettiklerini, defterlerine el konulması nedeniyle belgelerin kaybolduğunu bildirmiş, ancak bu şirketin defterlerinin bilirkişi aracılığı ile incelenmesi sonucu 713.550 kg motorin ithalatının gerçekleştirildiği tesbit edilmiştir.   Karakaşlar firması yetkilisi tanık Fevzi Karataş; Motorin ithal belgesi aldıklarını ancak bu motorini kendileri adına Ceylanlar Limited Şirketinin ithal ettiğini bildirmiştir.

              Ağrı Valiliği Sınır Ticareti Bürosunca mülkiye müfettişlerine gönderilen 16.11.1999 tarihli yazıda; Vali Lütfi Yiğenoğlu’nun şifahi beyanları ile 1999 yılında petrol bayii tacirlerden ton başına 40 dolar tahsilat yapıldığı, motorin kotasının 112.500 ton olduğu, 9.11.1999 tarihine kadar valilikçe 239.500 tonluk uygunluk belgesi verildiği, 20.11.1999 tarihli yazıda ise; sınır ticareti kapsamında 112.074.879 kg. motorinin ithal edildiği bildirilmiştir. 22.11.1999 tarihli yazıda; Gürbulak Gümrük Başmüdürlüğünün 10.11.1999 gün ve 16341 sayılı yazısında, 10.11.1999 tarihine kadar 117.486.813 kg motorin ithalatının gerçekleştirildiği, bu rakamlara 1999 yılı Nisan ayı ithalat miktarının dahil edilmediği, Nisan ayı hariç yılın ilk 10 ayında, 112.074.879 kg motorin ithal edildiği, Nisan ayı Gümrük kayıt defteri kayıp olduğundan kesin miktarın bilinemediği, 15-20 ton arası olduğunun tahmin edildiği, 26.1.1999-16.9.1999 tarihleri arasında 240 adet belge tanzim edilerek 239.500.000 kg. motorin ithal izninin verildiği, Nisan ayı hariç 117.486.813 kg. motorin ithalinin gerçekleştiği, son kullanım tarihi henüz geçmemiş 18.000.000 kg motorin ithal belgesi mevcut olduğu, tamamının ithal edildiği varsayıldığında, Nisan hariç olmak üzere 22.986.813 kg kota dışı ithalat yapıldığı bildirilmiştir. Gümrükler Genel Müdürlüğü Gümrükler Başmüdürlüğünce, Gürbulak Gümrük Müdürlüğünden alınan 10.11.1999 gün ve 11842 sayılı yazıda 1.1.1999’dan 10.11.1999 tarihine kadar 117.486.813 kg. motorin ithalatının gerçekleştiği bildirilmiştir. Sınır Ticaret Bürosunun 16.11.1999 tarihli yazısı ekindeki listelerden;1999 yılında; Şubat ayında 88, Mart ayında 11, Nisan ayında 15, Mayıs ayında 13, Haziran ayında 30, Temmuz ayında 25, Ağustos ayında 40, Eylül ayında 18 adet belge olmak üzere toplam 240 adet belge karşılığı 239.500 tonluk belge verildiği, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında belge verilmediği bildirilmiştir. Yine aynı tarihli yazı ile sınır ticareti kapsamında motorin ithalatına izin verilen 240 kişi veya kuruluşlara ait listeler gönderilmiştir. Sınır ticareti aylık istatistik formlarının incelenmesinde; 1999 yılında, Ocak ayında 171.000, Şubat ayında 4.833.480, Mart ayında 2.501.600, Mayıs ayında 24.006.101, Haziran ayında 19.506.370, Temmuz ayında 34.952.812, Ağustos ayında 8.353.640, Eylül ayında 10.196.926, Ekim ayında 7.552.950 kg motorin ithalinin yapıldığı saptanmıştır. Dış Ticaret Müsteşarlığınca, Ağrı Valiliğinin 28.7.1999 gün ve 195 sayılı yazısına verilen yanıtta; süreleri içinde ithal edilmeyen motorinin iliniz için başlangıçta teklif edilen 112.500 ton dahilinde kalmak kaydıyla yeni düzenlenecek uygunluk belgeleri kapsamında ithaline izin verilmesinde mevzuat açısından herhangi bir sakınca bulunmadığı bildirilmiştir. Ağrı Valiliği Sınır Ticareti Bürosunca valilik makamına gönderilen 24.3.2003 tarihli yazıda; 1.1.1999-8.10.1999 tarihleri arasında fiili olarak 113.185.755 kg motorin ithalatı gerçekleştiği bildirilmiştir. Ağrı Valiliği Sınır Ticareti Bürosunca Özel Daireye gönderilen 16.6.2003 tarihli yanıtta; Gürbulak Gümrükler Başmüdürlüğünün 20.11.1999 tarihli yazılarında Nisan ayı hariç ilk on ayda 112.074.879 kg motorin ithalinin gerçekleştiği, 10.11.1999 tarihli yazılarında, 117.486.813 kğ, 24.12.1999 tarihli yazılarında 113.185.755 kg ithalatın gerçekleştiği, ilgili tarihler arasında 6.290.090 kg. fazladan çekilen motorin bulunduğu, 13.6.2003 tarihli yazılarında 4.5.1999 tarihinden önceki döneme ait tescil defterinin kayıp olması nedeniyle 1.1.1999-4.5.1999 tarihleri arasındaki dönemin tespit edilemediği, 4.5.1999-8.10.1999 tarihleri arasında 112.306.535 kg. motorin ithalinin gerçekleştiği belirtilmiştir.

Ağrı Valiliği Sınır ticareti bürosunca Özel Daireye gönderilen 12.9.2003 tarihli yazıda ise; 1999 yılı motorin ithalatı ile ilgili doküman ve belgelerden;

               1- Sınır ticareti değerlendirme kurulunca 1.1.1999-8.10.1999 tarihleri arasında verilen toplam 239.500.000 kg. motorin ithalat uygunluk belgelerinden fiilen gerçekleştirilen motorin ithalatının Nisan ayı hariç 118.268.755 kg/ton olduğu,

              2-1999 yılı Nisan ayına ait kayıtların kayıp olduğu, Gümrük müdürlüğünce bildirildiğinden ithal edilen motorin miktarının bilinmediği,

              3- Fiilen ithalatı gerçekleştirilen 118.268.755 kg/ton miktarından 8.10.1999 tarihine kadar 6.290.090 kg/ton motorinin firmalara verilen motorin ithalat uygunluk belgesinde belirtilen miktar dışında fazladan ithal edildiği, Anlaşılmaktadır. Mülkiye müfettişlerince düzenlenen 22.11.1999 tarihli tespit ve beyan tutanağında, Sınır Ticaretinin Düzenlenmesine ilişkin Kararın 10. maddesi uyarınca, 1999 yılında Ağrı Valiliği değerlendirme kurulunun, Vali Yardımcısı Yunus Fazıl Demir, İl Tarım Müdürü İbrahim Akkuş, Defterdar Ali Öztürk, Sanayi ve Ticaret İl Müdürü Casim Akagündüz, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı S.Nazif Acarbey ile Dış Ticaret Müsteşarlığı temsilcisi Sefa Gürgür’den oluştuğu, Ağrı Valiliğine sınır ticareti kapsamında 1999 yılı için 112.500 ton motorin kontenjanı verildiği, bu amaçla 251 adet belgenin düzenlenip, 11 adedinin iptal edildiği, 240 adet belge karşılığında 239.500 ton motorin ithali için uygunluk belgesinin verildiği, belge bazında, 27.4.1999 tarihinde tanzim edilen 116 seri nolu belge ile kontenjanın dolduğu, Defterdar Ali Öztürk’ün, 5.8.1999 tarihinden itibaren kararlara katılmadığı, Gümrük Başmüdürü’nün 1999 yılı uygunluk belgelerinde imzalarının bulunmadığı, belge bazında kontenjanın dolmasından sonra, uygunluk belgelerinde Vali Yardımcısı Mustafa Arı, Ticaret İl Müdürlüğü Şefi Bekir Arpaç ve Defterdarlık Muhasebe Müdürü Hulusi Aslan’ın vekaleten imzalarının bulunduğu, 1999 yılında en son düzenlenen uygunluk belgesinin 16.9.1999 tarihli olduğu belirtilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bozma kararından sonra; Ağrı Valiliği Sınır Ticareti Bürosunca Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilen 5.5.2004 tarihli yazıda; Nisan 1999’da Ağrı Valiliği Sınır Ticareti Değerlendirme Kurulunca 13 firmaya karşılık verilen motorin ithalat belgesi ile Nisan ayında herhangi bir ithalat gerçekleşmediği, 18 Mayıs 1999 tarihinden itibaren gerçekleştirilen fiili motorin ithalinin 14.549.690 kg olduğu, Eksik çekildiği bildirilen 2.229.310 kg ile, fazla çekildiği bildirilen 6.290.090 kg. motorin miktarının dışında olup olmadığının kesin olarak anlaşılamadığı, Kullanım süresi henüz dolmamış 18.000.000 kg. motorin ithalat belgesi ile 9.852.680 kg. motorin ithal edildiği, 1.1.1999-8.10.1999 tarihleri arasında verilen 239.500.000 kg motorin ithalat uygunluk belgesi karşılığında fiilen 138.868.595. kg. motorin ithal edilmiş olduğu, Bu bilgilerin, sınır ticareti bürosunun yazılarına göre hazırlandığı, talep halinde tüm belgelerin incelenmek üzere gönderileceği belirtilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bozma kararından sonra Yargıtay 4. Ceza Dairesince, Sınır Ticareti Değerlendirme Kurulundan alınan motorin listesi kayıtlarının incelenerek, motorin ithalat miktarının saptanmasının istenmesi üzerine yaptırılan bilirkişi incelemeleri sonucu düzenlenen raporlarda sonuç olarak; “Akbaşlar Gümrük İthalat ve İhracat Limited Şti.nin, 127.100 kg, Saitoğulları Turizm ltd. şirketinin ise 713.550 kg, Motorin ithal ettiklerinin saptandığı, bildirilen diğer kişi ve kurumların Nisan ayında motorin ithal ettiklerine ilişkin herhangi bir kayda rastlanılmadığı bildirilmiş, gönderilen listelerden de, Yeni Kuba ithalat ve ihracat ltd. şirketince 996.730 kg, Karakaşlar Elektrik tarafından 1.432.920 kg, (hesaplamaya esas alınması gereken miktar 1000.000 kg), motorin ithal edildiği, bu şekilde Nisan ayında 2.837.830 kg. lık motorinin ithal edilmiş olduğu saptanmıştır. 3.12.2003 tarihli dilekçesine ekli olarak sanık tarafından sunulan 2.12.2003 tarihli özel uzmanlık raporunda;

               “1- Şahıslar itibariyle verilen toplam izin miktarının 239.500 ton gibi gözüktüğü, ancak kullanılmayan miktarların geçersiz olması nedeni ile fiilen verilen izin miktarının 112.500 ton olduğu, Valilikçe 1999 yılı için limit aşımı yapılmadığı,

                 2- Ağrı Valiliğince 08.10.1999 tarihine kadar fiilen ithal edilen motorin miktarı konusunda değişik rakamlar verildiği, ancak doğru rakamın 12.09.2003 tarih ve 2003/77 nolu yazıdaki 118.268.755 kg/ton olduğu, bu yazıda belirtildiği gibi ithal uygunluk belgesi dışında fiilen girişi olan 6.290.030 kg/ton’un bu rakamdan düşülmesi gerektiği, bu fazlalıktan ilgili Gümrük Müdürlüğünün sorumlu olduğu, fiilen gerçekleşen fazla ithalat düşüldüğünde gerçek ithalat toplamının 111.978.665 kg/ton olduğu, bu miktarı, Ticaret Müsteşarlığına her ay gönderilen “Sınır Tic. Aylık İstatistik Formları” toplamının da doğruladığı,

                3- Gürbulak Gümrük Müdürlüğünde tutulan 1999 yılı Nisan ayına ait defterin kayıp olması nedeni ile Nisan ayı fiili durumunun Dış Tic. Müsteşarlığına bildirilemediği, Nisan 1999 için verilen 13000 ton motorinin, daha sonraki 3 ayda fiilen ithal edildiği ve 111.978.665 kg/ton toplam rakamı içinde Nisan ayına ait rakamın da yer aldığını gösterdiği, toplam rakama Nisan rakamının ilavesinin, Nisan ayına ait ithalat rakamının 2 kez genel toplama dahil edilmesi anlamına geleceği ve dolayısı ile yanlış sonuç vereceği,

                 4- Sanık Lütfi Yiğenoğlu’nun 08.10.1999 tarihinde Ağrı Valiliği görevinden ayrılmış olması nedeni ile bu tarihten sonraki uygulamanın yeni Vali ile Gümrük Müdürlüğünü ilgilendireceği,

                 5- Sanık Lütfi Yiğenoğlu’nun motorin ithali konusunda Vali Yardımcıları Başkanlığında 7 kişiden oluşan bir komisyon görevlendirdiği, alınan kararlarda, yapılan işlemlerde bir görevinin, imzasının ve mevzuat dışı talimatının mevcut olmadığı, dolayısı ile görev ifa edilmeyen konuda doğal olarak sorumluluktan da söz edilemeyeceği, kaldı ki limit dışı ithal izni verilmediğinin de görüldüğü, izni aşan fiili girişlerden Gürbulak Gümrük Müdürlüğünün sorumlu olduğu, ” belirtilmiştir. Sanık tarafından verilen 21.1.2004 tarihli dilekçede; “Nisan ayında uygunluk belgeleri verilen 13 kişinin, motorinleri fiilen Nisan ayında değil, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında çektikleri, Sınır ticareti aylık istatistik formlarına göre; 1999 yılında, motorin ithalinin 112.074.879 kg olduğu, Nisan ayı uygunluk belgeleriyle yapılan ithalin, Nisan ayında gerçekleşmediği, bilgi mahiyetinde sunduğu yazılardan, 27.4.1999 tarihinde 944.340 ton ithal edildiği görünmekte ise de, uygunluk belgesi tarihinin 27.4.1999, ithal tarihinin de 27.4.1999 olduğunun görüleceği, böyle bir şeyin ise fiilen mümkün olamayacağı, Önceki savunmalarında da belirttiği üzere, mükerrer toplam nedeniyle kotanın aşıldığı şeklindeki bir kanaatin doğduğu, dosyaya sunduğu özel uzmanlık raporuyla konunun aydınlandığı” savunulmuştur. Yargıtay 4. Ceza Dairesince, bozma üzerine yapılan yargılamada; sanık müdafii tarafından sunulan 9.4.2004 tarihli dilekçeye ekli belgelerin incelenmesinde; Ağrı Valiliği Sınır Ticaret Bürosunca sanığa gönderilen 23.2.2004 tarihli yazıda; Nisan ayı hariç, 1999 yılı Ocak-Eylül arasında 104.521.929 kg, 1-8 Ekim arası 2.314.850 kg. motorin ithal edildiği, Nisan ayında 13 kişiye verilen 13.000.000 kg.lık uygunluk belgelerine istinaden 14.251.040 kg, motorin ithal edildiği, bunun 1.489.170 kg.nın fiili ithal fazlası olduğu dolayısıyla hesaplamaya esas alınması gereken miktarın 12.761.870 kg. toplam ithalat miktarının ise 119.598.648 kg olduğu, Yine aynı büronun 26.3.2004 tarihli yazılarına göre, fiilen çekilen miktarın listelerde çekilen miktardan 2.229.310 kg daha düşük olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır. Sanık 8.4.1996 gün ve 8004 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Ağrı Valiliğine atanarak, 22.4.1996 tarihinde görevine başlamış, 24.9.1999 gün ve 13327 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de Muğla valiliğine atanarak 9.10.1999 günü Ağrı’daki görevinden ayrılmıştır. Bu bilgi ve belgeler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde; 22.11.1999 gün ve 331, 10.11.1999 gün ve 16341 sayılı yazılarda verilen uygunluk belgeleri karşılığında 10.11.1999 tarihine kadar sınır ticareti kapsamında Gürbulak Sınır Kapısından 117.486.813 kg, 20.11.1999 tarihli yazıda; 112.074.879 kg, 24.3.2003 tarihli yazıda; 113.185.755, 12.9.2003 tarihli yazıda ise 118.268.755 kg motorinin ithal edildiği, bu miktarlara Nisan ayı belgelerinin kaybolması nedeniyle dahil edilmediği, 6.290.090 kg/ton motorinin firmalara verilen motorin ithalat uygunluk belgesinde belirtilen miktar dışında fazladan ithal edildiği bildirilmiş ise de dayanak belgelerin gönderilmemesi nedeniyle bu miktarların doğruluğunu kabul ederek hükme esas almaya olanak bulunmamaktadır. Dosyada bulunan belgelerin incelenmesinde, 1999 yılında toplam 240 adet belge karşılığı 239.500 ton motorin için uygunluk belgesi verildiği, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında belge verilmediği, Sınır ticareti aylık istatistik formlarına göre bu uygunluk belgelerine dayanılarak, 1999 yılı Ocak ayında 171.000, Şubat ayında 4.833.480, Mart ayında 2.501.600, Mayıs ayında 24.006.101, Haziran ayında 19.506.370, Temmuz ayında 34.952.812, Ağustos ayında 8.353.640, Eylül ayında 10.196.926, Ekim ayında 7.552.950 kg motorin ithalinin yapıldığı, Nisan ayı istatistik formunun bulunmaması nedeniyle, bu formlara dayanılarak yapılacak bir hesaplamanın da sağlıklı bir sonuca ulaştırmayacağı, yine bozmadan sonra yapılan inceleme ve araştırmalara göre, 5.5.2004 tarihli yazıda;1.1.1999-8.10.1999 tarihleri arasında verilen 239.500.000 kg motorin ithalat uygunluk belgesi karşılığında fiilen 138.868.595. kg. motorin ithal edildiği, eksik çekildiği bildirilen 2.229.310 kg ile fazla çekildiği bildirilen 6.290.090 kg. motorin miktarının dışında olup olmadığının kesin olarak anlaşılamadığına ilişkin yazılarının da, gerek sanığa verilen belgelerle çelişmesi gerekse önceki saptamalarla doğrulanamaması karşısında bu miktarların da hükme esas alınmasının mümkün bulunmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunca önceki kararda belirtildiği üzere; Sınır Ticaret Değerlendirme Kurulunca verilen motorin listelerine göre yapılan hesaplama sonucu; Nisan ve Ekim ayı da dahil olmak üzere 1999 yılında ithal edilen motorin miktarının 119.441.765 kg. olduğu belgelidir. Bu miktardan sair görevlilerin ihmal ve kayıtsızlığı nedeniyle fazladan ithal edilen 6.290.090 kg düşüldükten sonra kalan 113.151.345 kg’a önceki hesaplamaya katılmayan ancak kullanım süresi henüz geçmemiş bulunan 18.000 ton motorinden fiilen ithal edilen 9.852.680 kg motorinin ilavesi, bu miktardan fazla çekildiği bildirilen 2.229.310 kg. motorinin sanık lehine olarak indirilmesi suretiyle, ithal miktarının saptanmasında zorunluluk bulunmaktadır. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, verilen yanıtların farklı olması, bildirilen miktarların kesin dayanak belgelerinin bulunmaması, uygunluk belgelerinin üçer aylık olması nedeniyle, bilirkişi incelemesi yapılmasının da kesin bir sonuç doğurmayacağı kanaatine ulaşılmış, olmakla bu yöndeki talepler yerinde görülmemiştir. Tanık anlatımları ile, sanığın denetleme kurulu üyelerine kontenjan fazlası uygunluk belgeleri imzalamaları için talimat vererek telkin ve teşvikte bulunduğu, 1999 yılında 112.500 tonluk motorin kontenjanı verilmesine karşın, 239.500 tonluk motorin ithalat uygunluk belgelerini değerlendirme kurulu üyelerine baskı yaparak imzalattığı, yapılan tüm ithalatın sanık vali döneminde verilen uygunluk belgelerine dayalı olarak gerçekleştirildiği, bu nedenle sanığın fiilen görevde bulunmadığı veya görevden ayrıldığı tarihten sonra gerçekleştirilen ithalattan sorumlu olmaması gerektiği yönündeki savunmasına itibar edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Yukarıda ayrıntılı olarak irdelenen ve açıklanan kanıtlardan; BKK. Kararının 19. maddesi uyarınca, sınır ticaretinin amacına uygun olarak yürütülmesi ve izlenmesinde yetkili ve sorumlu olan sanık valinin, ildeki yatırımlara finans temin etmek amacıyla ve kontenjanın artırılacağı varsayımı ile etkin eylemleriyle kota üzerinde ithalat uygunluk belgelerini imzalatmak ve kontenjan fazlası motorin ithalatına yol açmak suretiyle görevde yetkisini kötüye kullandığı, eyleminin TCY’NIN 240. maddesinde tanımlanan görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, ancak sanığın eylemini ildeki yatırımlara finans temin etme kamusal yararını gözeterek gerçekleştirmesi ve kişisel bir çıkar elde etmemesi etkenleri dikkate alınarak hakkında aynı maddenin ikinci cümlesinin uygulanması gerektiği, dolayısıyla bu yönüyle Özel Daire kabul ve uygulamasının isabetli olduğu anlaşılmaktadır. Ancak; Sanığa yüklenen görevi kötüye kullanma suçu, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCY’NIN 240. maddesinde tanımlanarak yaptırım altına alınmış ise de; bu suç hükümden sonra 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’NIN 257. maddesinde, öncekinden farklı olarak “kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olma ya da kişilere haksız bir kazanç sağlama” unsurları da eklenmek suretiyle yeniden düzenlenmiştir. Sanıktan sonra Ağrı iline Vali olarak atanan T. Cumhur Ersoy tarafından, İçişleri Bakanlığına gönderilen 4.11.1999 tarihli yazıda; “Son iki yıl içerisinde valilikçe sınır ticareti yoluyla elde edilen gelirlerin büyük ölçüde yatırıma ayrıldığı, Sınır ticaretinden sağlanan gelirlerle; 442 kişiye iş imkanı sağlandığı, terör nedeniyle zarar görenlere 308 milyar ödeme yapıldığı, Havaalanı, Et Kombinesi, Süt Fabrikası, Vilayet Evi, Halk Eğitim Merkezi Binası, Ağrı Şehir Stadyumuna Tribün, İhata Duvarı ve Tartan Pist yapımı, Doğubayazıt İlçesinde Çim Saha ve Eğitim Tesisi, Diyadin İlçesi Jeotermal Enerji Kaynağı ve Kaplıcalar, Diyadin Termal Otel ve Rehabilitasyon Merkezi, Sıvılaştırılmış Karbondioksit ve Kurubuz Tesisi, Jeotermal Enerji ile Seracılık ve Kültür Balıkçılığı, Eleşkirt Kayak Tesisleri, Eleşkirt ve Patnos Küçük Sanayi Siteleri, Ağrı Devlet Hastanesi, Kamp Eğitim Merkezinin Modernizasyonu, Yumurta Tavukçuluğu, Köye Geri Dönüş Projesi ve diğer faaliyetlerden oluşan alanlarda yaklaşık 30.000.000.-$ ( 15 trilyon TL ) harcandığı, yatırımlarda sınır ticareti konusunda iyimser tahminlerde bulunulması, bir ölçüde hesapsız, plansız ve programsız davranılması nedeniyle valiliğin ödeme planında yaklaşık 3.000.000.000.000. ( üç trilyon ) TL tutarında açık bulunduğu, yapılan sözleşmelerin büyük bölümünde geri dönüş imkanı bulunmadığı, ayrıca bu yatırımların bitirilmesinin ilin ekonomik ve sosyal geleceği bakımından hayati öneme haiz olduğu, yatırımların gerçekleşmemesi veya yarım kalması halinde yaşanan ekonomik canlanmanın tersine döneceği, bütün uğraşılara rağmen yeterli kaynak temin edilememesi halinde, Valilikçe yapılan sözleşmeler ve buna bağlı olarak verilen taahhütlerin karşılanamayacağı, bu durumun Valilik ve dolayısıyla Devletin vatandaşlar ve alacaklılar nezdindeki onuru, ciddiyeti ve güvenilirliği açısından telafisi mümkün olmayacak zararlara yol açacağı, sorunun çözümünün tek kaynağının sınır ticareti ve bu ticaretten Valiliğe alınan fon olduğu, bu nedenle 1999 yılı için ilave 100.000 ton motorin ithal izni verilmesi ve ayrıca Valiliğin içinde bulunduğu ekonomik durum dikkate alınarak, 2000 yılı için bu miktarın 250.000 tona çıkarılması gerektiğinin” bildirilmesi ve bu bildirim üzerine, sanık hakkında yargı sürecinin başladığı dikkate alınarak, 5237 sayılı Yasanın 257. maddesindeki unsurların gerçekleşip gerçekleşmediğinin yargılamayı yapan Özel Dairece yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Şöyleki; 765 sayılı Yasanın 240. maddesindeki suçun oluşumu için, memurun yasa veya diğer hukuk normlarıyla kendisine tanınan yetkileri, normların gösterdiği yöntem ve usullere aykırı olarak kullanması, suçun oluşumu için yeterli görülmekte iken; 5237 sayılı Yasanın 257. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, sadece norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, “kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması” gerekmektedir. Nitekim bu husus madde gerekçesinde; “Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması halinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması halinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.” şeklinde vurgulanmış, Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen 16.6.2005 gün ve 2/28 sayılı kararda da benzer şekilde; TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için “kamu görevlisinin görev gereklerine aykırı hareket ederek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlaması gerekmektedir. Suçun oluşabilmesi için bu iki unsurun birlikte gerçekleşmesi gereklidir.” görüşü belirtilmiştir. Somut olayda, kişilerin mağduriyetine neden olunduğu veya kişilere haksız bir kazanç sağlandığı konusunda bir belirleme bulunmadığından, madde gerekçesinde “ekonomik bir zarar olduğu” vurgulanan, 5018 sayılı “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu”nun 71. maddesinde ise; mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan, kamu zararının, somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması, aşılan kontenjan miktarının yatırımların finansmanına harcanması ve bu amaçla fazla motorin ithal uygunluk belgelerinin verilmesi, bölgede bir çok yatırımın buradan sağlanan gelirlerle gerçekleştirildiği olguları birlikte değerlendirildiğinde, gerekliliğin ötesinde bir zorunluluk arzetmektedir.Yukarıda açıklandığı üzere; önceki yasal düzenlemede bulunmayan bu unsurların tartışılarak tanımlanması ve “mağduriyet, kamu zararı veya haksız kazanç sağlama” öğelerinin nitelik nicelik ve boyutlarının öncelikle, olay yargılaması yaparak hükmü veren Yargıtay 4. Ceza Dairesince ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Özel Dairece bu konuda yasa henüz yürürlüğe girmeden bir değerlendirme yapılmış ise de, yargı mercileri ancak yürürlükte bulunan yasalara göre hüküm tesis etmek zorunda bulunduklarından, bu değerlendirmeyi yürürlüğe girmiş bir yasanın tahlili saymaya ve ona itibar etmeye yasal olanak bulunmamaktadır. Bu itibarla, sanığın temyiz itirazının bu nedenle kabulü ile, mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım kurul üyeleri, kontenjanın aşıldığının net olarak saptanamaması, şüphe sanık lehine yorumlanır evrensel hukuk ilkesi uyarınca ve ayrıca sanığın kasıtlı olarak kontenjan miktarının aşılmasına neden olduğu yönünde kanıt bulunmaması nedeniyle beraatine karar verilmesi gerektiği görüşüyle, Özel Daire hükmünün bozulması yönünde; Bir kısım kurul üyeleri ise yapılan yargılama sonucunda, önceki CGK. Kararında da açıklandığı üzere sanığın kontenjandan fazla motorin ithal uygunluk belgelerinin verilmesini sağlamak suretiyle, görevde yetkisini kötüye kullandığının saptandığı, Özel Daire kabulünde ve uygulamasında bir isabetsizlik bulunmadığı, 5237 sayılı Yasanın 257. maddesi ile getirilen düzenlemenin de sanık lehine bulunmadığı görüşüyle, Özel Daire hükmünün onanması yönünde; Karşı oy kullanmışlardır.

  SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

               1- Suç tarihinde yürürlükte bulunan TCY’nın 240/2. maddesi uyarınca verilen hükmün isabetli olduğuna,

              2- 5237 sayılı Yasanın 7/2 ve 257. maddeleri kapsamında değerlendirme yapmak üzere Yargıtay 4.Ceza Dairesinin 17.02.2005 gün ve 15-6 sayılı hükmünün BOZULMASINA,

              3- Dosyanın Yargıtay 4.Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine,

            4- İlk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, ( 1 ) nolu neden yönünden 19.07.2005 günü yapılan ikinci, ( 2 ) nolu neden yönünden ise 20.09.2005 tarihinde yapılan üçüncü müzakerelerde tebliğnamedeki düşünceye kısmen aykırı olarak oyçokluğuyla karar verildi.

  Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2004/4-27K. 2004/53,T. 24.02.2004

 • İŞÇİNİN MEMUR OLARAK ATANMASI ( Belediyede Çalışanlarını Vekaleten – Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma Suçunun Tüm Öğelerinin Oluşacağı )

• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Belediye Başkanı Olan Sanığın İş Kanununa Tabi İşçi Statüsündeki Belediye Personelini Memur Olarak Ataması )

• BELEDİYE BAŞKANININ İŞÇİ STATÜSÜNDEKİ PERSONELİNİ MEMUR OLARAK ATAMASI ( Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma Suçunun Tüm Öğelerinin Oluşacağı )

• MEMUR OLARAK İŞÇİNİN ATANMASI ( Belediye Başkanınca İş Kanununa Tabi Belediye Personelinin – Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma Suçunun Tüm Öğelerinin Oluşacağı )

• KAMU GÖREVİ ( Daire Başkanlığı ve Müdürlük Kadrolarına İşçi Statüsündeki Çalışanların Vekaleten Atanması – Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma Suçu )

 ÖZET : Mevcut yasal düzenleme ve yargısal kararlar karşısında, memurlar ya da sözleşmeli personel eliyle yürütülmesi gereken asli ve sürekli kamu görevi niteliğindeki Daire Başkanlığı ve Müdürlük kadrolarına işçi statüsündeki çalışanların vekaleten de olsa atanması olanaksızdır.Sanığa yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu ise, TCY.’nın 240. maddesinde tanımlanmış olup, aynı yasanın 279. maddesi uyarınca memur sıfatını haiz olan kişinin kasten yasada yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka surette yapması veya yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapmasıdır.Yukarıdaki açıklamalar ışığında, sanığın hizmet süresi ve statüsü gereği atama koşullarını taşımadığı anlaşılan belediye çalışanlarını, konuyla ilgili yasal düzenlemelerde öngörülen biçim ve yönteme aykırı olarak vekaleten atamak suretiyle yetkisini yasalara aykırı biçimde kullandığından, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunun tüm öğeleri oluşmuştur.

  DAVA : Zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanma suçundan sanık BK.’nun TCY.’nın 240/l, 80, 59/2, 647 sayılı Yasa’nın 4, 5 ve 6. maddeleri uyarınca 2.756.194.000 lira ağır para cezası ve 2 ay 27 gün memuriyetten yoksun bırakma cezası ile cezalandırılmasına, para cezasının taksitlendirilmesine, cezalarının ertelenmesine ilişkin Yargıtay 4. Ceza Dairesinden verilen 20.11.2003 gün ve 25-49 sayılı hükmün sanık vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR : A. Büyükşehir Belediye Başkanı olan sanığın 1999 ve 2000 yılı içinde çeşitli tarihlerde, İş Kanununa tabi işçi statüsündeki Belediye personelinden B.Ş.yi Satınalma ve İhale Şube Müdürlüğü, Y.A.yı Koruma Şube Müdürlüğü, R.Ş.yi Spor Şube Müdürlüğü, Z.Y.yi Personel Şube Müdürlüğü, Ü.Ş.yi Toptancı Hal Daire Başkanlığı ve M.K.yi Temizlik İşleri Müdürlüğü görevlerine atadığı, bunlardan M.K.nin 31.1.2002 tarihinde, Ü.Ş.nin ise 12.6.2000 tarihinde bu görevlerinden ayrıldıkları, diğer kişilerin ise 24.9.2002 tarihi itibariyle görevlerini sürdürdükleri, sanığın ikrarı, ön inceleme raporu, tutanaklar, Belediye Başkanlığının yazıları ve dosyadaki diğer kanıtlardan anlaşılmaktadır.Konu ile ilgili hukuki düzenlemeler kısaca incelenecek olursa;Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkeleri düzenleyen 128. maddesinde: “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülür.”657 sayılı Devlet Memurları Yasasının 4/A maddesinde; “mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzelkişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenler, bu Kanun’un uygulanmasında memur sayılır.” hükümlerine yer verilerek, bu yasa hükümlerinin belediyelerde çalışan memurlar hakkında da uygulanacağı hükme bağlanmış, vekalet görevinin koşulları ise Devlet Memurları Yasası’nın 86. maddesinde düzenlenmiştir.190 sayılı Genel Kadro Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5. maddesi uyarınca, belediyelerin 657 sayılı Yasa kapsamındaki memur kadrolarının Bakanlar Kurulu kararıyla ihdas edilmesi, bu kadrolara atama yapılması, belediyeden maaş ödenmesi, asli ve sürekli kamu hizmeti ifa edilmesi gibi hususlar nazara alındığında somut olayda atama yapılan müdürlük ve daire başkanlığı görevlerinin sadece memurlar eliyle yürütülebileceği anlaşılmaktadır. Nitekim İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü de 14.11.1994 gün ve 1568 sayılı genelgesi ile, belediyelerde memurlar eliyle yürütülmesi gereken bazı birim başkanlıklarının işçi statüsündeki personel tarafından yürütülmesinin mümkün olmadığını belirterek belediyeleri uyarmıştır.Yine, Danıştay 3. Dairesinin 2.11.1977 gün ve 1117-1035 sayılı kararında: “Bir görevin vekaleten yürütülmesi halinde görevin gerekleri ve nitelikleri değişmeyeceği ve bu itibarla görevi vekaleten yürütecek olanlar asıl memurun tüm yetkilerini haiz olacağından, asilde aranacak şartların vekilde de bulunmasının zorunlu olduğu” belirtilmektedir.Kaldı ki, aksi yoldaki bir uygulama, Devlet Memurları Yasası’nın memurlar yönünden bazı koşulları öngören ve uyulmasında zorunluluk bulunan hükümlerinin başka amaçlarla aşılması sonucunu da doğurabilir.Somut olayda, mevcut yasal düzenleme ve yargısal kararlar karşısında, memurlar ya da sözleşmeli personel eliyle yürütülmesi gereken asli ve sürekli kamu görevi niteliğindeki Daire Başkanlığı ve Müdürlük kadrolarına işçi statüsündeki çalışanların vekaleten de olsa atanması olanaksızdır.Sanığa yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu ise, TCY’nın 240. maddesinde tanımlanmış olup, aynı yasanın 279. maddesi uyarınca memur sıfatını haiz olan kişinin kasten yasada yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka surette yapması veya yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapmasıdır.Yukarıdaki açıklamalar ışığında, sanığın hizmet süresi ve statüsü gereği atama koşullarını taşımadığı anlaşılan belediye çalışanlarını, konuyla ilgili yasal düzenlemelerde öngörülen biçim ve yönteme aykırı olarak vekaleten atamak suretiyle yetkisini yasalara aykırı biçimde kullandığından, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunun tüm öğeleri oluşmuştur.

Bu itibarla, yasa ve usule uygun bulunan mahkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, sanık vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmediğinden usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 20.11.2003 gün ve 25-49 sayılı hükmünün ONANMASINA, 24.02.2004 günü oybirliği ile karar verildi.

  Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Esas: 2004/4-2,Karar: 2004/18,Tarih. 27.01.2004

 • GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Valinin Şartlı Yapılan Bağışları Yakacak Maddelerinden Elde Edilen Gelirleri Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfına Ait Paraları Vali Konağı Onarım Ve Tefrişinde Usulsüz Harcaması )

• ZİNCİRLEME ŞEKLİNDE GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMA ( Valinin Yapılan Bağışları Yakacaklardan Elde Edilen Gelirleri Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfına Ait Paraları Vali Konağı Onarımında Usulsüz Harcamaları Bir Çok Kez Yapması )

• ŞARTLI SALIVERME ( Yürütülmekte Olan Bir Davanın Çıkan Şartla Salıverme Kanunu Mucibince Kesin Hükme Bağlanmasının Ertelenmesinin Gerekmesi )

• KESİN HÜKME BAĞLANMASININ ERTELENMESİ ( Yürütülmekte Olan Bir Davanın Çıkan Şartla Salıverme Kanunu Mucibince Kesin Hükme Bağlanmasının Ertelenmesinin Gerekmesi )

• KAZANILMIŞ HAK ( Şartla Salıverme Kanununa Göre Sanık Lehine Kesin Hükme Bağlanmanın Ertelenmesine İlişkin Verilen Kararın Bu Hükmün İptali Halinde Kazanılmış Hak Sayılmasının Gerekmesi )

   ÖZET : Sanığın yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile hakkında 23 Nisan 1999 tarihinden önce işlediği iddia olunan eylemler nedeniyle görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan dolayı açılmış bulunan kamu Davalarının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi yerine, sanığın 27.6.2002 günlü dilekçesindeki ibarelere yanlış anlam vererek, yargılamayı sürdürmek suretiyle, sanığın zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan mahkumiyetine, verilen cezaların 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4758 sayılı Yasa ile değişik 4. bendi uyarınca ceza zamanaşımı süresince ertelenmesine ilişkin Yargıtay 4.Ceza Dairesi kararının diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

DAVA : Zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan sanık Osman Acar’ın 1997 ve 1998 yıllarında gerçekleştirdiği eylemleri nedeniyle TCY’nın 240/2, 80, 59 ve 647 sayılı Yasanın 4. ve TCY’nın 72. maddeleri uyarınca sonuç olarak 2.352.000 lira ağır para cezası ve 2 ay 27 gün süreyle memuriyetten yoksun kılınma cezalarıyla cezalandırılmasına, 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4758 sayılı Yasa ile değişik 4. bendi uyarınca verilen cezaların ceza zamanaşımı süresince ertelenmesine ilişkin Yargıtay 4. Ceza Dairesinden verilen 13.11.2003 gün ve 36-46 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

  KARAR : Danıştay 2. Dairesinin 21.12.2000 gün ve 3851-4275 sayılı kararı ile, suç tarihi 1998 ve 1999 yılları olarak gösterilmek suretiyle, sanığın Siirt Valisi olarak görev yaptığı dönemde,

               “1-Toplumsal Kalkınma Projesi için vatandaşlarca şartlı bağış niteliğinde gönderilen paraları, bağış yapanlarca açıklanan amaçlar dışında ve herhangi bir harcama belgesine dayanmadan kendisi ve yakınları için harcadığı,

               2-İl Odun Kömür Dağıtım Komisyonunca resmi kurumlara temin edilen yakacak maddelerinden elde edilen gelirleri, usulsüz olarak kendisi ve yakınları için harcadığı,

              3-Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına ait paraları Yasada belirlenen amaçlar dışında kendisi için harcadığı,

              4-Vali Konağı onarım ve tefrişi ile tüketim maddelerinde Başbakanlık Tasarruf Tedbirleri Genelgelerine aykırı olarak ve keyfi harcamalar yaptığı” iddiası ve ilk üç maddedeki eylemleri nedeniyle görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan TCK’nun 240 ıncı maddesi, 4 üncü maddedeki eylemi nedeniyle de görevi savsama suçundan TCK’nun 230 uncu maddesi uyarınca yargılanmasının gerekliliğine” karar verilmiş, sanığın başvurusu üzerine bu karar Danıştay İdari İşler Kurulunca onanmıştır. Birinci derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan ilgili Yargıtay Ceza Dairesi, sanığın süresi içinde verdiği 27.6.2002 günlü dilekçe ile, hakkında 4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasa ile değişik hükümlerinin uygulanmasını istediğinden bahisle yargılamayı sürdürüp sonuçlandırarak, sanığın; Vali Konağının onarım tefriş ve harcamalarında Başbakanlık Tasarruf Tedbirlerine aykırı hareket etmek ve keyfi harcamalarda bulunmak eyleminden dolayı üzerine atılı suçun öğeleri oluşmadığından beraatine, Diğer üç suçlama ile ilgili olarak, 23 Nisan 1999 tarihinden sonraki eylemleri yönünden beraatine, Yine bu üç suçlama ile ilgili olarak;

                   a ) Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına Ait Paraları b ) Toplumsal Kalkınma Projesi ( TOKAP ) adı altında yapılan çalışmalarda muhtelif yerlerden gönderilen bağışları c ) Odun Kömür Dağıtım komisyonunun sağladığı gelirleri, Usulsüz, kayıtsız ve amacı dışında kullandığı, böylece görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunu işlediği, bu eylemleri 1997 ve 1998 yıllarında zincirleme biçimde sürdürdüğü, usulsüz ve kayıtsız harcamaların bir bölümünün eğitim amaçlı, bir kısmının terör bölgesinde koruma gereksiniminden kaynaklandığı gerekçesiyle, sanığın zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan TCY’nın 240/2, 80, 59 ve 647 sayılı Yasanın 4. ve TCY’nın 72. maddeleri uyarınca sonuç olarak 2.352.000 lira ağır para cezası ve 2 ay 27 gün memuriyetten yoksun kılınma cezalarıyla cezalandırılmasına, 4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasa ile değişik 1. maddesinin 4. bendi uyarınca verilen cezaların ceza zamanaşımı süresince ertelenmesine, karar vermiştir. Mahkumiyete yönelik hükmü temyiz eden sanık dilekçesinde; hakkındaki suçlamaların gerekçeli kararda da ifade edildiği gibi 1997 ve 1998 yılları arasındaki göreviyle ilgili bulunduğunu, bu tarihlerin 4616 sayılı Yasada öngörülen 23 Nisan 1999 tarihinden öncesine rastladığını, bu durumda hakkındaki davanın açılmaması veya Mahkemece hükme bağlanmadan ertelenmesi gerektiğini, anılan Yasadan yararlanmak için dilekçe vermesine karşın dava açılıp hükme bağlandığını, soruşturmaya devam edilmesi yolunda bir talebinin bulunmadığını ileri sürdüğünden, bu husus öncelikle Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27/1. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. 22.12.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4. bendi ile, 23 Nisan 1999 tarihinden önce işlenen bir kısım suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi mutlak bir zorunluluk olarak öngörülmüş, 5. bendinde ise Yasanın kapsamına girmeyen suçlar sayılmıştır. Sanığa yüklenen ve TCY’nın 240. maddesinde düzenlenmiş bulunan görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu da, sözü edilen 5. bendin ( a ) alt bendinde kapsam dışı suçlar arasında gösterilmiştir. Bu nedenle, yürürlüğe girdiği tarihte anılan Yasadan yararlanma olanağı bulunmayan sanık, hakkındaki lüzumu muhakeme kararına karşı 2.3.2001 günlü dilekçe ile Danıştay İdari İşler Kurulu nezdinde itirazda bulunmuştur. Henüz bu itiraz görüşülmeden Anayasa Mahkemesi 27.10.2001 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 18.7.2001 gün ve 332-4 sayılı kararıyla, 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 5. bendinin ( a ) alt bendinin TCY’nın 240. maddesi yönünden Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, ayrıca 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4. bendinin de Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, ancak iptal edilen 4. bentteki kuralın doğuracağı hukuki boşluk kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, bu bende yönelik iptal hükmünün kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Böylelikle yargılama konusu görevi kötüye kullanma suçu, henüz Danıştay İdari İşler Kurulunda sanığın itirazı görüşülmeden önce 4616 sayılı Yasa kapsamına dahil hale gelmiş, ayrıca 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin, davaların açılmasının ve görülmekte olan davaların kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine olanak sağlayan 4. bendine yönelik iptal hükmü 27.4.2002 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş, ancak bu tarihe kadar yeni bir yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle 4. bent yönünden bir yasal boşluk doğmuştur. Bu aşamada sanık 7.5.2002 günlü ek itiraz dilekçesi vererek, “lüzumu muhakeme kararında yargılamaya konu edilen 1, 2, 3 ve 4 nolu eylemlerin 23 Nisan 1999 tarihinden öncesine ait olması nedeniyle 4616 sayılı Yasa kapsamına girdiğini, sadece fezlekenin 8. sayfasında yer alan 3-4 ve 5. paragraflardaki TOKAP projesine ilişkin suçlamalar ile, yine fezlekenin 8. sayfasının 6,7 ve 8. paragraflarında yer alan Siirt ili Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfınca yapılan bir ödemeye ilişkin suçlamaların 23 Nisan 1999 tarihinden sonrasına ait olduğunu, bu nedenle anılan suçlamalar 4616 sayılı Yasa kapsamı dışında kaldığından Danıştay İdari İşler Kurulunca bu konularda karar verilmesi gerektiğini, bu hususlarla ilgili olarak ise önceki dilekçesinde savunma yaptığını” belirtmiştir. Bilahare 23.5.2002 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4758 sayılı Yasanın 1. maddesi ile yasal boşluk giderilmiş ve 4616 Sayılı Yasanın 1. maddesinin 4. bendi yeniden düzenlenmiştir. Söz konusu bentte; “23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsi hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, her bir suçun dava zamanaşımı süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Erteleme konusu suçun dava zamanaşımı süresi içinde bu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Bu süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz; açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir. Bu bentle ilgili olarak bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde dosyanın bulunduğu yargı merciine başvurmak suretiyle soruşturmaya veya davaya devam edilmesini istediklerini bildirenler hakkında soruşturma veya davaya devam olunur. Mahkumiyet halinde verilen ceza, dava zamanaşımı süresince ertelenir. Bu süre için erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde ertelenen ceza da infaz edilir. Aynı süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, mahkumiyet vaki olmamış sayılır” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere bu bentte, 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsi hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi mutlak bir zorunluluk olarak öngörülmüştür. Bunun tek istisnası ise bendin üçüncü paragrafında belirtilmiştir. Buna göre, ancak Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde dosyanın bulunduğu yargı merciine başvurarak soruşturmaya ve davaya devam edilmesini istediklerini bildirenler hakkında soruşturmaya veya davaya devam olunacaktır. Sanık, bu yasal değişiklikten sonra Danıştay İdari İşler Kurulu Başkanlığına hitaben yazdığı 27 Haziran 2002 tarihli dilekçesinde, “Danıştay İdari İşler Kurulunda görüşülmek üzere bekleyen Esas 2001/110 sayılı dosyama ilişkin olarak; 23 Mayıs 2002 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 21.5.2002 gün ve 4758 sayılı Yasanın getirdiği imkandan yararlanmak istiyorum. Bu nedenle dosyada yer alan suçlamalardan, 23 Nisan 1999 tarihinden önce cereyan eden olaylara ilişkin olarak, hakkımda şartla salıverilme ve dava ve cezaların ertelenmesine ilişkin 4616 sayılı yasanın uygulanmasını ve hakkımda sadece 23 Nisan 1999 tarihinden sonra cereyan eden olaylara ilişkin karar verilmesini arz ederim” diyerek isteğini dile getirmiş, Danıştay İdari İşler Kurulu ise, 2.10.2002 gün ve 110-87 sayı ile; “sanığın eylemlerinin 23 Nisan 1999 tarihinden sonra temadi ettiği” gerekçesiyle 4616 sayılı Yasanın uygulanamayacağını belirterek, bu istemi reddetmiştir. Sanığın 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4758 sayılı Yasa ile değişik 4. bendinin 3. paragrafında belirtilen süre ve biçimde, yargılama mercilerine başvurarak, davaya devam edilmesi yolunda bir istekte bulunmadığı anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere sanığın 27.6.2002 günlü dilekçesindeki istemi, suç tarihi ve diğer koşulları yönünden 4616 sayılı kapsamındaki eylemleri nedeniyle soruşturmaya ve davaya devam edilmesini sağlamaya yönelik olmayıp, aksine 4616 sayılı Yasa kapsamındaki suçları yönünden bu Yasanın 1. maddesinin 4758 sayılı Yasa ile değişik 4. bendinin 1. paragraf hükümlerinin uygulanması ve hakkında dava açılmasının ertelenmesi amacına yöneliktir. Dilekçe içeriğinde salt 4758 sayılı Yasadan söz edilmesi, istemin davanın devamını sağlamaya yönelik olduğunu göstermez. Kaldı ki, 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine olanak sağlayan 4. bendi iptal edildiği ve anılan bent 4758 sayılı Yasa ile yeniden düzenlenerek ertelemeye ilişkin hükümler getirildiğinden, sanığın gerek davanın ertelenmesi gerekse davaya devam edilmesi yolunda istemde bulunurken 4758 sayılı Yasayı dayanak olarak göstermesi zorunludur. Öte yandan, hükümden sonra Anayasa Mahkemesinin 17 Aralık 2003 gün ve 25319 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 15.10.2003 gün ve 84-89 sayılı kararı ile; 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4758 sayılı Yasa ile yeniden düzenlenen 4. bendinin 1. paragrafının, “… haklarında … son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş…”ler yönünden Anayasaya aykırı olduğu belirtilerek iptaline karar verilmiş ise de, Anayasanın 153. maddesi uyarınca “iptal kararları geriye yürümeyeceği”nden, kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine olanak sağlaması nedeniyle esasen fail lehine bir düzenleme olan 4616 sayılı Yasadaki kuralın, TCY’nın 2. maddesi uyarınca kazanılmış hak oluşturacağında kuşku bulunmamaktadır.     Sanığın yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile hakkında 23 Nisan 1999 tarihinden önce işlediği iddia olunan eylemler nedeniyle görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan dolayı açılmış bulunan kamu davalarının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi yerine, sanığın 27.6.2002 günlü dilekçesindeki ibarelere yanlış anlam vererek, yargılamayı sürdürmek suretiyle, sanığın zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan mahkumiyetine, verilen cezaların 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4758 sayılı Yasa ile değişik 4. bendi uyarınca ceza zamanaşımı süresince ertelenmesine ilişkin Yargıtay 4.Ceza Dairesi kararının diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir. Kabule göre de; 4616 sayılı Yasanın 1. maddesinin 4758 sayılı Yasa ile değişik 4. bendinin 3. paragrafında; “… Mahkumiyet halinde verilen ceza, dava zamanaşımı süresince ertelenir” hükmü bulunduğu halde, sanığın mahkumiyetinin “ceza zamanaşımı süresince” ertelenmesine karar verilmesi de yasaya aykırıdır.

              SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, sanığın temyiz itirazının kabulü ile Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 13.11.2003 gün ve 36-46 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın Özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 27.01.2004 günü oybirliği ile karar verildi.

 Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2004/4-169,K. 2004/197,T. 12.10.2004

 • KAYMAKAMIN İŞLEDİĞİ GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU ( Soruşturma İzni Verme Yetkisinin Kaymakamın Görevli Olduğu İlçenin Bağlı Olduğu İlin Valisine Ait Olması )

• VALİNİN SORUŞTURMA İZNİ VERME YETKİSİ ( Kaymakamın İşlediği Görevi Kötüye Kullanmak Suçundan Dolayı )

• SORUŞTURMA İZNİ VERME YETKİSİNİN VALİYE AİT OLMASI ( Kaymakamın İşlediği Görevi Kötüye Kullanmak Suçundan Dolayı )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK SUÇU ( Kaymakam Hakkında Soruşturma İzni Verme Yetkisinin Görev Yaptığı İlçenin Bağlı Olduğu İlin Valisine Ait Olması)

 ÖZET : Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, suç tarihinde B. Kaymakamı olarak görevli bulunan sanık hakkında görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan dolayı 4483 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi uyarınca soruşturma izni verme yetkisinin, sanığın görev yaptığı İl’in Valisine mi, yoksa İçişleri Bakanına mı ait olduğuna ilişkindir. 4483 sayılı kanunun 3’üncü maddesinin ( b ) bendinde; ilde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında valinin soruşturma izni vermeye yetkili olduğu belirtilmektedir. O halde, ilçe memurlarından olup, idari ve hiyerarşik yönden ile bağlı olarak çalışan ilçe kaymakamları hakkında soruşturma izni vermeye yetkili merci, anılan bent hükmü uyarınca, görevli bulundukları ilçenin idari yönden bağlı bulunduğu il valisidir.

 DAVA : Zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan sanık K.O.nün beraatine ilişkin İ.7. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 27.2.2003 gün ve 270-50 sayılı hüküm C. Savcısı tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 03.05.2004 gün ve 16660-5665 sayı ile; “Suç tarihinde B. Kaymakamı olan sanık hakkında görevi nedeniyle işlediği eylemlerden yargılanabilmesi için 4483 sayılı Yasanın 3/d maddesi uyarınca alınması gerekli izni vermeye suç tarihindeki görevi gözetilerek en üst amir olan İçişleri Bakanı’nın yetkili bulunduğu düşünülmeden İ. Valiliğinin soruşturma iznine dayanılarak dava açılmak suretiyle yargılama yapılması” isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin ve oyçokluğu ile bozulmuştur. Yargıtay C. Başsavcılığı 19.7.2004 gün ve 55440 sayı ile; “Adı geçen hakkında yapılan ön inceleme sonunda, i. Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 21.12.2001 tarih ve 2001/134 sayılı kararıyla yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçuna konu eylemleri nedeniyle vali tarafından soruşturma izni verilmiştir.4483 sayılı Yasanın “izin vermeye yetkili merciler” başlığını taşıyan 3. maddesinin ( d ) bendinde “Başbakanlık ve bakanlıkların merkez ve bağlı veya ilgili kuruluşlarında görev yapan diğer memur ve kamu görevlileri hakkında, o kuruluşun en üst idari amiri”nin; ( e ) bendinde “Bakanlar Kurulu kararıyla veya bakanlıkların merkez teşkilatında görevli olup ortak kararla atanan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında ilgili bakanın, Başbakanlık merkez teşkilatının aynı durumdaki personeli hakkında Başbakanın; ( b ) bendinde “ilde ve merkez ilçede, görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri” ile G ) bendinde “köy ve mahalle muhtarları ile bu kanun kapsamına giren diğer memurlar ve kamu görevlileri” hakkında ilçelerde kaymakam, merkez ilçede vali”nin izin vermeye yetkili bulunduğu düzenlenmiştir. 5442 sayılı İl İdaresi Yasasının 29. maddesine göre “İçişleri Bakanlığı Müdürler Encümeninin intihabı ve Bakanın tasvibi üzerine müşterek karar ve Cumhurbaşkanının tasdikiyle tayin olunur” denilen kaymakamların, 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Yasaya ekli 2 sayılı cetvel uyarınca da ortak kararla atanan görevlilerden bulunduğundan ve sözü edilen Yasanın 3. maddesinin ( d ) ve ( e ) bendinde sayılan görevlerde bulunması halinde en üst idari amirin ya da Başbakanın soruşturma iznine bağlı olduklarında kuşku yoktur. Yasa koyucu, sanığın durumunda olup, sayılan haller dışındaki ortak kararla atanan görevlilere ilişkin özel ve genel kurallardan ayrık bir düzenleme getirmemiş, bulundukları idari ya da hiyerarşik konuma göre izin merciinin belirlenmesini öngörmüştür. Bu nedenle kaymakam 4483 sayılı Yasanın 3. maddesinin ( b ) ve u ) bentleri kapsamında, valinin soruşturma iznine bağlı kılınan görevlilerden bulunmaktadır. Nitekim, 4483 sayılı Yasanın 3. maddesinin gerekçesinde de, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin atama biçimi ile idari yapımızdaki hiyerarşi dikkate alınmak suretiyle izin vermeye yetkili mercilerin gösterildiği belirtilmiştir. Açıklanan nedenlerle, suç tarihinde, 4483 sayılı Yasanın 3. maddesinin ( d ) bendinde sayılan, ortak kararla atanıp, Başbakanlık ve bakanlıkların merkez ve bağlı veya ilgili kuruluşlarındaki görevlilerden bulunmayan B. Kaymakamı sanık hakkında, 4483 sayılı Yasanın 3. maddesinin ( b ) ve u ) bentleri uyarınca yetkili kılınan vali tarafından verilen izin Yasaya uygun bulunmaktadır.” görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak Özel Daire kararının kaldırılmasına, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR : İnceleme konusu olayda;  Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, suç tarihinde B. Kaymakamı olarak görevli bulunan sanık hakkında görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan dolayı 4483 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi uyarınca soruşturma izni verme yetkisinin sanığın görev yaptığı İl’in Valisine mi yoksa İçişleri Bakanına mı ait olduğuna ilişkindir. Konuya ilişkin yasal düzenlemeler incelendiğinde; Anayasamızın 129 uncu maddesinin 6 ncı fıkrasında, “memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılmasının, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlı” olduğu belirtilmektedir. Anayasal norm doğrultusunda çıkartılan 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinde de, memurlar. ve diğer kamu görevlileri hakkında soruşturma izni vermeye yetkili merciler gösterilmiştir. Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere, izin vermeye yetkili mercilerin belirlenmesindeki kıstas, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin atama biçimi ile idari yapımızdaki hiyerarşidir. Bozma kararında yasal dayanak olarak gösterilen 4483 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin ( d ) bendinde; Başbakanlık ve bakanlıkların merkez ve bağlı veya ilgili kuruluşlarında görev yapan memur ve kamu görevlileri hakkında o kuruluşun en üst idari amirinin soruşturma izni vermeye yetkili olduğu belirtilmektedir. 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanunun 10 ve 11 inci maddelerinde bakanlıkların bağlı ve ilgili kuruluşları hakkında hükümler bulunduğu gibi, kuruluşların özel kanunlarında da o kuruluşun hangi bakanlığa bağlı olduğu yolunda hükümler bulunmaktadır. Örneğin; Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Sağlık Bakanlığının, Atom Enerjisi Kurumu Başbakanlığın bağlı kuruluşlarındandır. B. Kaymakamının ise, maddede sayılan yerlerde görevli bulunan memur veya diğer kamu görevlilerinden olmadığı açıktır. Öte yandan 3 üncü maddenin, sonradan 17.07.2004 tarih ve 5232 sayılı Kanunla değiştirilmiş olan ( e ) bendinin suç ve iznin verildiği tarihte yürürlükte bulunan biçiminde; Bakanlar Kurulu kararıyla veya bakanlıkların merkez teşkilatında görevli olup ortak kararla atanan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında ilgili bakan, Başbakanlık merkez teşkilatının aynı durumdaki personeli hakkında ise Başbakanın soruşturma izni vermeye yetkili bulundukları belirtilmekteydi. Kaymakamlar ise, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 29 uncu maddesi uyarınca, İçişleri Bakanlığı Müdürler Encümeninin intihabı ve Bakanın tasvibi üzerine müşterek karar ve Cumhur-başkanının tasvibi ile. atanırlar. Yine 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanuna ekli 2 sayılı cetvelde de kaymakamların ortak kararla atanan memurlardan oldukları belirtilmektedir. Ancak, 4483 sayılı Kanunun 3/d madde ve bendindeki düzenlemeden de açıkça anlaşılacağı üzere, ortak kararla atanan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında soruşturma izni vermeye yetkili merci, bu kişilerin bakanlıkların merkez teşkilatında görevli olmaları halinde ilgili bakan, Başbakanlık merkez teşkilatında görevli olmaları halindeyse Başbakan ‘dır. Bunların, ilgili bakanlık veya Başbakanlık merkez teşkilatında görevli olmamaları durumunda ise, haklarında izin vermeye yetkili merci, bulundukları idari veya hiyerarşik konuma göre belirlenecektir. O halde, bakanlık veya Başbakanlık merkez teşkilatında görevli bulunmayan ilçe kaymakamları yönünden bu bendin uygulanması olanağı da bulunmamaktadır. Öte yandan, 4483 sayılı Kanunun 3. maddesinin ( b) bendinde; İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında valinin soruşturma izni vermeye yetkili olduğu belirtilmektedir. O halde, ilçe memurlarından olup, idari ve hiyerarşik yönden il’e bağlı olarak çalışan ilçe kaymakamları hakkında soruşturma izni vermeye yetkili merci, anılan bent hükmü uyarınca, görevli bulundukları ilçenin idari yönden bağlı bulunduğu il valisidir. Şuna göre, suç tarihinde B. Kaymakamı olarak görev yapan sanık hakkında İ. Valisi’nin verdiği izin üzerine soruşturma yapılması yasaya uygun bulunduğundan, Yargıtay C. Başsavcılığı İtirazının kabulü ile, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, diğer yönleri incelenmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 03.05.2004 gün ve 16660-5665 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA, diğer yönlerinin incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 12.10.2004 günü oybirliği ile karar verildi.

  Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2003/4-64,K. 2003/130,T. 29.4.2003

 • GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Memur Sıfatını Haiz Olan Kişinin Kasten Yada Yazılı Hallerden Başka Her Ne Suretle Olursa Olsun Görevini Yasanın Gösterdiği Usul ve Esaslar Harici Yapması )

• MEMUR SIFATINI HAİZ OLAN KİŞİNİN YASADA BELİRTİLEN USULLER HARİCİNDE GÖREVİNİ YAPMASI ( Memurun Görevi Kötüye Kullanması Suçunun Oluşması )

• GÖREVİ İHMAL (Memur Sayılan Kimsenin Görevini Yapmaması Yada Gecikerek Yapması )

• İHALE YASASINA AYKIRILIK ( Sanıkların İhalenin Bölünmezliği İlkesine Aykırı Davrandığı İddialarının Varsayımlara Dayanması Nedeniyle Görevi Kötüye Kullanmak Suçunun Oluşmaması )

• İDAREYE AİT ARAÇLARIN PASTA CİLASININ YAPILMAMASI (Sanığın Döner Sermaye Müdürü Olması- Bu İşin İse Teknik Bir İş Olması Nedeniyle Görevi İhmal Suçunun Oluşmaması )

• DÖNER SERMAYE MÜDÜRÜ OLAN SANIĞIN İDAREYE AİT ARAÇLARIN PASTA CİLASINI YAPMAMASI ( Bu İşin Teknik Bir İş Olması Nedeniyle Görevi İhmal suçunun Öğelerinin Oluşmaması )

• AKTİF BİR HAREKETLE İDARENİN ZARARA UĞRATILMASI (Görevi Kötüye Kullanmak Suçunun Oluşması )

• PASİF BİR HAREKETLE İDARENİN ZARARA UĞRATILMASI ( Görevi İhmal Suçunun Oluşması )

 ÖZET : TCY.nın 240. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçu, aynı Yasanın 279. maddesi uyarınca memur sıfatını haiz olan kimsenin kasten yasada yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka surette yapması veya yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapmasıdır. Sanıkların ihale yasasına aykırı bir davranışlarının saptanamadığı, ihale sürecinin yasal düzenlemelere uygun olarak gerçekleştirildiği, düzenlenen ön inceleme raporlarının objektiflikten uzak ve dosyadaki kanıtlarla doğrulanmadığı, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünce Dinamik ve Renak Ltd. şirketlerinin aynı kişilere ait olduğu yönündeki yazılarının uyarı niteliğinde bulunduğu, bu şirketlerle ilgili bir yasaklama kararının bulunmadığı, pazarlık kararındaki tarihlerin yazım yanılgısından kaynaklandığının, tanık anlatımları ve diğer ihale evrakları ile doğrulandığı, ihalenin bölünmezliği ilkesini aykırı davranıldığı iddiasının da varsayımlara dayandığı, istemlerin farklı tarihlerde yapılması ve ihale konusu malların miatlı mallar olması nedeniyle, bu şekilde alım yapılmasının kurum yararına ve yasal yönteme uygun bulunduğu, sanıklara atılı suçların ögeleri itibariyle oluşmadığı anlaşılmaktadır.  Protokole rağmen idareye ait araçların ücretsiz olarak pasta-cilasının yapılmaması eylemi yönünden yapılan incelemede, TCY.nın 230. maddesinde düzenlenen, görevi ihmal suçu ise, ceza uygulamasından memur sayılan kimsenin görevini yapmaması ya da gecikerek yapması ile oluşur, görevi kötüye kullanma suçunda etkin ( aktif ), görevi ihmal suçunda ise etkin olmayan ( pasif ) bir davranış söz konusudur. Bilirkişi raporunda da vurgulandığı üzere, pasta ve cilalama işleri teknik bir iş olup, bu iş döner sermaye müdürü olan sanığı değil, teknik servisi ilgilendirmektedir, işlemin yapılmamasında sanığa atfı kabil bir kusur bulunmamakta olup, toplanan kanıtlar da hüküm vermeye yeterlidir. Bu nedenle soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunmamaktadır.

 DAVA : Görevde yetkiyi kötüye kullanmak ve görevi ihmal suçlarından sanıklar Şinasi Bayraktar, Elife Gülriz Saygı, Fevzi Çanta, Selim Yıldırım ve Rumi Evren Talu’nun beraatlarına ilişkin Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.12.2000 gün ve 279/258 sayılı hüküm, katılan vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 25.6.2001 gün ve 7059/8233 sayı ile; “Sanıkların daha önce amir memur ilişkisi içerisinde olması olası bulunan emekli Tapu Kadastro Genel Müdürünün de katılımıyla oluşan, müfettiş raporunda irdelenen ve iddianame kapsamında bulunan bir kısım eylemleri kapsamayan, gerekçeden yoksun bu nedenle de yeterli olmayan bilirkişi kurulu raporuna yaslanılarak beraat kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmuştur.

Bozma gereğini yerine getirerek, yeniden bilirkişi incelemesi yaptıran Yerel Mahkemece, sanık Muhammedi Şerafettin Tanır hakkında, görevi ihmal ve görevde yetkiyi kötüye kullanma suçlarından Ankara 16.Asliye Ceza Mahkemesine açılan kamu davası, bu dava ile birleştirilip, tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek, diğer beş sanık ve Muhammedi Şerafettin Tanır haklarında 30.11.2001 gün ve 460/276 sayı ile beraat kararı verilmiştir. Katılan vekili tarafından temyiz edilen bu hüküm de dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 17.6.2002 gün ve 12662/11091 sayı ile;

               “1- Sanıklar Fevzi Çanta ve Rumi Talu’nun 14.12.1995 ve 11.12.1995 tarihlerindeki düşük teklif veren firmaların tekliflerini değerlendirmeye almama ve 25.6.1996 tarihinde, klima alımı ihalesinde montaj gideri birlikte gözetildiği halde ayrıca montaj için ihale yapma eylemlerinde, 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun’un bazı maddelerinin Anayasaya aykırı olduğu yolunda Yerel Mahkemelerin Anayasanın 152. maddesi uyarınca yaptıkları itiraz üzerine, Anayasa Mahkemesince; anılan Yasanın ilgili bendindeki TCY.nın suça ilişkin 240. maddesinin süre koşuluna bağlı olmaksızın 27 Ekim 2001 tarih ve 24566 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 18.7.2001 tarih ve 4/332 sayılı kararıyla iptal edildiğinin anlaşılması karşısında atılı suçun 4616 sayılı Yasa kapsamında kalacağı ve anılan Yasada değişiklik yapan 4758 sayılı Yasa da gözönünde tutularak sanıkların hukuksal durumlarının yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,

               2- Sanıklar Şinasi Bayraktar, Elife Gülriz Saygı, Muhammedi Şerafettin Tanır, Selim Yıldırım ve Fevzi Çanta’nın;

              a ) 1.7.1999 ve 31.12.1999 tarihinde Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünce, aynı kişilere ait firmalar olduğu saptanmakla idareye karşı hile yaptığı hususunda uyarılmalarına karşın Dinamik ve Renak Ltd. şirketlerinden malzeme alımı yapma,

             b ) Pazarlık kararından sonraki tarihleri içeren tekliflere dayanılarak alım yapma,

             c ) İhalenin bölünmezliği ilkesine aykırı davranarak küçük parçalar halinde ayrı ayrı zamanlarda alımlar gerçekleştirmekten ibaret eylemlerinin,

                Yasal görevlerini yaparken yasalara ve yazılı hukuka aykırı davranmak suretiyle görevde yetkiyi kötüye kullanma suçlarını oluşturmasına karşın, genel kasıtla işlenen suçta özel kasta ağırlık veren ve ancak TCY.nın 240. maddesinin 2. fıkrasının uygulanmasına yol açan indirici neden olabilecek zarar yokluğuna dayanan salt bilirkişi raporuna yaslanılarak yetersiz gerekçeyle karar verilmesi,

               3- Sanık Fevzi Çanta’nın Ergenler Oto Ticaret Firması ile yapılan protokol gereği idareye ait araçları yılda bir kez ücretsiz pasta-cila yaptırmaması eyleminde, bu işin adı geçenin yasal görevi olup olmadığı saptanmadan, yasadan doğan görevi ise görevi savsama suçunun oluşacağı gözetilmeden eksik soruşturma sonucu yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle beraatine hükmolunması” isabetsizliğinden bozulmuştur.

              Yerel Mahkeme ise 7.10.2002 gün ve 273/222 sayı ile; “Sanık Şinasi Bayraktar’a yönelik suçlamalar bölümünde idareye karşı hile yaptığı belirlenen firmalardan alım yaparak görevini kötüye kullandığı, pazarlıkla ihaleye ilişkin teklif mektupları henüz alınmadan ihale komisyonu kararı aldığı, ihalenin bölünmezliği ilkesine aykırı hareket ederek idareyi zarara uğrattığı iddia edilmiş olup burada sanık Şinasi Bayraktar genel müdür muavini olup, komisyon kararlarının genel müdür onayı ile geçerlilik kazandığı, parafın işlemin hukuki geçerliliğini sağlayan ya da tamamlayan bir husus olmadığı, yapanların her türlü sorumlulukların paylaşması anlamına da gelmeyeceği, zira, komisyona katılmayan bir kimsenin Pazarlığın tüm aşamalarını bilmesi ve bu aşamalardan sorumlu tutulmasının da mümkün olmayacağı, hiyerarşik makamların paraf ve onay niteliğindeki imzalarının bu kararlara 3. kişiler açısından geçerlilik ve uygulama kabiliyeti kazandırmak için olduğu ve bu kişilerin komisyon üyelerinin fiiline doğrudan iştirakleri ispatlanmadıkça sorumlu tutulmalarının mümkün olmadığı, sanık Şinasi Bayraktar’ın yukarıda belirtilen iddialara konu ihalelerde komisyon üyesi olarak imzası bulunmadığından cezai açıdan hatta mali sistemimiz açısından sorumlu tutulmaması gerektiği, aynı konularda Şinasi Bayraktar ile birlikte suçlanan Elife Gülriz Saygı, Fevzi Çanta ve Selim Yıldırım’ın da cezai sorumluluklarının bulunmadığı, Sanıklara isnat olunan suçlardan bir tanesi de Dinamik Kırtasiyeden yapılan alımlarla ilgilidir. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü kontrolörlerinin yaptıkları denetimler sırasında uyarıldığı, buna rağmen alış veriş yapıldığından bahis edilmektedir. Bu firmadan alış veriş yapılmaması veya ihaleye alınmaması konusunda her hangi bir yasaklamanın bulunmadığı, sadece daha dikkatli olunması gerektiği belirtilmektedir. Mevcut belgelerde alımlarda görevi kötüye kullandığını gösteren her hangi bir delil bulunmamaktadır. Zira görevi kötüye kullanma suçu özel bir kastı gerektirir, sanıkların her hangi bir çıkar veya çalıştıkları kamu kurumuna zarar verme amacını taşıdıkları hususunda her hangi bir delil bulunmamaktadır. Yine sanıklarla ilgili müfettiş raporunda yapılan alımın piyasa rayiçlerine nazaran pahalı olduğu belirtilmiş olmasına rağmen bu pahalılığın miktarı veya derecesi tarif edilmemiştir. Neye göre pahalıdır, neye göre ucuzdur. İddiada bulunan bu iddiasını açıklamalıdır. Bu gün pahalı kabul edilen eşyanın bir başkası tarafından normal değerde veya ucuz kabul edilmesi izafi ve sübjektif bir kavramdır. Objektif olmaktan uzaktır. Sanıkların çıkar sağlamak amacı ile hareket ettiklerine ilişkin her hangi bir delil hatta karine bile bulunmamaktadır. Bu nedenle genel müdürün denetimindeki müfettişlerin daha sonra genel müdür muavinliğine atanmış olması gibi maddi bir olaydan hareket edildiğinde müfettiş raporunun ne kadar objektif olduğu da tartışmalıdır. Pazarlık yöntemiyle yapılan ihalelerde teklif mektupları henüz alınmadan komisyon kararlarının verildiği iddia edilmektedir ki, bu iddianın da hiçbir kanıtı bulunmamaktadır. Zira, ihaleye katılan başka bir firmanın her hangi bir yakınması bulunmamaktadır. İddia edildiği gibi ihale yapılmadan teklif mektupları alınmadan pazarlık yöntemi ile ihale yapılmış olsa bu işten çıkartılan diğer firmaların mutlaka olaydan bir şekilde haberdar olmaları gerekmektedir. Oysa bu firmaların böyle bir şikayeti yoktur. Kaldı ki, açılan ihaleler usulüne uygun yapılmış, ilanlar verilmiş ve her hangi bir eksikliği bulunmamaktadır. Bu nedenle bu yöndeki müfettiş görüşüne de katılınmamıştır.

                 İhalenin bölünmezliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına gelince, Devlet İhale Kanunun 2. maddesinin 3. fıkrasında ihalenin bölünemeyeceği belirtilmiş olmasına rağmen önceki ihale sırasında alımın yapılacağı harcama kaleminden ne miktarda ödenek bulunduğunun ihtiyacın acil olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. İhtiyaç acil ise ve ödenek yeterli değil ise bu ihaleler bölünebilir. Acil ihtiyaçlar için ayrılan ödenek kullanılmış olabilir. Daha sonra gelen ödenekte de diğer ihtiyaçlar karşılanmış olabilir. Bu nedenle bu konudaki müfettiş raporuna da iştirak etmek mümkün değildir.

                 14.12.1995 ve 11.12.1995 tarihli komisyon kararlarında Gürtek firmasının düşük teklifinin dikkate alınmayarak sanıklar Fevzi Çanta , Rumi Evren Talu görevlerini kötüye kullandıkları klima alımı ihalesinde montaj bedeli ihale bedeline dahil olduğu halde montaj için yeniden ihale açarak kurum zararına sebebiyet vermekten suçlanan sanıklar savunmalarında Gürtek firmasının teklifinin en düşük teklif olmadığını açıklamışlardır. Sunulan belgeler üzerinde yapılan incelemelerde 20 adet Epson marka Lo 1070 model printer şeridi ihalesinde Dinamik firmasının KDV hariç 41.300.000 TL., Gürtek firmasının KDV hariç 43.530.000 TL. teklif verdiği, diğer ihaleye ilişkin teklifler incelendiğinde Dinamik firmasının tekliflerinin KDV hariç 130 milyon TL., Gürtek firmasının teklifinin 131.525.000 TL. olduğu görülmüştür. Bu belgelerden de anlaşılacağı üzere Gürtek firmasının teklifinin en ucuz teklif olmadığı, çok açık ve net bir şekilde görülmektedir. Kaldı ki bir ihalede 2.230.000 TL, diğer ihalede ise 1.525.000 TL. fark bulunmaktadır. Müfettişin tarif ettiği şekilde bu fark sanıklar aleyhinde ve kurum zararına kabul edilse bile 1995 yılındaki değeri itibariyle bir memuru suçlamak için yeterli sebep olamaz. Bunun aksine sunulan belgelerden de anlaşılacağı üzere kuruma bu miktar para kazandırılmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere sanıklara müsnet bu eylemden dolayı da beraatlarına karar verilmiştir. Yargıtay bozma ilamında belirtildiği üzere 4616 sayılı Yasa çerçevesinde değerlendirilmek mümkün değildir. Zira sanık beraat edecekse erteleme kararının verilmemesi gerektiği Yargıtay Genel Kurulu kararı ile belirlenmiştir. Klima alımı konusunda sanık Rumi Evren Talu’nun savunmasında “… ikinci ihale klimanın montajına yönelik bakır boru sigorta ve elektrik tesisatına ilişkin bir ihaledir” denilmekte, sanık Fevzi Çanta savunmasında ise “klima montajında montaj ayrı bir işlem olduğundan ve bunu firma belgelerinde açıkça yazıldığından devlet zararı söz konusu değildir” denilmiştir. Aktif Mühendislik San. ve Tic. Ltd. Şti’ne ait tanzim şekli adlı belgede “tarafımızdan yapılacak işler” başlığı altında klima cihazı yerine montajı iç ve dış üniteler arasındaki bakır boru bağlantılarının yapımı cihazların çalışır durumda teslimi, firmaya ait keşif özetinde bakır boru metresi 25 $/Mt + KDV olup fiyatlarımıza dahil değildir, montajdaki sonraki metrajlamada tespit edilip müşteriden ayrıca tahsil edilecektir denilmektedir. Alarko firmasının teklif mektubunda ek keşif özetinde de fiyatlara montaj ve bakır boru dahil değildir denilmektedir.  Ön inceleme raporunun Baş Müfettiş Naci Duran, Baş Müfettiş Altuğ İnanoğlu ve Müfettiş Yardımcısı İlhami Çubuk tarafından incelenmesine ilişkin raporda 2. ihalenin 3 adet klimanın montajı için 26.6.1996 tarihinde yapıldığı belirtilmektedir. 26.6.1996 tarihli ihale komisyonu kararı bulunmamaktadır. 26.6.1996 tarihli ihalede sadece bakır boru ücreti ile ilgilidir. Bu nedenle bu yöndeki müfettiş eleştirisine de katılmak mümkün değildir. Olayın Alarko firmasının 6.6.1996 tarihli teklif mektubuna ek keşif özetinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Sanık Şeraffettin Tanır ile ilgili birleştirilen dava dosyasında da bilirkişi raporunda belirtildiği üzere tek firmadan alınmak sureti ile ihale yapılmasında Yasaya aykırılık bulunmamaktadır. Tarih çelişkisini diğer sanıklar nedeni ile açıklanmış ve ihalenin usulsüz yapıldığına dair yeterli delil bulunmadığından bu sanığın da beraatine karar verilmiştir. Tüm bu anlatımlardan anlaşılacağı üzere sanık Şinasi Bayraktar’a atılan suçlamaların kaynağının komisyon kararlarının üst makama sunulması sırasında atılan paraflar ile ihale onay imzaları olduğu, bürokraside paraf atılmasının işlemin gözden geçirildiği anlamına geldiği ancak işleme hukuki varlık kazandırmayacağı, bir ihalenin karara bağlanmasında her türlü sorumluluğun ihale komisyonuna ait olduğu, ita amiri onayının bu kararı uygulamaya koyduğu, Gürtek firmasının katıldığı ihalelere bu firmanın teklifinin en düşük teklif olduğu, dolayısı ile kurumun her hangi bir zararı bulunmadığı gibi sanıkların da kurumu zarara uğratmak iradelerini gösterir her hangi bir somut delil bulunmadığı, olayın tamamen siyası bir çekişme sonucu Adli Yargıya intikal ettirildiği” gerekçeleri ile önceki hükümde direnmiştir. Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının “onama” istekli 22.1.2003 gün ve 171817 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Sanıkların görevde yetkiyi kötüye kullanma ve görevi ihmal suçlarından beraetlerine karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlıklar;

                1-Sanıklar Elife Gülriz Saygı, Şinasi Bayraktar, Fevzi Çanta, Selim Yıldırım ve M.Şerafettin Tanır’a atılı görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunun ögeleri itibariyle oluşup oluşmadığı,

               2-Sanık Fevzi Çanta’ya isnat edilen görevi ihmal suçu yönünden soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunup bulunmadığı,

              3-Sanıklar Fevzi Çanta ve Rumi Evren Talu’nun 4616 sayılı Yasanın 1 inci maddesinin 4 üncü bendi kapsamında kalan eylemleri nedeniyle verilen beraata ilişkin hükmün esasına ilişkin temyiz incelemesi yapılıp yapılamayacağı, Noktalarında toplanmaktadır. Sanık Elife Gülriz Saygı aşamalarda; 1995 yılında Et Balık Kurumundan nakille Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne geçtim, Maliye Bakanlığı’ndan gelen yazıda Dinamik Kırtasiyeden malzeme alınmaması hususunda bir ibare yoktu, sadece daha dikkatli davranılması gerektiği belirtilmekteydi, 27.8.1999 tarihli ihalede, ihale tarihi sehven 20.8.1999 olarak yazılmış, ancak bu yanlışlık bilahare düzeltilmiştir, firmalara ayın 24. de faks çekilmiş olup, alınan teklifler ise 26 ve 27 tarihlidir. Talepler farklı tarihte geldiğinden ayrı ayrı tarihlerde ihale yapılmıştır, bu nedenle ihalenin bölünmezliği ilkesine aykırı davranıldığı iddiası da doğru değildir, suçlamaları kabul etmiyorum, tüm işlemlerde titizlikle mevzuata uyulmuş olup, idareyi zarara uğratmam söz konusu değildir, şeklinde savunma yapmış, Sanık Şinasi Bayraktar C.Savcılığında; suç tarihinde genel müdür yardımcısı idim, soruşturmanın amacı, görevden alınmam için yapılan siyasi bir harekettir. Görevden alındıktan sonra yerime getirilen şahıslar soruşturmaya müdahale ederek ve komisyonlarda görev alarak soruşturmayı yönlendirmişlerdir. Esas amaç Danıştay 5. Dairesindeki yürütmeyi durdurma kararına karşı aleyhime bir kısım hususlar yaratmaktır, şeklinde savunma yapmış, diğer aşamalarda da benzer anlatımlarda bulunmuştur. Sanık Fevzi Çanta C.Savcılığında; yanlışlıkla Başer Otomotive para ödenmiş olup, farkına varılınca tekrar iadesi sağlanmıştır. Anlaşmada pasta cila yapılması konusunda bir hüküm yoktu, yanlışlıkla protokole ilave edildi, esasen bu husus benim yapmam gereken bir görev değildir. Maliye bakanlığının herhangi bir ihbarı bulunmamaktadır, ihbar olsaydı yönetim olarak önlem alırdık, ihale kararına aykırı olarak pazarlık kararı alıp daha sonra teklif alındığı iddiası doğru değildir. Daire ihtiyaçlarına göre ihale koşullarını hazırlıyoruz, ancak aynı daireden talepler gelince tekrar işlem yapmak zorunda kalıyoruz, acil olan istemlerde beklenmeden işlem yapılmaktadır. Tüm ihaleler mevzuata uygun olarak en ucuz teklif verene verilmiştir, klima ihalesinde montaj dahil değildi, bu nedenle ayrıca montaj ihalesi yapılmıştır, demiş, duruşmada da benzer anlatımda bulunmuştur. Sanık Selim Yıldırım C.Savcılığında ve duruşmada; yapılan işlemlerin mevzuata uygun olarak yapıldığını, Devlet Malzeme Ofisinde bulunmayan evsaftaki malzemenin piyasadan temin edildiğini, daha önceden de bu şekilde alım yapıldığından bu sistemin sürdürüldüğünü savunmuştur. Sanık M. Şerafettin Tanır’da aşamalarda benzer şekilde savunma yaparak suçlamaları red etmiştir. İlk bozmadan önce mahkemece bilirkişiler Özden Erdemir, Halim Çorbalı ve Yard. Doç. Faruk Güçlü’ye yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen; 14.12.2000 tarihli raporda; 1.7.1999 ve 31.12.1999 döneminde sanıkların hile yaparak kurumu zarara uğrattıkları iddiasının incelenmesinde, müfettiş raporunda Maliye Bakanlığının bazı firmalardan alışveriş yapılmasında dikkat edilmesi ibareli 18.1.2000 gün ve 769 sayılı yazıya dayanılmaktadır, ortada bir ihale yasağı bulunmamaktadır, ihale yasağı olmadığı ve yapılan işlemlerde de usule aykırı bir durumun olmadığı, 20.8.1999 tarihinde İhale Kanununa aykırı olarak önce pazarlık yapılıp, sonra teklif alınmak suretiyle görevin kötüye kullanılması isnadı, 20.8.1999 tarihinde yapılan bir ihale bulunmadığı, ancak fotokopi toneri alımı ile ilgili işlemlere 24.8.1999 tarihinde başlandığı, 7 firmaya faks çekilerek teklif istendiği ve tekliflerin 27.8.1999 tarihine kadar verilmesinin talep edildiği, 27.8.1999 tarihinde yapılan işlemde memur hatası ile tarihin sehven 20.8.1999 yazıldığı, müfettişlerin de 20.8.1999 tarihinde ihale yapılmış gibi rapor düzenledikleri, İhalenin bölünmezliğini ihlal ederek, görevi kötüye kullanma iddiası, söz konusu işlemlerde yasalara aykırı bir durum bulunmadığı, yapılan işlemlerde işlerin aksamadan yürütülmesinin amaçlandığı, kurumun zararı olmadığı, İdareye ait araçların protokol gereği 1999 yılında pasta ve cilalarının ücretsiz yapılması gerektiği halde yapılmamasının iddiasının incelenmesinde; bu suçlama Fevzi Çanta’ya yönelmektedir, Fevzi Çanta döner sermaye müdürüdür, pasta ve cilalama işleri teknik iş olup teknik servisi ilgilendirir, sanıkla isnat edilen suç arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. Sanıklara isnat edilen diğer fiilerde de suç oluşturacak herhangi bir eyleme rastlanılmamıştır. Görüşü bildirilmiş, Bozma üzerine mahkemece Emekli Sayıştay Uzman Denetçileri, Osman Z. Mahmutyazıcıoğlu, Kenan Tepe ve Ahmet Özgürel’den oluşan bilirkişi kuruluna yaptırılan inceleme sonucu düzenlenen 29.11.2001 tarihli raporda ise;

               1-Şinasi Bayraktar ile ilgili suçlamalar, idareye karşı hile yaptığı belirlenen firmalardan alım yapmak suretiyle görevi kötüye kullanmak, pazarlıkla ihaleye ilişkin teklif mektupları alınmadan ihaleye ilişkin karar almak ve ihalenin bölünmezliği ilkesine aykırı hareket ederek idareyi zarara uğratmak, Sanığın sorumluluk nedenine bakıldığında, komisyon kararlarının üst makama Devlet İhale Kanunun 31. maddesi gereği onaya sunulurken atılan paraf ya da ita amiri sıfatıyla atılan imzalardır.

Bürokraside paraf, yazı metninin gözden geçirildiği ve dikkat çeken bir hususun olmadığı anlamındadır. İşlemin hukuki geçerliliğini sağlayan yada tamamlayan bir husus olmadığı gibi, yapanların her türlü sorumluluklarının paylaşılması anlamında da değildir. Zira komisyona katılmayan bir kimsenin pazarlığın tüm aşamalarını bilmesi ve bu aşamalardan sorumlu olması mantıken de mümkün değildir. Hiyerarşik makamların paraf veya onay şeklindeki imzaları bu kararlara üçüncü kişiler açısından geçerlilik ve uygulama kabiliyeti kazandırmak yönündendir. Bu kişilerin komisyon üyelerinin fiiline iştiraki kanıtlanmadıkça sorumlu tutulmamaları gerekir. Sanığın yukarıda belirtilen iddialara konu ihalelerde, komisyon üyesi olarak imzası bulunmadığından, cezai açıdan hatta mali sistemimiz açısından sorumlu tutulmaması gerektiği, Sanıklar Elife Gülriz Saygı, Fevzi Çanta ve Selim Yıldırım’ın cezai sorumluluklarının incelenmesinde;

                   1-Dinamik Kırtasiyeden yapılan alımlar, Bu konuda uyarının kaynağı, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü kontrolörlerinin yaptıkları denetim sonucu, Muhasebat Genel Müdürlüğünün yaptığı uyarılardır.Söz konusu 18.1.2000 tarih ve 2000 sayılı yazıda; “Dinamik Kırtasiye ile Renak Kırtasiye firmalarının sahiplerinin aynı kişiler olduğunun anlaşıldığı dikkate alınarak, bundan böyle alımlarda adı geçen firmalardan veya benzeri durumda olabilecek firmalarda alım yapılırken daha dikkatli davranılması” denilmek suretiyle uyarı yapılmıştır. Ön inceleme raporunda anılan firmalardan yapılan alımlar belgelere dayalı olarak ortaya konmuştur. Mevcut belgelerde, yapılan alımlarda görevin kötüye kullanıldığını gösteren bir delil bulunmamaktadır.Bu suçun oluşumu için çıkar sağlamak veya zarar vermek amaçlanmalıdır. Gerek müfettiş incelemesi, gerek ön inceleme aşamasında alınan piyasa raiçlerine nazaran pahalı olup olmadığı, pahalı ise zararın miktarı konusunda herhangi bir irdeleme yapılamamıştır. Sanıkların çıkar saikiyle hareket ettiklerine dair, bir delil ve karine bulunmamakta, eylemlerinin kanıtlanmamış olduğu kanaatini taşıyoruz.

                2- Pazarlık yöntemiyle yapılan ihalelerde, teklif mektupları henüz alınmadan komisyon kararının verildiği iddiası, bu iddiayı kanıtlayan hiçbir tanık beyanı yada ihaleye katılan firmalardan birinin yakınması bulunmamakta, işlemin bir hatanın düzeltilmesinden ibaret olduğu yolundaki savunmanın aksi kanıtlanamamıştır.

                 3- İhalenin bölünmezliği ilkesinin ihlal edildiği iddiası,Devlet İhale Yasasının 2. maddesinin 3.fıkrasında, bu konuda yazılı hallerden yararlanmak amacıyla ihale konusunu oluşturan işler kısımlara bölünemez denilmiştir. Ancak bu maddeye aykırı hareket edildiği iddiasının kanıtlanması için, önceki ihale sırasında alımın yapılacağı harcama kaleminden ne miktarda ödenek bulunduğunun, ihtiyacın acil olarak ortaya çıkıp çıkmadığının araştırılması gerekmektedir. İhtiyacın aciliyeti konusu değerlendirilmeden ve 1. ihaledeki ödenek durumu incelenmeden yapılan değerlendirmeye katılmıyoruz. Kaldı ki bu olayda da ihale usulünün değiştirilmesinden idarenin zarar görüp görmediği hususu irdelenmemiştir. Açıkladığımız nedenlerle sanıkların suçlanmalarına yeterli delil bulunmadığı, Sanık Şerafettin Tanır’a isnat edilen eylemler;

                  1- Pazarlıkla yapılan ihalelerde yeterli rekabet ortamının yaratılmadığı, teklif mektubu tarihi ile pazarlık kararı arasındaki çelişki konusu, Döner sermayeli kuruluşlar ihale yönetmeliğinin 43. maddesi: “ihaleler komisyon tarafından işin nitelik ve gereğine göre, bir veya birden fazla istekliden yazılı veya sözlü teklif alınmak ve bedel üzerinde anlaşmak suretiyle yapılır” hükmünü koymuştur. Anılan hüküm karşısında tek firmadan teklif alınmak suretiyle ihale yapılmasında Yasaya aykırılık bulunmamaktadır, tarih çelişkisi diğer sanıklar nedeniyle irdelenmiş ve ihalenin usulsüz yapıldığına ilişkin yeterli delil bulunmadığı belirtilmiş olup, bu konunun tekrar irdelenmesine gerek bulunmamaktadır.

                 2- Teklif mektupları tarihleri ile komisyon karar tarihleri arasındaki çelişki ve Dinamik firması ile Renak firması konusu da diğer sanıklar nedeniyle irdelenmiştir. Muhasebat Genel Müdürlüğünden gelen uyarılara karşın, bir süre daha Dinamik firmasından alım yapıldığı anlaşılmaktadır, yapılan alımlarda kurumun zarar gördüğü, diğer yandan sanıkların çıkar sağladığı konusu delillendirilmemiştir. Sanık Şinasi Bayraktar’a atılan suçların kaynağı, komisyon kararlarının üst makama sunulması sırasında atılan paraflar ile ihale onay imzaları olduğu, Gürtek firmasının katıldığı ihalelere, bu firmanın teklifinin en düşük teklif olduğu iddiasının yerinde olmadığı, görüşü bildirilmiştir. Dosyadaki diğer belgelerin incelenmesinde; 1- 27.3.1999 tarihli pazarlık kararı ile; yedek parçada %18, işçilikten %24, yağ ve antifirizden %17 indirim oranları uygulamayı teklif eden Başer Otomotiv Petrol ürünleri Ticaret ve sanayi limited şirketine ihalenin verilmesine karar verildiği, kararı komisyon başkanı olarak Fevzi Çanta, üye olarak Şerafettin Tanır ve Evren Talu’nun imzaladığı, Genel Müdür Talat Erdoğan tarafından kararın uygun görülerek, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Döner Sermayesi İşletme Müdürlüğü ile Başer Otomotiv arasında 26.7.1999 tarihinde 14 maddelik protokolün İşletme Müdürü Fevzi Çanta tarafından imzalandığı, ilgili firma tarafından yapılan işlerde indirim oranlarının sözleşmeye uygun olarak faturalarda gösterilip, gerekli indirimin yapıldığı,2- 1999 yılında taşıtların pasta ve cilalarının yapılmadığının şoförler Erdoğan Karaduman, ve Bayram Temizsoy ile garaj amiri Mustafa Çağlak’ın beyanları ile saptandığı,

                   3- Fotokopi tonerinin Dinamik Kırtasiyeden alınmasına ilişkin 3.450.000.000 lira bedelli 4 nolu pazarlık kararında tarihin başlangıçta 20.8.1999 olarak yazıldığı, daha sonra bu tarihin 27.8.1999 olarak düzeltildiği, satın alma memuru Mustafa Kılıç tarafından yoğun iş temposu nedeniyle tarihin sehven 20.8.1999 olarak yazıldığının, asıl nüshalarda tarihin 27.8.1999 olarak düzeltildiğinin belirtildiği, firmalara teklif mektuplarının 24.8.1999 tarihinde fakslandığı, 30 adet oki printer kartuşunun Gizem Elektronikten alınmasına ilişkin pazarlık kararında da tarihin başlangıçta 20.8.1999 olarak belirtilmesine rağmen daha sonra 27.8.1999 olarak düzeltildiği, firmanın 1.9.1999 tarihinde yanlış fiyatlandırma yaptığından bahisle istemi yerine getiremeyeceğini bildirmesi üzerine bu ihalenin iptal edildiği, 4-14.12.1995 tarihli pazarlık komisyon kararına konu olan alımda; Gürtek firmasınca 1.995.000 ve 2.540.000 liralık teklif, Dinamik firması tarafından ise başlangıçta 2.295.000 ve 2.745.000 liralık tekliflerin verildiği, daha sonra Dinamik firması tarafından teklifin 2.000.000 ve 2.500.000 şeklinde düzeltildiği, İşletme Müdürü Fevzi Çanta’nın başkanlığında toplanan ve Şerafettin Tanır ile Evren Talu’dan oluşan komisyon tarafından alımın Dinamik Kırtasiyeden yapılmasına karar verildiği, kararın genel müdür Talat Erdoğan tarafından uygun görüldüğü, bu ihale pazarlık kararında Gürtek firmasına yer verilmemiş ise de, teklif mektubunun değerlendirmeye alındığı ve en ucuz teklifi veren firmanın Gürtek firması olmayıp, ihale verilen Dinamik firması olduğu, 5-17.8.1999 ve 18.8.1999 tarihli faturalarla rot balans ayarı için Başer otomotive ödenen ücretin, 23.3.2000 tarihinde sehven ödendiği şirkete bildirilerek 29.3.2000 tarihinde tahsilinin sağlandığı, Tekofaks ve Despec Bilgisayar şirketleri tarafından ilgililere hitaben yazılan yazılarda; Oki, star, apple, panasonic marka fotokopi, faks ve printer cihazlarında kullanılan sarf malzemelerinin ( şerit, toner, kartuş ) son kullanma tarihlerinin ambalajlarının üzerinde yer aldığı, kullanım süresi geçen ürünlerin özelliklerini kaybettiği, bu ürünlerin geri alınmadığı ve bu ürünlerin kullanılmasından doğan arızaların garanti kapsamı dışında tutulduğunun bildirildiği, Saptanmıştır. Direnme kararının temyizine ilişkin dilekçe ekinde fotokopisi sunulan konu ile ilgili hususları yeniden inceleyen Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişleri tarafından düzenlenen 21.6.2001 günlü ön inceleme raporunun sonuç bölümünde ise; “Haklarında işbu ‘Ön İncelemenin’ yapıldığı bazı görevlilerle müfettişliğimize verilen ifadelerde, bu durumun kurum içi çekişmelerden kaynaklandığı, raporların makam mücadelesi amacıyla ve objektiflikten uzak hazırlandığı, zira raporları düzenleyen Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Müfettişlerinin görevden alınan kişilerin yerlerine atandığı iddia edilmiştir. Bu itibarla; söz konusu inceleme ve soruşturma talimatlarını veren Tapu ve Kadastro Genel Müdürü ile, raporları düzenleyen müfettişlerin eylemlerinin Cumhuriyet Savcılığınca değerlendirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.” görüşü bildirilmiştir. Sanık Şinasi Bayraktar tarafından Ceza Genel Kuruluna 22.4.2003 tarihinde sunulan yazı ve eklerinin incelenmesinde ise; Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Başmüfettişliği tarafından Genel Müdürlük Makamına gönderilen 19.2.2003 tarihli yazıda; 2001 yılında Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünde denetim yapan Tapu ve Kadastro müfettişlerinin ihbarı üzerine Başbakanlık müfettişlerince yapılan ön incelemede, Genel Müdürlükte yapılan soruşturmaların kurumun iç çekişmelerinden kaynaklandığı belirtilerek söz konusu inceleme ve soruşturma talimatlarını veren Tapu ve Kadastro Genel Müdürü ile raporları düzenleyen müfettişlerin eylemlerinin C.Savcılığınca değerlendirilmesinin uygun olacağı belirtilmesine rağmen, herhangi bir işlem yapılmadığı ve olayın kapandığı, Yine 2000 yılında Döner Sermaye işletmesi müdürlüğünde denetim yapan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü müfettişlerince yapılan ön inceleme sonucu düzenlenen ön inceleme raporunda; ilgililerin suçluluğunu kanıtlayacak delil ve belgeler bulunmadığı halde ilgilileri suçlayıcı görüş bildiren, Naci Durhan, Altuğ İmamoğlu ve İlhami Özçubuk’un bu kanaatlerinin dayanağının anlaşılamadığı, bu itibarla kişilerin yıpranmasına ve bu kişiler nezdinde denetime olan güvenin sarsılmasına yol açabilecek bu tür soruşturma ve inceleme anlayışının bir daha tekrarlanmaması için adı geçen kişilerin yazılı olarak uyarılmasının yerinde olacağı görüşü bildirilmesine rağmen, en üst idari makam olan Başbakanlığın yazılı emirlerinin yerine getirilmediği, Gerekçeleriyle, Genel Müdür Necdet Poyraz ve Teftiş Kurulu eski başkanı A.Hayati Kılıçkaya hakkında 4483 sayılı Yasa uyarınca ön inceleme yaptırılmasının uygun olacağı görüşünün bildirildiği, 18.2.2000 tarihli cevaplı teftiş raporunu düzenleyen başmüfettiş Naci Durhan’ın atandığı Tasarruf işlemleri Dairesi Başkanlığından Ankara 2. İdare Mahkemesi kararı uyarınca alınarak, 27.8.2001 tarihinde tekrar başmüfettişliğe atandığı, 24.3.2000 tarihli ön inceleme raporunu düzenleyen başmüfettiş M. Altuğ İmamoğlu’nun atandığı, Tapu Dairesi Başkanlığı görevinden 14.1.2003 tarihinde alınarak, tekrar teftiş kurulundaki görevine atandığı, Talat Erdoğan, Selim Yıldırım ve Elife Gülriz Saygı haklarında; önceden pazarlık kararı alıp bilahare uygun teklifler almak ve DMO stoklarında bulunan ve daha ucuza alınması mümkün olan malzemeleri Dinamik Kırtasiyeden almak suretiyle idareyi zarara uğratmak fiilerinden, soruşturma izni verilmemesine karar verildiği, karara yapılan itirazın da Danıştay 2. Dairesince “15 kalem kırtasiyeden 5 kaleminin DMO stoklarında bulunmadığı, 10 kalemin ise DMO fiyatından % 30 daha ucuz olduğu ve satın alma tarihinin sehven önceki bir tarih olarak yazıldığı” gerekçesiyle red edildiği, bunun üzerine evrakın takipsizlik kararı ile işlemden kaldırıldığı, Muhasebat Genel Müdürlüğünce Başbakanlık Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne gönderilen 18.1.2000 tarihli yazıda; “Cevaplı teftiş raporunun 51. maddesinde, tenkit konusu edilen kırtasiye alımlarında başlatıldığı bildirilen açıklık ve rekabet ilkelerine uymaya devam edilmekle birlikte, maddede sözü edilen Dinamik ile Renak kırtasiye firmalarının sahiplerinin aynı kişiler olduğu anlaşıldığı dikkate alınarak, bundan böyle adı geçen firmalardan veya benzeri durumda olabilecek firmalardan alım yapılırken daha dikkatli olunması gerekmektedir. Bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır. TCY.nın 240. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçu, aynı Yasanın 279. maddesi uyarınca memur sıfatını haiz olan kimsenin kasten yasada yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka surette yapması veya yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapmasıdır. Bu bilgi ve belgeler ışığında sanıklar, Şinasi Bayraktar, Elife Gülriz Saygı, M.Şerafettin Tanır, Selim Yıldırım ve Fevzi Çanta’nın 23.4.1999 tarihinde sonraki eylemleri değerlendirildiğinde, sanıkların ihale yasasına aykırı bir davranışlarının saptanamadığı, ihale sürecinin yasal düzenlemelere uygun olarak gerçekleştirildiği, düzenlenen ön inceleme raporlarının objektiflikten uzak ve dosyadaki kanıtlarla doğrulanmadığı, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünce Dinamik ve Renak Ltd. şirketlerinin aynı kişilere ait olduğu yönündeki yazılarının uyarı niteliğinde bulunduğu, bu şirketlerle ilgili bir yasaklama kararının bulunmadığı, pazarlık kararındaki tarihlerin yazım yanılgısından kaynaklandığının, tanık anlatımları ve diğer ihale evrakları ile doğrulandığı, ihalenin bölünmezliği ilkesini aykırı davranıldığı iddiasının da varsayımlara dayandığı, istemlerin farklı tarihlerde yapılması ve ihale konusu malların miatlı mallar olması nedeniyle, bu şekilde alım yapılmasının kurum yararına ve yasal yönteme uygun bulunduğu, sanıklara atılı suçların ögeleri itibariyle oluşmadığı anlaşılmaktadır. Sanık Fevzi Çanta’ya isnat edilen, protokole rağmen idareye ait araçların ücretsiz olarak pasta-cilasının yapılmaması eylemi yönünden yapılan incelemede, TCY.nın 230. maddesinde düzenlenen, görevi ihmal suçu ise, ceza uygulamasından memur sayılan kimsenin görevini yapmaması ya da gecikerek yapması ile oluşur, görevi kötüye kullanma suçunda etkin ( aktif ), görevi ihmal suçunda ise etkin olmayan ( pasif ) bir davranış söz konusudur.14.12.2000 tarihli bilirkişi raporunda da vurgulandığı üzere, pasta ve cilalama işleri teknik bir iş olup, bu iş döner sermaye müdürü olan sanığı değil, teknik servisi ilgilendirmektedir, işlemin yapılmamasında sanığa atfı kabil bir kusur bulunmamakta olup, toplanan kanıtlar da hüküm vermeye yeterlidir. Bu nedenle soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunmamaktadır. Bu itibarla, 1 ve 2 nolu uyuşmazlıklar yönünden Yerel Mahkeme direnme hükmü isabetli olup, hükmün onanmasına karar verilmelidir. 3. uyuşmazlık konusunu oluşturan, Sanıklar Fevzi Çanta ve Rumi Evren Talu’nun 23.4.1999 tarihinden önceki eylemleri yönünden yapılan incelemede; 4616 sayılı Yasanın Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükümlerinin yerine yeni hükümler getiren, 4758 sayılı Yasanın 1 inci maddesi ile 4616 sayılı Yasanın 1 inci maddesine eklenen 4 üncü bendinde; “23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsi hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, her bir suçun dava zamanaşımı süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Erteleme konusu suçun dava zamanaşımı süresi içinde bu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Bu süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz; açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir. Bu bentle ilgili olarak bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde dosyanın bulunduğu yargı merciine başvurmak suretiyle soruşturmaya veya davaya devam edilmesini istediklerini bildirenler hakkında soruşturma veya davaya devam olunur. Mahkûmiyet halinde verilen ceza, dava zamanaşımı süresince ertelenir. Bu süre için erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde ertelenen ceza da infaz edilir. Aynı süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, mahkûmiyet vaki olmamış sayılır” hükmü yer almaktadır. Anayasa Mahkemesinin 4616 sayılı Yasanın 1 inci maddesinin 4 üncü bendinin de, iptaline ilişkin 18.7.2001 gün ve 4-332 sayılı kararında iptal gerekçesi olarak “Anayasanın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ise “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” hükmü getirilmiştir. İtiraz konusu kuralla getirilen mahkumiyetine yeterli kanıtlar bulunanlar bakımından hükümlülüğün engellenmesi kuralı lehte ise de hazırlık soruşturması yapılarak kamu davası açmaya yeterli delil bulunmaması halinde takipsizlik kararıyla sonuçlandırılabilecekler veya yargılama sonucunda beraat edebilecekler yönünden aleyhte sonuç doğuracağı açıktır. Hakkında kimi nedenlerle yanlışlıkla kamu davası açılmış kişilerin ( başkasının kimlik bilgileri verilerek suçla ilgisi olmayan kişiler hakkında kamu davası açılması gibi ) hukuk devleti olmanın gereği olarak gerçeği savunup aklanabilecekleri söz konusu olabilecekken dava ertelenmesiyle bu hakları ellerinden alınmış olmaktadır. Bu durumu, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 36. ve 38. maddelerinde belirtilen ilkelerle bağdaştırmak olanaksızdır.” denilmesi karşısında iptal edilen hükümlerin yerine yeni hükümler getiren 4758 sayılı Yasayla, 4 üncü bentle ilgili olarak Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, dosyanın bulunduğu yargı merciine başvurmak suretiyle soruşturma veya davaya devam edilmesi hususunda üç aylık bir süre getirildiği görülmektedir. Böyle bir başvuru halinde soruşturma veya davaya devam olunacak, ancak mahkûmiyet halinde verilen ceza dava zamanaşımı süresince ertelenecektir. Anayasa Mahkemesinin, Yasama organınca da benimsenip uygun yasal düzenleme yapılan iptal gerekçesi ve yeni Yasal düzenleme birlikte değerlendirildiğinde beraat kararlarına yönelik temyiz davaları açılması halinde, dosyanın esasına girilerek inceleme yapılması gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu itibarla, sanıklar Fevzi Çanta ve Rumi Evren Talu’nun 23.4.1999 tarihinden önceki eylemlerine ilişkin beraat kararı yönünden dosyanın esasına ilişkin temyiz incelemesi yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Sanıklar Şinasi Bayraktar, Elife Gülriz Saygı, Fevzi Çanta, Selim Yıldırım ve M. Şerafettin Tanır haklarındaki Yerel Mahkeme direnme kararının ONANMASINA,

2- Sanıklar Fevzi Çanta ve Rumi Evren Talu haklarında 23.4.1999 tarihinden önceki eylemler yönünden temyiz incelemesi yapılmak üzere, dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 29.04.2003 tarihinde tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliği ile karar verildi.

 Yargıtay 4. Ceza Dairesi,Esas: 2006/433,Karar:2006/10350,Tarih: 03.05.2006

 • GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMA ( Soruşturmaya Başlamak İçin İtiraz Sonucunun Beklenmesi Gerekirken ve İtiraz Reddolunsa Dahi Başlamayan Soruşturma Hakkında Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı Verilemeyeceği )

• MEMURLAR VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİNİN YARGILANMASI ( Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma – Soruşturmaya Başlamak İçin İtiraz Sonucunun Beklenmesi Gereği )

• İNŞAAT RUHSATININ İPTALİ ( Soruşturmaya Başlamak İçin İtiraz Sonucunun Beklenmesi Gerekirken ve İtiraz Reddolunsa Dahi Başlamayan Soruşturma Hakkında Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı Verilemeyeceği )

• İDARE MAHKEMESİ KARARININ UYGULANMAMASI ( Ortada İtiraza Tabi Bir Karar da Bulunmadığından İtiraz Merciinin ‘İncelemeye Yer Olmadığına’ Karar Vermek Yerine İtirazı İncelemek Suretiyle Ret Kararı Vermiş Olması Yasaya Aykırı Olduğu )

• İNCELEMEYE YER OLMADIĞI KARARI ( Ortada İtiraza Tabi Bir Karar da Bulunmadığından İtiraz Merciinin ‘İncelemeye Yer Olmadığına’ Karar Vermek Yerine İtirazı İncelemek Suretiyle Ret Kararı Vermiş Olması Yasaya Aykırı Olduğu )

 ÖZET : İnşaat ruhsatının iptaliyle ilgili idare mahkemesi kararının uygulanmadığı ileri sürülerek yakınanlar vekilince yapılan suç ihbarı üzerine C. Savcısınca istenilen soruşturma izni İçişleri Bakanı tarafından verilmemiş, ancak yakınanlarca 4433 sayılı Yasa gereği bu karara itiraz edilmiştir. Soruşturmaya başlamak için itiraz sonucunun beklenmesi gerekirken ve itiraz reddolunsa dahi başlamayan soruşturma hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilemeyeceği gözetilmeden ve yasaya aykırı biçimde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının hukuken bir değer taşımadığı gibi ortada itiraza tabi bir karar da bulunmadığından itiraz merciinin “incelemeye yer olmadığına” karar vermek yerine, itirazı incelemek suretiyle ret kararı vermiş olması yasaya aykırıdır.

DAVA : Görevde yetkiyi kötüye kullanma suçundan haklarında soruşturma açılması istenilen ilişkin olarak K. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 29.3.2005 tarih ve 2004/2804 hz., 2005/560 sayılı takipsizlik kararına yönelik olarak yakınan vekilince yapılan itirazın reddine dair B. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanınca verilen 12.7.2005 tarihli ve 2005/59-589 D.iş sayılı karar aleyhine Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma isteğini içeren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24.01.2006 gün ve 20066375 sayılı tebliğnamesiyle birlikte dosya Daireye gönderilmekle incelendi ve gereği görüşüldü:

KARAR : Kanun yararına bozma isteyen tebliğnamede özetle; “Yakınanlar vekili tarafından yapılan şikayet üzerine İçişleri Bakanı oluru ile verilen soruşturma izni verilmemesi kararı üzerine, K. C. Başsavcılığınca takipsizlik kararı verilmiş olması karşısında, ortada bir soruşturma bulunmadığı, bu haliyle takipsizlik kararının 1412 sayılı CMUK.nun 164 – 168. maddeleri ( 5271 sayılı CMK.nun 172 – 173. maddeleri ) kapsamında itiraza konu bir karar niteliğinde olmadığı gözetilerek, itiraz merciince ‘inceleme yapılmasına yer olmadığı kararı verilmesi yerine inceleme yapılmak suretiyle itirazın reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir” denilmektedir. Bir suç ihbarı veya şikayeti ya da bilgisini alan Cumhuriyet savcısının “soruşturma” görevi 1412 sayılı CMUK.nun 153, 5271 sayılı CMK.nın 160. maddeleri uyarınca başlamaktadır. Bu şekilde başlayan ceza soruşturması sonucunda C. Savcısınca, aynı yasaların 163,164. ve 170, 171, 172. maddeleri uyarınca kamu davasının açılmasına ya da kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmelidir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı ilgililerin itiraz hakları bulunmaktadır. Diğer yandan 5271 sayılı CMK.nın 173/6. maddesi uyarınca itirazın merci tarafından reddi halinde kamu davasının açılması yeni delil bulunması ve merciin karar vermesi koşuluna bağlı tutulmuştur.4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanununun 4. maddesi uyarınca C. Savcıları, bu kanun kapsamındaki suçlarla ilgili olarak bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ilgili merciden soruşturma izni isterler. Bu iznin doğrudan veya itiraz sonucunda verilmesi durumunda aynı kanunun 11. maddesi uyarınca ceza soruşturması yürütülerek sonuçlandırılır. 4483 sayılı Yasa, kapsamı içerisindeki görevliler ve suçlar bakımından ceza soruşturması açılabilmesini “izin koşuluna” bağlamıştır. Başka bir anlatımla 4483 sayılı yasa hükümleri uyarınca gerekli soruşturma izninin alınamaması halinde ceza soruşturması başlamadığı için, suç işlendiği yolunda yapılmış olan ihbar veya şikayetler hakkında takipsizlik kararı da verilemeyecektir. İncelenen dosyada ilçe belediye başkan, imar ve fen işleri müdürü olan sanıklar hakkında, inşaat ruhsatının iptaliyle ilgili idare mahkemesi kararının uygulanmadığı ileri sürülerek yakınanlar vekilince yapılan suç ihbarı üzerine C. Savcısınca istenilen soruşturma izni İçişleri Bakanı tarafından verilmemiş, ancak yakınanlarca 4433 sayılı Yasanın 9. maddesi gereği bu karara itiraz edilmiştir.

SONUÇ : Soruşturmaya başlamak için itiraz sonucunun beklenmesi gerekirken ve itiraz reddolunsa dahi başlamayan soruşturma hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilemeyeceği gözetilmeden ve yasaya aykırı biçimde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının hukuken bir değer taşımadığı gibi ortada itiraza tabi bir karar da bulunmadığından itiraz merciinin ‘incelemeye yer olmadığına’ karar vermek yerine, itirazı incelemek suretiyle ret kararı vermiş olması yasaya aykırı bulunduğundan 5271 sayılı CYY’nin 309. maddesi uyarınca Bartın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanınca verilen itirazın reddine ilişkin 12.7.2005 tarihli ve 2005/59-589 D.iş sayılı kararın BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere mahkemesine gönderilmesine 03.05.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

  Yargıtay 4. Ceza Dairesi,Esas:2004/12297,Karar:2006/14073,Tarih: 19.09.2006

 • GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Sanıkların Düzenledikleri Taşıt Görev Emriyle TCK.nun 257. Maddesinde Öngörülen Zarara ve Mağduriyete ve Haksız Kazanca Neden Olduğu Tartışılarak Sanıkların Eylemlerinin Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma ve Taşıt Kanunu’na Aykırılık Yönünden Değerlendirilmesi Gereği )

• TAŞIT KANUNUNA AYKIRILIK ( Sanıkların Zarara ve Mağduriyete ve Haksız Kazanca Neden Olduğu Tartışılarak Sanıkların Eylemlerinin Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma ve Taşıt Kanunu’na Aykırılık Yönünden Değerlendirilmesi Gereği )

• TAŞIT GÖREV EMRİ DÜZENLENMESİ ( Sanıkların Zarara ve Mağduriyete ve Haksız Kazanca Neden Olduğu Tartışılarak Sanıkların Eylemlerinin Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma ve Taşıt Kanunu’na Aykırılık Yönünden Değerlendirilmesi Gereği )

ÖZET : Sanığın emir ve talimatlarıyla mesai saatlerinde ücret ödemeden kurum personelinin Genel Müdürün özel işlerinde çalıştırıldıkları, diğer sanıkların ise düzenledikleri taşıt görev emriyle anılan işlerin yapılmasında katılan kuruma ait resmi araçların mesai saatleri içinde ve dışında kullanılmasına neden oldukları anlaşılmakla TCK’.NUN 257. maddesinde öngörülen zarara ve mağduriyete ve haksız kazanca neden oldukları tartışılarak sanıkların eylemlerinin görevde yetkiyi kötüye kullanma ve Taşıt Kanunu’na aykırılık yönünden değerlendirilmesi gerekir.

DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Tanıklar Metin, Dursun ve Mehmet’in anlatımları, sanıkların savunmaları, taşıt görevlendirme tutanakları ve idari soruşturma evrakının kapsamı ile bir kısım kurum personelinin İdari İşler Daire Başkan Yardımcısı sanık Zeki’nin emir ve talimatlarıyla mesai saatlerinde ücret ödenmeksizin kendisinin ve Genel Müdür Dursun’un özel işlerinde birçok defa çalıştırıldıkları, sanıklar Sevgi ve Ahmet Gürbüz’ün ise düzenledikleri taşıt görev emirleriyle anılan işlerin yapılmasında katılan kuruma ait resmi araçların mesai içinde ve dışında kullanılmasına neden olduklarının anlaşılması karşısında; TCK.NUN 257. maddesinde öngörülen Devletçe zarar veya haksız kazanç yada mağduriyete neden olup olmadığı tartışılarak bu koşullardan birisinin oluşması durumunda sanık Zeki’nin görevde yetkiyi kötüye kullanma suçundan, diğer sanıklar Sevgi ve Ahmet Gürbüz’ün ise 237 sayılı Taşıt Yasası’na aykırılık suçundan cezalandırılmalarına karar verilmesi gerekirken; yetersiz gerekçeyle beraatlarına karar verilmesi,

SONUÇ : Yasaya aykırı ve katılan PTT Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden ( HÜKÜMLERİN BOZULMASINA ( , yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 19.09.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay 5. Ceza Dairesi,E. 2008/6181,K. 2011/3644,T. 3.5.2011

• İRTİKAP ( Doktorun Ameliyat Yaptıktan Sonra Görevinin Gereklerine Aykırı Olarak Mağdureden Para Aldığı – Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye Kullanmak Suçunu Oluşturduğu )

• DOKTORUN AMELİYAT YAPTIKTAN SONRA PARA ALMASI ( Eylemin Görevi Kötüye Kullanma Suçunu Oluşturduğu )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Doktorun Ameliyat Yaptıktan Sonra Görevinin Gereklerine Aykırı Olarak Mağdureden Para Aldığı – Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye Kullanmak Suçunu Oluşturacağı )

 ÖZET : İrtikap suçunda; sanığın yapması gereken ameliyatı yaptıktan sonra görevinin gereklerine aykırı olarak mağdureden para almak şeklinde sübut bulan eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu dikkate alınmalıdır.

DAVA : İrtikap suçundan sanığın yapılan yargılanması sonunda; atılı suçtan beraetine dair, Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 07.11.2006 gün ve 2006/152 Esas, 2006/255 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi katılan tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Tanıklar H. ve N.’nin beyanlarının katılan-mağdurenin aşamalarda özü değişmeyen anlatımlarını doğrulaması ve tüm dosya kapsamı karşısında, sanığın yapması gereken ameliyatı yaptıktan sonra görevinin gereklerine aykırı olarak mağdureden para almak şeklinde sübut bulan eyleminin tüm unsurlarıyla görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu sabit olduğu halde bu suçtan cezalandırılması yerine yazılı gerekçelerle beraetine karar verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 03.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay 5. Ceza Dairesi,E. 2010/8611,K. 2011/2241,T. 24.03.2011

• SOSYAL HİZMETLER İL MÜDÜRLÜĞÜNDE ÇALIŞAN MUTEMEDİN HAKSIZ KAZANÇ SAĞLAMASI ( Bağışlanan Paralardan Diğer Sanık Olan Eşi Adına Ödeme Talimatları Çıkaran Sanığın Eyleminin Müteselsilen Nitelikli Dolandırıcılık Olacağı )

• NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK ( Sosyal Hizmetlerde Mutemet Olan Sanığın Bağışlanan Paralardan Diğer Sanık Olan Eşi Adına Ödeme Talimatları Çıkardığı – Eyleminin Görevi Kötüye Kullanma Değil Nitelikli Dolandırıcılık Olduğu )

• SAHTECİLİK ( Sosyal Hizmetlerde Mutemet Olan Sanığın Bağışlanan Paralardan Diğer Sanık Olan Eşi Adına Ödeme Talimatları Çıkardığı – Aldatma Yeteneğinin Bulunması Halinde Sahtecilik Suçunun Oluşacağı )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Sosyal Hizmetlerde Mutemet Olan Sanığın Bağışlanan Paralardan Diğer Sanık Olan Eşi Adına Ödeme Talimatları Çıkardığı – Eyleminin Görevi Kötüye Kullanma Değil Nitelikli Dolandırıcılık Olduğu )

ÖZET : Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünde mutemet olarak görev yapan sanığın muhtaç ailelere ödenmesi gereken yardım paraları için tahakkuk memurları tarafından hak sahibi adı ve miktarı boş bırakılarak imzalanan ödeme talimatlarının müdürlükte kalan nüshasına gerçek miktarı, bankaya gönderilen nüshasına ise eksik miktar yazarak aradaki farkı hak sahibi olmadığı halde diğer sanık eşi adına düzenlediği ödeme talimatları ile Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne ait hesaptan tahsilini sağlamak suretiyle birlikte haksız kazanç elde etmeleri eylemlerinde; görevi nedeniyle tevdiin bulunmaması ve sanığın bu paralar üzerinde koruma, gözetim sorumluluğunun olmaması nazara alındığında, müteselsilen nitelikli dolandırıcılık ve aldatma yeteneği bulunduğunun saptanması halinde müteselsilen sahtecilik suçlarını oluşturacağı gözetilmeden görevi kötüye kullanma suçundan hüküm kurulması hukuka aykırıdır.

DAVA : Nitelikli zimmet ve bu suça iştirakten sanıklar E. S. ve A. S.’nın yapılan yargılanmaları sonunda; eylemlerinin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğunun kabulüyle bu suçtan mahkûmiyetlerine dair, Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 06.11.2008 gün ve 2008/132 Esas, 2008/325 Karar sayılı hükümlerin süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık E. S. müdafii ile katılan vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünde mutemet olarak görev yapan sanık E. S.’nın muhtaç ailelere ödenmesi gereken yardım paraları için tahakkuk memurları tarafından hak sahibi adı ve miktarı boş bırakılarak imzalanan ödeme talimatlarının müdürlükte kalan nüshasına gerçek miktarı, bankaya gönderilen nüshasına ise eksik miktar yazarak aradaki farkı hak sahibi olmadığı halde diğer sanık eşi A. ( C. ) S. adına düzenlediği ödeme talimatları ile Ziraat Bankası Kastamonu Şubesinde bulunan Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne ait hesaptan tahsilini sağlamak suretiyle birlikte haksız kazanç elde etmeleri eylemlerinde; görevi nedeniyle tevdiin bulunmaması ve sanık E.’ın bu paralar üzerinde koruma, gözetim sorumluluğunun olmaması nazara alındığında, müteselsilen nitelikli dolandırıcılık ve aldatma yeteneği bulunduğunun saptanması halinde müteselsilen sahtecilik suçlarını oluşturacağı gözetilmeden görevi kötüye kullanma suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık E. S. müdafii ile katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 24.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

  Yargıtay 4. Ceza Dairesi,E. 2008/21882,K. 2011/1223,T. 08.02.2011

• KAMU GÖREVLİSİNİN GÖREVİN GEREKLERİNE AYKIRI DAVRANMASI (Mahkemenin Yazısı ve Üç Adet Tekit Yazısına İlgili Bilgi ve Belgeleri Göndermeyerek Cevap Vermemesi – Kamu Zararı Kişilerin Mağduriyeti ve Haksız Kazanç Sağlama Öğelerinin Gerçekleştiği)

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU (Kamu Görevlisinin Mahkemenin Yazısı ve Üç Adet Tekit Yazısına İlgili Bilgi ve Belgeleri Göndermeyerek Cevap Vermeme Eylemi)

• MAHKEMENİN YAZI VE TEKİTLERİNE CEVAP VERMEME (Kamu Görevlisinin – Kamu Zararı Kişilerin Mağduriyeti ve Haksız Kazanç Sağlama Öğelerinin Gerçekleştiği/Görevi Kötüye Kullanma Suçu)

ÖZET : Belediye Fen İşleri Müdürü olan sanığın Mahkemenin yazısı ve üç adet tekit yazısına, ilgili bilgi ve belgeleri göndermeyerek cevap vermeme eylemi ile görevin gereklerine aykırı davrandığı gözetilmelidir. TCY. nın 257. maddesinde öngörülen “kamu zararı, kişilerin mağduriyeti ve haksız kazanç sağlama” öğeleri gerçekleşmiştir.

SONUÇ : Yasaya aykırı

DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Belediye Fen İşleri Müdürü olan sanığın … Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.10.2004 tarihli yazısı ve üç adet tekit yazısına, ilgili bilgi ve belgeleri göndermeyerek cevap vermeme eylemi ile görevin gereklerine aykırı davrandığı gözetilmeden TCY. nın 257. maddesinde öngörülen “kamu zararı, kişilerin mağduriyeti ve haksız kazanç sağlama” öğelerinin gerçekleşmesi koşuluyla hükümlülük kararı verilmesi yerine yerinde olmayan gerekçeyle beraate hükmolunması,

SONUÇ : Yasaya aykırı ve O yer C. Savcısının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 08.02.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

  Yargıtay 8. Ceza Dairesi,E. 2010/10708,K. 2011/351,T. 26.01.2011

• RÜŞVET ALMAYA TEŞEBBÜS (5237 S. TCK’nunda Sadece Nitelikli Rüşvete Yer Verildiği ve Kamu Görevlisinin Yapması Gereken Bir İşi Yapması ya da Yapmaması Gereken İşi Yapmaması İçin Yarar Sağlanmasının Rüşvet Suçu Kapsamından Çıkarıldığı)

• ÇIKAR SAĞLAMA (Kamu Görevlisinin Yapması Gereken Bir İşi Yapması ya da Yapmaması Gereken İşi Yapmaması İçin Yarar Sağlanmasının Rüşvet Suçu Kapsamından Çıkarıldığı – Sanığın Eyleminin Aynı Yasanın 257/3. Md.sinde Düzenlenen Görevinin Gereklerine Uygun Davranmak İçin Çıkar Sağlama Suçu Niteliğinde Olduğu)

• LEHE KANUN UYGULAMASI (Rüşvet – Sanığın Eyleminin Aynı Yasanın 257/3. Md.sinde Düzenlenen Görevinin Gereklerine Uygun Davranmak İçin Çıkar Sağlama Suçu Niteliğinde Olduğu ve Lehe Kanun Değerlendirmesinin Bu Suçlar Arasında Yapılması Gerektiği)

 ÖZET : Sanığın eyleminin 765 sayılı Yasanın 212/1. maddesine uyan yapması gereken işi yapmak için rüşvet almaya teşebbüs suçunu oluşturduğu, ancak 765 sayılı Yasanın 212. maddesinin bir ve ikinci fıkralarında basit ve nitelikli rüşvet alma suçları ayrı ayrı düzenlenip yaptırım altına alındığı halde, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun rüşveti tanımlayan 252/3. maddesinde “rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlanmasının rüşvet suçu kapsamından çıkarıldığı cihetle, sanığın eyleminin aynı yasanın 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine uygun davranmak için çıkar sağlama suçu niteliğinde olduğu ve lehe kanun değerlendirmesinin bu suçlar arasında yapılması gerektiği gözetilmeyerek suç vasfında yanılgıya düşülüp yazılı şekilde hüküm kurulması, yasaya aykırıdır.

DAVA : Rüşvet almak suçundan sanık M. M.’ın yapılan yargılanması sonunda; eyleminin cebri irtikap olarak kabulüyle mahkümiyetine dair, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 22.11.2005 gün ve 2005/144 Esas, 2005/252 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Ankara Gelirler Bölge Müdürlüğünde vergi denetmeni olan sanığın Ö.-A. D… Yapı Malzemeleri Limited Şirketinin vergi denetimini yapıp bunu olumlu sonuçlandırma karşılığı şirket sahibi olan C. A.’dan 6.000 TL para isteyerek bunun 4.000 TL lik kısmını alması eyleminde, irtikabın ikna veya icbar unsurunun bulunmadığı, sanığın istediği parayı ödemek niyetinde olmayan C.’in olayı C.Savcılığına bildirip suçun tespitini temin için seri numaraları alınmış 4.000 lirayı polisin bilgisi dâhilinde vermesinden sonra söz konusu para ile sanığın yakalandığının anlaşılması karşısında, rüşvet teklifinin kabul edilmemesi ve sanığın yakalanması için yapılan anlaşmanın da serbest irade ürünü olmaması nedeniyle rüşvet anlaşmasının oluşmadığı nazara alındığında sanığın eyleminin 765 sayılı Yasanın 212/1. maddesine uyan yapması gereken işi yapmak için rüşvet almaya teşebbüs suçunu oluşturduğu, ancak 765 sayılı Yasanın 212. maddesinin bir ve ikinci fıkralarında basit ve nitelikli rüşvet alma suçları ayrı ayrı düzenlenip yaptırım altına alındığı halde, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun rüşveti tanımlayan 252/3. maddesinde “rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlanmasının rüşvet suçu kapsamından çıkarıldığı cihetle, sanığın eyleminin aynı yasanın 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine uygun davranmak için çıkar sağlama suçu niteliğinde olduğu ve lehe kanun değerlendirmesinin bu suçlar arasında yapılması gerektiği gözetilmeyerek suç vasfında yanılgıya düşülüp yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de; 5252 sayılı Yasanın 9/3 ve CMK.nun 34 ve 230. maddeleri uyarınca lehe olan hükmün önceki ve sonraki kanunların bütün hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçlarının birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi ve her iki kanunla ilgili uygulamanın denetime olanak verecek şekilde kararda gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, CMK.nun 232/2-c maddesine aykırı olarak gerekçeli karar başlığında suçun işlendiği yer ve zamanın gösterilmemesi, Gerekçeli karar ve suretlerinin mahkeme mührü ile mühürlenmemesi suretiyle CMK.nun 232/7. maddesine muhalefet edilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 26.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay 5. Ceza Dairesi,E. 2010/10708,K. 2011/351,T. 26.01.2011

• RÜŞVET ALMAK ( Sanığın Eyleminin Görevinin Gereklerine Uygun Davranmak İçin Çıkar Sağlama Suçu Niteliğinde Olduğu ve Lehe Kanun Değerlendirmesinin Bu Suçlar Arasında Yapılması Gerektiği )

• ÇIKAR SAĞLAMA ( Rüşvet Almak – Sanığın Eyleminin Görevinin Gereklerine Uygun Davranmak İçin Çıkar Sağlama Suçu Niteliğinde Olduğu ve Lehe Kanun Değerlendirmesinin Bu Suçlar Arasında Yapılması Gerektiği )

• LEHE KANUN UYGULAMASI ( Rüşvet Almak – Lehe Olan Hükmün Önceki Ve Sonraki Kanunların Bütün Hükümlerinin Olaya Uygulanarak Ortaya Çıkan Sonuçlarının Birbiriyle Karşılaştırılması Suretiyle Belirlenmesi Gerektiği )

 ÖZET : Sanığın eyleminin TCK.’nun 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine uygun davranmak için çıkar sağlama suçu niteliğinde olduğu ve lehe kanun değerlendirmesinin bu suçlar arasında yapılması gerektiği gözetilmeyerek suç vasfında yanılgıya düşülüp yazılı şekilde hüküm kurulması, 5252 sayılı Yasanın 9/3 ve CMK. nun 34 ve 230. maddeleri uyarınca lehe olan hükmün önceki ve sonraki kanunların bütün hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçlarının birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi ve her iki kanunla ilgili uygulamanın denetime olanak verecek şekilde kararda gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, yasaya aykırıdır.

DAVA : Rüşvet almak suçundan sanığın yapılan yargılanması sonunda; eyleminin cebri irtikap olarak kabulüyle mahkumiyetine dair, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 22.11.2005 gün ve 2005/144 Esas, 2005/252 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Ankara Gelirler Bölge Müdürlüğünde vergi denetmeni olan sanığın Ö…-A. D. Yapı Malzemeleri Limited Şirketinin vergi denetimini yapıp bunu olumlu sonuçlandırma karşılığı şirket sahibi olan C. A.’dan 6.000 TL para isteyerek bunun 4.000 TL lik kısmını alması eyleminde, irtikabın ikna veya icbar unsurunun bulunmadığı, sanığın istediği parayı ödemek niyetinde olmayan C.’in olayı C.Savcılığına bildirip suçun tespitini temin için seri numaraları alınmış 4.000 lirayı polisin bilgisi dahilinde vermesinden sonra söz konusu para ile sanığın yakalandığının anlaşılması karşısında, rüşvet teklifinin kabul edilmemesi ve sanığın yakalanması için yapılan anlaşmanın da serbest irade ürünü olmaması nedeniyle rüşvet anlaşmasının oluşmadığı nazara alındığında sanığın eyleminin 765 sayılı Yasanın 212/1. maddesine uyan yapması gereken işi yapmak için rüşvet almaya teşebbüs suçunu oluşturduğu, ancak 765 sayılı Yasanın 212. maddesinin bir ve ikinci fıkralarında basit ve nitelikli rüşvet alma suçları ayrı ayrı düzenlenip yaptırım altına alındığı halde, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun rüşveti tanımlayan 252/3. maddesinde “rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlanmasının rüşvet suçu kapsamından çıkarıldığı cihetle, sanığın eyleminin aynı yasanın 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine uygun davranmak için çıkar sağlama suçu niteliğinde olduğu ve lehe kanun değerlendirmesinin bu suçlar arasında yapılması gerektiği gözetilmeyerek suç vasfında yanılgıya düşülüp yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de; 5252 sayılı Yasanın 9/3 ve CMK. nun 34 ve 230. maddeleri uyarınca lehe olan hükmün önceki ve sonraki kanunların bütün hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçlarının birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi ve her iki kanunla ilgili uygulamanın denetime olanak verecek şekilde kararda gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, CMK. nun 232/2-c maddesine aykırı olarak gerekçeli karar başlığında suçun işlendiği yer ve zamanın gösterilmemesi, Gerekçeli karar ve suretlerinin mahkeme mührü ile mühürlenmemesi suretiyle CMK. nun 232/7. maddesine muhalefet edilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gözetilerek CMUK. nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 26.01.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 Yargıtay 5. Ceza Dairesi,E. 2008/8302,K. 2011/70,T. 17.1.2011

• ZİMMET ( Sanığın Görev Yaptığı Kurumda Para Tahsili Veya Koruma ve Gözetim Görevinin Bulunup Bulunmadığı Saptanarak Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gerektiği )

• PARA TAHSİLİ VEYA KORUMA VE GÖZETİM GÖREVİ ( Bulunup Bulunmadığı Saptanarak Sanığın Parayı Mal Edinmesinin Zimmet Ya da Güveni Kötüye Kullanma Suçunu Oluşturacağı Gözetilmelidir )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Sanığın Görev Yaptığı Kurumda Para Tahsili Veya Koruma ve Gözetim Görevinin Bulunmaması Halinde Parayı Mal Edinmesinin Zimmet Değil Bu Suçu Oluşturacağı )

ÖZET : Zimmet suçundan sanığın görev yaptığı kurumda para tahsili veya koruma ve gözetim görevinin bulunup bulunmadığı saptanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Zimmet suçundan sanığın yapılan yargılanması sonunda; atılı suçtan mahkûmiyetine dair, Nazilli Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen 07.12.2006 gün ve 2005/94 Esas, 2006/532 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Nazilli Belediye Başkanlığının 17.01.2005 günlü “sanığın tahsilat şefi” olarak görev yaptığı sırada zimmet suçunu işlediği iddiası ile savcılığa suç duyurusunda bulunması üzerine başlatılan soruşturma sırasında alınan 14.02.2005 tarihli bilirkişi raporunda sanığın “su tahakkuk ve tahsilat servisinde şef” olduğu ifade edilmesine rağmen, yargılama aşamasında alınan heyet raporunda “su tahakkuk şefi olarak görev yaptığı ve birimin yetkilisi olduğu” belirtilerek görev konusunda çelişki yaratıldığı gibi, Belediyenin cevabi yazısının da hüküm kurmaya yeterli ve elverişli olmadığı nazara alınarak, sanığın tahakkuk ve tahsilat şefliklerinden hangisinde görev yaptığı veya her iki birimin tek şeflik olarak sanıkta toplanıp toplanmadığı, para tahsili görevinin ya da şef olması sebebiyle veznedeki para üzerinde koruma ve gözetim sorumluluğunun bulunup bulunmadığı, fiilen para tahsili ile görevlendirilip görevlendirilmediği hususları kurumdan sorularak sonucuna göre; para tahsili veya koruma ve gözetim görevinin varlığı halinde eyleminin zimmet suçunu, aksi halde abonelerin bir kısmının işlemleri yapacağı veya yaptıracağı düşüncesiyle kendisine verdikleri paraları kayıtlara geçmeyip vezneye teslim etmeyerek mal edinmesi fiilinin güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeden eksik araştırma sonucu suç niteliğinin tayin ve tespiti ile yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de; 5237 sayılı TCK.nun 43. maddesi ile uygulama yapılırken 1/4 oranında yapılan artırım oranının hükümde 1/6 olarak yazılması,

SONUÇ : Kanuna aykırı ve sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 17.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay  5. Ceza Dairesi,E. 2010/9162,K. 2010/9980,T. 23.12.2010

• RÜŞVET ALMAK ( Bir Kamu Görevlisinin Görevinin Gereğine Aykırı Olarak Bir İşi Yapması veya Yapmaması İçin Kişiyle Vardığı Anlaşma Çerçevesinde Bir Menfaat Sağlaması )

• HAKSIZ MENFAAT ( Bir Kamu Görevlisinin Yapması Gereken İşi Yapmak İçin Haksız Menfaat Sağlamasıyla Görevi Kötüye Kullanma Suçunun Oluşacağı )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Bir Kamu Görevlisinin Yapması Gereken İşi Yapmak İçin Haksız Menfaat Sağlamasıyla Görevi Kötüye Kullanma Suçunun Oluşacağı )

 ÖZET : Bir kamu görevlisinin görevinin gereğine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir menfaat sağlamayla rüşvet suçunun, yapması gereken işi yapmak için haksız menfaat sağlamasıyla da görevi kötüye kullanma suçunun oluşacağı nazara alınarak, öncelikle suç tarihinde yürürlükte olan mevzuat hükümleri uyarınca anılan inşaatın temel vizesinin yapılmasına engel bir durumun olup olmadığının belirlenip sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekir.

DAVA : Rüşvet almak suçundan sanıklar T. ve S.’in yapılan yargılanmaları sonunda; sanıkların rüşvet almaya teşebbüsten mahkûmiyetlerine dair, Ankara Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen 17.06.2010 gün ve 2010/188 Esas, 2010/173 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar müdafileri tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Müteahhitlik yapan müşteki S… Emlak’ın Mamak, 36453 ada … parsel numaralı taşınmazla ilgili olarak S… İnşaat Limited Şirketi adına Mamak Belediyesinden 11.12.2009 tarihinde yapı ruhsatı alarak inşaata başladığı, 17.03.2010 tarihinde de temel vizesi için müracaat ettiği, evrakların şube müdürü tarafından harita teknikeri olarak görev yapan sanık T.’ye verildiği, bu sanığın vizeyi verebilmesi için müştekiden 15.000 TL istediği, daha sonra bu rakamı 7.000 TL.ye düşürdüğü, bilahare sanık S.’in müştekinin bürosuna giderek “2.000 TL ver, sana vize alalım, yoksa dosyanı encümene vereceğiz, Belediye Encümeni sana ceza kesecek” şeklindeki sözleri üzerine müştekinin Emniyet Müdürlüğüne müracaat ettiği, S. ile irtibata geçerek parayı hazırladığı, sanık T.’nin müştekinin bürosuna gelerek seri numaraları tespit edilmiş olan paraları aldığı, arabasına binerken güvenlik görevlileri tarafından yakalandığı, sanıkların bu şekilde rüşvet almak suçunu işledikleri iddia edilmesi karşısında; sanık T.’nin 8 ya da 9 Nisan günü inşaatta gerekli ölçümleri yaptığını, temel betonun genel olarak mimari projeye uygun olduğunu gördüğünü, denetim firması yetkililerine de inşaatın projeye uygun olduğunu sözlü olarak bildirdiğini, iş yoğunluğu nedeniyle raporu henüz hazırlayamadığını, üzerinde ele geçirilen paranın müşteki tarafından kendisine borç verildiğini, sanık S. ise müştekinin dosyasının T.’de olduğunu, kendisinin görevli olmadığını, sadece müştekinin yemek yeme ve konuyla ilgili görüşme talebini T.’ye ilettiğini, para pazarlığı yapmadığını, konuyla ilgili bilgisinin olmadığını savunması, sanık T. müdafiin 06.09.2010 günlü dilekçesine eklediği Mamak Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nün 01.09.2010 günlü cevabi yazı içeriğinde; 36453 ada 1 parselde yapılan inşaata ilişkin temel vizesinin yapılmasına engel hal bulunmadığı, 05.02.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Denetim ve Uygulama Yönetmeliğinin 4. maddesi hükmü doğrultusunda temel vize işleminin onaylandığının bildirildiği, bir kamu görevlisinin görevinin gereğine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir menfaat sağlamayla rüşvet suçunun, yapması gereken işi yapmak için haksız menfaat sağlamasıyla da görevi kötüye kullanma suçunun oluşacağı nazara alınarak, öncelikle suç tarihinde yürürlükte olan mevzuat hükümleri uyarınca anılan inşaatın temel vizesinin yapılmasına engel bir durumun olup olmadığının belirlenip sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri yerine eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanıklar müdafilerin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK. nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozmanın mahiyetine göre tutuklu sanıklar T. ve S.’in bihakkın TAHLİYELERİNE, başka suçtan tutuklu veya hükümlü değiller ise derhal salıverilmeleri hususunun mahalline bildirilmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına müzekkere yazılmasına, 23.12.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

  YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ,E. 2010/4413,K. 2010/6478,T. 15.9.2010

• RÜŞVET ( Mağdurun Celsede “Benim Bu Olaydan Dolayı Herhangi Zararım Yoktur” Şeklinde Beyanda Bulunmuş Olmasına Göre Kamunun Zararının Nelerden İbaret Olduğu Karar Yerinde Gösterilmesi Gerektiği )

• KAMU ZARARI ( Rüşvet – Mağdurun Celsede “Benim Bu Olaydan Dolayı Herhangi Zararım Yoktur” Şeklinde Beyanda Bulunmuş Olmasına Göre Kamunun Zararının Nelerden İbaret Olduğunun Karar Yerinde Gösterilmesi Gerektiği )

• ÇELİŞKİLİ HÜKÜM ( Sanığın Şahsi ve Sosyal Durumu Suç İşlememe Eğilimi Gözetilerek Cezasının Ertelenmesine ve Kişisel Hali Geçmişte Mahkumiyetinin Bulunması Gerekçe Gösterilmek Suretiyle Tayin Olunan Kısa Süreli Hapis Cezasının Seçenek Yaptırımlara Çevrilmesine Yer Olmadığına Karar Verilmek Suretiyle )

 ÖZET : Sanığın şahsi ve sosyal durumu, suç işlememe eğilimi gözetilerek cezasının 5237 sayılı TCK’nın 51. maddesi uyarınca ertelenmesine, kişisel hali, geçmişte mahkumiyetinin bulunması gerekçe gösterilmek suretiyle tayin olunan kısa süreli hapis cezasının 5237 sayılı TCK’nın 50. maddesindeki seçenek yaptırımlara çevrilmesine yer olmadığına karar verilmek suretiyle gerekçede çelişki yaratılması, Mağdurun celsede “benim bu olaydan dolayı herhangi zararım yoktur” şeklinde beyanda bulunmuş olmasına göre; kamunun zararının nelerden ibaret olduğu karar yerinde gösterilmeksizin yasal koşulların oluşmadığı kanaatine varıldığından bahisle CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi, kanuna aykırıdır.

DAVA : Rüşvet suçundan sanık A. T. ‘nun yapılan yargılanması sonunda; eyleminin görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğunun kabulüyle mahkumiyetine dair, Gebze Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen 08.04.2008 gün ve 2003/82 Esas, 2008/144 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığı’ndan tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Olay tarihinde Gebze Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Polikliniğinde görev yapmakta olan sanığın, mağdurun yeğeni F. E. ‘i tedavi amacı ile hastaneye getirdiğinde, müştekiye hemen ameliyat olması gerektiğini, ancak bunun hemen olmasının mümkün olmadığını, gün verileceğini, acil ameliyat olması için kendisine 350.00 TL. verilmesi halinde ameliyatın derhal yapılacağını beyan ettiği, 150.00 TL. verilmesi konusunda anlaşıldığı, bunun üzerine mağdurun emniyete başvurarak seri numaraları alınmış 150.00 TL’yi sanığa verdikten sonra sanığın yakalandığı mağdur ve tanık beyanları ile tüm dosya içeriğinden anlaşılmış, oluşun mahkemece de bu şekilde kabul edilmiş olması karşısında, sanığın kanıtlanan bu eyleminin 765 sayılı TCK. uyarınca basit rüşvet almaya teşebbüs suçunu oluşturacağı, ancak daha sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 252/3. maddesinde “rüşvet bir kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” şeklinde tarif edildiğinden; basit rüşvet almanın suç olarak düzenlenmediği, ancak sanığın açıklanan bu eyleminin aynı Kanunun 257/3. maddesindeki görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu nazara alınıp 5252 sayılı Yasanın 9/3 ve CMK’nın 34 ve 230. maddelerine uygun şekilde önceki ve sonraki kanunların bütün hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçlarının birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe olan hükmün belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Kabule göre de; Sanığın şahsi ve sosyal durumu, suç işlememe eğilimi gözetilerek cezasının 5237 sayılı TCK’nın 51. maddesi uyarınca ertelenmesine, kişisel hali, geçmişte mahkumiyetinin bulunması gerekçe gösterilmek suretiyle tayin olunan kısa süreli hapis cezasının 5237 sayılı TCK’nın 50. maddesindeki seçenek yaptırımlara çevrilmesine yer olmadığına karar verilmek suretiyle gerekçede çelişki yaratılması, Mağdurun 08.01.2008 günlü celsede “benim bu olaydan dolayı herhangi zararım yoktur” şeklinde beyanda bulunmuş olmasına göre; kamunun zararının nelerden ibaret olduğu karar yerinde gösterilmeksizin yasal koşulların oluşmadığı ( mağdurun ya da kamunun zararı aynen iade ya da tazmin yönüne gidilmediği ) kanaatine varıldığından bahisle CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 15.09.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 Yargıtay 4. Ceza Dairesi,E. 2010/8181,K. 2010/13568,T. 13.07.2010

• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMA ( Dış Hatlar Servisinde Görevli Sanığın Bagajları Eksik Tartarak Hem Uçuş Güvenliğini Tehlikeye Soktuğu Hem de Eksik Tartım Nedeniyle Kurumu Zarara Uğrattığı ve Kişilere Haksız Kazanç Sağladığından Suçun Oluştuğu )

• KAMU GÖREVLİSİ SAYILMA ( Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma – Özelleştirilmiş Olsa Bile Kamu Payının %50’den Fazla Olması Nedeniyle THY Personelinin Görevleriyle Bağlantılı İşledikleri Suçlarda Kamu Görevlisi Sayılacağı )

• DIŞ HATLAR SERVİSİNDE GÖREVLİ SANIK ( Bagajları Eksik Tartarak Hem Uçuş Güvenliğini Tehlikeye Soktuğu Hem de Eksik Tartım Nedeniyle Kurumu Zarara Uğrattığı ve Kişilere Haksız Kazanç Sağladığı Doğrulandığından Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanma Suçunun Oluştuğu )

 ÖZET : Özelleştirilmiş olsa bile kamu payının %50’den fazla olması nedeniyle THY personelinin görevleriyle bağlantılı işledikleri suçlarda kamu görevlisi sayılacağı, dış hatlar servisinde görevli sanığın, bagajları eksik tartarak hem uçuş güvenliğini tehlikeye soktuğu, hem de eksik tartım nedeniyle kurumu zarara uğrattığı ve kişilere haksız kazanç sağladığı doğrulanmış olduğundan, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.

DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; THY A.Ş. 233 sayılı “Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında KHK” kapsamında KİT iken, 22.08.1990 tarih ve 90/822 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile özelleştirilmesine karar verilmiş olup, suç tarihinde ve halen kamu payı %50’nin üzerinde olması nedeniyle kamu kurumu niteliğini koruduğu gerek 4046 sayılı Yasa’nın 7/3. maddesinin suç tarihindeki hali ve gerekse 23.01.2008 tarih 5728 sayılı Yasa ile değişik haliyle “…özelleştirme programına alınan kuruluşlarda çalışan personel ve sözleşmeli olarak çalıştırılan personel, görevleriyle bağlantılı olarak işlenen suçlarda kamu görevlisi sayılır ve ifa ettikleri görevlerden dolayı 5237 sayılı TCY 2. kitap 3. kısım 4. bölüm ile 4. kısım 1. bölüm uygulanır”. ( Eski metin: …765 sayılı TCY 279. maddesinde yazılı memurlardan sayılır ve … ve ifa ettikleri görevlerden dolayı 765 sayılı TCK 2. kitap 3 ve 6. baplardaki hükümler uygulanır ) denilmesi karşısında; THY, A… Hava Limanı, dış hatlar servisinde yolcu hizmetlisi görevlisi olan sanığın, simsarlarla işbirliği yaparak yolcu bagajlarını gözle görülür biçimde eksik tartması, bu suretle hem uçuş güvenliğini tehlikeye soktuğu ve hem de söz konusu eksik tartım nedeniyle kurumu maddi zarara uğrattığı ve kişilere haksız kazanç sağlandığı hususundaki müfettiş raporu, mahkemede dinlenen Ebru’nun aşamalardaki anlatımı, özellikle iddianamenin 3. paragrafında yer alan ( Muhammet adlı yolcuya ait bagajın gerçekte 240 kg. gelmesine karşın sanıkça düzenlenen belgede 190 kg olarak yazılması ) eyleminin de tanıklar Arif, Zakir, Halis’in müfettiş, savcılık ve mahkemedeki anlatımlarıyla doğrulanmış olması karşısında, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçundan hükümlülüğüne karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle beraatine karar verilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş ve katılan THY Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün başkaca yönleri incelenmeksizin ( BOZULMASINA ), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/ hüküm mahkemesine gönderilmesine, 13.07.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

  Yargıtay 4. Ceza Dairesi,E. 2008/14814,K. 2010/13254,T. 07.07.2010

• GÖREVİ SAVSAMA ( Sanığın Belediyede Müdür Vekili Olduğu/Hakkında Gönderilen İcra Emrini Yerine Getirmeyip Amiri Olan Belediye Başkanına Durumu Bildirmediği – Sanığın Kamu Zararına ve Katılanın Mağduriyetine Neden Olduğu/Suçun Oluştuğu )

• MAAŞ KESİNTİSİNE İLİŞKİN İCRA EMRİNİ YERİNE GETİRMEMEK ( Sanığın Belediyede Müdür Vekili Olduğu – Sanığın Kamu Zararına ve Katılanın Mağduriyetine Neden Olduğu/Görevi Savsama Suçunun Oluşacağı )

• BELEDİYEDE MUHASEBE MÜDÜR VEKİLİ OLAN SANIĞIN GÖREVİNİ SAVSAMASI ( Hakkında Gönderilen İcra Emrini Yerine Getirmeyip Amiri Olan Belediye Başkanına Durumu Bildirmediği – Sanığın Kamu Zararına ve Katılanın Mağduriyetine Neden Olduğu/Suçun Oluştuğu )

• KAMU ZARARINA NEDEN OLMA ( Belediyede Müdür Vekili Olan Sanığın Hakkında Gönderilen İcra Emrini Yerine Getirmeyip Amiri Olan Belediye Başkanına Durumu Bildirmediği – Görevi Savsama Suçunun Oluşacağı )

 ÖZET: Belediyede muhasebe müdür vekili olan sanığın, borcundan dolayı hakkında yapılan icra takibi sırasında icra müdürlüğünce gönderilen maaşından kesinti yapılması yolundaki icra emirlerini yerine getirmeyip bu konuda amiri olan belediye başkanının da bilgilendirmemek suretiyle kamu zararına ve katılanın mağduriyetine neden olma biçimindeki pasif nitelikteki eyleminin görevi savsama suçunu oluşturduğu gözetilmelidir. 

DAVA: Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

KARAR: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Belediyede muhasebe müdür vekili olan sanığın, borcundan dolayı hakkında yapılan icra takibi sırasında icra müdürlüğünce gönderilen maaşından kesinti yapılması yolundaki 01.06.2004, 10.08.2004 ve 07.03.2005 tarihli icra emirlerini yerine getirmeyip bu konuda amiri olan belediye başkanının da bilgilendirmemek suretiyle kamu zararına ve katılanın mağduriyetine neden olma biçimindeki pasif nitelikteki eyleminin görevi savsama suçunu oluşturduğu gözetilerek, TCY’nın 257/2. maddesi uyarınca cezalandırılması gerekirken yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,

SONUÇ: Yasaya aykırı ve katılan Sivas Muhakemat Müdürlüğü vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 07.07.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

  Yargıtay 5. Ceza Dairesi,E. 2006/9259,K. 2010/4044,T. 27.05.2010

• LEHE KANUN UYGULAMASI ( Rüşvet – Her İki Kanun Hükümlerine Göre Yapılan Uygulamada Ceza Süreleri Eşit Olup 765 S. TCK’nun 212/1. Md.sinde Ayrıca Adli Para Cezası ve Memuriyetten Yoksunluk Öngörülmesi Karşısında 5237 S. Kanunun Lehe Olduğu )

• RÜŞVET ( Kamu Görevlisinin Yapması Gereken Bir İşi Yapması Ya Da Yapmaması Gereken İşi Yapmaması İçin Yarar Sağlanmasının Rüşvet Suçu Kapsamından Çıkarıldığı – Çıkar Sağlama Suçunu Oluşturduğu )

• KAMU GÖREVLİSİNİN YARAR SAĞLAMASI ( Kamu Görevlisinin Yapması Gereken Bir İşi Yapması Yada Yapmaması Gereken İşi Yapmaması İçin Yarar Sağlanmasının Rüşvet Suçu Kapsamından Çıkarıldığı – Eylemin Çıkar Sağlama Suçu Niteliğinde Olduğu )

• ÇIKAR SAĞLAMA SUÇU ( Kamu Görevlisinin Yapması Gereken Bir İşi Yapması Ya Da Yapmaması Gereken İşi Yapmaması İçin Yarar Sağlanması Eyleminde Oluştuğu )

ÖZET : Sanığın, oluşu kabul edilen eylemi 765 sayılı Yasanın 212/1. maddesine uyan yapması gereken işi yapmak için rüşvet almak suçunu oluşturmakta ise de, 5237 sayılı TCK.nun rüşveti tanımlayan 252/3. maddesinde “rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek; sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması yada yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlanmasının rüşvet suçu kapsamından çıkarıldığı cihetle sanığın eyleminin aynı Yasanın 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine aykırı davranarak çıkar sağlama suçu niteliğinde olduğu gözetilmeden hüküm kurulması, Lehe yasanın belirlenmesi sırasında her iki kanun hükümlerine göre yapılan uygulamada ceza süreleri eşit olup 765 sayılı TCK.nun 212/1. maddesinde ayrıca adli para cezası ve memuriyetten yoksunluk öngörülmesi karşısında 5237 sayılı Kanunun sanık lehine sonuç doğurduğu gözetilmeden yazılı şekilde 765 sayılı yasının lehe olduğunun kabul edilmesi, yasaya aykırıdır.

DAVA : Rüşvet almak suçundan sanık M. Ö.’ın bozma üzerine yapılan yargılanması sonunda; atılı suçtan mahkümiyetine dair, Nazilli Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 06/12/2005 gün ve 2005/352 Esas, 2005/353 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından 13/09/2006 günlü tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; Sanığın, oluşu kabul edilen eylemi 765 sayılı Yasanın 212/1. maddesine uyan yapması gereken işi yapmak için rüşvet almak suçunu oluşturmakta ise de, 5237 sayılı TCK.nun rüşveti tanımlayan 252/3. maddesinde “rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek; sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması yada yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlanmasının rüşvet suçu kapsamından çıkarıldığı cihetle sanığın eyleminin aynı Yasanın 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine aykırı davranarak çıkar sağlama suçu niteliğinde olduğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de; Lehe yasanın belirlenmesi sırasında her iki kanun hükümlerine göre yapılan uygulamada ceza süreleri eşit olup 765 sayılı TCK.nun 212/1. maddesinde ayrıca adli para cezası ve memuriyetten yoksunluk öngörülmesi karşısında 5237 sayılı Kanunun sanık lehine sonuç doğurduğu gözetilmeden yazılı şekilde 765 sayılı yasının lehe olduğunun kabul edilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 27.05.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

Yargıtay 11. Ceza Dairesi,E. 2009/3664,K. 2010/1363,T. 16.02.2010

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Sanıkların İhale Yönetmeliğine Aykırı Olarak Bilahare Teklif Mektuplarının Değiştirilmesine Yol Açacak Biçimde Açılan İç Zarfların Listesini Yapmamak Eylemleri – Suçu Oluşturduğu )

• İHALE KOMİSYONU ÜYESİ SANIK ( İhale Yönetmeliğine Aykırı Olarak Bilahare Teklif Mektuplarının Değiştirilmesine Yol Açacak Biçimde Açılan İç Zarfların Listesini Yapmamak Şeklindeki Eylemlerinin Görevi Kötüye Kullanma Suçunu Oluşturduğu )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Sanıkların İhale Yönetmeliğine Aykırı Olarak Bilahare Teklif Mektuplarının Değiştirilmesine Yol Açacak Biçimde Açılan İç Zarfların Listesini Yapmamak Şeklindeki Eylemleri )

• TEKLİF MEKTUPLARININ DEĞİŞTİRİLMESİ ( Sanıkların İhale Yönetmeliğine Aykırı Olarak Bilahare Teklif Mektuplarının Değiştirilmesine Yol Açacak Biçimde Açılan İç Zarfların Listesini Yapmamak Şeklindeki Eylemlerinin Görevi Kötüye Kullanma Suçunu Oluşturduğu )

 ÖZET : İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü’nün ihtiyacı için yapılan haber alma güvenlik merkezi sistemi ve kapalı devre kamera sistemi ihalesinde ihale komisyonu üyesi olan ve ihale sonrası kazanan firmanın teklif mektubunun değiştirilmesi eylemine iştirakleri sabit bulunmayan sanıkların ihale yönetmeliğine aykırı olarak bilahare teklif mektuplarının değiştirilmesine yol açacak biçimde açılan iç zarfların listesini yapmamak ayrıca sanık Timuçin yönünden fiilen komisyon toplantısına katılmadığı halde hazırlanan raporu imzalamaktan ibaret eylemlerinin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur.

DAVA : I- Katılan vekilinin sanıklar T. U., Y. N., T. T. ile M. K. hakkında “görevi ihmal suçundan” kurulan hükmün açıklanmasının geri alması kararlarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde:

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, 5271 sayılı CMK. nun 231/12. maddesi gereğince itiraz yasa yoluna tabi olup temyiz edilebilecek hükümlerden olmadığı anlaşılmakla; katılan vekilinin vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK. nun 317. maddesi uyarınca istem gibi REDDİNE, 5271 sayılı CMK. nun 264/2. maddesi uyarınca katılan vekilinin başvurusunun itiraz dilekçesi olarak kabulü ile gereğinin mahallinde takdir ve ifasına,

II- Katılan vekili ve sanık müdafiinin sanık Feridun Şevki Ç. hakkında “memurun resmi evrakta sahteciliği” kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde: Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Feridun Şevki Ç.’a yüklenen “memurun resmi evrakta sahteciliği” suçunun sübutu kabul, oluş, soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı artıcı ve azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7 ve 5349 sayılı Kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddeleri uyarınca 765 ve 5237 sayılı Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların denetime imkan verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe yasa belirlenerek sonucuna göre hüküm kurulmuş, hükmolunan ceza miktarı itibari ile 5278 sayılı Kanun’un 562. maddesinin 1. fıkrası ile değişik 5271 sayılı CMK. nun 231/5-14. fıkralarından yararlanamayacağı anlaşılmış ve incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan katılan vekilinin daha fazla ceza verilmesi gerektiğine ilişen ve sanık müdafiinin bir sebebe dayanmayan ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA,

III- Sanık müdafiinin sanık Timuçin T.’in beraatına ilişkin hükmün yargılama giderleri ile ilgili kısmına yönelik ve katılan vekilinin adı geçen sanığın beraatı ile sanık Haydar P.’in mahkumiyetine ilişkin temyiz itirazlarına gelince: İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü’nün ihtiyacı için 29.06.2001 tarihinde yapılan haber alma güvenlik merkezi sistemi ve kapalı devre kamera sistemi ihalesinde ihale komisyonu üyesi olan ve ihale sonrası kazanan firmanın teklif mektubunun değiştirilmesi eylemine iştirakleri sabit bulunmayan sanıkların ihale yönetmeliğine aykırı olarak bilahare teklif mektuplarının değiştirilmesine yol açacak biçimde açılan iç zarfların listesini yapmamak ayrıca sanık Timuçin yönünden fiilen komisyon toplantısına katılmadığı halde hazırlanan raporu imzalamaktan ibaret eylemlerinin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, Ancak; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7 ve 5349 sayılı Kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddeleri uyarınca sanıklara yüklenen bu suçun yasada gerektirdiği cezasının türü ve üst sınırı itibariyle tabi olduğu, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve sanıklar lehine olan 765 sayılı TCK. nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımının, suç tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşılmış ve katılan vekili ile sanık Timuçin T. müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelemeyen hükümlerin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken, 1412 sayılı CMUK. nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA,

SONUÇ : Ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden aynı Yasanın 322. maddesinde öngörülen yetkiye dayanılmak sanıklar hakkında anılan suçtan açılan kamu davalarının gerçekleşen dava zamanaşımları nedeniyle 765 sayılı TCK. nun 102/4 ve 104/2 maddeleri gereğince ORTADAN KALDIRILMASINA, 16.02.2010 gününde oybirliği ile

karar verildi.

  Yargıtay 5. Ceza Dairesi,E. 2008/3903,K. 2009/14973,T. 24.12.2009

• İCBAR SURETİYLE İRTİKAP ( Yasal Olarak Para Ödenmesi Gerektiğine İlişkin İnandırıcı Bir Davranışta Bulunmayan Sanığın Eyleminde İrtikabın İkna veya İcbar Unsuru Bulunmadığı – Yapması Gereken İşi Yapmak İçin Haksız Para Alma Eylemi Yeni TCK İle Rüşvet Suçu Olmaktan Çıkarıldığı )

• İRTİKAP ( Para Ödenmesi Gerektiğine İlişkin İnandırıcı Bir Davranışta Bulunmayan Sanığın Eyleminde İrtikabın İkna veya İcbar Unsuru Bulunmadığı – Yapması Gereken İşi Yapmak İçin Haksız Para Alma Eylemi Yeni TCK İle Rüşvet Suçu Olmaktan Çıkarıldığı )

• RÜŞVET ( Yapması Gereken İşi Yapmak İçin Haksız Para Alma Eylemi Yeni TCK İle Rüşvet Suçu Olmaktan Çıkarıldığı – Bu Eylem Görevi Kötüye Kullanma Suçunu Oluşturduğu )

• İKNA VEYA İCBAR UNSURU ( Yasal Olarak Para Ödenmesi Gerektiğine İlişkin İnandırıcı Bir Davranışta Bulunmayan Sanığın Eyleminde Bulunmadığı – Yapması Gereken İşi Yapmak İçin Haksız Para Alma Eylemi Yeni TCK İle Rüşvet Suçu Olmaktan Çıkarıldığı )

 ÖZET : İcbar suretiyle irtikap suçundan yapılan yargılama sonunda; sanığın atılı suça teşebbüsten mahkûmiyetine karar verilmiştir. Dosya kapsamından, tapu sicil müdürlüğünde görevli olan sanığın müştekinin işlerini sürüncemede bıraktığı, işin bitirilmesi için para istediği anlaşılmaktadır. Yasal olarak para ödenmesi gerektiğine ilişkin inandırıcı bir davranışta bulunmayan sanığın eyleminde irtikabın ikna veya icbar unsuru bulunmamaktadır. Yapması gereken işi yapmak için haksız para alma eylemi, yeni TCK ile rüşvet suçu olmaktan çıkarılmıştır. Bu eylem, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur.

DAVA : İcbar suretiyle irtikap suçundan sanık Burhan’ın yapılan yargılanması sonunda; atılı suça teşebbüsten mahkûmiyetine dair, Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen 29.09.2006 gün ve 2006/182 Esas, 2006/262 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığı’ndan tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak; G… 2. Tapu Sicil Müdürlüğü’nde veri hazırlama ve kontrol işletmeni olarak tapu ile ilgili tüm işlemleri yapmakla görevli sanığın, tapudaki bir alım satım işini takip eden müştekinin işlemini sürüncemede bıraktığı, müştekinin ilgili müdür yardımcısına durumu bildirmesinden sonra da aynı tutumunu sürdürerek işin bitmesi için 500,00.-TL istediği, bu parayı vermek istemeyen müştekinin C.Savcılığı’na müracaatta bulunduğu, numaraları tespitli paraların verilmesinden sonra alınan önlemlerle sanığın yakalandığı, oluşun mahkemece de bu şekilde kabul edilmiş olması karşısında, yasal olarak para ödenmesi gerektiğine dair inandırıcı davranışta bulunmayan sanığın eyleminde, irtikabın ikna veya icbar unsurunun bulunmadığı, yapması gereken işi yapmak için müştekiden haksız yere para alması eyleminin 5237 Sayılı Kanunda rüşvet alma suçu olmaktan çıkarıldığı cihetle, sanığın eyleminin aynı kanunun 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine uygun davranmak için çıkar sağlama suçu niteliğinde olduğu gözetilmeyerek suç vasfında yanılgıya düşülüp yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de;

5237 sayılı TCK’nun 53/1-c maddesine göre tayin olunan hak yoksunluğunun koşullu salıverilmeye kadar uygulanabileceği gözetilmeden 53/1. maddesindeki haklardan hapis süresince yasaklılığına hükmedilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 24.12.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay 4.Ceza Dairesi, Esas: 2008/22207,Karar: 2011/817,Tarih:02.02.2011

ÖZET: 3194 sayılı İmar Yasası’nın 18. maddesinin uygulanması amacıyla yapılacak arazi çalışmasıyla ilgili olarak, ihale komisyonu kurulmadan ve şartname ile ihale onay belgesindeki ihale yöntemlerinin farklı şekilde belirtilmesi ve teklif mektuplarının da yönteme uymaması nedenleriyle 4734 sayılı İhale Yasası’nın 2/f ve 6. maddelerine aykırı biçimde gerçekleştirilen ihaleye dayanan yasaya aykırı sözleşmenin Belediye başkan vekili olan sanık …tarafından imzalanıp, muhasebeci vekili olan öbür sanık tarafından da kanuna aykırı ihaleye ve onaysız hak edişe dayanarak … YTL avansın yüklenici firmaya ödenmesine neden olarak belediyeyi zarara uğrattıklarının ileri sürülmesine karşın 5237 sayılı TCY’NIN 257/1. maddesi uyarınca eylemin kişilerin mağduriyetine veya kamu zararına neden olup olmadığı ya da kişilere haksız kazanç sağlayıp sağlamadığının incelenmesi ve kamu zararı yönünden yapılacak incelemenin de aynı ihalenin yasal gereklere uyularak gerçekleştirilmesi durumunda, hizmetin belediyenin daha az bir bedel ödeyerek yapılıp yapılamayacağının araştırılması gerekir.

 Yargıtay Ceza Genel Kurulu,Esas:20007/4-88,K.arar:2007/94,Tarih:17.04.2007

5237 sayılı TCY’NIN 257/1. maddesinde sözü edilen “mağduriyet”, gerekçede de işaret edildiği gibi, sadece ekonomik zarar anlamında değildir. Ekonomik zarar da söz konusu olabilmekle birlikte diğer bireysel hak ve çıkarların ihlali hallerini de kapsamaktadır. “Kamu zararı” ekonomik zarar anlamındadır. Somut ( maddi ) olmalıdır. Ancak, bunun için miktarın kesin olarak belirlenmesi şart olmayıp, olayın özelliğine göre somut bir zararın meydana geldiği anlaşılabiliyorsa, bu durum da kamu zararının varlığını kabul için yeterlidir . Görev gereklerine her aykırı davranışın kamu idaresine karşı duyulan güveni zedelediği ve böylece bir kamu zararına yol açtığı veya zararın oluşmasına yönelik elverişli hareketin yapılmasının yeterli olduğu biçimindeki genişletici görüş ve yorumlar yasa koyucunun kamu zararının ekonomik ve somut olması gerektiği yolundaki tercihi ile bağdaşmaz. “Haksız kazanç” ise görev gereklerine aykırı davranılmak suretiyle kişilere haksız bir yarar sağlanmasıdır.Yürürlükteki mevzuata göre bir husustan yararlanmaya hakkı olmadığı halde yararlandırılması suretiyle kişinin sağladığı kazanç biçiminde de tanımlanabilir.Mağduriyet kavramı; sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade eder.Kamu zararı kavramı, 5018 sayılı “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası’nın” 71. maddesinde de; mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanmaktadır. Bu durumda kamu zararının bulunup bulunmadığı, her somut olay iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp, miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alındığında, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması halinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak kamu zararının bulunup bulunmadığı belirlenirken; norma aykırı her davranışın, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla,kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir varsayımla da hareket edilmemelidir.

  Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2009/4-137,K. 2009/299,T. 22.12.2009

• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMA ( Sanığın Vali Olarak Kaplıcanın Kiraya Verilmesi Hususunda Alınan İl Genel Meclisi Kararlarını Uygun Bulmasına İlişkin Eylemi – Kişilerin Mağduriyeti Kişilere Haksız Kazanç Sağlama veya Kamunun Zarara Uğraması Söz Konusu Olmadığından Suçun Oluşmadığı )

• VALİNİN GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMASI ( Sanığın Kaplıcanın Kiraya Verilmesi Hususunda Alınan İl Genel Meclisi Kararlarını Uygun Bulmasına İlişkin Eylemi – Kişilerin Mağduriyeti Kişilere Haksız Kazanç Sağlama veya Kamunun Zarara Uğraması Söz Konusu Olmadığından Suçun Oluşmayacağı )

• İL ÖZEL İDARESİNE AİT KAPLICANIN KİRAYA VERİLMESİ ( Vali Olan Sanığın Kaplıcanın Kiraya Verilmesi Hususunda Alınan İl Genel Meclisi Kararlarını Uygun Bulmasına İlişkin Eylemi – Kişilerin Mağduriyeti Kişilere Haksız Kazanç Sağlama veya Kamunun Zarara Uğraması Söz Konusu Olmadığından Suçun Oluşmayacağı )

 ÖZET : Uyuşmazlık, sanığa yüklenen beş ayrı eylemin görevde yetkiyi kötüye kullanma ve savsama suçlarını oluşturup, oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir. Bilirkişi raporları ile belirlendiği üzere, sanığın vali olarak, İl Özel İdaresine ait kaplıcanın kiraya verilmesi, onarımlarının ve yeni tesislerin yapılması hususlarında İl Genel Meclisi ve İl Daimi Encümeni tarafından alınan kararları uygun bulmak eylemlerinde, kişilerin mağduriyeti, kişilere haksız kazanç sağlama veya kamunun zarara uğramasından söz edilmesine olanak bulunmamaktadır. Kaldı ki, her bir işlem yönünden, karar verilmeden önce gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verildiği ve Özel İdarenin en lehine sonucun alınmaya çalışıldığı nazara alındığında, sanık valinin suç işleme kastının bulunmadığı dikkate alınmalıdır.

DAVA : Görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan sanık G. B.’in beraatına ilişkin, Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen 02.04.2009 gün ve 18-11 sayılı hükmün, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tarafından, sanığın üzerine atılı suçun sabit olduğu görüşüyle temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 01.06.2009 gün ve 5 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa yüklenen beş ayrı eylemin görevde yetkiyi kötüye kullanma ve savsama suçlarını oluşturup, oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanık hakkında, Niğde Valisi olarak görev yaptığı dönemde;

1- 12.11.2003 gün ve 230 sayılı İl Daimi Encümeni kararı ile, 4734 sayılı Kamu İhale Yasasının 1 ve 2. maddeleri uyarınca, yeni bir ihale konusu olacak Çiftehan Kaplıcaları müştemilatında bulunan Çelik Palas Oteline ilave olarak sağlık ve kür merkezinin müstecir Tuğçe Turizm Anonim Şirketi tarafından yapılmasının, yapım bedeli olan 466.125.000.000.- TL.nin 200.000.000.000.-TL.lik kısmının idare tarafından karşılanmasının karar altına alındığı, bu suretle sanığın görevini kötüye kullandığı;

2- İl Daimi Encümeni tarafından 17.03.2004 gün ve 100 sayılı kararla Çelik Palas Otelinin yanındaki Toros Palas Otelinin yıktırılması yerine ek kür merkezi yaptırılması, Çelik Palas Otelinin yanına bitişik biçimde sağlık ve kür merkezi yaptırılması işinin müstecir firma tarafından yapılması, bu iş karşılığı firmaya ödenecek 732.000 YTL.nin de kira ücretinden mahsup edilmesi yolundaki kararın, sözleşmenin 24 ve 25. maddelerine aykırı olduğu, bu suretle sanığın görevini kötüye kullandığı;

3- 29.03.2006 gün ve 72 sayılı İl Daimi Encümeni kararıyla Niğde İli ve çevresinde meydana gelen kuvvetli rüzgarın etkisiyle kaplıca tesislerinin çatısında oluşan hasarın 25.000,00 YTL bedelle Kamu İhale Yasasına aykırı olarak ihale yapılmaksızın müstecir Tuğçe A.Ş.ye yaptırıldığı, bu suretle sanığın görevini kötüye kullandığı;

4- 06.09.2005 gün ve 59 sayılı İl Genel Meclisi tarafından alınan kararla Çiftehan Kaplıcalarının kira süresinin kira sözleşmesi hükümlerine aykırı olarak 2006 yılı Nisan ayından itibaren 3 yıl süre ile uzatıldığı, bu suretle sanığın görevini savsadığı;

5- Müstecir firma tarafından kira ücretlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmediği, kira sözleşmesine ve mevzuata aykırı kira ücretinden mahsup kararları alındığı, bu suretle sanığın görevini savsadığı, İddiasıyla, 765 sayılı TCY’nın 240, 240, 5237 sayılı TCY’nın 257/1, 257/2 ve 257/2. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Sanık G. B., aşamalardaki savunmalarında özetle; hakkındaki soruşturmaların akıl hastası olan Kemalettin Ertan adlı kişinin başvuruları üzerine başlatıldığını, bu kişiyi de Çiftehan Kaplıcalarının eski müsteciri olan Erhan Potukönen adlı kişinin yönlendirdiğini, vali olarak görev yaptığı döneme ilişkin olarak müstecir firmanın iddianamede ileri sürüldüğü gibi herhangi bir borcu kalmadığını, idarenin alacaklarının tamamıyla müstecir firmadan tahsil edildiğini; İl Daimi Encümen kararları ile ihalesiz yapılan bu işlerden dolayı ortada idarenin zararı değil, yapılan yüksek kırımlardan dolayı menfaati bulunduğunu, müstecire yaptırılan tüm işlerin, 2886 sayılı Devlet İhale Yasasının 35 ve 51. maddelerinde öngörülen hal olarak değerlendirilip pazarlık usulüyle yaptırıldığını, ihale yapılsaydı diğer kişi ya da firmaların gireceği hususunun olasılıktan ibaret olduğunu, somut durumda yapım işinin ihalesiz olarak yapıldığı ve ihaleye gireceğini iddia eden herhangi bir kişi veya şirket bulunmadığını, şüpheden sanığın yararlanması gerektiğini, 4734 sayılı Kamu İhale Yasasının 5. maddesinde geçen “Ödeneği bulunmayan hiçbir iş için ihaleye çıkılamaz” hükmü uyarınca, idarenin ödeneğinin olması gerektiğini, ancak İdarenin söz konusu yapım işi için bütçesinde herhangi bir ödeneği bulunmadığı halde yaptırıldığını ve gelir getirici bir konumda kullanılmaya başlandığını, ihaleye verilmiş olsaydı müstecirin en az bir yıl tesisleri çalıştıramayacağını, bunun da bir yıllık kira olarak 2.2 trilyon zarara sebep olacağını, ayrıca başka firmaya ihale edilmiş olsaydı ortaya çıkacak bir takım arızaların giderilmesinin idareye ait olacağını, oysa müstecirin binaları öngörülen süresinde yapıp, çıkan arızaları kendisinin giderdiğini; müstecirin eksik kira ücreti ödediği ve bir kısım kira ücretlerini de hiç ödemediği halde kira sözleşmesinin 19. maddesi işletilip müstecir hakkında zamanında tahliye ve alacağın tahsili için dava açılması yoluna gidilmeyerek ihmali davranış gösterildiği iddiasına yönelik olarak, öncelikle tahliye işlemi başlatılsaydı idarenin zararına olacağını, zira bundan önceki müstecirin borcu tahsil edilmeden tahliye edildiği ve söz konusu müstecirden İl Özel İdaresi alacağını hala alamadığını, 5 trilyona yakın borcu bulunduğunu; ayrıca süresi 3 yılı geçmemek üzere taşınmazın kiralanmasına karar vermenin İl Daimi Encümeninin, 3 yıldan fazla kiralanmasına karar vermenin ise İl Genel Meclisinin görevleri arasında olduğunu, müstecir firmanın kira süresini uzatım talebinin 10 yıl olarak geldiği ve bu nedenle İl Daimi Encümeninin bunu görüşemeyeceğini, kanunen daha uzun kira uzatım kararlarını alabilen meclisin 3 yıllık süre uzatımını karar altına alamayacağı iddiasının kabul edilemez olduğunu belirtmiş ve kendisine yüklenen suçun unsurlarının oluşmadığından bahisle beraatına karar verilmesini istemiştir. Özel Dairece, söz konusu iddialar konusunda, Ankara Ağır Ceza Mahkemeleri aracılığıyla iki kez bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Birinci bilirkişi raporu 3 kişilik emekli Sayıştay Uzman Denetçilerinden oluşan bir kurul tarafından hazırlanan 13.11.2008 günlü rapordur ve özetle; 12.11.2003 gün ve 230 sayılı İl Daimi Encümeni kararı ile Çiftehan Kaplıcaları müştemilatında bulunan Çelik Palas Oteline ilave olarak sağlık ve kür merkezi yapım işinin, ihale yapılmadan müstecir firmaya verilmesinin idareyi zarara uğrattığı iddiası yönünden, sözleşmenin 24 ve 25. maddeleri uyarınca, kaplıca tesislerinde yapılacak yeni binaların her türlü imalatından sorumlu olanın idare olduğu, müstecirin bir yükümlülüğünün bulunmadığı, belgelerin incelenmesinde, yapılan binanın keşif bedelinin 614 milyar 268 milyon lira olarak hesaplandığı, bunun 200 milyar lirasının idarece, geri kalan 414 milyar 268 milyon lirasının ise Tuğçe AŞ. tarafından karşılanmasına karar verildiği, sözleşme hükümlerine göre yapılan işte idarenin zararının değil, aksine 414.268.000.000.-TL. tutarında menfaatinin bulunduğu; İl Daimi Encümeni tarafından 17.03.2004 gün ve 100 sayılı kararla Çelik Palas Otelinin yanındaki Toros Palas Otelinin yıktırılması ve yerine ek kür merkezi yaptırılması, Çelik Palas Otelinin yanına bitişik biçimde sağlık ve kür merkezi yaptırılması ve bu işin de müstecir firma tarafından yapılması, bu iş karşılığı firmaya ödenecek 732.000 YTL.nin de kira ücretinden mahsup edilmesi yolundaki kararın, sözleşmeye ve İhale Yasasına aykırı olduğu, idareyi zarara uğrattığı iddiası yönünden, belgelerin incelenmesinde dava konusu sağlık ve kür merkezi inşaatı keşif bedelinin 2 trilyon 362 milyar 901 milyon 384 bin lira olduğu ve ihalenin %69,03 nispetinde kırım yapan Tuğçe A.Ş.ye verildiği, bunun da kamunun menfaatine olup, herhangi bir kamu zararı ya da bir kişiye menfaat sağlanmasının söz konusu olamayacağı; 29.03.2006 gün ve 72 sayılı İl Daimi Encümeni kararıyla Niğde İli ve çevresinde meydana gelen kuvvetli rüzgarın etkisiyle kaplıca tesislerinin çatısında oluşan hasarın 25.000,00 YTL bedelle Kamu İhale Yasasına aykırı olarak ihale yapılmaksızın müstecir Tuğçe A.Ş.ye yaptırılması suretiyle idarenin zarara uğratıldığı iddiası yönünden, 33.555,87 YTL keşif bedelli çatı onarımının, Tuğçe AŞ. tarafından 8.555,87 YTL kırımla 25.000,00 YTL bedelle yapılması karşısında, olayda herhangi bir kamu zararının oluşmadığı; 06.09.2005 gün ve 59 sayılı İl Genel Meclisi tarafından alınan kararla Çiftehan Kaplıcalarının kira süresinin kira sözleşmesi hükümlerine aykırı olarak 2006 yılı Nisan ayından itibaren 3 yıl süre ile uzatıldığı ve idarenin zarara uğratıldığı iddiası yönünden, kira süresini uzatıp uzatmamanın İl Daimi Encümenine ait olması karşısında, valinin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı; Müstecir firma tarafından kira ücretlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmediği, kira sözleşmesine ve mevzuata aykırı kira ücretinden mahsup kararları alındığı, bu suretle idarenin zarara uğratıldığı iddiası yönünden, tahsil edilmesi gereken toplam 9.036.949.- YTL tutarındaki kira gelirlerinin gecikme faizleri ile birlikte 11.245.675 YTL olarak tahsil edilmiş olduğu, Niğde İl Özel İdaresince Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanlığına hitaben yazılan 08.08.2008 tarih ve 3757 sayılı cevabi yazıda 2008 yılında icra yoluyla toplam 1.656.416.- YTL.nin tahsil edildiğinin bildirildiği, buna göre Tuğçe AŞ.den tahsil edilen toplam para tutarı ( 11.245.675.- + 1.656.414.- ) = 12.902.091.-YTL. olup, bu paranın 9.036.949.-YTL.si ana para, geri kalan ( 12.902.091 -9.036.949 ) = 3.865.142 YTL.si gecikme faizi olduğu ve herhangi bir kamu zararının bulunmadığı belirtilmiştir. İkinci bilirkişi raporu ise, bir emekli Sayıştay Uzman Denetçisi ile iki inşaat mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan 05.03.2009 günlü rapordur. Bu raporda da özetle ve sonuç olarak;

1- 12.11.2003 gün ve 230 sayılı İl Daimi Encümeni kararı ile, 4734 sayılı Kamu İhale Yasasının 1 ve 2. maddeleri uyarınca, yeni bir ihale konusu olacak Çiftehan Kaplıcaları müştemilatında bulunan Çelik Palas Oteline ilave olarak sağlık ve kür merkezinin müstecir Tuğçe Turizm Anonim Şirketi tarafından yapılmasının, yapım bedeli olan 466.125.000.000.- TL.nin 200.000.000.000.-TL.lik kısmının idare tarafından karşılanmasının karar altına alındığı hususu ile ilgili olarak;

a- Çiftehan Kaplıcaları müştemilatında bulunan Çelik Palas Oteline ilave olarak sağlık ve kür merkezinin yaptırılması işinin ihaleye çıkılmadan müstecire yaptırılması dolayısıyla, ihaleye çıkılması durumunda başka kişi ya da firmaların da bu yapılacak ihaleye girebilecek olduğu, ihaleye çıkılmaması nedeniyle bu muhtemel kişi ya da firmaların zarar gördüğü hususu:

Bu husus her ne kadar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ileri sürülmüşse de, söz konusu işin ihale edilmiş olması halinde başka kişi ya da firmaların bu ihaleye girip girmeyecekleri, girecek olsalardı da ihaleyi alıp almayacaklarının belli olmadığı, bunlarla ilgili kesin bir şey söylemenin mümkün olmadığı, bu nedenle ihaleye çıkılmaması nedeniyle ihaleye girebilecek muhtemel kişi ya da firmaların zarar gördüğü hususunun yerinde olmadığı,

b- İdare tarafından yapım bedelinin 200.000.000.000 TL lik kısmının kira bedelinden mahsup edilmek suretiyle müstecir firmaya haksız kazanç sağlandığı hususu; Sözleşmenin aynı maddesinde yer alan; yaptırılan yeni yerleri idarenin kendisinin işletebileceği, ya da ihaleye çıkılmak suretiyle kiraya verebileceği veya müstecirin talep etmesi halinde mevcut kiraya ilave kira eklenerek müstecirin kullanımına verilebileceği hükümlerine göre idareye yeni yerlerin işletilmesi veya kiraya verilmesi ile ilgili olarak tanınan 3 seçenekten hiçbirine uyulmadığı, Bu üç seçenekten idarenin kendisinin işletmesi ya da ihaleye çıkılması seçeneklerinin seçilmemiş olmasının idare zararına ya da 3. kişilerin zararına yol açıp açmadığının belirlenmesinin mümkün olmadığı, Ancak müstecirin işletmesine ek kira almadan izin verilmesi sonucunda mahrum kalınan, 25. maddede belirtildiği gibi encümenin tespit edeceği ek kira kadar idarenin zararının doğduğu, bu zararın tespit edilebilmesi için, söz konusu ek tesisler için müstecirin kullandığı sürede alınmayan ek kira bedelinin ne olacağının tespit ettirilerek bulunacak bu bedelin, müstecirin ek tesis yapımı için ödediği bedelle karşılaştırılması gerektiği, bu karşılaştırma sonucunda çıkacak rakama göre idarenin zararının olup olmadığı, olmuşsa miktarının ortaya çıkabileceği,

2- İl Daimi Encümeni tarafından 17.03.2004 gün ve 100 sayılı kararla Çelik Palas Otelinin yanındaki Toros Palas Otelinin yıktırılması yerine ek kür merkezi yaptırılması, Çelik Palas Otelinin yanına bitişik biçimde sağlık ve kür merkezi yaptırılması işinin müstecir firma tarafından yapılması, bu iş karşılığı firmaya ödenecek 732.000 YTL.nin de kira ücretinden mahsup edilmesi yolundaki kararın, sözleşmenin 24 ve 25. maddelerine aykırı olduğu hususu ile ilgili olarak; Toros Palas Otelinin yıktırılarak yerine ek kür merkezi yaptırılması işinin Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre ihaleye çıkartılması gerektiği, DİK hükümlerine aykırı olarak işin ihale konusu yapılmadan müstecire yaptırılması kararının alındığı, ancak, işin ihaleye çıkarılması halinde katılımın olup olmayacağı, ya da katılanların ne teklifte bulunacaklarının bilinmediği, bu nedenle işin ihaleye çıkarılmaması dolayısıyla herhangi bir zararın doğup doğmayacağının bilinmesinin mümkün olmadığı,

Öte yandan, burada uygulanan mahsup işlemiyle idareden peşin para çıkmadığı gibi kiraların tahsilinin kolaylaşmış olması nedeniyle idarenin zararının değil, kazancının söz konusu olduğu, ( mahsup işlemi yerine idare tarafından ödenmesi gereken 732.000,00 YTL’nin, kiraya mahsup edilmeyip peşin ödenip sonradan kiraların dönemler itibariyle alınmasının idarenin çıkarına olmadığı )

3- 29.03.2006 gün ve 72 sayılı İl Daimi Encümeni kararıyla Niğde İli ve çevresinde meydana gelen kuvvetli rüzgarın etkisiyle kaplıca tesislerinin çatısında oluşan hasarın 25.000,00 YTL bedelle Kamu İhale Yasasına aykırı olarak ihale yapılmaksızın müstecir Tuğçe A.Ş.ye yaptırıldığı hususu ile ilgili olarak: Çiftehan Kaplıca tesislerinin fırtınada hasar gören çatısının onarımının ( büyük onarım ) müstecire ait olduğu, bu nedenle söz konusu çatı onarımı giderleri müstecirin karşılaması gerekirken, kira sözleşmesinin 28. maddesine aykırı olarak idare tarafından çatı onarımı için yapılan 25.000 YTL’nin müstecirin kira borcundan düşülmesi suretiyle idarenin 25.000 YTL zarara uğratıldığı,

4- 06.09.2005 gün ve 59 sayılı İl Genel Meclisi tarafından alınan kararla Çiftehan Kaplıcalarının kira süresinin kira sözleşmesi hükümlerine aykırı olarak 2006 yılı Nisan ayından itibaren 3 yıl süre ile uzatıldığı hususu ile ilgili olarak: “5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun valinin görev ve yetkilerini gösteren 30. maddesinde valinin il genel meclisi karalarına karşı idari yargıya gideceğine dair bir hüküm bulunmadığı, bu konuyla ilgili olarak sadece 30. maddenin ( a ) bendindeki; “İl özel idaresi teşkilatının en üst amiri olarak il özel idaresi teşkilatını sevk ve idare etmek, il özel idaresinin hak ve menfaatlerini korumak” hükmünün bulunduğu, bu hükümden idari yargıya gitmek anlamını çıkartmanın zor olduğu, Öte yandan aynı kanunun aynı maddesinin ( h ) bendinde “İl genel meclisi ve encümen kararlarını uygulamak” hükmünün yer aldığı, sanık valinin bu hükme uygun olarak davrandığı, bu nedenle bu kararda sanığın bir sorumluluğunun bulunmadığı,

5- Müstecir firma tarafından kira ücretlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmediği, kira sözleşmesine ve mevzuata aykırı kira ücretinden mahsup kararları alındığı hususu ile ilgili olarak;

Yargıtay Başsavcılığının önceki bilirkişi raporuna itirazında, raporda “yapılan ödemeler ve ödeme tarihleri tek tek ve ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeden toptancı değerlendirme anlayışı ile hareket edilerek ödenmesi gereken ve ödenen ücretler bir bütün olarak tespit edilerek, ödenenin gecikme faiziyle birlikte tahsil edilmesi gerekenden fazla olduğu belirtilerek olayda kamu zararı olmadığı, kişilere herhangi bir menfaat sağlanmadığı sonucuna varıldığı” belirtilmişse de yapılan ödemelerin ödeme tarihlerine göre tek tek ve ayrıntılı olarak değerlendirilmesinin, tahsil edilmesi gereken toplam 11.305.263.44 YTL kira parasının faiziyle birlikte 12.867.115 YTL olarak 2008 Aralık ayı itibariyle ödenmiş olması nedeniyle kamu zararının bulunmadığı sonucunu değiştirmeyeceği, ( gecikme faizi ödenmiş olduğundan, borcun geç tahsilinin kamu zararına ya da kişiye haksız kazanca sebep olmayacağı ) sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Bütün bu bilgi ve belgeler bir arada değerlendirildiğinde; 5237 sayılı TCY’nın, “İkinci Kitap”, “Dördüncü Kısım”, “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı “Birinci Bölüm”ünde 257. maddesinde düzenlenen “Görevi kötüye kullanma” suçu; 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlen “görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesindeki basit rüşvet alma suçlarının karşılığını oluşturmaktadır. 5237 sayılı Yasanın 257. maddesinin 1. fıkrasında görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti, kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç sağlanması ile oluşur. Somut olayda; bilirkişi raporları ile belirlendiği üzere, sanığın vali olarak, İl Özel İdaresine ait kaplıcanın kiraya verilmesi, onarımlarının ve yeni tesislerin yapılması hususlarında İl Genel Meclisi ve İl Daimi Encümeni tarafından alınan kararları uygun bulmak eylemlerinde, kişilerin mağduriyeti, kişilere haksız kazanç sağlama veya kamunun zarara uğramasından söz edilmesine olanak bulunmamaktadır. Kaldı ki, her bir işlem yönünden, karar verilmeden önce gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verildiği ve Özel İdarenin en lehine sonucun alınmaya çalışıldığı nazara alındığında, sanık valinin suç işleme kastının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Sanığa isnat edilen eylemlerde, 5237 sayılı Yasanın 257. maddesinde yer alan, “kişilerin mağduriyeti, kamunun zararına neden olunması veya kişilere haksız kazanç sağlama” öğelerinden hiç biri gerçekleşmediğinden, Özel Dairece, bu hususlar tartışılmak suretiyle verilen beraat kararı isabetlidir. Bu itibarla, C.Savcısının tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan Özel Daire beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 02.04.2009 gün ve 18-11 sayılı kararının ONANMASINA,

2- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.12.2009 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme aykırı olarak oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2010/4-61,K. 2010/117,T. 25.05.2010

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Uzak Olan Bir Yerde Keşif İcra Eden Sanık Hakimin Keşif Günü Gelmemiş ve Bir Başka Mahkemeye Ait Dosyalarda Re’sen Keşif Yapması – Keşif Ücretlerinin Sanık Tarafından İade Edilmiş Olması/Kişilere Haksız Bir Kazanç Sağlanmasına Yol Açmadığından Beraati Gereği )

• KEŞİF ( Görevi Kötüye Kullanma – Hakimin Keşif Günü Gelmemiş ve Bir Başka Mahkemeye Ait Dosyalarda Re’sen Keşif Yapması – Keşif Ücretlerinin Sanık Tarafından İade Edilmiş Olması/Kişilere Haksız Bir Kazanç Sağlanmasına Yol Açmadığından Beraati Gereği )

• HAKSIZ KAZANCA YOL AÇMAMA ( Hakimin Keşif Günü Gelmemiş ve Bir Başka Mahkemeye Ait Dosyalarda Re’sen Keşif Yapması – Keşif Ücretlerinin Sanık Tarafından İade Edilmiş Olması/Görevi Kötüye Kullanma Suçundan Beraati Gereği )

• KAST ( Uzak Olan Bir Yerde Keşif İcra Eden Sanık Hakimin Keşif Günü Gelmemiş ve Bir Başka Mahkemeye Ait Dosyalarda Re’sen Keşif Yapması – Kişilere Haksız Bir Kazanç Sağlanmasına Yol Açmadığı/Sanığın Görevi Kötüye Kullanma Kastı İle Hareket Ettiğinden Söz Edilemeyeceği )

 ÖZET : Bölgenin ve iş yoğunluğunun özelliklerini gözeten ve uzak olan bir yerde keşif icra eden sanık hakimin, keşif günü gelmemiş ve bir başka mahkemeye ait dosyalarda, re’sen keşif yapması, görevinin gereklerine aykırı ise de keşif ücretlerinin sanık tarafından iade edilmiş olması ve bu aykırılıkların temyiz davasına konu olacağı da nazara alındığında, kişilerin mağduriyetine, kamunun zararına ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanmasına yol açmadığı gibi, sanığın görevi kötüye kullanma kastı ile hareket ettiğinden söz edilemez.

Bu itibarla, sanık hakkında hukuka aykırı eylemi nedeniyle disiplin soruşturması yapılmasına bir engel bulunmamakla birlikte, manevi unsur yokluğu nedeniyle oluşmayan görevi kötüye kullanma suçuyla ilgili olarak, temyiz itirazlarının reddiyle beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

DAVA : Sanık M…H… Ü…’ın, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçundan beraatına ilişkin, Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen 10.12.2009 gün ve 34-42 sayılı hüküm, Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından aleyhe temyiz edilmekle, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istekli 09.03.2010 gün ve 159022 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Olayın gerçekleştiği 13.06.2008 tarihinde Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Hakimi olarak görev yapmakta olan sanığın, daha önceden verilen karar uyarınca mahkemenin 2008/175 esas sayılı dosyasında, 13.06.2008 tarihinde keşif yapılması kararlaştırıldığı halde, 06.06.2008 tarihinde keşif yaptığı, ayrıca aynı tarihte, 2008/350 ve 2008/351 esas sayılı dosyalarda ise henüz keşif günü belirlenmemesine karşın, taraflar ve vekillerine haber verilmeden keşiflerini yaptığı ve yine aynı tarihte Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne ait 2008/188 ve 2008/199 esas sayılı dosyalar elde bulunmadan ve keşif kararı olmadan, mahkemenin müstemir yetkili hakimi görevinin başında olduğu halde, her iki dosyanın da keşiflerini yapıp, sarf kararları yazılarak ödeme yapılmasını sağlamak suretiyle, görevini kötüye kullandığı iddiasıyla açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda, sanığın olay tarihinde birinci sınıfa ayrılmış hakim olması nedeniyle davaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakan Yargıtay 4. Ceza Dairesince, suç kastı bulunmadığından beraat kararı verilmiş, hüküm Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından sübuta yönelik olarak temyiz edilmiştir.Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken sorun; sanığın görevi kötüye kullanma suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir. Dosya incelendiğinde; Olayın, Kahramanmaraş Barosu Avukatlarından M… D…’ın, Kahramanmaraş Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığına sunduğu 11.06.2008 tarihli dilekçe ile Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi M… H… Ü…’ın, müvekkili M… D…’ın sanık olarak yargılandığı 2008/175 esas sayılı dava dosyasında, 13.06.2008 tarihinde keşif yapılmasına ilişkin ara kararı bulunmasına rağmen 06.06.2008 tarihinde kendilerine haber vermeden keşif yaparak savunma haklarını kısıtladığı gibi, ayrıca henüz ilk duruşması yapılmamış olan 2008/350 ve 2008/351 esas sayılı dosyalarda da keşif için alınmış bir karar olmadığı halde müvekkillerinin ve kendisinin haberi olmadan keşif yaptığını, bunlardan başka müstemir yetkili hakimi görevi başında olmasına rağmen Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesine ait 2008/188 ve 2008/199 esas sayılı dava dosyalarına ilişkin olarak da dosyalar dahi bulunmadığı halde keşif yaptığını, hakimin bu davranışı nedeniyle müvekkillerinin gözünde keşif gününden dahi haberdar olmayan avukat durumuna düştüğünü ve mesleki hayatının olumsuz etkilendiğini belirterek başvurması üzerine, yapılan soruşturma sonunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Sanık, aşamalardaki savunmalarında özetle; aynı bölgede başka keşiflerinin de olduğunu, keşif yerinin Kahramanmaraş İlinden yaklaşık 2,5-3 saatte çoğu stabilize olan virajlı yollardan geçilerek güçlükle gidilebildiğini, ulaşmadaki zorluk, bazı keşiflerde bir kısım yolun orman işletmesine ait, dört çeker araçla gidebilmesi, adliye aracı ve çalışanların tekrar aynı yere gelmesi halinde yıpranma payı, yorgunluk, araca yeniden yazılacak sarf kararı vb. dava ve usul ekonomisine ilişkin nedenlerle, 06.06.2008 tarihinde aynı bölgedeki diğer keşifleri bir arada yaparak, adliyeden bir daha uzak kalmayıp, sık sık nöbetçi olduğundan diğer mahkeme işlerini halletme, dosyaların karara çıkarılması için şevk ve görev heyecanı ile personelden aynı mahaldeki diğer dosyaları da almalarını istediğini, ancak sehven 2008-175 esas sayılı keşif günü verilen dosyanın da alınmış olduğunu, dönüşte, keşfin içeriğine dikkat edilmesi ve öncesinde zabıt katibine keşif kararı verilmeyen dosyalarda re’sen keşfe gidildiğinin keşif tutanak formatının üzerine işlenmesi yönünde genel talimat verdiğini, ancak tutanak içeriğine yoğunlaşılması ve aşırı yorgunluk sonucu bu hususun format başlığında sehven unutulduğunu, suça konu yerlerin tespit edilmesinde GPS cihazı ile alınan koordinatlar da kontrol edilerek nizalı alanın kesin olarak işaretlendiğinin bilirkişice rapor edilmesi nedeniyle, yeniden keşif yapılması yönündeki istemleri, yeniden devlete külfet getirmemesi ile dava ve usul ekonomisi açısından reddettiğini, Elbistan İlçesi Orman Müdürlüğü’ne bağlı olmakla birlikte; yargı sınırı Kahramanmaraş merkezde bulunan yerde aynı gün kendi mahkemesinin keşiflerini yaparken, Elbistan’dan gelen tutanak tanıklarının aynı yerde başka keşifler olduğunu söylemeleri üzerine, tutanak tanıklarını mağdur etmemek için, bilirkişilere sorup, dosya olmasa da GPS cihazıyla kesin ve doğru tespit yapacaklarını beyan etmeleri sonucu, bilirkişilerden tutanak tanıklarının yer göstermesi ile GPS cihazıyla gerekli tespitleri yaparak notlarını almalarını, keşif yerinde mesai saati geçtiği ve telefonla ulaşma imkanı da bulunmadığından, ilk mesai günü kendi mahkemesine ait dosyalar için rapor sunmalarını, diğer mahkeme dosyalarına ilişkin raporun ise, ilgili Hakim’in kabul etmesi halinde düzenlemelerini, aksi takdirde düzenlememelerini istediğini, sonrasında ilgili hakimin uygun bulması nedeniyle gerekli işlemlerin yapıldığını, görevi kötüye kullanma suçunda birinin yararına, diğerinin zararına yönelik olarak kasten hareket edilmesi gerekmekte olup, ortada kesinlikle ne birisine yarar, ne de diğerine zarar amacıyla hareket etmediğini, buna rağmen keşif giderlerinin tamamını Maliye Hazinesine ödediğini, bu işi tamamen iyi niyetle yaptığını, keşiflerden herhangi bir maddi beklentisi olmadığını, böyle olsaydı yeniden keşif talep edilen ilgili dosyalarda yeniden keşiflere gidebileceğini ve böylelikle şikayet de edilmemiş olacağını bildirerek beraatini talep etmiştir. Sanık hakim tarafından dosyalarında keşif yapılan Av. M… D…, Y… D…, E… D…, M… D…ve M… S…, yakınan sıfatıyla dinlenmişler ve sanık hakimden şikayetçi olduklarını ancak kamu davasına katılmak istemediklerini beyan etmişlerdir.Tanık H… A…, 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi olarak görev yaptığını, 06.06.2008 tarihinde görevi başında olduğunu, ertesi gün sanık hakimin telefonla arayarak, “yerin uzak olması nedeniyle sizin de iki keşif dosyanızın olduğunu öğrendik biz keşfini yaptık, kabul ederseniz, size keşif zabıtlarını verebiliriz” dediğini, kendisinin de hangi dosyalar olduğunu bilmediği bu dosyalar ile ilgili olarak telefonda bilirkişilerin raporlarını sunabileceklerini söylediğini, sonradan itiraz olunca itirazın da haklı olduğu kanaati ile keşif kararı alarak yeniden keşif yaptığını belirtmiştir. Tanık M… Ç…, 06.06.2008 tarihinde 3. Sulh Ceza mahkemesinde zabıt katibi olarak görevli olduğunu, keşif ara kararında belirtilen günde keşif yapılıyorsa, verilen ara kararı şeklinde tutanağa geçtiklerini, fakat ara kararında belirtilen tarihte gidilmemişse, resen keşfe gidildiğini yazdıklarını, ancak matbu bir önceki keşif zaptı örneği üzerinden yazıldığı için bazen bu hususu unuttuklarını, keşif günü adliyeden çıkmadan önce hakim beyin mübaşire, gidilecek keşif yerlerinin çok uzak olduğunu, o yönde keşif yapılabilecek dosyaları da çıkarmasını söylediğini, ancak kesinlikle keşif günü başka gün olan dosyaların çıkarılmasını istemediğini, mübaşirin de keşif günü verilen şikayetçi Avukat M… D…’a ait bir dosyayı da sehven çıkarmış olduğunu ve bu konuda hakim beyi uyarmadığını, o gün oldukça uzak ve bazen yaklaşık 1-1.5 saat süreyle engebeli arazide yürümek zorunda kalan hakim beyin, aldığı notlara göre keşif zaptının içeriğine bakarak yazdırdığı için matbu keşif başlığına dikkat edilmemiş olduğunu, keşif başlığını düzeltmeyi kendisinin de unuttuğunu, bunun keşifleri gün içerisinde yetiştirme çabası ve yorgunluktan kaynaklandığını, Hakim beyle çalıştığı 2 yıllık dönem içerisinde avukatlı dosyalarda kesinlikle keşif gününden önce veya sonra haber vermeksizin keşif yapmadıklarını, ayrıca avukatın keşfe katılıp katılmayacağı hususunda hakim beyin mutlaka avukatları aratıp bilgileri ve muvafakatleri dahilinde işlem yaptığını, ancak her nasılsa bu dosyada bu durumu sehven hiç biri fark edemediği için hakim beyi uyaramadıklarını, Elbistan’dan gelen tanıklarının, gelip gitmelerinin çok zor olduğunu, burada iki tane daha tutanak tuttuklarını, ancak hangi mahkemeye ait olduğunu bilmediklerini söylemeleri üzerine keşfin yapıldığını, ancak öncesinde hakimin fen ve orman mühendisine dosya bizim mahkemeninse raporu sunarsınız, eğer başka mahkemenin keşfi ise o mahkeme hakiminden onay aldıktan sonra raporları ibraz edersiniz, eğer yapılan keşfi mahkeme hakimi kabul etmezse rapor sunmazsınız diye söylediğini, keşif ücreti konusunda da ilgili mahkeme hakiminin ve mübaşirin keşif parasını yanlış anlamaya maruz bırakmamak için kendisine tahakkuk eden kısmından ve kendisinden alıp vermesini istediğini, kendisinin de keşif ücretleri dağıtıldıktan sonra hakim beyin verdiği parayı 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi H… A…’e ve mübaşiri İ… G…’e götürüp teklif ettiğini ancak onların parayı kabul etmediklerini, 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin keşiflerini hakimin tamamen iyi niyetle ve öncelikle kendi mahkemesinin dosyaları olabileceğini zannederek ve devletin ekonomik kazancını düşünerek yaptığını, taraflarla zaten herhangi bir husumeti de olmadığını, kendi çıkarını da düşünmediğini, düşünseydi keşif parasını o mahkemenin hakimine ve mübaşirine teklif etmeyeceğini belirtmiştir. Tanıklar M… Ö…ve H… K… ise, Elbistan Orman İşletme Şefliğinde Orman Muhafaza Memuru olarak görev yaptıklarını ve 06.06.2008 tarihinde yapılan keşiflerde tutanak tanığı olarak hazır bulunduklarını, keşifler bittikten sonra orman işletme şefliğinin bağlı olduğu ve korumakla yükümlü olduğu sınırlar göz önüne alındığında araçla iki saatte gidilebilen bir uzaklıkta olduğundan, o bölgede orman suçları ile ilgili tuttukları başka tutanaklara ilişkin dosyaların keşiflerini de yapmasını istediklerini, Hakim beyin de “dosya bizde ise notlarımızı alalım, tespitlerimizi yapalım” diyerek yardımcı olmak istediğini, dosya kendilerinde değil ise diğer Hakime söyleyip, kabul ederse yapar, kabul etmez ise yapmaz dediğini, diğer mahkemenin dosyalarına ilişkin olarak keşif zaptı düzenlenip imzalandığını, hakimin böyle bir düşüncesi olmadığını, geliş gidiş zor olduğu için uygun ise keşfin yapılmasını kendilerinin istediğini belirtmişlerdir. Tanık A… R… K…, kadastro müdürlüğünde kontrol memuru olarak görev yaptığını, mahkeme heyetiyle beraber orman mühendisi de olduğu halde keşif mahalline gittiklerini, uzak ve sarp bir yer olduğunu, yolun bir kısmında orman idaresinin aracıyla, bir kısmında yürüyerek gittiklerini, 3. Sulh Ceza Mahkemesinin keşfini yaptıktan sonra orman muhafaza memurlarının, iki yere ilişkin daha tutanak tutulduğunu ancak bu tutanaklara ait davanın hangi mahkemede olduğunu bilmediklerini belirttiklerini, bunun üzerine Hakimin orman muhafaza memurlarından tutanak tuttukları yerleri de göstermeleri istediğini, onların gösterdikleri yerde GPRS ile ölçüm yaptığını, orman mühendisinin de incelediğini, bu şekilde o bölgelerinde keşfinin yapılmış olduğunu, Hakimin bu yerlere ilişkin dava bizim mahkememizde ise rapor düzenlersiniz, başka mahkemede ise Hakimlerine sorarız kabul eder iseler raporunuzu verirsiniz, dediğini, orman muhafaza memurlarının Elbistan Bölgesinin memurları olup, daha sonra gelmelerinin zor olacağını belirtmiş olduklarını, ölçüm yaparken gösterilen yerin koordinat değerlerini aldıktan sonra işyerinde bulunan paftaya uygulamasını yaptığını bildirmiştir. Serbest Orman Mühendisi Bilirkişi A… H…de benzer şekilde anlatımda bulunmuştur. Özel Dairece sorulması üzerine, Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesince 11.11.2009 gün ve 170 sayılı yazı ile mahkemeye ait 2008/188 ve 2008/199 esas sayılı dosyalarda 06.06.2008 tarihinde yapılan keşiflere ait ücretlerin tamamının sanık Hakim tarafından iade edildiği bildirilmiş ve yazı ekinde buna ilişkin 25.11.2008 ( 40 lira ) ve 07.04.2008 tarihli ( 597,25 lira ) dekont örnekleri de gönderilmiştir. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinde düzenlenen “Görevi kötüye kullanma” suçu; 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlenen “görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesinde düzenlenmiş olan basit rüşvet alma suçlarının karşılığını oluşturmaktadır. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinin 1. fıkrasındaki görevi kötüye kullanma suçu; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç sağlanması ile oluşur. Buna göre; 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması gerekmektedir. O halde, 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, memur sayılan kişinin kasten görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ile oluşurken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin kasten görevinin gereklerine aykırı davranması yanında bu davranış nedeniyle kişilerin mağduriyetinin, kamunun zararının ya da kişilere sağlanmış haksız bir kazancın bulunması zorunludur. Somut olayda; bölgenin ve iş yoğunluğunun özelliklerini gözeten ve uzak olan bir yerde keşif icra eden sanık hakimin, keşif günü gelmemiş ve bir başka mahkemeye ait dosyalarda, re’sen keşif yapması, görevinin gereklerine aykırı ise de keşif ücretlerinin sanık tarafından iade edilmiş olması ve bu aykırılıkların temyiz davasına konu olacağı da nazara alındığında, kişilerin mağduriyetine, kamunun zararına ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanmasına yol açmadığı gibi, sanığın görevi kötüye kullanma kastı ile hareket ettiğinden söz edilemez. Bu itibarla, sanık hakkında hukuka aykırı eylemi nedeniyle disiplin soruşturması yapılmasına bir engel bulunmamakla birlikte, manevi unsur yokluğu nedeniyle oluşmayan görevi kötüye kullanma suçuyla ilgili olarak, temyiz itirazlarının reddiyle beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi H… B…, “5237 sayılı Yasanın 257. maddesinin 1. fıkrasında yer bulan ‘görevde yetkiyi kötüye kullanmak’ suçu; kamu görevlisinin görev gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine, kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç sağlanması ile oluşmaktadır. Bütün Ceza Kanunlarında, kamu görevlilerinin yetkilerini kötüye kullanmaları nedeniyle işledikleri fiiller cezalandırılmaktadır. Burada önemli olan görev gereği sahip olunan yetkidir. Herhangi bir şekilde kanuni yetkinin aşılması, takdir yetkisinin maksada aykırı kullanılması cezalandırılmalıdır. Takdir yetkisi; kamu görevlisine davranış serbestisi veya keyfi davranma gücünü vermemektedir. Yetkinin, mutlaka kamu hizmeti ve yararına kullanılması şarttır. Takdir yetkisindeki yanılgıyı görev gereğine aykırı davranış olarak değerlendirmemek gerekir. Bu nedenle fiil açıkça görev gereğine aykırı davranış olmalıdır. Diğer yandan kasıtlı davranışların yanılgı savunmasıyla örtülmeye çalışılmasına da izin verilmemelidir. Somut olayın özelliğine, işin vasfına ve failin davranışlarına göre kastın tayin edilmesi gereklidir. Görev gereğine aykırı davranıştan söz edebilmek için failin çalıştığı görev alanıyla alâkalı olarak kendisine yükletilen davranış normlarına aykırı davranışın bulunması aranmalıdır. Suça bağlı olarak sağlanan kazanç veya kamu zararının az ya da çok olması suçun oluşmasına engel teşkil etmez ama cezanın tayin edilmesinde önem kazanır. Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’muz bir kısım kararlarında; mağduriyet kavramının sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiğini belirtmektedir. Mağduriyetin azlığı veya çokluğunun suçun oluşmasında önemi bulunmamaktadır. Keyfilik; Kanun, Tüzük gibi mevzuata yahut teamül ile konulmuş olan kurallara objektif aykırılıktır. Takdir yetkisinin amaca aykırı ve kamu yararı ilkesi gözetilmeden uygulanması halinde de keyfi davranılmış olur. Görevin gereklerine aykırı davranan kişinin haksız kazanç sağlaması da diğer önemli noktadır. Haksız kazanç; kişilere hukuka aykırı olarak ve hak etmediği şekilde menfaat sağlanmasıdır. Kazanç terimi ayrıca hem maddi ve ekonomik çıkarı hem de manevi yararı içine alacak biçimde anlaşılmalıdır. Failin saiki veya maksadı farklı olsa dahi, görevinin gereklerine aykırı davranışının maddede belirtilen neticelerden birine yol açacağını bilerek hareket etmiş olursa, suçun manevi unsuru diğer bir deyişle genel kastı gerçekleşmiş olacaktır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararı ile benimsenen Bangolar Yargı Etiği İlkelerine göre; Hâkim, doğruluk ve tutarlılıktan ayrılmamalıdır. Mesleki davranış şekli itibariyle, makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide herhangi bir serzenişe yol açmayacak hâl ve tavır içinde olmalıdır. Yakışıksız ve yakışık olmayan görüntüler içerisinde bulunmaktan kaçınmalıdır. Özellikle “Yargının Onuruyla” uyumlu bir tarzda davranmalıdır. Kısaca özetlemek gerekirse Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları; Anayasa ve Yasalarla kendilerine verilen görev ve yetkilerini yazılı olan veya olmayan ancak evrensel anlamda Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarını bağladığından kuşku duyulmayan etik kurallara tabi olarak yerine getirmelidirler. Aksine davranışın, ortaya çıkacak sonuçlar ve toplumdaki Adalet duygusunda açacağı yara itibariyle Hâkimlik mesleğinden kaynaklanan yetki ve görevin ihmal edilmesi ya da kötüye kullanılması anlamına geleceği açıktır ki, bundan da Yargı Erkinin nüfus ve itibarının zarar göreceği kaçınılmazdır. Somut olayımızda; sanık 30.04.2006 tarihinde birinci sınıfa ayrılmış deneyimli bir Hâkimdir. 13.06.2008 tarihinde gidilmesine karar verilmesine rağmen keşif tarihini taraf ve taraf vekillerine haber vermeden bir hafta önceye çekerek keşfi icra etmiş, yine kendi mahkemesi olan Kahramanmaraş 3. Sulh Ceza Mahkemesine ait iki dosyada keşif kararı vermeden keşifleri yapmış, diğer iki dosyada ise; Kahramanmaraş 1. Sulh Ceza Mahkemesinin müstemir yetkili hâkimi görevinin başında olmasına rağmen “ileride kabul edilmesi halinde” düşüncesiyle ve dosyalar keşif mahalline bile götürülmeden keşifleri icra ederek sarf kararlarının yazılmasını ve ödemelerin yapılmasını sağlayarak haksız kazanca sahip olmuştur. ‘Ne olacak, zaten 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hâkiminden kaçırılan dosyalardan alınan keşif ücretleri geri ödenmiş mesele kalmamış’ şeklinde düşünülebilinir ama sanık bunu bile kendi isteğiyle yapmamış, şikayet edileceğini anladığında Maliyeye geri dönüş yaparak görevli olmadığı dosyaların keşif paralarını ödemiş, bu şekilde muhtemel bir soruşturmadan ve sorumluluktan kaçmak istemiştir. Kendi mahkemesine ait dosyalarla ilgili almış olduğu keşif paralarını ise geri vermemiştir. Birinci sınıfa ayrılmış bir Hâkimin davranış şekli bu mudur? Böyle mi olmalıdır? Daha da önemlisi böyle mi devam etmelidir? Biraz önce ayrıntılarına yer verildiği gibi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinin 1. fıkrasında aranan tüm şartların gerçekleştiği ve etik kuralların yerle bir olduğu apaçık ortadadır. Yüksek Ceza Genel Kurulumuzun vereceği bu çok önemli karar; mesleğin ilk yıllarında bulunan Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarımıza olduğu kadar stajlarını tamamlamaya çalışan Hâkim ve Savcı Adaylarına da emsal teşkil edecek bir karar olacaktır. Açıklanan nedenlerle; sanığa yüklenen “görevde yetkiyi kötüye kullanmak” suçunun unsurlarının oluştuğu düşüncesiyle Yüksek Ceza Genel Kurul çoğunluğunun suçun unsurlarının oluşmadığı görüşüne katılmıyorum” görüşüyle; Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer Kurul Üyeleri de bu görüşe katılarak karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 10.12.2009 gün ve 34-42 sayılı beraat hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.05.2010 günü yapılan birinci müzakerede yasal oy çoğunluğu sağlanamadığından, 25.05.2010 günü yapılan ikinci müzakerede tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oyçokluğuyla karar verildi.

 Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2009/4-136,K. 2009/281,T.08.12.2009

• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Kasten Hareket Ettiğinde Kuşku Bulunmayan Sanığın Görevin Gereklerine Aykırı Davranışı Nedeniyle Olayda Kişilerin Mağduriyeti veya Kişilere Haksız Kazanç Sağlanması da Söz Konusu Olmadığından Beraatı Gerektiği )

• MADEN OCAĞINDA ÇALIŞAN İŞÇİLER ( İşlerini Kaybetme İhtimalinin Ortadan Kalkması ve Yapılan Protokol Sayesinde İşin Kısmen Madencilik Şirketine Yaptırılmış Olması Hususları Kamu Açısından Oluşan Bir Zararın Olmadığını Gösterdiği – Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak/Beraatı Gereği )

• HAKSIZ KAZANÇ ( Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak – Kasten Hareket Ettiğinde Kuşku Bulunmayan Sanığın Görevin Gereklerine Aykırı Davranışı Nedeniyle Olayda Kişilerin Mağduriyeti veya Kişilere Haksız Kazanç Sağlanması da Söz Konusu Olmadığından Beraatı Gerektiği )

 ÖZET : Uyuşmazlık, sanığa atılı görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunun oluşup oluşmadığına ilişkindir. İhale işlemleri tamamlanmadan D… Madencilik Şirketi hesabından T… D. isimli firmaya gönderilmesi ve bu paranın iade edildiği tarihe kadar geçen sürede, kamunun faiz gelirinden mahrum kalması suretiyle zarara uğradığı düşünülebilir ise de; Şırnak İl merkezinde yaşayan insanların maruz kaldığı içme suyu sıkıntısına kısa sürede çözüm bulunamaması halinde, doğabilecek sakıncalardan sadece birisi olan sağlıkla ilgili olanların giderilebilmesi için bile yapılması olası kamusal harcamaların, olayda kamunun mahrum kaldığı faiz gelirinden çok daha fazla olacağı göz önüne alındığında ortada gerçek bir kamu zararının bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında bölgede mevcut koşullar nedeniyle malzeme teminindeki güçlükler, içme suyu hattının faaliyete geçmesiyle asfaltit madeni ocağının kapanmayacak olması ve bunun sonucunda İl Özel İdaresinin kira gelirinden mahrum kalmaması, maden ocağında çalışan işçilerin işlerini kaybetme ihtimalinin ortadan kalkması ve yapılan protokol sayesinde işin kısmen G… Madencilik Şirketine yaptırılmış olması hususları da kamu açısından oluşan bir zararın olmadığını göstermektedir. Bunun yanında, kasten hareket ettiğinde kuşku bulunmayan sanığın görevin gereklerine aykırı davranışı nedeniyle olayda kişilerin mağduriyeti veya kişilere haksız kazanç sağlanması da söz konusu değildir. Sanığın beraatı gerekir.

DAVA : Sanık S. A.’nın görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan beraatına ilişkin, Yargıtay 4. Ceza Dairesinden verilen 02.04.2009 gün ve 38-13 sayılı hükmün Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “hükmün bozulması” görüşünü içeren 05.06.2009 gün ve 7 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

KARAR : Olay tarihinde Şırnak Valisi olarak görev yapan sanığın, İl Özel İdaresi tüzel kişiliğinin temsilcisi olduğu ve aynı zamanda sermayesinin %99’u Şırnak İl Özel İdaresine ait bulunan D… Madencilik A.Ş’nin yönetim kurulu başkanlığı görevini yürüttüğü, ilin içme suyu ihtiyacının karşılanması amacıyla imzalanan 16.05.2007 tarihli protokol ile 300.000 Lira değerindeki su borularının Şırnak Valiliği İl Özel İdaresince D… Madencilik A.Ş. hesabından temin edileceğinin kararlaştırıldığı, ancak Kamu İhale Yasası hükümlerine aykırı olarak henüz ihale işlemi yapılmadan su borularının satın alınacağı firmanın belirlendiği ve sanığın yazılı talimatıyla 18.05.2007 tarihinde bu firmaya D… Madencilik Şirketinin vadesiz hesabından 100.000 Lira avans gönderildiği, sanığın böylece görevde yetkiyi kötüye kullandığı iddiasıyla 5237 sayılı TCY’nın 257/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında; Yargıtay 4. Ceza Dairesince, “Vali olan sanığın görev yaptığı ilde yaşanan içme suyu sorununun derhal ve acil olarak çözülmesini gerektirici sebeplerden dolayı, temininde güçlük çekilen çelik su borularının elde tutulması amacıyla, ihale yapılmadan avans ödenmesi talimatını vermesi eyleminde suçun manevi öğesi oluşmadığından beraatına” karar verilmiş, hüküm Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından suçun unsurlarının oluştuğundan bahisle temyiz edilmiştir. Görüldüğü gibi Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa atılı görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunun oluşup oluşmadığına ilişkindir. İncelenen dosya içeriğine göre; Şırnak İlindeki asfaltit sahalarının işletme hakkını elinde bulunduran Şırnak İl Özel İdare Müdürlüğü, hakkını sermayesinin %99 oranında hissesine sahip olduğu D… Madencilik A.Ş.’ne devretmiş, bu şirket de işletme hakkını redevans ( bir berat, lisans hakkı veya ticari marka sahibinin bunu devrettiği firmalardan aldığı ücret ) karşılığı G… Madencilik şirketine vermiştir. Asfaltit sahalarında sigortalı 1180 kişi çalışmakta olup 2007 yılında redevans ve ortaklık payı toplamı olmak üzere 5.883.936,08 Liralık gelir elde edilmiştir. Ancak tesisin işletmesi sırasında patlatılan dinamitler nedeniyle Şırnak İline su sağlayan kaynağın yatağının yer değiştirmesi sonucu ilde büyük bir su sıkıntısı yaşanmaya başlanmış, Şırnak Belediyesince de asfaltit sahalarında faaliyetinin durdurulması talebiyle Şırnak Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açılmıştır. İlin içme suyu ihtiyacına bir çözüm bulunması amacıyla Şırnak İl Özel İdaresi ( D… Madencilik A.Ş. ), Şırnak Belediyesi ve G… Madencilik Şirketi arasında imzalanan 16.05.2007 tarihli protokol gereğince; su kaynağından itibaren yaklaşık 9,5 km. mesafede bulunan Toptepe Mevkiindeki su hattına içme suyunun bağlanması için tüm kanal kazı çalışmalarının asfaltit sahalarını işleten G… Madencilik A.Ş. tarafından yapılacağı, işçilik masraflarıyla diğer giderlerin Şırnak Belediyesince karşılanacağı, su borularının alınması için gerekli olan 300.000 Liranın Şırnak Valiliği İl Özel İdaresince D… Madencilik A.Ş. hesabından temin edileceği ve içme suyunun bağlanması çalışmaları tamamlanınca Şırnak Belediyesinin Şırnak Valiliği aleyhine açtığı davalardan feragat edeceği imza altına alınmıştır. D… Madencilik Şirketi tarafından Şırnak Halk Bankasına 18.05.2007 tarihinde sanığın imzasıyla yazılan ve “şirketimiz tarafından içme suyu için alınan boru bedeline mahsuben verilen sipariş avansı bedeli” açıklaması bulunan yazıyla, 100.000 Liranın T… D. İnşaat isimli firmaya havale edilmesi istenilmiş, bunun üzerine Halk Bankası tarafından aynı tarihte bu miktardaki para anılan firmanın hesabına gönderilmiştir. Yine aynı tarihte G… Madencilik tarafından D… Madencilik Şirketine yazılan 2007/067 sayılı yazıda, protokol gereği alınması kararlaştırılan çelik su borularının yapılan araştırma sonucunda 420.000 Lira maliyetinin olduğu, bu miktarın 120.000 Lirasının firmaları tarafından karşılanacağı, sürenin kısıtlı olması nedeniyle kendi paylarına düşen tutarın 100.000 Lirasını 18.05.2007 tarihinde D… Madencilik hesabına yatırdıklarını, ancak bu paranın sehven T… D. İnşaat şirketi hesabına havale edildiği, söz konusu meblağın içme suyu için alınacak boru ihalesi sonuçlanınca işi alacak firmaya D… Madencilik adına ödemeyi kabul ve taahhüt ettikleri belirtilmektedir. 21.05.2007 tarihinde D… Madencilik Şirketinde denetim yapan mülkiye müfettişlerince tutulan tutanakta, şirketin merkezindeki personelin çalışma masası üzerinde; 17.05.2007 tarihinde T… D. İnşaat Şirketine ait faks numarasından “400×3,00 mm iç dışı ziftli flanşlı spiral çelik boru” alımı için ardı ardına çekilmiş olan ve aralarında T… D. Şirketinin de bulunduğu üç farklı firmaya ait üç adet teklif mektubu, teklif gönderen firmalar adına Dicle Madenciliğin Şırnak Vakıflar Bankasındaki hesabına 18.05.2007 tarihinde saat 16.12-16.15 diliminde yatırılan geçici teminat bedellerine ilişkin banka dekontları, D… Madencilik Şirketi yönetim kurulunun 18.05.2007 gün ve 12 sayılı, “şirketimiz tarafından Şırnak Merkezinin içme suyu ihtiyacını karşılamak için gerekli olan 400’lük temiz su borularının KİK.nun 21/b maddesine göre ihale işlemleri yapılarak satın alınmasına” ibaresi bulunan henüz imzalanmamış kararı, T… D. İnşaat Şirketinin hesabına 100.000 Liranın gönderilmesine ilişkin 18.05.2007 tarihli banka dekontunun bulunduğu ve başka ihale evrakının mevcut olmadığı yazılıdır. T… D. İnşaat Şirketinin, hesabına havale edilen 100.000 Lirayı 19.10.2007 tarihinde D… Madencilik Şirketi hesabına iade ettiği banka dekontundan anlaşılmaktadır. Sanık savunmalarında; Şırnak asfaltit sahalarının işletme hakkının TKİ ( Türkiye Kömür İşletmeleri ) tarafından Şırnak Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü’ne devredildiğini, İl Özel İdare Müdürlüğünün de kendi kurduğu D… Madencilik Şirketine devrettiğini, onun da işletme hakkını ihale ile G… Madencilik Şirketine redevans karşılığı verdiğini, tesisin işletilmesi sırasında patlatılan dinamitler nedeniyle su kaynağında yatağın yer değiştirdiğini ve kirlendiğini, bundan dolayı 2007 yılı Mayıs ayı başında Şırnak il merkezinde susuzluk yaşandığını, Şırnak Belediyesi’nin başvurusu üzerine Şırnak Asliye Hukuk Mahkemesi’nin asfaltit sahalarının faaliyetinin durdurulması yönünde ihtiyati tedbir kararı verdiğini, kararın icrası halinde başta yörenin tek sanayi tesisi olan işletmenin kapanmasına, 1180 çalışanın işsiz kalmasına ve İl Özel İdaresinin D… Madencilik Şirketi vasıtasıyla elde ettiği yıllık yaklaşık 6.000.000 Liralık gelirden mahrum kalınmasına sebep olacağını, yaptığı girişimler sonucu DSİ’nin etüt-proje çalışmalarına başladığını, ancak kesin çözüm olarak bulunan 50 km mesafeden il merkezine su temin edilmesinin uzun sürede tamamlanabileceğini, soruna geçici ve acil çarenin Cudi Dağı eteklerindeki eski su kaynağına ait şebekenin tekrar onarılarak suyun şehre getirilmesi olduğunu, Şırnak Belediyesinin bu onarımı yapmaması nedeniyle Valilik olarak devreye girmek zorunda kaldıklarını, zira ilde yaşayan ve aralarında 30.000 civarında asker, polis ve kamu görevlisinin de bulunduğu halkın susuzluktan etkilendiğini, bölgenin terörün yoğun olarak yaşandığı “Özel Güvenlik Bölgesi” ve “Askeri Yasak Bölge” kapsamı içinde bulunduğundan, yapılacak ihaleye firmaların girmek istemeyeceği için 16.05.2007 tarihli protokolün hazırlandığını, bu protokole göre boruların taşınıp yerlerinin kazılması ve montajının G… Madencilik Şirketi tarafından yapılacağını, işçilik masrafının ise Şırnak Belediyesi’nce karşılanacağını, KDV hariç maliyeti 484.500 Lira olan 9,5 km. uzunluğundaki çelik boru bedelinin 300.000 Liralık kısmının Şırnak Valiliği İl Özel İdaresince ( D… Madencilik Şirketi ) karşılanmasının kararlaştırıldığını, susuzluk devam ettikçe bölücü örgüt yanlısı bazı kişi, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin Cumhuriyet Meydanına çadır kurarak Devlet ve Valilik aleyhinde kışkırtıcı propaganda yaptıklarını, aynı günlerde Habur Gümrük Kapısı’nda Irak kaynaklı kolera vakası görüldüğünü ve bu hastalığın susuzluk nedeniyle ilde yayılma tehlikesiyle karşı karşıya kalındığını, su sorununun bir an önce çözülmemesi halinde telafisi imkansız sonuçlar doğacağından bürokratik işlemlerle geciktirilmesinin önüne geçmek için İl Özel İdaresi Genel Sekreterine ve D… Madencilik Şirketi genel müdürüne boruların temini konusunda derhal araştırma yapması talimatını verdiğini, araştırmalar neticesinde Diyarbakır’da T… D. firmasının elinde eski şebekeye uygun ihtiyacı karşılayacak kadar ve fiyatı makul çelik su borusu bulunduğunu öğrendiklerini, bu firmanın boruları ihale süreci sonuçlanıncaya kadar bekletemeyeceğini ve elinde tutması için 100.000 Lira avans gönderilmesini istediğini, hem D… Madencilik Şirketi hesaplarında yeterli paranın bulunmaması hem de ihale yapılmaksızın avans niteliğinde bir ödeme yapmasının mümkün olmamasından dolayı G… Madencilik Şirketinden ay sonunda ödemeleri gereken miktardan mahsup edilmek üzere 100.000 Liranın doğrudan T… D. firmasına gönderilmesini istediklerini, ancak talimatına aykırı olarak 18.05.2007 tarihinde paranın önce D… Madencilik Şirketi hesabına yatırılıp oradan T… D. firmasına gönderildiğini, yanlışlığın farkına varıldığında da paranın karşı tarafça çekilmiş olması sebebiyle bunu düzeltemediklerini, bu esnada normal teftişini yapmakta olan mülkiye müfettişlerinin evraklara el koyarak konuyu incelemeye aldığını, sonrasında boru satın alım ihalesinin İl Özel İdaresi tarafından yapılarak içme suyu borularının alımının sağlandığını ve G… Madencilik Şirketinin T… D. firmasından 100.000 Lirayı geri alarak D… Madencilik A.Ş. hesabına yatırdığını, ayrıca G… Madencilik Şirketinin içme suyu borularının tüm montaj ve kazı çalışmalarını da yaparak yaklaşık 20.000 Liralık ek katkı sağladığını, daha ağır suçlamalara maruz kalmamak için Şırnak İlinin Devlet ve hükümet temsilcisi olarak inisiyatif kullanmak zorunda kaldığını ve çok acil olarak içme suyu sorununu çözerek tüm sorunların bertaraf edilmesini sağladığını, ayrıca 4734 sayılı İhale Yasası’nın 5812 sayılı Yasa ile değiştirilen 3. maddesinin ( b ) bendi ile yüklenen suçun hukuki dayanağının ortadan kalktığını beyan etmiştir. 4734 sayılı Kamu İhale Yasasının 2. maddesindeki; “Aşağıda belirtilen idarelerin kullanımında bulunan her türlü kaynaktan karşılanan mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin ihaleleri bu Kanun hükümlerine göre yürütülür: a ) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idareler, il özel idareleri ve belediyeler ile bunlara bağlı; döner sermayeli kuruluşlar, birlikler ( mesleki kuruluş şeklinde faaliyet gösterenler ile bunların üst kuruluşları hariç ), tüzel kişiler. … d ) ( a ), ( b ) ve ( c ) bentlerinde belirtilenlerin doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ya da ayrı ayrı sermayesinin yarısından fazlasına sahip bulundukları her çeşit kuruluş, müessese, birlik, işletme ve şirketler” şeklindeki hüküm nedeniyle Şırnak İl Özel İdaresinin %99 oranında hissesine sahip olduğu D… Madencilik Şirketinin mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin Kamu İhale Yasası hükümleri uyarınca yapılması gerektiği hususunda herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinde düzenlenen “Görevi kötüye kullanma” suçu; 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlen “görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesindeki “basit rüşvet alma” suçlarının karşılığını oluşturmaktadır. 765 sayılı Yasanın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken, 5237 sayılı Yasanın 257. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, “kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması” gerekmektedir. Başka bir anlatımla 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde tehlike suçu olarak düzenlenen bu suç, 5237 sayılı Yasada zarar suçu haline getirilmiş bulunmaktadır. Başka bir yaklaşımla, yasa koyucu “görevin gereklerine aykırı” sayılabilecek tüm davranışları cezalandırma yoluna gitmemiş, disiplin hukuku alanında değerlendirilmesine bir engel bulunmayan bazı davranışların ancak yasanın aradığı sonuçlara neden olması halinde suç olarak yaptırıma bağlanabileceğini hüküm altına almıştır.

Somut olayda, Şırnak Valisi olan sanığın, ilin acil içme suyu ihtiyacının karşılanması için, Şırnak İl Özel İdaresi, Şırnak Belediyesi ve G… Madencilik Şirketi arasında imzalanan 16.05.2007 tarihli protokol uyarınca alınması gereken su borularının temini amacıyla, 4734 sayılı Kamu İhale Yasası hükümlerine aykırı olarak henüz ihale süreci tamamlanmadan 18.05.2007 tarihinde yazılı talimat vererek İl Özel İdaresinin bir iştiraki olan D… Madencilik şirketi hesabından T… D. isimli firmaya avans olarak 100.000 Lira ödenmesini sağlamak suretiyle görevinin gereklerine aykırı bir davranışta bulunduğunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak, suçun oluşabilmesi için sanığa isnat edilen eylemde, 5237 sayılı Yasanın 257. maddesinde yer alan, “kişilerin mağduriyeti, kamunun zararına neden olunması veya kişilere haksız kazanç sağlama” öğelerinden en az birisinin de gerçekleşmesi gerekmektedir. İhale işlemleri tamamlanmadan D… Madencilik Şirketi hesabından T… D. isimli firmaya 100.000 Lira gönderilmesi ve bu paranın iade edildiği 19.10.2007 tarihine kadar geçen sürede, kamunun faiz gelirinden mahrum kalması suretiyle zarara uğradığı düşünülebilir ise de; Şırnak İl merkezinde yaşayan insanların maruz kaldığı içme suyu sıkıntısına kısa sürede çözüm bulunamaması halinde, doğabilecek sakıncalardan sadece birisi olan sağlıkla ilgili olanların giderilebilmesi için bile yapılması olası kamusal harcamaların, olayda kamunun mahrum kaldığı faiz gelirinden çok daha fazla olacağı göz önüne alındığında ortada gerçek bir kamu zararının bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında bölgede mevcut koşullar nedeniyle malzeme teminindeki güçlükler, içme suyu hattının faaliyete geçmesiyle asfaltit madeni ocağının kapanmayacak olması ve bunun sonucunda İl Özel İdaresinin kira gelirinden mahrum kalmaması, maden ocağında çalışan işçilerin işlerini kaybetme ihtimalinin ortadan kalkması ve yapılan protokol sayesinde işin kısmen G… Madencilik Şirketine yaptırılmış olması hususları da kamu açısından oluşan bir zararın olmadığını göstermektedir. Bunun yanında, kasten hareket ettiğinde kuşku bulunmayan sanığın görevin gereklerine aykırı davranışı nedeniyle olayda kişilerin mağduriyeti veya kişilere haksız kazanç sağlanması da söz konusu değildir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet savcısının tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan Özel Daire beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Kurul Üyesi; “sanığın eyleminin atılı görevde yetkiyi kullanma suçunu oluşturduğu, Özel Dairece verilen beraat kararında isabet bulunmadığı” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 02.04.2009 gün ve 38-13 sayılı beraat hükmünün tebliğnamedeki isteme aykırı olarak ONANMASINA,

2- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.12.2009 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

 Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2009/5-18,K. 2009/271,T. 17.11.2009

• İHALEYE FESAT KARIŞTIRMA ( Sanıklara Atılı Eylemlerin Vasıflandırılabilmesi ve Ceza Yargılamasının Amacı Olan Maddi Gerçeğe Ulaşılabilmesi İçin Çoğunluğu Emekli Sayıştay Uzman Denetçilerinin Raporlarındaki Tespitlere Dayanan Eksikliklerin Tamamlanması Gerektiği )

• BİLİRKİŞİ RAPORU ( İhaleye Fesat Karıştırma – Sanıklara Atılı Eylemlerin Vasıflandırılabilmesi ve Ceza Yargılamasının Amacı Olan Maddi Gerçeğe Ulaşılabilmesi İçin Çoğunluğu Emekli Sayıştay Uzman Denetçilerinin Raporlarındaki Tespitlere Dayanan Eksikliklerin Tamamlanması Gerektiği )

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Tespit Edilen Eksiklikler Tamamlanıp Yeniden Bilirkişi Raporları Aldırılmadan Suç Vasfının Belirlenebilmesi Olanağı Bulunmadığı – Hükmün Bu Aşamada Özel Daire Tarafından İncelenmesine Gerek Bulunmadığı )

ÖZET : Kurum müfettişlerince idari soruşturma sırasında aldırılanlar ile yerel mahkeme tarafından yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporları ve emekli Sayıştay Uzman Denetçileri tarafından dosyadaki eksiklikleri de belirtecek şekilde düzenlenen bilirkişi raporlarının birbirleriyle örtüşmedikleri ve hüküm verebilmek için yeterli olmadıkları görülmüştür. Sanıklara atılı eylemlerin vasıflandırılabilmesi ve ceza yargılamasının amacı olan maddi gerçeğe ulaşılabilmesi için çoğunluğu emekli Sayıştay Uzman Denetçilerinin raporlarındaki tespitlere dayanan eksikliklerin tamamlanması ve bunlar tamamlandıktan sonra gerekli bilirkişi raporlarının alınması zorunludur. Bu hususlar tamamlanmadan verilen direnme hükmü eksik soruşturmaya dayalıdır. Diğer taraftan, yerel mahkemece ilk hükümde; sanık hakkında birleşen altı dosyanın üçünden dolayı zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuş, direnme hükmünde ise, 5237 sayılı TCY sanık lehine kabul edilerek suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle bu suçlardan da beraata hükmolunmuştur. Hükmün buna ilişkin kısmının, niteliği itibarıyla Özel Dairece incelenmesi gereken yeni bir hüküm olduğu ileri sürülebilebilir ise de, tespit edilen eksiklikler tamamlanıp yeniden bilirkişi raporları aldırılmadan, suç vasfının belirlenebilmesi olanağı bulunmadığı göz önüne alındığında, hükmün bu aşamada Özel Daire tarafından incelenmesine gerek bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından dosyanın doğrudan yerel mahkemeye iade edilmesi gerekmektedir.

DAVA : Düzce Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından yapılan 17 ayrı ihaleyle ilgili olarak, il müdürü olan sanık U. B., kamu kurumlarında çeşitli görevlerde bulunan sanıklar H. E., Ç. E., B. Y., M.F., T. C., Z. Y., H. B., Z. T. ve H. H. K. ile bu ihalelere katılan E. P. ve M. S. Ö. hakkında, ihaleye fesat karıştırma ve görevi kötüye kullanma suçlarından Düzce C. Başsavcılığınca altı ayrı iddianameyle açılan kamu davalarının birleştirilerek yapılan yargılaması sonunda; Sanık U. B. dışındaki sanıkların atılı tüm suçlardan beraatlarına, sanık U. B.’ın birleştirilen iki dosyada ihaleye fesat karıştırma ve bir dosyada da görevi kötüye kullanma suçundan beraatına, birleştirilen diğer üç dosyada ise, zincirleme olarak görevi kötüye kullanma suçundan 765 sayılı TCY’nın 240/2 ve 80. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis, 213.547.000 Lira ağır para ve 9 ay süre ile memuriyetten men cezası ile cezalandırılmasına ve cezalarının 647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca ertelenmesine ilişkin, Düzce Ağır Ceza Mahkemesince verilen 04.05.2004 gün ve 55-52 sayılı hüküm, katılan vekili ve sanık Uğur müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 25.09.2006 gün ve 7156-7231 sayı ile; “… Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişlerince tanzim edilen ve bunların içinde yer alan yeminli uzman bilirkişi raporları ile mahkemece yerinde yapılan keşif sonrası düzenlenen uzman bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi bakımından iddianamede belirtilen ihalelere konu alınan malzemelerin özellikleri tespit edildikten sonra suç tarihindeki ortalama rayiç bedellerinin ilgili meslek odalarından sorulup saptanması, iddianamelere konu ihalelere katılan bütün firmaların gerçekten var olup olmadıklarının bağlı bulundukları Ticaret sicil müdürlüklerinden sorulup belirlenerek söz konusu ihalelere dair teklif mektuplarını elden teslim eden tüm firma yetkililerinin mahkemeye çağırılıp dinlenmesi, teklif mektuplarını kendilerinin teslim edip etmediği ve ihalelere teklif vererek katılıp katılmadıklarının saptanmasından sonra gerekirse firma yetkililerinin yazı ve imza örnekleri alınarak ihalelere dair teklif mektuplarının elden teslim alındığına dair yazı ve imza örnekleriyle karşılaştırılması bakımından grafoloji konusunda uzman bilirkişilere tevdi edilerek yazı ve imzaların aynı kişilere ait olup olmadığı konusunda rapor alındıktan sonra toplanan deliller ve içinde mevcut tüm müfettiş raporlarıyla birlikte dosya Sayıştay Emekli Denetçileri ve ihale mevzuatı ile suça konu inşaat yapım-onarımlar ve alınan malzemeler ile ilgili olarak konusunda uzman teknik mühendislerden oluşturulacak karma bilirkişi heyetine tevdi edilip inceleme yaptırılarak; iddianameye konu alım-satım ve inşaat yapım-onarımlarına dair işlem ve sözleşmelerinin kanunlara, kararnamelere, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Taşra Teşkilatı Bütçe, İhale, Muhasebe, Bilet Yönetmeliği ile dahili mevzuat ve genel kabul görmüş alım-satım ve yapım-onarım ilke ve teamüllerine uygun olup olmadığı, benzer alım-satım ve inşaat yapım ve onarım hizmetlerine dair yapılan diğer işlemlerden farklarının olup olmadığı, söz konusu malzeme alımları ile inşaat-onarım işlerinin yapılmasına gereksinim bulunup bulunmadığı, düzenleme ve uygulama sırasında idarenin zararına olan işlemlerin olup olmadığı, alımı yapılan malzeme ile yapım ve onarım işlerine dair faturalarda ve hak ediş raporlarındaki fiyatları ile alım ve inşaat yapım ve onarım hizmetlerinin yapıldığı tarihteki saptanacak ortalama rayiç fiyatları arasında alım ve söz konusu hizmetleri kabul eden idare aleyhine fark olup olmadığı, varsa söz konusu alım-satım ile inşaat yapım ve onarım hizmetlerine ilişkin düzenleme ve uygulama sırasında idarenin zararına olan işlemlerin neler olduğu ile her bir ihale için uğranılan zararın başka bir ifadeyle, malzemelerin satın alındığı ve inşaat yapım ve onarım hizmetlerinin yaptırıldığı firmalara haksız bir çıkar sağlanıp sağlanmadığının ve sağlanmışsa tutarın ne kadar olduğu ve yapılan alımlarla, inşaat yapım ve onarım işlerine ilişkin işlemlerde öngörülen usul ve uygulamalara aykırı davranılıp davranılmadığı hususları ile kasıtlarını belirleme bakımından sanıkların menfaat sağlama sürecindeki konumları, görevleri ve hangi ölçüde etkili oldukları, zararın miktarı, menfaatin kime sağlandığı ve biçimi hususlarında ayrıntılı mütalaa alındıktan sonra sanıkların her bir dosya ile ilgili olarak hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken, oluşu yeterince yansıtmayan iddia ve savunmayı değerlendirmeyen bilirkişilerce verilen yetersiz raporla yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7. maddesinde ‘zaman bakımından uygulama’, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddesinde ise, ‘lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul’ kurallarının düzenlenmesi, ayrıca 5252 sayılı Kanunun 12. maddesi ile 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlükten kaldırılması, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve bu kanunların hükümden sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunması karşısında; 5237 sayılı Kanunun 7 ve 5252 sayılı Kanunun 9. maddeleri uyarınca, sanık Uğur’un hukuki durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun hükümleri de nazara alınarak yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması…” isabetsizliğinden bozulmuştur. Yerel mahkeme ise 19.02.2008 gün ve 312-31 sayı ile; “… Yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması, aradan geçen süreye göre her bir yapım-onarım ve alıma konu olan hususlarda fiyat araştırması yapılsa bile subjektif değerlendirmelere esas alınabilecek ve sağlıklı bir sonuca ulaşılmasını yine engelleyebilecektir. Yeniden yaptırılacak bilirkişi incelemesinin, bu itibarla gerekmediği kanaatine varılmıştır. Özellikle bozma ilamında ihalelere katılan bütün firmaların gerçekten var olup olmadıklarının bağlı bulundukları Ticaret Sicil Müdürlüklerinden sorulup saptanması gerektiği belirtilmiş ise de; tüm dosyalar açısından belirtilen bu evrakın ihale evrakı arasında, noter onaylı olarak ekseriyet itibariyle zaten bulunduğu, ihaleye katılan firmaların hayali şirketler olduğu yönünde de herhangi bir iddianın da olmadığı, bu yönde yapılacak araştırmanın esasa etkisi olmayacağı gibi ihale evrakı arasında bulunan noter onaylı belgelerin de ayrı ayrı sahtelik araştırmasını da gerektireceği, keza ihaleye teklif mektuplarını elden teslim eden tüm firma yetkililerinin mahkemeye çağrılıp dinlenmesinin de, aradan geçen süre, firmaların çalışanlarının değişebileceği gibi, bazılarının faaliyetine de son vermiş olma ihtimalleri de değerlendirilerek sonuca etkili olmayacağı, her bir firma yetkilisi temin edilerek dinlenilse bile yine geçen süreye göre ayrıntılarla ilgili hangi ölçüde malumat verebilecekleri, olumlu yada olumsuz beyanda bulunmaları halinde bu beyanlara hangi ölçüde değer verilebileceği dikkate alınarak bu yönde yapılacak araştırma ile de sağlıklı bir sonuç elde edilemeyeceği, beyanların kesin delil olarak kabul edilemeyeceği, bozma ilamında bununla da yetinilmeyerek, bununda ötesinde imza ve yazı örneklerinin alınarak teklif mektuplarının elden teslim alındığına dair yazı ve imza örnekleriyle karşılaştırılması bakımından grafolojik inceleme yaptırılması da gerektiği öngörülmüş ise de; teklif mektuplarındaki imzalar yine komisyona sunulan evrak arasında yer alan ( noter onaylı ) imza sirkülerine uygunluk arzettiği, bununda ötesinde bahsi geçen şirket kaşelerinin de teklif mektuplarında yer aldığı, bu kaşelerin de sahteliğini araştırmayı gerektireceği, bozma ilamının içeriği itibariyle mahkememizce yapılan yargılamada toplanan deliller ile yapılan keşif ve tanzim edilen bilirkişi raporlarından olumlu kanaate ulaşılamamış olduğu izlenimini verdiği, ancak bununda ötesinde yerine getirilmesi esasa etkisi olmayacak işlemlerinde bozma sebebi sayılmasından dolayı, sanıkların dışında da bir çok kişiyi sorumluluk altına sokulması gerektiğini çağrıştırdığı, soruşturma evresinde yukarıda izah edildiği üzere değişik bir kısım subjektif düşüncelerle hazırlandığı kanaati uyandıran müfettişlik raporu ve bunu destekleyen teknik bilirkişiler raporuna mahkememizce itibar edilmediğinin nedenleri açıklanmasına rağmen, her bir ihale evrakında sıralı tüm amirlerin onay ve imzası bulunmasına rağmen, sorumluluğun sanıklarla sınırlı tutularak tanzim edilen soruşturma raporunun içeriğinde yer alan tüm iddiaların adeta sabit kabul edilerek, ısrarla iddiaları teyit edecek delil araştırmasının, her bir ihale açısından herhangi bir devlet zararı tespit edilememesine rağmen… belirtilen uzmanlarca oluşturulacak bilirkişiler heyetinden ayrıntılı mütalaa alınmasının, yargılama sırasında kamu menfaatini kollama, oluşabilecek herhangi bir kamu zararını titizlikle araştırma olarak yorumlanabileceği gibi, bundan ayrı olarak, dosya kapsamına göre kamu zararının varlığının peşinen kabul edilip bunun ne şekilde olursa olsun belgelendirilmesi şeklinde de yorumlanabileceği, özellikle bilirkişilerden sanıkların kasıtlarının belirlenmesi bakımından menfaat sağlanmasına hangi ölçüde etkili oldukları, …menfaatin kime sağlandığı ve biçimi ile ilgili, tamamen sübut tartışmasını gerektirecek ve mahkeme heyetine ait hukuki bir muhakeme faaliyeti hakkında görüş beyan etmelerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir çok kararında benimsenen adil yargılanma kriterini de zedeleyeceği…” gerekçesiyle direnerek, sanık U. B.’ın ilk hükümde mahkumiyetine karar vermesine karşın bu kez görevi kötüye kullanma suçundan yapılan lehe yasa değerlendirmesi sonucunda 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının 20.01.2009 gün ve 273735 sayılı “bozma” istemli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; soruşturmanın genişletilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir. İncelenen dosya içeriğine göre; 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 depremlerinde büyük zarar gören ve daha sonra 9 Aralık 1999 tarihinde il olmasına karar verilen Düzce’ye sanık U. B.’ın Gençlik ve Spor İl Müdürü olarak atanmasından sonra yapılan çeşitli ihaleler ile ilgili olarak başlatılan idari soruşturma raporlarının Düzce C. Başsavcılığına intikal ettirilmesi üzerine toplam 17 ihale ile ilgili 6 ayrı kamu davası açılmıştır:

I- Düzce C.Başsavcılığınca sanık U. B. hakkında 04.03.2002 gün ve 30 sayı ile açılan ve Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/55 esasına kaydedilen dava dosyasında; Düzce Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünün lojman ihtiyacının karşılanması amacıyla 38.000.000.000 Lira keşif bedelli, iki katlı prefabrik konutun yapımı için sanık U. B.’ın herhangi bir ihale işlemi yapılmadan Or-Yap isimli firma ile anlaştığı ve 15-16 Aralık 2000 tarihinde inşaata başlandığı, sonradan Valilik ve Genel Müdürlükten onay alınarak yapım işinin 02.02.2001 tarihinde sanığın başkanı bulunduğu emanet komisyonu marifetiyle yapılmasına karar verildiği, teklif sunan üç firmadan birisi olan ve emanet komisyonuna iki ayrı teklif veren Or-Yap isimli firmanın ilkine göre daha yüksek bedelli olan ikinci teklifi üzerinden ihalenin bu firmaya verildiği, emanet komisyonu üyelerinden bazılarının komisyon kararını imzalamaması üzerine ihale sürecinin tamamlanamadığı, daha sonra adı geçen firmaya inşaatın geldiği aşama gözetilerek 7.005.953.505 Lira ödeme yapıldığı ve işin tamamlanması için ihalenin başka bir firmaya verildiği iddiasıyla sanık U. B.’ın 765 sayılı TCY’nın 240/1-son maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, Yerel mahkemece 04.04.2003 tarihinde yapılan keşif sonrası inşaat mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen raporda, davaya konu prefabrik konut hakkında hiçbir teknik bilgiye yer verilmeksizin; “…davet usulü ile yapılan ihalelerde idarenin kendi araştırmasını önceden yaptığı görülmüştür. Her ne kadar işin ihaleden önce başlatılmasında bir kayırma ve kollama görülse de o günkü şartlarda eleman eksikliği ve daireye lojman temini gayesi görmekteyim. Ayrıca sanığın yetkililerin görüşlerine başvurarak sözlü onay almadan bu işi yaptığı kanaatinde değilim…Bence uygunu buydu” görüşüyle usulsüzlük olmadığının belirtildiği, 22.09.2003 havale tarihli olan emekli üç Sayıştay Uzman Denetçisinin raporunda ise, ihale komisyonu bile kurulmadan inşaata başlanılması nedeniyle görevde yetkinin kötüye kullanıldığı, yarım kalan inşaatın tamamlattırılmasına ilişkin belgelerin tamamının dosyada bulunmaması nedeniyle zarar konusunda inceleme yapılamadığı tespitine yer verildiği, Yerel mahkemece sanık Uğur hakkında, atılı suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gibi mahkumiyetine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil de elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verildiği,

II- Düzce C.Başsavcılığınca 04.04.2002 gün ve 50 sayılı iddianame ile açılan ve yerel mahkemenin 2002/99 esasına kaydedilen dava dosyasında; İki ihalenin dava konusu yapıldığı,

1- 6.700.000.000 Lira keşif bedelli spor tesisleri yan saha soyunma odalarının bakım-onarım işinin oluşturulan emanet komisyonunca Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğün B.İ.M.B.A. ( Taşra Teşkilatı, Bütçe İhale, Muhasebe, Bilet ve Ayniyat ) Yönetmeliğinde belirlenen usule uyulmadan ve gerçeğe aykırı olarak hazırlanan belgelerle Pekgöz İnşaat firmasına verildiği iddiasıyla sanıklar U. B., T. C., H. B. ve H. E. hakkında 765 sayılı TCY’nın 64, 205, 219/1-son, 33. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı, İdari soruşturma sırasında kurum müfettişlerince alınan bilirkişi raporunda, 3.350.426.560 Liralık fazla ödemenin bulunduğunun saptandığı, 04.04.2003 tarihinde yerel mahkemece mahallinde yapılan keşif sonrası üç kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan raporda, hak ediş raporlarına göre fazla ödemenin söz konusu olmadığının belirtildiği, 14.10.2002 ve 22.09.2003 havale tarihli emekli üç Sayıştay Uzman Denetçisince düzenlenen raporlarda, sanıkların menfaat temin etme kastıyla hareket ettiklerini kanıtlayıcı bilgi ve belgenin olmadığı, ancak yönetmeliğe aykırı yapılan işlemler nedeniyle görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının oluşabileceği görüşüne yer verildiği,

2- Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tesislerinin dış ihata duvarı inşaatı işinin oluşturulan piyasa pazarlık komisyonunca B.İ.M.B.A. Yönetmeliğinde belirlenen usul ve esaslara aykırı şekilde, piyasa araştırması yapılmadan, ortakları aynı olan ve aynı adreste faaliyet gösteren üç firmadan temin edilen teklif mektupları değerlendirilip Pekgöz İnşaat firmasına yaptırıldığı, ihale öncesinde bitirilen bu işe ait prosedürü tamamlamak amacıyla gerçeğe aykırı belge düzenlenerek Devletin zarara uğratıldığı iddiasıyla sanıklar U. B., M.F., Turan Cengiz ve H. B. hakkında 765 sayılı TCY’nın 64, 205, 219/1-son ve 33. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı,

Kurum müfettişlerince alınan bilirkişi raporuna göre, 1.815.890.405 Liralık fazla ödemenin bulunduğu, 04.04.2003 tarihinde yerel mahkemece mahallinde yapılan keşif sonrası üç kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan raporda, Düzce’nin sosyal aktivitelere en fazla ihtiyaç duyduğu dönemde sanıklarca bu şeklide hareket edilmesinin uygun bir davranış olduğunun belirtildiği, 14.10.2002 ve 22.09.2003 havale tarihli emekli üç Sayıştay Uzman Denetçisince düzenlenen raporlarda, sanıkların menfaat temin etme kastıyla hareket ettiklerini kanıtlayıcı bilgi ve belgenin olmadığı, ancak yönetmeliğe aykırı yapılan işlemler nedeniyle görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının oluşabileceği görüşüne yer verildiği, Yerel mahkemece sanık Uğur hakkında ilk hükümde; yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporlarına göre yersiz ve fazla ödeme yapılmadığı, devletçe oluşmuş bir zarar tespit edilemediği, ihaleye fesat karıştırmak suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı ancak B.İ.M.B.A. Yönetmeliğine aykırı olarak genel müdürlükten olur alınmadan ihale yapıldığı, usul ve esaslara uyulmayarak görevde yetkinin aşıldığı gerekçesiyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkumiyet, direnme hükmünde ise sanık lehine bulunan 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesi uyarınca atılı suçun unsurlarının oluşmadığından, diğer sanıklar hakkında ise gerek ilk hükümde gerekse direnme hükmünde suç kastı bulunmadığından beraat kararı verildiği,

III- Düzce C. Başsavcılığınca 24.04.2002 gün ve 76 sayılı iddianame ile açılan ve yerel mahkemenin 2002/127 esasına kaydedilen dava dosyasında;

1- Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü hizmet binası makam odaları ve koridorlarının halı ile döşenmesi işinin herhangi bir ihale yapılmadan, aynı zamanda Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünün çeşitli onarım işlerini üstlenen müteahhit sanık E. P.’e yaptırıldığı, ödeme yapılmasını sağlamak ve prosedürü tamamlamak amacıyla piyasa araştırması yapılmadan yüksek fiyattan temin edilen teklif mektupları ile ihalenin Yiğitler Halı Mağazasına verilmiş gibi gösterilmesi için 17.08.2000 gün ve 9 nolu komisyon kararının alındığı, gerçekte ise 4.046.280.000 Liranın sanık Erdan Pekgöz’e ödendiği iddiasıyla sanıklar U. B., M.F., Z. T., T. C., H. B. ve E. P. hakkında 765 sayılı TCY’nın 64, 205, 219/1-son ve 33. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı,

2- Gençlik ve Spor İl Müdürünün makam odasındaki tuvalete dolap yaptırma işinin de herhangi bir ihale işlemi yapılmaksızın sanık E. P.’e yaptırıldığı, ödeme yapılabilmesi için pazarlık komisyonu oluşturularak piyasadan gerçeğe aykırı olarak yüksek fiyatlı teklif mektuplarının alındığı, 17.08.2000 gün ve 13 nolu komisyon kararı ile işin B. Mobilya firmasına yaptırılmasına karar verildiği, ancak gerçekte 1.044.000.000 Liranın E. P.’e ödendiği iddiasıyla aynı sanıklar hakkında aynı sevk maddeleri uyarınca kamu davası açıldığı, 29.07.2003 havale tarihli emekli üç Sayıştay Uzman Denetçisince düzenlenen raporda, keşifte yazılı fiyatlara göre hazinenin zararının olmadığı, ancak fatura ve teklif mektuplarının gerçeği yansıtmadığı, özellikle faturalarda yazılı fiyatların çok yüksek olduğu ve herhangi bir mal alınmadan düzenlenmiş oldukları, bu nedenle sanıklar Uğur ve Erdal’ın atılı suçu işledikleri kanaatinde oldukları görüşüne yer verildiği, Yerel mahkemece ilk hükümde sanık Uğur’un ihale bedeli karşılanmadan halı ve dolapların yaptırılması ve ihale bedeli yetmeyince ikinci bir komisyon oluşturmak suretiyle görevi kötüye kullandığı gerekçesiyle mahkumiyetine, direnme hükmünde ise sanık lehine bulunan 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesi uyarınca atılı suçun unsurları itibariyle oluşmadığından, diğer sanıklar hakkında ise gerek ilk hükümde gerekse direnme hükmünde suç kastı bulunmadığından beraat kararı verildiği,

IV- Düzce C. Başsavcılığının 26.06.2002 gün ve 116 sayılı iddianamesi ile açılan ve yerel mahkemenin 2002/191 esasına kaydedilen dava dosyasında;

1- Düzce’nin tanıtımında ve sportif faaliyetlerde kullanmak üzere madalya, çıkartma, şilt, bayrak, masa bayrak seti, flama, bayrak direği, Ata maskı, Ata büstü, küllük, bariyer, rozet, kravat iğnesi, anahtarlık alımının herhangi bir ihale yapılmadan İmaj Bayrak isimli firmadan 9.793.105.000 Liraya yapıldığı, ancak sonradan bu hususu gizlemek için sanıklar tarafından pazarlık komisyonları kurularak üç bölüm halinde satın alınmış gibi göstermek amacıyla eski tarihli evrak düzenlendiği iddiasıyla sanıklar U. B., Z. T., Ç. E. ve H. B. hakkında,

2- Gençlik merkezi tiyatro salonunda kullanılmak üzere 18 adet renkli ampullü spot lambasının mevzuata aykırı olarak herhangi bir ihale yapılmadan piyasa rayici üzerinde bir fiyatla Ankara’da faaliyet gösteren ASM isimli firmadan 1.044.000.000 Liraya satın alındığı, ancak bu hususu gizlemek ve prosedürü tamamlamak amacıyla pazarlık komisyonu oluşturulduğu ve eski tarihli evrak düzenlendiği iddiasıyla sanıklar U. B., M.F., Z. T., T. C. ve H. B. hakkında,

3- Hizmet binasına Atatürk köşesinin yapım işinin de herhangi bir ihaleye dayanmaksızın piyasa rayicinin çok üzerinde bir bedelle Pekgöz İnşaat firmasına yaptırıldığı, ancak söz konusu işin ihaleye dayalı olarak yaptırıldığı izlenimini vermek amacıyla piyasa pazarlık komisyonu oluşturularak geriye dönük gerçeğe aykırı evrak düzenlendiği ve Devletin yaklaşık 758.000.000 Lira zarara uğratıldığı iddiasıyla sanıklar U. B., M.F., T. C., H. B. ve Z. T. hakkında, 765 sayılı TCY’nın 64, 205, 219/1-son ve 33. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı, İdari soruşturma sırasında yaptırılan bilirkişi incelemesine göre; 1.474.260.00 Liraya yaptırılan Atatürk köşesi için 1.032.960.000 Liralık fazla ödeme yapıldığı, yine müfettişlerce yapılan tespite göre tiyatro salonuna alınan spot ampullerin idari soruşturmanın yapıldığı tarihte temin edilen tekliflere göre bile en fazla 285.353.500 Liraya alınması olanaklı iken 1.044.000.000 Lira ödendiği, yine inceleme tarihindeki rayiç fiyatlarla 8.667.999.000 Liraya alınması olanaklı olan madalya, çıkartma, şilt, bayrak vb. malzemenin 9.793.105.000 Liraya alındığı, bunun yanında il müdürlüğü bütçesinden alınması olanaklı olmayan anahtarlık, yaka rozeti ve kravat iğnesi için de 4.914.000.000 Lira ödeme yapıldığı, Yerel mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesinde, herhangi bir usulsüzlüğün ve fazla ödemenin söz konusu olmadığının belirtildiği, 22.09.2003 havale tarihli emekli üç Sayıştay Uzman Denetçisinin raporuna göre ise,

a- ) Madalya, çıkartma, şilt, bayrak vb. malzemenin alımı konusunda genel müdürlükten olur alınmadan mevzuata aykırı olarak komisyon kurulduğu, ilan yapılmamasıyla ihalede tarafsızlığın ortadan kaldırılıp rekabetin önüne geçilerek sonuca ulaşılmasının engellendiği, ihalenin bu şekilde yapılmasını sağlamak için bazı belgeler üzerinde değişiklik ve ilaveler yapıldığı,

b- ) Gençlik Merkezi tiyatro salonunda kullanılmak üzere 18 adet renkli ampullü spot lambasının piyasa araştırmasının komisyon tarafından değil de sanık Uğur tarafından tek başına yapıldığı, ihalede tarafsızlığın ortadan kaldırılıp rekabetin önüne geçilerek sonuca ulaşılmasının engellendiği, böylece ihaleye fesat karıştırıldığı, sanık Uğur tarafından alınan teklif mektuplarındaki malzemenin özellikleri ile kurum müfettişleri tarafından idari soruşturma sırasında alınan teklif mektuplarındaki spot ampullerin özelliklerinin aynı olmaması nedeniyle zarar tespiti yapılmasının olanaklı olmadığı,

c- ) Atatürk köşesinin yapım işinde genel müdürlükten olur alınmadan mevzuata aykırı olarak komisyon kurulduğu, piyasa araştırmasının komisyon tarafından değil de sanık Uğur tarafından tek başına yapıldığı, ihalede tarafsızlığın ortadan kaldırılıp rekabetin önüne geçilerek sonuca ulaşılmasının engellendiği, ihalenin bu şekilde yapılmasını sağlamak için bazı belgeler üzerinde değişiklik ve ilaveler yapıldığı, böylece ihaleye fesat karıştırıldığı, ancak sanıkların menfaat sağlama kastıyla hareket ettiklerine ve zararın oluştuğuna ilişkin dosyada kanıt bulunmadığı görüşüne yer verildiği,

Yerel mahkemece sanık Uğur hakkında ilk hükümde; menfaat sağlamak kastı ile hareket ettiğini gösterir delil olmadığı gibi oluşmuş bir zararın da bulunmadığı, atılı ihaleye fesat karıştırmak suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı, ancak ödenek olmadığı halde ihaleyi yapmak, ihale evrakları düzenlemek, genel müdürlükten olur almadan piyasa pazarlık komisyonu oluşturarak ihale yapmak suretiyle görevde yetkinin aşılarak kötüye kullanıldığı gerekçesiyle mahkumiyetine, direnme hükmünde sanık lehine bulunan 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesi uyarınca atılı suçun unsurları itibariyle oluşmadığından, diğer sanıklar hakkında ise gerek ilk hükümde gerekse direnme hükmünde suç kastı bulunmadığından beraat kararı verildiği,

V- Düzce C.Başsavcılığının 18.07.2002 gün ve 129 sayılı iddianamesi ile açılan ve yerel mahkemenin 2002/206 esasına kaydedilen dava dosyasında; 18 Temmuz Spor Salonunun 90.000.000.000 Lira keşif bedelli 1. kısım, 100.000.000.000 Lira bedelli 2. kısım, 100.000.000.000 Lira bedelli 3. kısım onarım işinin B.İ.M.B.A. Yönetmeliğinde belirlenen usul ve esaslara uyulmadan oluşturulan komisyonlar vasıtasıyla gerçeğe aykırı belgeler düzenlenmek suretiyle müteahhitlik yapan sanık M. S. Ö.’e ihale edildiği, yine gerçeğe aykırı hak ediş raporları ile fazla ödeme yapıldığı iddiasıyla,

18 Temmuz Spor Salonunun 1. kısım onarım işi ile ilgili olarak, sanıklar U. B., M.F., T. C., Ç. E., H. E., Z. Y., B. Y. ve M. S. Ö. hakkında, 2. kısım onarım işi ile ilgili olarak, sanıklar U. B., H. H. K., Ç. E., H. E., Z. Y., B. Y. ve M. S. Ö. hakkında, 3. kısım onarım işi ile ilgili olarak, sanıklar U. B., H. H. K., Ç. E., H. E., Z. Y., B. Y. ve M. S. Ö. hakkında ,Ayrı ayrı 765 sayılı TCY’nın 64, 205, 219/1-son ve 33. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı, İdari soruşturma sırasında düzenlenen bilirkişi raporlarına göre, yapılmayan imalatların hak ediş raporlarına ilave edilmek suretiyle kurumun toplam 53.614.307.092 Liralık zarara uğratıldığı, Yerel mahkemece 04.04.2003 tarihinde düzenlenen keşif sonrası alınan bilirkişi raporlarına göre, herhangi bir usulsüzlük ve zararın bulunmadığı,

25.09.2003 havale tarihli emekli üç Sayıştay Uzman Denetçisi tarafından düzenlenen raporda ise,

a- ) 18 Temmuz Spor Salonunun 1. ve 2. kısım onarım işinin ihalelerinin prosedüre uygun yapıldığını, ancak müfettiş raporundaki iddialar nedeniyle resmi evrakta sahtecilik suçunun oluşabileceği, bunun için ihaleye katılan firma sorumlularının ifadeleri alınarak sahtecilik konusunda dosyanın bilirkişiye gönderilmesi ve bahse konu yazı ve imzaların kimin elinden çıktığı ile teklif mektuplarındaki imzaların sahte olup olmadıklarının belirlenmesi gerektiği görüşüne yer verildiği,

b- ) 3. kısım onarım işinin değerlendirilebilmesi için, dosyada bulunmayan 2. kısım inşaatına ilişkin kesin hak ediş raporları ile keşif özetinin incelenmesinin gerektiği, müfettiş raporlarına itibar edilmesi durumunda ise atılı suçun oluşabileceği görüşüne yer verildiği, Yerel mahkemece, atılı suçların yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gibi mahkumiyetlerine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil de elde edilemediği gerekçesiyle tüm sanıkların beraatlarına hükmolunduğu,

VI- Düzce C.Başsavcılığının 16.10.2002 gün ve 164 sayılı iddianamesi ile açılan ve yerel mahkemenin 2002/253 esasına kaydedilen dava dosyasında; Düzce Gençlik Merkezini, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü hizmet binasına dönüştürmek amacıyla 62.760.000.000 Lira keşif bedelli 2. kısım, 28.000.000.000 Lira keşif bedelli 3. kısım, 30.000.000.000 Lira keşif bedelli 4. kısım, 10.000.000.000 Lira keşif bedelli 5. kısım onarım işinin oluşturulan komisyonlarla, B.İ.M.B.A. Yönetmeliğinde belirlenen usule uyulmadan ve gerçeğe aykırı belgeler hazırlanmak suretiyle Pekgöz İnşaat firmasına verildiği iddiasıyla sanıklar U. B., M.F., T. C., Ç. E., H. E., Z. Y., B. Y. ve E. P. hakkında 765 sayılı TCY’nın 64, 205, 80, 219/1-son ve 33. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı, İdari soruşturma sırasında alınan bilirkişi raporuna göre, yapılmayan imalatların hak ediş raporlarına ilave edilmek suretiyle kurumun 45.867.770.448 Lira zarara uğratıldığı, Yerel mahkemece keşif sonrası alınan bilirkişi raporunda ise, usulsüzlük ve zararın olmadığının belirtildiği, 29.09.2003 havale tarihli emekli üç Sayıştay Uzman Denetçisi tarafından düzenlenen raporda da, ihalelerin mevzuata uygun olarak yapıldığı ve kurumun zararının bulunmadığı görüşüne yer verildiği, Yerel mahkemece, atılı suçların yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gibi mahkumiyetlerine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil de elde edilemediği gerekçesiyle tüm sanıkların beraatlarına karar verildiği, Anlaşılmaktadır. Yerel mahkeme ilk hükmünün Özel Daire tarafından:

1- Müfettişlerce yapılan idari soruşturma sırasında alınan yeminli uzman bilirkişi raporları ile mahkemece yerinde yapılan keşif sonrası düzenlenen uzman bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla:

a- ) İddianamede belirtilen ihalelere konu malzemelerin özellikleri tespit edildikten sonra suç tarihindeki ortalama rayiç bedellerinin ilgili meslek odalarından sorulup saptanması,

b- ) İddianamelere konu ihalelere katılan bütün firmaların gerçekten var olup olmadıklarının bağlı bulundukları Ticaret Sicil Müdürlüklerinden sorulup belirlenmesi,

c- ) Söz konusu ihalelere dair teklif mektuplarını elden teslim eden tüm firma yetkililerinin mahkemeye çağırılıp dinlenmesi,

ç- ) Teklif mektuplarını kendilerinin teslim edip etmediği ve ihalelere teklif vererek katılıp katılmadıklarının saptanmasından sonra gerekirse firma yetkililerinin yazı ve imza örnekleri alınarak ihalelere dair teklif mektuplarının elden teslim alındığına dair yazı ve imza örnekleriyle karşılaştırılması bakımından grafoloji konusunda uzman bilirkişilere tevdi edilerek yazı ve imzaların aynı kişilere ait olup olmadığı konusunda rapor alınması,

2- Bu hususlar tamamlandıktan sonra toplanan deliller ve tüm müfettiş raporlarıyla birlikte dosyanın emekli Sayıştay Uzman Denetçileri ve ihale mevzuatı ile suça konu inşaat yapım-onarımlar ve alınan malzemeler ile ilgili olarak konusunda uzman teknik mühendislerden oluşturulacak karma bilirkişi heyetine tevdi edilip inceleme yaptırılarak;

a- ) İddianameye konu alım-satım ve inşaat yapım-onarımlarına dair işlem ve sözleşmelerin kanunlara, kararnamelere, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Taşra Teşkilatı Bütçe, İhale, Muhasebe, Bilet Yönetmeliği ( B.İ.M.B.A. ) ile dahili mevzuat ve genel kabul görmüş alım-satım ve yapım-onarım ilke ve teamüllerine uygun olup olmadığı,

b- ) Benzer alım-satım ve inşaat yapım ve onarım hizmetlerine dair yapılan diğer işlemlerden farklarının bulunup bulunmadığı,

c- ) Söz konusu malzeme alımları ile inşaat-onarım işlerinin yapılmasına gereksinim olup olmadığı,

ç- ) Düzenleme ve uygulama sırasında idarenin zararına olan işlemlerin bulunup bulunmadığı,

d- ) Alımı yapılan malzeme ile yapım ve onarım işlerine dair faturalarda ve hak ediş raporlarındaki fiyatları ile alım ve inşaat yapım ve onarım hizmetlerinin yapıldığı tarihteki saptanacak ortalama rayiç fiyatları arasında alım ve söz konusu hizmetleri kabul eden idare aleyhine fark olup olmadığı, varsa söz konusu alım-satım ile inşaat yapım ve onarım hizmetlerine ilişkin düzenleme ve uygulama sırasında idarenin zararına olan işlemlerin neler olduğu,

e- ) Her bir ihale için uğranılan zararın başka bir ifadeyle, malzemelerin satın alındığı ve inşaat yapım ve onarım hizmetlerinin yaptırıldığı firmalara haksız bir çıkar sağlanıp sağlanmadığının ve sağlanmışsa tutarın ne kadar olduğu,

f- ) Yapılan alımlarla, inşaat yapım ve onarım işlerine ilişkin işlemlerde öngörülen usul ve uygulamalara aykırı davranılıp davranılmadığı,

g- ) Kasıtlarını belirleme bakımından sanıkların menfaat sağlama sürecindeki konumları, görevleri ve hangi ölçüde etkili oldukları, zararın miktarı, menfaatin kime sağlandığı ve biçimi hususlarında ayrıntılı mütalaa alındıktan sonra, sanıkların her bir dosya ile ilgili olarak hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerektiği gerekçesiyle bozulduğu görülmektedir. Yerel mahkeme ise; aradan geçen zaman nedeniyle yapılacak araştırmanın yararlı olmayacağı, ihalelere teklif veren firmaların faaliyetlerine son vermiş olabilecekleri, bilirkişi raporlarının yeterli olduğu gibi gerekçelerle ilk hükümde direnmiştir.Ceza yargılamasının amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda somut gerçeğin her türlü kuşkudan uzak bir biçimde kesin olarak saptanmasıdır. Gerek 1412 sayılı CYUY gerekse 5271 sayılı CYY, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle hüküm kesinleşinceye kadar, inceleme olanağı bulunan kanıtların ele alınıp değerlendirilmesi, diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşmesi için, olaya ışık tutabilecek nitelikteki tüm yasal kanıt ve belgelerin araştırılıp tartışılması zorunludur. Bu açıklamalar ışığında tüm dosya içeriği değerlendirildiğinde; Kurum müfettişlerince idari soruşturma sırasında aldırılanlar ile yerel mahkeme tarafından yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporları ve emekli Sayıştay Uzman Denetçileri tarafından dosyadaki eksiklikleri de belirtecek şekilde düzenlenen bilirkişi raporlarının birbirleriyle örtüşmedikleri ve hüküm verebilmek için yeterli olmadıkları görülmüştür. Sanıklara atılı eylemlerin vasıflandırılabilmesi ve ceza yargılamasının amacı olan maddi gerçeğe ulaşılabilmesi için Özel Daire bozma kararında belirtilen ve çoğunluğu emekli Sayıştay Uzman Denetçilerinin raporlarındaki tespitlere dayanan eksikliklerin tamamlanması ve bunlar tamamlandıktan sonra gerekli bilirkişi raporlarının alınması zorunludur. Bu hususlar tamamlanmadan verilen direnme hükmü eksik soruşturmaya dayalıdır. Bu itibarla isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, yerel mahkemece ilk hükümde; sanık U. B. hakkında birleşen altı dosyanın üçünden dolayı zincirleme biçimde görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuş, direnme hükmünde ise, 5237 sayılı TCY sanık lehine kabul edilerek suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle bu suçlardan da beraata hükmolunmuştur. Hükmün buna ilişkin kısmının, niteliği itibarıyla Özel Dairece incelenmesi gereken yeni bir hüküm olduğu ileri sürülebilebilir ise de, tespit edilen eksiklikler tamamlanıp yeniden bilirkişi raporları aldırılmadan, suç vasfının belirlenebilmesi olanağı bulunmadığı göz önüne alındığında, hükmün bu aşamada Özel Daire tarafından incelenmesine gerek bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından dosyanın doğrudan yerel mahkemeye iade edilmesi gerekmektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 19.02.2008 gün ve 312-31 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.11.2009 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

 Yargıtay Ceza Genel Kurulu,E. 2009/4-204,K. 2010/39,T. 02.03.2010

• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Suçun Oluşabilmesi İçin Norma Aykırı Davranış Yetmemekte Bu Davranış Nedeniyle Kişilerin Mağduriyetine veya Kamunun Zararına Neden Olunması ya da Kişilere Haksız Bir Kazanç Sağlanması Gerektiği )

• KİŞİLERİN MAĞDURİYETİ VE KAMU ZARARI ( Görevi Kötüye Kullanma – Suçun Oluşabilmesi İçin Norma Aykırı Davranış Yetmemekte Bu Davranış Nedeniyle Kişilerin Mağduriyetine veya Kamunun Zararına Neden Olunması ya da Kişilere Haksız Bir Kazanç Sağlanması Gerektiği )

• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMA ( Memur Sayılan Kişinin Kasten Görevinin Gereklerine Aykırı Hareket Etmesi İle Oluşurken 257/1. Maddedeki Suçun Oluşabilmesi İçin Kamu Görevlisinin Kasten Görevinin Gereklerine Aykırı Davranması Gerektiği )

• SORUŞTURMADA GÖREVİNİN GEREKLERİNİ YERİNE GETİREMEME ( İş Yoğunluğu Yıllık İzin Kullanma ve Adli Tatilde Diğer C. Savcılarının İşlerine de Bakmış Olma Gibi Nedenlerle – Görevi Kötüye Kullanma Kastı İle Hareket Ettiğinden Söz Edilemeyeceği )

ÖZET : 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması gerekmektedir.

765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, memur sayılan kişinin kasten görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ile oluşurken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin kasten görevinin gereklerine aykırı davranması yanında bu davranış nedeniyle kişilerin mağduriyetinin, kamunun zararının ya da kişilere sağlanmış haksız bir kazancın bulunması gerekmektedir. İş yoğunluğu, yıllık izin kullanma ve adli tatilde diğer cumhuriyet savcılarının işlerine de bakmış olma gibi nedenlerle, söz konusu soruşturmada görevinin gereklerini yerine getiremediği anlaşılan sanığın, görevi kötüye kullanma kastı ile hareket ettiğinden söz edilemez.

DAVA : Sanığın görevi kötüye kullanma suçundan beraatına ilişkin, Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen 28.05.2009 gün ve 1-25 sayılı hüküm, Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından aleyhe temyiz edilmekle, Yargıtay C. Başsavcılığının bozma istekli 29.09.2009 gün ve 251257 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Eylemin gerçekleştirildiği 27.07.2005 tarihinde İ… Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan sanık, 06.07.2005 günü meydana gelen R. V.’ın silahla yaralanması olayının soruşturması sırasında, görevinin gereklerini yerine getirmeyerek, yaralananın mağduriyetine neden olduğundan bahisle açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda, sanığın olay tarihinde birinci sınıfa ayrılmış bir hakim olması nedeniyle davaya ilk derece mahkeme sıfatıyla bakan Yargıtay 4. Ceza Dairesince suç kastının oluşmadığından beraat kararı verilmiş, bu hüküm Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından sübuta yönelik olarak temyiz edilmiştir. Şu durumda, Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken sorun; sanığın görevi kötüye kullanma suçunu işleyip işlemediğine ilişkindir. Dosya içeriğinden; sanık Cumhuriyet savcısına ilişkin suçlamanın, soruşturmasını yürüttüğü İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2005/53704 soruşturma sayılı dosyasında yaptığı ve yapmayı ihmal ettiği işlemlerle ilgili olduğu görülmektedir. Söz konusu dosya incelendiğinde; 06.07.2005 tarihinde R. V. isimli kişinin İ… Otogarı’nda, 6 ayrı yerinden tabanca ile vurularak yaralandığı, olay yerinden 4 ayrı silahtan atıldığı tespit edilen toplam 27 adet kovanın ele geçirildiği, Olayın başından itibaren şüphelerin, çevresinde B. diye bilinen A. G. isimli kişi ile bu şahsın yakınları üzerinde yoğunlaştığı, nitekim 08.07.2005 tarihinde kollukta ifade veren mağdurun da bu hususu açıkça dile getirdiği, Bu aşamada, kollukta verdiği ifade sırasında olay hakkında önemli açıklamalarda bulunmuş olan mağdurun ifadesinin alınması dahil olmak üzere soruşturmaya ilişkin herhangi bir işlem yapmadığı gözlenen sanık Cumhuriyet savcısının, 14.07.2005 tarihinde fezleke ile gelen evrakı soruşturma defterine kaydetmekle yetindiği, 27.07.2005 tarihinde teslim olan A. G.’ın, kollukta yaptığı savunmada suçlamaları reddederek, aynı tarihte Cumhuriyet savcısına sevkedilmesine rağmen, sanık cumhuriyet savcısı tarafından mağdur ve sanık beyanları gerekçe gösterilmek suretiyle, savunması dahi alınmadan serbest bırakıldığı, Gelinen noktada, soruşturmaya ilişkin olarak sanık Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine kollukça şüphelinin fotoğraflarının çektirilerek 02.08.2005 tarihinde Cumhuriyet savcısına gönderilmesi dışında yüzleştirme veya başka bir işlem yapılmadığı gibi gönderilen fotoğrafların da değerlendirilmediği, Mağdur R. V.’ın 26.09.2005 tarihinde yeni bir dilekçe vererek, bu dilekçede olayı A., S., M. H., M. ve İ.’ın gerçekleştirdiklerini iddia etmesi nedeniyle, o tarihte nöbetçi olan Cumhuriyet savcısı O. A tarafından daha önce Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınmayan mağdurun beyanının tespit edildiği, 19.10.2005 tarihinde de sanık Cumhuriyet savcısının mağduru çağırıp tekrar ifadesini aldığı, 01.11.2005 tarihinde mağdurun Adalet Bakanlığı’na bir dilekçe vererek, olayı soruşturan başkomiser ve Cumhuriyet savcısından ihmallerinden dolayı şikayetçi olduğu, 15.12.2005 tarihinde, kolluğa bir yazı yazan sanık Cumhuriyet savcısının şüphelilerin ifadelerinin alınmasını ve diğer delillerin toplanmasını istediği, 04.01.2006 tarihinde, kollukça şüpheliler M. H. ve S.’ın savunmalarının alınarak Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, 05.01.2006 tarihinde şüphelilerin ev ve işyerlerinde sanık Cumhuriyet savcısının mahkemeden aldığı karara istinaden arama yapıldığı ancak olay tarihinden çok sonra yapılan bu aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı, Nitekim Adalet Bakanlığı’nca başlatılan soruşturmaya dayalı olarak 08.02.2006 tarihinde soruşturmanın sanık D.A. D’dan alınıp Cumhuriyet Başsavcı vekili E. A verildiği, Bu aşamadan sonra sanık A.’nin tutuklandığı, hakkında kasten öldürmeye teşebbüs ve yasak silah taşımak suçlarından kamu davası açıldığı, her iki suçtan da mahkumiyet kararı verildiği ve hükmün temyiz aşamasında bulunduğu, Anlaşılmaktadır. Tüm bu olaylar birlikte değerlendirildiğinde; sanığın meslek açısından önemli sayılması ve bizzat ilgilenilmesi gereken söz konusu soruşturmada gereken özeni göstermediği, tek görgü tanığı konumunda olan ve failleri gördüğünü ifade eden mağdur R. V.’ın ifadesine bile suç tarihinden 4 ay sonra başvurulduğu, şüphelinin ilk günden itibaren belli olmasına ve olaydan 20 gün sonra teslim olmasına rağmen savunması dahi alınmayarak serbest bırakılmasının Cumhuriyet savcısı açısından izah edilebilir bir yanının bulunmadığı, sonuç olarak ta soruşturulan olaya ilişkin olmak üzere 27.07.2005 ile mağdurun ifadesinin alındığı 19.10.2005 tarihleri arasında sanık Cumhuriyet savcısı tarafından hiçbir işlem yapılmadığı açıkça ortadadır. Bununla birlikte; sanık cumhuriyet savcısının, ağır cezayı gerektiren bir suçla ilgili olarak belirtilen şekilde soruşturmayı sürüncemede bırakmış olmasının hukuka uygun bir eylem olarak değerlendirilmesi olanaklı değilse de; kamu görevlilerinin her türlü hukuka aykırı davranışının görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı da söylenemez. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinde düzenlenen “Görevi kötüye kullanma” suçu; 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlenen “görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesinde düzenlenmiş olan basit rüşvet alma suçlarının karşılığını oluşturmaktadır. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinin 1. fıkrasındaki görevi kötüye kullanma suçu; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç sağlanması ile oluşur. Görüldüğü gibi 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması gerekmektedir. O halde, 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, memur sayılan kişinin kasten görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ile oluşurken; 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin kasten görevinin gereklerine aykırı davranması yanında bu davranış nedeniyle kişilerin mağduriyetinin, kamunun zararının ya da kişilere sağlanmış haksız bir kazancın bulunması gerekmektedir. Somut olayda; iş yoğunluğu, yıllık izin kullanma ve adli tatilde diğer cumhuriyet savcılarının işlerine de bakmış olma gibi nedenlerle, söz konusu soruşturmada görevinin gereklerini yerine getiremediği anlaşılan sanığın, görevi kötüye kullanma kastı ile hareket ettiğinden söz edilemez. Bu itibarla, sanığın hukuka aykırı eyleminin disiplin hukuku açısından ayrıca değerlendirilmesine bir engel bulunmamakla birlikte, manevi unsur yokluğu nedeniyle unsurları oluşmayan görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili olarak, temyiz itirazlarının reddiyle beraat hükmünün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak onanmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan 7 Genel Kurul Üyesi ise, “sanığın eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğundan bahisle”, hükmün bozulması yönünde karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 28.05.2009 gün ve 1-25 sayılı beraat hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.03.2010 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki düşünceye

 

 

Sayıştay Temyiz Kurulu Kararı

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 Sayıştay Temyiz Kurulu, Karar No: 30675, Karar Tarihi: 03.03.2009

ÖZÜ: 4734 sayılı KİK’nun 19 uncu maddesi kapsamında, idari şartnamede bulunan ekonomik açıdan en avantajlı teklifin en düşük fiyat esası ile belirleneceği hükmüne aykırı olarak isteklilerce verilen en düşük fiyat teklifi yerine daha yüksek fiyat tekliflerinin esas alınarak ihale edilmesi.

 KARAR: …443 sayılı ilamın 7. maddesi ile; Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla 132 kalem tıbbi sarf malzemesinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 19. maddesine göre açık ihale usulü ile alımında idare şartnamede bulunan ekonomik açıdan en avantajlı teklifin en düşük fiyat esası ile belirleneceği hükmüne aykırı olarak isteklilerce verilen en düşük fiyat teklifi yerine daha yüksek fiyat tekliflerinin esas alınarak ihale edildiği gerekçesi ile 46.864,98 YTL ye tazmin hükmü verilmiştir.

Dilekçi temyiz talebinde; Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla, ihaleye çıkılan132 kalem tıbbi sarf malzemesinin bazı kalemlerinin alımında, en düşük teklifi veren firmalardan değil de, ikinci ya da üçüncü en düşük teklifleri veren firmalara işin ihale edilme gerekçelerini 3 madde halinde sıralamıştır.

Birinci maddede; Söz konusu malzemenin alımı talebinde bulunan “Anesteziyoloji Ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı”nın hazırladığı birim raporunda en düşük fiyat veren firmaların bazı malzemelerinin teknik şartnameye uygun olmadığının bildirildiğini,

İkinci maddede; Bilindiği gibi “Eğer tedarik edilecek malın teknik özelliklerini belirleyecek belgelerin isteklilerden talep edilmesi söz konusu ise, bu teknik kriterler için, hangi belgeler istenecek ise bunların ihale dokümanı içinde yer verilerek, bu teknik belgeleri ibraz edememiş istekli tekliflerinin mali değerlendirmesine geçilmeden ihale dışı bırakılması” gerekmekte olduğunu, ancak söz konusu ihalenin idari şartnamesinin 21.1 inci maddesinde “bu ihalede işin tamamı için teklif verileceği gibi her kaleme ayrı ayrıda teklif verilebilir.” Denildiğini, dolayısıyla, idari şartnamenin 21.1 inci maddesinde belirtildiği gibi her kaleme ayrı ayrı teklif verildiğini, tekliflerin tamamının değil, yalnızca teknik şartnamede belirtilen koşullara uymayan kalemlerin ihale dışı bırakıldığını, Teknik Şartnameye uygun olmayan tekliflerin verilmemesi gerekirken dosyanın incelenmesi sonucu bazı firmaların buna uymadıkları ve teknik şartnameye uygun olmayan teklifler verdiklerinin anlaşıldığını, bu durumun teklif veren firmaların ihale dokümanını yeterince incelemedikleri ya da göz ardı ettikleri anlamına geldiğini, ayrıca en düşük teklif veren firmaların, vermiş oldukları tekliflerin teknik şartnameye uygun olmadığı gerekçesiyle, red edilmesi sonrası kesinleşen ihale kararının, ilgili firmalara tebliği sonrasında da herhangi bir itirazlarının olmadığını, söz konusu ihalenin, açık ihale usulü ile yapıldığını, dolayısı ile; belirli istekliler arasındaki ihale usulünde olduğu gibi, bir ön inceleme müessesesinin olmadığı gibi; ihale üzerinde bırakılacak istekli belirlenirken yalnızca en avantajlı teklif verme esasına değil, hem teknik özelliklere uygunluk ve yeterlilik yönünden denetim yapılması hem de teknik özellikler göz önüne alınarak en avantajlı fiyat teklifi yönünden değerlendirme yapılmasının esas olduğunu,

Üçüncü maddede; İhale kararında görüleceği gibi, en düşük fiyat veren firmaların bazı malzemelerinin, teknik ve idari şartnameye uygun olmamasından dolayı satın alınmalarının, komisyonlarınca uygun görülmediğini,

Sonuç olarak; Satın Alma Komisyonunun, mal alımını, mal alım talebinde bulunan birim raporunu ve idari şartnameyi dikkate alarak gerçekleştirdiğini, Döner Sermaye İşletme Müdürünün konuyu açıklaması sonrasında olur onayını verdiğini,

Savcılık karşılamasına karşı gönderdiği dilekçede özetle; Bilindiği üzere, Sayıştay Başkanlığı tarafından yapılan denetimlerin ve neticesinde verilen yatırım kararlarının 832 sayılı Sayıştay Kanunu ve 2018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyarınca verilmesi gerekmekte olduğunu, 5018 Sayılı Kanunu’nun 71. madde hükümleri çerçevesinde, kabul anlamına gelmemek üzere; şahsına atfedilen fiillerin var olduğu kabul edilecek dahi olsa, bu madde de belirtilen kamu zararı kapsamında bir fiilin ve/veya bir sonucun ortaya çıkmadığının açık olduğunu bu nedenle Savcılık Makamı tarafından verilen mütalaaya katılmanın mümkün olmadığını belirterek, verilen tazmin hükmünün kaldırılmasını talep etmiştir.

4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 12’nci maddesi ile Mal Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 17’nci maddesinde; Malın teknik ayrıntılarına ve şartlarına, ihale dokümanının bir parçası olan teknik şartnamelerde yer verileceği belirtilerek teknik kriterlerin, verimliliği, fonksiyonelliği sağlamaya yönelik olması, rekabeti engelleyici hususlar içermemesi ve bütün için fırsat eşitliği sağlaması gerektiği, hükme bağlanmıştır.

Diğer taraftan Mal Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 55’inci maddesinde; İdarece yapılacak mal alımı ihalelerinde, ekonomik açıdan en avantajlı teklifin belirlenmesinde en düşük fiyatın uygulanmasının esas olduğu, bu hususun uygulanmasının mümkün olmadığı durumlarda ise, işletme ve bakım maliyeti, maliyet etkinliği, verimlilik, kalite ve teknik değer gibi fiyat dışı unsurlar dikkate alınarak ekonomik açıdan en avantajlı teklifin idarece değerlendirileceği belirtilmiştir.

Sözleşme eki İdare Şartnamenin; 21. maddesinde, bu ihalede işin tamamı için teklif verilebileceği, 32.2.1 maddesinde ise, bu aşamada isteklilerin ihale konusu işi yapabilme kapasiteleri belirleyen yeterlik kriterlerine ve tekliflerin ihale dokümanında belirtilen şartlara ygun olup olmadığının incelendiği, uygun olmadığı belirlenen isteklilerin tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılacağı, Ekonomik Açıdan En Avantajlı Teklifin Belirlenmesi başlıklı 36. maddesinde de; 36.1. İhale, ekonomik açıdan en avantajlı teklifi veren isteklinin üzerinde bırakılacağı, 36.2. Ekonomik açıdan en avantajlı teklif en düşük fiyat esasına göre belirleneceği hüküm altına alınmıştır.

İhale dosyası ve ödeme belgelerinin incelenmesinde, 11.04.2005 tarih ve 2005/141 sayılı İhale Komisyon Kararında isteklilerden kalem bazında en düşük teklifi verenlerin teklif ettiği sarf malzemelerinin ihale dokümanı arasında yer alan teknik şartnameye uygun olmadıkları belirtilerek ikinci veya üçüncü en düşük teklifleri verenlere işin ihale edildiği anlaşılmıştır.

Sözleşme eki İdare Şartnamenin 32.2.1. maddesinde; Tekliflerin ihale dokümanında belirtilen şartlara uygun olup olmadığının inceleneceği, uygun olmadığı belirlenen isteklilerin tekliflerinin değerlendirme dışı bırakılacağı hükme bağlandığından yapılan uygulamada ve ödemede mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.

Bu itibarla, dilekçi iddialarının kabulü ile 443 sayılı ilamın 7. maddesiyle 46.864,98 YTL ye ilişkin olarak verilen tazmin hükmünün KALDIRILMASINA, karar verildi.

 

Sayıştay Temyiz Kurulu Kararı

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Sayıştay Temyiz Kurulu, Karar No:32731, Karar Tarihi: 18.01.2011

ÖZÜ: Belediyelerin ilgili Kanunlarında öngörülmediği halde, meclis kararı ile cari hesap şeklinde kısa vadeli borçlanmalarının mümkün olmadığı hk.

             KARAR: …892 sayılı ilamın 30’uncu maddesinde,Belediyenin ……… Özel Finans Kurumu ile 2004 yılında …………. YTL limitli Genel Kredi Sözleşmesi imzaladığı, 06.10.2005 tarihinde kredi limitinin ……….. YTL’ ye çıkarıldığı, 2006 yılında toplam …………. YTL tutarındaki kredi nedeniyle kar payı/faiz ve diğer masraflar olarak ………. YTL ödenmesi nedeniyle tazmin hükmolunmuştur.

Dilekçi dilekçesinde, Genel Kredi Sözleşmesinin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 1580 sayılı Belediye Kanununun “ Meclisin müzakere edeceği ve karar vereceği işler” başlıklı 70. maddesinin 5. bendinde “ikrazlar istikrazlar” denilerek meclisin borç alıp verme işlerini müzakere edip karara bağlamakla görevli olduğunun belirtildiğini, , Aynı Kanunun 19/6 maddesinin belediyeleri belediye hizmetlerinin ifası zımnında şahsi hükmü sıfatıyla borç alıp vermeye yetkili kıldığını, Anılan Kanunun yukarıdaki maddelerinde, yapılacak borçlanmanın konusu, miktarı ve geri ödeme yöntemleri hakkında herhangi bir kısıtlayıcı hükme yer verilmediğini, Kredi Limit Artırım Sözleşmesinin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 5393 sayılı Belediye Kanununun “borçlanma” başlıklı 68. maddesinde; “Belediye, görev ve hizmetlerinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre borçlanma yapılabilir ve tahvil ihraç edebilir: d)Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, faiz dahil iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla arttırılan miktarını aşamaz…” hükmü yer aldığını, Aynı kanunun 15.maddesinde belediyelerin yetkileri arasında “Borç almak, bağış kabul etmek” de sayıldığını, 18.madde ile Borçlanmaya karar vermenin meclis yetkisine verildiğini, bu çerçevede konunun Belediye Meclisinde görüşülüp 11.02.2005 tarih ve 446 sayılı meclis kararıyla banka ve özel finans kurumlarından kullanılacak krediler ile ilgili sözleşme imzalama ve ödeme şartları konusunda gerekli yetki alındığını, tüm bu düzenlemelerde belediyelerin borçlanma şekline ilişkin bir açıklamaya yer verilmediğini, belediyelerin açık hesap şeklinde kısa vadeli borçlanma yapamayacakları şeklinde kısıtlayıcı bir hüküm bulunmadığını, öte yandan Belediyenin borç toplamı gelirlerinin %10 unu da aşmadığını, denetçinin belediyelerin ancak bir proje karşılığı uzun vadeli borçlanabileceklerini belirttiğini, Belediyenin dış borçlanma veya bir tahvil ihracında bulunmadığını, söz konusu borçlanmanın tamamen yatırım hizmetlerinin hızlandırılması amacı ile kullanıldığını;………… Belediyesi Halk Sarayı,………… geneli asfalt ve bordür yapımı, muhtelif parkların yapılması, mahalle konaklarının yapımı Belediye ve vatandaşların işbirliğiyle yapılan okulların tamamlanması gibi yatırım işlerini aksatmamak ve bir an önce hizmete sunmak amacıyla kredi kullanıldığını, Belediyenin hesap iş ve işlemlerinde 2005 yılında Taahhütler Hesabı ve Taahhütlerden Alacaklar Hesabı çalıştırılmadığından Müdürlüğe intikal eden müteahhit, cari ve kamulaştırmadan ötürü tahakkuk etmiş alacak miktarının kayıtlarda görülmediğini, Müdürlüğe intikal eden tahakkukların geliş tarihlerine göre bir sıralama yapılarak ödeme yapıldığı tarihte kayıt işlemleri yapıldığını, 2005 yılı kayıtlarına bakıldığında yukarıda belirtildiği üzere taahhüt hesaplarında kayıt dışı kalmış alacakların işleme konulmadığından ötürü banka mevcutlarında artı bakiye görüldüğünü, oysa ki, süregelen yıllardan bu yana ödemelerin Müdürlüğe intikal ettiği tarihten itibaren ancak ortalama dört-beş ay sonra hak sahiplerine ödeme yapılabileceğini, tüm bu nedenlerle Belediyenin daha çok zamanla sınırlı ihtiyaç duyduğu bazı projelerin finansmanında bir sıkıntı ile karşılaşmamak için bir kredi sözleşmesi imzaladığını, Ancak borçlanma öncesi ……….. Bank ve …………… Bank nezdinde faiz oranlarıyla ilgili araştırma yapılarak daha avantajlı teklif sunan finans kurumunun tercih edildiğini, kısacası Belediyenin, görev ve hizmetlerinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla borçlanma yoluna gittiğini, bir kamu zararından bahsedebilmek için Belediyenin borçlanmaması durumunda katlanmak zorunda kalacağı maddi ve manevi maliyetin öncelikle hesaplanabilmesi buna göre bir durum tespiti yapıldıktan sonra karar verilmesi gerektiğini, yapılan ödemeler mevzuata uygun olduğundan dairesinin kararının temyizen incelenerek bozulmasına karar verilmesini talep etmektedir.

Açık hesap şeklinde kullanılması öngörülen Genel Kredi Sözleşmesinin imzalandığı 2004 yılında yürürlükte bulunan 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun70’inci maddesinde ikraz ve istikrazlara Belediye Meclisince karar verileceği belirtilmektedir.

5393 sayılı Belediye Kanununun 68 inci maddesinde, “Belediye görev ve hizmetinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre borçlanma yapabilir ve tahvil ihraç edebilir.

a) Dış borçlanma, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde sadece belediyenin yatırım programında yer alan projelerinin finansmanı amacıyla yapılabilir.

b) İller Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredi kullanan belediye, ödeme planını bu bankaya sunmak zorundadır. İller Bankası hazırlanan geri ödeme planını yeterli görmediği belediyenin kredi isteklerini reddeder.

c) Tahvil ihracı, yatırım programında yer alan projelerin finansmanı için ilgili mevzuat hükümleri uyarınca yapılır.

d) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, faiz dahil iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarını aşamaz. Bu miktar Büyükşehir belediyeleri için bir buçuk kat olarak uygulanır.

e) Belediye ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları şirketler en son kesinleşmiş bütçe gelirlerinin, 213 sayılı Vergi Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla arttırılan miktarının yılı içinde toplam yüzde onunu geçmeyen iç borçlanmayı belediye meclisinin kararı; yüzde onunu geçen iç borçlanma için ise meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı ile yapabilir.

f) Belediyelerin ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt yapı yatırımlarında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmalar (d) bendindeki miktarın hesaplanmasında dikkate alınmaz. Dış kaynak gerektiren projelerde Hazine Müsteşarlığının görüşü alınır.

Yukarıda belirtilen usul ve esaslara aykırı olarak borçlanan belediye yetkilileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun görevi kötüye kullanmaya ilişkin hükümleri uygulanır.

“Belediye, varlık ve yükümlülüklerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı mali tablolarını üçer aylık dönemler halinde İçişleri Bakanlığına, Maliye Bakanlığına, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına ve Hazine Müsteşarlığına gönderir.” denilmektedir.

 Yukarıda anılan hükme göre belediyeler;

– 4749 sayılı Kanun kapsamında yatırım programlarında yer alan projelerin finansmanı amacıyla dış borçlanma, -İller Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredi kullanma şeklinde borçlanma,

– Yatırım programlarında yer alan projelerin finansmanı için ilgili mevzuat hükümleri uyarınca tahvil ihracı yolu ile borçlanma yapabilmektedir.

 Anılan kanun maddesinde belirtilen borçlanmalar dışında borçlanma mümkün değildir ve belediyenin cari hesap şeklinde kısa vadeli borçlanmasına izin veren bir düzenleme bulunmamaktadır.

Dilekçi 11.02.2005 tarih ve 446 sayılı meclis kararıyla banka ve özel finans kurumlarından kullanılacak krediler ile ilgili sözleşme imzalama ve ödeme şartları konusunda gerekli yetki alındığını belirtmekte ise de, genel bir yetki devri ile gerek 1580 sayılı kanun, gerek 5393 sayılı kanunun 68’inci maddesinde yer almayan bir usulle borçlanılması mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, dilekçi iddialarının reddi ile 766 sayılı ilamın 30’uncu maddesiyle toplam ……….. YTL.’na dair tazmin hükmünün TASDİKİNE,”

 

5018 SAYILI KANUN ÇERÇEVESİNDE SORUMLU TUTULACAK GÖREVLİ VE YETKİLİLERİN BELİRLENMESİ HAKKINDA SAYIŞTAY GENEL KURUL KARARI

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

5018 SAYILI KANUN ÇERÇEVESİNDE SORUMLU TUTULACAK GÖREVLİ VE YETKİLİLERİN BELİRLENMESİ HAKKINDA SAYIŞTAY GENEL KURUL KARARI

Karar Tarihi : 14.6.2007,Karar No : 5189/1

KONU

Sayıştay’ca yapılan incelemeler sonucunda kamu zararı tespit edildiğinde ve kamu kaynağının verimli, etkin ve ekonomik kullanılmadığı saptandığında, 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çerçevesinde sorumlu tutulacak görevli ve yetkililerin belirlenmesi hususundaki tereddüt.

İNCELEME

Konu ile ilgili mevzuat, denetçi müzekkeresi ve bu husustaki Daire kararı incelendikten sonra, gereği görüşüldü :

I- HESAP VERME

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 8’inci maddesi hükmü uyarınca, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların yetkili kılınmış mercilere hesap vermeleri zorunludur.Yine aynı Kanunun 68’inci maddesinde dış denetimin, kamu idaresi hesapları ve bunlara ilişkin belgeler esas alınarak, malî tabloların güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin malî denetimi ile kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin malî işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti ve kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımından değerlendirilmesi suretiyle gerçekleştirileceği ifade edilmiştir.

 1- Yönetim Dönemi Hesabının Verilmesi

Uygunluk denetiminin ve hesap yargısının temelini muhasebe birimi hesapları oluşturmaktadır.5018 sayılı Kanunda muhasebe yetkililerinin Sayıştay’a karşı hesap verme sorumluluklarını düzenleyen açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, Kanunun 61.maddesinde defter, kayıt ve belgelerin usulüne uygun olarak tutulmasından,muhafaza edilmesinden ve denetim için hazır bulundurulmasından muhasebe yetkililerinin sorumlu oldukları, 8’inci maddesinde de her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların, kaynakların muhasebeleştirilmesinden ve raporlanmasından sorumlu oldukları ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları belirtilmiştir.Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 36’ncı maddesinin ikinci fıkrasında da “Yönetim dönemi hesabı,görev başındaki muhasebe yetkilisi tarafından,mevzuatında belirtilen süre içerisinde yetkili mercilere verilir” şeklinde düzenlenmiştir.Anılan Kanun ve Yönetmelikteki bu hükümler karşısında, muhasebe yetkililerini Sayıştay’a hesap verme konusunda birinci derece sorumlu kabul etmek gerekmektedir.

2- Kamu İdaresi Hesabının Verilmesi

Kamu idaresi hesabı, kuruluşun konsolide hesabıdır. Kamu idare hesabı mali denetim ve performans denetiminin konusunu oluşturmaktadır.5018 sayılı Kanunun 61.maddesinin ikinci fıkrasında, muhasebe yetkililerinin gerekli bilgi ve raporları düzenli olarak kamu idarelerine vermeleri öngörülmüştür. Aynı Kanunun 60.maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (g) bentlerinde ise, bütçe kayıtlarını tutmak, bütçe uygulama sonuçlarına ilişkin verileri toplamak, değerlendirmek ve bütçe kesin hesabı ile mali istatistikleri hazırlamak, idarelerin faaliyet raporunu hazırlamak mali hizmetler biriminin görevi olarak gösterilmiştir.Aynı Kanunun 76’ncı maddesinde de, kamu idareleri ve görevlilerinin, muhasebeleştirme ve raporlama işlemlerine ilişkin bilgi ve belgeleri denetimle görevlendirilmiş olanlara ibraz etmek, görevin sağlıklı yapılmasını sağlayacak önlemleri almak ve her türlü yardım ve kolaylığı göstermek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.

II- SORUMLULUK

5018 sayılı Kanunda, yönetim dönemi hesabı ve buna bağlı olarak genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesapları ile bu hesaplara ilişkin işlemlerinin doğruluğu ve kanunlara uygunluğu yanında, kamu idaresi hesabıyla kuruluşun tüm mali ve idari performansı da esas alınmış,hesap verme sorumluluğu bu bağlamda düzenlenmiştir.5018 sayılı Kanunla,1927 yılında çıkarılıp uzun süre yürürlüğünü sürdürmüş bulunan 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunuyla oluşturulan kamu mali yönetim sistemimiz neredeyse tümüyle değiştirilerek daha etkin, daha çağdaş,uluslararası ölçütlere daha uygun bir kamu mali yönetim ve kontrol sistemi oluşturulması amaçlanmıştır. Bu Kanunla bütçe kapsamının genişletilmesi suretiyle bütçe hakkının en iyi şekilde kullanılması, bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde etkinliğin artırılması, mali yönetimde saydamlığın sağlanması, iyi bir hesap verme mekanizmasının kurulması ve bu açıdan harcama sürecinde yetki ve sorumluluk dengesinin tesisi amaçlanmıştır.Yetki ve sorumluluk dengesi kurulurken yetkiler yanında Kanunun pek çok maddesinde sorumluluklardan söz edilmektedir. Gerçekten 5018 sayılı Kanunun 8’inci maddesinde hesap verme sorumluluğundan, 31.maddesinde harcama yetkisinden doğan sorumluluktan, 32. maddesinde harcama yetkililerinin sorumluluğundan,33.maddesinde gerçekleştirme görevlilerinin sorumluluğundan,38.maddesinde gelirlerin toplanma sorumluluğundan, 44.maddesinde mal yönetim sorumluluklarından, 48.maddesinde mal yönetiminde etkililik ve sorumluluktan, 58.maddesinde ön mali kontrol görevinin yönetim sorumluluğu çerçevesinde yürütülmesinden, 61’inci maddesinde muhasebe yetkililerinin sorumluğundan, 76.maddesinde kamu idarelerinin sorumluluğundan bahsedilmektedir.5018 sayılı Kanunla kamu mali yönetim ve kontrol sistemi oluşturulurken iç denetim ile dış denetim birlikte düzenlenmiştir. Kanunun “Dış denetim” başlıklı 68.maddesinin ilk fıkrasında, Sayıştay tarafından yapılacak harcama sonrası dış denetimin amacının, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde yönetimin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenerek sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine raporlanması olduğu belirtilmiş, izleyen fıkralarda dış denetimin mali denetim, hukuka uygunluk denetimi ve performans denetimi suretiyle gerçekleştirileceği ifade edilmiş, dördüncü fıkrasında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak dış denetim genel değerlendirme raporunun nasıl hazırlanacağı düzenlenmiş ve beşinci fıkrasında da Sayıştay tarafından hesapların hükme bağlanması, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesapları ile bu hesaplarla ilgili işlemlerin yasal düzenlemelere uygun olup almadığına karar verilmesi şeklinde tanımlandıktan sonra, son fıkrasında dış denetim ve hesapların hükme bağlanmasına ilişkin diğer hususların ilgili kanunda düzenlenmesi öngörülmüştür.Söz konusu maddede hesap verme sorumluluğu çerçevesinde yapılacak işlerin dış denetiminin hangi tür denetimlerle gerçekleştirileceği, dış denetim genel değerlendirme raporunun Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması ve hesapların hükme bağlanmasına kadar Sayıştay’a mevdu pek çok görev ve yetki düzenlenmiş bulunmaktadır. Ancak tereddüt konusu olan husus, mali sorumluluğa ilişkin sorumluluk halleri ve sorumlu tutulacak yetkili ve görevlilerin belirlenmesi olduğundan, maddenin sorumlulukla ilgili son iki fıkrasından hareketle soruna çözüm aranmıştır.Bahse konu Kanunun, 68’inci maddede, kamu idarelerinin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenerek performans ve mali denetime ilişkin sonuçlarının raporlanması öngörülmüş ise de, “kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin mali işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti” de öngörülmek suretiyle hukuka uygunluk denetiminin, dış denetimin gerçekleştirilme yollarından biri olduğu belirtilmiştir. Hatta bununla da yetinilmeyerek maddenin beşinci fıkrasında Sayıştay’ca hesapların hükme bağlanmasının, kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesaplarıyla bu hesaplarla ilgili işlemlerin yasal düzenlemelere uygun olup olmadığına karar verilmesi anlamına geldiği ifade edilmiştir. Son fıkrasında da dış denetim ve hesapların hükme bağlanmasına ilişkin diğer hususların ilgili kanunda düzenlenmesi öngörülmüştür.Anılan maddede, hesapların hükme bağlanmasından söz edilmekle Sayıştay yargısal fonksiyonuna işaret edilmiş olmaktadır.Maddenin ikinci fıkrasında bahsedilen hukuka uygunluk denetimiyle kamu idarelerinin gelir, gider ve mal hesapları ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığı tespit edilecek, bu tespitler Sayıştay yargısına intikal ettirilerek hesap ve işlemlerin yasal düzenlemelere uygun olup olmadığına ilişkin olarak karar verilecektir. Başka bir deyişle, sorumluların hesap ve işlemleri hükme bağlanmış olacaktır.Sayıştay’ın, hesap ve işlemlerin hukuka uygunluğunun tespiti ile sorumluların sorumluluklarını ve sorumluluk derecelerini kapsayan yargılama faaliyeti, Anayasanın 160.maddesindeki “kesin hükme bağlama” deyiminde ifadesini bulmuştur. 5018 sayılı Kanunun 68.maddesinin hesapların Sayıştay’ca hükme bağlanmasına ilişkin beşinci fıkrasını, Anayasanın “Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak..” şeklindeki 160’ıncı maddesi hükmü karşısında başka türlü değerlendirme imkânı yoktur. Esasen Anayasanın, “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” şeklindeki 11’inci maddesi hükmü karşısında başka şekilde düşünmek de mümkün değildir.Belirtilen 68. maddenin beşinci fıkrasında Sayıştay’ca hesapların hükme bağlanması tanımlandıktan sonra daha fazla ayrıntıya girilmeden, son fıkrada dış denetim ve hesapların hükme bağlanmasına ilişkin diğer hususlar ilgili kanuna bırakılmıştır. Bu düzenleme tarzı, Anayasanın 160.maddesinde izlenen yönteme de uygundur. Zira Anayasanın bu maddesinde “. sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak .” ve “Sayıştay’ın kesin hükümleri hakkında ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren on beş gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler.” denilmiş, madde gerekçesinde de açıklandığı üzere “sorumlular” ve “ilgililer” in belirlenmesi ise kanuna bırakılmıştır.68.maddede sözü edilen ilgili kanun, 832 sayılı Sayıştay Kanunudur. 832 sayılı Kanunun 45.maddesinin “Sorumlularca; gelir, gider, mal ve kıymetlerden mevzuata uygun olarak tahakkuk ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı, verilmediği, saklanmadığı veya idare edilmediği Sayıştay’ca kesin hükme bağlananları, sorumlular keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden başlayarak üç ay içinde Hazineye ödemekle zorunludurlar.” şeklindeki ilk fıkrasıyla sorumluluk halleri belirlenmiş, ancak Sayıştay Kanununda “sorumlular”ın kimler olduğu belirtilmemiştir.832 sayılı Kanunun anılan 45.maddesi hükmüne göre sorumluluk için yegâne şart, mevzuata aykırılıktır. 832 sayılı Kanun, Anayasadaki ifadeye uygun olarak sorumlular demekle yetinmiş, bunların kimler olduğunu sayma yoluna gitmemiş, eski deyişle meskut geçmiş, sorumluların tayinini başka kanunlara bırakmıştır.

 III – SORUMLULAR

5018 sayılı Kanunda dört grup sorumlu belirlenmiştir.

1- Bakanlar

5018 sayılı Kanunun 10’uncu maddesinde, “Bakanlar hükümet politikasının uygulanması ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların stratejik planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan sorumludur” denilmek suretiyle bakanların sorumluluk esasları belirlenmiştir.Ancak Sayıştay yargılaması sırasında bakanın sorumluluğu ile ilgili bir hususa rastlanması durumunda bu hususun ilgili mercilere bildirilmesi mümkün bulunmaktadır.

2- Üst Yöneticiler

5018 sayılı Kanunun 11’inci maddesinde; “Bakanlıklarda müsteşar, diğer kamu idarelerinde en üst yönetici, il özel idarelerinde vali ve belediyelerde belediye başkanı üst yöneticidir. Ancak, Millî Savunma Bakanlığında üst yönetici Bakandır.Üst yöneticiler, idarelerinin stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık programlara, kurumun stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet gereklerine uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, sorumlulukları altındaki kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde elde edilmesi ve kullanımını sağlamaktan, kayıp ve kötüye kullanımının önlenmesinden, malî yönetim ve kontrol sisteminin işleyişinin gözetilmesi, izlenmesi ve bu Kanunda belirtilen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden Bakana; mahallî idarelerde ise meclislerine karşı sorumludurlar.Üst yöneticiler, bu sorumluluğun gereklerini harcama yetkilileri, malî hizmetler birimi ve iç denetçiler aracılığıyla yerine getirirler.” denilmek suretiyle üst yöneticilerin sorumlulukları düzenlenmiştir.Üst yöneticiler işlerin gidişatından harcama yetkililerinin ve diğer görevlilerin bilgilendirmeleri ve raporları ile bilgi sahibi olmaktadırlar. Bununla birlikte Üst yöneticilerin özel Kanunlardan doğan Sayıştay’a karşı mali sorumlulukları olabileceği gibi, münferit bir olayda sorumluluklarına hükmedilmeleri de gerekebilir. Bu husus, meselenin Sayıştay yargısında görüşülmesi sırasında hükme bağlanacak bir konudur.Dolayısıyla bu aşamada bir genelleme yaparak üst yöneticilerin, işlemlerin hukuka uygun olarak yürütülmesinden sorumlu olacakları ya da olmayacakları yönünde bir görüş belirtilmesi uygun bulunmamaktadır.

3- Harcama Yetkilileri

5018 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinin (k) bendinde, kamu idaresi bütçesinde ödenek tahsis edilen ve harcama yetkisi bulunan birim harcama birimi olarak tanımlanmıştır.Kanunun 31’inci maddesinde bütçeyle ödenek tahsis edilen her bir harcama biriminin en üst yöneticisinin harcama yetkilisi olduğu ifade edilmiş,32’nci maddesinde ise; bütçeden harcama yapılabilmesi harcama yetkilisinin, harcama talimatı vermesine bağlanmış, harcama talimatlarında da hizmet gerekçesi,yapılacak işin konusu ve tutarı,süresi,kullanılabilir ödeneği,gerçekleştirme usulü ile gerçekleştirmeyle görevli olanlara ilişkin bilgilerin yer alacağı,harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun,tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken işlemlerden harcama yetkililerinin sorumlu oldukları belirtilmiştir.5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesinde de, giderin gerçekleştirilmesinin,harcama yetkililerince belirlenen görevli tarafından düzenlenen ödeme emri belgesinin harcama yetkilisince imzalanması ve tutarın hak sahibine ödenmesi ile tamamlanacağı hüküm altına alınmıştır.Mevzuatın yukarıda belirtilen hükümlerine göre, bütçeden yapılacak harcamalarda süreç, harcama talimatı ile başlamakta ve ödeme emri belgesi uyarınca hak sahibine ödeme yapılması ile son bulmaktadır.5018 sayılı Kanunda, giderin yapılmasından ödeme aşamasına kadar tüm işlemlerin harcama yetkilisinin gözetim ve denetimi altında, onun emir ve talimatı ile yürütülmesi öngörüldüğünden, sorumluluk konusunda da harcama yetkilisi ön plana çıkmaktadır.Kanunda harcama yetkilisinin, bütçeyle ödenek tahsis edilen her harcama biriminin en üst yöneticisi olarak tanımlanması, idari açıdan üst yöneticilere; hukuka uygunluk açısından da yetkili kılınmış mercilere hesap vermekle sorumlu olduğunu göstermektedir. Bu anlamda harcama yetkililerinin Sayıştay’a hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır.

a) Harcama Yetkililerinin Genel Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunda harcama yetkilisi ifadesiyle bir program sorumlusuna ve statü hukukunda tanımlanan daire/birim amirine işaret edilmektedir.Bu konumda olan yöneticilerin, 657 sayılı Kanunun 10’uncu maddesinde belirtildiği gibi, amiri oldukları kuruluş ve hizmet biriminde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurları takip ve kontrol etmekten görevli ve sorumlu tutulacakları da tabiidir.Bu hükümler karşısında, bütçeden yapılacak harcamalar konusunda 5018 sayılı Kanunda öngörülen harcama sürecinde tek ve tam yetkili olan, giderin yapılmasına karar vermekten ödeme aşamasına kadar tüm işlemleri emir ve talimatı çerçevesinde yürüten ve maiyetindekileri ve onların eylem ve işlemlerini gözetmek ve denetlemekle yükümlü olan harcama yetkilisinin, Sayıştay’a karşı hesap verme konusunda tam ve doğrudan sorumlu olduğu anlaşılmaktadır.Bu nedenle, harcama yetkililerinin, harcama talimatlarının ve buna konu olan harcamaların bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygunluğundan sorumlu olduklarına oybirliğiyle,

 b) Kurul, Komite veya Komisyon Üyelerinin Harcama Yetkisinden Doğan Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kanunların verdiği yetkiye istinaden yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komite kararıyla yapılan harcamalarda, harcama yetkisinden doğan sorumluluk kurul, komite veya komisyona ait olur” denilmektedir.Kurul halinde görev yapan karar organlarının genellikle icra yetkileri bulunmamaktadır. Ancak Savunma Sanayi Müsteşarlığında olduğu gibi bazı kuruluşların karar organlarının icra yetkisi bulunmaktadır. Bu nedenle Kanunun 31’inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komite kararıyla yapılan harcamalarda, harcama yetkisinden doğan sorumluluk belirlenirken; kararın, harcama talimatının unsurlarını taşıyıp taşımadığının ve kurul, komisyon veya komitenin harcama sürecinde rol alıp almadığının belirlenmesi gerekmektedir.Bu durumda;

– Kanunların verdiği yetkiye istinaden yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor ve kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer alıyorsa, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul, komite veya komisyona ait olacağına,

– Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor, ancak kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer almıyorsa, yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komitenin sadece harcama talimatının kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olmasından sorumlu olacağına,

– Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı bir giderin yapılması için harcama yetkilisine izin verme şeklinde düzenlenmiş ise, bu halde kurul, komisyon veya komitenin harcamaya izin veren kararın kanun, tüzük ve yönetmeliğe uygun olmasıyla sınırlı olarak sorumlu olacağına,

Çoğunlukla,

c) Harcama Yetkisinin Devri Halinde Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin birinci fıkrasında, harcama yetkilisi, “Bütçeyle ödenek tahsis edilen her bir harcama biriminin en üst yöneticisidir” şeklinde tanımlanmış, dördüncü fıkrasında, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde merkez ve merkez dışı birimler ve görev unvanları itibarıyla harcama yetkililerinin belirlenmesine, harcama yetkisinin bir üst yönetim kademesinde birleştirilmesine ve devredilmesine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığınca belirleneceği öngörüldükten sonra, harcama yetkisinin devredilmesinin, yetkiyi devredenin “idari sorumluluğunu” ortadan kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin dördüncü fıkrası hükmünden, doktrinde imza yetkisi olarak adlandırılan yönetsel uygulama kapsamında bir devir anlamı çıkartılamayacağı gibi, yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu kaldırmayacağına dair hükümde geçen idari sorumluluğun, mali sorumluluğu da içerdiği varsayımıyla yetkiyi devredenle devralanın Sayıştay’a karşı birlikte sorumlu tutulmaları, başka bir deyişle harcama yetkilerini devretmeleri halinde dahi, harcama yetkililerinin mali sorumluluklarının devam ettiği sonucu da çıkartılamaz.Zira yetki devri ve imza yetkisi tanınması ayrı ayrı kavramlardır. Yetki devrinde, yetkisini devreden, yetki devri kaldırılıncaya kadar devrettiği yetkisini kullanamaz, yapılan işlem kendisine yetki devredilenin işlemidir. Karar alma yetkisi, devreden makamdan çıkıp devredilen makama geçmektedir. Bir makam veya görevlinin ödevlerinden bir kısmını bilgisi dahilinde ve karar alma yetkisi kendisinde kalmak üzere başkasına yaptırarak yükünü hafifletmesi anlamındaki imza yetkisi tanınması, yetki devri değildir. Bunun içindir ki, imza yetkisi tanınmasında, yetki tanıyanın sorumluluğu devam eder. Ancak, 31’inci maddenin dördüncü fıkrasında, kanundan kaynaklanan ve idari karar ve onayla yapılan yetki devri ayırımı yapılmadan sadece yetki devrinden bahsedilmektedir.   Kanunda imza yetkisinin tanınmasından değil, açıkça harcama yetkisinin devrinden söz edilmektedir. Bu yetki devrinin, imza yetkisi olarak değerlendirilmesine olanak verecek en ufak bir ipucu dahi yoktur. Nitekim Maliye Bakanlığınca bu fıkraya dayanılarak çıkarılan 1 seri numaralı Harcama Yetkilileri Hakkında Genel Tebliğde de mesele bu şekilde değerlendirilerek harcama yetkisinin devrinden söz edilmiştir. Bunun gibi 5.5.2005 tarihli ve 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun 25’inci maddesinde, harcama yetkisinin, 5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinde belirtilen usûl ve esaslar çerçevesinde vergi dairesi başkanlığınca kısmen veya tamamen grup müdürlüklerine veya vergi dairesi müdürlüklerine devredilebileceği hüküm altına alınmıştır.Literatürde de yetki devri halinde, yapılan işlemin yetki devredilenin işlemi olduğu ve dolayısıyla bu işlemden doğan sorumluluğun yetki devredilen makama geçtiği genel kabul gören bir husustur.3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 38’inci maddesinde yetki devrinin, yetki devreden amirin sorumluluğunu kaldırmayacağı belirtilmekte ise de, 5018 sayılı Kanun, 3046 sayılı Kanuna göre özel kanun niteliğindedir. Ayrıca, 3046 sayılı Kanunun “Sorumluluk ve Yetkiler” başlıklı üçüncü kısmında yer alan anılan 38’inci maddede geçen sorumluluk, aynı Kanunun “Yöneticilerin sorumlulukları” başlıklı 34’üncü maddesinde, yöneticilerin, yapmakla yükümlü oldukları görevleri, bakanlık emir ve direktifleri yönünde mevzuata, plan ve programlara uygun olarak düzenlenmesi ve yürütülmesinden bir üst kademeye karşı sorumlu olduklarına ilişkin hiyerarşik veya idari sorumluluk olup, 5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin, harcama yetkisinin devredilmesinin, devredenin idari sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağına ilişkin dördüncü fıkrasıyla aynı paraleldedir.Anılan 31’inci maddenin harcama yetkisinin devri halinde idarî sorumluluğun sürmesini öngören hükmü, işin tabiatına da uygundur. Zira, 5018 sayılı Kanunun üst yöneticilerin hesap verme sorumluluğuna ilişkin 11’inci maddesinin son fıkrasında, üst yöneticilerin, bu sorumluluğun gereklerini harcama yetkilileri, mali hizmetler birimi ve iç denetçiler aracılığıyla yerine getireceklerinin belirtilmiş olması karşısında, harcama yetkililerinin idari sorumluluklarının sürmesi, işin gereğinden kaynaklanmaktadır.Harcama yetkisini devreden harcama yetkilisinin mali sorumluluğunun bulunmaması, 5018 sayılı Kanunla öngörülen mali sorumluluk sisteminin de doğal bir sonucudur. 5018 sayılı Kanundan önceki mevzuatımızda mali sorumluluk için yegâne şart, mevzuata aykırılık olup, buna ilaveten zarar, kusur gibi başkaca bir şart öngörülmemiştir. Sorumlulukta sadece mevzuata aykırılığın yeterli sayıldığı bu sistem, 5018 sayılı Kanunla değiştirilmiş bulunmaktadır. Gerçekten, bu Kanunun 71’inci maddesinde, “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır” şeklinde tanımlanarak kamu zararının belirlenmesinde esas alınacak unsurlar a-g işaretli bentlerde sayılmıştır. Gerek bu madde gerek diğer maddeler nazara alındığında 5018 sayılı Kanuna göre mali sorumluluğun şartları şöylece sıralanabilir:

– Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem, eylem bulunmalıdır.

-Ortada bir kamu zararı olmalıdır.

-Mevzuata aykırı karar, işlem ve eylemle zarar arasında bir illiyet olmalıdır.

Bu yeni sorumluluk sisteminde objektif kusursuz sorumluluk anlayışından vazgeçilmiş bulunulmaktadır.Harcama yetkilisinin, harcama yetkisini devretmesi halinde harcama yetkisi, devralana geçtiğinden harcama yetkisine ilişkin karar, işlem ve eylemler devir alan tarafından gerçekleştirilmekte, yetkisini devreden harcama yetkilisinin mevzuata aykırı karar alması, işlem yapması veya eylemde bulunması söz konusu olmamaktadır.Yetkisini devretmek suretiyle harcama sürecinin dışında kalan harcama yetkilisinin kasıt, kusur veya ihmalinden de söz edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemi bulunmayan kasıt, kusur veya ihmali söz konusu olmayan ve bu haliyle herhangi bir zarar ika etmesi de mümkün olmayan harcama yetkilisine malî sorumluluk yüklenmesi mümkün bulunmamaktadır. Harcama yetkilisinin bu durumda sorumlu tutulması, hem 5018 sayılı Kanunla hem de hukukun genel ilkeleriyle bağdaştırılamaz.5018 sayılı Kanunun anılan maddesinin dördüncü fıkrasının harcama yetkisinin devrinin yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı yolundaki hükmünde geçen idari sorumluluğun, mali sorumluluğu da içerdiği söylenemez. Zira “idari sorumluluk” ve “mali sorumluluk” ayrı kavramlar olup, idari sorumluluk, mali sorumluluğu içermemektedir. Gerçekten 5018 sayılı Kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi sırasında düzenlenen Plan ve Bütçe Komisyonu raporunda “malî yönetim alanında siyasi, idari ve mali sorumluluk birbirinden ayrılmakta, . harcama yetkilisinin, malî yönden yaptığı harcamaların mevzuata uygunluğundan, yönetsel yönden ise verimlilik, etkinlik ve tutumluluk ilkeleri çerçevesinde sorumluluğu düzenlenerek görev, yetki ve sorumluluklar açık bir şekilde ortaya konulmakta, yetki-sorumluluk dengesi yeniden kurulmaktadır” denilmek suretiyle idari ve mali sorumluğun ayrı sorumluluk türleri olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sayıştay açısından mali sorumluluğun bir tazmin sorumluluğu olmasına karşın, 31.maddenin dördüncü fıkrasında geçen idarî sorumluluk, 657 sayılı Kanunun 10. maddesi anlamında, Devlet memurlarının, amiri oldukları kuruluş ve hizmet birimlerinde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurları yetiştirmekten, hal ve hareketlerini takip ve kontrol etmekten görevli ve sorumlu olduklarına dair yönetsel bir sorumluluktur.Bahse konu 31’inci maddenin dördüncü fıkrasında harcama yetkisinin devrinin idari sorumluluğu kaldırmayacağı belirtilmektedir. Bunun mefhumu muhalifinden harcama yetkisinin devri halinde, devredenin mali sorumluluğunun ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. Gerçekten Kanun Koyucu, harcama yetkisinin devri halinde mali sorumluluğun da sürmesini amaçlamış olsaydı, pekâlâ mali ve idari sorumluluğun ortadan kalkmayacağını açıkça ifade eder ya da yetki devrinin kapsayıcı şekilde sorumluluğu ortadan kaldırmayacağını belirtmekle yetinebilirdi.Bu yapılmamış, sadece idari sorumluluğun ortadan kalkmayacağına vurgu yapılmıştır.Dolayısıyla, harcama yetkisinin devredilmesi,yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu kaldırmamakla birlikte, yetkiyi devreden harcama yetkilisinin malî sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.Bu nedenlerle, harcama talimatının kullanılmasından doğan sorumluluğun, harcama yetkisinin devredildiği görevliye ait olması gerektiğine çoğunlukla,

d) Görev Ayrılığı Nedeniyle Yetki Devrinde Harcama Yetkisinden Doğan Sorumluluk
5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesinin ikinci fıkrasında, teşkilat yapısı ve personel durumu gibi nedenlerle harcama yetkililerinin belirlenmesinde güçlük bulunan idareler ile bütçelerinde harcama birimleri sınıflandırılmayan idarelerde harcama yetkisi, üst yönetici veya üst yöneticinin belirleyeceği kişiler tarafından, mahalli idarelerde İçişleri Bakanlığının, diğer idarelerde ise Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine yürütülebilir denilmektedir.Kanunun anılan hükmü uyarınca ya da bütçe kanunlarında yer verilen bazı hükümler ile idareler veya idarelerin değişik birimleri arasında iş ve hizmet ilişkisine bağlı olarak yapılan ödenek aktarımları ve buna bağlı olarak harcama süreçleri, genel harcama sürecinin dışına çıkabilmektedir.Kanundan veya işin gereğinden kaynaklanan bu tür görev paylaşımlarında, aktarılan ödeneğin kullanım yetkisi ve bu ödenekle yerine getirilen işlemlerin gerçekleştirilmesi görevi, ödeneği devralan idareye veya birime geçeceğinden, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun da, genel harcama yetkililerinin sorumluluğu çerçevesinde, ödenek aktarımının yapıldığı idare veya birimin harcama yetkilisine ait olması gerekmektedir.Öte yandan, idare veya birimin teşkilat yapısı nedeniyle, personel ücretlerinin kuruluşun personel biriminde, kurumun elektrik su giderlerinin idari ve mali işler birimince ödenmesinde olduğu gibi, destek hizmet birimlerinde birleştirilen harcamalar için üst yöneticinin onayı ile harcama yetkisinin, destek hizmet birimi harcama yetkilisine verilmesi halinde de, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun görev verilen destek hizmet birimi harcama yetkilisine ait olması gerekmektedir.

Bu nedenlerle, mevzuatta yer alan bazı hükümler nedeniyle kamu idareleri arasında veya idarenin değişik birimleri arasında iş ve hizmet ilişkisine bağlı olarak yapılan ödenek aktarmalarında, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun, ödenek aktarılan birimin en üst yöneticisine ait olduğuna oybirliğiyle,

e) Vekâlet Görevi Nedeniyle Yetki Devrinde Harcama Yetkisinden Doğan Sorumluluk
 5018 sayılı Kanunun 31’inci maddesi uyarınca bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama biriminin en üst yöneticisi harcama yetkilisidir. Kanunda öngörülen harcama yetkilisinin izin, hastalık ve geçici görev gibi sebeplerle görevlerinde bulunmadığı durumlarda, bu kişilerin yerine, mevzuatlarında öngören usulle vekâleten atanan kişi asilin tüm yetki ve sorumluluklarını taşıyacağından harcama yetkisini de kullanacaktır.Bu nedenle, harcama yetkilisinin yerine, mevzuatında öngörülen usullere uygun olarak vekâleten atanan görevlinin, vekâlet ettiği göreve ait harcama yetkisini kullanmasından doğan sorumluluğun bu görevi vekâleten yürüten görevliye ait olduğuna oybirliğiyle,

4- Gerçekleştirme Görevlileri

5018 sayılı Kanunun 33.maddesi uyarınca bütçeden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal, veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanması ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekmektedir.5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesinde; “Bütçelerden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin, görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanması ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekir. Giderlerin gerçekleştirilmesi; harcama yetkililerince belirlenen görevli tarafından düzenlenen ödeme emri belgesinin harcama yetkilisince imzalanması ve tutarın hak sahibine ödenmesiyle tamamlanır.Gerçekleştirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler.Elektronik ortamda oluşturulan ortak bir veri tabanından yararlanmak suretiyle yapılacak harcamalarda, veri giriş işlemleri gerçekleştirme görevi sayılır. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin esas ve usûller Maliye Bakanlığınca belirlenir.Gerçekleştirme görevlileri, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerden sorumludurlar” denilmektedir.Bu hüküm uyarınca, bir mali işlemi gerçekleştirmede görevli olanların sorumluluğunun belirlenmesinde, gerçekleştirme işlemini yapan memurun, yetkili ve görevli olması ve yapılan giderin de bu görevli tarafından düzenlenip imzalanan belgeye dayanıyor olması zorunludur. Bir başka deyişle, yukarıda anılan belge ve imza olmadan ödeme emri belgesinin tamamlanmış sayılmaması gerekmektedir. Aynı şekilde, belgeyi düzenleyenin de gerçekleştirme konusunda yetkisinin bulunması ve harcama talimatı ile veya sair surette amir tarafından görevlendirilmiş olması gerekmektedir.Bu anlamda gerçekleştirme belgelerinin hazırlanması, taslak metinlerin yazılması, temize çekilmesi, kaydedilmesi, bilgisayara giriş yapılması gibi yardımcı hizmetlerin gerçekleştirme görevi kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.

a) Ödeme Emri Belgesini Düzenlemekle Görevlendirilen Gerçekleştirme Görevlisinin Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesinin birinci fıkrası hükmü uyarınca ödeme emri belgesi, harcama yetkilisi tarafından belirlenen bir görevli tarafından düzenlenecektir.Ödeme emri belgesi tek başına mali bir işlem sayılmamakla birlikte taahhüt ve tahakkuk aşamalarından sonra ödeme aşamasına geçilmesine esas teşkil etmektedir.31.12.2005 tarihli ve 26040 sayılı 3. mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan İç Kontrol ve Ön Mali Kontrole İlişkin Usul ve Esasların 12 ve 13’üncü maddelerinde ödeme emri belgesi düzenleme görevi,ön mali kontrol kapsamında ele alınmakta ve “kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” şerhi çerçevesinde değerlendirilmektedir.Aynı esaslarda belirtildiği üzere,harcama yetkilileri, yardımcıları veya hiyerarşik olarak kendisine en yakın üst kademe yöneticileri arasından bir veya daha fazla sayıda gerçekleştirme görevlisini ödeme emri belgesi düzenlemekle görevlendirecek, ödeme emri belgesini düzenlemekle görevlendirilen gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde ön malî kontrol yapacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen gerçekleştirme görevlisinin yaptığı işlemler nedeniyle sorumluluk üstlenmesi tabiidir.Ayrıca, harcama birimlerinde süreç kontrolü yapılarak her bir işlem daha önceki işlemlerin kontrolünü içerecek şekilde tasarlanıp uygulanacak, mali işlemlerin yürütülmesinde görev alanlar, yapacakları işlemden önceki işlemleri de kontrol edeceklerdir. Bu bağlamda ödeme emri belgesini düzenlemekle görevlendirilen gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde ön mali kontrol yaparak, ödeme emri belgesi üzerine “Kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” şerhi düşüp imzalayacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen görevli, gerçekleştirme belgelerinin ödeme emri belgesine doğru aktarılması yanında, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan da sorumludur.Yapılan bu açıklamalara göre, aslî bir gerçekleştirme belgesi olan ödeme emri belgesini düzenleyen sıfatıyla imzalayan gerçekleştirme görevlisinin, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan harcama yetkilisi ile birlikte sorumlu tutulması gerektiğine çoğunlukla,

b) Ödeme Emri Belgesine Eklenmesi Gereken Taahhüt ve Tahakkuk Belgelerine İlişkin Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesi uyarınca bütçeden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanmış ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekmektedir.Öte yandan anılan maddede, bir mali işlemin gerçekleştirilmesinde görevli olanların sorumluluğunun belirlenmesinde, bu görevlilerin yetkili ve görevli olması ve yapılan giderin de bu görevlilerce düzenlenen belgeye dayanıyor olması hususlarına bakılması gerekmektedir. Yani mali işlemin gerçekleştirilmesinde, görevli olanların imzası olmadan ödeme belgesinin tamamlanmış sayılmaması gerekmektedir.Bu nedenle, ödeme emri belgesine eklenmesi gereken taahhüt ve tahakkuk işlemlerine ilişkin fatura, beyanname, tutanak gibi gerçekleştirme belgelerini düzenleyen veya bu belgeleri kabul eden gerçekleştirme görevlilerinin, bu görevleriyle ilgili olarak yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak harcama yetkilisiyle birlikte sorumlu tutulmaları gerektiğine çoğunlukla,

c) Kurul, Komisyon veya Benzeri Bir Organca Düzenlenen Gerçekleştirme Belgelerinde Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesi uyarınca mali işlemin gerçekleştirilmesinde görevli olanların sorumluluğu, bu işlemleri yetkili ve görevli olarak yapmalarına ve yapılan giderin bu kişilerce düzenlenen belgeye dayanılarak yapılması hususlarına göre belirlenmektedir.Bu nedenle mevzuatına göre oluşturulan kurul, komisyon veya benzeri bir organ tarafından düzenlenen keşif, rapor, tutanak, karar veya ödemeye esas benzeri belgelerden doğacak sorumluluğa, işlemi gerçekleştiren ve bu belgeyi düzenleyip imzalayan kurul üyelerinin de dahil edilmeleri ve bu işlem nedeniyle harcama yetkilisiyle birlikte sorumlu tutulmaları gerektiğine çoğunlukla,

d) Elektronik Ortamda Oluşturulan Ortak Veri Tabanına Bilgi Girişine Esas Olacak Belgelere İlişkin Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 33’üncü maddesine 5436 sayılı kanunla eklenen üçüncü fıkrada; “Elektronik ortamda oluşturulan ortak bir veri tabanından yararlanmak suretiyle yapılacak harcamalarda, veri giriş işlemleri gerçekleştirme görevi sayılır. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin esas ve usûller Maliye Bakanlığınca belirlenir.” denilmektedir.Kanunun anılan maddesine dayanılarak çıkarılan ve 31.12.2005 tarihli ve 26040 sayılı 3. mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliğinin 5.maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında “Elektronik ortamda oluşturulan ortak bir veri tabanından yararlanmak suretiyle yapılacak harcamalarda, veri giriş işlemleri gerçekleştirme görevi sayıldığından, ödeme belgesine ayrıca bu verileri kanıtlayıcı belge bağlanmaz.Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.” denilmektedir.Yönetmeliğin söz konusu hükmüne göre 28.9.2006 tarihli ve 26303 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Hakkında Genel Tebliğde de, veri giriş işlemlerinin gerçekleştirme görevi sayılacağı, ödeme belgesine aylık bordroların bağlanmayacağı, değişikliklere ilişkin kanıtlayıcı belgelerin ödeme belgesine bağlanacağı belirtilmiştir.Ortak veri tabanına girilen verilerin doğruluğu halinde, çıktının doğruluğu sistemce güvenceye bağlandığından, elektronik ortamdan alınan çıktının sıhhati, doğrudan doğruya veri girişinin doğruluğuyla ilgili bulunmaktadır.Bu nedenlerle, elektronik ortamda oluşturulan veri tabanından yararlanılarak yapılacak harcamalarda, sisteme girilecek verilerin bulunduğu belgeleri düzenleyen ve imzalayan görevlilerin, bu işlemle ilgili gerçekleştirme görevlisi olarak kabul edilmesi ve yaptığı işlemlerden harcama yetkilisi ve sorumluluğu bulunan diğer gerçekleştirme görevlileriyle birlikte sorumlu tutulmaları gerektiğine çoğunlukla,

5- Muhasebe Yetkilisinin Görev ve Sorumlulukları

Muhasebe yetkilisinin harcama sürecindeki rolü belge kontrolü ve ödeme olarak görülmekte ise de, kuruluş muhasebesinin genel düzenlemesi ve yönetim dönemi hesabının verilmesi bakımından bu görevlinin özel bir yeri ve işlevi vardır. Bu itibarla Sayıştay’a karşı sorumluluk noktasında muhasebe yetkilisinin sorumluluğunun ayrıntılı olarak ele alınması gerekmektedir.

a) Muhasebe Yetkilisinin İmza Kontrol Görev ve Sorumluluğu

5018 sayılı Kanunun 61’inci maddesi uyarınca muhasebe yetkilisinin, ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde yetkililerin imzasını arama yükümlülüğü bulunmaktadır.Bu nedenle;

– Ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları olmakla birlikte, ödeme emri belgesi eki belgeler üzerinde herhangi bir imza eksiği varsa muhasebe yetkilisinin, ödeme emri belgesi üzerinde imzası bulunan harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması gerektiğine,

– Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi veya gerçekleştirme görevlisinden sadece birinin imzası varsa, muhasebe yetkilisinin, imzası bulunan görevliyle birlikte sorumlu tutulması gerektiğine,

– Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları yoksa muhasebe yetkilisinin, tek başına sorumlu tutulması gerektiğine,

Çoğunlukla,

b)Ödemeye Esas Belgelerin Eksikliği ve Maddi Hata Bulunması Durumunda Sorumluluk

5018 sayılı Kanunun 61maddesi ile Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 29’uncu maddesinde, muhasebe yetkilisinin taahhüt ve tahakkuk aşamaları tamamlanmış, ödeme emri belgesi düzenlenmiş ve ön mali kontrolden geçerek ödenmek üzere muhasebe birimine gelmiş bulunan gider ve muhasebe belgeleri ile ön ödeme belgeleri üzerinde, ödemeye ilişkin belgelerin tamam olup olmadığını ve maddi hata bulunup bulunmadığını kontrol etmekle yükümlü olduğu, ilgili mevzuatında belirtilen belgeler dışında belge aramayacağı ve sorumluğunun görevi gereği incelemesi gereken belgelerle sınırlı olduğu belirtilmektedir.5018 sayılı Kanunun 33.maddesi uyarınca bütçeden bir giderin yapılabilmesi için iş, mal veya hizmetin belirlenmiş usul ve esaslara uygun olarak alındığının veya gerçekleştirildiğinin görevlendirilmiş kişi veya komisyonlarca onaylanmış ve gerçekleştirme belgelerinin düzenlenmiş olması gerekmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirme görevlilerinin, harcama talimatı üzerine işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, yanında bu işlemlerin belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevi de bulunmaktadır. Dolayısıyla ödemeye esas teşkil eden belgelerdeki noksanlıklardan gerçekleştirme görevlisinin sorumlu olmadığı söylenemez.Öte yandan, giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup, çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki maddi hatalardan muhasebe yetkilisi de sorumlu tutulmaktadır.Bu olgu, Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 29’uncu maddesinin dördüncü fıkrasında; “Muhasebe yetkililerinin maddi hataya ilişkin sorumlulukları;bir mali işlemin muhasebeleştirilmesine dayanak teşkil eden karar, onay, sözleşme, hakediş raporu, bordro, fatura, alındı ve benzeri belgelerde; gelir, alacak, gider ya da borç tutarının tespit edilmesine esas rakamların hiçbir farklı yoruma yer vermeyecek biçimde, bilerek veya bilmeyerek yanlış seçilmesi, oranların yanlış uygulanması, aritmetik işlemlerin yanlış yapılması ve muhasebeleştirmeye esas toplamlarının muhasebeleştirme belgesinde ilgili hesaplara noksan veya fazla kaydedilmek suretiyle yapılan yersiz ve fazla alma, verme, ödeme ve gönderilmesiyle sınırlıdır. Teknik nitelikteki belgelerde, bu niteliğe ilişkin olarak yapılmış maddi hatalardan bu belgeleri düzenleyen ve onaylayan gerçekleştirme görevlileri sorumlu olup, muhasebe yetkililerinin bu belgelere ilişkin sorumlulukları aritmetik işlemlerdeki yanlışlıklarla sınırlıdır.” biçiminde, 30’uncu maddesinde de, “Ödeme emirleri, muhasebe birimine geliş tarihinden itibaren, en geç dört iş günü içinde incelenir, uygun bulunanlar muhasebeleştirilerek tutarları hak sahiplerinin banka hesabına aktarılır. Eksik veya hatalı olan ödeme emri belgesi ve eki belgeler, düzeltilmek veya tamamlanmak üzere en geç, hata veya eksikliğin tespit edildiği günü izleyen iş günü içinde gerekçeleriyle birlikte harcama yetkilisine yazılı olarak gönderilir. Hata veya eksiklikleri tamamlanarak tekrar muhasebe birimine verilenler, en geç iki iş günü sonuna kadar incelenerek muhasebeleştirme ve ödeme işlemi gerçekleştirilir.Hak sahiplerinin banka hesaplarına aktarılmaksızın kasadan veya çek düzenlenmek suretiyle bankadan yapılabilecek ödeme tür ve tutarları ile kontrol, muhasebeleştirme ve ödeme süresini dört iş gününden daha az olarak belirlemeye, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde Bakanlık, kapsamdaki diğer kamu idarelerinde üst yöneticiler yetkilidir.” şeklinde ifade edilmiş bulunmaktadır.Yönetmeliğin yukarıya alınan maddesinde ifade edildiği gibi, bir mali işlemin muhasebeleştirilmesine dayanak teşkil eden belgelerde gelir, alacak, gider ya da borç tutarının tespit edilmesine esas rakamlardaki açık, kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen hatalar maddi hata olarak nitelendirilmektedir.Söz konusu mevzuat hükümleri karşısında, ödemeye esas teşkil etme niteliği bulunan, fakat gider evrakı arasında yer almayan bir belge nedeniyle ortaya çıkan kamu zararı ile giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki açık ve kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen maddi hatalardan muhasebe yetkilisinin, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması gerektiğine, hatanın bariz olup olmadığı hususunun ise yargı dairelerince kararlaştırılacak bir husus olduğuna çoğunlukla,

c) Muhasebe Yetkilisinin Gideri Hak Sahibine Ödeme Görevi

Muhasebe yetkilisinin, usul ve mevzuatına göre tahakkuk ettirilmiş gideri hak sahibine ödemek ve ödeme yaparken hak sahibinin kimliğini kontrol etmekle görevli olduğu, 5018 sayılı Kanunun 61’inci maddesinde ve Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 23. ve 29.maddelerinde hüküm altına alınmıştır.Muhasebe yetkilisi mutemetlerinin hesabına bakmak ve onları aklamak, Kanunun 61’inci maddesinin son fıkrasına göre, muhasebe yetkilisinin görevi olduğundan, gideri hak sahibine ödemeden doğan sorumlulukta mutemetlerin, Sayıştay’a karşı sorumlu kabul edilmemesi gerekmektedir.Bu nedenle, hak sahibi olmayan kişilere ödeme yapılması nedeniyle ortaya çıkan kamu zararından, doğrudan ve tek başına muhasebe yetkilisinin sorumlu tutulması gerektiğine oybirliğiyle,

d) Muhasebe Yetkilisinin Gelir ve Alacakları Tahsil Görevi

5018 sayılı Kanunun 61.maddesinin birinci fıkrasında, muhasebe hizmeti; “gelirlerin ve alacakların tahsili, giderlerin hak sahiplerine ödenmesi, para ve parayla ifade edilebilen değerler ile emanetlerin alınması, saklanması, ilgililere verilmesi, gönderilmesi ve diğer tüm malî işlemlerin kayıtlarının yapılması ve raporlanması işlemleridir.” şeklinde tanımlanmış; aynı maddenin ikinci fıkrasında muhasebe yetkilisinin,bu hizmetlerin yapılmasından ve muhasebe kayıtlarının usulüne uygun, saydam ve erişilebilir şekilde tutulmasından sorumlu olduğu belirtilmiş, aynı Kanunun 60.maddesinde de, ilgili mevzuatı çerçevesinde idare gelirlerini tahakkuk ettirmek, gelir ve alacaklarının takip ve tahsil işlemlerini yürütmek muhasebe biriminin görevleri arasında sayılmıştır. Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 23.maddesinde, gelirleri ve alacakları ilgili mevzuatına göre tahsil etmek, yersiz ve fazla tahsil edilenleri ilgililerine iade etmek ve bu işlemlere ilişkin kayıtları usulüne uygun, saydam ve erişilebilir şekilde tutmak, mali rapor ve tabloları her türlü müdahaleden bağımsız olarak düzenlemek muhasebe yetkilisinin görevlerinden kabul edilmiş, aynı Yönetmeliğin 32.maddesinde de idarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının yükümlüleri ve sorumluları adına ilgili hesaplara kaydedilerek tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisinin sorumlu olduğu açıkça ifade edilmiştir.Açıklanan nedenlerle, idarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının takip ve tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisinin tek başına sorumlu olduğuna çoğunlukla,

Karar verildi.

             5018 sayılı Kanun Çerçevesinde Sorumlu Tutulacak Görevli ve Yetkililerin Belirlenmesi Hakkında Sayıştay Genel Kurul Kararı Özü

            Kamu zararı

            “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır” şeklinde tanımlanarak kamu zararının belirlenmesinde esas alınacak unsurlar Kanunun 71.maddesinin “ a-g ” işaretli bentlerde sayılmıştır. Gerek bu madde gerek diğer maddeler nazara alındığında 5018 sayılı Kanuna göre mali sorumluluğun şartları şöylece sıralanabilir:

          a)Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem, eylem bulunmalıdır.

           b)Ortada bir kamu zararı olmalıdır.

           c)Mevzuata aykırı karar, işlem ve eylemle zarar arasında bir illiyet olmalıdır.

              Bu yeni sorumluluk sisteminde objektif kusursuz sorumluluk anlayışından vazgeçilmiş bulunulmaktadır. Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemi bulunmayan kasıt, kusur veya ihmali söz konusu olmayan ve bu haliyle herhangi bir zarar ika etmesi de mümkün olmayan harcama yetkilisine malî sorumluluk yüklenmesi mümkün bulunmamaktadır. Harcama yetkilisinin bu durumda sorumlu tutulması, hem 5018 sayılı Kanunla hem de hukukun genel ilkeleriyle bağdaştırılamaz

               Ödemeye esas teşkil etme niteliği bulunan, fakat gider evrakı arasında yer almayan bir belge nedeniyle ortaya çıkan kamu zararı ile giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki açık ve kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen maddi hatalardan muhasebe yetkilisinin, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması ancak, hatanın bariz olup olmadığı hususunun ise yargı dairelerince kararlaştırılması gerekir.

                 Üst Yönetici

                 Üst yöneticilerin özel Kanunlardan doğan Sayıştay’a karşı mali sorumlulukları olabileceği gibi, münferit bir olayda sorumluluklarına hükmedilmeleri de gerekebilir. Bu husus, meselenin Sayıştay yargısında görüşülmesi sırasında hükme bağlanacak bir konudur.Dolayısıyla bu aşamada bir genelleme yaparak üst yöneticilerin, işlemlerin hukuka uygun olarak yürütülmesinden sorumlu olacakları ya da olmayacakları yönünde bir görüş belirtilmesi uygun bulunmamaktadır.

                 Harcama Yetkilisi

                 Bütçeden yapılacak harcamalarda süreç, harcama talimatı ile başlamakta ve  ödeme emri belgesi uyarınca hak sahibine ödeme yapılması ile son bulmaktadır.5018 sayılı Kanunda, giderin yapılmasından ödeme aşamasına kadar tüm işlemlerin harcama yetkilisinin gözetim ve denetimi altında, onun emir ve talimatı ile yürütülmesi öngörüldüğünden, sorumluluk konusunda da harcama yetkilisi ön plana çıkmaktadır.Kanunda harcama yetkilisinin, bütçeyle ödenek tahsis edilen her harcama biriminin en üst yöneticisi olarak tanımlanması, idari açıdan üst yöneticilere; hukuka uygunluk açısından da yetkili kılınmış mercilere hesap vermekle sorumlu olduğunu göstermektedir. Bu anlamda harcama yetkililerinin Sayıştay’a hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır.5018 sayılı Kanun ve Yönetmelikteki bu hükümler karşısında, muhasebe yetkililerini Sayıştay’a hesap verme konusunda birinci derece sorumlu kabul etmek gerekmektedir.

                Harcama yetkilileri, harcama talimatlarının ve buna konu olan harcamaların bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygunluğundan sorumludurlar.

                *Harcama yetkisinin devredilmesi,yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu kaldırmamakla birlikte, yetkiyi devreden harcama yetkilisinin malî sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.Bu nedenlerle, harcama talimatının kullanılmasından doğan sorumluluğun, harcama yetkisinin devredildiği görevliye ait olması gerekir.

                *Kamu idareleri arasında veya idarenin değişik birimleri arasında iş ve hizmet ilişkisine bağlı olarak yapılan ödenek aktarmalarında, harcama yetkisinden doğan sorumluluk, ödenek aktarılan birimin en üst yöneticisine,

               *Harcama yetkilisinin yerine, mevzuatında öngörülen usullere uygun olarak vekâleten atanan görevlinin, vekâlet ettiği göreve ait harcama yetkisini kullanmasından doğan sorumluluk bu görevi vekâleten yürüten görevliye aittir.

              Harcama Yetkisinin kurul veya komisyon eliyle yürütülmesi

              Kanunların verdiği yetkiye istinaden;

            1)Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor ve kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer alıyorsa, harcama yetkisinden doğan sorumluluk; yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul, komite veya komisyona aittir.

            2)Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor, ancak kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer almıyorsa, yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komitenin sadece harcama talimatının kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olmasından sorumlu olur.

            3)Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı bir giderin yapılması için harcama yetkilisine izin verme şeklinde düzenlenmiş ise, bu halde kurul, komisyon veya komitenin harcamaya izin veren kararın kanun, tüzük ve yönetmeliğe uygun olmasıyla sınırlı olarak sorumlu olur.

           Gerçekleştirme Görevlileri

          Ödeme emri belgesini düzenlemekle görevlendirilen gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde ön mali kontrol yaparak, ödeme emri belgesi üzerine “Kontrol edilmiş ve uygun görülmüştür” şerhi düşüp imzalayacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen görevli, gerçekleştirme belgelerinin ödeme emri belgesine doğru aktarılması yanında, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan da sorumludur.Yapılan bu açıklamalara göre, aslî bir gerçekleştirme belgesi olan ödeme emri belgesini düzenleyen sıfatıyla imzalayan gerçekleştirme görevlisinin, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan harcama yetkilisi ile birlikte ,

                  *Ödeme emri belgesine eklenmesi gereken taahhüt ve tahakkuk işlemlerine ilişkin fatura, beyanname, tutanak gibi gerçekleştirme belgelerini düzenleyen veya bu belgeleri kabul eden gerçekleştirme görevlilerinin, bu görevleriyle ilgili olarak yapmaları gereken iş ve işlemlerle sınırlı olarak harcama yetkilisiyle birlikte,

                 *Mevzuatına göre oluşturulan kurul, komisyon veya benzeri bir organ tarafından düzenlenen keşif, rapor, tutanak, karar veya ödemeye esas benzeri belgelerden doğacak sorumluluğa, işlemi gerçekleştiren ve bu belgeyi düzenleyip imzalayan kurul üyelerinin de dahil edilmeleri ve bu işlem nedeniyle harcama yetkilisiyle birlikte ,

              *Elektronik ortamda oluşturulan veri tabanından yararlanılarak yapılacak harcamalarda, sisteme girilecek verilerin bulunduğu belgeleri düzenleyen ve imzalayan görevlilerin, bu işlemle ilgili gerçekleştirme görevlisi olarak kabul edilmesi ve yaptığı işlemlerden harcama yetkilisi ve sorumluluğu bulunan diğer gerçekleştirme görevlileriyle birlikte,  sorumlu tutulmaları gerekir.

                Ödeme aşamasındaki sorumluluk

                Ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları olmakla birlikte, ödeme emri belgesi eki belgeler üzerinde herhangi bir imza eksiği varsa muhasebe yetkilisinin, ödeme emri belgesi üzerinde imzası bulunan harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte,

            *Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi veya gerçekleştirme görevlisinden sadece birinin imzası varsa, muhasebe yetkilisinin, imzası bulunan görevliyle birlikte ,

            *Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları yoksa muhasebe yetkilisinin, tek başına sorumlu tutulmaları gerekir.

               Muhasebe Yetkilisi

               Ödemeye esas teşkil etme niteliği bulunan, fakat gider evrakı arasında yer almayan bir belge nedeniyle ortaya çıkan kamu zararı ile giderin taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin kendi yasal görevleri çerçevesinde düzenledikleri ve imzaladıkları belgelerdeki açık ve kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen maddi hatalardan muhasebe yetkilisinin, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması ancak, hatanın bariz olup olmadığı hususunun ise yargı dairelerince kararlaştırılması gerekir.

 

             Muhasebe yetkilisi mutemetlerinin hesabına bakmak ve onları aklamak, Kanunun 61’inci maddesinin son fıkrasına göre, muhasebe yetkilisinin görevi olduğundan, gideri hak sahibine ödemeden doğan sorumlulukta mutemetlerin, Sayıştay’a karşı sorumlu kabul edilmemesi gerekmektedir.Bu nedenle, hak sahibi olmayan kişilere ödeme yapılması nedeniyle ortaya çıkan kamu zararından, doğrudan ve tek başına muhasebe yetkilisinin sorumlu tutulması gerekir.

           İdarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının takip ve tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisi tek başına sorumludur.

 

Yargıtay İmar Kirliliği Kararı

Nis02
2012
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay 4. Ceza Dairesi,Esas : 2011/6773,Karar : 2011/8408,Tarih:15.06.2011

ÖZÜ: Belediye mücavir alanı olan yayla sahilinde mülkiyeti davalı olan yere kaçak inşaat yapılan konusu yerin  Orman Kanununun 2/B maddesine göre hazine adına orman vasfından çıkartılan yerlerden olduğunun belirlenmiş bulunmasına göre,dava konusu yerin özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı araştırılıp saptandıktan sonra 775 sayılı Gecekondu Kanununun 37. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı da tartışılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekir.

 

5237 sayılı TCY’NIN 184. maddesinin 1. fıkrasında ; “yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapma ve yaptırma”, aynı maddenin 2. fıkrasında “yapı ruhsatiyesi almadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade etme”, 3. fıkrasında ise “yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade etme” fiilleri suç olarak düzenlenmiş olup, yine aynı maddenin 4. fıkrasında, ”üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır” hükmü ile, 1. ve 2. fıkralar bakımından maddenin uygulanacağı yerler “belediye sınırları içerisi” veya “özel imar rejimine tabi yerler” biçiminde sınırlandırılmıştır.Diğer taraftan, 775 sayılı Gecekondu Yasasının 37. maddesinin 1. fıkrası uyarınca; belediyelere, Hazineye, özel idarelere ve katma bütçeli dairelere ait veya devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde izinsiz yapı yaptırma, satma, rehnetme, devir ve satın alma eylemlerinde ya da aynı maddenin 2. fıkrası gereği özel kişilerin veya birinci fıkrada sayılanlar dışındaki tüzel kişilerin arazi ve arsaları üzerinde yapılacak izinsiz yapılar hakkında arazi sahibinin başvurusu üzerine, anılan 37. maddeyi değiştiren 5728 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önceki eylemler bakımından 37/1. maddede yazılı cezaların, sonraki eylemler bakımından ise eylemin niteliğine göre 154 veya TCK 184/1-2. madde hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.Anayasanın 38/3 ve TCY’NIN 2. maddesinin 1. fıkrasındaki suçta ve cezada kanunilik ilkesi ve TCK 2/3. maddesinde yer alan; “kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz. ” şeklindeki hükümler karşısında, 3, fıkra hariç 184/1. maddenin uygulanabilmesi için öncelikle maddenin uygulama alanıyla ilgili ‘belediye sınırı’ ve ‘özel imar rejimine tabi yerler’ kavramlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.Belediye sınırları; 3.7.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 5. maddesinde belirtilen yönteme göre saptanır. Aynı Kanunun 6. maddesine göre; “Belediye sınırları, belediye meclisinin kararı ve kaymakamın görüşü üzerine valinin onayı ile kesinleşir.Kesinleşen sınırlar, valilikçe yerinde uygulanmak suretiyle taraflara gösterilir ve durum bir tutanakla belirlenir. Kesinleşen sınır kararları ile dayanağı olan belgelerin birer örneği; belediyesine, mahallî tapu dairesine, il özel idaresine ve o yerin mülkî idare amirine gönderilir.Kesinleşen sınırlar zorunlu nedenler olmadıkça beş yıl süre ile değiştirilemez. “Yürürlükten kaldırılan 7.12.2004 tarihli ve 5272 sayılı Belediye Kanununun 5. ve 6. maddeleri de aynı hükümleri kapsamaktadır. Yine, mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu kapsamında belediye sınırı, kanunun 4. maddesinde belirtilen yönteme göre saptanmakta, 5. maddede ise sınırların kesinleşmesi yöntemi şöyle düzenlenmekteydi:1580 – Madde 5 : A) “Seksen binden az nüfuslu olan beldelerde belediye meclislerinin kararı ve mahalli idare heyetinin mütalaası alındıktan sonra vilayet idare heyetinin tasdiki ile.B) (Değişik bent: 04/07/1988 -KHK-336/1 md; Aynen kabul: 07/02/1990 – 3612/10 md.) Seksen binden fazla nüfuslu belediyelerde belediye meclisinin kararı, idare heyetinin muvafakati, Valiliğin teklifi ve İçişleri Bakanlığının tasdiki ile kesinleşir.Tasdik edilmeyen sınır kağıtları esbabı mucibesiyle mahallerine iade edilir. Sınırın değiştirilmesine ihtiyaç olursa yeni sınırın çizilmesi aynı usule tabidir. “5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 5. maddesinde de büyükşehir belediye sınırı tanımlanmıştır: “Büyükşehir belediyelerinin sınırları, adını aldıkları büyükşehirlerin belediye sınırlarıdır. ” Aynı Kanunun 27/3. maddesi uyarınca; “Büyükşehir belediyesi mücavir alanlarının ilçe ve ilk kademe belediyeleri arasındaki bölüşümü büyükşehir belediye meclisince yapılır. “3194 sayılı İmar Kanununun 2. maddesinde imar uygulamaları bakımından kapsamı açıklanmış; “Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapılar bu Kanun hükümlerine tabidir” denilmiştir.İmar Kanununun 5. maddesinde tanımlandığı üzere mücavir alan; “imar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş olan alanlardır. Aynı maddede imar planı uygulamasında ilgili idarenin; belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde belediye, bu sınırlar dışında ise valilik olduğu” belirtilmiştir.İmar Kanununun 45. maddesinde de mücavir alanın oluşturulması yöntemi açıklanmıştır :Madde 45 – “Mücavir alan sınırları belediye meclisi ve il idare kurulu kararına dayanarak vilayetlerce Bakanlığa gönderilir. Bakanlık bunları inceleyerek aynen veya değiştirerek tasdik etmeye veya değiştirilmek üzere iadeye yetkilidir.Mücavir alanın ilgili belediye sınırına bitişik olması gerekmez. Ayrıca, bu alanlar köyleri de ihtiva edebilir.Mücavir alandan çıkarılma da aynı usule tabidir. Bakanlık gerekli gördüğü hallerde mücavir alana alma ve çıkarma hususunda resen karar verebilir. “İmar Kanununun 19. maddesine göre de imar planlarına göre yapılacak parselasyon planları belediye ve mücavir alan içinde belediye encümeni, belediye ve mücavir alan dışında ise il idare kurulunun onayından sonra yürürlüğe girer.İmar Kanununun 21/1. maddesinde, kanun kapsamına giren bütün yapılar için belediye veya veliliklerden yapı ruhsatiyesi alınması zorunlu kılınmıştır.Ruhsatsız bina yapılması halinde yapılacak işlemler İmar Kanununun 32. maddesinde gösterilmiştir. Bu hüküm gerek belediye ve mücavir alan içerisinde ve gerekse bu alanlar dışında yapılan ruhsata tabi yapılar bakımından geçerlidir :Madde 32 – “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (…) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mührün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”İmar Kanununun 42. maddesinde de ruhsatsız yapılar dolayısıyla yapı sahibine, yapı müteahhidine veya bu aykırılığı 6 iş günü içinde idareye bildirmeyen fenni mesullere idari para cezası verileceği hükmü yer almaktadır.Özel imar rejimine tabi yerler ise; belirli bir idari sınıra bağlı kalınmaksızın, ekonomik, kültürel, doğal ya da başka özellikleri gereğince ve kamu yararı nedeniyle İmar Kanunundan farklı bir şekilde veya tamamlayıcı ve koruyucu nitelikteki imar usul ve esaslarının özel bir kanunla düzenlendiği yerleri ifade etmektedir. Bu nedenle özel imar rejimine tabi yerlerdeki ruhsatsız bina yapılması, yaptırılması eylemlerinin suç sayılması için belediye sınırları içinde olması değil, özel imar rejimine tabi bir yerde olup olmadığı ölçütü aranacaktır. Bu hususun da ilgili belediye veya valilikten sorularak saptanması gerekmektedir.Açıklanan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, “belediye sınırı” terimi mülga ve yürürlükteki Belediye Kanununda yasal bir idari kavram olarak gösterilmiş, İmar Kanununun 5. maddesinde mücavir alan tanımlanıp, 45. maddesinde mücavir alanın oluşturulma yöntemi düzenlenmiş ve mücavir alanlardaki ruhsat işlemlerinde belediye başkanlığı yetkili kılınmış, ayrıca İmar Kanununun 2, 5 ve 19. maddelerinde ise “belediye ve mücavir alan içinde” veya “belediye ve mücavir alan sınırları içinde” şeklindeki ifadelerde ‘mücavir alan’ teriminden başka ‘belediye sınırı’ teriminin de imar rejimi açısından anlamına işaret edilmiş ve bu şekilde ‘belediye sınırı’ teriminin salt idari bir kavram olmayıp, imar mevzuatı kavramı olduğu da gösterilmiş, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 184. maddesi ile imar kirliliğine neden olma suçu düzenlenirken de yasa koyucu tarafından bilinçli olarak “belediye sınırı” kavramı kullanılarak, maddenin 4. fıkrasında, suçla ilgili bu düzenlemenin 3. fıkra hariç, “ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde” uygulanacağı açıklanmış ve böylece, imar uygulaması bakımından belediye sınırı dışında ve fakat belediyenin ruhsatlandırma yetkisi içerisinde kalan mücavir alanlardaki bina ve yapılarla ilgili olarak belediyelerin İmar Kanununun 32 ve 42. maddelerindeki, ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapımına ilişkin inşaatı durdurup mühürleme, imar planına veya ruhsata uygun hale getirilmezse yıkma ve idari para cezası uygulama şeklindeki idari yaptırımlar geçerli olmakla birlikte, yasa koyucunun yalnızca belediye sınırları veya özel imar rejimine tabi yerler içerisindeki ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapılması eylemlerini suç olarak düzenlediğinin anlaşılmasına ve mücavir alandaki ruhsatsız bina yapma   eyleminin   TCY’NIN  184/1.  maddesindeki   suçu   oluşturmayacağının   anlaşılmasına  karşın, incelenen dosyada belediye mücavir alanı olan yayla dahilinde mülkiyeti davalı olan yere kaçak inşaat yapıldığından bahisle kamu davası açılmış ve bilirkişinin 14.11.2008 tarihli raporunda dava konusu yerin orman kadastrosunca Orman Kanununun 2/B maddesine göre hazine adına orman vasfından çıkartılan yerlerden olduğunun belirlenmiş bulunmasına göre, öncelikle dava konusu yerin özel imar rejimine tabi yerlerden olup olmadığı araştırılıp saptandıktan sonra 775 sayılı Gecekondu Kanununun 37. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı da tartışılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik inceleme ile TCY’NIN 184/1. maddesi uyarınca hüküm kurulması,Yasaya aykırı ve sanık temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce açıklanan nedenlerle yerinde  görüldüğünden HÜKMÜN  BOZULMASINA,  yargılamanın  bozma  öncesi   aşamadan   başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 15.6.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Yargıtay 4. Ceza Dairesi,Esas: 2009/10287,Karar: 2011/7022, Tarih:25.05.2011

ÖZÜ:İmar kirliği suçu ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde  uygulanacağından, mücavir alan olarak belirtilen yerin özel imar  rejimine tabi yerlerden olup olmadığı konusunda araştırma yapılması, ayrıca 5237 sayılı TCY.NIN 184.maddesinin 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş  olması nedeniyle, mahallinde  uzman bilirkişi aracılığıyla keşif yapılarak inşaatın yapım tarihi tespit edilmelidir.

 

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.Ancak; TCY.nın 184/4.maddesinin “Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri  ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde  uygulanır” hükmü uyarınca 3. fıkra hariç mücavir alanın maddenin kapsamı dışında tutulması karşısında, ilgili yazıda mücavir alan olarak belirtilen yerin özel imar  rejimine tabi yerlerden olup olmadığı konusunda araştırma yapılması, ayrıca 5237 sayılı TCY.nın 184.maddesinin 12.10.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş  olması ve sanığın söz konusu yapıları 2002 yılının yaz aylarında yaptığını beyan  etmesi karşısında; suç tarihinin belirlenmesi açısından  tutanak düzenleyicilerin yöntemince dinlenmesi, mahallinde  uzman bilirkişi aracılığıyla keşif yapılarak inşaatın yapım tarihinin tespitine  yönelik teknik verilerin açıklattırılması ve tüm kanıtların birlikte  değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi  gerekirken, eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması, Yasaya aykırı ve katılan …. Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 25.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Yargıtay 8.Daire,Esas :2009/3185,Karar :2011/4740,Tarih: 13.06.2011  

ÖZÜ:Belediye teşkilatı bulunan yerlerde hakkı olmayan yere tecavüz suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesindeki suçu oluşturmaz.

 

Oluşa, mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi raporu içeriğine göre; Kızılcasöğüt kasabası Asarlık mevkiinde bulunan 1377 parsel numaralı  meraya  ekip sürmek suretiyle 3400 metrekare tecavüzde bulunduğunun anlaşılmasına, ayrıca kabulünde bu yönde olduğunun belirtilmesine karşın, dava konusu yerin 50-60 yıldır tarım arazisi olarak kullanıldığından söz edilerek dosya içeriğine uygun düşmeyen yazılı gerekçe ile sanığın beraatına karar verilmiş ise de;keşifte dinlenen mahalli bilirkişi anlatımı ve teknik bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın Kızılcasöğüt kasabası, Asarlık mevkiinde bulunduğunun belirtilmesine göre, belediye teşkilatı bulunan yerlerdeki kamuya ait taşınmazlara tecavüzün, hükümden sonra yürürlüğe giren 5841 sayılı Kanunla değişik 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesindeki suçu oluşturmayacağı, koşulların varlığı halinde 3091 sayılı Yasaya aykırılıktan söz edilebileceği gözetilerek, suça konu yerin belediye sınırları içerisinde olup olmadığı kesin biçimde saptandıktan sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince istem gibi (BOZULMASINA), 13.06.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız