• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

Memurun BİMER’e Şikayeti

Oca03
2019
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN ÜYE OLUNUZ..

          

“Memurun amirini BİMER’E şikayet ederse, disiplin cezası alır mı?” dosyasında yer verilen olay dava konusu olmuş ve Adana 1. İdare Mahkemesi 2010/1614 Esas ve 2011/1335 nolu Kararında;  (Adana 1. İdare Mahkemesinin 2010/1614 Esas ve 2011/1335 nolu Kararı Danıştay 12.Dairesinin E.2017/5635,K.2017/6293,T.06.12.2017 kararı ile onaylanmıştır.)  “tüm vatandaşların dilek ve şikayetlerini doğrudan başbakanlığa iletebileceklerini belirtmiş, ancak memurlar yönünden bir kısıtlama getirilmemiştir. Bu yerlere yapılan şikayetler neticesinde iddialar üzerinde araştırma yapılmaksızın memur hakkında soruşturma başlatılarak cezalandırılması bir nevi şikayet hakkının kullandırılmaması neticesini doğuracaktır. Davacı tarafından BİMER’E verilen şikayet dilekçeleri incelendiğinde, ciddiye alınabilecek iddiaların bulunduğu, idare tarafından bu iddiaların kapsamlı bir şekilde araştırılması gerekirken davacının gereksiz yere amirlerini şikayet ediyor gerekçesiyle cezalandırıldığı, böylece Anayasa ile güvence altına alınan dilekçe hakkının ve BİMER’E şikayet etme hakkının engellenmeye çalışıldığı sonuç ve kanaatine varıldığından, davacıya verilen disiplin cezasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” hükümlerine yer vermiştir.

 

Danıştay 12.Dairesinin Disiplin Kararı

Oca03
2019
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN ÜYE OLUNUZ..

Danıştay  Onikinci Daire,Esas:2014/4229 ,Karar : 2017/5230,Tarih: 07/11/2017

ÖZÜ: Devlet memurlarına verilen disiplin cezalarının tekerrür hükümlerine esas alınabilmeleri için disiplin cezası verilmesine sebep olan fiil veya halin cezaların özlük dosyasından silinmesine ilişkin süre içerisinde (uyarma ve kınama cezaları için 5 yıl) tekrar edilmesinin gerektiği, verilen disiplin cezasının sicil dosyasından silinip silinmemesi durumunun tekerrür hükmünün uygulanması bakımından önem arz etmediği anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda, davacı hakkında başlatılan soruşturma sonucunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/B-(a) maddesi uyarınca “kınama cezası” ile cezalandırılmasının önerildiği, daha öncede almış olduğu iki adet kınama cezası bulunduğundan hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinde yer alan tekerrür hükmünün uygulanması suretiyle aynı Kanun’un 125/C maddesi uyarınca “1/30 oranında aylıktan kesme cezası” ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.Davacı konuyu İdare Mahkemesine götürmüş, talebi hukuka aykırılık görülmediğinden reddedilmiştir23.05.2013 tarihli ve 28655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu’nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (9) bendinde, “PTT Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi” olarak tanımlanmış; “Değiştirilen ve yürürlükten kaldırılan hükümler ile atıflar” başlıklı 31. maddesinin üçüncü fıkrasında, “T.C. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğüne yapılan atıflar PTT’ye yapılmış sayılır” hükmüne yer verildiğinden, PTT Genel Müdürlüğü yerine, Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi hasım mevkiine alınarak, işin gereği görüşüldü: Dava, K…. İli, K…… İlçesi, Posta Dağıtım Merkez Müdürlüğü’nde dağıtıcı olarak görev yapan davacının, Ç…. PTT Merkez Müdürlüğü’nde geçici görevde bulunduğu dönemde işlediği ileri sürülen fiilleri nedeniyle, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/C maddesi uyarınca “1/30 oranında aylıktan kesme cezası” ile cezalandırılmasına ilişkin 15.05.2013 tarihli ve 8 sayılı işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince, Ç…. İlçesi, A………. Beldesi’ndeki tebligatları, PTT Genel Müdürlüğü personeli olmayan ve dağıtım yetkisi bulunmayan A…………… acente görevlisine müdür vekili tarafından verilen şifahi talimat doğrultusunda teslim eden davacının, belirtilen fiiliyle görevin yerine getirilmesinde kusurlu davrandığı kanaatiyle; eylemine uyan disiplin cezasına Kanun hükmünde belirtilen tekerrür kuralının uygulanması sonucunda 1/30 oranında aylıktan kesme cezasıyla cezalandırılmasına yönelik tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 44. maddesinde, “Teşebbüs veya bağlı ortaklıklardaki hizmetlerin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacıyla sözleşmeli personelin görevleri ile ilgili kusurlu hareketleri, iş yerinde veya dışında teşebbüs ve bağlı ortaklıkla ilgili mevzuata aykırı davranışları nedeniyle kademe ilerlemesinin durdurulması hariç, verilmesi gereken disiplin cezaları ile disiplin cezası vermeye yetkili merciler ve disiplin kurulları hakkında bu Kanun Hükmünde Kararnamede hüküm bulunmayan hallerde teşebbüs veya bağlı ortaklık memurlarının tabi olduğu hükümler uygulanır. Ancak, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiiller için sözleşme ücretinden kesme cezası, aylıktan kesme cezası esaslarına göre uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/B-(a) maddesinde, “Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımından kusurlu davranmak,” kınama cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmış, aynı Kanun’un 125. maddesinin ikinci fıkrasında, “Disiplin cezası verilmesine sebep olmuş bir fiil veya halin cezaların özlük dosyasından silinmesine ilişkin süre içinde tekerrüründe bir derece ağır ceza uygulanır. Aynı derecede cezayı gerektiren fakat ayrı fiil veya haller nedeniyle verilen disiplin cezalarının üçüncü uygulamasında bir derece ağır ceza verilir”; 133. maddesinin birinci fıkrasında ise, “Disiplin cezaları memurun özlük dosyasına işlenir. Devlet memurluğundan çıkarma cezasından başka bir disiplin cezasına çarptırılmış olan memur uyarma ve kınama cezalarının uygulanmasından 5 sene, diğer cezaların uygulanmasından 10 sene sonra atamaya yetkili amire başvurarak, verilmiş olan cezalarının özlük dosyasından silinmesini isteyebilir.” hükümlerine yer verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; K. İli, K. İlçesi, Posta Dağıtım Merkezi Müdürlüğü’nde dağıtıcı olarak görev yapan davacının, Ç……… PTT Merkez Müdürlüğü’nde geçici görevde bulunduğu dönemde işlediği ileri sürülen fiilleri nedeniyle hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonunda düzenlenen 29.04.2013 tarihli ve 663-07-5 sayılı raporda; davacının Ç……….. PTT Merkez Müdürlüğü’nde müdür vekili olarak görev yapan …’nin tebligatları A……. acentesine teslim etmesi yönündeki mevzuata aykırı olarak vermiş olduğu şifahi talimatı yerine getirmemesi ve ısrarcı olunması halinde yazılı emir isteyerek üst makamları konudan haberdar etmesi gerekirken, bunların hiçbirini yapmadığından bahisle 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 3771 sayılı Kanunla değişik 44. maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/B-(a) maddesi uyarınca “kınama cezası” ile cezalandırılmasının önerildiği, önerinin disiplin amiri tarafından değerlendirilmesi sonucunda, davacının üzerine atılı filin sübut bulduğuna kanaat getirilerek, daha öncede almış olduğu iki adet kınama cezası bulunduğundan hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinde yer alan tekerrür hükmünün uygulanması suretiyle aynı Kanun’un 125/C maddesi uyarınca “1/30 oranında aylıktan kesme cezası” ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu işlemin iptali istemiyle de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden; Devlet memurlarına verilen disiplin cezalarının tekerrür hükümlerine esas alınabilmeleri için disiplin cezası verilmesine sebep olan fiil veya halin cezaların özlük dosyasından silinmesine ilişkin süre içerisinde (uyarma ve kınama cezaları için 5 yıl) tekrar edilmesinin gerektiği, verilen disiplin cezasının sicil dosyasından silinip silinmemesi durumunun tekerrür hükmünün uygulanması bakımından önem arz etmediği anlaşılmaktadır. Bakılan olayda; davacının 24.06.2005 tarihli ve 141 sayılı PTT Genel Müdürlüğü Merkez Disiplin Kurulu kararıyla, PTT Personel Yönetmeliği’nin 115/d ve (g) maddeleri uyarınca almış olduğu iki ayrı kınama cezasının tekerrüre esas alınması suretiyle, davacının 15.10.2012 – 31.10.2012 tarihleri arasında işlediği iddia olunan fiilleri nedeniyle dava konusu disiplin cezasının tesis edildiği görülmüş ise de, iki adet kınama cezasına dayanak teşkil eden fiillerin işlenmesinden itibaren beş senelik sicilden silinme süresi geçtikten sonra dava konusu disiplin cezasına dayanak fiillerin işlenmiş olduğu görüldüğünden, davacı hakkında tesis edilen dava konusu işlemde tekerrür hükümleri uygulanmasına olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda, davacı hakkında tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolundan verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 07/11/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Anayasa Mahkemesi Kararı-5434 Sayılı Kanun

Ara10
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Yazıyı görüntülemek için linki tıklayınız..

AYM Kararı-5434

 

 

 

 

Zabıta AYM Kararı

Kas29
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Yazıyı görmek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız..

 

Anayasa Mahkemesi Kararı(Disiplin)

Eki31
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN ÜYE OLUNUZ..

1.Başvuru,çok sayıda dilekçe veren memura disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

BAŞVURU NUMARASI   : 2015/3522

İHLAL TARİHİ                     : 20/09/2018

 

 

Anayasa Mahkemesi, sürekli dilekçe vererek, çalışma ortamında huzur ve sukünü bozan memurla ilgili önemli bir karar verdi. Mahkeme, her özel olayın kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekerek, verdiği dilekçelerle, mesai arkadaşları ve yöneticilerle yaşadığı gerilimleri devam ettiren memura verilen disiplin cezasının hukuka uygun buldu.

               Anayasa Mahkemesi kararının gerekçeleri: Başvurucunun çalıştığı sağlık kurumunda idarecilerin meşguliyetlerini söz konusu şikayetlerle artırdığı yadsınamaz bir gerçektir. Üstelik muhakkik raporunda yer alan tespite göre -ki başvurucunun bu tespite itiraz ettiği bildirilmemiştir- şikayet dilekçelerinin on beş tanesi ne kendisiyle ne de mesleğiyle ilgilidir. Başvurucunun bir sendika üyesi ya da bir sendikanın o kurumdaki temsilcisi olması kendisine her konuda kurumsal işleyişe ilişkin şikayetlerde bulunma hakkını otomatik olarak sağlamaz. Sendikaların örgütlendikleri işyerlerinde mal ve hizmetlerin üretimine ilişkin süreçlere inkar edilemez katkılarının bulunduğu kabul edilmelidir. Yine de bu sendikaların ve dolayısıyla sendika üyelerinin birincil görevlerinin işyerlerindeki mal ve hizmet kalitesinin yükseltilmesinin sağlanması değildir. Sendikaların öncelikli ve esas olarak bir işyerinde sendika üyelerinin ekonomik hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek amacıyla örgütlendikleri unutulmamalıdır.

İkinci olarak topluluk halinde yaşamanın doğal bir sonucu olarak insanlar sürekli olarak bir başkasını şikayet eden ve kendilerini de şikayet etme potansiyeli bulunan kişilerin varlığından rahatsız olurlar. Bu kişilerin herhangi bir hatalı davranışı nedeniyle değil sonucundan bağımsız olarak her idari veya adli soruşturmanın kişiler hakkında rahatsız edici bazı soruşturma işlemlerini gerektirmesi nedeniyle böyledir. Soruşturmalar kişileri rahatsız eder; işyerlerinde gerilimlere, çatışmalara ve bölünmelere neden olur ve toplam mutluluğu azaltır. Tam da soruşturmaların bu etkileri nedeniyle kötü niyetli kişilerce başkalarına zarar vermek, onları huzursuz etmek veya başka saiklerle bir silah gibi kullanılması riski bulunmaktadır.

Şikayet hakkı Anayasa’daki başta ifade özgürlüğü olmak üzere çok sayıda hak ve özgürlükle bağlantılıdır, bu nedenle somut başvuruya benzer olaylarda kamu gücünü kullanan organların ve derece mahkemelerin dikkatli bir aynma gitmeleri gerekir. Somut başvuruya konu olayda başvurucunun çalıştığı kurumdaki diğer mesai arkadaşları ve yöneticilerle yaşadığı gerilimleri devam ettirmek ve çatışma ortamını canlı tutmak amacı taşıdığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla somut başvuruda başvurucunun ödev ve sorumluluklarına uygun hareket ettiği söylenemez Bu nedenle söz konusu müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı sonucuna varılmıştır.

Demokratik toplumda gerekli olan bir müdahalenin aynı zamanda ulaşılmak istenen amaçla da orantılı olması gereklidir. Somut olayda başvurucu, uyarma cezası ile cezalandırılmıştır. Verilen disiplin cezasının kamu düzeninin ve disiplinin sağlanması amacını gerçekleştirmek için başvurulan araçlardan en hafifi olduğu anlaşılmış olup başvurucuya memurun görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile kendisine bildirilmesi şeklinde tanımlanan uyarma cezası verilmesinin orantısız bir müdahale olduğu söylenemez. Açıklanan gerekçelerle ifade özgürlüğüne yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

(Anayasa Mahkemesinin bu kararı 31 Ekim 2018 Tarihli ve 30581 Sayılı Resmî Gazetede  yayımlanmıştır.)

Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları

Eki25
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN ÜYE OLUNUZ..

T.C.Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü,Esas:2015/785,Karar: 2015 / 800,Karar: 30.11.2015

ÖZET : Davacının hissedarı olduğu taşınmazının fiilen el atılmayan kısmına,  kamulaştırmasız el atıldığından bahisle açılan tazminat davasında; aynı taşınmazın fiilen el atılan kısmına ilişkin olarak adli yargı yerince verilen kararın kesinleşmesi ve bu yöndeki hukuki ihtilafın sona ermesi karşısında; taşınmazın diğer bölümleri üzerindeki hukuki el atma nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın, imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

O L A Y : Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin Kayseri İli, Melikgazi İlçesi, Yıldırım Beyazıt Mahallesi, 3268 ada, 7 parselde kayıtlı bulunan taşınmazda hak sahibi olduğunu; dava tarihinden geriye doğru 5 yıldan daha uzun süre önce onanmış ve kesinleşmiş 1/1000 ölçekli uygulama imar planına göre; dava konusu taşınmazın yol ve park alanında kaldığını; imar durumuna göre taşınmazdan fiilen ve hukuken tasarruf etme imkanı bulunmadığını; Yargıtay 5.HD’nin 03.05.2011 tarih,2011/182 Esas ve 2011/7779 Karar sayılı ilamı ile aynı Dairenin 22.03.2011 tarih, 2010/17128 Esas ve 2011/5077 Karar sayılı ilamında da benimsenen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.12.2010 tarih, 2010/5-662 Esas ve 2010/551 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere; 3194 Sayılı Yasa’nın 10.maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli imar planının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı belediyece dava konusu taşınmazın ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve taşınmaz malikinin süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat şartları oluştuğundan, taşınmazın bedelinin ödenmesi gerektiğini; açıklanan işlemler tesis edilirken davalıca herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığı gibi taşınmazın bedelinin ödenmediğini, müvekkilinin rızası da alınmadığından taşınmaza el atılmış olduğunu; taşınmazın konumu itibariyle arsa değerinin yüksek olduğunu;  taşınmazın 2981 Sayılı Yasa’nın 10/b maddesi uygulaması ile oluşmuş olması durumunda Yargıtay kararlarına göre belirlenen bedelden DOP indiriminin yapılmaması gerektiğini; 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 5999 Sayılı Kanun’un Geçici maddesi hükmü ile 6111 Sayılı Kanun’un geçici 2.maddesi hükmü gereğince davalı idare ile uzlaşma talepleri bulunmadığından taşınmazın değerinin mahkemece tespiti ile bu bedelin tarafımıza ödenmesini istediklerini; öte yandan aynı taşınmazın bir başka hissedarı adına açmış bulundukları davanın, Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/136 Esas sayılı dosyasıyla derdest olduğundan, gerek usul ekonomisi, gerek çelişik karar verilmesinin engellenmesi ve yargılama birliği amacıyla tensiben eldeki dosyanın Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/136 Esas sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve yargılamanın belirtilen dosya üzerinden sürdürülmesine karar verilmesini de istediklerini ifade ederek; taşınmaza kamulaştırmasız el atılmasından dolayı fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla; a)Tensiben eldeki dosyanın Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/136 Esas sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve yargılamanın Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/136 Esas sayılı dosyası üzerinden sürdürülmesine, b)Şimdilik 15.000,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 8.3.2012 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi; 14.3.2012 gün ve E:2012/180, K:2012/131 sayı ile, davacı tarafından davalı aleyhine kamulaştırmasız el atma sebebiyle dava açıldığını, davacı vekilinin tensiben bu dosyanın Mahkemelerinin 2012/136 E sayılı dosyası ile birleştirilmesini talep ettiğini; Mahkemelerinin 2012/136 E.sayılı dosyası incelendiğinde; Davanın kamulaştırmasız el atma sebebiyle tazminat talebine ilişkin olduğu, dava konusu taşınmazların aynı olduğu, her iki dosya arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğunun anlaşıldığı; HMK. 166/1 md.ne göre aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar aralarında bağlantı bulunması durumunda davanın her aşamasında talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebileceği;  birleştirme kararının 2.davanın açıldığı mahkemece verileceği,  bu kararın diğer mahkemeyi bağlayacağı, açıklanan yasal düzenleme karşısında her iki dosya arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu, dosyaların birlikte yürütülmesinin gerektiği, dolayısıyla, her iki dosyanın Mahkemelerinin 2012/136 E.sayılı dosyası üzerinden birleştirilmesine karar vermek gerektiğini belirterek; Mahkemelerinin iş bu dava dosyasının aralarında bağlantı olduğu anlaşılan ve birlikte değerlendirilmesi gereken Mahkemelerinin 2012/136 E.sayılı dosyası ile HMK.166.v.d.maddeleri gereği BİRLEŞTİRİLMESİNE, yargılamanın, eski esaslı olan Mahkemelerinin 2012/136 E.sayılı dosyası üzerinden yürütülmesine, bu dosya esasının birleştirme nedeniyle bu şekilde kapatılmasına karar vermiştir.Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi;  18.3.2014 gün ve E:2012/136, K:2014/98 sayı ile, M.S.’nün davacısı olduğu dava ile, bakılan davanın davacısı olan S.Ç.’in dava dilekçelerini özetledikten ve dosyalara ilişkin diğer bilgilere yer verdikten sonra; “(…)Dava, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat talebine ilişkindir.Tüm dosya kapsamından Kayseri İli Melikgazi İlçesi Yıldırım Beyazıt Mah. 3268 ada 7 parsel de kayıtlı 4.580,96 m2 alanlı taşınmazda davacı M.S.’nün 748/4581 oranında, birleşen dosya davacısı S.Ç.’in ise 412/4581 oranında hissedar oldukları, dava konusu taşınmaza davalı idarenin kamulaştırma yapmadan el attığı iddiası ile 15.000 TL tazminat talepli iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Dava konusu taşınmazın tapu kaydı, krokisi, imar durumu, emsal taşınmaz kayıtları ve diğer değere etki eden faktörlere ilişkin yazı cevapları getirtilerek taşınmaz başında değerinin tespiti için ve el atılan yerlerin belirlenmesi amacıyla keşif yapılmış, Harita Mühendisi bilirkişi 28/09/2012 tarihli raporunu ibraz etmiş, raporda; taşınmazın A harfi ile gösterilen 68.56 m2 lik kısmına kaldırım, asfalt ve yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı, geri kalan 4512.40 m2 lik kısmına fiilen el atılmamış olup, zeminde boş arsa olarak kullanılmakta olduğu, fiilen el atılan kısmın 15 m lik yolda kaldığı, fiilen el atılmayan kısmın 7 m-15 m lik yolda kaldığı ve fiilen el atılmayan kısmın imar planında parkta kaldığı belirtilmiştir.Hesap bilirkişi 04/12/2012 rapor ve 04/12/2013 tarihli ek raporunda dava konusu taşınmazın değerini tespit için 5102 ada 1 nolu parseldeki 21/03/2003 tarihli satış emsal olarak alınmış, kamulaştırma kanunu hükümlerine uygun olarak inceleme yapılarak, taşınmaza fiilen ve hukuken el atıldığı, dava tarihi itibariyle davacı M.S. hissesi için 934.991,84 TL birleşen dosya davacısı S.Ç. hissesi için ise 516.849,49 TL olduğu belirtilmiş, el atılan taşınmaza ilişkin tazminat hesabı yapılmış olup emsal alınan taşınmazın da tapu kayıtları, satış akit tablosu ve imar durumu getirtilmiş, davaya konu taşınmaza uzaklığı tespit edilmiş, tüm delillere göre emsal olabileceği kanaatine varılmış, hesap bilirkişisi raporu hüküm kurmaya elverişli yasal ve yeterli görülmüş, davacı vekili asıl ve birleşen davasını usulüne uygun olarak ıslah etmiştir.Fen bilirkişisi raporundan taşınmazın bir kısmına fiilen el atıldığı anlaşılmaktadır. El atılan ve A harfi ile gösterilen kısım kaldırım ve asfalt olup, imar planında da davalı belediyenin sorumluluğunda olan aynı nitelikteki yolda kalmaktadır. Taşınmazın el atılmayan kısmın imar planında yolda ve parkta kaldığı ve tamamından davalı belediyenin sorumlu olduğu görülmektedir. Davalı belediyenin 31/12/2013 tarihli cevabı yazısına göre de, taşınmaza 2000 ve 2002 yıllarında el atıldığı görülmektedir. 6487 sayılı yasanın 21. maddesi ile değişik geçici 6. madde hükümlerine göre 1983 tarihinden sonraki fiili el atmalarda uzlaşmanın dava şartı olmadığı görülmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de 1983 sonrası fiili el atmalarda uzlaşmayı dava şartı olarak getiren 6111 sayılı yasanın ilgili maddelerini iptal etmiştir. Bu nedenle bu dosyada da uzlaşmanın dava şartı olmadığı kanaatine varılmıştır. Davalı idarenin taşınmazın bir kısmına imar planına uygun olarak el attığı, diğer kısımlara ise el atılmadığı görülmektedir, imar planlarından taşınmazın tamamının sorumluluğunun davalı idareye ait olduğu da anlaşılmaktadır. Davalı idare fiilen el atmak suretiyle imar planına uygun projeyi başlatmış olup, bu durumda el atılan kısımlar yanında el atılmayan kısımların da birlikte değerlendirilmesi ve taşınmazın tamamı üzerinden karar verilmesi gerekecektir.Hesap bilirkişi raporunda emsal taşınmaz ile dava konusu taşınmaz değerlendirilmiş, her iki taşınmazın aynı mahalle olduğu, uzaklığın emsal olabilecek şekilde 200 m olduğu, dava konusu taşınmazın kadastro parseli olup DOP kesintisinin yapılmadığı, emsal taşınmazın ise imar uygulaması sonucu oluşan ve DOP kesintisi yapılmayan parsel olduğu anlaşılmış, taşınmazların kıymet takdir komisyonunca belirlenen m2 rayiç değerlerine göre belirlenen değerlerde oransızlık olmadığı görülmüş, dava konusu taşınmaz 2981 sayılı yasa uygulaması ile oluşması sebebiyle belirlenen değerler DOP kesintisi yapılmamasının da yasal olduğu anlaşılmakla, davanın ve birleşen davanın kabulü gerekmiş ve aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM; Yukarıda açıklanan nedenlerle;

 

1-a)Davanın kabulüne, 934,991,84 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,

2-a)Birleşen davanın kabulüne, 516.849,49 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak birleşen dosya davacısına verilmesine,

3-Dava konusu Kayseri İli Melikgazi İlçesi Yıldırım Beyazıt Mah. 3268 ada 7 parselde tapuya kayıtlı taşınmazdaki davacı ve birleşen dosya davacı hisselerinin iptali ile, 03/10/2012 havale tarihli fen raporunda A-Y1-Y2 harfleri ile gösterilen kısımların tapudan yol olarak TERKİNİNE, P harfi ile gösterilen kısmın ise davalı adına park olarak TESCİLİNE,(…)” karar vermiş, bu karar temyiz edilmiştir.

Yargıtay 18.Hukuk Dairesi; 13.1.2015 gün ve E:2014/11357, K:2015/270 sayı ile, “(…) Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden; dava konusu taşınmazın imar planında yol olarak ayrılan bölümünde 68,56 m2 lik kısmına fiilen el atıldığı, imar planında park olarak ayrılan 4.171,82 m2 lik kısmına ise fiilen el atılmadığı, mahkemece, idarenin fiilen el atmak suretiyle imar planına uygun projeyi başlattığı elatılmayan kısımlarınca birlikte değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek taşınmazın tamamı üzerinden değerlendirme yapılıp bedeline hükmedildiği anlaşılmaktadır. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.Ancak; Taşınmazın fiilen el atılmayan fen bilirkişi raporunda (P) harfiyle park alanı olarak gösterilen 4.171.82 m2 lik bölümü yönünden;Fen bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın (Y1) 283,46 m2 ve (A) 68,55 m2’lik kısımlarının imar planında yol olarak belirlendiği ve (A) ile gösterilen kısma yol ve kaldırım yapmak suretiyle el atıldığı, geriye kalan imar yolu kapsamındaki taşınmaz kısmının da proje bütünlüğü gereği birlikte değerlendirilebileceği ancak yol ve kaldırım yapıldıktan sonra park alanı olarak ayrılan kısma hiçbir müdahale yapılmadığı ve proje bütünlüğü gereği birlikte değerlendirilmesinin uygun olmadığı anlaşılmıştır. Uygulama ve öğretide kamu idarelerinin, kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında tek yanlı irade açıklamalarıyla kamu hukuku esaslarına dayanarak ilgililerin hukuki durumlarını etkileyecek şekilde yaptıkları işlemlerin, idari işlem, görev ve yetki alanlarına giren konularda hukuka uygun olarak yaptığı fiiller ile bu görevleriyle ilgili hareketsiz kalmaları idari eylem olarak tanımlanmaktadır. Somut olayda idarenin icra yetkisini hukuka aykırı olarak kullanması olarak nitelendirilebilecek fiili el atma durumu söz konusu olmadığına göre, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca tek yanlı idari işlemle düzenlenen imar planları ve bu planlara dayanılarak yapılan işlemlerin idari nitelik taşıdığı, söz konusu imar planlarının zamanında uygulamaya geçirilmemesi durumunun da idari eylem olarak kabulünün gerektiği kabul edilmektedir.Yukarıda açıklanan uyuşmazlıklarla ilgili olarak açılan davalarda, görev itirazında bulunulması ve olumlu görev uyuşmazlığı çıkması üzerine durum Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından değerlendirilmiş ve 09.04.2012 gün 20 11/238E.-2012/63K. ve 2012/41 E- 2012/77 K. sayılı kararlarında fiili el atmanın bulunmadığı durumlarda idari yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.Ayrıca 11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun değiştirilen Geçici 6. maddesinin 10.fıkrasında da “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır.” hükmü getirilmiştir.Bu nedenlerle; fen bilirkişi raporunda (P) harfiyle gösterilen ve fiilen el atılmayan imar planında park alanı olarak ayrılan taşınmaz bölümü yönünden davacı tarafın mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamanın, dava konusu taşınmazın, genel ve düzenleyici bir işlem olan imar planıyla kamu hizmetine özgülenmesinden ve bu planda öngörülen kamulaştırma işlemlerinin zamanında yapılmamasından kaynaklandığının kabulü ile idari işlem ve eylemden doğan zarara ilişkin davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümleri uyarınca idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114/1-b  ve 115/2.maddeleri uyarınca davanın usulden reddine ilişkin hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA…” karar vermiştir.

 

KAYSERİ 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 21.5.2015 gün ve E:2015/117, K:2015/172 sayı ile, “(…) Mahkememizin 18/03/2014 tarih ve 2012/136 esas 2014/98 karar sayılı ilamı ile asıl davanın ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekili tarafından temyiz itirazı ve davacı tarafın katılma yolu ile temyiz itirazı üzerine dosya Yargıtay’a gönderilmiş, Yargıtay 18.HD.sinin 13/01/2015 tarihli kararında belirtilen gerekçelerle bozularak mahkememize iade edilmiş, dosya mahkememizin yukarıdaki sırasına kaydedilmiş, bozma ilamına uyularak yargılamasına devam olunmuştur.Dava, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat talebine ilişkindir.Tüm dosya kapsamından Kayseri İli Melikgazi İlçesi Yıldırım Beyazıt Mah. 3268 ada 7 parselde kayıtlı 4.580,96 m2 alanlı taşınmazda davacı M.S.’nün 748/4581 oranında, birleşen dosya davacısı S.Ç.’in ise 412/4581 oranında hissedar oldukları, dava konusu taşınmaza davalı idarenin kamulaştırma yapmadan el attığı iddiası ile 15.000 TL tazminat talepli iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Mahkememizin 18/03/2014 tarihli kararı ile taşınmazın el atılan P, A, Y1 ve Y2 harfleri ile gösterilen kısımlar yönünden davanın kabulüne karar verilmiş, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 13/01/2015 tarihli ilamında “fen bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın Y1 283,46 m2 ve A harfi ile gösterilen 68,55 m2 lik kısımların imar planında yol olarak belirlendiği ve A harfi ile gösterilen kısma yol ve kaldırım yapılmak suretiyle el atıldığı, geriye kalan imar yolu kapsamındaki taşınmaz kısmım da proje bütünlüğü gereği birlikte değerlendirilebileceği, fen bilirkişi raporunda P harfi ile gösterilen ve fiilen el atılmayan imar planında park alanı olarak ayrılan taşınmaz yönünden kamulaştırma işlemlerinin zamanında yapılmamasından kaynaklandığının kabulü ile idari işlem ve eylemden doğan zarara ilişkin davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu Hükümlerin uyarınca İdari Yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden 6100 sayılı HMK’nun 114/1 ve 115/2 Maddesi uyarınca davanın usulden reddine ilişkin hüküm kurulması” gerekçesi ile dosyaya bozma kararı verilmiş, bu yöne değinen bozma ilamı yerinde görülerek uyulmasına karar verilmiştir.Yeniden yapılan yargılamada Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin bozma ilamında da açıklandığı üzere taşınmazın fiilen el atılan Y1 ile gösterilen 283,46 m2 lik kısmı, Y2 ile gösterilen 57,11 m2 lik kısımlarının imar planında ana arter olmayan yolda kaldığı, fiilen el atmanın olmadığı, A ile gösterilen 68,55 m2 lik kısmının da imar planında ana arter olmayan yolda kaldığı ve fiilen el atıldığı, fiilen el atılan ve el atılmayan bu kısımların tamamının imarda yol olarak aynı belediyenin sorumluluğunda bulunduğu, bu nedenle proje bütünlüğü oluşturduğu anlaşılmakla bu kısımlar yönünden mahkememizin önceki kararında benimsenen bilirkişi raporu ve taşınmazın kabul edilen m2 değeri değeri bozma konusu yapılmamış olmakla, mahkememizce bu değerler esas alınarak hesaplama yapılmış, asıl dava ve birleşen davanın bu kez kısmen kabulü gerekmiştir.Fen raporunda P harfi ile gösterilen imar planında parkta kaldığı anlaşılan ve fiilen el atılmayan 4.171,82 m2 lik kısmı yönünden yapılan incelemede ise; uygulama ve öğretide; idarelerin hizmetlerin yürütülmesi sırasında tek yanlı irade açıklamalarıyla kamu hukuku esaslarına dayanarak ilgililerin hukuki durumlarını etkileyecek şekilde yaptıkları işlemler idari işlem, görev ve yetki alanlarına giren konularda hukuka uygun olarak yaptığı fiiller ile bu görevleriyle ilgili hareketsiz kalmaları idari eylem olarak tanımlanmaktadır. Somut olayda, idarenin icra yetkisini hukuka aykırı olarak kullanması olarak nitelendirilebilecek fiili el atma durumu söz konusu olmadığına göre, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca tek yanlı idari işlemle düzenlenen imar planları ve bu planlara dayanılarak yapılan işlemlerin idari nitelik taşıdığının, söz konusu imar planlarının zamanında uygulamaya geçirilmemesi durumunun da idari eylem olduğunun kabulü gerekir. Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde P harfi ile gösterilen kısımda el atmanın olmadığı, imar uygulaması sonunda oluşan hukuki el atma niteliğinde olduğu, yukarıda açıklandığı üzere İdare Mahkemesi görevli olduğundan yargı yolu yokluğu sebebiyle HMK 115/2 maddesi gereği davanın usulden reddi gerekmiştir.2942 sayılı kanunun 6487 sayılı kanunla değiştirilen geçici 6. Maddesinin 12 ve 13. Fıkraları, 13/03/2015 tarihli resmi gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarih 2013/95 Esas 2014/176 Karar sayılı ilamı ile iptal edildiğinden, 04/11/1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden kamulaştırmasız el atma sebebiyle açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretinin nispi olarak uygulanması gerektiğinden kabul ve red oranına göre davacı lehine nispi vekalet ücreti hesaplanmış, ret edilen kısım yönünden İdari Yargı görevli olduğundan davalı lehine maktu vekalet ücretine hükmetmek gerekmiş aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM; Yukarıda açıklanan nedenlerle; Asıl davada;

a)Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde P harfi ile gösterilen ve fiilen el atılmadığı anlaşılan proje bütünlüğü oluşturmayan kısım yönünden davada İdari Yargı görevli olduğundan HMK’ nun 114/1 b – 115/2 maddesi gereği USULDEN REDDİNE,

c)Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde A, Y1 ve Y2 harfleri ile gösterilen kısımlar yönünden davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 83.507,07 TL nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazla talebin reddine,Birleşen davada;

1-a) Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde P harfi ile gösterilen ve fiilen el atılmadığı anlaşılan proje bütünlüğü oluşturmayan kısım yönünden davada İdari Yargı görevli olduğundan HMK’ nun 114/1 b -115/2 maddesi gereği USULDEN REDDİNE,

c)Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde A, Y1 ve Y2 harfleri ile gösterilen kısımlar yönünden davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 46.161,45„TL nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazla talebin reddine,

2-Kayseri İli Melikgazi İlçesi Yıldırım Beyazıt Mahallesi 3268 ada 7 parselde tapuya kayıtlı taşınmazdaki davacı ve birleşen davacı hisselerinin fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde A, Y1 ve Y2 harfleri ile gösterilen kısımlardaki hisselerin iptali ile yol olarak davalı lehine TESCİL VE TERKİNİNE,” karar vermiş; davalı tarafından yapılan temyiz isteminden daha sonra feragat edilmiş ve hüküm 11.8.2015 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı vekili bu defa; müvekkilinin Kayseri İli, Melikgazi İlçesi, Yıldırım Beyazıt Mahallesi, 3268 ada, 7 parselde kayıtlı bulunan taşınmazda hak sahibi olduğunu; 01.02.1989 tarihinde onanmış ve kesinleşmiş 1/1000 ölçekli uygulama imar planına göre; taşınmazın tamamen 30.000 m2 den daha küçük nitelikteki (tali nitelikteki) park alanında ve 30 metreden daha az/tali genişlikteki yol alanında kaldığını; taşınmaz kamulaştırılmadığı gibi taşınmazın kamu hizmetinde kalan kısmının bedelinin ödenmediğini; Yargıtay,  Danıştay ve  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığını; dava konusu taşınmaza el atılması nedeniyle önceden Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/180 Esas sayılı dosyasıyla 08.03.2012 tarihinde dava açıldığını; dosyanın aynı mahkemenin 2012/136 Esas sayılı dosyasıyla birleştirildiğini, mahkemece 18.03.2014 tarih ve 2014/98 Karar sayılı ilamla davalarının taşınmazın tamamına isabet eden tazminat yönünden kabulüne karar verilmiş ise de temyiz üzerine Yargıtay 18.HD’nin 13.01.2015 tarih, 2014/11357 Esas ve 2015/270 Karar sayılı ilamıyla bozulduğunu; bozma ilamında özetle; “taşınmazın park alanında kalan kısmı yönünden idari yargının görevli olduğundan bahsedildiğini, bozmaya uyan mahkemece verilen 21.05.2015 tarih, 2015/117-172 sayılı ilamla “taşınmazın park alanında kalan ve fiilen el atılmayan kısmı yönünden idari yargının görevli olduğu” nun belirtildiğini;  mezkur ilamın 11.08.2015 tarihinde kesinleştiğini; davalı idareye ayrıca idari başvuru yapılmaksızın İYUK 9/1 maddesi gereğince yasal 30 günlük sürede eldeki davanın açıldığını; belirtilen Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasında bilirkişi raporu alındığını; düzenlenen fen bilirkişi raporu ile dava konusu taşınmazın imar durumu ve fiili durumunun ortaya çıkartıldığını; heyet raporu ile de dava konusu taşınmazın dava tarihi olan 08.03.2012 tarihi itibariyle birim değeri ve toplam tazminat değerinin belirlendiğini, zaten Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki önceki davalarının da bu değerden karara çıktığını,  mahkemece fiilen el atılan ve krokide A harfiyle gösterilen kısım ile bu kısımla proje bütünlüğü bulunan Y1 ve Y2 harfiyle gösterilen kısımların tazminatın tahsiline karar verildiğini; eldeki bu davada ise taşınmazın fiilen el atılmayan ve fen raporunda P harfiyle gösterilen park kısmının tazminatının talep konusu yapıldığını ifade ederek; dava konusu Kayseri İli, Melikgazi İlçesi,Yıldırım Beyazıt Mahallesi, 3268 ada, 7 parselde kayıtlı bulunan taşınmaza kamulaştırmasız el atılmasından dolayı fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla; şimdilik 30.000,00 TL tazminatın görevsiz mahkemedeki dava tarihi olan 08.03.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 18.8.2015 tarihinde  idari yargı yerinde dava açmıştır.

KAYSERİ 1.İDARE MAHKEMESİ: 2.11.2015 gün ve E:2015/940 sayı ile, “(…) Belediyelerin 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu, bu yönü ile de İdarî eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usûl ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmazın bir kısmına fiilen el atılması karşısında idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır. Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, İdarî eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan İdarî yargı yerine ait olduğu, idarece herhangi bir aynî hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adlî yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11/02/1959 tarih 1958/17 Esas 1959/15 Karar sayılı kararının III. bölümünde, İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.Dosyanın incelenmesinden; dava konusu Kayseri İli Melikgazi İlçesi Yıldırım Beyazıt Mahallesi 3268 Ada 7 Parsel numaralı taşınmazın 68,56 m2’lik kısmına kaldırım ve asfalt yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığının Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2015/117 Esas sayılı dosyasında yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan raporla anlaşılması karşısında, idarenin dava konusu taşınmaza fiilen de kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü adlî yargı yerinin görevine girmektedir. Ayrıca, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 22/09/2014 tarih 2014/804 Esas 2014/836 Karar sayılı kararı da bu yöndedir.Her ne kadar 2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19.maddesinin 2. fıkrasında; “Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” hükmü mevcut ise de Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/117 Esas sayılı dosyası, Kayseri 2. İdare Mahkemesinin 2015/977 Esas sayılı dosyasının ekinde 01/10/2015 tarihinde Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiği için temin edilememiştir. Açıklanan nedenlerle; 2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesinin 1. fıkrası uyarınca Mahkememiz dosyasının, görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine…” karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla yapılan 30.11.2015 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, Yasa’nın 14. maddesine göre olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğunun ileri sürülebilmesi için davanın “tarafları, konusu ve sebebinin aynı” olması koşulunun öngörülmüş bulunması karşısında, adli ve idari yargı yerleri arasında her iki yargı yerinde ortak taraf olan “S.Ç.” ve “Kayseri İli, Melikgazi İlçesi,Yıldırım Beyazıt Mahallesi, 3268 ada, 7 parselde kayıtlı bulunan taşınmazın fiilen el atılmayan ve fen raporunda P harfiyle gösterilen park kısmına ilişkin tazminat  istemi” yönünden  görev uyuşmazlığının doğduğu; idari yargı kararında, Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2015/117, K:2015/172 sayılı dosyasının, Kayseri 2. İdare Mahkemesinin 2015/977 Esas sayılı dosyasının ekinde Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiğinin belirtilmesi üzerine; adli yargı dosyasının da ilgili dosya kapsamında incelendiği  ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:Dava, davacının hissedarı olduğu taşınmazının fiilen el atılmayan kısmına,  kamulaştırmasız el atıldığından bahisle açılan tazminat istemine ilişkin bulunmaktadır.Dava dosyasının incelenmesinden; Yıldırım Beyazıt Mahallesi 3268 ada, 7 parsel sayılı taşınmazın 01.02.1989 tarihinde uygulama imar planına alındığı; yürürlükteki 1/1000 ölçekli uygulama imar planında park alanı, kısmen de yolda kalan bir kadastro parseli olduğu, 3194 Sayılı İmar Kanunun 18.madde uygulaması içeriğindeki D.O.P.(Düzenleme Ortaklık Payı) kesintisi yapılmadığı; adli yargı yerinde, birleştirilen asıl davadaki davacı M.S. ile görülen davanın davacısı olan S.Ç.’in hissedarı  bulundukları taşınmaza ilişkin olarak düzenlenen 4.12.2012 tarihli Bilirkişi Raporunda; Kayseri İli, Melikgazi İlçesi, Yıldırım Beyazıt Mah., 3268 ada, 7 parselde kayıtlı, “arsa” vasfındaki, taşınmazın 4.580,96m2 yüzöl­çümlü olduğu; tapu kaydının incelenmesinde, dava konusu taşınmazda; Zühtü oğlu M.S.’nün 748/4581, davacı Adnan oğlu Seyit ÇETİN’in 412/4581. hissesinin bulunduğu; taşınmazın 1/1000 ölçekli uygula­ma imar planında 30.000,00m2 den küçük park ve ana arter niteliğinde olmayan yol olarak ayrılmış yerlerde kaldığı; Keşif esnasında heyette bulunan Harita Mühendisi Bilirkişi tarafından düzenlenerek, 28/09/2012 tarihinde Mahkeme­ye sunulmuş olan krokili rapordan;

“1) Dava konusu taşınmaza kısmen ve fiilen el atılmış olduğu;

2) Dava konusu taşınmazın 1/1000 ölçekli uygulama imar planına göre durumunun :

A      68,56m2  Asfalt yol ve kaldırım yapılmış 1/1000 U.İ.P. ana arter niteliğinde olmayan yol

Y1    283,47m2      El atılmamış                        1/1000 U.İ.P. ana arter niteliğinde olmayan yol

Y2    57,11 m2       El atılmamış                         1/1000 U.İ.P. ana arter niteliğinde olmayan yol

P      4.171,82m2   El atılmamış                        1/1000 U.İ.P. 30.000.00m2 den küçük park

4.580.96m2 TOPLAM                              FİİLİ ve HUKUKİ EL ATMA” olduğunun görüldüğü; Kayseri Kadastro Müdürlüğü tarafından Mahkemeye gönderilmiş olan 14/03/2012 tarih ve 1978 sayılı yazıda; dava konusu taşınmazın 2981 sayılı İmar Kanununun uygulamasının yapılması sonucunda oluştuğu, bu uygulama esnasında taşınmaz­dan yol payı kesildiği, taşınmaz aleyhine ipotek tesisi görülmediğinin bildirildiği, Melikgazi Belediyesi tarafından Mahkemeye gönderilmiş olan 09/03/2012 tarih ve 2024 sayılı yazıda, dava konusu ta­şınmazın ilk olarak 01/02/1989 tarihinde imar planına alınarak kesinleştiğinin bildirildiği; Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından Mahkemeye gönderilmiş olan 08/03/2012 tarih ve 1235 sayılı yazıdan, dava ko­nusu taşınmazın dahilinde bulunduğu ilk 1/1000 ölçekli uygulama imar planının 01/02/1989 tarihinde onandığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Bu bağlamda, dava konusu taşınmaza el atıldığından bahisle davacı S.Ç. tarafından Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/180 Esas sayılı dosyasıyla açılan davanın,  parsel hissedarı olan M.S. tarafından açılan  aynı Mahkemenin E:2012/136 sayılı dosyasıyla birleştirildiği;  Mahkemece 18.03.2014 tarih ve K:2014/98 sayılı ilamla, davacıların davalarının, taşınmazın tamamına isabet eden tazminat yönünden kabulüne karar verildiği, ancak  temyiz üzerine Yargıtay 18.HD’nin 13.01.2015 tarih, E:2014/11357  ve K:2015/270 sayılı ilamıyla  kararın bozulduğu; bozma ilamında,  taşınmazın park alanında kalan, fiilen el atılmayan kısmı yönünden idari yargının görevli olduğuna işaret edildiği; bozmaya uyan Mahkemece verilen 21.05.2015 tarih, E/K:2015/117-172 sayılı ilamla, taşınmazın park alanında kalan ve fiilen el atılmayan kısmı yönünden idari yargının görevli olduğuna karar verildiği,  fiilen el atıldığı belirtilen ve  Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli Rapor ve krokisinde, kaldırım ve asfalt yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı belirtilen kısımlar yönünden uyuşmazlığın esası incelenerek  davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, belirlenen miktarın dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazla talebin reddine, dava konusu 3268 ada 7 parselde tapuya kayıtlı taşınmazdaki davacı ve birleşen davacı hisselerinin fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde A, Y1 ve Y2 harfleri ile gösterilen kısımlardaki hisselerin iptali ile yol olarak davalı lehine tescil ve terkinine  karar  verildiği; usul ve esas yönünden hükümler içeren  adli yargı kararının kesinleştiği; davacının bunun üzerine, görev uyuşmazlığına konu olan ve  hissedarı olduğu taşınmazının fiilen el atılmayan kısmına,  kamulaştırmasız el atıldığından bahisle tazminat  davası açtığı görülmüştür.Adli yargı yerince, taşınmazın fiilen el atılan kısmı bakımından esasa ilişkin olarak verilen kararın kesinleşmesiyle birlikte, artık bu yöndeki bir ihtilafın hüküm uyuşmazlığı hariç, Uyuşmazlık Mahkemesi önüne getirilebilmesine imkan olmadığından; bir şekilde hukuki çözüme kavuşturulmuş olan bu sorunun artık “hukuki el atma” hali bakımından belirleyici olması düşünülemez. Diğer bir deyişle, “kesin hükmün bağlayıcılığı” ilkesi gereğince artık taşınmazın bütünü bakımından bir değerlendirme değil, hukuki çözüme kavuşmuş kısım dikkate alınarak kalan kısım yönünden bir hukuki tespit ve değerlendirme yapılmalıdır. Davanın somutunda da, bilirkişi raporlarıyla saptanan fiili el atılan kısım bakımından adli yargı yerince davacı lehine tazminata hükmedildiği ve bu hükmün kesinleştiği görüldüğünden ve taşınmazın kalan kısmı yönünden, imar planında “park alanı ve yol” olarak belirtilen hukuki el atma söz konusu olduğundan; mevcut bu tespite göre sonuca gidilmelidir. Uyuşmazlık Mahkemesinin 26.10.2015 tarih ve E.2015/702, K.2015/707; 26.10.2015 tarih ve E.2015/708, K.2015/711; 28.09.2015 tarih ve E.2015/650, K.2015/654 sayılı kararları da bu doğrultudadır.

 

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde;  “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo – ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar. Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir. Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 – 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Davaya konu olayda; davacının hissedarı olduğu taşınmazının fiilen el atılmayan kısmına,  kamulaştırmasız el atıldığından bahisle uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır. Açıklanan nedenlerle, Kayseri 1. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kayseri 1. İdare Mahkemesince, 2.11.2015 gün ve E:2015/940 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 30.11.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

T.C.Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü,Esas:2015/796,Karar:2015 /811,Tarih : 30.11.2015

ÖZET: Safranbolu Belediyesi operatör kadrosunda sürekli işçi olarak çalışan davacının, Karabük İl Müdürlüğü’ne atanmasına ilişkin İl Mahalli İdareler Müdürlüğü işleminin; kendisinin vasıfsız işçi veya büro elemanı değil, kepçe operatörü olduğu, verimli olduğu mesleğinin dışında bir kısım işler yapmak zorunda bırakıldığını ileri sürerek söz konusu işlemin iptali istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

O L A Y  : Davacı vekili dava dilekçesinde; “Müvekkil, Safranbolu Belediyesindeki operatör kadrosunda 18 yıldan beri sürekli işçi statüsünde çalışmakta iken, İl Mahalli İdareler Müdürlüğünün 29.09.2011 tarih ve 03 sayılı kararıyla, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne atanmıştır.Atama kararında, işçilerin bir kısmın büro elemanı diğer bir kısmının da vasıfsız düz işçi olduğu ve bu nedenle atamalarının yapıldığı belirtilmişse de, müvekkil, büro elemanı veya vasıfsız düz işçi değil, kepçe operatörüdür. Müvekkil, Belediyede çalıştığı dönemde kepçe operatörlüğü yaptığını, atandığı yerde ise, uzmanı olduğu mesleği ile ilgili olmaksızın ne iş verirlerse o işi yapmak durumunda olduğunu ifade etmektedir. Bu ifadeden olarak, atamanın yapılmasında kamu, iş gücü kaybetmiş ve müvekkil de uzmanı ve verimli olduğu mesleğinin dışında bir takım işler yapmak zorunda bırakılmıştır.Hukuki dayanaktan yoksun ve işçinin verimliliği açısından da isabetli olmayan bu atama kararına ilişkin, 29.09.2011 tarih, 03 sayılı işlemin iptali ve öncelikle de yürütmesinin durdurulması talepleriyle işbu davayı ikame etmek gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda kısaca izah edilen nedenlerle ve incelemeler sırasında ortaya çıkacak nedenlerle, idarenin 29.09.2011 tarih ve 03 sayılı işleminin iptaline, öncelikle yürütmesinin durdurulmasına, yargılama giderleriyle vekalet ücretinin davalıya tahmiline karar verilmesini bilvekale arz ederim.” demek suretiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.Zonguldak İdare Mahkemesi: 24.02.2012 gün ve E:2011/2364, K:2012/179 sayılı kararında özetle; davada adli yargı yerinin görevli olduğundan bahisle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.Davacı vekili aynı istemle bu kez Safranbolu Belediye Başkanlığı’nı davalı olarak göstermek suretiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla): 17.09.2012 gün ve E:2012/153, K:2012/318 sayı ile özetle, davanın reddine karar vermiştir.İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 23.12.2013 gün ve E:2013/6598, K:2013/23064 sayılı ilamı ile özetle; “Davacı hakkında tesis edilen ve iptali talep edilen işlemin sürekli bir görevlendirme olduğu, davanın niteliği, talep ve 6111 sayılı Yasanın 166.maddesi hükmü dikkate alındığında talebin 6111 sayılı Yasa’nın 166. Maddesi kapsamında bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekmekte olup bu değerlendirmeyi yapacak adli yargı yeri değil idari yargı yeridir.Yargı yolu, dava şartlarından olup, yargılamanın her aşamasında mahkemece resen dikkate alınmalıdır. Bu durumda mahkemece davaya bakmaya adli değil idari yargı yeri görevli olduğundan dava dilekçesinin HMK. ‘nün 115. maddesi’ gereğince yargı yolu yanlışlığı nedeni ile usulden reddine karar verilmesi ve davanın iki ayrı görevsizlik kararı nedeniyle Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek karar verilmiş olması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA,” şeklinde karar vermiştir.

Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla): Yargıtay’ın bozma ilamına uyduktan sonra 09.04.2014 gün ve E:2014/279, K:2014/256 sayılı kararı ile özetle; davada idari yargının görevli olduğundan bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.

İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 17.03.2015 gün ve E:2014/17894, K:2015/4760 sayılı ilamı ile özetle; hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla yapılan 30.11.2015 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Safranbolu Belediyesi operatör kadrosunda sürekli işçi olarak çalışan davacının, Karabük İl Müdürlüğü’ne atanmasına ilişkin 29.09.2011 gün ve 3 sayılı İl Mahalli İdareler Müdürlüğü işleminin; kendisinin vasıfsız işçi veya büro elemanı değil, kepçe operatörü olduğu, verimli olduğu mesleğinin dışında bir kısım işler yapmak zorunda bırakıldığını ileri sürerek söz konusu işlemin iptali istemiyle açılmıştır.13..02.2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 166 inci maddesinde;

“Mahalli idarelerin ihtiyaç fazlası işçilerine ilişkin hükümler

MADDE 166- (1) İl özel idarelerinin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Karayolları Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına, belediyelerin (bağlı kuruluşları hariç) sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadroları ile sürekli işçi norm kadro dâhilinde olmak üzere ihtiyacı bulunan mahalli idarelere atanır.

(2) İhtiyaç fazlası işçilerin tespitini yapmak üzere vali veya görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında, il emniyet müdürü, defterdar, il milli eğitim müdürü, Türkiye İş Kurumu il müdürü, Karayolları Genel Müdürlüğü bölge müdürü, il mahalli idareler müdürü ve işçi devreden işyerinde toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili işçi sendikası temsilcisinden oluşan bir komisyon kurulur.

(3) Tespitin yapılmasına esas işçilerin listesi; birinci fıkrada belirtilen mahalli idareler tarafından bu Kanunun yayımından itibaren kırkbeş gün içinde gerekçesi ile birlikte komisyona sunulur. İhtiyaç fazlası olarak bildirilen işçilerden norm kadro fazlası olanlar komisyon tarafından birinci fıkrada belirtilen kurumlara atanmak üzere tespit edilir. Mahalli idarelerin norm kadrosu dâhilinde olup da ihtiyaç fazlası olarak bildirilen işçiler ise, 5393 sayılı Belediye Kanununun 49 uncu maddesindeki oranlar, kurumun bütçe dengesi, norm kadrosu ve yürütmekle görevli olduğu hizmetin gereği ile nüfus kriterleri değerlendirilmek suretiyle birinci fıkrada belirtilen kurumlara atanmak üzere tespit edilir. İldeki diğer kamu kurum ve kuruluşlarının talepte bulunması halinde, özelleştirme programında bulunan kuruluşlar hariç olmak üzere işçinin muvafakati alınmak kaydıyla bu idarelerde sürekli işçi statüsünde istihdam edilmek üzere atama işlemi yapılabilir. Komisyon çalışmasını kırkbeş gün içinde tamamlar. Bu listelerin tespitinden sonra valilerce atama yapılır.

(4) Bu madde kapsamında valilikler tarafından atama işleminin kamu kurum ve kuruluşlarına bildirim yapıldığı tarih itibarıyla sürekli işçi kadroları, diğer kanunlardaki hükümlere bakılmaksızın ve başka bir işleme gerek kalmaksızın ihdas ve tahsis edilmiş sayılır. İlgili kurumlar sürekli işçi kadrolarına yapılan atama işlemini onbeş gün içinde tekemmül ettirerek sonuçlandırır. Atama işlemi yapılan personel ilgili valilikler tarafından en geç on gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.

(5) Ataması tekemmül ettirilen işçiler, çalıştıkları kurumlarınca atama emirlerinin tebliğini izleyen günden itibaren beş iş günü içinde yeni görevlerine başlamak zorundadırlar. Bu süre içinde yeni kurumunda işe başlamayan işçilerin atamaları iptal edilerek 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 17 nci maddesine göre iş sözleşmeleri sona erdirilir.

(6) Devredilen işçilerin ücret ile diğer malî ve sosyal hakları; toplu iş sözleşmesi bulunan işçiler bakımından yenileri düzenleninceye kadar devir işleminden önce tabi oldukları toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre, toplu iş sözleşmesi olmayan işçiler bakımından 2010 yılı Kasım ayında geçerli olan bireysel iş sözleşmesi hükümlerine göre belirlenir. Devre konu işçiler bakımından devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devralan kurum sorumlu tutulamaz. Kıdem tazminatına ilişkin hükümler saklıdır.

(7) Bu madde kapsamında işçi nakleden mahalli idarelerin nakil sonrasında oluşan işçi sayısında beş yıl süreyle artış yapılamaz.

(8) Bu madde kapsamında işçi nakleden mahalli idarelerce üç yıl süreyle, gerçekleşen en son yıl bütçe gideri içinde yer alan hizmet alımı tutarının, 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre belirlenecek yeniden değerleme oranında artırılarak hesaplanacak tutarı aşmayacak şekilde hizmet alımı için harcama yapılabilir. Bu kapsamda yapılacak harcamaların hizmet gereklerine dayalı olarak belirlenen sınırdan fazla yapılmasının gerekmesi halinde İçişleri Bakanlığından izin alınması zorunludur.(9) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin olarak gerekli görülmesi halinde, Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Devlet Personel Başkanlığı ve ilgili diğer kurumların görüşünü alarak uygulamayı yönlendirmeye ve ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye İçişleri Bakanlığı yetkilidir.” denilmiştir.657 sayılı Devlet Memurları Kanununun “İstihdam Şekilleri” başlıklı 4 üncü maddesinde, kamu hizmetlerinin; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği belirtilmiş ve bu suretle kamuda tahsis edilen sürekli işçi kadrolarında belirsiz süreli iş sözleşmeleriyle sürekli işçi çalıştırma esası öngörülmüştür. Davacının da bu kapsamda evvelce Safranbolu Belediyesi operatör kadrosunda 4857 sayılı İş Kanuna tabi sürekli işçi kadrosunda istihdam edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “ İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” kenar başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır. Kamu kurumlarınca alınan idari kararların yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile kanuna aykırı olduğu ileri sürülerek açılan ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde tanımlanan iptal davalarının amacı, idari işlemlerin idari yargı organlarınca denetlenerek, idarenin hukuka uygunluğunun sağlanmasıdır. Kamu kuruluşlarında çalışan geçici ve daimi kadrolu işçilerin, diğer kamu kuruluşlarına nakli kadro ve unvan değişiklikleri ile ilgili tasarrufların idarenin işleyişinden kaynaklanan kamu gücü kullanılarak ve tek taraflı olarak tesis edilmeleri itibariyle idari nitelikte işlemler olduğu, bu işlemlere ilişkin denetimlerin de idare hukuku kurallarına göre idari yargı yerinde yapılması gerektiği açıktır. Somut olayda yukarıda açıklanan mevzuat değişikliğinden kaynaklanan uyuşmazlığa konu davacının atanmasına ilişkin işlem, kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı olarak tesis edilen idari işlem niteliğini taşıdığından, bu işlemin iptali istemiyle açılan davada, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde idari yargı görevli olduğundan Zonguldak İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGI YERİNİN görevli olduğuna, bu nedenle Zonguldak İdare Mahkemesince verilen 24.02.2012 gün ve E:2011/2364, K:2012/179 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 30.11.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

Danıştay Kararları

Eki22
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN ÜYE OLUNUZ..

Danıştay Onikinci Daire,Esas No : 2013/319,Karar No : 2016/6344,T: 13/12/2016

Özeti : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarında bahsedildiği üzere, devlet memurlarının, ifade özgürlüğü kapsamında düşünceyi açıklama ve bilgiye erişim hakkından bütünüyle mahrum bırakılamayacağı, bununla birlikte, demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya başka bazı alanlarda siyasi ve toplumsal faaliyetlere sınırlamalar getirilebileceği, öğretmen olan davacının bir siyasi partinin basın açıklamasına katılarak açıklamayı dinleme şeklinde gerçekleşen eyleminin; sınırlamalara tabi tutulmasını gerektirecek veya başka güvenlik tehdidi oluşturan bir görevde bulunmaması, öte yandan tarafsızlığını ihlal edici tavır ve eylemlerinin bulunduğu veya demokratik eğilim dışına çıkan, şiddet içeren bir nitelik taşıdığına ilişkin bir tespitin bulunmaması karşısında, 657 sayılı Kanun’un 125/D-o maddesi kapsamında disiplin cezasına konu olamayacağı hakkında.

Danıştay Birinci Daire, Esas No: 2016/851,Karar No: 2016/1189,T:08.09.2016

Özeti : İşleme konulmama kararlarının dayanağı araştırma veya incelemenin gerektiğinde denetim elemanları vasıtasıyla yaptırılması gerektiği hakkında.

İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunun 23.03.2016 tarih ve E:2016/208, K:2016/197 sayılı görevsizlik kararıyla gönderilen dosya, İçişleri Bakanının 24.12.2015 tarih ve İNS:2015.34.1963 sayılı şikayetin işleme konulmaması kararı ve bu karara yapılan itiraz, Tetkik Hakimi Hacer Gülçin Akçakoca’nın açıklamaları dinlenildikten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;4483 sayılı Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmamasının, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesinin zorunlu olduğu, iddiaların da ciddi bulgu ve belgelere dayanması gerektiği, bu hükme aykırı bulunan ihbar ve şikayetlerin, Cumhuriyet Başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmayacağı ve durumun ihbar veya şikayette bulunana bildirileceği, aynı Kanunun 5’inci maddesinde ise izin vermeye yetkili merciin, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlendiğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatacağı, ön inceleme, izin vermeye yetkili merci tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabileceği, inceleme yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya kuruluşunun içerisinden belirlenmesinin esas olduğu, işin özelliğine göre bu mercii, anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebileceği hükme bağlanmıştır.Dosyanın incelenmesinden, İstanbul İli, Güngören İlçesinde bulunan Davutpaşa Metro İstasyonu girişinin bir işletme tarafından işgal edildiği, kamunun ortak kullanım alanına masa konularak bu işletmeye dahil edildiği, istasyon girişindeki denetim görevinin gereğince yerine getirilmediği ve kamu malının işgaline göz yumulduğu iddialarıyla … tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikayet üzerine Valilik tarafından konunun araştırılması için Vali Yardımcısı … başkanlığında İstanbul Büyükşehir Belediye Müfettişi …’ın görevlendirildiği, adı geçen Müfettiş tarafından hazırlanan araştırma raporu doğrultusunda da yetkili mercii tarafından itiraza konu şikayetin işleme konulmaması kararının verildiği tespit edilmiştir.İhbar ve şikayetlerin işleme konulmaması kararının 4483 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi uyarınca izin vermeye yetkili makamlar tarafından verilebileceği açık olduğundan, eğer ihbar ve şikayete konu olayla ilgili olarak bir inceleme veya araştırma yapılması ihtiyacı duyulmuş ise, bu inceleme veya araştırmanın da 4483 sayılı Kanunun 5’inci maddesinde ön inceleme yapılması veya yaptırılması bakımından aranan kriterler esas alınmak suretiyle yani bizzat izin vermeye yetkili mercii veya izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya kuruluşunun içerisindeki teftiş kurullarından görevlendirilecek bir veya birkaç denetim elemanı veya hakkında araştırma yapılacak kişinin üst konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya birkaçı tarafından yapılması gerekeceği tabiidir. Aksi tutumun gerek yapılan inceleme veya araştırmanın gerekse bu inceleme veya araştırma raporuna dayanılarak izin vermeye yetkili mercilerce verilecek işleme konulmama kararının objektifliğini, sıhhatini ve hukukiliğini tartışmalı hale getireceği ve 4483 sayılı Kanunun prensiplerine aykırı olacağı açıktır.Bu itibarla … Belediye Başkanı hakkındaki şikayet ile ilgili olarak her ne kadar Vali Yardımcısı … ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediye Müfettişi tarafından araştırma yapılmış ise de, hiyerarşik ilişki içerisinde görev yaptığı üstü konumundaki … Belediye Başkanı hakkında İstanbul Büyükşehir Belediye Müfettişi tarafından yapılan araştırma sonucunda düzenlenen rapor dayanak alınmak suretiyle yetkili merci kararı verilmesinin, bu kararın objektifliği ve hukukiliği konusunda tereddüt oluşturacağı sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle, itirazın kabulüyle İçişleri Bakanının şikayetin işleme konulmamasına ilişkin 24.12.2015 tarih ve İNS:2015.34.1963 sayılı kararının kaldırılmasına, konuyla ilgili yeniden yaptırılacak ön incelemede tarafsızlığı ve objektifliği sağlamak amacıyla Belediyede görevli olmayan bir incelemeci veya araştırmacı tarafından düzenlenecek inceleme veya araştırma raporuna göre yetkili mercii tarafından şikayetin işleme konulmasına ya da konulmamasına ilişkin yeni bir karar tesis edilmesi, verilecek kararın türüne göre on günlük itiraz süresini ve yerini de belirten yazılı bildirimler yapıldıktan sonra itiraz edilmesi halinde itiraz dilekçeleri ve yazılı bildirim alındıları ile birlikte Dairemize gönderilmesi için dosyanın karar ekli olarak İçişleri Bakanlığına iadesine, kararın bir örneğinin itiraz edene gönderilmesine tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay Birinci Daire, Esas No: 2016/671,Karar No: 2016/1287,T: 29.09.2016

Özeti: Şikayetin işleme konulmamasına ilişkin yetkili merci kararlarına Cumhuriyet Savcılarının itiraz hakkı bulunmadığı hakkında.

02.12.1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında; bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmamasının, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesinin zorunlu olduğu, iddiaların da ciddi bulgu ve belgelere dayanması gerektiği, bu hükme aykırı bulunan ihbar ve şikayetlerin, Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmayacağı ve durumun ihbar veya şikayette bulunana bildirileceği hükme bağlanmıştır.4483 sayılı Kanunun 9’uncu maddesinin ikinci fıkrasında ise, “…soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi tarafından itiraz yoluna gidebilir.” hükmü yer almıştır.Anılan Kanunun 04.12.1999 tarihinde yürürlüğe girdiği, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte yetkili merciler veya Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından verilen işleme konulmama kararlarına karşı bu Kanunda herhangi bir itiraz yolu öngörülmediği, Kanunda bu kararlara karşı itiraz edilebileceğine ilişkin bir düzenleme yer almamasının, hukukun genel prensipleriyle bağdaşmadığı ve bu durumun hukuki bir boşluk yarattığı yolundaki değerlendirmelerden hareketle, yetkili merciler tarafından verilen işleme konulmama kararlarına karşı şikayetçilerin ve Cumhuriyet Başsavcılıklarının itiraz edebileceği yolunda Danıştay içtihatları geliştirilerek kanundaki boşluğun doldurulmaya çalışıldığı, bu Danıştay içtihatları gereğince de yetkili merciler tarafından verilen işleme konulmama kararlarına Cumhuriyet başsavcılıklarınca ve şikayetçilerce yapılan itirazların, uzun yıllardır Dairemizce incelenerek karara bağlandığı bilinmektedir. Ancak, 20.08.2016 tarih ve 6745 sayılı Kanunun 44’üncü maddesiyle, söz konusu fıkranın birinci cümlesine, “Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi” ibaresinden sonra gelmek üzere “izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikayetçi” ibaresinin eklendiği, bu değişiklikle, yetkili merciler tarafından verilen işleme konulmama kararlarına karşı itiraz hakkının sadece şikayetçilere tanındığı, Cumhuriyet başsavcılıklarının ise bu kararlara karşı itiraz edebilecekleri yolunda herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği, böylece Cumhuriyet Başsavcılıklarına söz konusu kararlara karşı itiraz yolunun kapatıldığı anlaşılmıştır. Bu nedenle, İçişleri Bakanının 18.11.2015 tarih ve İNS:15.32.420 sayılı şikayetin işleme konulmamasına ilişkin karara Sütçüler Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazın incelenmeksizin reddine, Diğer taraftan, İçişleri Bakanının 18.11.2015 tarih ve İNS:15.32.420 sayılı kararına şikayetçi … tarafından yapılan itirazın, İçişleri Bakanlığının 22.12.2015 tarih ve E.25013 sayılı yazısı ekinde Dairemize gönderildiği, Dairemizin 10.2.2016 tarih ve E:2016/42, K:2016/121 sayılı kararıyla da anılan yetkili merci kararına şikayetçi tarafından yapılan itirazın reddedildiği, bu dosyada ise, aynı yetkili merci kararına şikayetçi … tarafından mükerrer olarak itiraz edildiği görülmüştür. Açıklanan nedenle, İçişleri Bakanının 18.11.2015 tarih ve İNS:15.32.420 sayılı şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kararına şikayetçi … tarafından mükerrer olarak yapılan itiraz hakkında ayrıca karar verilmesine yer olmadığına, dosyanın karar ekli olarak Antalya Bölge İdare Mahkemesine, kararın birer örneğinin itiraz edenlere gönderilmesine 29.09.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Başsavcılıklarına söz konusu kararlara karşı itiraz yolunun kapatıldığı anlaşılmıştır. Bu nedenle, İçişleri Bakanının 18.11.2015 tarih ve İNS:15.32.420 sayılı şikayetin işleme konulmamasına ilişkin karara Sütçüler Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazın incelenmeksizin reddine,Diğer taraftan, İçişleri Bakanının 18.11.2015 tarih ve İNS:15.32.420 sayılı kararına şikayetçi … tarafından yapılan itirazın, İçişleri Bakanlığının 22.12.2015 tarih ve E.25013 sayılı yazısı ekinde Dairemize gönderildiği, Dairemizin 10.2.2016 tarih ve E:2016/42, K:2016/121 sayılı kararıyla da anılan yetkili merci kararına şikayetçi tarafından yapılan itirazın reddedildiği, bu dosyada ise, aynı yetkili merci kararına şikayetçi … tarafından mükerrer olarak itiraz edildiği görülmüştür.Açıklanan nedenle, İçişleri Bakanının 18.11.2015 tarih ve İNS:15.32.420 sayılı şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kararına şikayetçi … tarafından mükerrer olarak yapılan itiraz hakkında ayrıca karar verilmesine yer olmadığına, dosyanın karar ekli olarak Antalya Bölge İdare Mahkemesine, kararın birer örneğinin itiraz edenlere gönderilmesine 29.09.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay Birinci Daire,Esas No: 2016/1299,Karar No: 2016/1332,T: 06.10.2016

Özeti : İftira ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçlarının maddi unsurlarının somut olayda araştırılması gerektiği hakkında.

4483 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında; bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmamasının, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesinin zorunlu olduğu, iddiaların da ciddi bulgu veya belgelere dayanması gerektiği, bu hükme aykırı bulunan ihbar ve şikayetlerin, Cumhuriyet Başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmayacağı ve durumun ihbar veya şikayette bulunana bildirileceği hükme bağlanmıştır.5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” başlıklı 216’ncı maddesinde, halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimsenin, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı, Kanunun “İftira” başlıklı 267’nci maddesinde ise, yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişinin, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı hükümlerine yer verilmiştir.Dosyanın incelenmesinden, Belediye Başkanının 15.12.2015 tarihinde yaptığı basın açıklamasında, “… Su fiyatlarının evlerde 1.29 TL, işyerlerinde ise 2 TL artı vergiler olması hususundan vazgeçmeyeceğiz. Son yapılan HATSU Meclisi’nde su fiyatlarının düşürülmesi konusunda büyük bir çaba sarf ettik. Su konusunda eksiklik gördüğümüz için düzeltmek istedik. Ancak boşuna inat ediliyor, sıcak ve temiz para girişi var onu kullanmak istiyor. Biz duruşumuzdan vazgeçmeyerek aynı şekilde devam edeceğiz. Biz konuyla ilgili olarak zaten savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Yapılan hesaplar neticesinde su fiyatının 1.29 kuruş olması gerekiyor. Elbet bu su fiyatları da düşecektir. Güzel bir atasözümüz var, yanlış hesap Bağdat’tan döner.” ifadelerine yer verildiği, bu açıklamada kullanılan ifadelerin düşünce ve kanaat özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, kaldı ki söz konusu ifadelerin içeriğinde halkın farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa tahrik etmek fiil ve kastının bulunmadığı, dolayısıyla olayda, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu ile ancak gerçek bir şahsa karşı işlenebilecek iftira suçunun maddi unsurlarının oluşmadığı anlaşılmıştır.Bu nedenlerle şikayetin, 4483 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi kapsamında ön incelemeyi gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, şikayetin işleme konulmamasına ilişkin İçişleri Bakanının 29.04.2016 tarih ve İNS:2016.31.81 sayılı kararına yapılan itirazın reddine, dosyanın karar ekli olarak İçişleri Bakanlığına, kararın bir örneğinin itiraz edenin vekiline gönderilmesine 06.10.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu,Esas: 2016/3593,Karar : 2016/2655,T: 11/10/2016

Özeti : 3194 sayılı İmar Kanununun Ek-3 maddesi uyarınca 1/5000 ölçekli nazım imar planı ile 1/1000 ölçekli uygulama imar planının onaylanmasına ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davada, 1/1000 ölçekli uygulama imar planında “merkezi iş alanı” lejantı getirilmesinin Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği ile Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmeliğe aykırı olduğu gibi, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarına da uygun olmadığı hakkında.

Dava, Karayolları Genel Müdürlüğü mülkiyetinde olup Çınarlı Araç Muayene istasyonu olarak kullanılan İzmir İli, Konak İlçesi, Mersinli Mahallesi, … ada, … parsel sayılı taşınmazın MİA, park ve yol olarak belirlenmesine ilişkin ve Özelleştirme Yüksek Kurulunun 24.02.2014 günlü, 2014/07 sayılı kararıyla 3194 sayılı İmar Kanunu’nun Ek-3. maddesi uyarınca onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı ile 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliklerinin iptali istemiyle açılmıştır.Danıştay Altıncı Dairesi’nin 26/05/2016 günlü, E:2014/7209, K:2016/3301 sayılı kararıyla; Dairelerince yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda, plan değişikliği işlemlerinden 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliği ile merkezi iş Alanı (MİA) kavramı ile tanımlanan yeni kullanım kararı üst ölçekli planlarda getirilen kullanım kararlarına aykırılık taşımadığı ve planların kademeli birlikteliği ilkesi açısından bir sakınca bulunmadığı, benzer kullanım tanımlanan çevredeki taşınmazlarda öngörülen yapılaşma koşullarından farklı bir yapılaşma koşulu da getirilmediği, ancak planlamada bir kullanım değil, bir kavram olarak ele alınması gereken MİA kavramını uygulamaya esas planda bir kullanım türü olarak getiren 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı Değişikliğinin bu yönüyle planlama tekniği açısından hatalı olduğunun saptandığı, Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği eki lejand gösterimleri incelendiğinde yönetmeliğe de aykırı olduğunun görüldüğü, plan değişikliği öncesindeki durumunda daha az yapılaşma olanağı verilen parselde, davaya konu plan değişikliği ile yapı yoğunluğu, yani inşaat alanı arttırılmış ve böylece ilave çalışan nüfus getirilmiş olup, ayrıca MİA kavramı doğrultusunda öngörülen kullanımlar gereği bu alanı kullanan kişi sayısı arttığı, yapı yoğunluğunun, yani inşaat emsalinin arttırıldığı plan değişikliği işleminde, imar mevzuatı açısından sosyal alan ve teknik altyapı dengesini bozmayacak nitelikte bir planlama yapılması gerektiği ilkesine aykırılık bulunduğu, ilave inşaat alanı ile öngörülen yeni kullanım kapsamında, olası alışveriş merkezi gibi kullanımlar nedeniyle ilave trafik yaratılacağı ve bu trafik yükünün çevredeki taşıt yolu bağlantılarını trafik sıkışıklığı ve trafik güvenliği açısından olumsuz etkileyeceği, davaya konu plan değişikliği işlemlerinde yer alan Plan Notları içinde zemin altında kalmak şartıyla, ağaçlandırma ve bitkilendirme için yeterli derinlikte toprak örtüsü olması ve standartları sağlaması kaydıyla yeşil alan yani park olarak ayrılmış parselin altında otopark yapılabileceğinin belirtildiği, zeminin kaç kat altına gidilebileceğinin açık bırakılması nedeniyle buradaki otoparkın kapasitesinin belirsiz olduğu, ayrıca bunun umumi bir otopark olarak kullanılma olasılığının da bulunduğu, kentin bu noktasında planlanacak bir otoparkın başlı başına trafik yaratıcı bir unsur olduğu, bu durum buradaki ana bağlantılarda ve kavşakta trafik sıkışıklığı ve trafik güvenliği sorunlarına yol açacağı, ayrıca bu otoparka girişin hangi yoldan yapılacağının belirtilmediği, ulaşım açısından bir diğer sorun plan değişikliği işleminin mekansal kurgusu içinde metro istasyonlarından taşınmaza doğrudan ve kolay yaya erişimi sağlayan bir tasarım yaklaşımı olmaması olduğu, bu durumun davalı idarenin plan yetkisinin sadece söz konusu parselle sınırlı olup, metro istasyonlarından erişime ilişkin çözümlerin plan yetkisi dışında kalmasından kaynaklandığı, yani parçacı plan yaklaşımının bir sonucu olduğu, bu nedenle dava konusu plan değişikliğinin çevredeki alanlara ilişkin mevcut planlar ile bütünleşebildiğinin de söylenemeyeceği, uygulama imar planı gösterimine göre davaya konu taşınmaza (ve park alanı altında gerçekleştirilmesi olası otopark alanına) ulaşan yolların tümü yaya yolu olarak planlanmış olup bunlar plandaki gösterim uyarınca motorlu taşıt trafiğinin kullanacağı yollar olmadığı, bu durumun önceki planda da olduğu ve önceki plandaki yaya yolu gösterimi üzerinde bir değişiklik yapılmadığı için uygulamaya esas olan plan kapsamında bu yolların taşıt yolu olarak planlanmamış olduğu, bu durumun parsele hiçbir taşıt yoluyla erişilemediği, anlamına geldiği ve plan yapım teknikleri açısından hatalı bir yaklaşıma işaret ettiği yönündeki tespitlere yer verildiği, davalı idare tarafından bilirkişi raporuna yönelik olarak yapılan itirazda; Merkezi İş Alanı (MİA) kullanımının çevre ve imar bütünlüğüne uyumlu plan kararları getirildiği, yürürlükteki 1/25000 ölçekli İzmir Büyükşehir Bütünü Çevre Düzeni Planında verilen Merkezi İş Alanı (MİA) kullanım kararının korunduğu ve bu doğrultuda dava konusu plan değişikliklerinin yapıldığı, bu planın koruma, gelişme ve plan ilke, strateji ve üst ölçekli plan kararlarına uyumlu olduğu, çevre arazi kullanım türleri ve imar hakları ile çelişmediği, daha önce araç muayene istasyonu olduğu dikkate alındığında yeni bir alan ayrılmadığı, trafik yoğunluğunun artacağının kabulünün mümkün olmadığı, planların onaylandığı tarihte yürürlükte bulunan Plan Yapım Esaslarına Dair Yönetmelikte MİA kavramının hem nazım hem de uygulama imar planı için geçerli olduğu, yetişmiş ağaç dokusunun dikkate alındığı, bu kapsamda, Merkezi İş Alanı (MİA) kullanım kararının üst ölçekli plan öngörüsü olarak dava konusu plan değişiklikleri ile fonksiyonunu tamamlayan özelleştirme kapsam ve programına alınan taşınmazın fonksiyonel dönüşümünün yapılmasını amaçladığı, bu yönüyle yapıldığı dönemdeki Yönetmelik kurallarına uygun olarak esnek bir yaklaşımla gerçekleştirildiği, taşınmazın önceki fonksiyonundaki trafik yükü dikkate alındığında yeni trafik yükü getirmesinin söz konusu olmadığı gibi alanın üstleneceği yeni işlevin de plandaki yeri ve çevre kullanımları ile uyumlu olduğu görüldüğünden, dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Davacı, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir. Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Danıştay Altıncı Dairesince verilen kararın 1/5000 ölçekli nazım imar planına yönelik kısmının usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Kararın 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planına yönelik kısmına gelince; Uyuşmazlıkta öncelikle 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı ile “MİA” Merkezi İş Alanı kullanım kararı getirilmesinin hukuki dayanağının bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekmektedir.3194 sayılı İmar Kanununun “İmar Planlarında Bakanlığın Yetkisi” ni düzenleyen 9. maddesine 4046 sayılı Kanunun 41. maddesiyle eklenen 2. fıkrada: “Belediye hudutları ve mücavir alanlar içerisinde bulunan ve özelleştirme programına alınmış kuruluşlara ait arsa ve arazilerin, ilgili kuruluşlardan gerekli görüş, (Belediye) alınarak çevre imar bütünlüğünü bozmayacak (Ek ibare: 03/04/1997 – 4232/4 maddesi) imar tadilatları ve mevzi imar planlarının ve buna uygun imar durumları; Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca hazırlanarak Özelleştirme Yüksek Kurulunca onaylanmak suretiyle yürürlüğe girer ve ilgili Belediyeler bu arsa ve arazilerin imar fonksiyonlarını 5 yıl değiştiremezler. (Ek ibare: 03/04/1997 – 4232/4 maddesi) ilgili belediyeler görüşlerini onbeş gün içinde bildirir.” kuralına yer verilmiştir.Dava konusu planın onaylandığı tarihte yürürlükte bulunan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik’in “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde Uygulama İmar Planı, Onaylı halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olan ve nazım imar planına uygun olarak hazırlanan ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve esaslarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren ve 1/1000 ölçekte düzenlenen raporuyla bir bütün olan plan olarak tanımlanmış olup, aynı Yönetmeliğin 18. maddesinde her ölçekteki planların EK-2 verilen lejant ve plan çizim normlarına göre hazırlanacağı belirtilmiştir.Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nin 14. maddesinin “Çalışma Alanları” başlıklı 1. fıkrasının a bendinde “Merkezi iş alanı: nazım imar planlarında yönetim, turizm, sosyal kültürel ve ticari amaçlı yapılar için ayrılmış kentin merkezinde kalan bölgedir. Bu bölgede yönetimle ilgili idari tesis alanları, iş hanı, çarşı, çok katlı mağaza, banka gibi ticaret ve finans tesis alanları, turizm tesis alanları, sosyal kültürel tesis alanları, ibadet yerleri, park ve benzeri yeşil alanlar, spor alanları kamuya ve özel sektöre ait eğitim ve sağlık tesisleri alanları, kamuya ve özel sektöre ait teknik altyapı tesis alanları ile bu alanlara hizmet verecek benzeri alanlar ayrılır.” hükmü yer almaktadır.Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, özelleştirme kapsam ve programına alınan taşınmazlara yönelik plan değişikliği yapılması hususunda Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun yetkili olduğu konusunda kuşku bulunmamakta ise de, söz konusu plan değişikleri ile öngörülen kullanım kararlarının yukarıda yer verilen Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik eki lejantlara uygun olması gerektiği açıktır. Öte yandan, Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nin 14. maddesinin 1 fıkrasının a bendinde, merkezi iş alanı tanımı yapılırken nazım imar planlarında yönetim, turizm, sosyal kültürel ve ticari amaçlı  yapılar için ayrılmış bölge olarak belirtilmek suretiyle bu çalışma alanlarının sadece nazım imar planı ölçeği için öngörülmüş bir kullanım türü olduğunun kabulü gerekmektedir.Uyuşmazlıkta ise, 1/1000 ölçekli uygulama imar planında dava konusu taşınmaza yönelik olarak “Merkezi İş Alanı” lejandı öngörülmüş olup plan hükümlerinde “Merkezi İş Alanı: bu bölgede yönetimle ilgili idari tesis alanları, iş hanı, çarşı, çok katlı mağaza, banka gibi ticaret ve finans tesis alanları, turizm tesis alanları, sosyal kültürel tesis alanları yer alabilir” kuralına yer verildiği anlaşılmaktadır. Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nin yukarıda yer verilen hükmü uyarınca uygulama imar planı ölçeğinde merkezi iş alanı kullanım kararı öngörülmesinin hukuki dayanağı bulunmamakta olup, Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik’in 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı lejandlarında “MİA” adı altında bir lejand gösterimi yer almadığı görülmekle, dava konusu 1/1000 ölçekli uygulama imar planı ile öngörülen “Merkezi İş Alanı” kullanım kararında yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerine uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.Uyuşmazlıkta, 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı ile “MİA” Merkezi İş Alanı kullanım kararı getirilmesinin şehircilik ilkeleri ve planlama esasları yönünden değerlendirilmesine gelince, Danıştay Altıncı Dairesince yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda MİA kullanımına yönelik olarak özetle;”MİA kullanımı, kent bütünü içinde, kentin tümüne yönelik olarak merkezi bir iş ve çalışma bölgesinin belirlenmesi amacıyla verilen bir üst ölçekli planlama kararıdır ve bu kararın verilmesi kentin bütününe ve geneline ilişkin bir irdelemeyi gerektirmektedir. Parsel düzeyinde bir plan değişikliği kararıyla, MİA gibi kentin bütününü ilgilendiren ve üst ölçekli planlama çalışmalarına ait bir kavram ve kullanımın belirlenmesi planlama esaslarına uygun değildir. Ayrıca alt ölçekli bir plan değişikliğinde bir parsel üzerine Merkezi İş Alanı kullanımı yazılması planlama esaslarına olduğu gibi plan yapım tekniğine de uygun değildir. Merkezi İş Alanı kullanımının alt ölçekli planlarda lejant maddesi olarak yer alması yanlış bir planlama dilinin kullanılmasının ötesinde üst ölçekli bir plan kararının alt ölçekte verilmesi anlamına gelmektedir. Bu ise planlama esasları açısından üst ölçekli planlara uyarlık konusunu da aşan bir aykırılık ortaya çıkarmaktadır. Merkezi iş alanlarının planlanmasına ve düzenlenmesine ilişkin olarak nazım ve uygulama imar planı gibi alt ölçeklerdeki planlama çalışmalarında izlenecek doğru yaklaşım; MİA bölgesi içindeki farklı alanlar için üst ölçekli planlardan gelen MİA kararı ile uyumlu ve anlamlı alt kullanımların ne olacağını belirlemek ve plana konu ada ve parselleri bu alt kullanımlar üzerinden genel MİA kararı ile ilişkilendirmek olmalıdır.” yolunda tespit ve görüşlerine yer verilmiştir.1/1000 ölçekli uygulama imar planı, alandaki yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve esaslarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren plan olup, bir alanın 1/5000 ölçekli nazım imar planındaki ilke ve esaslara uygun olarak nasıl ve hangi ölçüler içerisinde kullanılacağının 1/1000 ölçekli uygulama imar planında net bir biçimde ortaya konulması gerekmektedir. Aynı şekilde, taşıt-yaya yol düzeni ve sistemi, yoğunlukların dağılımı, yapılar ve yapıların ölçüleri ve düzeni, kitle düzeni, estetik değerlendirmeler, zemin koşulları, alanda korunması gereken doğal yaşam ortamı ve kaynaklar vb gibi hususlar dikkate alınarak, imar uygulama etap ve esaslarının 1/1000 ölçekli uygulama imar planı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açık olup bu belirlemelerin proje aşamasına bırakılmasının planlama ilkelerine aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur. Uyuşmazlıkta ise; şehircilik ilkeleri ve planlama esasları çerçevesinde, alanın kullanım kararının somut olarak 1/1000 ölçekli uygulama imar planının gereğine uygun olarak belirlenmediği; genel kullanım kararı olan ve farklı birçok mekansal kullanım kararını içeren (yönetimle ilgili idari tesis alanları, iş hanı, çarşı, çok katlı mağaza, banka gibi ticaret ve finans tesis alanları, turizm tesis alanları, sosyal kültürel tesis alanları) Merkezi İş Alanı (MİA) kararının korunduğu, bu kullanım kararından hareketle, taşınmaz için sunulan/sunulacak projedeki kullanım tür ya da türlerine göre kullanımın oluşacağı, başka bir ifadeyle planla belirlenmesi gereken kullanım kararının proje ile belirlenmesinin söz konusu olacağı görülmektedir.Bu durumun, planlama alanı ve çevresinde, çevre ve imar bütünlüğüne uygun planlama yapılması ilkesine aykırı olması karşısında, uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik “Merkezi İş Alanı” kullanım kararı getirilmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulunun 24.02.2014 günlü, 2014/07 sayılı kararıyla 3194 sayılı İmar Kanununun Ek-3. maddesi uyarınca onaylanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planında şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına da uyarlık bulunmamaktadır. aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.Uyuşmazlıkta ise; şehircilik ilkeleri ve planlama esasları çerçevesinde, alanın kullanım kararının somut olarak 1/1000 ölçekli uygulama imar planının gereğine uygun olarak belirlenmediği; genel kullanım kararı olan ve farklı birçok mekansal kullanım kararını içeren (yönetimle ilgili idari tesis alanları, iş hanı, çarşı, çok katlı mağaza, banka gibi ticaret ve finans tesis alanları, turizm tesis alanları, sosyal kültürel tesis alanları) Merkezi İş Alanı (MİA) kararının korunduğu, bu kullanım kararından hareketle, taşınmaz için sunulan/sunulacak projedeki kullanım tür ya da türlerine göre kullanımın oluşacağı, başka bir ifadeyle planla belirlenmesi gereken kullanım kararının proje ile belirlenmesinin söz konusu olacağı görülmektedir. Bu durumun, planlama alanı ve çevresinde, çevre ve imar bütünlüğüne uygun planlama yapılması ilkesine aykırı olması karşısında, uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik “Merkezi İş Alanı” kullanım kararı getirilmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulunun 24.02.2014 günlü, 2014/07 sayılı kararıyla 3194 sayılı İmar Kanununun Ek-3. maddesi uyarınca onaylanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planında şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına da uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kısmen reddine, Danıştay Altıncı Dairesi’nin 26/05/2016 günlü, E:2014/7209, K:2016/3301 sayılı kararının 1/5000 ölçekli nazım imar planına yönelik kısmının onanmasına; temyiz isteminin kısmen kabulü ile kararın 1/1000 ölçekli uygulama imar planına yönelik kısmının bozulmasına, ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun ile değişik 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca 1/1000 ölçekli uygulama imar planı yönünden işlemin iptaline, Kurulumuzca yeniden bir karar verildiğinden ve dava kısmen ret, kısmen de iptal ile sonuçlandığından, aşağıda dökümü yapılan dava ve temyiz aşamasına ilişkin 7.262,58- TL yargılama giderinin yarısı olan 3.631,29 TL’nin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, yargılama giderinin diğer kısmının davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir edilen 1.800,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, daire kararının onanan kısmında avukatlık ücretine hükmedildiğinden bu kısım yönünden yeniden avukatlık ücretine hükmedilmesine yer olmadığına, itiraz aşamasına ilişkin olarak yapılan yargılama giderlerinin davalı idare üzerinde bırakılmasına, yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmediğinden, 48,10TL harcın istemi halinde davacıya iadesine, posta ücretinden artan kısmın istemi halinde taraflara iadesine, kesin olarak 11/10/2016 gününde oybirliği ile karar verildi.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu,Esas  : 2016/3465,Karar : 2016/2690,T:

Özeti : Seçimlerde aday olma yeterliliği ile seçilme yeterliliğinin birbirinden farklı olduğu, Danıştay’ın belediye meclis üyeliğinin düşürülmesindeki görevinin, 5393 sayılı Belediye Kanununun 29. maddesi uyarınca seçilme yeterliliğinin kaybedildiği durumlara ilişkin olduğu göz önüne alındığında, seçilme yeterliliğini kaybetmemekle birlikte aday olma yeterliliğini taşımadığı sonradan ortaya çıkan belediye meclis üyelerinin, meclis üyeliğinin düşürülmesine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmadığı hakkında.

Erzurum Valiliğince, Palandöken Belediyesi Meclis Üyesi ve bu görevi nedeniyle de Erzurum Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi olan …’ın seçilme yeterliliğini kaybettiğinden bahisle 5393 sayılı Belediye Kanununun 29. maddesi uyarınca belediye meclis üyeliğinden düşürülmesi istenilmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/03/2016 günlü, E:2016/53, K:2016/2408 sayılı kararıyla; Palandöken Belediye Meclisi Üyesi seçilerek Erzurum Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi olarak da görev yapan …’ın, aday olduğunda ve halen Erzurum Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odası Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığından bahisle 5393 sayılı Belediye Kanununun 29. maddesi uyarınca belediye meclis üyeliğinden düşürülmesinin istenildiği, yukarıda yer verilen mevzuattan bazı kamusal görevler ifa edilirken milletvekilliği ya da belediye meclisi üyeliği gibi seçimle üstlenilen görevlere aday olunamayacağını belirterek adaylık öncesinde bu görevlerden ayrılmayı emrettiğinin görüldüğü, bu düzenleme ile adayların yürüttükleri görevler dikkate alındığında, sahip oldukları statüden yararlanarak diğer adaylardan avantajlı konuma geçmeleri, seçmenler üzerinde kendi yararlarına bir durum yaratmaları ve yürüttükleri görevden kaynaklanan yetkilerini amacına aykırı kullanmalarının önlenmesinin amaçlandığı, …’ın kamu kurumu niteliğindeki bir meslek kuruluşunun yönetim kuruluna 2014 yılı mahalli idareler genel seçimleri öncesinde seçildiği, anılan seçimde Palandöken İlçesi Belediye Meclisi üyeliğine bu görevinden ayrılmaksızın aday olduğu ve seçilerek belediye meclisi üyeliği görevine başladığı, halen iki görevi birlikte yürütmeye devam ettiği hususlarında tartışma bulunmadığı, seçim ile gelinen görevlerde, aday olabilme yeterliliği ile seçilme yeterliliğinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmekte olup, bir kişinin aday olma hakkı bulunmayan bir göreve bir şekilde aday olarak seçilmesi durumunda, şahsın adaylık statüsünü hukuka uygun olarak elde etmemesi nedeniyle seçilme yeterliliği bulunduğunu da kabul etme imkanı olmayacağı, bu bağlamda, …’ın, Yasanın açık hükmü hilafına aday olmasına engel teşkil eden kamusal görevinden ayrılmaksızın belediye meclisi üyeliğine aday olarak seçilmiş olması durumunda, aday olma ve dolayısı ile seçilme yeterliliğini en başından beri taşımadığı açık olup, bu halin tespiti üzerine Belediye Kanunu’nun 29. maddesi uyarınca istemde bulunulması her zaman mümkün bulunduğu, aday olma ve dolayısıyla seçilme yeterliliğini taşımadığı göreve seçilen …’ın, bu görevine devam etmesi yasal olarak mümkün bulunmadığı gerekçesiyle, istemin kabulü ile Erzurum ili, Palandöken İlçe Belediyesi Meclis Üyesi olan ve Erzurum Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi olarak da görev yapan …’ın üyeliğinin düşürülmesine karar verilmiştir. Belediye meclis üyeliği düşürülen …, anılan karara itiraz etmekte ve kararın kaldırılmasını istemektedir.5393 sayılı Belediye Kanununun “Meclis üyeliğinin sona ermesi” başlıklı 29. maddesinde, belediye meclisi üyeliğine seçilme yeterliliğinin kaybedilmesi durumunda, valinin bildirmesi üzerine Danıştay tarafından üyeliğin düşmesine karar verileceğinin düzenlendiği, 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun “Seçilme yeterliliği” başlıklı 9. maddesinde; “2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 11 inci maddesinde belirtilen sakıncaları taşımamak şartıyla, yirmibeş yaşını dolduran her Türk vatandaşı belediye başkanlığına, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeliğine seçilebilir.”, “Özel hüküm bulunmayan hallerde uygulama” başlıklı 36. maddesinde de, “Bu Kanunda özel hüküm bulunmayan hallerde 26/4/1961 gün ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile 22/4/1983 tarih ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, 10/6/1983 gün ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun ve bunların ek ve değişikliklerinin bu kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.”, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11. maddesinde “Aşağıda yazılı olanlar milletvekili seçilemezler: a) İlkokul mezunu olmayanlar, b) Kısıtlılar, c) Yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, d) Kamu hizmetinden yasaklılar, e) Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar, f) Affa uğramış olsalar bile; 1. (Değişik: 2/1/2003-4778/15 md.) Basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, 2. Türk Ceza Kanununun İkinci Kitabının, birinci babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini aleni olarak tahrik etme suçundan mahkum olanlar, 3. (Değişik: 2/1/2003-4778/15 md.) Terör eylemlerinden mahkûm olanlar, 4. Türk Ceza Kanununun 536’ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı eylemlerle aynı Kanunun 537’nci maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri siyasi ve ideolojik amaçlarla işlemekten mahkum olanlar” hükmü yer almış, “Adaylık için görevden çekilmesi gerekenler” başlıklı 18. maddesinde, “Hakimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, aday olmak isteyen belediye başkanları ve subaylar ile astsubaylar, aday olmak isteyen siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar genel ve ara seçimlerin başlangıcından bir ay önce seçimin yenilenmesine karar verilmesi halinde yenileme kararının ilanından başlayarak yedi gün içinde görevlerinden ayrılma isteğinde bulunmadıkça adaylıklarını koyamazlar ve aday gösterilemezler.”, “Adaylara karşı itiraz” başlıklı 22. maddesinde ise; “Adayların geçici olarak ilanından itibaren iki gün içinde il seçim kuruluna itiraz edilebilir. İtirazlar, İl seçim kurullarınca, en geç iki gün içinde karara bağlanır. İlgililer, bu kararlara karşı iki gün içinde Yüksek Seçim Kuruluna itiraz edebilirler. Yüksek Seçim Kurulu, üç gün içinde ve en geç, kesin aday listelerinin ilanı gününe kadar bu itirazları karara bağlar.” hükümlerine yer verilmiştir.Yukarıda yer verilen hükümler uyarınca; Danıştay tarafından belediye meclis üyeliğinden düşürülme kararı verilebilmesi için seçilme yeterliliğinin kaybedilmesi gerekmekte olup, 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun göndermede bulunduğu 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununda, seçilme yeterliliğini ortadan kaldıran haller sınırlı olarak sayılmıştır.Dosyanın incelenmesinden; itiraz edenin, 12/05/2013 tarihinde Erzurum Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odası Başkanlığı seçiminde yönetim kurulu asil üyeliğine seçildiği, bu görevi devam etmekte iken 30/03/2014 tarihinde yapılacak olan mahalli idareler genel seçiminde Palandöken Belediye Meclis Üyeliği için aday olduğu, adaylığının kesinleşmesi üzerine yapılan seçim sonucunda anılan belediye meclis üyeliğine seçildiği, Erzurum Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odası yönetim kurulu üyeliği görevinden ayrılmadığının tespit edilmesi üzerine, Erzurum Valiliğinin 31/12/2015 tarihinde kayda giren 23/12/2015 günlü yazısı ile 5393 sayılı Kanunun 29. maddesinin sonunda yer alan hüküm uyarınca itiraz edenin belediye meclis üyeliğinden düşürülmesinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, adaylık döneminde itiraz edilebilecek olan kamusal görevinden ayrılma koşulunun, yerine getirilmediği hususunun, seçilme yeterliliğinin kaybı olarak değerlendirilmesi mümkün olmadığından, aday olma yeterliliği ile seçilme yeterliliğinin birbirinden farklı olduğu ve Danıştay’ın yetkisinin sadece seçilme yeterliliğinin kaybında ortaya çıkacağı ve aday olma şartını taşımayanların durumuyla ilgili olarak 2839 sayılı Yasadaki prosedür işletmesi gerekirken bu yola gidilmediğinden itiraz edenin belediye meclis üyeliğinden düşürülmesine ilişkin Daire kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Nitekim, Yüksek Seçim Kurulu, benzer bir konu hakkında verdiği 28/02/2014 günlü, 603 sayılı kararında; 2839 sayılı Kanunun 11. maddesinde, milletvekili seçilemeyecek olanların belirlendiği, itirazın adayın seçilemeyecek olmasına değil, adaylık usulüne ilişkin olduğu, bu hususun da seçim takviminde gösterilen “adaylığa itiraz” hükümlerine tabi olduğu, seçilmeye engel bir husus içermediği, belirlenen sürede görevinden çekilmeyenlerin aday olamayacakları veya aday gösterilemeyeceklerine ilişkin düzenlemeye aykırı davranışın, ancak süresi içinde kurullara itiraza tabi olduğu; bir başka anlatımla, süresi içinde görevinden çekilmeyen adayın, itiraz veya sair nedenle adaylığın engellenmemesi nedeniyle, seçime girdiği ve seçildiği takdirde, bu durumun 2839 sayılı Kanunun 11. maddesinde öngörülen seçilemeyecekler arasında sayılmaması nedeniyle, mazbatanın iptalini gerektirmeyeceği için, tam kanunsuzluk halini de içermediği gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Açıklanan nedenlerle, itirazın kabulüne, Danıştay Sekizinci Dairesince verilen 10/03/2016 günlü, E:2016/53, K:2016/2408 sayılı kararın kaldırılmasına, Erzurum Valiliğinin …’ın Belediye Meclis Üyeliğinden düşürülmesi isteminin reddine, 13/10/2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Mülkiyet Hakkının Kısıtlanması

Eki17
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN ÜYE OLUNUZ..

 

Dosyayı indirmek için linki tıklayınız..

anayasa mah.kararı.pdf.imar

 

Emlak Vergisi ve Kısıtlılık Hali

Eki10
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Sayfa 1 – Sayfa 2 – Sayfa 3

 

 

 

İşyerlerinde Mobing Rehberi

Eyl26
2018
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

İŞYERLERİNDE PSİKOLOJİK TACİZ(MOBBİNG)BİLGİLENDİRME REHBERİ

1.PSİKOLOJİK TACİZ(MOBBİNG) TANIMI VE UNSURLARI

1.1. Tanımı

İşyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür.

1.2. Unsurları

v İşyerinde karşılaşılan her türlü olumsuz davranış psikolojik taciz olarak algılanmamalıdır. İşyerlerinde psikolojik tacizden söz edebilmek için sergilenen olumsuz davranışların bazı unsurları içermesi gerekmektedir.

* İşyerlerinde psikolojik taciz aşağıdaki unsurları içermelidir:

• İşyerinde gerçekleşmelidir.

• Üstler tarafından astlarına uygulanabileceği gibi, astları tarafından üstlerine de uygulanabilir ya da eşitler arasında da gerçekleşebilir.

• Sistemli bir şekilde yapılmalıdır.

• Süreklilik kazanmış bir sıklıkla tekrarlanmalıdır.

• Kasıtlı yapılmalıdır.

• Yıldırma, pasifize etme ve işten uzaklaştırma amacında olmalıdır.

• Mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda veya sağlığında zarar ortaya çıkmalıdır.

• Kişiye yönelik olumsuz tutum ve davranışlar gizli veya açık olabilir.

1.3. Psikolojik taciz olmayan durumlar

v İşyerlerinde psikolojik taciz olgusu bazı durumlarda diğer olumsuz davranışlarla karşılaştırılabilmektedir; ancak bunlar psikolojik taciz değildir.

• Farklı hukuki nitelik ve sonuçlar içerdiğinden fiziksel şiddet, cinsel taciz ve/ veya hakaret niteliğindeki davranışlar,

• Arizi, tek seferlik ya da birden çok tekrarlansa bile strese ve doğal iş yoğunluğuna bağlanabilecek süreklilik arz etmeyen olumsuz tutum, davranış, tartışma ve çekişmeler,

• İşyeri dışında gerçekleşen tutum ve davranışlar ile benzeri davranışlar işyerlerinde psikolojik taciz olarak değerlendirilemez.

2 İŞYERLERİNDE PSİKOLOJİK TACİZLE BENZERLİK GÖSTEREN KAVRAM VE DURUMLAR

2.1. Genel olarak

*İşyerlerinde psikolojik taciz, bazen farklı amaçlarla kullanılmakta bazen de farklı kavramlarla benzerlik göstermektedir. Gerek işveren, gerekse çalışan tarafından kötü niyetli kullanıma açık olan işyerlerinde psikolojik taciz, çok yönlü değerlendirilmesi gereken bir durumdur.

* İşyerlerinde psikolojik tacizi oluşturan her bir eylemin, esasen günlük ilişki, sorun ya da çatışmaların sonucu olarak ortaya çıkabildiği dikkate alındığında, işyerlerinde psikolojik taciz eylemleri ile günlük iletişim sorunlarının ya da benzer olumsuz ilişkilerin birbiriyle sıkça benzerlik taşıdığı görülebilmektedir.

*Bazı olaylarda kişinin bireysel özellikleri, aile ve sosyal yaşamının iş yaşamına etkileri baskın hale gelmekte, özellikle hassasiyet taşıyan bireyler açısından işyerinde karşılaşılan her olumsuz durum, davranış ya da sürecin kendisine yöneltilmiş bir psikolojik taciz olduğu iddia edilebilmektedir.

* Bireyin kendi hata ya da kusurlarının gündeme geldiği bazı durumlarda ise psikolojik taciz iddiası bir çeşit “savunma aracı” olarak kullanılabilmektedir.

* Psikolojik taciz olaylarının bazıları ise, bir işyeri/işveren politikası olarak karşımıza çıkabilmektedir. İş sözleşmesinin işveren tarafından feshi halinde ortaya çıkacak maliyetlerden kurtulmak isteyen kimi işverenler, çalışanı psikolojik yönden yıpratarak kendi isteği ile işten ayrılmasını sağlama yolunu tercih edebilmektedir.

*İşyerinde yaşanan ve olumsuz olarak değerlendirilebilen işyerinde çatışma, işyerinde şiddet, cinsel taciz, işyerinde kabalık ve cinsel taciz gibi bazı davranışlar psikolojik taciz davranışlarıyla benzerlik göstermektedir. Bu tür davranışlar, psikolojik taciz olgusuyla ilişkili olsalar bile nitelikleri itibariyle birbirlerinden farklı unsurlar içermektedir.

2.2. İşyerinde çatışma

* İşyerinde çatışma, iki veya daha fazla kişi ya da grup arasındaki çeşitli sebeplerden doğan anlaşmazlıkları ifade etmekte, kişiliği hedef almamakta, esasen işin yapılış şekli üzerindeki fikir ayrılıklarına odaklanmaktadır.

*İşyerinde psikolojik tacizde ise anlaşmazlığın görünümü ahlak dışı ya da kişiliğe yönelik haksız ve olumsuz davranışlar şeklinde ortaya çıkmakta, bu davranışlar süreklilik göstermekte ve sonuçları mağdur açısından ağır olmaktadır.

2.3. İşyerinde şiddet  

* İşyerinde şiddet, saldırı, fiili taciz, tehdit, eşyaya zarar verme gibi suç oluşturan davranışlardan oluşmakta ve tek bir davranış ile de açıklanabilmektedir.

*İşyerinde psikolojik taciz davranışları ise fiziksel olmayıp çoğunlukla psikolojik olarak gerçekleşmekte ve tekrar eden bir dizi olumsuz davranış ile ifade edilmektedir.

2.4. İşyerinde kabalık

*İşyerinde kabalık, işyerinde çalışanların birbirleriyle iletişiminde ve davranışlarında asgari saygı kurallarına dikkat etmelerini ifade etmekte ve işyerinde psikolojik tacizle en fazla karıştırılan kavramlardan biri olmaktadır.

* İşyerinde kabalık kavramı, işyerinde psikolojik tacizden daha genel bir davranış biçimini ifade etmekte olup psikolojik tacizden farklı olarak herkese yönelik olarak gerçekleşebilmektedir.

2.5. İşyerinde cinsel taciz

* İşyerinde cinsel taciz, sınır ve kapsamı tam olarak belirlenemese de sonuçları daha somut bir kavramdır. Çoğu kez cezai soruşturma ve yargılamalara konu olabilmektedir.

* İşyerinde psikolojik tacizden farklı olarak işyerinde cinsel tacizin cinsiyet temelli olması ve tek bir defaya mahsus olarak sergilenmesi yeterlidir.

3 İŞYERLERİNDE PSİKOLOJİK TACİZ TÜRLERİ

İşyerlerinde uygulanan psikolojik tacizi dikey ve yatay olarak ikiye ayırmak mümkündür.

3.1. Dikey (Hiyerarşik) psikolojik taciz

* Dikey psikolojik taciz, üstlerden astlara ya da astlardan üstlere doğru yönelen, aynı zamanda iki yönlü de olabilen psikolojik taciz türüdür.

* Dikey psikolojik tacizin yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya olmak üzere iki türü bulunmaktadır.

• Yukarıdan aşağıya doğru psikolojik taciz, bir amirin astlarına yönelik olarak uyguladığı davranışlar bütünüdür.

• Aşağıdan yukarıya doğru psikolojik taciz ise astların bireysel olarak veya birlikte hareket ederek amirlerine uyguladığı / uyguladıkları davranışların bütünüdür.

3.2. Yatay (Eşitler Arası) psikolojik taciz

Yatay psikolojik taciz, aynı düzeyde veya aynı hiyerarşik grupta olanların birbirlerine karşı uyguladıkları davranışların bütünüdür.

4-İŞYERLERİNDE PSİKOLOJİK TACİZ DAVRANIŞLARI

* Bir işyerinde görülebilecek psikolojik taciz davranışlarının neler olduğu, kültürel özelliklere ve işyerlerinin özelliklerine göre farklılık göstermektedir.

* Literatürde, psikolojik taciz niteliğindeki davranışların neler olduğu konusunda ortak bir tanımlama bulunmamakla birlikte yapılan çalışmalarda bu davranışların farklı şekillerde gruplandırılabileceği öngörülmektedir.

*Leymann’nın beş grupta toplayıp tanımladığı farklı psikolojik taciz davranışları şu şekilde sıralanmaktadır:

4.1. Birinci Grup: Kendini Göstermeyi ve İletişim Oluşumunu Etkilemek

• Üstünüz kendinizi gösterme olanaklarınızı kısıtlar.

• Sözünüz sürekli kesilir.

• Meslektaşlarınız veya birlikte çalıştığınız kişiler kendinizi gösterme olanaklarınızı kısıtlar.

• Yüzünüze bağırılır ve yüksek sesle azarlanırsınız.

• Yaptığınız iş sürekli eleştirilir.

• Özel yaşamınız sürekli eleştirilir.

• Telefonla rahatsız edilirsiniz.

• Sözlü tehditler alırsınız.

• Yazılı tehditler gönderilir.

• Jestler ve bakışlar yoluyla ilişki reddedilir.

• İmalar yoluyla ilişki reddedilir.

4.2. İkinci Grup: Sosyal İlişkilere Saldırılar

• Çevrenizdeki insanlar sizinle konuşmazlar.

• Kimseyle konuşamazsınız, başkalarıyla konuşmanız engellenir.

• Size diğerlerinden ayrılmış bir işyeri verilir.

• Meslektaşlarınızın sizinle konuşması yasaklanır.

• Sanki orada değilmişsiniz gibi davranılır.

4.3. Üçüncü Grup: Kişinin İtibarına Saldırılar

• İnsanlar arkanızdan kötü konuşur.

• Asılsız söylentiler ortada dolaşır.

• Gülünç durumlara düşürülürsünüz.

• Akıl hastasıymışsınız gibi davranılır.

• Psikolojik değerlendirme geçirmeniz için size baskı yapılır.

• Bir özrünüzle alay edilir.

• Sizi gülünç duruma düşürmek için yürüyüş, ses ve jestleriniz taklit edilir.

• Dini ve siyasi görüşünüzle alay edilir.

• Özel yaşamınızla alay edilir.

• Milliyetinizle alay edilir.

• Özgüveninizi olumsuz etkileyen bir iş yapmaya zorlanırsınız.

• Çabalarınız yanlış ve küçültücü şekilde yargılanır.

• Kararlarınız sürekli sorgulanır.

• Alçaltıcı isimlerle anılırsınız.

• Cinsel imalar yapılır.

4.4. Dördüncü Grup: Kişinin Yaşam Kalitesi ve Mesleki Durumuna Saldırılar

• Sizin için hiçbir özel görev yoktur.

• Size verilen işler geri alınır, kendinize yeni bir iş bile yaratamazsınız.

• Sürdürmeniz için size anlamsız işler verilir.

• Sahip olduğunuzdan daha az yetenek gerektiren işler size verilir.

• İşiniz sürekli değiştirilir.

• Özgüveninizi etkileyecek işler verilir.

• İtibarınızı düşürecek şekilde, niteliklerinizin dışındaki işler size verilir.

• Size mali yük getirecek genel zararlara sebep olunur.

• Evinize ya da işyerinize zarar verilir.

4.5. Beşinci Grup: Kişinin Sağlığına Dokunan Saldırılar

• Fiziksel olarak ağır işler yapmaya zorlanırsınız.

• Fiziksel şiddet tehditleri yapılır.

• Gözünüzü korkutmak için hafif şiddet uygulanır.

• Fiziksel zarar verilir.

• Doğrudan cinsel tacizde bulunulur.

5 – İŞYERLERİNDE PSİKOLOJİK TACİZ SÜRECİ

Rahatsız edici davranışlarla kendini gösteren, zamanla şiddetini artıran ve mağdurun sistematik olarak olumsuz davranışların hedefi haline geldiği süreç dört aşamadan oluşmaktadır.

5.1. Kritik olaylar

İşyerindeki tetikleyici olay çoğu kez işyerinde yaşanan bir çatışmadır. İşyerinde artan ve süreklilik gösteren bir çatışma, psikolojik taciz olarak görülebilir. Bu aşamada çatışma, henüz işyerinde psikolojik taciz olmamakla birlikte ancak işyerinde psikolojik taciz sürecine dönüşebilecek bir potansiyel taşıyabilir. Hedef seçilen kişi bu süreçte kendisine yöneltilen olumsuz davranışlardan rahatsızlık duyar ancak içinde bulunduğu durumu tanımlamada güçlük çeker.

5.2. İşyerinde psikolojik taciz ve damgalama ;Bu aşamada günlük hayatta işyerinde psikolojik taciz olarak algılanmayacak davranışlar sürekli ve sistematik bir hal alır. Bu davranışlar bir süre sonra hedef seçilen kişiye yönelik olarak saldırgan ve cezalandırıcı bir şekilde yapılır.

*Hedef seçilen kişi, iş arkadaşları tarafından işyerinde yaşanan olumsuzluğun nedeni olarak görülür, dışlanmaya ve kişi hakkında yönetime şikayetler gitmeye başlar. Kişide bu süreçte uykusuzluk, iştahsızlık, kabus görme gibi rahatsızlıklar görülür.

5.3. Yönetimin devreye girmesi

* Bu aşamada, yönetim hedef seçilen kişi hakkında daha önceden söylenenler nedeniyle bir önyargıya sahiptir. Yönetimdekiler, mağdur hakkında ortaya atılan haksız suçlama ve yargıları kabul eder. Bu durum iş mevzuatının uygulanmasında, mağdurun haklarının ihlal edilmesi olasılığını güçlendirir.

* Yönetim ve mağdurun meslektaşları işyerinde psikolojik taciz sürecini açıklamada objektif olay ve durumlar yerine kişisel faktörleri esas almaya başlar.Ancak yönetim, işyerinde psikolojik taciz ile ilgili sorumluluğu almak istemeyip sorunun kaynağı olan kişiyi yalnız bırakma ve böylece sorundan kurtulma yoluna gidebilir.

5.4. Yanlış yakıştırmalarla veya tanılarla damgalama

Bu aşamada psikolojik taciz davranışlarına maruz kalan kişi, yaşadığı travma sonucu tıbbi yardım alma ve ilaç kullanmaya başlar. Kişinin psikolojik destek aldığının iş arkadaşları tarafından öğrenilmesi durumunda birey, genellikle “zor insan, paranoyak kişilik veya akıl hastası” olarak damgalanır.

5.5. İşten ayrılma

Bu aşamada kişinin işine son verilir ya da kişi kendi isteğiyle işten ayrılır; hatta kişinin emeklilik zamanı gelmeden önce çalışma hayatından ayrılması söz konusu olabilir. Mağdurun ayrıca tıbbi ya da psikolojik yardıma gereksinimi ortaya çıkabilir.

6- İŞYERLERİNDE UYGULANAN PSİKOLOJİK TACİZİN TARAFLARI

* İşyerinde psikolojik taciz süreci içinde rol alan tarafları; işyerinde psikolojik taciz mağdurları, işyerinde psikolojik taciz uygulayıcıları (zorba) ve işyerinde psikolojik taciz izleyicileri olmak üzere üç farklı grupta toplamak mümkündür.

* Çalışma hayatında her çalışan bu üç rolden birini oynamaya adaydır.

6.1. Psikolojik taciz mağdurları

İşyerinde psikolojik tacize maruz kalan taraf, “işyerinde psikolojik taciz mağduru”olarak anılır.

6.2. Psikolojik taciz uygulayıcıları

* İşyerlerinde psikolojik taciz uygulayan kişi için “işyerinde psikolojik taciz uygulayıcısı, tacizci ya da zorba” ifadeleri kullanılmaktadır.

* İşyerlerinde psikolojik taciz uygulayıcısının kişilik özelliklerini belirleyen sistematik bir çalışma bulunmamasına rağmen bazı araştırma sonuçlarında tacizcilerin ortak bazı kişilik özellikleri ortaya çıkarılmıştır.

* Bu kişilerin ortak özelliklerini genellikle ilgi görmek isteyen, zayıf kişilikli, övgüye aşırı ihtiyaç duyan, silik karakterli, suçlayıcı, yargılayıcı, güçten hoşlanan, çalışanları motive edemedikleri için onları kontrol altına almaya çalışan kişiler olarak tanımlamak mümkündür.

6.3. Psikolojik taciz izleyicileri

* İşyerlerinde psikolojik taciz her ne kadar mağdur ve tacizci arasında geçen bir süreç olarak ele alınsa da, zamanla sürece dahil olan kişiler olabilir.

*Bu sürece doğrudan karışmayan ancak bir şekilde süreci algılayan, sürecin yansımalarını yaşayan kişilere “izleyiciler, seyirciler, tanık olan taraf” denilmektedir.

* Bu kişiler, çalışma ortamında meydana gelen psikolojik taciz olgusunun farkına vardıkları andan itibaren izleyici olarak nitelendirilirler.

7. İŞYERLERİNDE PSİKOLOJİK TACİZİN ETKİLERİ

İşyerlerinde uygulanan psikolojik tacizin sadece mağdura olumsuz etkisi  bulunmamakta, mağdurun yanında ailesine, işyerine, topluma ve ülke ekonomisine de muhtemel olumsuz etkileri bulunmaktadır.

7.1. Mağdura olan muhtemel etkileri

* İşyerlerinde psikolojik tacizin mağdur birey üzerinde yarattığı etki, psikolojik tacizin aşamaları ve bireyin kişisel özellikleri nedeniyle farklı sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir.

* İşyerlerinde psikolojik taciz genel olarak mağdur açısından fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklara, davranış bozuklularına, sosyal sorunlara ve ekonomik zarara  neden olmaktadır.

*Uyku bozuklukları, ağlama nöbetleri, konsantrasyon bozukluğu, gerginlik ve öfke, alınganlık, yüksek tansiyon, kalıcı uyku bozuklukları, mide ve bağırsak sorunları, aşırı kilo alma veya verme, alkol veya ilaç (madde) bağımlılığı, tedavi masrafları, işyerinden kaçma veya uzaklaşma (sık sık geç kalma, sıkça kullanılan hastalık izinleri), şiddetli depresyon, panik ataklar, kalp krizleri ve diğer ciddi hastalıklar, kazalar, üçüncü kişiye yönelik şiddet, intihar girişimleri bu etkilerden bazıları olarak sayılabilir.

7.2. İşyerine olan muhtemel etkileri

* İşyerlerinde psikolojik tacizin mağdura olan muhtemel etkilerinin yanında işyerleri üzerinde de olumsuz etkileri vardır.

* İşyerleri farklı sektörel koşullarda, farklı büyüklüklerde ve farklı üretim modelleri ile faaliyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla psikolojik taciz iddialarının gündeme gelmesi işyerleri üzerinde farklı etkiler yaratmaktadır.

* İşyerlerinde psikolojik tacizi uygulayanların ve mağdur/mağdurların performans ve verimlilikleri ile işe ayırdıkları zamanda önemli kayıpların meydana gelmesinin yanında işletmeye olan diğer muhtemel etkileri ise aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

• İşyerinin genel verimliliği olumsuz etkilenir.

• Çalışma ilişkileri ve barışı bozulur, çalışan ve yöneticiler arasında uyumsuzluklar başlar.

• Devamsızlıklarda, izinlerde ve sağlık raporlarında artış görülür.

• Örgütsel bağlılığın azalmasına/yok olmasına yol açar.

• Yeterlilik ve tecrübe sahibi çalışanların kaybedilmesine yol açar.

• İşgücü devrini yükseltir.

• Konunun işyeri dışına taşınması halinde kurumun saygınlığı ve marka değeri zarar görür.

7.3. Mağdurun ailesine olan muhtemel etkileri

*İşyerlerinde yaşanan psikolojik taciz süreci, kişinin sadece işyerindeki huzurunu ve verimliliğini olumsuz etkilememekte, kişinin özel yaşamı üzerinde de etki yapmaktadır.

* Mağdurun işyerinde yaşadığı sorunlar, karı-koca ve ebeveyn-çocuk ilişkilerini, hatta çocukların psikolojik gelişimlerini de olumsuz etkilemektedir. İşyerinde uygulanan psikolojik taciz nedeniyle aileler de bireyler gibi hem psikolojik hem de ekonomik açıdan yüksek maliyetler ödemek durumunda kalabilmektedir.

* Bu süre içinde, aile üyelerinin işyerinde psikolojik tacize maruz kalan bireyin durumunu anlaması ve destek olması çok önemlidir.

7.4. Topluma olan muhtemel etkileri

* İşyerlerinde uygulanan psikolojik taciz çalışma ilişkilerini bozmakta, toplum içinde mutsuz bireyler ve ailelerin oluşmasına yol açmaktadır.

*İşyerlerinde psikolojik taciz mağdurunun doktor muayenesi, tahliller gibi sağlık harcamaları artmakta; sağlık kontrollerinde harcanan zaman nedeniyle üretim süreçlerinde verimlilik kayıpları yaşanmaktadır. Dolayısıyla, işyerinde psikolojik taciz mağdurun toplumla ilişkisini zedelemekte, işverene ve devlete yük getirmektedir.

7.5. Ülke ekonomisine olan muhtemel etkileri

*İşyerlerinde psikolojik tacizin orta ve uzun vadede topluma ve ekonomiye zarar verdiği yapılan çeşitli araştırmalarda ortaya konmuştur.

* Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün 2000 yılının Ekim ayında yayımladığı rapora göre, Almanya’da her yıl psikolojik sağlık problemleri nedeniyle alınan izinler 2.2 milyon dolar maliyete neden olmaktadır.

* Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre, 1.5 milyon çalışan işyerinde psikolojik tacize maruz kalmaktadır. İşyerinde yaşanan psikolojik taciz, ekonomik bakımdan yaklaşık olarak 13 milyar Euroluk zarara sebebiyet vermektedir.

* Alman Federal Çalışma Bakanlığı verilerine göre ise intiharların yüzde 10’u işyerinde psikolojik taciz nedeniyle gerçekleşmektedir.

* Birleşik Krallık Sağlık ve Güvenlik Bakanlığı’nın yayınladığı bir rapora göre; işyerinde psikolojik taciz gibi işyeri sorunlarının neden olduğu iş stresinin ülke ekonomisine yıllık maliyeti yaklaşık 4 milyar sterlindir.

* Leymann’ın İsveç’te yaptığı bir araştırmaya göre, işyerinde psikolojik tacizin kişi başına düşen maliyeti 30.000 ile 100.000 dolar civarındadır.

8- İŞYERLERİNDE PSİKOLOJİK TACİZİN ÖNLENMESİNE YÖNELİK ÖNERİLER

İşyerlerinde psikolojik tacize karşı bireysel ve işletme bazında bazı önlemler almak mümkündür.

8.1. Bireysel mücadele önerileri

* İşyerlerinde psikolojik tacize maruz kaldığını düşünen kişi öncelikle içinde bulunduğu durumu sağlıklı bir şekilde değerlendirmelidir.

*Kişi yaşanılan sürecin işyerinde psikolojik taciz olduğu yönünde kanaate varırsa aşağıda belirtilen hususlara dikkat etmelidir.

*Kişi, öncelikle çatışmadan kaçınılmalı ve sakin olmaya gayret etmelidir.

* Psikolojik taciz üst yönetim tarafından gerçekleştirilmiyorsa konuyu üst yönetime uygun bir şekilde iletmelidir.

* Psikolojik tacize uğradığını kanıtlayacak yazışma, not, mesaj, e-posta gibi bilgi ve belgeleri saklamalıdır.

*Yaşanılan psikolojik taciz sürecine ilişkin günlük tutmalıdır.

* Yaşanılan sürece şahit olan/ olabilecek çalışma arkadaşları ile görüşmelidir.

* Kişi, üyesi olduğu sendikadan destek talep etmelidir.

* Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın İletişim Merkezi ALO 170’i arayarak, işyerlerinde psikolojik taciz konusunda uzman psikologlardan destek almalıdır.

* Kişi, ihtiyaç duyduğunda tıbbi ve hukuki destek almalıdır.

*İşyerlerinde psikolojik tacize maruz kalan kişi sorunu işyerinde çözemediği takdirde konuyu yargıya taşımalıdır.

8.2. Kurumsal mücadele önerileri

* İşyerlerinin sektörel farklılıkları, nitelik ve nicelik itibariyle farklı özelliklere sahip olması ve farklı üretim yöntemleri kullanarak faaliyetlerini sürdürüyor olmaları nedeniyle psikolojik tacizle mücadele yöntemleri farklılık göstermektedir.

* İşyerleri, işyerinde psikolojik tacizin unsurlarının ortaya çıkması halinde, konu hakkında bilgi sahibi olmalı ve marka değerlerinin zarara uğramaması amacıyla kurumsal yapılarını bu tür uygulamalara karşı koruma altına almalıdır.

Psikolojik tacizin işyerlerinde yaşanmaması ve/ veya önlenmesi için aşağıda belirtilen tedbirleri öncelikle hayata geçirilmelidir.

• İşyerleri, psikolojik tacizi önleyici politikalar geliştirmelidir.

• İşyerlerinde psikolojik taciz konusunda tehlikeleri anlatan broşürler dağıtılmalı, işçilere ve yöneticilere yönelik eğitim ve bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır.

• İşyerleri, kendi işletme yapısına uygun olarak, psikolojik taciz olaylarının incelenmesi için yöntemler geliştirmeli, işyerinde psikolojik tacize teşebbüs eden kişiler için disiplin cezaları ve rehabilitasyon önlemleri almalıdır.

• İşyerlerinde psikolojik taciz şikâyetleri dikkate alınmalı ve adil çözüm yolları geliştirilmelidir.

• İşyerlerinde psikolojik tacizi önlemek için alınacak tedbirlerde, bu yöndeki iddiaların araştırılması ve soruşturulmasında “gizliliğin korunmasına” özel hassasiyet gösterilmelidir.

• Toplu iş sözleşmesi, iş sözleşmesi veya işyeri yönetmeliklerine konuyla ilgili hükümler konulmalıdır.

İLGİLİ MEVZUAT

1. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI

* Psikolojik taciz, hedef seçilen bireyin kişilik haklarına ve onuruna saldırı niteliğini taşımakta olup Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temel hak ve hürriyetlere ilişkin hükümleri kapsamında koruma altına alınmıştır.

*İşyerlerinde psikolojik taciz Anayasa’nın;

• Temel hak ve hürriyetlerin niteliğini belirleyen ve “Herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğunu” vurgulayan 12 nci maddesine,

• Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını düzenleyen ve “herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu” düzenleyen 17 nci maddesi kapsamında güvence altına alınmış olup 1 inci ve 3 üncü fıkralarına aykırılık teşkil etmektedir.

2. TÜRK MEDENİ KANUNU

* Genellikle kişilik haklarına yönelik saldırılar şeklinde ortaya çıkan psikolojik taciz, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 2 nci maddesindeki “herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır” şeklindeki temel ilkeden başlayarak, Kanunun 23 ila 25 inci maddelerinde düzenlenen kişiliğin korunmasına yönelik hükümler çerçevesinde değerlendirilebilmektedir.

* Bu maddelere göre, psikolojik taciz kapsamında ele alınabilecek durumlarda olayın özelliklerine göre ayrıca değerlendirilecek olmakla birlikte; hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırılan kişi;

• Hakimden koruma talebinde bulunabilir.

• Hakimden ayrıca saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.

• Düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde bulunabilir.

• Kişi ayrıca uğramış olduğu zararların giderilmesi için maddi ve manevi tazminat talebinde de bulunabilir.

3. TÜRK BORÇLAR KANUNU

* 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile ilk defa mevzuatımıza giren psikolojik taciz kavramı, Kanunun işverenin işçiyi koruma borcunu düzenleyen ve işverene işçiyi gözetme borcu getiren 417 nci maddesinde “İşçinin kişiliğinin Korunması” başlığı altında düzenlenmiştir.

. Maddeye göre;

• İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak, saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamak ve bu kapsamda özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları için olduğu gibi bu tür tacizlere uğramış olanların da daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

• İşverenin Kanuna ve sözleşmeye aykırı davranması nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı ortaya çıkan zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi olmaktadır.

* Bu kapsamda işçi her olayda özel olarak ayrıca değerlendirilmesi gerekmekle birlikte genel olarak;

• Sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine dayanarak uğradığı zararların tazminini talep edebilir.

• Borçlar Kanununa tabi olarak kurulmuş iş ilişkilerinde “dürüstlük kurallarına göre hizmet ilişkisini sürdürmesi beklenemeyen” durum ve koşullar (md.435/II) içinde değerlendirilmek suretiyle, iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir.

• Kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle manevi tazminat talebinde de bulunabilir. (md. 58)

4. TÜRK CEZA KANUNU

Kişi hak ve özgürlüklerinin korunması, Türk Ceza Kanununun temel amaçları arasında yer almaktadır. Psikolojik taciz davranışlarının bir kısmı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda düzenlemiş olan suçlara konu eylemler arasında yer alabilmekte ve bu yönüyle de Türk Ceza Kanunu kapsamında cezaya konu olabilmektedir.

*Kanunun psikolojik tacizle ilişkilendirilebilecek suçlardan bazılarına aşağıda yer verilmektedir.

• Eziyet (md. 96),

• Cinsel Taciz (md.105),

• Tehdit (md. 106),

• Şantaj (md. 107),

• İş ve çalışma hürriyetinin ihlali (md. 117),

• Ayrımcılık (md. 122),

• Hakaret (md. 125),

• Kişilerin huzur ve sükununu bozma (Md.123)

• Haberleşmenin engellenmesi (md. 124),

• Haberleşmenin gizliliğini ihlal (md.132),

• Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması (md. 133),

• Özel hayatın gizliliğini ihlal (md.134),

• Kişisel verilerin kaydedilmesi, (md.135)

5. İŞ KANUNU

* 4857 sayılı İş Kanununda işyerlerinde psikolojik tacize ilişkin doğrudan düzenleme bulunmamakla birlikte, dolaylı olarak bu davranış biçimlerini yaptırıma bağlayan birtakım hükümler bulunmaktadır.

* Psikolojik tacizin hukuki sonuçları tacizi gerçekleştiren kişinin hukuki konumuna göre farklılık göstermektedir.

* Psikolojik tacizin işveren tarafından gerçekleştirilmesi halinde işçi, her olayda özel olarak ayrıca değerlendirilmesi gerekmekle birlikte genel olarak;

• Eşit davranma borcuna aykırılık nedeniyle ayrımcılık tazminatı talep edebilir.(md.5)

• İş sözleşmesini koşulları oluşmuşsa haklı nedenle feshedebilir. (md. 24/II)

Psikolojik tacizin işverenin bir başka işçisi tarafından gerçekleştirilmesi halinde;

• İşçi durumu işverene varsa işyerindeki bildirim ve iletişim mekanizmalarını kullanarak işverene bildirerek gerekli önlemlerin alınmasını isteyebilir.

• Önlem alınmaması halinde ve koşulları oluşmuş ise işçi, iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir. (md. 24/II)

• İşveren, psikolojik taciz davranışları sergileyen işçisinin iş sözleşmesini koşulları oluşmuş ise feshedebilir.

6. DEVLET MEMURLARI KANUNU

*657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, amirlerin memurlarına hakkaniyet ve eşitlik içinde davranması gerektiğini belirtmektedir. (md. 10)

• Devlet memurları, kendilerine uygulanan idari eylem ve işlemlerden dolayı şikayet ve dava açma hakkına sahiptir. Psikolojik tacize maruz kalan memur,sözlü veya yazılı olarak, en yakın amirden başlayarak ve silsile yolu ile tacizi gerçekleştiren amirleri atlayarak şikayet yapabilir. (md. 21)

• Şikayet üzerine taciz eylemini gerçekleştiren memura somut olaya göre uyarma, kınama, aylıktan kesme, kademe ilerlemesini durdurma, devlet memurluğundan çıkarma cezası verilebilir. (md. 125)

• Kanunda belirtilen disiplin cezalarının psikolojik taciz sürecinin aracı olarak

kullanılması durumunda haksız disiplin cezasına maruz kalan memur, bu

cezaya karşı itiraz etme ve dava açma hakkına da sahiptir. (md. 135)

7. İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU

* 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa göre, işveren çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliklerini sağlamakla yükümlüdür. (md. 4)

* Psikolojik taciz olgusu, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununda doğrudan düzenlenmemiş olsa da çalışanların ruh ve beden sağlığını etkilediği hallerde Kanun kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.

*İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğini sağlamak için her türlü tedbiri almak, risk değerlendirmesi yapmak ve yaptırmakla yükümlüdür. (md. 4) Bu kapsamda işveren, çalışanların işyerinde fiziksel ve psikolojik açıdan sağlıklı bir çalışma ortamının oluşturulmasını sağlamak ve gözetmekle yükümlüdür.

8. TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VE EŞİTLİK KURUMU KANUNU

* 6701 sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu ile “İşyerinde Yıldırma” ve “Taciz” kavramları tanımlanmış ve bu kavramlar ayrımcılık kapsamında değerlendirilmiştir.

* Kanuna göre;

• İşyerinde yıldırma: Bu Kanunda sayılan ayrımcılık temellerine dayanılarak kişiyi işinden soğutmak, dışlamak, bıktırmak amacıyla kasıtlı olarak yapılan eylemleri,

Taciz: Psikolojik ve cinsel türleri de dâhil olmak üzere bu Kanunda sayılan temellerden birisine dayanılarak, insan onurunun çiğnenmesi amacını taşıyan veya böyle bir sonucu doğuran yıldırıcı, onur kırıcı, aşağılayıcı veya utandırıcı her türlü davranışı ifade etmektedir.

• Kanun kapsamında cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, mezhep, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hâl, sağlık durumu, engellilik ve yaş temellerine dayalı ayrımcılık yasaktır. (md.3)

• Kanun kapsamında işyerinde yıldırma ayrımcılık türleri arasında sayılmıştır. (md.4)

• Çalışma hayatında ayrımcılık yasağı ihlalinden zarar gördüğü iddiasında bulunan gerçek ve tüzel kişi, herhangi bir ücret ödemeksizin Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna başvurabilir. (md. 17/I)

• İş Kanunun 5 inci maddesi kapsamına giren ayrımcılık iddialarına ilişkin başvurular, İş Kanununda belirlenen şikâyet usulleri izlendikten sonra herhangi bir yaptırım kararı alınmadığı hallerde yapılabilir. (md.17/V)

• Kişi, Kuruma başvurmadan önce işyerinde yıldırmanın (ayrımcılığın) sonlanmasını ilgili taraftan talep etmelidir. Bu talebin reddedilmesi veya 30 gün içerisinde cevap verilmemesi halinde Kuruma başvuru yapılabilir. Ancak telafisi güç veya imkansız zararların doğması ihtimali bulunan hallerde, Kurum bu şartı aramadan başvuruları kabul edebilir. (md. 17/II)

• Kurum, başvuruları en geç 3 ay içinde sonuçlandırır. Bu süre bir defaya mahsus olmak üzere en fazla 3 ay uzatılabilir. (md. 18/I)

• Kurum, ayrımcılık taraflarının görüşünü aldıktan sonra incelemenin özelliğine göre re ’sen veya talep üzerine tarafları uzlaşmaya davet edebilir. (md. 18/II, III)

• Kuruma yapılan başvurularda başvuranın, iddiasının gerçekliğine ilişkin kuvvetli emarelerin ve karine oluşturan olguların varlığını ortaya koyması halinde, karşı tarafın ayrımcılık yasağını ve eşit muamele ilkesini ihlal etmediğini ispat etmesi gerekir. (md. 21)

• Ayrımcılık yasağının ihlali halinde sorumlu olan kamu veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri hakkında 1000 Türk lirasından 15.000 bin Türk lirasına kadar idari para cezası uygulanır. Kurul, verdiği idari para cezasını bir defaya mahsus olmak üzere uyarı cezasına dönüştürebilir. (md. 25/I, IV)

9. KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU KANUNU

* 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kanununun amacı; kamu hizmetlerinin işleyişinde bağımsız ve etkin bir şikayet mekanizması oluşturmak suretiyle, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve önerilerde bulunmaktır. (md.1)

* Kurum, idarenin işleyişi ile ilgili şikayet üzerine, idarenin her türlü eylem ve  işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmakla görevlidir. (md.5)

* Kuruma, gerçek ve tüzel kişiler başvurabilirler. Başvuru sahibinin talebi üzerine başvuru gizli tutulmaktadır. (md. 17/I)

* Kuruma başvuruda bulunulabilmesi için telafisi güç veya imkansız zararların doğması ihtimali bulunan haller dışında, idari başvuru yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir. (md. 17/IV)

* Kurum, inceleme ve araştırmasını başvuru tarihinden itibaren en geç 6 ay içinde sonuçlandırarak inceleme ve araştırma sonucu ile varsa önerilerini ilgili mercie ve başvurana bildirmektedir. (md. 20/I,II)

*Kurum ayrıca başvurana, işleme karşı başvuru yollarını, başvuru süresini ve başvurulacak makamı da göstermektedir. (md. 20/II)

*İlgili mercii, Kurumun önerileri doğrultusunda tesis ettiği işlemi veya Kurumun önerdiği çözümü uygulanabilir nitelikte görmediği takdirde bunun gerekçesini 30 gün içinde Kuruma bildirmektedir. (md. 20/III)

2011/2 SAYILI İŞYERLERINDE PSİKOLOJİK TACİZİN (MOBBİNG)  ÖNLENMESI HAKKINDA BAŞBAKANLIK GENELGESİ

* Kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör işyerlerinde gerçekleşen psikolojik taciz, çalışanların itibarını ve onurunu zedelemekte, verimliliğini azaltmakta ve sağlığını kaybetmesine neden olarak çalışma hayatını olumsuz etkilemektedir.

* Kasıtlı ve sistematik olarak belirli bir süre çalışanın aşağılanması, küçümsenmesi, dışlanması, kişiliğinin ve saygınlığının zedelenmesi, kötü muameleye tabi tutulması, yıldırılması ve benzeri şekillerde ortaya çıkan psikolojik tacizin önlenmesi gerek iş sağlığı ve güvenliği gerekse çalışma barışının geliştirilmesi açısından çok önemlidir. Bu doğrultuda, çalışanların psikolojik tacizden korunması amacıyla aşağıdaki tedbirlerin alınması uygun görülmüştür.

1. İşyerinde psikolojik tacizle mücadele öncelikle işverenin sorumluluğunda olup işverenler çalışanların tacize maruz kalmamaları için gerekli bütün önlemleri alacaktır.

2. Bütün çalışanlar psikolojik taciz olarak değerlendirilebilecek her türlü eylem ve davranışlardan uzak duracaklardır.

3. Toplu iş sözleşmelerine işyerinde psikolojik taciz vakalarının yaşanmaması için önleyici nitelikte hükümler konulmasına özen gösterilecektir.

4. Psikolojik tacizle mücadeleyi güçlendirmek üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi, ALO 170 üzerinden psikologlar vasıtasıyla çalışanlara yardım ve destek sağlanacaktır.

5. Çalışanların uğradığı psikolojik taciz olaylarını izlemek, değerlendirmek ve önleyici politikalar üretmek üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde Devlet Personel Başkanlığı, sivil toplum kuruluşları ve ilgili tarafların katılımıyla “Psikolojik Tacizle Mücadele Kurulu” kurulacaktır.

6. Denetim elemanları, psikolojik taciz şikâyetlerini titizlikle inceleyip en kısa sürede sonuçlandıracaktır.

7. Psikolojik taciz iddialarıyla ilgili yürütülen iş ve işlemlerde kişilerin özel yaşamlarının korunmasına azami özen gösterilecektir.

8. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Devlet Personel Başkanlığı ve sosyal taraflar, işyerlerinde psikolojik tacize yönelik farkındalık yaratmak amacıyla eğitim ve bilgilendirme toplantıları ile seminerler düzenleyeceklerdir.

* İşyerlerinde psikolojik taciz ilgili her türlü soru, öneri, eleştiri, ihbar, şikayet, başvuru ve taleplerin çözüme kavuşturabilmesi amacıyla başvuruda bulunulabilecek birçok kurum ve kuruluş vardır.

ŞİKAYET VE BAŞVURU MEKANİZMALARI

1. Dilekçe ile Başvuru

* İşyerinde psikolojik taciz davranışlarına maruz kalan kişiler, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve yetkili idari makamlara yazı ile başvurma hakkına sahiptirler.

* Başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçesahiplerine en geç 30 gün içinde gerekçeli olarak cevap verilmektedir. İşlem safahatının duyurulması halinde alınan sonuç ayrıca bildirilmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen dilekçelerin, Dilekçe Komisyonunda incelenmesi ve karara bağlanması 60 gündür.

2. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) Yoluyla Başvuru İşyerinde psikolojik taciz şikayet ve talepleri için “Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER)”ne https:// basvuru. tccb. gov.tr /Forms/ pgDefault. aspx adresinden başvuru yapılabilmektedir.

ALO 170 hattı üzerinden psikolojik taciz şikayet başvuruları, başvuruyu yapan kişinin kamu veya özel sektörde çalışmasına bağlı olarak farklı şekilde değerlendirilmektedir. Özel sektör çalışanlarınca yapılan başvurular, İş Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından incelenmekte; kamu sektöründe çalışanlar tarafından yapılan başvurular ise psikolojik tacizin gerçekleştiği kurum tarafından incelenmektedir.

*ALO 170 çağrılarına en geç 72 saat içerisinde cevap verilmektedir.

2. Kamu Denetçiliği Kurumuna (Ombudsman) Başvuru

* İdarenin eylem ve işlemleri karşısında psikolojik tacize maruz kaldığını iddia eden gerçek ve tüzel kişiler, herhangi bir ücret ödemeksizin Kamu Denetçiliği Kurumuna şikayet başvurusu    yapabilmektedirler.

*Şikayet dilekçeleri; posta, elektronik posta, faks ve web sayfasından elektronik sistem yoluyla yapılabileceği gibi illerde valilikler, ilçelerde kaymakamlıklar aracılığıyla da yapılabilmektedir.

3. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna Başvuru

*Kişiler, işyerlerinde yıldırma ile ayrımcılığa maruz kaldığı iddiasıyla herhangi bir ücret ödemeksizin Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na başvuru yapabilmektedirler.

* Başvurular illerde valilik, ilçelerde kaymakamlıklar aracılığıyla da yapılabilmektedir.

4. Yargı Yolu

* 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanununda “Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” hükmü yer almaktadır (md.3) Yargı yoluna başvurulmasında bu madde hükmü göz önünde bulundurulmalıdır.

* Psikolojik tacize ilişkin olarak somut olayın özelliklerine göre, hukuk yargısı ceza yargısı yahut idari yargı yollarına başvurulması mümkündür. Konuyla ilgili olarak açılmış davalarda Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlardan bazıları aşağıda özetlenmiştir.

PSİKOLOJİK TACİZE İLİŞKİN YARGI KARARLARI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2015/9-461; K. 2017/127; T. 25.01.2017

ÖZET: Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili davalı işverence iş şartlarının esaslı şekilde değiştirilmek istendiğini, işe girdiği tarihte taraflarca kararlaştırılmış şartların davalı yanca tek taraflı hukuka aykırı olarak değiştirilmek istenmesine altı arkadaşıyla birlikte onay vermediğini, işverenin iş sözleşmesinin feshiyle sonuçlanan bir takım davranışlar içine girdiğini, bu davranışların kişilik haklarına ve maneviyatına zarar verdiğini ileri sürerek manevi tazminat alacağının davalıdan tahsilini istemiştir. Mahkemece davalı işverenin, rekabet sözleşmesini imzalamayan ve nihayetinde işten çıkartılma baskısı altında, ihtirazı kayıt koymak sureti ile sözleşmeyi imzalamak zorunda kalan davacıyı, satış müdürü olmasına rağmen toplantılara almaması, hiçbir aktiviteye katılmasına izin vermemesi, çıkışta (diğer personelden ayrı muameleye tabi tutularak) zaten belgelere erişmesi engellenmiş olan davacının çantalarının aranarak kontrol edilmesinin çalışanlar arasında ayrımcılık ve mobbing uygulaması niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 3000,00 TL manevi tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp  davacıya verilmesine, fazlaya dair talebin reddine karar verilmiş, Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yerel mahkemenin kararı “Davacının anılan sözleşmeyi şerh koyarak imzalayarak şirketin ticari risklerini üstlenmemesi nedeniyle, işveren ve vekillerinin manevi baskı ve işkencesine maruz bırakıldığı, çalışma arkadaşları arasında küçük düşürüldüğü somut delillerle ispat edilemediğinden davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabulü isabetsizdir.” gerekçesi ile bozulmuş, Mahkemece bu tür davaların çoğunlukla tanıkla ispat edilmesinin zorunlu olduğunu somut ispat açısından belge ibraz edilmesinin beklenemeyeceği, davacı ile aynı ortamda çalışan ve davalı ile de husumeti bulunmayan tanık beyanlarına itibar edilmesi gerektiği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

KARAR VE SONUÇ: “Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından davacının ihtirazı kayıt ile imzaladığı rekabet yasağı ve ticari sırların saklanması hakkında anlaşmanın bizatihi mobbing niteliğinde olup olmadığı ve davacının küçük düşürüldüğünün somut delillerle ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.” Öncelikle, uyuşmazlığın temelinde yatan psikolojik taciz (mobbing) hakkında genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır: Türk Hukukunda psikolojik taciz (mobbing); işyerinde çalışanlara, diğer çalışanlar veya işverenler tarafından sistematik biçimde uygulanan, tekrarlanan her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışlar olarak ifade edilmiştir. Psikolojik tacizin en bariz örnekleri, kendini göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, sürekli eleştiri, çalışan iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikli iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve fiziksel şiddet tehdidi sayılabilir. Görüldüğü üzere, bir eylemin psikolojik taciz olarak kabul edilebilmesi için, bir işçinin hedef alınarak gerçekleştirilmesi, belli bir süreye yayılması ve bu durumun sistematik bir hal alması gerekir. Belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Psikolojik tacizin nedenleri farklılık göstermesine karşın amaç, çoğu kez işçinin işyerinden ayrılmasını sağlamaktır. Önceleri özel bir düzenleme olmamasına rağmen, çalışanların maruz kaldıkları psikolojik taciz, hizmet sözleşmesinin taraflara yükledikleri borçlar ve ödevler kapsamında değerlendirilmiştir. Buna göre, psikolojik taciz eylemi, işverenin işçiyi koruma (gözetme) ve eşit davranma borçlarına aykırılık oluşturmaktadır. Bunun yanında, psikolojik taciz aynı zamanda, işçinin kişilik haklarına da müdahale niteliği taşıması dolayısıyla, buna dair hukuki yolların da kullanılması gündeme gelebilir. Mülga 818 Sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinde işçinin, iş görme yükümlülüğü çerçevesinde maruz kalacağı tehlikelere karşı işverenin gerekli tedbiri alması gerektiği hususu düzenlenmişti. Bu düzenleme, işverenin işçiyi koruma (gözetme) borcunun temelini oluşturuyordu. Buna karşılık 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununda “İşçinin Kişiliğinin Korunması” başlıklı 417. maddesinde psikolojik taciz terimine açıkça yer verilmiş ve işçinin kişiliğinin korunması yoruma yer vermeyecek biçimde özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre; “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür. İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı sebebiyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir” Somut olaya gelince; davacı, davalı şirket tarafından hazırlanan rekabet yasağı sözleşmesini ihtirazi kayıtla imzaladığı için baskıya uğradığını ileri sürmüş ise de dosya kapsamına göre işveren ve vekilleri tarafından sistematik biçimde manevi baskıya maruz bırakıldığını, çalışma arkadaşları arasında küçük düşürüldüğünü somut delillerle ispat edememiştir. Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” Sonuç olarak davacının davalı tarafından hazırlanan rekabet yasağı sözleşmesini ihtirazı kayıtla imzaladığı için baskıya uğradığı yönündeki iddiası somut delillerle ispat edilemediğinden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca direnme kararı bozulmuştur.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, E.2017/7875; K.2017/13057; T.01.06.2017

KARAR VE SONUÇ: “Taraflar arasında davalı işveren vekilince davacıya mobbing uygulanıp uygulanmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırı olup olmadığı hususu tartışmalıdır. Mobbingin meydana gelebilmesi için bir işçinin hedef alınarak, uzun bir süre ve belli aralıklarla sistematik biçimde tekrarlanan, mağdurun karşı koymasına rağmen yapılan aşağılayıcı, küçük düşürücü ve psikolojik olarak acı veren, işteki performansı engelleyen veyahut olumsuz bir çalışma ortamına sebep olan tehdit, şiddet, aşağılama, hakaret, ayrımcılık, ağır eleştiri, taciz ve çalışma şartlarını ağırlaştırma gibi eylem, tutum ve davranışların uygulanması gerekir. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre de mobbing; “bir veya bir grup işçiyi sabote etmek için yapılan, zalimce, kötü niyetli, intikamcı, aşağılayıcı ve eleştirici tavırlarla kendini gösteren davranış biçimi” şeklinde tanımlanmaktadır. Mobbing’de, hedef alınan kişinin şerefine, kişiliğine, karakterine, inancına, değerlerine, yeteneklerine, tecrübelerine, birikimlerine, düşüncelerine, etnik kökenine, yaşam biçimine, kültür ve benzeri yönlerine topluca bir saldırı söz konusudur. Bu saldırı, dedikodu ve söylenti çıkarma, iftira atma, toplum önünde küçük düşürme, hafife alma, karalama, kötüleme ve yok sayma gibi kişiyi zihinsel, ruhsal, fiziksel ve bedensel olarak etkileyebilecek eylemlerle yapılmaktadır. “Davacı işçi … olarak davalı işyerinde çalışmaktadır. Davacı davalı kurum yetkilileri tarafından görevlerini yerine getirmesine rağmen sanki hiç görev yapmıyormuş gibi olumsuz davranışlara maruz kaldığını, vizite kağıdı verilmeyerek doktora gitme talebinin umursanmadığını, can güvenliğini tehlikeye sokacak türden işler yapmasının istendiğini, görevi olmayan işler yaptırıldığını, iş arkadaşları ile iletişiminin engellenmeye çalışıldığını, bu sebeplerle mobbinge uğradığını ileri sürerek manevi tazminat istemiştir. Davalılar davacının mobbinge uğradığına dair iddiaların gerçeği yansıtmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur. Mahkemece dinlenen tanık beyanlarına dayanılarak işverenin davranışlarının sözleşmeye aykırılık oluşturduğu gerekçesi ile davanın kabulüyle davacı lehine manevi tazminata hükmedilmiştir. Somut uyuşmazlıkta, davacının sistemli olarak psikolojik tacize uğradığı ve kişilik haklarının ihlal edildiğinin somut ve inandırıcı delillerle ortaya konmadığı, mobbingin yukarda açıklanan unsurlarının bulunmadığı, bu sebeple davacının kişisel haklarının saldırıya uğradığının ispatlanmadığı gözetilerek manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi bozma nedenidir.” Sonuç olarak davacının psikolojik tacize uğradığı yönündeki iddiasının somut ve inandırıcı delillerle ispat edilemediği ve somut olayda psikolojik tacizin unsurlarının bulunmadığı gerekçeleriyle yerel mahkeme kararı, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuştur.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E.2016/485; K.2016/16921; T.29.09.2016

ÖZET: Davacı vekili, davacının satış temsilcisi olarak 22.07.2010 tarihinde işe başladığını, davalının uygulamış olduğu ücret politikası ve işyerinde ki psikolojik taciz amirleri tarafından sürekli hakarete maruz kalması sebebiyle 08.10.2012 tarihinde işten ayrılacağına dair dilekçe verdiğini ve 16.11.2012 tarihi itibariyle davalı işyeri ile ilişiğinin kesildiğini, davacı ile davalı arasında akdedilen iş akdi gereği mesai saatlerinin hafta içi 08:30-17:30 saatleri arasında olduğunu, ancak davacının 07:45-19:30 saatleri arasında çalıştığını, fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini, davacının işyerinde uygulanan psikolojik tacize, mobbinge dayanamayarak iş akdinin sonlandırılmasını istediğini ancak amirinin baskısıyla istifa dilekçesi vermek zorunda bırakıldığını, davacının başarılı performans sergilemiş olmasına rağmen takım liderinin sürekli baskıcı, hakaret eden, tehditkar tavır ve davranışlarına maruz kaldığını ileri sürerek, kıdem tazminatı, manevi tazminat ve fazla mesai ücreti  alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir. Yerel mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

KARAR VE SONUÇ: Taraflar arasında davacı işçinin işyerinde psikolojik tacize maruz kalıp kalmadığı ve bu bağlamda manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Genel olarak “İşyerinde gerçekleşen, sistematik hale gelen, kasıtlı olarak yapılan ve süreklilik gösteren, yıldırma ve işten uzaklaştırma amacı taşıyan, kişinin kişiliğinde, sağlığında ve mesleki durumunda zarar doğuran davranışlar” psikolojik taciz(mobbing)’ olarak ifade edilmektedir. Mobbingde, işçiye karşı taciz psikolojik olmalı, işçinin özgüvenini ve özsaygısını kaybettirmeli, sistematik olarak tekrarlanmalı, uzun bir zamandan beri devam ediyor olmalı ve en önemlisi işçinin buna karşı silahı olmamalı, olsa bile kullanamamalıdır. Somut uyuşmazlıkta, davacı işyerinde başarılı performans sergilemiş olmasına rağmen psikolojik tacize maruz kaldığını, bu konu ile ilgili işyerinde yaptığı başvuruların sonuçsuz kaldığını iddia ederken, davalı taraf davacının iddialarının gerçeği yansıtmadığını savunmuştur. Tanık beyanı ve dosya kapsamı değerlendirildiğinde davacı mobbing iddiasını ispatlayamamıştır. Mahkemece, mobbing olarak nitelendirilen olaylar, mobbing sebebiyle tazminatına hak kazandıracak nitelik ve boyutta değildir. Bu sebeple manevi tazminat talebinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2012/9-1925; K. 2013/1407; T. 25.09.2013

ÖZET: Dava, işyerinde psikolojik taciz nedeniyle istenen maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Somut olayda, 56 yaşında evli bir kadın olan davacının, 14 yıl aralıksız olarak davalının İstanbul işyerinde avukat olarak çalışmasının ardından Adana ve farklı illerde kısa sürelerle 9 ay boyunca ve 30 kez yer değiştirmek suretiyle görevlendirildiği anlaşılan davacı, psikolojik tacize uğradığını iddia ederek maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Yerel mahkemece, davacının manevi tazminat talebine dayanak olarak gösterdiği uygulamaların psikolojik taciz yani mobbing oluşturmadığı, bir an için öyle olduğu kabul edilse bile kişilik haklarına saldırı oluşturacak şekilde Borçlar Kanunu’nun 41. veya 49. maddeleri anlamında manevi tazminat talep edilmesine imkan verecek uygulamalar olarak kabul edilemeyeceği gerekçeleriyle manevi tazminat isteği reddedilmiştir.

Öte yandan yerel mahkemece, davacının tayinen gittiği ve 9 ay süreyle çalıştığı görev yerinde bulunduğu sırada yapmak durumunda kaldığını iddia ettiği gerek şehir içi ve gerekse şehirler arası, görevi ile ilgili olmayan ancak İstanbul’da bulunsaydı yapmak durumunda kalmayacağını iddia ettiği, ulaşım, iletişim, yatma ve yemek giderlerinden oluştuğu, bu tür masraflarının işverence karşılanacağının taahhüt edildiğine dair yazılı belge veya hizmet sözleşmesi bulunmadığı, aile bağlarının devam ettirilebilmesi gerekçesiyle olsa bile özel ulaşım ve iletişim masraflarının da aynı gerekçelerle talep edilmesi mümkün görülmediği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yerel mahkemenin kararı, Davalının işveren yapılan görevlendirmenin olağan bir uygulama olduğu ve diğer benzer durumda çalışanlara da uygulandığı yönünde bir savunma getirmediği, davacının ilgili bölümde tek avukat olarak görev yaptığının anlaşıldığı, davalı nezdinde çalışan diğer avukatların aynı dönemde benzer şekilde görevlendirildiklerinin ileri sürülmediği ve kanıtlanmadığı, davacının 9 aylık sürede gerçekleşen görevlendirmelerinin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığının somut biçimde ortaya konulamadığı, İşverenin davacıyı sürekli olarak değişik illerde kısa sürelerle görevlendirmesinin davacıyı yıldırma, bezdirme amacına yönelik olduğunun anlaşıldığı, Psikolojik taciz olarak değerlendirilen uygulamaların oluş şekli ve süresi dikkate alındığında manevi tazminatın kabulüne karar verilmesi gerektiği, Davacının yer değiştirmelere bağlı olarak ulaşım, iletişim, konaklama ve yemek giderleri adı altında talep ettiği maddi tazminat yönünden dosya kapsamındaki belgelerin değerlendirilmesi gerektiği, psikolojik taciz uygulamalarının doğrudan bir sonucu olan ve varsayıma dayanmayan gerçek zararın belirlenmesi gerektiği, davacının görevlendirmelerle ilgili olarak harcırah alıp almadığının tespit edilerek maddi tazminat yönünden bir karar verilmesi gerektiği, gerekçeleri ile bozulmuş, yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

KARAR VE SONUÇ: Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı yararına somut olayda psikolojik taciz (mobbing) nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği; ayrıca davacının maddi tazminat talebi bakımından yer değiştirmeye bağlı olarak yaptığı giderlerin yerel mahkemece değerlendirilmesi gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır. Somut olayda; 56 yaşında evli bir kadın olan davacının, 14 yıl aralıksız olarak davalının İstanbul işyerinde avukat olarak çalışmasının ardından Adana iline atamasının yapılarak, akabinde Kahramanmaraş, Gaziantep, ve Mardin illerinde kısa sürelerde 9 ay boyunca ve 30 kez yer değiştirmek suretiyle görevlendirildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davalı işveren, yapılan görevlendirmenin olağan bir uygulama olduğu ve diğer benzer durumda çalışanlara da uygulandığı yönünde bir savunma getirmediği gibi, davacının ilgili bölümde tek avukat olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. Bankanın diğer avukatlarının aynı dönemde benzer şekilde görevlendirildikleri ileri sürülmüş ise de bu husus kanıtlanmış değildir. Davacının iş sözleşmesinin feshi öncesinde  9 aylık sürede gerçekleşen görevlendirmelerin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı da somut biçimde ortaya konulmamıştır. Ayrıca davalı işverenin kurum içi yazışmalarından, davacının emekli olmayı düşünmediği kanısıyla, en uygun çözüm yolunun sözleşmenin feshedilmesi; bunun mümkün olmaması halinde ise, daha önce gündeme geldiği belirtilen Bursa iline atama yapılmasının uygun olacağına dair değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere, davalı avukatın maruz kaldığı bu durum, psikolojik taciz mahiyetinde olup, bu yolla davacı avukatın istifa ya da emekliliği tercih etmesi sağlanarak, işyerinden ayrılması amaçlanmaktadır. Şu durumda, psikolojik taciz olgusunun somut olayda gerçekleştiğinin kabulü ile davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir. Öte yandan, davacının yer değiştirmelere bağlı olarak ulaşım, iletişim, konaklama ve  yemek giderleri adı altında talep ettiği maddi tazminat yönünden dosya kapsamındaki belgeler değerlendirilmeli, psikolojik taciz uygulamalarının doğrudan bir sonucu olan ve varsayıma dayanmayan gerçek bir zarar olup olmadığı belirlenmeli, davacının görevlendirmelerle ilgili olarak harcırah alıp almadığı da tespit olunarak, bu doğrultuda maddi tazminat yönünden de bir karar verilmelidir. O itibarla yerel mahkemece, psikolojik tacizin bulunmadığı ve delillerin toplamasına gerek görülmediğinden söz edilerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. Sonuç olarak, davacının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozulmasına, davacı kişiye tazminat haklarının ödenmesine karar verilmiştir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E.2014/36660; K.2015/3283; T.26.2.2015

ÖZET: Davacı tarafından, davacının davalı işyerinde 12.4.2010 tarihinden itibaren mekanik bakım operatörü olarak çalışmaya başladığı, işyerinde Cuma namazlarını bir kısım işçilerin kendi tuttukları servis aracıyla işyerinin bulunduğu site içinde bulunan camide kılmalarına işverenin müsaade ettiği halde kendisine Cuma namazlarını kılmak için izin talebinde bulunmasına rağmen izin verilmediği, namaz kılanlara yönelik işyerinde psikolojik baskı (mobbing) uygulandığı, işyerinin standart uygulama dışına çıkarak uzun süre, sürekli olarak gündüz vardiyasına çağrılıp üç hafta üst üste Cuma namazına gidememesinin sağlandığı, işveren tarafından işçiler arasında eşit davranma ilkesi yükümlülüğüne aykırı davranıldığı, kendisinin anayasal hakkı olan ibadet hürriyetine müdahale edilip insanlık onuruna aykırı olarak baskı uygulandığı, istifa etmeyince de bir bahane üretilerek iş akdinin haksız ve ihbarsız olarak feshedildiği belirtilerek, işe iade davası açılmıştır.

Dosya kapsamından davacının iş akdinin davalı işverence 29.11.2013 tarihinde ihtarname ile sanal ortamda şirketi küçük düşürücü, aşağılayıcı paylaşımlarda bulunduğu, yazılı basında ise şirket ve yöneticileri hakkında asılsız isnatlar içeren röportaj yapılarak yayınlanmasında etkili olunduğu tespit edildiği için İş Kanunu’nun 25/II-b bendine göre bildirimsiz ve tazminatsız olarak feshedildiği anlaşılmaktadır. Yerel mahkeme, davalı işyerine ait işyeri çalışanlarının işyerinde ve işyerindeki şartların uygun olması halinde ibadetlerini yerine getirebildikleri, çalışma saatleri  müsait olanların Cuma namazına gittikleri, davacının üç vardiya halinde çalıştığı dönemde Cuma vaktine denk gelmeyen vardiyalarda Cuma namazını kıldığı, işyerinde iddia edildiği gibi ibadet özgürlüğüyle ilgili bir baskının söz konusu olmadığı, davacının işvereni namaz-İslam düşmanı gibi gösterecek şekilde sosyal medya … hesabında sayfa oluşturması, ” sayfasında “…. şirketi namaza düşman sayfası” oluşturması, ve … Gazetesi muhabirine şirketin namaz düşmanı olduğu algısını oluşturacak şekilde demeç vermesi ve bu demecin fotoğraflı olarak haber yapılması, davacının işyerinden gerekli prosedürü almadan üst üste iki hafta Cuma namazını kılmak için mesai saatleri içinde izinsiz işyerini terk etmesi hususlarını bir bütün halinde değerlendirerek, davacının davalı işyerinin itibarını kamuoyu nezdinde zedelediği, işveren hakkında şeref ve haysiyeti kırıcı isnatlarda bulunduğu, davacının eylemlerinin eleştiri-hoşgörü sınırını aştığı, işyerinde çalışma-disiplin düzenini bozacak nitelikte olduğu ve iş akdinin yasal mevzuat çerçevesinde haklı sebeplerle prosedüre uygun şekilde feshedildiğinin anlaşıldığı gerekçeleri ile davanın reddine karar vermiştir.

KARAR VE SONUÇ: Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA karar verilmiştir.

Yazıldı Güncel Mevzuat
Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız