• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Kategoride Yazılmış Yargı Kararları

Avukat Vekalet Ücreti

Ara19
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

                     

  Avukat Vekalet Ücretine İlişkin Sayıştay Kararı

 Sayıştay 5.Daire,Yılı 2012,Karar No 5, İlam No 427, Tutanak Tarihi 12.5.2016

            ….. tarih ve …… sayılı İlamın ..1/A maddesinde Hukuk İşleri Müdürlüğünde görevli avukatlara avukat vekalet ücreti ödemesi yapılırken, 02.11.2011 Tarih ve 28103 Sayılı Resmi Gazetede Yayınlanarak yürürlüğe giren 659 Sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 14 üncü maddesinde ve 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14 üncü maddesi göre ödenecek vekalet ücretlerinin dağıtımına ilişkin usul ve esasları düzenleyen Vekalet Ücretlerinin Dağıtımına Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 6 ncı maddesinde belirtilen limitlere uyulmadan ödemede bulunulması sonucunda ……-TL tutarında kamu zararına neden olunduğu konusuyla ilgili olarak;

“5393 sayılı Kanunun “Avukat ücretlerinin dağıtımı” başlıklı 82 inci maddesinde; Belediye lehine sonuçlanan dava ve icra takipleri nedeniyle hükme bağlanarak karşı taraftan tahsil olunan vekâlet ücretlerinin; avukatlara (49 uncu maddeye göre çalıştırılanlar dâhil) ve hukuk servisinde fiilen görev yapan memurlara dağıtımı hakkında 1389 sayılı Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek Ücreti Vekâlet Hakkında Kanun hükümleri kıyas yolu ile uygulanacağı,

02.11.2011 tarih ve 28103 Sayılı Resmi Gazetede Yayınlanan 659 Sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin Yürürlükten kaldırılan ve uygulanmayacak hükümler ile atıflar” başlıklı 18 inci maddesinin 1 inci fıkrasında; 2/2/1929 tarihli ve 1389 sayılı Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek Ücreti Vekâlet Hakkında Kanun yürürlükten kaldırıldığı, diğer mevzuatta 1389 sayılı Kanuna yapılan atıflar bu Kanun Hükmünde Kararnameye yapılmış olarak sayılacağı,

hükümleri yer almaktadır.

Yukarıda yer alan mevzuat hükümlerinden anlaşılacağı üzere, 5393 sayılı Belediye Kanunu 82 inci maddesi kapsamında avukat vekâlet ücretlerin dağıtımı, 659 Sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname hükümleri çerçevesinde yapılması gerekmektedir.

659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” başlıklı 14 üncü maddesinde avukat vekalet ücretlerinin dağıtımı hususu düzenlenmiştir. 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14 üncü maddesi göre ödenecek vekalet ücretlerinin dağıtımına ilişkin usul ve esasları düzenleyen “Vekalet Ücretlerinin Dağıtımına Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” 07.08.2012 tarih ve 28347 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” başlıklı 14 üncü maddesinde; “(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.

(2) İdareler lehine karara bağlanan ve tahsil olunan vekalet ücretleri, hukuk biriminin bağlı olduğu idarenin merkez teşkilatında bir emanet hesabında toplanarak idare hukuk biriminde fiilen görev yapan personele aşağıdaki usul ve sınırlar dahilinde ödenir.

a) Vekalet ücretinin; dava ve icra dosyasını takip eden hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü veya avukata %55’i, dağıtımın yapıldığı yıl içerisinde altı aydan fazla süreyle hukuk biriminde fiilen görev yapmış olmak şartıyla, hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara %40’ı eşit olarak ödenir.

b) Ödenecek vekalet ücretinin yıllık tutarı; hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü, avukatlar için (10.000) gösterge rakamının, memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez.

c) Yapılacak dağıtım sonunda arta kalan tutar, hukuk biriminde görev yapan ve (b) bendindeki tutarları dolduramayan hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara ödenir. Bu dağıtım sonunda arta kalan tutar üçüncü bütçe yılı sonunda ilgili idarenin bütçesine gelir kaydedilir.

(3) Hizmet satın alınan avukatlara yapılacak ödemeler bu madde kapsamı dışındadır.” hükmü bulunmaktadır.

Diğer taraftan, 11/10/2011 tarihli ve 666 sayılı KHK’nın 1 inci maddesiyle, 659 sayılı KHK’nin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “, hukuk biriminde görev yapan diğer personele %5’i” ibaresi ile aynı fıkranın (b) bendinde yer alan “, diğerleri için (6.000) gösterge” ibaresi yürürlükten kaldırılmış olup, daha sonra 11/10/2011 tarihli ve 666 sayılı KHK ile bu maddede yapılan düzenlemeler; 10/10/2013 tarihli ve 28791 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin …..tarihli ve E.:……, K.: …… sayılı Kararı ile iptal edilmiştir.

Vekâlet Ücretlerinin Dağıtımına Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin “Ödenecek vekalet ücretinin limiti ve dağıtım şekli başlıklı”6 ıncı maddesinde ise;

Emanet hesaplarında toplanan vekalet ücretleri, vekalet ücretlerinden yararlanacak kişilere yıllık tutarı; (10000) gösterge rakamın memur aylıklarına uygulanan katsayı çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarın on iki katını geçmemek üzere, aşağıdaki şekilde dağıtılır;

a-) Dava veya icra dosyasını takip eden hukuk birim amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü veya avukata %55, vekâlet ücreti dağılımının yapıldığı yıl içerisinde altı aydan fazla süreyle hukuk biriminde fiilen görev yapmış olmak şartıyla, hukuk birim amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara %40’ı eşit olarak ödenir.

b-) Davanın takibi ve sonuçlandırılmasında birbiri ardına veya birlikte hizmeti geçenlere (a) bendine göre ayrılan hisseler bu kişilerin hizmet ve karara tesir derecesine göre hukuk birim amiri tarafından paylaştırılır.

c-) Dağıtımı yapılmayan % 5’lik kısım muhasebe birimince Hazineye gelir kaydedilir.” Denilmektedir.

Yönetmeliğin belirtilen düzenlemesinde, emanet hesaplarında toplanan vekalet ücretlerinin, vekalet ücretlerinden yararlanacak kişilere, yıllık tutarı; (10000) gösterge rakamın memur aylıklarına uygulanan katsayı çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarın on iki katını geçmemek üzere, anılan maddenin (a),(b),(c) bentlerinde belirtildiği şekilde, dağıtılacağı belirtilmiştir. Uygulamada ise, Başakşehir Belediyesi Hukuk İşleri Müdürlüğünde görevli avukatlara yapılan avukat vekalet ücreti ödemelerinde, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14 üncü maddesinde ve anılan Yönetmeliğin 6 ıncı maddesinde belirtilen ve “(10000) gösterge rakamın memur aylıklarına uygulanan katsayı çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarın on iki katını geçmemek üzere” şeklinde ifade edilen yıllık avukatlık vekalet ücreti limitine uyulmadan, bu limitin üzerinde, ödeme yapılmak suretiyle kamu zararına neden olunmuştur. Ancak, Denetçi tarafından tespit edilen kamu zararı tutarı, ……-TL olmakla birlikte, gerçek kamu zararı tutarı …….TL’dir. 659 sayılı KHK düzenlemesinin 14 üncü maddesinde “vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” düzenlenmiş ve hemen ardından gelen 15 inci maddesinde ise “parasal sınırlar” düzenlenmiştir. 659 sayılı KHK’nin “Parasal sınırlar” başlıklı 15 inci maddesinde “ (1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan parasal sınırlar, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, Bakanlar Kurulunca daha yüksek tutarlar belirlenmedikçe, o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Uygulanacak tutarlar her yıl Ocak ayı içerisinde Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanır.” hükmünü taşımaktadır.659 sayılı KHK’nin 15 inci maddesinde kullanılan “Bu Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan parasal sınırlar” ibaresi, 14 üncü maddenin b) fıkrasında geçen “…sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez.” şeklinde tanımlanan parasal sınırı, diğer bir ifade ile, vekalet ücreti limitini işaret etmektedir. KHK’nin 14/b maddesindeki bu parasal sınır; “vekalet ücreti limiti”, “alınabilecek vekalet ücretinin parasal üst sınırı” olarak yıllardır bilinmektedir. Kaldı ki, 20 maddeden ibaret KHK’nin başka hiçbir maddesinde bu anlamda bir parasal sınır bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu anlamda olmak üzere, “yeniden değerlendirme oranı” olarak, 17.11.2011 tarih ve 28115 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 410 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nin “…Bu hüküm uyarınca yeniden değerleme oranı 2011 yılı için % 10,26 (on virgül yirmi altı) olarak tespit edilmiştir…” hükmü ile belirlenen %10,26 oranının esas alınarak ……. TL şeklinde bir hesaplama yapılmak suretiyle, ……..TL olan vekalet ücretinin parasal üst sınırının %10,26 oranında artırılarak ……..TL uygulanması gerekmektedir. Dolayısıyla, gerçek kamu zararı tutarının, Denetçi tarafından hesaplanmış olan ……-TL değil, vekalet ücreti yıllık limitinin 15 inci madde gereğince yeniden değerleme oranına göre tespitinden sonra yapılacak hesaplama sonucunda belirlenen ……-TL olduğu anlaşılmaktadır.

……………….

Bu itibarla, vekalet ücreti ödenmesine ilişkin olarak belirlenmiş yıllık limite uymadan vekalet ücreti ödemesi yapılması sonucu neden olunan ………TL tutarındaki kamu zararının, Muhasebe Yetkilisi ……. ile Gerçekleştirme Görevlileri ……’a müştereken ve müteselsilen,…………………oyçokluğuyla,” karar verilmiş idi.

Bu defa, ……nolu ilamın 1/A maddesi ile verilmiş olan ……TL tutarındaki tazmin hükmü, tazmin hükmüne Sayıştay Savcısı sıfatı ile iştiraki bulunan ……..’un başvurusu üzerine düzenlenen …….gün ve …… tutanak sayılı Temyiz Kurulu Karan ile bozulmuş ve yeniden hüküm verilmesini sağlamak üzere ….. sayılı dosya Dairemize gönderilmiştir. Akabinde ise, Temyiz Kurulunun bozma kararına uygun olarak yeniden Ek Rapor düzenlenmesi amacıyla söz konusu dosya Hesabı inceleyen Gruba havale edilmiştir. İlgili Denetçi tarafından da, …. tarihli Ek Rapor düzenlenmiştir. Temyiz Kurulunun ……nolu ilamın 1/A maddesi ile verilmiş olan …….-TL tutarında tazmin hükmü hakkındaki bozma kararı üzerine Denetçisi tarafından ….. tarihli Ek Rapor düzenlenmiş olduğundan, konunun 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 56 ncı maddesinin (2) nci fıkrasının (d) bendi gereğince yeniden hüküm tesisini teminen yargılamanın iadesi suretiyle görüşülmesine karar verildi.

659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14 üncü maddesinde: “İdareler lehine karara bağlanan ve tahsil olunan vekalet ücretleri, hukuk biriminin bağlı olduğu idarenin merkez teşkilatında bir emanet hesabında toplanarak idare hukuk biriminde fiilen görev yapan personele aşağıdaki usul ve sınırlar dahilinde ödenir.

a) ….

b) Ödenecek vekalet ücretinin yıllık tutarı; hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü, avukatlar için (i0.000) gösterge, (…) rakamının, memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez.

……….”

15. maddesinde; “Bu Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan parasal sınırlar, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, Bakanlar Kurulunca daha yüksek tutarlar belirlenmedikçe, o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Uygulanacak tutarlar her yıl Ocak ayı içerisinde Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanır.” Hükümleri yer almaktadır.

KHK’nin 15 inci maddesinde, KHK’de yer alan parasal sınırların her takvim yılının başında yeniden değerleme oranı uygulanarak belirleneceği ifade edilmektedir. KHK’de belirtilen 10.000 rakamı, sabit bir rakam olup, gösterge rakamını ifade eder. Parasal bir anlamı yoktur ve “parasal bir sınırı” ifade etmemektedir. Bu limit zaten yılda iki kez memur aylıklarına uygulanan katsayının arttırılması sebebiyle değişmekte, diğer bir ifade ile güncellenmektedir. Bu gösterge rakamına yeniden değerleme oranı uygulanarak bulunacak rakam esas alınarak vekalet ücretinin hesaplanması halinde mükerrerlik olacaktır. Zira, memur aylıklarına uygulanan katsayı her yılın başında yeniden değerlendirme oranı da dikkate alınarak belirlenmektedir.

659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde ve özel bütçeli idarelerde hukuk hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin esasların belirlenmesine ilişkin olup, “Amaç ve kapsam” başlıklı 1 inci maddesinde: “Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin amacı; genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ve özel bütçeli idarelerin hukuk hizmetlerinin etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun şekilde yerine getirilmesine ve bu hizmetlerin yürütülmesinde uygulama birliğinin sağlanmasına yönelik usul ve esasların belirlenmesidir.” denilmektedir.Bu meyanda, KHK’nin 9,10 ve 11 inci maddelerinde, adli uyuşmazlıkların sulh yoluyla halli, sulhun usul ve esasları, uzlaşma ve vazgeçme yetkilerine dair hükümler getirilmiştir.

Söz konusu KHK’nin 11 inci maddesinin ikinci fıkrasında;“Birinci fıkrada belirtilenler dışında, idarelerin, herhangi bir sözleşmeye dayanıp dayanmadığına, yargıya intikal edip etmediğine bakılmaksızın gerçek veya tüzel kişilerle aralarında çıkan her türlü hukuki uyuşmazlığın sulh yoluyla halline, her türlü dava açılmasından veya icra takibine başlanılmasından, bunlardan yargı veya icra mercilerine intikal etmiş olanların takiplerinden veya verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi dışındaki kanun yollarına gidilmesinden vazgeçmeye, davaları kabule, ceza uyuşmazlıklarında şikayetten vazgeçmeye veya uzlaşmaya, davadan feragat etmeye, sözleşmede belirtilmeyen sebeplerle sözleşme/erin değiştirilmesinde veya sona erdirilmesinde maddi ve hukuki sebepler/e kamu menfaati görülmesi halinde, buna dair onay veya anlaşmaları imzalamaya, vazgeçilen veya tanınan ya da terkin edilen hak ve menfaatin değeri dikkate alınmak sureliyle:

a-) Tutara ilişkin olmayanlar ile 1.000.000 Türk Lirasına kadar olanlarda (1.000.000 Türk Lirası dahil) hukuk biriminin görüşü alınarak, ilgili harcama yetkilisinin teklifi üzerine üst yönetici.

b-) 1.000.000 Türk Lirasından fazla olanlardan 10.000.000 Türk Lirasına kadar olanlarda (10.000.000 Türk Lirası dahil), hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun görüşü alınarak, üst yöneticinin teklif üzerine ilgili bakan, Milli Savunma Bakanlığında Müsteşarın teklifi üzerine Bakan,

c-) 10.000.000 Türk Lirasından fazla olanlarda, ilgili bakanlık hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun ve Maliye Bakanlığının görüşü alınarak, ilgili Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkilidir “Denilmektedir.

659 sayılı KHK’nin 15 inci maddesinde yer alan: “KHK’de yer alan parasal sınırların her takvim yılının başında yeniden değerleme oranı uygulanarak belirleneceğine” dair hüküm, bu fıkrada öngörülen parasal sınırlar için geçerlidir.Dolayısıyla, …….-TL tutarındaki parasal üst sınırdan daha fazla avukatlara vekalet ücreti ödenmesi mümkün değildir. Bu meyanda, Daire ilamında yer alan ……..TL’ye ilişkin tazmin hükmünün …….TL olması gerektiği anlaşılmıştır.Bu itibarla, ….. nolu ilamın 1/A maddesi ile verilmiş olan, vekalet ücreti ödenmesine ilişkin olarak belirlenmiş yıllık limite uymadan vekalet ücreti ödemesi yapılması sonucu neden olunan ……-TL tutarındaki kamu zararına ilişkin tazmin hükmünün kaldırılmasına ve …….-TL tutarındaki kamu zararının Muhasebe Yetkilisi …….ile Gerçekleştirme Görevlileri ………, …….. ve………..’a müştereken ve müteselsilen,

6085 sayılı Sayıştay Kanununun 53 üncü maddesi gereğince işleyecek faizleri ile birlikte ödettirilmesine,

Üye ………’ın ; “Kamu zararı tutarı ……-TL olduğundan, ……tarih ve …… sayılı İlamın .. 1/A maddesi ile verilmiş olan tazmin kararının isabetli olduğuna karar verilmesi gerekir.” şeklindeki ayrışık görüşlerine karşı,İş bu ilamın tebliğ tarihinden itibaren 6085 sayılı Kanunun 55 inci maddesi gereğince altmış gün içerisinde Sayıştay Temyiz Kurulu nezdinde temyiz yolu ve 56 ncı maddesi gereğince beş yıl içinde Sayıştay Daireleri nezdinde yargılamanın iadesi yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.

İşçi Alımlarına İlişkin DİDDK Kararı

Ara14
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

            İşçi alımlarında, ikametgah zorunluluğu getiren düzenleme, çalışma özgürlüğünü sınırlayıcı nitelikte olduğu için Danıştay İ.D.D. Kurulunca,   iptal edildi.

                  Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E.2013/4868, K. 2015/3642,T. 21.10.2015

                Özeti: Anayasa’nın 13.maddesi uyarınca, çalışma özgürlüğüne yönelik sınırlamanın ancak yasayla yapılabileceği dikkate alındığında; kamu kurum ve kuruluşlarının sürekli ve geçici işçi ihtiyaçlarının öncelikle yerel düzeyde karşılanmasına ilişkin dava konusu yönetmelikte yer alan düzenlemeler ile bu düzenlemeler uyarınca davacının ikamet ettiği il haricinde başka bir il kapsamında verilen işçi alımı ilanına yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin, ikamet edilen ilin sınırları dışında başka il ve ilçeler düzeyinde verilen iş ilanlarına başvuruya engel oluşturması nedeniyle, çalışma özgürlüğünü sınırlayıcı nitelikte olduğu hakkında.

                                                    TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Dava; Konya Bölge İdare Mahkemesinde 657 sayılı Kanun’un 4/C maddesi kapsamında geçici personel olarak görev yapan davacının, Muğla YEAŞ Yeniköy Elektrik Üretim Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğüne elektrik teknisyeni olarak dört kişilik işçi alımına ilişkin duyuru üzerine Türkiye İş Kurumu Muğla İl Müdürlüğüne yaptığı başvurunun, ikamet adresinin bu ilan için uygun bulunmaması nedeniyle kabul edilmemesine ilişkin 01.10.2009 günlü, 730642 sayılı işlem ile bu işlemin dayanağı olan 09.08.2009 günlü, 27314 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 01.09.2009 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Kamu Kurum ve Kuruluşlarına İşçi Alınmasında Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”in “Kurumdan İşçi Talebinde Bulunma” başlıklı 6. maddesi ile “İşçi Talebinin İlanı ve İş Başvurusu” başlıklı 9. maddesinin 2. fıkrasının iptali istemiyle açılmıştır. Danıştay Onikinci Dairesi’nin 12.06.2013 günlü, E:2009/8346, K:2013/5103 sayılı kararıyla; kamu kurum ve kuruluşlarının işçi ihtiyaçlarının yerel düzeyde karşılanmasına öncelik verilmesinin, o bölgede yaşayan kişilerin öncelikle işe yerleştirilmesini ve işçinin yakın çevresinde bulunan bir işe yerleşme imkan bulunmakta iken, daha uzak yerlerde istihdam edilmesinin yaratacağı sıkıntıların önüne geçilmesini sağlayacak nitelikte olduğu, aksi uygulama yapılması halinde ikamet ettiği ilden ve ilçeden uzakta istihdam edilecek işçilerin, ilerleyen süreçte naklen atama, geçici görevlendirme gibi taleplerde bulunabileceği, bu durumun da hizmetin etkin ve verimli bir şekilde yerine getirilmesini engelleyebileceği, yerel düzeyde taleplerin karşılanamaması halinde ulusal düzeyde ilana çıkılabileceği, davacınn ulusal düzeyde verilen ilana veya ikamet ettiği ilde verilen işçi alımı ilanlarına başvuruda bulunabileceği de dikkate alındığında, söz konusu düzenlemelerin eşitlik ilkesini ihlal edici bir yönünün de bulunmadığı, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu Yönetmelik hükümlerinde ve bu hükümler dayanak alınarak davacının ikamet ettiği il haricinde başka bir il kapsamında verilen işçi alımı ilanına yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı, anılan kararın temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir. Dava konusu 09.08.2009 günlü, 27314 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 01.09.2009 tarihinden itibaren yürürlüğe giren “Kamu Kurum ve Kuruluşlarına İşçi Alınmasında Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” in 6’ncı maddesinde;

“(1) Kamu kurum ve kuruluşları işçi ihtiyaçlarım, iş kolu, meslek pozisyonu, öğrenim, iş tecrübesi, ücret, sosyal yardımlar gibi ayrıntılarla yazılı veya elektronik ortamda işçinin çalıştırılacağı işyerinin bulunduğu yerdeki Kurum il veya şube müdürlüğünden talep etmek ve 8’inci madde hükümleri saklı kalmak üzere Kurum il veya şube müdürlüğü tarafından gönderilenler arasından karşılamak zorundadır.

(2) Kurum il veya şube müdürlüğü tarafından yapılan inceleme sonucunda uygun olmadığına karar verilen talepler, noksanlıkları giderilmek veya düzeltilmek üzere iade edilir.

(3) Kamu kurum ve kuruluşları sürekli işçi taleplerini il düzeyinde, geçici işçi taleplerini ise il veya ilçe düzeyinde verirler.

(4) Ancak, 2’nci maddenin ikinci fıkrasının (d) bendi saklı kalmak kaydıyla, sürekli işçi olarak istihdam edilecek müfettiş, kontrolör, denetmen, denetçi ve uzmanların yardımcı ve stajyerleri ile mühendis, aktüer ve hukuk müşaviri talepleri, işçinin istihdam edileceği ilin potansiyeli göz önünde bulundurularak, ulusal düzeyde de verilebilir.

(5) Kamu kurum ve kuruluşlarının il düzeyinde verilen sürekli veya geçici işçi taleplerinin karşılanamaması halinde ulusal düzeyde; ilçe düzeyinde verilen geçici işçi taleplerinin karşılanamaması halinde, önce il düzeyinde sonra ulusal düzeyde karşılanması yoluna gidilir” kuralına, 9. maddesinin 2. fıkrasında ise; “Talebin ilanından itibaren, adaylara en az on günlük başvuru süresi tanınır. Kamu kurum ve kuruluşlarının işgücü taleplerine yapılan başvurularda kişilerin Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sisteminde kayıtlı olan adresleri dikkate alınır” kuralına yer verilerek; kamu kurum ve kuruluşlarının sürekli ve geçici işçi ihtiyaçlarının öncelikle yerel düzeyde karşılanması yolunda düzenleme yapılmıştır. Anayasa’nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir…” denilmek suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin çalışıp çalışmama, çalışacağı işi ve yeri seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü kapsamaktadır. Anayasa’nın 48’inci maddesinde, çalışma özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, özel sınırlama nedeni öngörülmemiş özgürlüklerin de o özgürlüğün doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu; ayrıca, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile Devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir. Bu bağlamda, bu hakkın Anayasa’da düzenlenen diğer hak ve özgürlükler veya Devlete yüklenen ödevlerle çatışması durumunda da sınırlandırılabilmesi mümkündür. Bununla birlikte Anayasa’nın 13’üncü maddesi uyarınca çalışma hakkına yönelik sınırlamalar ancak yasayla yapılabilir. Olayda ise, dava konusu Yönetmelik hükümlerinin, davacının ikamet ettiği ilin sınırları dışında başka il ve ilçeler düzeyinde verilen iş ilanlarına başvurusuna engel teşkil ettiği, bu kapsamda anılan hükümlerin davacının çalışma özgürlüğünü sınırlayıcı nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle, dava konusu Yönetmelik hükümlerinde ve bu hükümlere dayanılarak tesis edilen dava konusu idare işleminde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Danıştay Onikinci Dairesi’nin 12.06.2013 günlü, E:2009/8346, K:2013/5103 sayılı kararının bozulmasına, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.10.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Danıştay Onikinci Dairesince verilen 12.06.2013 günlü, E:2009/8346, K2013/5103 sayılı kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, temyiz isteminin reddi ile temyize konu kararın onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Esas. 2015/1607,Karar. 2016/903,Tarih. 1.2.2016

Eki12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Esas. 2015/1607,Karar. 2016/903,Tarih. 1.2.2016

ÖZET : Sit alanına inşaat yapmak suretiyle fiziki müdahale nedeniyle 2863 S.K. muhalefetten yargılanan sanık tarafından suç tarihinde demir direkler dikilip, zemine beton döküldüğünün tespit edildiği, sanığın dosya kapsamında mevcut savunması incelendiğinde, kendisine ait olan davaya konu arazinin sit alanı sınırlarında kaldığını bilmediği, araziye üçüncü kişiler tarafından çöp ve moloz dökülmemesi için etrafına çit çektirdiği şeklindeki beyan edilmiştir. Sanığın inşai ve fiziki müdahalesinin basit tadilat ve tamirat niteliğinde kalıp kalmadığı hususunun açıklığa kavuşturulup, taşınmazın tapu kaydının bir örneği dosyaya getirtilerek, arkeolojik sit alanında bulunduğuna dair beyanlar hanesinde herhangi bir şerh bulunup bulunmadığı, varsa eğer, tescil şerhinin hangi Kurul kararına istinaden konulduğu, sanığın suça konu taşınmazı belirtilen şerhi görebileceği bir tarihte edinip edinmediği, edinme tarihi şerhten önce olsa dahi durumdan haberdar olmasını sağlayacak şekilde tapuda işlem yapıp yapmadığı, diğer yandan, bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline yönelik Koruma Kurulu kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediği, ilan edilmiş ise, sanığın ilan tarihi itibariyle ve uzun zamandır bahse konu bölgede yaşayıp yaşamadığı, taşınmazın bu niteliğinin çevrede yaşayan şahıslar tarafından bilinip bilinmediği, nihayetinde, fiziki müdahale gerçekleştirilen yerin 1. derece arkeolojik sit alanı içerisinde kaldığının sanık tarafından bilinmesi gerekip gerekmediğinin tereddütsüz biçimde tespiti ile sanığın savunmasında dile getirdiği “çöp ve moloz dökülmesini engellemek” amacının tespiti açısından çevre arazilerde anılan yönde yasal olmayan döküm alanlarının bulunup bulunmadığı da araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nin 13/10/2012 tarih, 28440 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2011/18 Esas, 2012/53 Sayılı kararı ile 08/10/2013 tarih ve 6498 Sayılı Kanun kapsamında somut olay değerlendirildiğinde; Yüksek Mahkemece “mülkiyet hakkı ihlali” iddiasının kabul edilmediği, ancak, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan “belirlilik ilkesi” ne göre, kişilerin maliki bulundukları taşınmazların korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı niteliğiyle tescilli olduğunu ya da sit alanı içerisinde kaldığını öğrenmeleri gerektiği hususunun vurgulandığı, iptal hükmündeki gerekçeler doğrultusunda, 2863 Sayılı Kanun’un “tespit ve tescil” başlıklı 7. maddesinin 6498 Sayılı Kanun ile değiştirildiği, buna göre, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına dair tescil kararlarının, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilmesi; sit alanlarının, tabiat varlıklarının ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara dair tescil kararlarının da Resmî Gazetede yayımlanmakla birlikte, Bakanlığın internet sayfasında bir ay süreyle duyurulması gerektiği; belirtilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından ise, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına dair olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara dair olarak, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılacağı; Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 11/12/1976 tarih, A-262 Sayılı kararı ile tescil edilen Kolophon Antik Kenti sınırlarında, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 22/04/1999 tarih, 7918 Sayılı kararı ile 1. derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenen sınırlar dahilinde yer alan, İzmir ili, M… ilçesi, D… köyü, … ada … parsel sayılı taşınmaz etrafına sanık tarafından suç tarihinde demir direkler dikilip, zemine beton döküldüğünün tespit edildiği, sanığın dosya kapsamında mevcut savunması incelendiğinde, kendisine ait olan davaya konu arazinin sit alanı sınırlarında kaldığını bilmediği, araziye üçüncü kişiler tarafından çöp ve moloz dökülmemesi için etrafına çit çektirdiği şeklindeki beyanı esas alınarak kast yokluğundan beraatine dair yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de, 2863 Sayılı Kanun’un 6498 Sayılı Kanun ile değişik 65. maddesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun arkeolojik sitler koruma ve kullanma koşullarına dair 658 Sayılı ilke kararı incelendiğinde, 1. derece arkeolojik sit alanlarında hiç bir şekilde yapılaşmaya gidilemeyeceği, bilimsel amaçlar dışında kazı yapılamayacağı, toprak, kum alınamayacağı gibi bu veya bunlara benzer malzemelerin dökülemeyeceği, bu kapsamda sanığın eyleminin hukuka uygun kabul edilemeyeceği anlaşılmakla birlikte, basit nitelikteki eylemlerin, 2863 Sayılı Kanun’un 65/4. maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı, bu kapsamda, mahallinde, üniversitelerin arkeoloji veya sanat tarihi kürsüsüne mensup öğretim görevlisi ile inşaat mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti ile keşif yapılarak, taşınmaz etrafına konulan direklerin ne kadar derinliğe dikilip, bunları sabitlemek için kullanılan beton miktarı da dikkate alınarak, sanığın eyleminin ¹2863 Sayılı Kanun’un 9. maddesi kapsamında inşai ve fiziki müdahale ya da İmar Kanunu’nun 21. maddesi kapsamında basit tadilat ve tamirat nitelikte mi olduğu hususu açıklığa kavuşturulup, diğer yandan, ²sanığın davaya konu arazinin sit alanı sınırlarında kaldığını bilip bilmediği hususunun anlaşılması bakımından, taşınmazın tapu kaydının bir örneği dosyaya getirtilerek, arkeolojik sit alanında bulunduğuna dair beyanlar hanesinde herhangi bir şerh bulunup bulunmadığı, varsa eğer, tescil şerhinin hangi Kurul kararına istinaden konulduğu, sanığın suça konu taşınmazı belirtilen şerhi görebileceği bir tarihte edinip edinmediği, edinme tarihi şerhten önce olsa dahi durumdan haberdar olmasını sağlayacak şekilde tapuda işlem yapıp yapmadığı, diğer yandan,³ bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline yönelik Koruma Kurulu kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediği, ilan edilmiş ise, sanığın ilan tarihi itibariyle ve uzun zamandır bahse konu bölgede yaşayıp yaşamadığı, taşınmazın bu niteliğinin çevrede yaşayan şahıslar tarafından bilinip bilinmediği, nihayetinde, ⁴fiziki müdahale gerçekleştirilen yerin 1. derece arkeolojik sit alanı içerisinde kaldığının sanık tarafından bilinmesi gerekip gerekmediğinin tereddütsüz biçimde tespiti ile ⁵sanığın savunmasında dile getirdiği “çöp ve moloz dökülmesini engellemek” amacının tespiti açısından çevre arazilerde anılan yönde yasal olmayan döküm alanlarının bulunup bulunmadığı da araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeksizin, eksik araştırma ile sanığın beraatine dair yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 Sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 Sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 01.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay 17. Daire, Esas. 2015/112,Karar. 2015/3038,Tarih. 24.6.2015

Eki12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay  17. Daire, Esas. 2015/112,Karar. 2015/3038,Tarih. 24.6.2015

ÖZET : Dava, mülkiyeti Hazineye ait taşınmazın bir kısmı üzerinde kısmen konut işyeri yapılmak suretiyle davacı tarafından fuzulen işgal edildiğinden bahisle ecrimisil istenilmesine dair ecrimisil düzeltme ihbarnamesinin iptali istemiyle açılmıştır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacının, imar uygulaması öncesinde kendisine ait taşınmaz üzerinde inşa ettiği bina ve müştemilatın maliki olması karşısında, imar uygulaması sonrasında gerçekleştirilen parselasyon işlemiyle meydana gelen yeni hukuki duruma göre Hazine adına tescil edilen taşınmaz üzerinde kalan yapılardan dolayı 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesi hükmü kapsamında işgalci sayılmasına olanak bulunmadığından, fuzuli şagil kabul edilerek ecrimisil istenilmesinde hukuka uygunluk görülmemektedir. Öte yandan, 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. maddesinde, bir yapının üzerinde bulunduğu yerin, malikinden başkalarına bırakılması suretiyle oluşturulan hisseli imar parselleri üzerindeki yapıların bedelleri, ilgili parsel sahiplerince, yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı sürece eski sahiplerine yapı bedeli ödeninceye kadar kullanma imkanı sağlanmıştır. Anılan düzenleme ile yasakoyucu, imar parselinin yeni maliklerinin imar düzenlemesinden doğan haklarının kullanılabilmesini, parsel üzerindeki yapı bedelinin bu yapının sahibine ödenmesi koşulunun gerçekleştirilmesine bağlamıştır. Bu bağlamda, 3194 Sayılı Kanun’un 18. maddesi uyarınca yapı bedeli ödeninceye kadar davacının bu yapıları kullanma hakkı bulunduğundan, bu kullanımdan dolayı fuzuli şagil sayılması mümkün değildir. Bu durumda, davacının fuzuli şagil olduğu kabul edilerek adına düzenlenen ecrimisil ihbarnamesinde hukuka uyarlık, davaya konu işlemi kısmen iptal eden, davayı kısmen reddeden Bölge İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığından, mahkeme kararının kanun yararına bozulması gerekmektedir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51.maddesinde, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay’ca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz istemi yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı ve bozma kararının bir örneğinin ilgili bakanlığa gönderilip, Resmi Gazetede yayımlanacağı kuralına yer verilmiştir. Danıştay Başsavcılığı, gerek paylı mülkiyet halinde paydaşların medeni kanun hükümlerine göre sahip oldukları haklar, gerekse İmar Kanununun 18. maddesindeki düzenlemede, bedeli ödenmedikçe parselasyon öncesi inşa edilen yapıların eski sahipleri tarafından kullanılmasına olanak tanınmış olması karşısında; parselasyon uygulaması sonucu Hazinenin de hissedar haline geldiği mülkiyetindeki taşınmazda, davacıyı, 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesi anlamında fuzuli şagil saymaya olanak bulunmadığı gerekçesiyle mahkeme kararını kanun yararına temyiz etmiştir. 2886 Sayılı Devlet İhale Kanununun 75. maddesinin 1. fıkrasında, Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malların, gerçek ve tüzel kişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden ecrimisil isteneceği, son fıkrasında da, işgal edilen taşınmaz malın, idarenin talebi üzerine, bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek, idareye teslim edileceği hükme bağlanmıştır. Anılan Kanun’un 74. maddesine dayanılarak Maliye Bakanlığı’nca çıkartılan ve işlem tarihinde yürürlükte bulunan Devlete Ait Taşınmaz Mal Satış Trampa, Kiraya Verme, Mülkiyetin Gayri Ayni Hak Tesis, Ecrimisil ve Tahliye Yönetmeliğinin, Tanımlar başlıklı 2. maddesinde, ecrimisil: Bir malın, sahibinin rızası dışında ve onun bu malı kullanmamakla bir zarara uğrayıp uğramayacağı söz konusu edilmeksizin bu maldan işgal, tasarruf veya her ne şekilde olursa olsun yararlanılması sebebiyle şagil tarafından ödenen veya idarece talep edilen tazminat; fuzuli şagil ise, kusuru aranmaksızın kendisine ait olmayan ve sahibinin de rızası veya muvafakati bulunmayan bir malın zilyetliğini eline geçiren, elinde tutan veya her ne şekilde olursa olsun bu maldan tasarrufta bulunan kimseler olarak tanımlanmıştır. Aynı Yönetmeliğin 78. maddesinde, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmaz malların milli emlak servislerince bir program dahilinde fiili durumları mahallinde tespit edilerek, tespitten önceki sürelere ait işgal ve tasarruf sebebi ile ecrimisil tespit, takip ve tahsilatı yapılacağı, sonraki sürelere ait fuzuli işgal ve tasarrufun devamına meydan verilmeden denetim ve idare altına alınacağı açık bir şekilde kurala bağlanmıştır. 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun “Arazi ve arsa düzenlemesi” başlıklı 18. maddesinin 1. fıkrasında, ” İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakati aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır. ” hükmü yer almaktadır. Aynı maddenin 9. fıkrasında düzenleme sırasında, plan ve mevzuata göre muhafazasında mahzur bulunmayan bir yapının ancak bir imar parseli içinde bırakılabileceği, tamamının veya bir kısımının plan ve mevzuat hükümlerine göre muhafazası mümkün görülemeyen yapıların ise, birden fazla imar parseline de rastlayabileceği, hisseli bir veya birkaç parsel üzerinde kalan yapıların bedellerinin, ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği ve aralarında başka bir anlaşma temin edilmediği veya şüyuu giderilmediği müddetçe bu yapıların eski sahipleri tarafından kullanılmasına devam olunacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; … ili, … ilçesi … pafta … sayılı parselde bulunan taşınmaza, davacı tarafından kendi hissesine isabet eden kısmına bina ve işyeri inşa ettiği, hissedarı olduğu taşınmazın yapılan imar düzenlemesi sonucunda imar planında … ada, … sayılı parsel üzerinde kaldığı ve 2002 yılında Hazine adına tescil edildiği, ancak bahsi geçen yapılar sebebiyle davacı adına ecrimisil ihbarnamesi tanzim ve tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesine göre, fuzuli şagilden ecrimisil istenebilmesi için Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malların, gerçek veya tüzel kişiler tarafından herhangi bir hukuki ilişki olmaksızın işgal edilmiş olması gerekmektedir. Uyuşmazlık konusu olayda, davacının, imar uygulaması öncesinde kendisine ait taşınmaz üzerinde inşa ettiği bina ve müştemilatın maliki olması karşısında, imar uygulaması sonrasında gerçekleştirilen parselasyon işlemiyle meydana gelen yeni hukuki duruma göre Hazine adına tescil edilen taşınmaz üzerinde kalan yapılardan dolayı 2886 Sayılı Kanun’un 75. maddesi hükmü kapsamında işgalci sayılmasına olanak bulunmadığından, fuzuli şagil kabul edilerek ecrimisil istenilmesinde hukuka uygunluk görülmemektedir. Öte yandan, 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. maddesinde, bir yapının üzerinde bulunduğu yerin, malikinden başkalarına bırakılması suretiyle oluşturulan hisseli imar parselleri üzerindeki yapıların bedelleri, ilgili parsel sahiplerince, yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı sürece eski sahiplerine yapı bedeli ödeninceye kadar kullanma imkanı sağlanmıştır. Anılan düzenleme ile yasa koyucu, imar parselinin yeni maliklerinin imar düzenlemesinden doğan haklarının kullanılabilmesini, parsel üzerindeki yapı bedelinin bu yapının sahibine ödenmesi koşulunun gerçekleştirilmesine bağlamıştır. Bu bağlamda, 3194 Sayılı Kanun’un 18. maddesi uyarınca yapı bedeli ödeninceye kadar davacının bu yapıları kullanma hakkı bulunduğundan, bu kullanımdan dolayı fuzuli şagil sayılması mümkün değildir. Bu durumda, davacının fuzuli şagil olduğu kabul edilerek adına düzenlenen ecrimisil ihbarnamesinde hukuka uyarlık, davaya konu işlemi kısmen iptal eden, davayı kısmen reddeden Bölge İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığından, mahkeme kararının kanun yararına bozulması gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin kabulüyle İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 26.2.2009 gün ve E:2008/10551, K:2009/3805 Sayılı kararının, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51.maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın bir örneğinin Danıştay Başsavcılığına gönderilmesine ve kararın Resmi Gazetede yayımlanmasına, 24.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

Yargıtay 1. Hukuk DAiresi, Esas. 2016/3273,Karar. 2016/4211,Tarih: 6.4.2016

Eki12
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yargıtay 1. Hukuk DAiresi, Esas. 2016/3273,Karar. 2016/4211,Tarih: 6.4.2016

ÖZET : Dava; imar parseline elatmanın önlenmesi, yıkım ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.Davaya konu binanın imardan önce mi, sonra mı yapıldığının ve dava konusu parsel maliklerinin imar öncesi hak sahibi olup olmadıklarının saptanması, imar öncesi hak sahibi oldukları ve yapının imarla taşkın hale geldiğinin belirlenmesi halinde davacıya kaim bedeli depo ettirilmek suretiyle yıkım kararı verilmesi, aksi halde mutlak olarak yıkıma hükmedilmesi gerekir.

Elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinin kabulüne, ecrimisil isteğinin reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece; “… elatmanın önlenmesi ve eski hali iade isteği bakımından dava değeri belirlenerek harç ikmalinin sağlanması, ondan sonra işin esası bakımından bir hüküm kurulması …” gerektiğine değinilerek bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda haksız müdahalenin keşfen belirlendiği gerekçesiyle elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinin kabulüne, tecavüzlü kısım nedeni ile davacının zararının bulunmadığı gerekçesiyle ecrimisil isteminin reddine karar verilmiş, karar davalılar Halil ve Semiye tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 552 ada 39 parsel sayılı taşınmazın davacı Ahmet, 552 ada 40 sayılı parselin ise davalılar Hakkı ve Halil adına kayıtlı olduğu, eksiğin tamamlatılması suretiyle dosya arasına alınan Orhangazi Belediyesinin 31.12.2015 tarihli yazısından anılan taşınmazların imar parseli olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz’ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus M.K.nun 684. maddesinde açıkca vurgulanmıştır. Ne var ki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı yasanın l605 sayılı yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3l94 sayılı imar yasasının l8. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır. Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır. 2981 sayılı yasanın 3290 sayılı yasa ile değişik l0/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir. Gerçekten, bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur. Somut olaya gelince, yukarıda değinilen hususları içerir biçimde bir araştırma yapılmış değildir. Hâl böyle olunca, davaya konu binanın imardan önce mi, sonra mı yapıldığının ve dava konusu 40 sayılı parsel maliklerinin imar öncesi hak sahibi olup olmadıklarının saptanması, imar öncesi hak sahibi oldukları ve yapının imarla taşkın hale geldiğinin belirlenmesi halinde davacıya kaim bedeli depo ettirilmek suretiyle yıkım kararı verilmesi, aksi halde mutlak olarak yıkıma hükmedilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. SONUÇ : Davalılar Halil ve Semiye’nin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay Kararı Kısıtlılık Hakkında

Haz27
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Danıştay 6. Daire, E. 2015/680,K. 2015/4767,T. 30.06.2015

ÖZÜ: İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır. Bakılan davada, davacının mülkiyet hakkını kullanamamaktan yakınarak, tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmakta ise de; esasen davacının uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibari ile taşınmaz için kısıtlılık durumun mevcut olduğu, mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olma durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına karşın, satış işlemi sonucu mülkiyet sahibi olan davacı açısından kısıtlılık, halinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin ve mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanması durumunun, gerçekleşmediği gözetilerek tazminat isteminin reddi gerekir.

 

TÜRK MİLLETİ ADINA

Dava, davacının hissedarı olduğu, Ankara ili, Yenimahalle ilçesi, Yuva Mahallesi, 43071 ada, 1 Sayılı parselde bulunan 3.574,00 m² yüzölçümlü taşınmazın imar planı ile “İdari Tesis Alanı” olarak ayrılmasına rağmen, davalı idareler tarafından kullanım amacı doğrultusunda kamulaştırma görevinin yerine getirilmeyerek mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlandığından bahisle fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere taşınmazın değerine karşılık 1.000,00 TL’nin ( ıslah suretiyle belirlenen 105.780,00 TL’ ) dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, dosyanın incelenmesi sonucu davacıya ait taşınmazın imar planında “İdari Tesis Alanı” olarak belirlenmesi sebebiyle 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç, 3 ay içinde bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programının belediyece hazırlanmaması ve bunun sonucunda taşınmazının kamulaştırılmaması sebebiyle davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı ve bu kısıtlamanın sonraki tarihli Meclis kararlan ile de kaldırılmadığının sabit olduğu, taşınmaz malın değerinin belirlenerek ilgilisine ödenmesi gerektiği, bu çerçevede, taşınmazın değerinin saptanması amacıyla Mahkemece yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelmesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda; taşınmazının fiyatının 860,00 TL olduğu, taşınmazın davacının hissesine isabet eden kısmının dava açma tarihi itibariyle değerinin ise ( 123m²x860,00 ) 105.780,00 TL olarak tespit edildiği, taşınmazın davacının hissesine isabet eden 105.780,00 TL olarak belirlenen değerinin dava açma tarihi olan 23.7.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte dayalı idarelerce davacıya ödenmesine karar verilmiş; bu karar, davalı idareler tarafından esas yönünden bozulması istemiyle, davacı tarafından tazminat miktarına işletilen faizin tarihi yönünden düzeltilerek onanması istemiyle temyiz edilmiştir. Anayasanın 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir, Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” kuralına yer verilmiş, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını düzenleyen 13. maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Keza Anayasanın 90. maddesi uyarınca uygun bulunan ve iç hukukun bir parçası halini alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 numaralı Ek Protokolünün “Mülkiyetin korunması’ başlıklı 1. maddesinde de; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” hükmü yer almıştır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.1999 gün ve E: 1999/33, K: 1999/51 Sayılı kararıyla; 3194 Sayılı İmar Kanununun 13. maddesinin 1. ve 3. fıkraları iptal edilmiş, iptal kararının gerekçesinde; “Ç. demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu sebeple getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak ayrık durumlarda ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilir. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın-gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir. 3194 Sayılı Kanunun 13. maddesinin itiraz konusu 1. fıkrasında imar planlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan, yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Kanunun 10. maddesinde de belediyelerin, imar planlanma yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarım hazırlayacakları belirtilmiş, ancak Yasa’da bu planların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına İlişkin bir kurala yer verilmemiştir. 13. maddenin 1. fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu açıktır. İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de 23.9.1981 tarihli Sporrong ve Lonnroth kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” nitelemelerine yer verilmiştir. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesi’nin sözü edilen kararında da atıf yapılan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 23.9.1982 gün ve 7151/75 Sayılı Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararında ise Mahkeme; başvurucuların taşınmazlarının uzun bir süre inşaat yasağı kapsamında tutulmasını ve bu sürede kamulaştırma yapılmamasını mülkiyet hakkına müdahale olarak kabul etmiş, bu durumun müdahaleyi ağırlaştırdığı kanaatine vararak, kararın devamında, başvurucuların mülkiyet haklarını kullanmalarının Sporrong Miras Şirketi olayında toplam 25 yıl. Bayan Lönnroth olayında on iki yıl engellendiğini, bu bağlamda uzatılmış yasakların mülk sahipleri üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlan hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir Devlette olması gereken durumla bağdaştırabilir görmediğini kaydetmiş, bu yasakların yarattığı durumun mülkiyet hakkının korunması ile genel menfaatin gerekleri arasında sağlanması gereken dengeyi bozduğunu, başvurucuların hukuki durumlarının gerekli dengenin bulunmamasına yol açtığını vurgulamış, sonuçları inşaat yasakları ile ağırlaştırılmış olan kamulaştırma izinlerinde ( izin verilmemesi ) her iki başvurucu yönünden Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Yukarıda özetlenen Anayasa Mahkemesi kararında atıf yapılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 23.9.1982 gün ve 7151/75 Sayılı Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararı incelendiğinde, zarar/tazminat olgusunun mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması ile ileriye yönelik olarak belirsiz bir süre engelleme durumunun mülkiyet sahibinde meydana getirdiği mağduriyet çerçevesinde şekillendiği, başka bir deyişle mülkiyet hakkının kısıtlanmasının malikler üzerindeki manevi etkisinin nazara alınması sonucu başvurucular yönünden ihlal kararı verildiği anlaşılmaktadır. Dava dosyasının incelenmesinden, davacının hissedarı olduğu, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi. Yuva Mahallesi, 43071 ada. 1 Sayılı parselde bulunan 3-574,00 m² yüzölçümlü taşınmazın Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisinin 1.6.1992 tarih ve 177 Sayılı kararı ile onaylanan 1/5000 ölçekli Yuva Köyü ve Çevresi Nazmı imar Planı doğrultusunda hazırlanan 1. ve 2. Etap 1/1000 ölçekli imar planları ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin 12.10.1995 tarih ve 711 Sayılı kararı ile onaylanan revizyon imar planı içerisinde kaldığı, Yenimahalle Belediye Encümeni’nin 6.5.1997 tarih ve 1515 Sayılı kararı ile onaylanan Yuva Köyü ve Çevresine ait 1/1000 ölçekli imar planı ve 84138 Sayılı parselasyon planı ile “İdari Tesis Alanı’ olarak ayrıldığı, dava devam ederken Yeni Mahalle belediye meclisinin 6.11.2013 tarihli, 1004 Sayılı kararı ile taşınmazın kullanımının “özel sosyal kültürel tesis alanı” olarak değiştirildiği, bu kararın Ankara Büyükşehir Belediye meclisinin 10.12..2013 tarihli, 2192 Sayılı kararı ile onandığı, davacının uyuşmazlık konusu taşınmazla mülkiyet bağının ise 19.10.2011 tarihli satış işlemi ile kurulduğu, davacının 30.1.2012 tarihinde Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma sebebiyle tazminat davası açtığı, bu davada görevsizlik kararı verilmesi üzerine bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bakılan davada, davacının mülkiyet hakkını kullanamamaktan yakınarak, tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmakta ise de; esasen davacının uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibari ile taşınmaz için kısıtlılık durumun mevcut olduğu, yukarda belirtilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında belirtilen mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olma durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına karşın, 19.10.2011 tarihli satış işlemi sonucu mülkiyet sahibi olan davacı açısından kısıtlılık, halinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin ve mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanması durumunun, gerçekleşmediği görülmektedir. Bu durumda, İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi gerekirken, tazminat talebinin, kabulüne dair temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.Davacı tarafından her ne kadar davaya konu tazminat miktarına işletilen, faiz yönünden kararın düzeltilerek onanması istemiyle temyiz talebinde bulunulmuş ise de, Mahkeme kararının esas yönünden bozulması karşısında bu talebin reddi gerektiği açıktır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Ankara 10. idare Mahkemesince verilen 23.10.2014 tarihli, E:2013/1134, K:2014/1153 Sayılı kararın BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 30.6.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

2942 Sayılı Kanun-8,22 ve 23. Madddeleri Hakkında

Haz27
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun

Kanun No. 4650                            Kabul Tarihi : 24.4.2001

MADDE 8. — 2942 sayılı Kanunun 15 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Madde 15. — Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı ihtisas odalarının her biri tarafından, üyelerinin oturdukları yeri göz önünde bulundurarak her il için onbeş ila yirmibeş, ayrıca il merkezleri için il, ilçeler için ilçe idare kurullarınca bu bölgelerde oturan ve mühendis veya mimar olan taşınmaz mal sahipleri arasından on beş bilirkişi her yıl Ocak ayının ilk haftasında seçilerek isim ve adreslerini bildiren listeler valiliklere verilir. Bilirkişi olarak görev yapacakların nitelikleri ve çalışma esasları, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin görüşü alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığının birlikte hazırlayacakları bir yönetmelikle belirlenir.

Valilikçe onanan listelerden, odalar tarafından seçilenler il merkezi ve ilçelerdeki asliye hukuk mahkemelerine, idare kurulları tarafından seçilenler de seçildikleri yerin asliye hukuk mahkemelerine bildirilir.

Süresi bitenler tekrar seçilebilir.

Bilirkişi kurulu; kamulaştırmaya konu olan yerin cins ve niteliğine göre, üçü odalar listesinden, ikisi de idare kurulu listesinden seçilmek suretiyle beş kişiden oluşur.

Kamulaştırılan taşınmaz malın üstün niteliği göz önüne alınarak, bilirkişilerden üçü aynı uzmanlık kolundan seçilebilir.

Kamulaştırmayı yapan idarede görevli olanlar, kamulaştırılan taşınmaz malın sahipleri ve bunların usul ve füruu, karı-koca, üçüncü derece dahil, kan ve sıhri hısımları ve mal sahipleri ile menfaat ortaklığı olanlar bilirkişi seçilemezler.

Bakanlıklarının taşra birimleri ile diğer resmî daire ve kurumlardan alınacak fen adamları ile bilirkişi kurulu tamamlanır. Bunların da bulunmadığı veya fiili veya hukuki sebeplerle bilirkişi seçimlerine imkan olmadığı takdirde, komşu illerin oda listelerinden, yoksa bu fıkrada belirtilen resmî daire ve kurumlardan alınacak fen adamları ile kurul tamamlanır.

Mahkemelere gönderilen listelerde yazılı olanlar ve yukarıdaki fıkrada gösterilen kimseler arasından taraflar bilirkişi seçmekte anlaşamadıkları takdirde bilirkişiler hakim tarafından resen seçilir.

Hakim, bilirkişilere yemin ettirir.

Bilirkişi kurulu, taşınmaz malın değerini 11 ve 12 nci maddeler hükümlerine göre tayin ve takdir ederek, gerekçeli raporunu onbeş gün içinde mahkemeye verir.

Bilirkişilerce yapılan değer tespitinde, idarece belgelerin mahkemeye verildiği gün esas tutulur.

 

MADDE 22. — Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 23. — Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

 

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, E. 2015/3757,K. 2016/10322,T. 11.4.2016

Haz23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sonra ödeneceği,işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği, bunun toplu bir nitelik kazanması durumunda dahi kanun dışı grev sayılamayacağı ve bu durumda işçinin haklı sebebe dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı bulunduğu

İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur. Ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. Aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sonra ödenmelidir. İşçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş ve bunun toplu bir nitelik kazanması durumunda dahi, kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı sebebe dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da tanınmıştır. Ödenmemesi halinde işçiye haklı nedenle fesih hakkı tanınacağı düzenlenen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir. İşverenliğe sunulan fesih bildirimi ile davacının, ödenmediğini iddia ettiği işçilik alacaklarını talep ettiği görülmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının fesih tarihi itibariyle ödenmeyen fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda işçi feshinin, haklı sebebe dayandığı, işçi feshinden sonra düzenlenen devamsızlık tutanaklarına itibar edilmemesi gerekir. İşçi feshinin haklı sebebe dayanması sebebiyle mahkemece kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi isabetlidir. Ancak, fesih iradesinin işçiden geldiği göz önüne alındığında, ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, fazla mesai ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, istemi kısmen hüküm altına almıştır. Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin işçilik ücretlerini talep ettiği ve işyerinde birtakım hususların düzelmesini talep ettiği ihtarnamesini davalıya göndermesinin akabinde, işçilik ücretlerinin ödenmemesi üzerine işi bırakmak zorunda kaldığını belirterek kıdem ve ihbar tazminatları ile ödenmediğini iddia ettiği ulusal bayram ve genel tatil ücretleri ile fazla çalışma alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

Gerekçe:

1-)Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

2-)Taraflar arasında, davacı işçinin iş sözleşmesini haklı sebeple feshedip feshetmediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur. 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 32/4. maddesinde ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. Aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sonra ödenmelidir.4857 Sayılı Kanun’da ve işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş ve bunun toplu bir nitelik kazanması durumunda dahi, kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı sebebe dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da tanınmıştır. 4857 Sayılı Kanun’un 24. maddesinin II-(e) bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir. Somut olayda, işverenliğe sunulan 18.4.2012 tarihli fesih bildirimi ile davacının, ödenmediğini iddia ettiği işçilik alacaklarını talep ettiği görülmektedir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının fesih tarihi itibariyle ödenmeyen fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda işçi feshinin, anılan Kanun’un 24. maddesinin II-(e) bendinde düzenlenen haklı sebebe dayandığı, işçi feshinden sonra düzenlenen devamsızlık tutanaklarına itibar edilmemesi gerektiği anlaşılmaktadır. İşçi feshinin haklı sebebe dayanması sebebiyle mahkemece kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi isabetlidir. Ancak, fesih iradesinin işçiden geldiği göz önüne alındığında, ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ :  Temyiz olunan kararın, yukarda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 11.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay 22.Hukuk Dairesi Kararı Hakkında

Haz23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, E. 2015/28040,K. 2015/31329,T. 24.11.2015

ÖZÜ: İşçi ücretlerine ilişkin davalar 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Fazla çalışma ve genel tatil alacakları bu tür alacaklardandır. Bu nedenle ıslahla talep edilen fazla çalışma ve genel tatil alacağının ıslah tarihinden geriye doğru 5 yılın dışında kalan ve dava dilekçesinde talep edilen miktardan fazla olan kısmı zamanaşımına uğramıştır. Gerekirse bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle ıslaha karşı yapılan zamanaşımı itirazı değerlendirilerek davacının fazla çalışma ve genel tatil alacağı hakkında yeniden bir karar verilmelidir.

Davacı, davalı ait işyerinde çalıştığını,çalıştığı dönem içerisinde hakettiği bir kısım işçilik alacaklarının ya kendisine hiç ödenmediğini ya da eksik ödenmiş olduğunu belirterek işçilik alacaklarını hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Gerekçe:

1- ) Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- ) Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Davacı, mahkemece alınan bilirkişi raporuna göre fazla çalışma ve genel tatil alacağı yönünden davasını ıslah etmiştir. Davalı işveren, ıslaha karşı süresinde verdiği yazılı itiraz dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Dava dilekçesi içeriği incelendiğinde, davacı yanın işçilik alacakları yönünden fazlaya dair haklarını saklı tutarak kısmi dava açtığı anlaşılmaktadır. Hem mülga 818 sayılı Borçlar Kanunun 126/3, hem de 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Borçlar Kanun’un 147/1 maddesine göre işçi ücretlerine ilişkin davalar 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Fazla çalışma ve genel tatil alacakları bu tür alacaklardandır. Bu nedenle ıslahla talep edilen fazla çalışma ve genel tatil alacağının ıslah tarihinden geriye doğru 5 yılın dışında kalan ve dava dilekçesinde talep edilen miktardan fazla olan kısmı zamanaşımına uğramıştır. Gerekirse bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle ıslaha karşı yapılan zamanaşımı itirazı değerlendirilerek davacının fazla çalışma ve genel tatil alacağı hakkında yeniden bir karar verilmelidir.

3- ) Davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin takdirinde ret edilen alacak miktarının dikkate alınmaması da hatalı olup bozma sebebidir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 24.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, E. 2015/30383,K. 2015/33791,T. 7.12.2015

Haz23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

ÖZÜ: Dava feshin geçersizliği ve işe iade istemine ilişkindir. Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusudur. Dosya kapsamına göre, fesih bildiriminin yazılı olarak yapılmasına rağmen fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu gerekçeyle mahkemece feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiş olması dosya içeriğine uygun olduğundan, davalı tarafın bu yöndeki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak, 4857 sayılı Kanun’un 21. maddesinin birinci fıkrasında işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırları gösterilmiş olup söz konusu tazminatın belirtilen sınırlar arasında işçinin kıdemi, fesih sebebi gibi olgular dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Dosya içeriğine göre; davacının davalı işyerinde çalıştığı süre esas alınarak, işe başlatmama tazminatının davacının beş aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesine karar verilmesi hatalıdır. Fesih sebebine ve davacının kıdemine göre davacının dört aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesi dosya içeriğine uygun düşecektir.

Davacı vekili; müvekkilinin iş sözleşmesinin geçerli bir sebep olmaksızın davalı tarafından feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini istemiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı Belediye vekili; husumet itirazında bulunarak, davacının diğer davalı çalışanı olduğunu, asıl işveren-alt işveren ilişkisi yönünden müvekkili idarenin  sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Davalı şirket vekili; diğer davalı ile aralarında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğunu, davacının iş sözleşmesinin emsali diğer çalışanlara göre performansının yetersiz ve verimsiz olması sebebiyle geçerli sebeple feshedildiğini savunmuştur.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve davacının davalı B. A.’ye ait işyerindeki işine iadesine, beş aylık ücret tutarında işe başlatmama tazminatı belirlenmesine ve boşta geçen süre için en çok dört aya kadar ücret ve diğer hakların davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalılar temyiz etmiştir.

Gerekçe: Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup normatif dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. ve devamı maddeleridir. 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Somut olayda; davalı işverenlikte kaynak ustası olarak çalışan davacının iş sözleşmesi davalı tarafından 08.09.2014 tarihi itibariyle feshedilmiştir. Dosya kapsamına göre, fesih bildiriminin yazılı olarak yapılmasına rağmen fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu gerekçeyle mahkemece feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiş olması dosya içeriğine uygun olduğundan, davalı tarafın bu yöndeki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak, 4857 sayılı Kanun’un 21. maddesinin birinci fıkrasında işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırları gösterilmiş olup söz konusu tazminatın belirtilen sınırlar arasında işçinin kıdemi, fesih sebebi gibi olgular dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Dosya içeriğine göre; davacının 21.03.2013- 07.08.2014 tarihleri arasında merkez kadroda, 08.08.2014-08.09.2014 tarihleri arasında ise davalı şirket nezdinde ihaleli işler kapsamında çalıştığı anlaşılmakla, işe başlatmama tazminatının davacının beş aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesine karar verilmesi hatalıdır. Fesih sebebine ve davacının kıdemine göre davacının dört aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesi dosya içeriğine uygun düşecektir. Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ :  Yukarıda açıklanan gerekçe ile;

1-Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2-İşverence yapılan FESHİN GEÇERSİZLİĞİNE, davacının davalı B. A.’ye ait işyerindeki işine İADESİNE,

3-Davacının kanuni sürede işe başvurmasına rağmen, işverenin süresi içinde işe başlatmaması halinde davalılar tarafından müştereken ve müteselsilen ödenmesi gereken tazminat miktarının fesih sebebi ve kıdemi dikkate alınarak dört aylık ücreti olarak belirlenmesine,

4-Davacının işe iade için işverene süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar doğmuş bulunan en çok dört aylık ücret ve diğer haklarının davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesi gerektiğinin belirlenmesine,

5-Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

6-Davacı tarafından yapılan 35,00 TL yargılama giderinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine,

7-Davacı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre hesaplanan 1.500,00 TL vekalet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine,

8-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak, 07.12.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız