• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

Taşeron İşçiler Hakkında

Mar23
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

GAZETELERDEN !

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL, TAŞERON İŞÇİLERİN KAMUDA İSTİHDAM EDİLMESİNE YÖNELİK DÜZENLEMENİN AYRINTILARINA İLİŞKİN AÇIKLAMALARDA BULUNDU.

Maliye Bakanı Naci Ağbal, kamu idareleriyle belediyeler ve il özel idarelerinde yaklaşık 720 bin asıl ve yardımcı iş yapan taşeron personelin kapsama girdiğini kaydetti. Taşeron firmada çalışan elemanların, kamuda “özel sözleşmeli personel” statüsünde istihdam edileceklerini bildiren Ağbal, bu kapsamda çalışacaklarla ilgili yeni istihdam edecekleri pozisyonun kapsamını, çalışma koşullarını, mali ve sosyal hakları ve yükümlülükleri düzenleyeceklerini ifade etti.

Kapsama dahil personelin 1 Kasım 2015’ten önce işe girmiş ve halen çalışmaya devam ediyor olması gerekecek. Bu kişiler, devlet memurluğuna atanmak için aranan şartları taşıyacak. Emekli aylığı almaya hak kazanmış ya da 65 yaşını doldurmuş taşeron işçi düzenlemeden yararlanamayacak.

Kamuda tam zamanlı hizmet veren taşeron işçi, düzenlemeden yararlanacak, kısmi zamanlı çalışanlar ise bu haktan faydalanamayacak.

SINAV YAPILACAK

Kamuya alınacak personelin 12 ay boyunca görev yapıyor olması şartı aranacak. 3, 6 ay gibi geçici hizmetler kapsamında çalıştırılan personel kanun kapsamına girmeyecek.

Kamuya geçişte kişinin mesleği ve kamu hizmetini yapabilmesi için gerekli bilgi ve donanıma sahip olup olmadığını belirlemeye yönelik sınav yapılacak. Sınavın ayrıntıları tasarıda belirlenecek.

MEVCUT AYLIKLAR ÜZERİNDEN MAAŞ VERİLECEK

Kapsama giren personel, yasa çıktıktan sonra 1 ay içinde talepte bulunacak. İlgili kamu kurumları başvuruları aldıktan sonra şartların oluşup oluşmadığını değerlendirecek, devlet memuru olmanın gerektirdiği güvenlik araştırmaları da ayrıca yapılacak.

Kamuya alınan personele, şu anda aldıkları aylık üzerinden maaş verilecek. Bu kişiler hangi kurumun, hangi biriminde, hangi işi yapıyorlarsa aynı işi yapmaya devam edecek. Bu kişilerin görev yerlerinde değişiklik yapılmayacak.

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Kamu Zararlarının Tahsil Yönetmelik Taslağı Hakkında

Mar22
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin


KAMU ZARARLARININ TAHSİLİ HAKKINDA YÖNETMELİK (TASLAK)

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Amaç

MADDE 1- (1) Bu Yönetmeliğin amacı, kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda tespit edilen kamu zararlarının tahsiline ilişkin usul ve esasları belirlemektir.

Kapsam

MADDE 2– (1) Bu Yönetmelik, düzenleyici ve denetleyici kurumlar hariç olmak üzere, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde tespit edilen kamu zararlarından doğan alacakları kapsar.

(2) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında bulunan kamu idarelerinde görevli memurların, kullanımlarındaki taşınır ve taşınmazların korunması ve her an hizmete hazır halde bulundurulması için gerekli tedbirleri almamaları nedeniyle Devlete verdikleri zararlar ile kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak kişilere verdikleri zararlar hakkında, 657 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca 27/6/1983 tarihli ve 83/6510 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Devlete ve Kişilere Memurlarca Verilen Zararların Nevi ve Miktarlarının Tespiti, Takibi, Amirlerinin Sorumlulukları, Yapılacak Diğer İşlemler Hakkında Yönetmelik hükümleri uygulanır.

Dayanak

MADDE 3- (1) Bu Yönetmelik, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 71 inci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.

Tanımlar

MADDE 4- (1) Bu Yönetmeliğin uygulanmasında;

a) Hukuk birimi: Kamu idarelerinde hukuk hizmetlerini yürüten birimi,

b) İlgili: Kendisine yersiz veya fazla ödeme yapılan gerçek ve/veya tüzel kişi ya da kişileri,

c) Kamu kaynağı: Borçlanma suretiyle elde edilen imkanlar dahil kamuya ait gelirler, taşınır ve taşınmazlar, hesaplarda bulunan para, alacak ve haklar ile her türlü değerleri,

ç) Kamu zararı: Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıyla doğan zararı,

d) Kanun: 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununu,

e) Malvarlığı: Bir kişinin hukuki bütünlük teşkil etmek üzere sahip ve yükümlü olabileceği para ile ölçülebilen mal, hak ve borçlarının tamamını,

f) Muhasebe birimi: Gelir ve alacakların tahsili, giderlerin ve borçların hak sahiplerine ödenmesi, para ve parayla ifade edilebilen değerler ile emanetlerin alınması, saklanması, ilgililere verilmesi, gönderilmesi ve diğer tüm malî işlemlerin kayıtlarının yapılması ve raporlanmasına ilişkin muhasebe hizmetlerinin yapıldığı birimi,

g) Muhasebe yetkilisi: Muhasebe hizmetlerinin yürütülmesinden ve muhasebe biriminin yönetiminden sorumlu, usulüne göre atanmış sertifikalı yöneticiyi,

ğ) Rayiç bedel: Bir mal, iş veya hizmetin temin edildiği yer ve tarihteki normal alım ve satım bedelini,

h) Sorumlu: Kamu zararının oluşmasına sebep olan kamu görevlisini,

ı) Strateji geliştirme birimleri: Strateji geliştirme başkanlıkları, strateji geliştirme daire başkanlıkları, strateji geliştirme ve mali hizmetlerin yerine getirildiği müdürlükleri, mahalli idarelerde ilgili mevzuatında yer alan hükümler çerçevesinde kurulacak birimleri ve strateji geliştirme birimi kurulmayan idarelerin mevcut yapılarında mali hizmetlerini yürüten birimleri,

i) Takibe yetkili birim: Merkezde strateji geliştirme birimlerini, taşrada üst yönetici tarafından alacağın takibi konusunda yetki verilen birimleri,

j) Üst yönetici: Bakanlıklarda müsteşarı, Milli Savunma Bakanlığında bakanı, diğer kamu idarelerinde en üst yöneticiyi, il özel idarelerinde valiyi, belediyelerde belediye başkanını, ifade eder.

İKİNCİ BÖLÜM

Kamu Zararında Sorumluluk, Tespit, Tebliğ ve Takip

Sorumluluk

MADDE 5- (1) Kanunun ilgili maddeleri gereğince, kamu görevlileri; kamu kaynaklarının etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, yönetilmesinden, kullanılmasından, korunmasından, kötüye kullanılmaması ve her an hizmete hazır bulundurulması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludurlar.

(2) Kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda tespit edilen kamu zararının geri ödenmesi sürecine, kamu görevlileri ile birlikte ilgililer de dahil edilir.

 

Kamu zararının belirlenmesi

MADDE 6- (1) Kamu zararının belirlenmesinde;

a) Yapılan iş, alınan mal veya hizmet karşılığı olarak ilgili mevzuatında belirtilen ya da mevzuatında öngörülen karar, onay, sözleşme ve benzeri belgelerde belirlenen tutardan fazla ödeme yapılması,

b) İlgili mevzuatında öngörülen haller dışında, iş yaptırılmadan, mal veya hizmet alınmadan önce ödeme yapılması,

c) Transfer niteliğindeki giderlerde, fazla veya yersiz ödemede bulunulması,

ç) İlgili mevzuatı gereğince görevlendirilen komisyon veya kişilerce rayiç bedelinden daha yüksek fiyatla iş yaptırılması, mal veya hizmet alınması,

d) Kamu idarelerine ait malların kiraya verilmesi, tahsisi, yönetimi, kullanımı ve elden çıkarılması işlemlerinin mevzuata uygun bir şekilde yapılmaması,

e) Görevlilere teslim edilen taşınırların zarara uğraması,

f) İdare gelirlerinin tarh, tahakkuk veya tahsil işlemlerinin mevzuata uygun bir şekilde yapılmaması,

g) Kamu idaresinin yükümlülüklerinin mevzuatına uygun bir şekilde yerine getirilmemesi nedeniyle kamu idaresine faiz, tazminat, gecikme zammı, para cezası gibi ek malî külfet getirilmesi,

ğ) Mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılması,esas alınır.

Kamu zararının tespiti ve bildirilmesi

MADDE 7- (1) Kamu zararları 6 ncı maddede belirtilen hususlar göz önünde bulundurulmak suretiyle;

a) Kontrol, denetim veya inceleme,

b) Sayıştayca kesin hükme bağlama,

c) Yargılama sonucunda tespit edilir.

(2) Tespit edilen kamu zararına ilişkin yazı, tutanak, rapor, ilâm ve benzeri belgeler ilgili kamu idaresine gönderilir.

Kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen kamu zararının değerlendirilmesi

MADDE 8- (1) Kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen hususlar, ilgili harcama yetkilisinin görüşü ile birlikte harcama birimi tarafından düzenlenen Değerlendirme Formu (EK) ile merkezde üst yönetici, taşrada ise idarenin en üst yöneticisinin değerlendirmesine sunulur. Üst yönetici gerek görmesi halinde hukuk biriminin görüşüne, sorumluların ve/veya ilgililerin bilgisine başvurabilir.

(2) Taşrada idarenin en üst yöneticisi ile harcama yetkilisi görevinin aynı kişide birleşmesi halinde değerlendirme, üst yönetici tarafından yapılır.

(3) Kamu zararına ilişkin tespitlerin değerlendirilmesinde aşağıda yer alan hususlar dikkate alınır.

a) Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemin varlığı,

b) Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemden bir kamu zararı oluşması,

c) Sorumlu ile varsa ilgililerin belirlenmesi,

ç) Kamu zararının sorumlunun kasıt, kusur veya ihmalinden kaynaklandığına ilişkin illiyet bağının kurulması.

(4) Üst yönetici veya idarenin taşradaki en üst yöneticisi tarafından yapılan değerlendirmede kamu zararının oluştuğuna karar verilmesi halinde Değerlendirme Formu ile zararın tespitine ilişkin belgeler takibe yetkili birime gönderilir.

(5) Tespit edilen kamu zararının, sorumlular ve/veya ilgililerce defaten ödenmesi veya ödeneceğinin taahhüt edilmesi halinde söz konusu alacak yukarıdaki fıkralarda belirtilen işlemlere gerek kalmaksızın tahsil edilir.

(6) Kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen zararın, yapılan değerlendirme sonucunda kamu zararı niteliğini taşımadığı ancak bir kamu alacağı olduğuna karar verilmesi halinde bu alacak genel hükümlere göre takip ve tahsil edilir.

Kamu zararının Sayıştay tarafından tespiti

MADDE 9- (1) Sayıştay denetçileri tarafından yapılan denetim sonucunda kamu zararına ilişkin hususları içeren sorgular Sayıştay tarafından bilgi amaçlı olarak üst yöneticiye gönderilir. Üst yönetici taşrayı ilgilendiren sorguları mahalline gönderir. Üst yönetici veya en üst yönetici söz konusu sorguları gerek görmesi halinde Yönetmeliğin 8 inci maddesi hükümlerine göre değerlendirmeye tabi tutar. Değerlendirme sonucuna göre sorumlular ve/veya ilgililer hakkında takip ve tahsil işlemleri başlatılabilir.

(2) Kamu zararına ilişkin sorguların, Sayıştay ilamı ile kesin hükme bağlanması halinde alacağın takibi, takibe yetkili birimce yapılır. Rızaen ödenmemesi halinde ilgili alacak dosyası takibe yetkili birimce hukuk birimine intikal ettirilir.

Kamu zararının yargılama suretiyle tespiti

MADDE 10- (1) Mahkemeler tarafından Kanunun 71 inci maddesine göre verilen kamu zararı kararlarının idareye tebliğini müteakiben alacak, idareyi temsile yetkili hukuk birimi tarafından takip edilir.

Alacak takip dosyası

MADDE 11- (1) Tespit edilerek kamu idarelerine bildirilen kamu zararından doğan alacakların her biri için takibe yetkili birimce alacak takip dosyası açılır.

(2) Sayıştay sorguları üzerine yapılan değerlendirme sonucunda kamu zararının oluştuğuna karar verilmesi durumunda da yukarıdaki fıkra hükmüne göre alacak takip dosyası açılır.

(3) Alacağın tespit, takip ve tahsiline ilişkin bütün belgeler alacak takip dosyasında muhafaza edilir.

Kamu zararından doğan alacakların muhasebe kayıtlarına alınması

MADDE 12– (1) Sayıştay ilamı veya mahkeme kararı ile bildirilen kamu zararından doğan alacaklar, ilâm ve kararın idarelerine ulaştığı; kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen kamu zararından doğan alacaklar ise 8 inci maddeye göre yapılacak değerlendirme sonucunun yazılı hale getirildiği tarihten itibaren beş iş günü içerisinde, takibe yetkili birimce sorumlular ve ilgililer adına muhasebe kayıtlarına aldırılır. Muhasebe birimine yazılan yazıda faiz başlangıç tarihi de belirtilir. Taksitlendirilen kamu zararı alacaklarına ilişkin kararın bir örneği de karar tarihinden itibaren beş iş günü içerisinde muhasebe birimine gönderilir. Sayıştay sorguları üzerine yapılan değerlendirme sonucunda kamu zararının oluştuğuna karar verilmesi halinde de aynı şekilde işlem yapılır.

(2) Muhasebe birimi, Sayıştay ilâmına istinaden bildirilenleri ilâmda belirtilenler adına; mahkeme kararlarına istinaden bildirilenleri kararda tazminle yükümlü olduğu belirtilenler adına; bunların dışındakileri ise sorumlular ve ilgililer adına hesaplara kaydeder.

(3) Muhasebe kayıtlarına alınan her bir alacak için bir tahsilat izleme dosyası açılır.

(4) Kamu zararından doğan alacakların muhasebe kayıtlarına alınması ve izlenmesine ilişkin diğer hususlarda, kamu idarelerinin tabi oldukları muhasebe yönetmeliklerinde belirlenen usul ve esaslar uygulanır.

Kamu zararından doğan alacağın tebliği ve takibi

MADDE 13– (1) Kamu zararından doğan alacaklar, takibe yetkili birimlerce sorumlular ve ilgililerin bilinen adreslerine imzaları alınmak suretiyle veya 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir.

(2) Kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen kamu zararı alacaklarının sorumlulara ve ilgililere tebliğ işlemlerine, 8 inci madde gereğince yapılacak değerlendirme işlemlerinin tamamlandığı tarihten itibaren beş iş günü içerisinde başlanır. Tebliğde; borcun miktarı, sebebi, doğuş tarihi, faiz başlangıç tarihi, ödeme yeri belirtilir ve ödeme, itiraz veya sulh teklifinde bulunmak üzere otuz gün süre verilir. Sorumlu ve/veya ilgililerin itiraz ve sulh başvuruları 60 gün içinde sonuçlandırılır. Bu süre içinde sonuçlandırılmayanlar reddedilmiş sayılır. İtiraz ve sulh başvuruları genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ve özel bütçeli idarelerde 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre, kapsamdaki diğer kamu idarelerinde ise özel mevzuatındaki hükümlere göre sonuçlandırılır.

(3) Sayıştay sorguları üzerine yapılan değerlendirme sonucuna göre tahsil edilmesi gerektiği bildirilen kamu zararı alacaklarının sorumlulara ve ilgililere tebliğinde de aynı şekilde işlem yapılır.

(4) Kamu zararı alacaklarının yapılan tebligata rağmen sorumlular ve/veya ilgililerce süresinde rızaen ödenmemesi, sulh teklifinde ya da itirazda bulunulmaması halinde sürenin bitiminden itibaren beş iş günü içerisinde, sulh teklifinin ya da itirazın idare tarafından reddedilmesi halinde ise bu tarihten itibaren beş iş günü içerisinde ilgili alacak takip dosyası, alacağın tahsili için, takibe yetkili birimce kamu idaresini temsile yetkili hukuk birimine gönderilir.

(5) Kesinleşen Sayıştay ilâmlarının tebliğinde 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu hükümleri uygulanır.

(6) Mahkemelerce hükme bağlanan ve taraflara tebliğ edilen kamu zararından doğan alacaklara ilişkin kararın kesinleşmesi beklenmeksizin, takip işlemlerine başlanır.

(7) Kamu zararına neden olan mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmalin yapıldığı malî yıla ilişkin hesap ve işlemlerin Sayıştay tarafından onanmış olması, tespit edilen kamu zararından doğan alacağın takip ve tahsiline engel teşkil etmez.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Kamu Zararından Doğan Alacakların Tahsili

Kamu zararından doğan alacağın güvence altına alınması

MADDE 14- (1) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda ihtiyatî haciz için öngörülen şartların varlığı ve kamu idaresi üst yöneticisinin de gerekli görmesi halinde, mahkeme kararı veya Sayıştay ilâmı tebliğ edilinceye kadar, alacaklı kamu idaresince kamu alacağını güvence altına almak amacıyla yetkili mahkemeden karar alınarak, sorumluların ve ilgililerin mal, hak ve alacakları üzerine ihtiyatî haciz konulur.

(2) İhtiyatî haciz kararının verildiği tarihten itibaren on gün içinde icra dairesinden kararın uygulanması talep edilir. Aksi halde ihtiyatî haciz kararı kendiliğinden kalkar. İhtiyatî haciz kararının uygulanmasında icra dairesinin gecikmesi halinde, alacaklı kamu idaresini temsile yetkili hukuk birimince kararı uygulayacak olan icra dairesinin bağlı olduğu icra mahkemesine başvurularak kararın infazının sağlanması talep edilir.

Kamu zararından doğan alacakların tahsil şekilleri

MADDE 15– (1) Kamu zararından doğan alacaklar, sorumlulardan ve/veya ilgililerden, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte tahsil edilir.

(2) Tespit edilen kamu zararları;

a) Rızaen ve sulh yolu ile ödenmek,

b) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre takas yapılmak,

c) 2004 sayılı Kanun hükümleri uygulanmak,suretiyle tahsil edilir.

Rızaen ve sulh yolu ile tahsilat

MADDE 16- (1) Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluları ve/veya ilgilileri tarafından rızaen veya ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde sulh yoluyla ödenebilir.

(2) Kamu zararından doğan alacağın ödenmesinin ilgili mevzuat çerçevesinde sulh yolu ile sağlanması halinde, sulh işleminin kesinleştiği tarihi izleyen aybaşından itibaren sorumlunun ve/veya ilgilinin aylığından kesilerek tahsil edilebilir.

(3) Aylıklardan yapılacak kesinti tutarı, sorumlulara ve/veya ilgililere yapılan her türlü aylık, ödenek, zam, tazminat dahil bir aylık net ödemelerinin dörtte birinden az, üçte birinden çok olamaz.

Takas suretiyle tahsilat

MADDE 17– (1) Kamu zararı alacakları, sorumluların ve ilgililerin kamu idaresiyle olan özel hukuk ilişkilerinden doğan alacaklarından 6098 sayılı Kanun hükümlerine göre takas suretiyle tahsil edilebilir.

(2) Takas suretiyle tahsil için;

a) Alacaklı kamu idaresi ile sorumlu ve/veya ilgilinin karşılıklı olarak alacaklı ve borçlu durumunda olmaları,

b) Takas edilecek borç ve alacağın nakit olması,

c) Takas edilecek borç ve alacağın her ikisinin de vadesinin gelmiş olması,

ç) Takas yapılmadan önce sorumluya ve/veya ilgiliye alacağının borcuna takas suretiyle mahsup edileceğinin bir yazı ile bildirilmesi veya alacağını talep ettiği zaman borcu ile takas edileceğinin beyan edilmesi, gerekir.

İcra yoluyla tahsilat

MADDE 18- (1) Sayıştay ve mahkeme ilâmları ile hüküm altına alındığı halde sorumluları ve/veya ilgilileri tarafından rızaen ödenmeyen kamu zararından doğan alacaklar, 2004 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.

(2) Sayıştay ilamları için kamu idarelerinin takibe yetkili birimleri tarafından; mahkeme ilamları için ise kamu idaresini temsile yetkili hukuk birimi tarafından tapu, banka, vergi dairesi, trafik şubesi ve sosyal güvenlik kurumları olmak üzere ilgili yerlerden sorumluların ve ilgililerin malvarlığı araştırması yapılır. Takibe yetkili birimler tarafından yapılan sorgulamada malvarlığının tespiti halinde alacak takip dosyası tamamlanır ve icra takibatı yapılmak üzere kamu idaresini temsile yetkili hukuk birimine gönderilir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Taksitlendirme

Kamu zararından doğan alacaklarda taksitlendirme

MADDE 19- (1) Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluların ve/veya ilgililerin talebi üzerine kamu idaresince taksitlendirilebilir.

(2) Taksitlendirme süresi azami beş yıldır.

(3) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerde taksitlendirme işlemleri, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine, kapsamdaki diğer kamu idarelerinde ise ilgili mevzuat hükümlerine göre gerçekleştirilir.

(4) Sorumluların ve/veya ilgililerin yazılı taksitlendirme talebi üzerine, sorumlu ve/veya ilgili ile idare arasında, taksitlendirmenin süresini, taksit sayısı ve tutarları ile ödeme zamanlarını belirleyen bir ödeme planı yapılır. Sorumlulardan ve/veya ilgililerden taksitlerini ödeme planına uygun ve vadesinde düzenli olarak ödeyeceklerine dair “borç senedi ve kefaletname” alınır.

(5) Sorumlular ve/veya ilgililer, taksitlendirme taleplerine ilişkin yetkili makamın onayı alınıncaya kadar dilekçede belirtilen ilk taksit miktarını hemen, takip eden taksitleri de düzenli olarak, faiziyle birlikte muhasebe birimine ödeyebilirler. Yetkili makamdan alınan taksitlendirme onayında kararlaştırılan taksit miktarı ödenen taksit miktarından fazla olduğu takdirde, onayda belirtilen ilk taksit tarihinden itibaren geçen taksit sürelerine ait toplam fark peşin olarak tahsil edilir.

(6) Taksitlerden birinin ödeme planına ve “borç senedi ve kefaletname”ye uygun olarak vadesinde ve faiziyle birlikte tamamen ödenmemesi halinde alacağın tamamı muaccel olur. Söz konusu alacak, muaccel olduğu tarihten itibaren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesine göre belirlenen gecikme zammı oranında hesaplanan faizi ile birlikte takip ve tahsil edilir.

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

Kamu Zararının Oluştuğu Tarih ve Faiz

Kamu zararının oluştuğu tarih

MADDE 20- (1) Kamu zararı;

a) Vezne ve ambar açıkları ile diğer muhasebe yetkilisi mutemetlerinin açıklarında, açığın meydana geldiği tarihte, bu tarihin bilinmediği durumlarda olayın tespit edildiği tarihte,

b) İş, mal veya hizmet karşılığı olarak ilgili mevzuatında belirlenen veya mevzuatında öngörülen karar, onay ya da sözleşmesinde belirlenen tutardan fazla yapılan ödemeler ile transfer niteliğindeki giderlerde yapılan yersiz ve fazla ödemelerde, ödemenin yapıldığı tarihte,

c) Kamu idaresinin yönetim ve kullanımında olan ya da kullanıcılarına teslim edilen taşınırların kaybedilmesi, çalınması veya zarar görmesi hallerinde olayın meydana geldiği tarihte; bu tarihin bilinmediği durumlarda olayın tespit edildiği tarihte,

ç) İş yaptırılmadan, mal veya hizmet alınmadan ya da mevzuatında öngörülmediği halde yapılan yersiz ödemelerde, ödemenin yapıldığı tarihte,

d) İdare gelirlerinin tarh, tahakkuk ve tahsil işlemlerinin mevzuata uygun bir şekilde yapılmaması hallerinde, söz konusu işlemin zaman aşımına uğradığı tarihte,

e) Hakedişlerden kesinti suretiyle yapılan gelir tahsilatının eksik yapılması hallerinde, tahsilat tutarının gelir kaydedilmesi gerektiği tarihte,

oluşmuş kabul edilir.

Kamu zararından doğan alacaklarda faiz

MADDE 21- (1) Kamu zararından doğan alacaklarda ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faizin başlangıç tarihi, kural olarak zararın oluştuğu tarihtir.

(2) Sayıştay ilâmı ve mahkeme kararı ile tespit olunan kamu zararından doğan alacaklarda faiz başlangıç tarihi, ilâm veya kararda faizin başlangıcı hakkında hüküm varsa belirtilen tarih, aksi takdirde karar tarihidir.

(3) Sorumlular ve/veya ilgililerce yapılan ödeme tutarının, alacak aslı ile faiz tutarının tamamını karşılamaması halinde ödenen tutar vadesi gelmiş alacak aslına ve faizine orantılı olarak mahsup edilir.

(4) Borç aslına faiz dahil edilerek, tekrar faiz yürütülemez.

(5) Taksitlendirilen alacaklara anlaşma tarihindeki faiz oranı uygulanır. Kamu zararının oluştuğu tarihten anlaşma tarihine kadar olan faiz ayrıca hesaplanır. Anapara ile hesaplanan faiz ödeme planında ayrı ayrı gösterilir. Taksitlerin ödenmesinde sadece anaparaya anlaşma tarihinden ödeme tarihine kadar geçen süre için faiz hesaplanır.

(6) Kamu zararından doğan alacaklara uygulanacak faiz konusunda aksine bir hüküm bulunmayan hallerde 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümleri uygulanır.

(7) Faiz, kamu zararından doğan alacağın tek seferde ödenmesi halinde muhasebe birimi tarafından, ödeme planına bağlı ödemelerde ise ödeme planını yapan birim tarafından hesaplanır.

ALTINCI BÖLÜM

Zamanaşımı ve Kamu Zararından Doğan Alacakların Silinmesi

Kamu zararının tespiti ve tahsilinde zamanaşımı

MADDE 22- (1) Kamu zararından doğan alacaklarda zamanaşımı süresi, zamanaşımını kesen ve durduran genel hükümler saklı kalmak kaydıyla, on yıldır.

(2) Zamanaşımı süresi, 20 nci maddede kamu zararının oluştuğu kabul edilen tarihi takip eden malî yılın başında işlemeye başlar ve onuncu yılın sonunda biter.

(3) Borç aslı zamanaşımına uğramış olan kamu zararından doğan alacakların faizleri de zamanaşımına uğrar.

(4) Zamanaşımına uğramış olsa dahi sorumlular ve/veya ilgililer tarafından rızaen yapılan ödemeler kabul edilir.

Zamanaşımını kesen ve durduran haller

MADDE 23- (1) Kamu zararından doğan alacaklarda zamanaşımı 6098 sayılı Kanunda belirtilen hallerde kesilir. Zamanaşımının kesildiği durumlarda, kesilme tarihinden itibaren yeni zamanaşımı süresi işlemeye başlar. Sorumlunun ve/veya ilgilinin borcunu bir senetle kabullenmesi veya borcun mahkeme kararı ile belirlenmesi halinde de yeni zamanaşımı süresi on yıldır.

(2) 6098 sayılı Kanunda belirtilen hallerde zamanaşımı durur. Bu durum ortadan kalktığında zamanaşımı, kaldığı yerden işlemeye devam eder.

Kamu zararından doğan alacakların silinmesi

MADDE 24- (1) Zorunlu veya mücbir sebeplerle takip ve tahsil imkanı kalmayan kamu zararından doğan alacaklardan merkezî yönetim bütçe kanununda gösterilen tutara kadar olanların kayıtlardan çıkarılmasına üst yöneticiler yetkilidir.

(2) Birinci fıkrada belirtilen tutarı aşan ve merkezî yönetim bütçe kanununa ekli cetvelde silinmesi öngörülen kamu zararından doğan alacaklar ise strateji geliştirme birimi tarafından ilgili muhasebe birimine bildirilerek kayıtlardan çıkarılması sağlanır.

(3) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ve özel bütçeli idarelerin birinci fıkrada belirtilenler dışında kalan alacaklarının silinmesi 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre, diğer idarelerde ise özel mevzuatlarındaki hükümlere göre gerçekleştirilir.

(4) Takibe yetkili birimce, alacağın takibinden vazgeçildiğine dair onay muhasebe birimine gönderilerek alacağın muhasebe kayıtlarından çıkarılması sağlanır.

(5) Alacağın tahsili için açılan davada kamu idaresi aleyhine karar verildiği ve Yargıtay tarafından da onanmak suretiyle hüküm kesinleştiği veya kamu idaresi için bir yarar görülmediğinden temyizden yetkili mercinin onayı alınarak vazgeçildiği hallerde, Yargıtay ilâmı veya temyizden vazgeçme onayı ile buna ilişkin aleyhteki mahkeme kararı, hukuk birimince strateji geliştirme birimi veya ilgili taşra birimine gönderilir. Bu birimlerce de, söz konusu belgelerin onaylı birer örnekleri ilgili muhasebe birimine intikal ettirilerek alacağın kayıtlardan çıkarılması sağlanır.

 

YEDİNCİ BÖLÜM

Son Hükümler

Diğer hükümler

MADDE 25 – (1) Kamu zararından doğan alacakların takip ve tahsilinde aşağıda belirtilen hükümlere uyulur.

a) Alacağın takibinden sorumlu birim yöneticileri, mahkemeye veya icraya intikal ettirilen alacakların takibinin hangi aşamada olduğunu ilgili hukuk birimleri nezdinde izlemek, icra dairelerince tahsil edildiği bildirilen paraların muhasebe biriminin veznesine veya banka hesabına yatırılmasını ve sorumluların ve/veya ilgililerin borçlarına mahsubunu sağlamak zorundadırlar.

b) Kamu idaresinin yönetim ve kullanımında bulunan taşınırların kaybolması, çalınması, eksilmesi veya zarar görmesine sebep olunması hallerinde 28/12/2006 tarihli ve 2006/11545 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine göre tespit edilen kamu zararlarından 2 nci maddenin ikinci fıkrası kapsamına girmeyenler de bu Yönetmelik hükümlerine göre tahsil edilir.

c) Üst yöneticiler bu Yönetmelik ile belirlenen yetkilerini sınırlarını açıkca belirlemek suretiyle devredebilir.

ç) Muhasebe birimince tahsil edilen tutarlar beş iş günü içerisinde takibe yetkili birime bildirilir.

Yürürlükten kaldırılan mevzuat

MADDE 26- (1) 27/9/2006 tarihli ve 2006/11058 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır.

Yürürlük

MADDE 27- (1) Sayıştayın görüşü alınarak hazırlanan bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 28- (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Yazıldı Güncel Mevzuat

Otopark Hakkında Danıştay Kararı

Mar21
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 

Danıştay 8. Daire,E. 2012/11306,K. 2013/3146,T. 15.4.2013

ÖZET : Dava, İstanbul’da tüm ilçelerdeki sokak ve caddeler üzerinde yer alan otopark alanlarının kaldırılması istemine ilişkin iptal davasıdır. Olayda, otopark uygulaması yapılabilecek cadde, sokak ve bulvarlarda yol genişliği ile ilgili detaylı bir araştırma yapılarak, geniş kapsamlı bir rapor hazırlanmadığı, ücretli otopark uygulaması yapılan yerlerdeki belde sakinlerinin araçlarını evlerinin önüne park ettikleri zaman araçları için otopark ücreti ödemek zorunda olup olmadıklarına ilişkin olarak daha önceden yapılmış detaylı bir proje çalışması da yapılmadan gerçekleştirilen bu düzenlemeyle otopark alanı oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, dosyadaki bilgi ve belgelerle mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, usulüne uygun bir şekilde gerekli ve yeterli bir araştırma, plan ve proje çalışması yapılmadan, belde sakinlerinin evlerinin önündeki otopark alanlarını kullanmaları hususuyla ilgili olarak uygulamanın nasıl yapıldığı hususları belirtilmeden, davacının İstanbul’da tüm ilçelerdeki sokak ve caddeler üzerinde yer alan otopark alanlarının kaldırılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık, İstanbul Milletvekili olan ve Üsküdar İlçesinde ikamet ettiğini beyan eden davacı tarafından, İstanbul İli Üsküdar İlçesi, Cumhuriyet Caddesi, Hakimiyeti Milliye Caddesi, Doğancılar Caddesi, Dr.Fahri Atabey Caddesi, Zeynep Kamil Salı Sokak, Kadıköy İlçesi sahil ve diğer caddelerde yer alan ana arterdeki otoparkların, Ümraniye İlçesi Alemdağ Caddesi üzerindeki otoparkların, Bakırköy İlçesi Yenibosna’da bulunan İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin bulunduğu cadde üzerinde ve İstanbul’da bulunan diğer tüm İlçelerdeki caddeler üzerinde yer alan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına bağlı İSPARK tarafından işletilen otopark alanlarının kaldırılması talebiyle yapılan başvurunun zımnen reddine dair işlemin iptali isteminden doğmuştur. İdare Mahkemesince; İstanbul İli Üsküdar İlçesi’nde ikamet eden davacının, İstanbul’un tüm ilçelerinde yer alan cadde üzeri araç park yerlerine ilişkin olarak açtığı davada, davacının milletvekili olması nedeniyle geçici olarak ikamet ettiği Üsküdar İlçesi’ne münhasır olarak uyuşmazlığın irdelenmesi gerektiği, bunun haricindeki kısımlar yönünden dava açma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın bu kısmının ehliyet yönünden reddine, Kadıköy Rıhtım Caddesi ile Üsküdar İlçesi Cumhuriyet Caddesi ve Hakimiyeti Milliye Caddesi üzerindeki otoparkların kaldırılmış olması nedeniyle davanın bu kısmının konusuz kaldığı gerekçesiyle davanın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davanın, Üsküdar İlçesi. Doğancılar Caddesi, Dr. Fahri Atabey Caddesi, Zeynep Kamil Salı Sokak ile ilgili kısmı yönünden ise; 5216 sayılı Yasa’nın 7/1-f maddesi ve 26.maddesi uyarınca, yol, cadde ve sokak üzerindeki araç park yerlerini belirleyen davalı idarenin, söz konusu yerlerin işletme hakkını İSPARK AŞ.’ye devretmesinde yasal bir engel bulunmadığından, belirtilen cadde ve sokaklar üzerinde belirlenen araç park yerlerinin kaldırılması talebinin reddinde hukuka ve kamu yararına aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın bu kısmının reddine karar verilmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2. maddesinin 1/a. bendinde “İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönünden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davası …” idari dava türü olarak sayılmıştır. İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesinin ön koşullardan birisi olan “dava açma ehliyeti”, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idare ile işlemlerinde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçütler içinde menfaat ilişkisinin varlığını ifade etmektedir. Her olay ve davada, idari işlem ile dava açacak kişi arasında öngörülen sübjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlalinin kişisel, meşru ve güncel bir menfaat olması ölçütleri ekseninde yargı mercilerince değerlendirilerek takdir edilecektir. Davacı milletvekili olması nedeniyle haftanın bazı günlerinde Ankara İlinde, diğer günleri de İstanbul İli Üsküdar İlçesi’nde ikamet etmekte ise de İstanbul’da bulunduğu günlerde aracını sadece ikamet ettiği ilçede park edeceğinin kabul edilmesi hayatın olağan akışına aykırı olup, İl içerisinde herhangi bir ilçede aracını kullanacağından ve park edeceğinden dava konusu işlemde davacının meşru ve güncel menfaatinin etkileneceği tartışmasızdır. Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Davanın, Kadıköy Rıhtım Caddesi ile Üsküdar İlçesi Cumhuriyet Caddesi ve Hakimiyeti Milliye Caddesi üzerindeki otoparklara ilişkin kısmı yönünden; davalı idarece söz konusu yerde otoparkçılık işletmesinin sonlandırıldığının savunmada belirtilmesi üzerine davanın bu kısmının konusuz kaldığı gerekçesiyle davanın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ise de; söz konusu alanların otopark işletmesinin iptal edildiği ya da geri alındığına ilişkin UKOME kararı ya da Meclis kararı sunulmadığından, işletmenin nasıl sonlandırıldığı anlaşılamamıştır. Bu durumda; Mahkeme kararının “karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin kısmında da hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Davanın, Üsküdar İlçesi, Doğancılar Caddesi, Dr. Fahri Atabey caddesi, Zeynep Kamil Salı Sokak ile ilgili kısmına gelince; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasının “f bendinde, “Büyükşehir ulaşım ana plânını yapmak veya yaptırmak ve uygulamak; ulaşım ve toplu taşıma hizmetlerini plânlamak ve koordinasyonu sağlamak; kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek.”, büyükşehir belediyesinin görev yetki ve sorumlulukları arasında sayılmış, 26. maddesinde; “Büyükşehir belediyesi kendisine verilen görev ve hizmet alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre sermaye şirketleri kurabilir. Genel sekreter ile belediye ve bağlı kuruluşlarında yöneticilik sıfatını haiz personel bu şirketlerin yönetim ve denetim kurullarında görev alabilirler. Büyükşehir belediyesi, kendine ait büfe, otopark ve çay bahçelerini işletebilir; ya da bu yerlerin belediye veya bağlı kuruluşlarının % 50’sinden fazlasına ortak olduğu şirketler ile bu şirketlerin % 50’sinden fazlasına ortak olduğu şirketlere, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın belediye meclisince belirlenecek süre ve bedelle işletilmesini devredebilir.” hükümlerine yer verilmiştir. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediye Meclisinin Görev ve Yetkileri” başlıklı 18. maddesinin “e” bendinde; “Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, tahsis şeklinin değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın kamu hizmetinde ihtiyaç duyulmaması hâlinde tahsisin kaldırılmasına; üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi otuz yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesisine karar vermek.”, aynı maddenin “f” bendinde Kanunlarda vergi, resim, harç ve katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı hizmetler için uygulanacak ücret tarifesini belirlemek.” Belediye Meclisinin görev ve yetkileri olarak belirlenmiş, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 97. maddesinde; belediyelerin, bu Kanunda harç ve katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkili olduğu kurala bağlanmıştır. Öte yandan, 3194 sayılı Kanun’un 37. maddesinde; “İmar planlarının tanziminde planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçlar göz önünde tutularak lüzumlu otopark yerleri ayrılır. Otopark ihtiyacı bulunan bina ve tesislere lüzumlu otopark yeri tefrik edilmedikçe yapı izni, otopark tesis edilmedikçe de kullanma izni verilmez. Kullanma izni alındıktan sonra otopark yeri, plana ve yönetmelik hükümlerine aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemez…” “Genel Esas” başlıklı 3. maddesinde “Herhangi bir saha her ölçekteki plan esaslarına , bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamaz “. “Tanımlar” başlıklı 5. maddesinde “Uygulama İmar Planı, tasdikli halihazır haritalar üzerinde varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına gore çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarım bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren plandır” hükmü yer almaktadır. İmar Planı Yapılması ve Değişikliklerine ait Esaslara Dair Yönetmeliğin ” Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde, “Bu yönetmelikte adı geçen terimler aşağıda tanımlanmıştır… 9 ) Teknik Alt Yapı: Elektrik, havagazı, içme ve kullanma suyu, kanalizasyon ve her türlü ulaştırma, haberleşme ve arıtım gibi servislerin temini için yapılan tesisler ile açık veya kapalı otopark kullanışlarına verilen genel isimdir “. “İmar Planı değişikliklerinde Uyulması Gereken Esaslar” başlıklı 21. maddesinde, ” İmar planlarında bulunan sosyal ve teknik alt yapı alanlarının kaldırılması küçültülmesi veya yerinin değiştirilmesine dair plan değişiklikleri zorunluluk olmadıkça yapılmaz…” denilmektedir. 01.07.1993 tarih ve 21624 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 01.01.1994 tarihinde yürürlüğe giren Otopark Yönetmeliğinin 1 maddesinde; “3194 sayılı İmar Kanunu’nun 37. ve 44 maddelerine dayanılarak hazırlanan bu Yönetmeliğin amacı, yerleşme yerlerinde araçların yol açtığı trafik sorunlarının çözümü için otopark yapılmasını gerektiren bina ve tesislerin neler olduğunun ve otopark ihtiyacının miktar, ölçü ve diğer şartlarının tespit ve giderilme esaslarını aynı Kanun’un 5. maddesinde tanımlanan ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümünü gösteren imar planlarına uygun olarak düzenlemektir.”, 3. maddesinde; “Bu Yönetmelikte geçen: a ) Bina otoparkları : Bir binayı çeşitli amaçlar için kullanan özel ve tüzel kişilere ait ulaşım ve taşıma araçları için, bu binanın içinde veya bu binanın oturduğu parselde açık veya kapalı olarak düzenlenen ihtiyaca göre açık, kapalı ya da katlı olarak belediyeler veya diğer kamu kuruluştan ve özel kişiler tarafından yapılan ve işletilen otoparklardır…”, “Genel Esaslar” başlıklı 4. maddesinde, “Otoparkla ilgili genel esaslar aşağıda açıklanmıştır… e ) İmar planları hazırlanırken parselinde otopark tesisi mümkün olmayan yerlerde otopark ihtiyacının karşılanması amacıyla bölge ve genel otopark yerleri belirlenir…”, 6. maddesinde, “Onaylı imar planında tespit edilen bölge ve genel otoparklarının uygulama döneminde belediyelerce gerçekleştirilecek 5 yıllık imar programlarına alınması gerekir… “, 9. maddesinde; ” Belediyeler bina otoparkı yerine otopark sorununun nasıl çözümleneceğini, binanın hangi bölge veya genel otoparkından yararlanacağını da bildirmekle ve bu otoparkları tesis etmekle yükümlüdür. Bu durumda bölge veya genel otoparktan yararlananlardan ayrıca kullanım ücreti alınmaz.”, geçici 3. maddesinde; “Belediye veya valilikler, imar planı sınırları içerisinde kalan alanlardaki yerleşmenin projeksiyon nüfusunun otopark ihtiyacı ile otopark ihtiyacı kendi içinde karşılanamayan parsellerin otopark ihtiyacını tespit ederek, bu ihtiyacın karşılanması amacıyla bölge otopark alanı oluşturmaya yönelik imar planı revizyonlarını veya değişikliklerini en geç iki yıl içinde yaparlar. Planların yürürlüğe girmesinden en geç üç ay içinde bu planı tatbik etmek üzere beş yıllık imar programını hazırlayarak bu süre içerisinde uygularlar.” hükmü yer almaktadır. İstanbul Otopark Yönetmeliği’nin 1. maddesinde; “Bu Yönetmeliğin amacı; yerleşme yerlerinde araçların yol açtığı trafik sorunlarının çözümü için otopark yapılmasını gerektiren bina ve tesislerin neler olduğunu, otopark ihtiyacının miktar, ölçü ve diğer şartlarının tespit ve giderilme esaslarını, 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 5 inci maddesinde tanımlanan ( ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümünü gösteren ) imar planlarına uygun olarak düzenlemektir. İstanbul İl sınırları içerisinde uygulanır.” 2. maddesinde de; “Bu Yönetmelik; 1.7.1993 tarihli ve 21624 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Otopark Yönetmeliği 22.4.2006 tarihli ve 26147 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Otopark Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 6 ıncı ve 8 inci maddeleri 10.7.2004 tarihli ve 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun ilgili maddeleri ve 03.07.2005 tarihli, 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 15 inci maddesinin ( b ) bendi ve ilgili maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır.” kuralı getirilmiş, 4. maddede otopark ilişkin genel esaslar, 6. maddede de; bölge ve genel otoparkların düzenlenme esasları belirlenmiştir. Anılan mevzuat hükümleriyle; imar planındaki herhangi bir sahanın plan esaslarına, bölge şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlarla kullanılamayacağı, imar planlarında ulaşım sistemlerinin ve problemlerinin çözümünün ve yolların gösterileceği, otoparkların teknik altyapı niteliğinde bulunduğu, teknik altyapı alanlarına ilişkin plan değişikliklerinin zorunluluk olmadıkça yapılamayacağı, imar planlarının tanziminde belge ihtiyaçlarına göre otopark yerlerinin ayrılacağı, otopark ihtiyacının ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümünü gösteren imar planlarına uygun olarak karşılanacağı, imar planları hazırlanırken otopark ihtiyacının karşılanması amacıyla bölge ve genel otopark yerlerinin belirleneceği belirtilmekte, otopark ihtiyacı karşılanırken imar planlarına uygun hareket edilmesinin gerekliliği, mevcut imar planları üzerinde otopark alanı oluşturmanın ancak imar planı tadilatı ile mümkün olduğu açıkça ortaya konulmaktadır. Dosyanın incelenmesinden; davacının, İstanbul’da tüm ilçelerdeki sokak ve caddeler üzerinde yer alan otopark alanlarının kaldırılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda, otopark uygulaması yapılabilecek cadde, sokak ve bulvarlarda yol genişliği ile ilgili detaylı bir araştırma yapılarak, geniş kapsamlı bir rapor hazırlanmadığı, ücretli otopark uygulaması yapılan yerlerdeki belde sakinlerinin araçlarını evlerinin önüne park ettikleri zaman araçları için otopark ücreti ödemek zorunda olup olmadıklarına ilişkin olarak daha önceden yapılmış detaylı bir proje çalışması da yapılmadan gerçekleştirilen bu düzenlemeyle otopark alanı oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, dosyadaki bilgi ve belgelerle yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, usulüne uygun bir şekilde gerekli ve yeterli bir araştırma, plan ve proje çalışması yapılmadan, belde sakinlerinin evlerinin önündeki otopark alanlarını kullanmaları hususuyla ilgili olarak uygulamanın nasıl yapıldığı hususları belirtilmeden, davacının İstanbul’da tüm ilçelerdeki sokak ve caddeler üzerinde yer alan otopark alanlarının kaldırılması istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; İstanbul 8. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 15.04.2013 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

 

Yazıldı Yargı Kararları

657 Sayılı Kanunun 71. Maddesinin Uygulanması Hakkında

Mar21
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

İdare Mahkemesi, açılan bir davada,  657 sayılı Kanunun 71. maddesinde yer alan hükmün sadece 657 sayılı Kanunun diğer hizmet sınıflarında çalışanları kapsadığını, 657 sayılı Kanuna tabi olmayanları kapsamadığını belirterek işlemin iptaline karar vermiştir.

657’nin 71. maddesi hükmü şu şekildedir:

“Madde 71 – …Eski sınıflarında, görev alacakları yeni sınıfa göre memurluğa daha yüksek bir derece ve kademeden başlamış olup da sınıf değiştirenlerin yeni görevlerindeki ilk ilerleme süreleri eski sınıflarında kazandıkları derece ve kademelere tekabül eden süre kadar uzatılır ve bu süre tamamlanıncaya kadar kendilerine sınıf değiştirmeleri sırasında bulundukları derecede kademe ilerlemesi verilmez. “Danıştay yaptığı değerlendirmede bu hükme ilave olarak 657 sayılı Kanunun 74. maddesinin son fıkrasında yer alan “13/12/1960 tarihli ve 160 sayılı Kanunun 4. maddesi kapsamına giren kurumlarla bu Kanuna tabi kurumlar arasındaki nakillerde de yukarıdaki hükümler uygulanır. Aynı kanunun 4 üncü maddesi kapsamına giren kurumlarda çalışıp 657 sayılı Kanuna tabi olmayan personelden, hizmete giriş dereceleri 36. madde ile tespit edilen giriş derecelerinin üzerinde olanların ilk ilerleme ve yükselmeleri için kanuni bekleme sürelerine yukarıda yazılı dereceler arasındaki sürelere tekabül eden süre kadar ilave edilir.” hükmüne atıfla, DPB işleminde hata olmadığını belirtmiştir. Bu karara göre, diğer personele kanunlarına tabi olup da 657’e tabi bir göreve atananların, fazladan aldıkları derece ve kademe kadar bekletilmelerinde bir yanlışlık bulunmamaktadır.

Danıştay İkinci Daire, Esas  : 2012/10130, Karar  : 2015/5800,Tarih: 26.05.2015

Özeti: 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’na tabi uzman çavuş olarak görev yapmakta iken bu görevinden ayrıldıktan sonra açıktan şoför kadrosuna atanan davacının, 657 sayılı Kanun’un 71. maddesi uyarınca fazladan kazanılan derece ve kademeye tekabül eden süre kadar bekletilmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı hakkında.

Dava, Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman çavuş olarak görev yapmakta iken kendi isteğiyle sözleşmesini feshedip görevinden ayrıldıktan sonra Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığında 5. derecenin 3. kademesindeki şoför kadrosuna açıktan atanan davacının, halen bulunduğu derecede, fazladan kazanılan derece ve kademeye tekabül eden süre kadar bekletilmesi, kademe ve derece ilerlemesi yapılmaması yolunda tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 12.04.2012 günlü, E:2011/1242, K:2012/554 sayılı kararıyla; davalı idarece 657 sayılı Yasa’nın 71. maddesinin son fıkrası hükmü uyarınca dava konusu işlem tesis edilmiş ise de, bu hükmün ancak, 657 sayılı yasaya tabi olarak sayılan sınıflardan birinde göreve başlayan ve sonra başka bir sınıfa geçerek memuriyete devam eden kişilerin terfii durumlarım saptamakta olduğu; davacının ise daha önce 657 sayılı Yasaya tabi olmayıp, uzman erbaş olarak 01.02.2008 tarihine kadar görev yaptıktan sonra bu tarihte görevden ayrıldığı ve 657 sayılı Yasaya tabi olan davalı kuruma 07.07.2008 tarihinde açıktan atandığı, bu nedenle sınıflar arası değişiklikten söz edilemeyeceği, kademe ilerlemesi yaptırılmaması yolunda anılan 71. maddenin son fıkrası hükmünün davacıya uygulanmasına olanak bulunmadığı gibi, 3269 sayılı Kanun’un 5/b maddesinin “uzman erbaşlıkta geçen hizmet süreleri 02.02.2005 tarihli ve 5289 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınmak suretiyle, öğrenim durumlarına göre yükselebilecekleri tavam aşmamak kaydıyla kazanılmış hak aylık derece ve kademelerinin tespitinde değerlendirilir” hükmü karşısında da davacının 5. derecenin 3. kademesinde fazladan kazanılan derece ve kademeye tekabül eden süre kadar bekletilmesi yönünde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir. Davalı idare, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu öne sürmekte ve temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 71. maddesinin son fıkrasında; “Eski sınıflarında, görev alacakları yeni sınıfa göre memurluğa daha yüksek bir derece ve kademeden başlamış olup da sınıf değiştirenlerin yeni görevlerindeki ilk ilerleme süreleri eski sınıflarında kazandıkları derece ve kademelere tekabül eden süre kadar uzatılır ve bu süre tamamlanıncaya kadar kendilerine sınıf değiştirmeleri sırasında bulundukları derecede kademe ilerlemesi verilmez.” hükmü yer almış; Aynı Kanunu’nun 74. maddesinin son fıkrasında ise, 13.12.1960 tarihli ve 160 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi kapsamına giren kurumlarda çalışıp 657 sayılı Kanun’a tabi olmayan personelden, hizmete giriş dereceleri 36’ncı madde ile tespit edilen giriş derecelerinin üzerinde olanların, ilk ilerleme ve yükselmeleri için kanuni bekleme sürelerine, bu dereceler arasındaki sürelere tekabül eden süre kadar ilave edileceği hükme bağlanmıştır. Buna göre memuriyette iken sınıf değiştirenlerin ya da 657 sayılı Yasa kapsamındaki bir göreve, başka kanunlara tabi bir görevden atananların, 657 sayılı Yasanın 36. maddesinde belirlenen giriş derecesinden daha yüksek bir dereceyle göreve başlamış olmaları halinde, iki giriş derecesi arasındaki farka tekabül eden süre kadar terfisinin bekletilmesi gereklidir. Dosyanın incelenmesinden, 01.02.1994 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman çavuş olarak göreve başlayan ve 01.02.2008 tarihinde kendi isteğiyle sözleşmesini feshedip görevinden ayrıldıktan sonra 07.07.2008 tarihinde Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığında bulunan 5. derecenin 3. kademesindeki şoför kadrosuna açıktan atanan davacının, bulunduğu derece ve kademede bekletilerek ilerleme yapılmaması üzerine 02.03.2011 tarihli dilekçe ile intibakının yapılması yolundaki başvurusunun, 657 sayılı Kanun’un 36. maddesinde öğrenim durumu itibariyle tespit edilen giriş derece ve kademenin üzerinde bir derece ve kademe ile uzman erbaşlık görevine başlatılmış olması nedeniyle daha sonra atanmış olduğu şoför kadrosundaki ilerleme süresinin, fazladan kazanılan derece ve kademeye tekabül eden süre kadar bekletilmesi gerektiği gerekçesiyle 08.04.2011 gün ve 4821 sayılı işlemle reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda; 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’na tabi olarak uzman çavuşluk görevine, 657 sayılı Kanunun 36. maddesinde öğrenim durumuna göre belirlenen başlangıç derecesinden, daha üst derece ve kademeden başlamış olan davacının, görevini sürdürdüğü kurumdaki emsallerine göre daha üst bir derece ve kademede bulunması nedeniyle, yukarıda yer verilen düzenlemelerin amacı göz önüne alındığında, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerinin gereği olarak bulunduğu derecede, fazladan kazanılan derece ve kademeye tekabül eden süre kadar bekletilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık, bu işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Ankara 11. İdare Mahkemesi’nce verilen 12.04.2012 günlü, E:2011/1242, K:2012/554 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun temyize konu kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan haliyle 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, tebliğ tarihini izleyen on beş gün içinde Danıştay’a kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 26.05.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

 

 

Yazıldı Yargı Kararları

Taşeron İşçiler Hakkında

Mar14
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

GAZETELERDEN

TAŞERONDA KRİTİK HAFTA

Devlette çalışan yaklaşık 700 Bin taşeron işçisi var. Bu çalışanlar nefeslerini tutmuşlar, heyecanla gelecek haberleri bekliyorlar. Şu sıralar okurlarımızdan aldığımız soru veya mesajların yüzde 90’ı taşeron işçilerin kadro alıp alamayacağıyla ilgili. Haklı olarak devlette çalışanlar geleceklerini belirleyecek bir konuda endişeleniyor, merak içerisinde kalıyorlar. Ne var ki sona doğru geliniyor.Maliye Bakanlığı yakında çıkaracağı yasal düzenlemeyle hangi taşeron çalışanlarının kadroya alınacağını hangilerinin alınamayacağını belirleyecek. Kadroya alınacaklar bakımından kritik soru; hangi işler asıl iş hangi işler yardımcı iş. Bu konuda Maliye Bakanlığı 21 Mart tarihini işaret ediyor, bu ayrımın netleşeceği mesajını veriyor.

Peki, taşeron çalışanların kadroya geçişi nasıl olacak?

Devlette çalışan taşeron işçilerin kadroya alınmasıyla ilgili ilk gelişme 2014 yılının Eylül ayında yapılan düzenlemeyle oldu. O tarihte çıkarılan kanunla kamuda çalışan taşeron işçilerin asıl iş/ yardımcı iş ayrımına dayanarak kadroya geçirilmeleri bir takım esaslara bağlandı. Bu konuda yetki Bakanlar Kurulu’na tanındı. Ancak bir türlü kanunun öngördüğü asıl iş/yardımcı iş ayrımı yapılamadı. Bu konuda yetkili olan Bakanlar Kurulu’ndan da bir karar çıkmadı. Hangi işlerin asıl iş kapsamında olduğu hangi işlerin yardımcı iş olduğu düzenleme yapılamadığı için kafaları karıştırdı. Asıl işler tespit edilemediği için hangi taşeron çalışanlarının kadroya geçeceği de netlik kazanmadı.

Asıl iş, yardımcı iş…

Bir işyerinde hangi işin asıl iş hangi işin yardımcı iş olacağı, İş Kanununda hangi işler alt işverene verilebilir düzenlemesiyle netlik kazanır. Kanuna göre; alt işverene verilen iş, işyerinde mal veya hizmet üretiminin yardımcı işlerinden olmalıdır. Asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi durumunda ise, verilen iş işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren bir iş olmalıdır.

Buna göre asıl iş; a) işletmenin ve işin gereği, b) teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirmesi, şartlarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde bölünerek alt işverene verilebilir.

Bu tanımlamadan yola çıkarsak, yardımcı işler asıl işe yardımcı olan işler veya teknolojik uzmanlık gerektirecek işler olmalıdır.

Aslında bu tanımlama günümüz koşullarında çok gri alanlar yaratmaktadır. Özel sektör işyerlerinde olduğu gibi kamu işyerlerinde de gri alanlar içerisinde çok sayıda iş ve faaliyet alanı bulunmaktadır. Örneğin günümüzde genellikle bir bina yapılırken böyle olmaktadır, dış sıva yapımı veya boya alt işverene yani taşerona verilmektedir. Oysaki o işyerine bir iş müfettişi geldiğinde yapılan bu işleri yardımcı iş görmemekte ve taşeron çalışanlarının işe başladıkları tarihten itibaren asıl işverenin yani müteahhidin çalışanı olduklarına karar vermektedir. Bu tespit neticesinde asıl işveren hem idari para cezası ödediği gibi hem de taşeron işçisinin ücret dahil bütün haklarından sorumlu olmaktadır.

Ayrım zor

Maliye Bakanlığı’nın 21 Mart tarihini işaret ettiği düzenleme kamuda yapılan işler bakımından genel olarak hangi işlerin asıl iş hangilerinin yardımcı iş olacağına dair önemli ipuçları verecektir. Ne var ki bu konuda ne getirilirse getirilsin kargaşa yaşanacağı kesin. Örneğin genel olarak güvenlik hizmeti bir işyerinde yardımcı iş olarak değerlendirilirken, diğer bir kamu kurumunda asıl iş olabilir. Yani bir kamu bankasının korunması işi yardımcı işken, Savunma Bakanlığı’na bağlı bir işyerinde asıl iş olabilir. Bu nedenle kanunun öngördüğü ayrım işyerlerinin özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Bazı kamu işyerlerinde ise asıl iş  yardımcı iş ayrımı çok net gözlemlenebilir. Bize ulaşan e postalardan da görüyoruz ki, hastanelerde MR çeken teknisyenler, tıbbi sekreterler asıl işi yaparken taşeron kadrosundalar, belediyelerde itfaiye eri, zabıta, otobüs şoförü elbette asıl işlerini yapıyorken taşeron işçisi durumundalar. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak bu noktada yapılması gereken işte bu yanlış kadro yapısının düzeltilmesidir. Maliye Bakanlığı 21 Mart’ta işaret ettiği düzenlemeyle umarız bu yanlışları düzeltir.

Herkese kadro?

Kamuya ait işyerlerinde 700 Bin civarında taşeron işçisi olduğu biliniyor. Yapılacak düzenlemeyle bu rakamın yaklaşık beşte biri kadar olan bölümü yani 100 Bin ile 150 Bin kişi arasında olanının asıl işleri yapmaları nedeniyle kadroya geçecekleri söyleniyor. Bu noktada düşündürücü olan geriye kalanların nasıl değerlendirilecekleridir. Her şeyden önemlisi bu durumun kamuda bir karmaşaya neden olup olmayacağıdır. Aslında radikal bir adım atılarak kamuda çalışan taşeron çalışanların tamamının kadroya geçirilmesi de düşünülebilir. Böyle bir uygulamanın çok maliyetli olacağını düşünenlere de şu sorular sorulabilir: Bu çalışanlara ihtiyaç varsa neden bu çalışanlar devletin çalışanı olmuyor? Taşeron işverene bu çalışanların ücreti ödenmiyor mu? Çıkarılan kanuna göre devlet çalışanın kıdeminden, yıllık ücretli izin hakkından vb. sorumlu değil mi? İşte bu soruların cevabını bildiğimiz için asıl iş yardımcı iş ayrımına bakmadan kadro meselesini düşünmekte fayda var…

 

 

 

 

Yazıldı Duyurular, Güncel Mevzuat

Başbakanlık Genelgesi Hakkında

Mar07
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Yazıldı Güncel Mevzuat

Disiplin Soruşturması Hakkında

Mar04
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

DEVLET MEMURLARININ TABİ OLDUKLARI DİSİPLİN İŞLEMLERİ

 

A-Disiplin Kavramı ve Soruşturmanın Kapsamı

 Kelime anlamıyla disiplin; “konulmuş bulunan kurallara uymak için ya da uyulduğunu göstermek için, memurun gösterdiği eylem ve bu konudaki yeteneklerin görünümüdür. Tanımlamayı idare hukuku açısından yapmak gerektiğinde, disiplin “Kamu hizmetlerinin yürütülmesini ve iç düzeni koruma ve sağlamak için, bunları bozan eylemlerde uygulanan kurallar bütünüdür” diyebiliriz. Disiplini; “Devlet memuru görevinin ifası ve memuriyet sıfatıyla ilgili , kanun ve sair mevzuatın, uygulamasını öngördüğü kural ve kaidelerin bütünü” olarak tanımlamak da mümkündür.

Anayasamızın, “Görev ve sorumluluklar, disiplin kovuşturmasında güvence” başlığını taşıyan 129.maddesinde, disiplinle ilgili düzenlemeler yapılmış bulunmaktadır.

Buna göre;

 

1-   Memurlar ile diğer kamu görevlileri, Anayasa ve Kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.

2-   Yukarıdaki yükümlülükleri yerine getirmeyenlere “savunma hakkı” tanınmadan disiplin cezası verilemez.

3- Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanları hariç; disiplin kararları, yargı denetimi dışında bırakılamaz.

 

657 sayılı Kanunda disiplin kavramı, disiplin cezalarının kapsamı içerisinde dolaylı olarak tanımlanmıştır. Anılan Kanunun 124.madde hükmüne göre disiplin kavramını; “Kamu hizmetlerinin yürütülmesini sağlamak amacıyla, kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin, Devlet memuru olarak emrettiği ödevleri yurt içinde ve dışında yerine getirmek, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmak” şeklinde tanımlayabiliriz.

 

Ödevlerin yerine getirilmemesi veya konulan yasaklara uyulmaması fiilleri ise; disiplin suçu olarak kabul edilmiş ve disiplin cezalarıyla cezalandırılmıştır.

 

Disiplin Hükümlerinin Uygulanması Yönünden 657 sayılı Kanunun Kapsamına Giren Memurlar :

 

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 1.maddesinde sayılanlar; özel kuruluş kanunlarında aksine bir hüküm bulunmadıkça, disiplin cezaları yönünden anılan Kanun kapsamına girerler. Ancak, özel kanunların, disiplin suç ve cezalarına ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. (657 sayılı Kanun Madde 25 son fıkra) Burada bahsi geçen özel kanunlardan kasıt, anılan kurum ve kuruluşların örgüt (kuruluş) kanunlarıdır. Bu düzenlemenin tabii bir sonucu olarak özel kuruluş kanunu olan memurların, disiplin suçu işlemeleri halinde, bu memurlar öncelikle özel kanunlarındaki hükümlere göre ceza görecekler, aksi halde ise cezalandırma 657 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacaktır.

 

Kamu hizmeti 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 1.maddesi hükmü gereğince kapsamda bulunan kamu görevlileri eliyle yerine getirilmektedir. Belediyelerde bu görev belediye memurlarınca yürütülmektedir. Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacıyla, Devlet memuru olan belediye memurlarının kanun, tüzük ve yönetmeliklerin emrettikleri ödevleri yerine getirmeleri, uyulmasını zorunlu kıldığı hususlara uymaları, yasakladıkları işleri ise yapmamaları gerekmektedir. Kamu görevlilerinin bu davranış dışına çıkmaları halinde ortaya çıkan duruma disiplinsizlik denilmektedir. Bu hareket ise disiplin suçunu oluşturmakta ve  belirli bir müeyyidenin uygulamasını zorunlu kılmaktadır. İşte böyle bir durumun tespiti için yapılan işleme “Disiplin Soruşturması” denilmektedir.  Ceza verilmeye yönelik bir hareketin uygulanabilmesi için mutlaka soruşturma yapılması zorunludur. Bu işlemin nasıl yapılacağı ise Devlet Memurları Kanununun 124-236.maddeleri hükümlerinde belirlenmiştir. Bir soruşturma yapılmadan ceza uygulanması mümkün değildir. Bu durumda öncelikle böyle bir suçun varlığı tespit edilmeli ve ertesinde failin savunmasına başvurulmalıdır. İşte bu tespitten, savunma alınmasına kadar geçen işlemlerin tümü “Disiplin Soruşturması” olarak nitelendirilmektedir.

 

Nitekim, Danıştay 10.Dairesince verilen 23.11.1989 gün ve 2100/2239 sayılı Kararda, salt savunma alma ile disiplin cezasının verilmesinin mümkün olmadığı, aynı zamanda tespite esas olmak üzere disiplin soruşturması yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmektedir. Ancak, disiplin soruşturmasının başlangıcı ve kimler tarafından yapılabileceği açısından Danıştay 3.Dairesince verilen 29.05.1973 gün ve 272/269 sayılı Kararında temel ilkenin ortaya konulduğu görülmektedir. Buna göre disiplin soruşturması, disiplin cezası vermeye yetkili makam tarafından münhasıran yapılan bir işlemdir. Muhakkik veya müfettişlerce yapılan işlemi disiplin soruşturması kapsamında saymaya imkan yoktur. Bu görevliler tarafından yapılan işlem sadece “Disiplin suçunun varlığını yetkili Makama iletmek”tir. Anılan kararda, 657 sayılı Kanunun 130.maddesinde belirtilen “Soruşturmayı Yapan” deyiminin disiplin cezasını vermeye yetkili amirin anlaşılması gerektiği vurgulanmaktadır. Yine karara göre disiplin soruşturmasının varlığı ancak failin savunmasının kendisine tebliği ile hukuken başlamaktadır. Bu durumda Disiplin cezasını vermeye yetkili amir dışındaki muhakkik veya müfettişlerce yapılan tespit işlemi bir incelemeden öteye geçmemektedir. Burada önemli olan, tespitin disiplin cezası vermeye yetkili amire intikal ettirildiği tarihtir. Bu durum ise zaman aşımı yönünden önem arz etmektedir.

B-Disiplin Cezası Uygulanmasının Amacı ve Özellikleri

 

a-Disiplin Cezasının Amacı:

 

Disiplin; kamu hizmetlerinin yürütülmesini ve iç düzeni korumak ve sağlamak için, bunları bozan eylemlerde uygulanan bir kurallar bütünüdür. Bu amaçla, kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülebilmesi için, Örneğin; bir kamu kuruluşunda çalışan memurların, kurumun hizmet düzenini bozucu davranışlarına uygulanan müeyyideler (yaptırımlar) de, disiplin cezasını oluşturmaktadır. Eylemi nedeniyle disiplin cezasına maruz kalan memurun aynı eylemi Türk Ceza Kanununa göre bir suçu oluşturuyorsa, bu Kanunun öngördüğü cezalar da aynen uygulanacaktır.

 

Disiplin Cezası, 657 sayılı Kanunun 124.maddesinde tanımlanmıştır.

 

Disiplin cezalarının amacı, kamu kurum ve kuruluşlarında, personelin çalışması ve iç düzenin sağlanması için gerekli olan şartları bozucu eylem ve hareketleri önlemektir.

 

b-Disiplin Cezasının Uygulanabilmesinin Şartları :

 

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disiplin cezasının tanımı ile ilgili yukarıdaki 124.maddesine göre; bir memura disiplin cezası verilebilmesi için aranılacak şartları belirlemek zor olmayacaktır. Buna göre, kamu hizmetlerinin ilgili mevzuatın öngördüğü gibi yürütülmesini sağlamak amacıyla;

 

1-     Kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Devlet memuru için emrettiği ödevleri, yurt içinde veya yurt dışında yerine getirmeyen,

2-     Kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Devlet memuru için uyulması zorunlu kıldığı hususları yerine getirmeyen,

3-     Kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Devlet memuru için yasakladığı işleri yapan,

 

Memurlar, disiplin cezası ile cezalandırılacaktır.

 

Disiplin cezası uygulamasını gerektiren eylemlere açıklık getirmekte yarar bulunmaktadır.

 

1-Devlet memurlarının ilgili Kanunlar gereği yerine getirme zorunda oldukları görevler:

 

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun uygulamasında Devlet memurlarının yerine getirmek zorunda oldukları görevler, anılan Kanunun (6-11) maddelerinde sayılmıştır.

 

a-   Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına sadakatle bağlı kalmak ve Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarını sadakatle uygulamak zorundadırlar (Md.6)

b-   Devlet memurları, grev kararı veremezler. Grev düzenleyemezler, grev ilan edemezler, grev yapılması ile ilgili propaganda yapamazlar, herhangi bir greve katılamazlar, başlamış bir grevi destekleyemezler veya grevi teşvik edemezler. (Md.27)

c-   Devlet memurları, ticaret ve kazanç getirici faaliyetlerde bulunamazlar. (Md.28)

d-  Devlet memurlarının, hediye almaları, görevleri sırasında olmasa dahi yarar sağlama amacıyla hediye kabul etmeleri, iş sahiplerinden ödünç para istemeleri yasaktır. (Md.29)

e-   Devlet memurları, kendi denetimleri altında bulunan veya görevi ya da kurum ile ilgili olan teşebbüslerden yarar sağlayamazlar. (Md.30)

f-   Devlet memurları, kamu hizmetleri ile ilgili gizli belgeleri yetkileri olmadıkça açıklayamazlar.

 

c-Disiplin Cezasının Özellikleri

 

Kanunda yer alan ödevlerin yerine getirilmesi, yapılması yasak olan şeylerin yapılması ve uyulması gereken kanuni prensiplere uyulmaması, 657 sayılı Kanunun 125.maddesinde yazılı disiplin cezalarıyla cezalandırılmıştır.

 

Disiplin cezaları kanunidir, yani kanun ile düzenlenmiştir. 657 sayılı Kanunun yanı sıra, başta Anayasamız dahil olmak üzere diğer kanunlarda da disiplin suç ve cezalarına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin; Anayasanın 129.madde hükmüne göre, savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez, uyarma ve kınama cezası ile ilgili disiplin kararları, yargı denetimi dışın da bırakılamaz, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri suçlardan dolayı ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında yetkili makamın iznine bağlıdır.

 

657 sayılı Kanunun 125.madde gerekçesine göre; Devlet memurlarının hukuki statülerinin kanun ile düzenlenmesi yoluna gidildiği için, disiplin hukukunun memurun hukuki statüsünün doğal bir parçası sayılarak kanuni bir şekilde düzenlemeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Ancak, bu prensip ve uygulamayı tüm disiplin işlemlerinin mutlaka kanun ile düzenleneceği şeklinde anlamamak gerekir. Dolayısıyla, kanun ile belirlenmiş genel esas ve usuller içinde kalmak şartıyla, kamu görevinin gerektirdiği yerlerde ve şekilde “ikincil disiplin düzenlemeleri” yapmak ve bu alanı idari metinlerle düzenlemek mümkündür. Nitekim, disiplin cezalarının uygulamasına ilişkin tüzük ve yönetmelikler, bu düşünceyi doğrulamaktadır.

 

Disiplin cezalarının özelliklerini aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.

 

1-     Disiplin cezaları takdiridir, ancak keyfi de değildir. Belli ve gerekli şartlara bağlanmış olması, haklarında uygulanacak kişiler için bir güvence teşkil etmektedir.

2-     Disiplin cezaları, eşitlik prensibi esas alınmak suretiyle düzenlenmiştir. Dolayısıyla aynı suçu işleyen kişilere aynı cezalar uygulanmaktadır.

3-     Disiplin cezaları, kademeli ve ölçülüdür. Diğer bir ifadeyle, eylemin ağırlığına göre fark ve çeşitlik göstermektedir.

4-     Disiplin cezası, kişiseldir. Dolayısıyla bu ceza sadece suçu işleyen kişi hakkında uygulanabilir.

5-     Disiplin cezaları kesin olup, verildikleri tarihte hüküm ifade ederler.

6-     Disiplin cezalarının verilmesinde yargı kararı aranmaz, yani disiplin cezalarına hükmolunmaz, yetkili idareci veya idari organ tarafından bizzat uygulanır.

 

Danıştay Mürettep Daire Kararı

                        Esas No                      : 1978/7264

                        Karar No       : 1980/1166

                        Tarih              : 18.03.1980

ÖZÜ:  Disiplin cezalarında lehte olan hükümler uygulanır, özel düzenleme genel düzenlemeden önce gelir.

 

d-Disiplin Hukuku İle Ceza Hukuku İlişkisi :

 

Disiplin hukuku ile ceza hukuku; memurun cezayı gerektirir eylemleri yönünden birbiri ile yakın ilişki içerisindedir. Bu ilişki, uygulama yönünden farklılık veya ayrılık şeklinde görülebilmektedir.

 

1-Uygulama Usul ve Esaslarındaki Farklılıklar

 

Ceza hukuku ile disiplin hukuku, uygulama yönünden bir çok noktada farklılık göstermektedir.

a-     Ceza hukukun amacı; toplumsal düzeni korumak iken, disiplin hukuku kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesi ve devamını sağlama amacına yöneliktir.

b-     Ceza hukukuna göre ancak, kanun metinlerinde açıkça tanımlanmış fiiller cezalandırılabilir.

 

Disiplin konusunda ise, kusur kavramı ve kapsamı hiyerarşik kudrete sahip olan amirin takdirine bırakılmıştır. Bunun tabii bir sonucu olarak, ceza mahkemelerinde beraat eden bir memur, disiplin cezasına (disiplin hükümleri yönünden) çarptırılabilmektedir.

 

Ceza hukukundaki ceza ile disiplin hukukundaki cezanın; bu cezayı veren ve uygulayan makamlar bakımından farklılıkları bulunmaktadır. Ceza hukukuna göre ceza adli merciler tarafından verilirken, disiplin cezaları idari makamlar tarafından verilmektedir.

 

c-     Ceza hukukunda söz konusu edilen suç, Devletin Ülkesi üzerinde yaşayan tüm kimseler tarafından işlenebildiği halde, disiplin suçları sadece memurlar tarafından işlenebilmektedir.

d-    Ceza hukukunda yer alan suçlara uygulanan müeyyideler, kişi hak ve hürriyetleri ile ilgili bulunmasına rağmen (ölüm ve hapis cezaları gibi) disiplin suçlarına uygulanan cezalar, bazı hak ve yetkilerin kullanılmasını kısıtlamaktadır.

e-     Ceza hukuku esaslarına göre, bir fiile iki defa ceza  uygulanması mümkün değildir. Oysa, disiplin hukukuna göre, bir fiile Türk Ceza Kanunu uyarınca ceza uygulanmış olması, aynı fiile disiplin cezası uygulamasını engellememektedir. Örneğin; ceza kovuşturmasına tabi bir suçtan dolayı beraat kararı verilmiş olması, bu fiile disiplin cezasının uygulanmasına engel oluşturmaz. Yine ceza kovuşturması sonucu verilen cezanın tecil edilmesi hali de disiplin cezasının verilmemesi ya da tecil edilmesi sonucunu doğurmaz.

 

2-Ceza Kovuşturmasının Disiplin Soruşturmasına Etkisi :

 

Aynı olaya bağlı olarak ceza ve disiplin kovuşturmalarının söz konusu olduğu durumlarda ne şekilde yol izleneceği, uygulamada çoğu kez tereddüt ve yanlış işlemlere sebebiyet verebilmektedir. Örneğin; kovuşturmalardan birisi tamamlanıp diğerine mi başlanacaktır, ya da her ikisi ayrı ayrımı sürdürülecektir, bir soruşturmanın sonucu diğerlerini etkileyecek midir?

Yukarıdaki ve benzeri durumlarda nasıl hareket edileceği hususunda, 657 sayılı Kanunun 131.maddesiyle açıklık getirilmiştir. Buna göre, aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin soruşturmasına başlanmasına veya daha önce başlanmış soruşturmanın devamına engel teşkil etmez. Çünkü, her iki soruşturma da birbirinden bağımsızdır. Hatta, anılan 131.maddenin 2.fıkrasına göre de, memurun Ceza Kanunu’na göre mahkum olması veya beraat etmesi halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel teşkil etmeyecektir.

 

657 sayılı Kanunun yukarıdaki 131.madde hükmü, idarenin adli yargıdan bağımsız olarak disiplin soruşturmasına başlayabilmesi ve kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülebilmesini sağlamak için yapılmış bir düzenlemedir. Dolayısıyla, ceza kovuşturması dikkate alınmadan disiplin soruşturması yapılabilir, memur görevden uzaklaştırılabilir. Pek tabii ki idare gerek duyarsa, ceza kovuşturmasının neticesine kadar, disiplin soruşturmasını erteleyebilir. Bununla birlikte, iki halde ceza mahkemesi kararının beklemesi zorunluluk arz edebilir. Şöyle ki;

 

a-      Ceza Mahkemesi, aynı zamanda disiplin suçu sayılan eylemin başka bir kimse tarafından işlenmiş olduğuna karar verirse, bu karar disiplin komisyonunu bağlar. Disiplin komisyonu, bunun üzerine eylemin o kişi tarafından işlendiğine karar veremez.

b-     Ceza Mahkemesi, eylemin sanık tarafından işlenmemiş olduğu gerekçesine dayanarak beraat kararı verirse, bu karar da disiplin komisyonunu bağlar. Komisyon, o kimsenin disiplin suçu işlediği kararını veremez ve dolayısıyla ceza da uygulayamaz.

 

Ancak, beraat kararı, eylemin o kimse tarafından işlenmediği gerekçesiyle değil, eylemin o kişi tarafından işlendiği, ancak eyleme Ceza Kanununa göre suç oluşturmadığı gerekçesine dayanıyorsa, bu halde disiplin komisyonu tarafından o kimse hakkında disiplin cezası verilebilecektir.

 

Takibi şikayet bağlı suçlarda, müştekinin şikayetinden vazgeçmesi ceza kovuşturmasını düşürmesine rağmen, olay disiplin hukukunu da ilgilendiriyorsa şikayetten vazgeçilmiş olması, disiplin soruşturmasının yapılmasına engel teşkil etmeyecektir.

 

 

 

 

3-Genel Af Kanunlarının Disiplin Suçlarına Etkisi :

 

Genel Af Kanununun disiplin suç ve cezaları üzerindeki etkileri çeşitli şekillerde olabilir. Çünkü, genel af kanunları suça ilişkin mahkumiyet kararını ortadan kaldırmasına rağmen işlenmiş suçun işlenmemiş sayılması sonucunu doğurmaz.

 

Genel af kanunlarının disiplin cezaları üzerindeki etkileri aşağıdaki şekillerde görülebilmektedir.

 

a-     Disiplin cezasını koyan kanun kuralı, ilgili cezanın uygulanmasını bir eylemin işlenmiş olmasına değil de bir mahkumiyet esasına bağlanmış ise, mahkumiyet genel af kanunu ile ortadan kalkacağından disiplin cezası da buna bağlı olarak ortadan kalkacaktır.

b-     Disiplin cezasının uygulaması, bir eylemin yapılmasına bağlı tutulmuş ise, genel af, bu eylem için öngörülmüş disiplin cezasının verilmesini engelleyemez.

c-     Genel af kanunu, disiplin suçları bakımından, ayrıca bir hüküm getirmiş ise disiplin cezası da bu hükmün tabii bir sonucu olarak ortadan kalkar.

 

4-Zamanaşımı Müessesesinin Uygulanması Yönünden :

 

Ceza kovuşturmasının zamanaşımı nedeniyle düşmesi, disiplin soruşturmasını etkilemez. Her iki kovuşturma, ayrı ayrı zamanaşımına tabidir. Sadece disiplin cezasının ceza mahkumiyetine bağlı olduğu hallerde, disiplin cezası verilemez. Çünkü, eylemin zamanaşımına uğramasıyla, soruşturma yapılmamış ve mahkumiyet kararı da verilmemiştir.

 

5-Mahkemece Cezalandırılan Her Suç Disiplin Cezasını Gerektirmez :

 

Mahkemece suç sayılıp cezalandırılan her eylem, disiplin hukukunca da bir ceza verilmesini gerektirmeyebilir. Örneğin; trafik suçundan mahkum olan bir memurun suçu, memuriyet onur ve haysiyetini zedeleyici bir davranış olarak görülmeyebilir. Bu nedenle de memura, ayrıca disiplin cezası verilmeyebilir.

 

6-Mahkemece Verilen Cezanın Tecili, Disiplin Cezası Uygulamasını Engellemez :

 

Ceza hukukuna göre verilen cezanın tecil edilmiş olması, disiplin cezası uygulanmasına engel teşkil etmez.

 

Danıştay Mürettep Daire Kararı

                        Esas No                      : 1978/10229

                        Karar No       : 1980/1124

                        Tarih              : 13.03.1980

ÖZÜ:  Davacının isnat olunan suçtan Adliye Mahkemesinde beraat etmesi veya ceza davasının ortadan kaldırılması, aynı suçtan disiplin cezası uygulanmasını engellemez.

 

C-657 Sayılı Kanunla Düzenlenen Disiplin Cezalarının Çeşitleri

 

Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacıyla, kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin Devlet memuru olarak emrettiği ödevleri, yurt içinde ve dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara, durum niteliği ve ağırlık derecesine göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125.maddesinde sayılan disiplin cezalarının birisi verilir.

 

Söz konusu disiplin cezaları başlıklar altında genel özellikleriyle incelenecektir.

 

UYARMA CEZASI

 

1-Uyarma Cezasının Niteliği :

 

Uyarma; memura görevinde ve davranışlarında dahi dikkatli olması gerektiğinin, yazı ile bildirilmesidir. Uyarma cezası, disiplin cezalarının en hafifidir. Cezanın uygulanması için, maddi delil aramak ve olayı ispatlamak zorunlu değildir. Anılan cezanın verilmesinde, herhangi bir mercii veya kuruluşun görüş ve kararının alınmasına da gerek yoktur. Atamaya yetkili amirin yanı sıra sicil amirleri de bu cezayı verebilirler.

 

 

 

 

Uyarma Cezasını Gerektiren Eylem ve Haller:

 

Uyarma cezasını gerektiren eylem ve haller, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125.maddesinin (A) fıkrasında 8 bent halinde sayılmıştır.

 

a-Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında; görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımından kayıtsızlık göstermek veya düzensiz davranmak;

 

Bilindiği gibi, Devlet memurunun ödev ve sorumlulukları, 657 sayılı Kanunun (6-16.) maddelerinde düzenlenmiştir. Bu ödev ve sorumlulukların yerine getirilmesinde kayıtsız (ilgisiz) kalmak ve düzensiz davranmak fiili, uyarma cezası ile cezalandırılmıştır.Kuruluşunun danışma hizmetlerindeki görevli memurun, bu görevi yapmada kayıtsızlık göstermesi veya düzensiz davranması, uyarma cezasını gerektiren bir fiildir.

 

Görevin ifası için belirlenen usul ve esasların yerine getirilmemesi de uyarma cezasını gerektiren fiillerdendir. Örneğin; bir kamu kuruluşunun çalışma düzeniyle ilgili genelgeye veya emirlerin yerine getirilmesine, memurun kayıtsızlık göstermesi veya bu konuda düzensiz davranmasında olduğu gibi.

 

Yine görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin kullanılması, korunması ve bakımında kayıtsız kalmak ve bunların ifasında düzensiz davranmak fiili; uyarma cezasının uygulamasını gerektirir. Örneğin; bir memurun kilit altında bulundurması gereken belgeyi açıkta bırakması gibi. Bu konuda 13.8.1983 tarih ve 18134 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Devlete ve Kişilere Memurlarca Verilen Zararların Nev’i ve Miktarlarının Tespiti, Takibi, Amirlerin Sorumlulukları, Yapılacak Diğer İşlemler Hakkında Yönetmelik”te özel düzenlemeler yapılmıştır.

 

b-Özürsüz veya izinsiz olarak göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terk etmek ;

 

Devlet memurlarının kanuni çalışma saatleri ve izinleri, 657 sayılı Kanunun 99-108.maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, 13.03.1975 tarih ve 15176 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Fazla Çalışmanın Uygulama Esaslarını Gösterir Yönetmelik”te de, fazla çalışma ile ilgili olarak özel düzenlemeler yapılmıştır.

 

Yukarıdaki mevzuat hükümleri çerçevesinde, kamu kurum ve kuruluşları tarafından da, mesai saatleri, çalışma usulü, izin kullanımı gibi konularda özel düzenlemeler yapılmaktadır.

 

İşte, ilgili usul ve esaslara uymayarak herhangi bir haklı mazereti olmaksızın göreve geç gelme, erken ayrılma ya da görev mahallini usulsüz olarak terk etme eylemleri, uyarma cezası ile cezalandırılabilecektir.

 

c-Memurun Kurumunca belirlenen tasarruf tedbirlerine riayet etmemesi ;

 

Memur; kurumunca çeşitli şekillerde belirlenmiş tasarruf tedbirlerine uymak zorundadır. Tasarruf tedbirlerine riayet etmeme halinde de, uyarma cezası tatbik edilebilecektir. Örneğin; kış mevsiminde dairesinin kaloriferlerini (04.00-16.30) saatleri arasında yakması gereken görevlinin bu işlemi (05.00-18.00) saatleri arasında yapması, uyarma cezasıyla karşı karşıya gelmesini gerektirebilecektir.

 

d-Usulsüz şikayet ve müracaatta bulunmak ;

 

657 sayılı Kanunun 21.maddesi; memurların, kurumlarıyla ilgili resmi ve şahsi işlerinden dolayı müracaat, amirleri veya kurumları tarafından kendilerine uygulanan idari tasarruflarından dolayı şikayette bulunma ve dava açma hakkına sahip bulunduklarını belirtmektedir.

 

Memurların, yukarıdaki şikayet ve müracaat haklarını, sözlü veya yazılı olarak en yakın amirinden başlayarak hiyerarşi zinciri içinde yapmaları esastır. Bu konuda, 12.01.1983 tarih ve 17926 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Devlet Memurlarının Şikayet ve Müracaatları Hakkında Yönetmelik” hükümlerine uyulması gerekir.

 

Memurların, müracaat ve şikayet haklarını yukarıdaki usul ve esaslar çerçevesinde kullanmamaları, uyarma cezasının tatbikini gerektirebilir. Örneğin; memurun, mesai arkadaşlarının kendisine karşı işlediği suçu, dairesi amiri yerine amirinin üstüne, hatta doğrudan Bakanlığa bildirmesi ya da kadro değişikliği talebini amirini atlayarak doğrudan Bakanlığa yapması gibi.

e-Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışlarda bulunmak ;

 

Devlet memurları, 657 sayılı Kanunun 8.maddesinde de belirtildiği gibi, resmi sıfatlarının gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını, görev içindeki ve görev dışındaki davranışlarıyla göstermek, kanıtlamak zorundadırlar. Diğer bir ifadeyle, memurların belirli sosyal ölçü ve kurallara göre hareket etmeleri zorunlu bulunmaktadır. Bu ölçü ve kurallara, nezaket, ağırbaşlılık, terbiye, güven, saygılı olma, saygınlık, doğruluk, düzenlilik ve çalışkanlık örnek olarak gösterilebilir. Örneğin; bir memurun, görevi sırasında devamlı olarak vatandaşa laubali şekilde hitap etmesi, bu tarz diğer davranışlarda bulunması, uyarma cezasını gerektirebilecektir.

 

f-Göreve veya iş sahiplerine karşı kayıtsızlık göstermek ve ilgisiz kalmak

 

Devlet memurları,  657 sayılı Kanunun 7.maddesinde belirtilen esaslar çerçevesinde ve ilgili Kanun ve sair mevzuata uygun olarak görevlerini yerine getirmek zorundadırlar. Dolayısıyla, iş sahiplerinin görevleri ile ilgili talep ve başvurularını zamanında değerlendirmek ve bu konuda gerekli özeni göstermekle yükümlüdürler. Aksine davranışta bulunan memurlar, uyarma cezasına muhatap alınabilecektir. Örneğin, görevli bir veznedarın vezne önünde ödeme yapmak için bekleyen kişiler olduğu halde gazete okuması gibi.

 

g-Belirlenen kılık ve kıyafet esaslarına aykırı davranışlarda bulunmak ;

 

Devlet memurlarının kılık ve kıyafetleri ile ilgili olarak, 25.10.1982 tarih ve 17849 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik”te  düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, yöresel ve işin özellikleri göz önünde bulundurularak bazı kamu kurum ve kuruluşlarınca da yukarıdaki yönetmelik esasları çerçevesinde özel düzenlemeler yapılmaktadır.

 

İşte, yukarıdaki şekilde belirlenen kılık-kıyafet düzenine aykırı davranışlar, uyarma cezasının uygulanmasını gerektirebilmektedir. Örneğin; memura yakışmayacak dekolte kıyafetler giymek, traş olmamak, sakal bırakmak gibi.

 

h-Görevin işbirliği içinde yapılması ilkesine aykırı davranışlarda bulunmak ;

 

Bilindiği gibi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 9.maddesi, Devlet memurlarının işbirliği içinde çalışmalarının esas olduğunu öngörmektedir. Bu zorunluluğa uymayanlar da, uyarma cezası ile cezalandırılabilirler.

 

KINAMA CEZASI :

 

1-Kınama Cezasının Niteliği :

 

Kınama cezası; memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun veya kusurlu sayıldığının, yazılı olarak bildirilmesidir. Bu cezanın uygulanması için, uyarma cezasından farklı olarak somut bir olay veya davranışa dayanılmak suretiyle maddi delillerin belirlenmesi gerekir. Burada memurun kusurlu olması yeterli olup, ceza uygulanması için kasıt aranmaz.

 

Genel olarak kusur, haksız bir davranış veya iş şeklinde ya da sözleşmeye aykırı bir davranıştan oluşur. Bir kimse, bir takım kişilere ya da mallara bakmaya, bir tehlikeyi önlemek için davranışa geçmeye, kanunen zorunlu tutulmuş ise, o kişinin, bu görevlerini savsaklaması halinde, kusurlu olduğu kabul edilir. İhmalin derecesinin fazla olması halinde ise, ağır kusur oluşur.

 

Kınama cezası, atamaya yetkili amirler tarafından verilebilir.

 

2-Kınama Cezasını Gerektiren Eylem ve Haller :

 

Kınama cezasının uygulanmasını gerektiren eylem ve haller, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125.maddesinin (B) fıkrasında 12 bent halinde sayılmıştır.

 

a-Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında; görev mahallinde Kurumlarınca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde; görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımından kusurlu olmak;

 

Uyarma cezası ile ilgili olarak yapılan açıklamalar, burada da aynen geçerlidir. Suç teşkil eden fiilin, uyarma cezasının aksine, burada kusura dayanması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, yukarıdaki fiillerin işlenmesi, memurun kusurundan doğuyorsa, kınama cezasının uygulanması söz konusu olacaktır. Kusur, memurun; ihmal, müsamaha, gevşeklik, kayıtsızlık ve tedbirsizlik içinde bulunması ve bunların neticesinde istemeyerek hukuka aykırı eylemlere sebebiyet vermesidir. Örneğin; bir memurun göreviyle ilgili verilen emirlerin yerine getirilmesinde ihmal ve savsaklaması ya da bir memurun zimmetinde bulunan bir demirbaşın korunmasında ihmalinin görülmesi halleri; kınama cezasının uygulanmasını gerektirebilir.

 

b-Eşlerin, reşit olmayan veya mahcur olan çocuklarının kazanç getiren sürekli faaliyetlerini, belirlenen sürede Kurumlarına bildirmemesi ;

 

657 sayılı Kanunun 28.maddesinin son fıkra hükmüne göre memurlar, eşleri, reşit olmayan veya mahcur çocuklarının sürekli kazanç getiren faaliyetlerini, 15 gün içinde kurumlarına yazılı olarak bildirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, kınama cezasının uygulanmasını gerektirir.

 

c-Görevi sırasında amirine hal ve hareketleri ile saygısız davranışta bulunmak ;

 

Devlet memurları, görevlerini ifa sırasında, hiyerarşi zinciri içinde (ast-üst münasebeti ) amirlerinin verecekleri görev ve emirleri saygınlık içinde yerine getirmek zorundadırlar. Saygınlığın ölçüsü, örf ve adete göre genel kabul görmüş hareket tarzıdır. Bu prensiplere uymamak ise, kınama cezasını gerektirir.

 

Örneğin; memurun, amirini hedef alan ve kabul görmeyen davranışlarda bulunması, amirinin çağırması üzerine yanına gitmemesi (haklı bir sebebi olmaksızın) yanına gitmesine rağmen kapıyı sert açıp çarparak kapatması, çağrılma nedenini sert ve kaba bir şekilde sorması, lisanen tartışmaya girmesi ve benzeri davranışlar; kınama cezasının uygulanmasını gerektirir.

 

d-Hizmet dışında, Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak tarzda davranışlarda bulunmak;

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi; 657 sayılı Kanunun 8.maddesi hükmüne göre; Devlet memurları, resmi sıfatlarının gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını hizmet içi ve dışındaki davranışlarla göstermek zorundadırlar. Diğer bir ifadeyle, memur; görev ve sıfatı dolayısıyla Devleti temsil ettiği için; vatandaşın itibar ve güven duygusunun sarsmamak zorundadır. Aksine hareketi tespit edilen memurların, kınama cezası ile tecziyeleri öngörülmüştür.

 

e – Devlete ait resmi araç, gereç ve benzeri eşyayı özel işlerinde kullanmak ;

 

657 sayılı Kanunun 16.maddesinde; Devlet memurlarının, görevleri ile ilgili olarak kendilerine verilen veya kendilerinde bulunan resmi belge, araç ve gereçleri, yetkili bulundukları mahallin dışına çıkarmaları, özel işlerinde kullanmaları yasaklanmıştır. Bu düzenlemenin aksine hareket edenler, kınama cezasıyla cezalandırılacaklardır.

 

f – Devlete ait resmi belge, araç, gereç ve benzeri eşyayı kaybetmek ;

 

Devlete ait resmi belge, araç, gereç ve benzeri eşyayı kaybetme fiili de, kınama cezası ile müeyyidelendirilmiştir. Ayrıca, bu fiile bağlı olarak doğacak zararın da; 13.08.1983 tarih ve 18134 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “ Devlete ve Kişilere Memurlarca Verilen Zararın Nev’i ve Miktarlarının Tespiti, Takibi, Amirlerin Sorumlulukları, Yapılacak Diğer İşlemler Hakkında Yönetmelik ‘ esaslarına göre tazmini gerekecektir. Buna göre, örneğin : üzerinde kayıtlı daktilonun korunmasında ihmal göstererek çalınmasına neden olan memur, bir yandan yukarıdaki yönetmelik hükümlerine göre makinenin bedelini tazmin ederken bir yandan da kınama cezasına muhatap alınabilecektir.

 

g – İş arkadaşlarına, maiyetindeki personele ve iş sahiplerine kötü muamelede bulunmak ;

 

Memurların, iş arkadaşlarına, maiyetindeki diğer memurlara ve iş sahiplerine karşı kötü muamelede bulunmaları fiili de, kınama cezasının uygulanmasını gerektiren eylemler kapsamına alınmış, böylece amirlerine karşı saygın davranış yanı sıra, görev münasebetlerinin bütünüyle yapıcı olması amaçlanmıştır.

 

Kötü muamelenin kapsam ve oluşum şekilleri konusunda herhangi bir kanuni düzenleme yapılmamış olmakla beraber, kötü muamelenin belirlenmesinde, toplumun örf ve adetleriyle genel kabul görmüş kuralların göz önünde bulundurulacağı şüphesizdir.

 

Örneğin; amirlerini azarlayan, onlar hakkında onur kırıcı ağır sözler sarf eden memur, kınama cezasıyla cezalandırılabilir. Bunun yanı sıra, memurdan görev ve yetkisi dışındaki eylem ve davranışlarda bulunmasının istenilmesi ( Örneğin ; adrese tebliği gereken evrakın elden verilmesi gibi ) ve memurun bunu yerine getirmemesi, kötü muamele kavramı içerisinde düşünülemez.

 

h – İş arkadaşlarına, iş sahiplerine söz veya hakaretle sataşmak

 

Arkadaşları ve iş sahiplerine karşı iyi davranmanın yanı sıra daha da ileri giderek anılan kişilere söz veya fiili davranışla sataşan memurların bu eylemleri, kınama cezası ile cezalandırılır.

 

i – Verilen emirlere itiraz etmek ;

 

Bilindiği gibi; Devlet memurları 657 sayılı Kanunun II.madde hükmüyle; kanun, tüzük ve yönetmeliklerde belirtilen esaslara uymakla ve amirleri tarafından verilen görevleri yerine getirmekle yükümlü ve görevlerinin iyi ve doğru yürütülmesinden amirlerine karşı sorumlu tutulmuşlardır.

 

Ancak, memurun, amirinin emirlerine itiraz etmeme yükümlülüğünün yerine getirilebilmesi için, bu emri yerine getirmez ve getirmeyiş nedenini gerekçeli olarak amirine bildirmesi amirin emrinde ısrar etmesi ve bunu yazılı olarak bildirmesi halinde, memur, emrin gereğini yerine getirmek zorundadır. Bu takdirde, emrin yerine getirilmesinin sonuçlarına ait sorumluluk, kanunsuz emri veren amire ait olacaktır.

 

Anayasa, kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun emirlerin yerine getirilmemesi halinde ise, memur hakkında kınama cezası uygulanır.

 

j – Kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak ;

 

Herhangi bir nedenle çalıştıkları kurumun huzur, sükun ve çalışma düzenini bozan memurlar, kınama cezası ile cezalandırılabilirler. Cezayı gerektiren fiil, başka sonuçları da doğuruyorsa, ayrıca diğer kanuni işlemlere de girişilir.

k – Borçlarını kasten ödemeyerek hakkında kanuni yollara başvurulmasına neden olmak ;

 

Kişisel borçlarını ödememek suretiyle haklarında kanuni işlem yapılmasına(örneğin;icraya verilmek, hacze muhatap olmak gibi) sebebiyet veren memurlar hakkında kınama cezası uygulanabilir.

 

l – Görev mahallinde, genel ahlak ve edep dışı davranışlarda bulunmak ve bu tür yazı yazmak, işaret, resim ve benzeri şekiller çizmek ve yapmak ;

 

Örf, adet ve toplum tarafından genel kabul görmüş kurallara aykırı bir tarzda ahlak ve edep dışı davranışlarda bulunan, bu mahiyette yazı yazan, işaret, resim ve benzeri şekiller çizen veya yapan memurlar hakkında da kınama cezası uygulanabilir.

 

AYLIKTAN KESME CEZASI

 

1 – Aylıktan Kesme Cezasının Mahiyeti   :

 

Aylıktan kesme cezası, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun (125/C ) maddesinde belirtilen eylemlere uygulanan bir disiplin cezasıdır. Bu fiillerde, suçun maddi unsurunun, yani kasıt unsurunun aranması gerekir.

 

Aylıktan kesme cezası, atamaya yetkili makam veya sicil amirleri tarafından verilebilir.

 

Söz konusu ceza, memurun brüt aylığının otuzda biri ile sekizde biri arasında kesinti yapılarak uygulanır. Aylıktan kesme cezası, cezanın veriliş tarihini takip eden aybaşında uygulanır.

 

2 – Aylıktan Kesme Cezasını Gerektiren Hal ve Eylemler         :

 

Aylıktan kesme cezasının uygulanmasını gerektiren hal ve eylemler, 657 sayılı Kanunun 125.maddesinin ( C ) fıkrasında 10 bent halinde sayılmıştır.

 

a-     Kasıtlı olarak ; verilen emir ve görevleri tam ve zamanında yapmamak, görev mahallinde Kurumlarca belirlenen usul ve esasları yerine getirmemek, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçleri korumamak, bakımını yapmamak, hor kullanmak ;

 

Uyarma ve kınama cezaları ile ilgili olarak yapılan açıklamalar sırasında incelenen yukarıdaki fiillerin kasıtlı olarak işlenmesi halinde; bu suçları işleyen memurlar hakkında, aylıktan kesme cezası uygulanır. Örneğin; memurun, amirin verdiği kanuni emri kasten yerine getirmemesi halinde, yerine getirmeme eylemi nedeniyle aylıktan kesme cezası uygulanacaktır.

 

b-    Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek ;

 

Memurun kabul edilebilir herhangi bir özrü olmadan görevine bir veya iki gün gelmemesi, aylıktan kesme cezasını gerektirir.

 

c-Devlete ait resmi belge, araç ve benzerlerini, özel çıkar sağlamak için kullanmak ;

 

d – Görevle ilgili konularda, yükümlü olduğu kişilere yalan ve yanlış beyanda bulunmak ;

 

e – Görev sırasında, amirine sözle saygısızlık etmek ;

 

f – Görev yeri sınırları içinde herhangi bir yerin toplantı ve benzeri amaçlarla izinsiz olarak kullanılmasına yardımcı olmak ;

 

Devlet daireleri ;yetkililerden önceden izin alınmadan, herhangi bir toplantı, tören ve benzeri amaçlarla kullanılamaz. Aksine hareket halinde, kullanılmasına yardımcı veya vasıta olan memurlar, aylıktan kesme cezası ile cezalandırılırlar.

 

Toplantıların, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa göre yapılacağının bilinmesi gerekir.

 

g– İkamet ettiği ilin hudutlarını izinsiz terk etmek ;

 

Devlet memurları, görevleri nedeni ile ikamet ettikleri il hudutlarını izinsiz olarak terk edemezler. Bu konudaki izin, il veya ilçenin en büyük mülki amirinden ( yetki devri halinde bu kişiden ) alınır.

 

Yukarıdaki şekilde izin almadan il hudutlarının terk edilmesi, aylıktan kesme cezasını gerektirir.

 

h-Toplu müracaat veya şikayette bulunmak ;

 

Devlet memurları, 657 sayılı Kanunun 21.maddesi hükmü çerçevesinde; Kurumlarıyla ilgili resmi ve şahsi işlerinden dolayı müracaat; amirleri veya kurumları tarafından kendilerine uygulanan idari eylem ve işlemlerden dolayı şikayet ve dava açma hakkına sahiptirler. Şikayet ve müracaat hakkı, sözlü veya yazılı olarak en yakın amirden başlayarak silsile yolu ile yapılır. Ancak, şikayetin bir amirle ilgili olması halinde, onun üstündekine şikayet veya müracaatta bulunulur. 657 sayılı Kanunun 21.maddesindeki bu düzenlenmenin yanı sıra; 12.01.1983 tarih ve 17926 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “ Devlet Memurlarının Şikayet ve Müracaatları Hakkında Yönetmelik” te de şikayet ve müracaat hakkının kullanılmasına ilişkin usul ve esaslar konusunda belirlemelerde bulunulmuştur.

 

Ancak, yukarıdaki Kanunun 26.madde hükmü ile müracaat ve şikayet hakkının kullanılma usulüne sınırlama getirilmiştir. Bu düzenlemeye göre, Kanunun 21.maddesindeki müracaat ve şikayet hakkının, birden fazla Devlet memuru tarafından topluca kullanılması yasaktır. Bu yasağa uymamanın yaptırımı ise, aylıktan kesme cezası olarak düzenlenmiştir.

 

i– Hizmet içinde, Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak ;

 

(Danıştay 10.D., 26.02.1986             gün ve E:1985/2656, K:1986/348 sayılı Kararı: Davacının sabit olan fiilinin ancak hizmet içinde resmi sıfatının gerektirdiği itibar ve güven duygusunu sarsıcı davranış olarak kabul edilebileceği nedeniyle davacıya, görevden çıkarma cezası verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.)

 

j–Yasaklanmış her türlü yayını görev mahallinde bulundurmak

 

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 7. maddesinde belirtildiği üzere; Devlet memurları, her hal ve durumda devletin çıkarlarını korumak zorundadırlar. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve Kanunlarına aykırı olan, ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler.

 

Yukarıdaki hükme paralel olarak, yasaklanmış her türlü yayının görev mahallinde bulundurulması yasaktır. Aksine davrananlar, disiplin suçu işlemiş sayılırlar ve aylıktan kesme cezasına muhatap alınırlar. Aynı suç, Türk Ceza Kanununun ilgili hükümlerine göre de takibe alınır.

 

KADEME İLERLEMESİNİN DURDURULMASI CEZASI

 

1 – Kademe İlerlemesinin Durdurulması Cezasının Mahiyeti :

 

Kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, daha önce “ kısa süreli durdurma “ ve “uzun süreli durdurma “ cezası olarak 657 sayılı Kanunda yer alan hükümlerin yerine sonradan 2670 sayılı Kanunla getirilen bir disiplin cezasıdır. Yeni uygulama ile kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, tek derece ve tek kademeli bir yapıya kavuşturulmuştur.

 

Öğrenim durumları nedeniyle yükselebilecekleri kadroların son kademelerinde bulunan Devlet memurlarına, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının verilmesi fiilen mümkün bulunmamaktadır. Ancak, bu durumda bulunanların cezasız bırakılmaması için, Devlet Memurları Kanununda bu konuya ilişkin özel bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre; söz konusu durumda bulunan Devlet Memurlarına verilecek kademe ilerlemesi cezası yerine, bunların brüt aylıklarının ( ¼ ) ü ile ( ½ ) si oranında kesilmesi yoluna gidilecektir. Suçun tekrarında ise, ilgili memurun görevine son verilecektir.

 

Kademe ilerlemesinin durdurulması cezası; işlenen fiilin ağırlık derecesine göre, memurun hak ettiği kademe ilerlemesinin 1 ile 3 yıl arasında durdurulması şeklinde uygulanır.

 

2–Kademe İlerlemesinin Durdurulması Cezasının Uygulanmasını Gerektirecek Eylem ve Fiiller ;

 

Kademe ilerlemesinin durdurulmasını gerektiren eylem ve fiiller; 657 sayılı Kanunun 125. maddesinin ( b ) fıkrasında 15 bent halinde sayılmıştır.

 

a-     Göreve sarhoş gelmek, görev yerinde alkollü içki içmek,

b-    Özürsüz, kesintisiz olarak, ( 3-9 ) gün göreve gelmemek,

c-     Görevi ile ilgili olarak her ne şekilde olursa olsun çıkar sağlamak,

 

Bilindiği gibi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 29.maddesine göre; Devlet memurlarının doğrudan doğruya veya aracı eliyle hediye istemeleri ve görevleri sırasında olmasa dahi menfaat sağlamak amacıyla hediye kabul etmeleri ve iş sahiplerinden borç para istemeleri ve almaları yasaktır. Yine, aynı Kanunun 30. maddesiyle; Devlet memurunun, denetimi altında bulunan veya kendi görevi veya mensup olduğu kurumu ile ilgili olan bir teşebbüsten, doğrudan doğruya veya aracı eliyle her ne ad altında olursa olsun bir menfaat sağlaması yasaklanmıştır.

 

d-    Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak;

e-     Görev yeri sınırları içinde herhangi bir yeri, toplantı, tören ve benzeri amaçlarla izinsiz kullanmak veya kullandırmak;

f-      Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek;

g-     Yetkili olmadığı halde, basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek;

 

Bilindiği gibi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 15.maddesinde; Devlet memurlarının görevleriyle ilgili olarak basına, haber ajanslarına, radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç veremeyecekleri, bu konuda gerekli bilginin ancak, Bakanın yetkili kılacağı görevli, illerde ise Valiliklerin veya yetkili kılacakları personel tarafından verilebileceği hükme bağlanmış bulunmaktadır.

 

Yukarıdaki hükmün aksine hareket edenler, disiplin suçu işlemiş sayılarak kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılacaklardır.

 

h-Ticaret yapmak veya Devlet memurlarına yasaklanan diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunmak;

 

657 sayılı Kanunun 28.madde hükmüne göre; Devlet memurları, Türk Ticaret Kanununa göre tacir veya esnaf sayılmalarını gerektirecek herhangi bir faaliyette bulunamaz, ticaret ve sanayi kuruluşlarında görev alamaz, ticari temsilci veya ticari vekil veya kollektif şirketlerde ortak veya komandit şirketlerde komandite ortak olamazlar. Ancak, görevli oldukları kurumların iştiraklerinde, kurumlarını temsilen görev alabilirler. Yine üyesi bulundukları yapı, kalkınma ve tüketim kooperatifleri ile, kanunla kurulmuş yardım sandıklarının yönetim ve denetim kurullarında, üyelik görevi alabilirler. Özel kanunlarda belirtilen görevlerde, yasak kapsamının dışındadır.

 

Yukarıdaki yasakların yanı sıra, memurların kendileri için yasak olarak bu faaliyetlerin eşleri veya velayet yahut vesayetleri altındaki çocukların yapılması durumunda, bunun 15 gün içinde kurumlarına bildirilmesi zorunlu kılınmıştır. Ancak, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, yukarıdaki fıkradaki fiilin aksine kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını değil kınama cezasını gerektirmektedir.

 

ı- Görevin yerine getirilmesinde; dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef alan davranışlarda bulunmak;

 

j- Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak;

 

Devlet memurları, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu hükümleri çerçevesinde, mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar. Bu yükümlülüğe uymayanlara, disiplin cezasının yanı sıra adı geçen Kanundaki cezalar verilir.

 

Konunun önemi nedeni ile, adı geçen Kanuna göre mal bildirimi yükümlülüğünün neleri kapsadığı aşağıda belirtilmiştir.

 

aa- Göreve başlandığında mal bildirimi verilmesi :

3628 sayılı Kanunun 6. maddesine göre aşağıdaki hal ve zamanlarda mal bildiriminde bulunulması zorunludur.

 

( 1 ) 3628 sayılı Kanun kapsamındaki memurların atanmasında, göreve giriş belgeleriyle birlikte mal bildirimi de düzenlenerek verilir. Bu bildirim verilmedikçe, atama yapılamaz.

 

( 2 ) Yönetim ve denetim kurulu üyelikleri ile komisyon üyeliklerine seçim ve atamalarda göreve başlama tarihini izleyen 1 ay içinde mal bildiriminde bulunulur.

 

bb- Görevin devamı sırasında mal bildiriminde bulunulması;

3628 sayılı Kanun kapsamındaki görevi devam eden memurlar, aşağıdaki hallerde mal bildiriminde bulunurlar veya muayyen zamanlarda bildirimlerini yenilerler.

( 1 ) Mal varlıklarında önemli bir değişiklik olanlar; değişikliği takip eden 1 ay içerisinde mal bildiriminde bulunurlar.

 

( 2 ) Görevi devam edenler, yukarıdaki halin dışında, sonu ( 0 ) ve  (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar önceki mal bildirimini yenilerler.

 

Yukarıdaki şekilde yapılan mal bildirimleri, yetkililer tarafından eskileri ile karşılaştırılır.

 

( cc ) Görevin sona ermesi halinde mal bildirimi;

3628 sayılı Kanun kapsamındaki memurlardan görevi sona erenler; görevden ayrılma tarihini takip eden 1 ay içerisinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

 

Görevden ayrılma kavramı; emeklilik, istifa, işten el çektirme veya göreve son verme gibi, ilgilinin tamamen göreviyle ilişkisinin kesildiği halleri ifade eder. Görev unvanının değişmesi, kavramın kapsamına dahil değildir.

 

a-     Açıklanması yasak bilgileri açıklamak ;

 

657 sayılı Kanunun 15. maddesiyle, askeri hizmet ile ilgili bilgilerin, özel kanunların yetkili kıldığı personel dışında hiçbir kimse tarafından açıklanamayacağı hükme bağlanmıştır.

 

Gerek 657 sayılı Kanun gerekse özel kanunlarla açıklanması yasaklanmış bilgilerin, memurlar tarafından açıklanması, disiplin cezasını ve ayrıca ilgili kanunlardaki sair cezaların uygulanması sonucunu doğuracaktır.

 

b-    Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek ;

 

c-     Diplomatik statüsünden yararlanmak suretiyle yurtdışında, haklı bir sebep göstermeksizin ödeme kabiliyetinin üstünde borçlanmak ve borçlarını ödemedeki tutum ve davranışlarla, Devlet itibarını zedelemek veya zorunlu bir sebebe dayanmaksızın ödemeden yurda dönmek ;

 

d-    Verilen görev ve emirleri kasten yapmamak ;

 

e-     Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak ;

 

DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARMA CEZASI

 

            1-Devlet Memurluğundan Çıkarma Kavramının Önemi ve İşlevi

 

A-Kapsamı

a- Önemi

 

Memur, memuriyetle ilgili bütün haklarını kaybettiği için memur hukukunun kritik konularından birisi olan disiplin olan disiplin yaptırımı olarak devlet memuriyetinden çıkarma, teminatlı ve profesyonel anlayışla yapılan mesleğin sürekliliğinin bir istisnasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla tereddütü gerektiren durumlar varsa, istisna ile karşı karşıya olunduğu için, dar yorum yoluna gidilmelidir.

 

aa-Memur Bakımından

Disiplin yaptırımı olarak devlet memurluğundan çıkarma işleminin memur bakımından önemi; mesleki yaşamın tamamını kamu hizmetini görmeye adamış aylığından başka mesleki düzenli geliri olmayan bu kişilerin kendisi ve varsa bakmakla yükümlü olduğu kişilerin mali, sosyal ve hatta manevi yönden sıkıntılı duruma düşürebilecek olmasıdır.

 

bb-İdare Bakımından

İlgili idare bakımından meseleye bakıldığında; her ne kadar idare disiplin yaptırımı yoluyla çıkardığı memurun yerine asli atama yapılıncaya kadar geçici görevlendirme ya da vekalet gibi yöntemlerle kamu hizmetinin aksamasının önüne geçebilecek ise de kimi durumlarda hizmete yıllarını vermiş tecrübeli bir personelini kaybetmektedir. O halde, söz konusu yaptırımı uygulamak için diğer disiplin yaptırımlarının yeterli ve etkili olamaması gerekir.  Ancak idare memurunu bu yolla tasfiye etmekle kurum düzeninin bozulmasını önlemektedir. Diğer taraftan bu yaptırımın uygulanması anayasadaki çalışma hakkı, insanın maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının ihlali anlamına gelmez.

 

Memuriyetten çıkarmanın kurum düzenini sağlama, koruma, eğitim, korkutma gibi işlevleri olduğu söylenebilir.

 

 

b-İşlevi

 

aa- Kurum Düzenini Sağlama İşlevi

Kurum düzeninin sağlama işlevine göre, disiplin yaptırımlarının amacı kişileri cezalandırmak değildir. Bununla birlikte her disiplin yaptırımının somut olarak belli bir amacı vardır. Genel amaç ise kurumun saygınlığını koruma, idari iç düzen gerekleri, kamu hizmetinin iyi işlemesini temin gibi gerekçelerle kurum düzenini ve bu yolla kamu yararını sağlamaktır. Disipliner ihraç ile memurun görevindeki başarı ya da başarısızlığı değil kurum düzeninin sağlaması amaçlanmaktadır.

 

bb-Koruma İşlevi

Koruma işlevi ile anlatılmak istenen, memurun mesleğinde korunmasının sağlanmasıdır. Disiplin yaptırımları memurların mesleğinde korunmalarına da yardımcı olur. Memurun haklarına açıklık getirir ve hukuki güvenlik içinde bulunmasını sağlar. Ayrıca disiplin yaptırımları memurların mesleğinde korunmalarına da yardımcı olur.

 

Disiplin ile belirli bir düzenin işler halde devamı ve bozulmasının önlenmesi için konulan kurallara aykırı davranın kurum üyelerine yaptırım uygulamanın disiplin yaptırımlarındaki genel ve asıl amaç olduğu söylenebilir.

 

Danıştay, disiplin yaptırımlarını gerektiren fiillerin konulmasındaki amaç konusunda verdiği bir kararında şunları söylemektedir. “…… Disiplin yaptırımlarının amacı kamu hizmetlerinin sürekli, düzenli ve güvenli yürütülmesini gerçekleştirmek olduğu kadar devletin saygınlığını da korumaktır. Nitekim devlet memurları ve diğer kamu görevlilerinin resmi sıfatın gerektirdiği itibar ve güven duygusunu sarsıcı hareketlerden kaçınma zorunluluğunu belirten hükümler mevzuatımızda yer almıştır. Bu yolda konulmuş olan disiplin hükümleri genellikle görevle ilgili olsun olmasın her yer, zaman ve durumda yapılan eylemlere uygulanabilir nitelik taşımaktadır. Hangi disiplin cezalarının salt görevle ilgili ya da görev dolayısıyla işlenen disiplin suçlarına verileceği hususu ilgili düzenlenmelerde ayrıca gösterilmiştir.” (Danıştay 10.Dairesinin 05.04.1988 tarih E:1987/7487, K:1988/576 sayılı Kararı)

 

cc-Eğitim İşlevi

Disiplin yaptırımları yolu ile memurun aynı disipliner kusuru bir daha işlemesinin önüne geçilmiş olur. Disiplin yaptırımlarının genel bir eğitim amacı olmamakla birlikte sözkonusu yaptırımın gerçekleşmesi ile memur disipline edilmiş olur.

 

dd-Korkutma İşlevi

Disiplin yaptırımlarının özel bir korkutma amacı olup, benzer disiplin fiillerinin işlenmesine engel olur. Hizmetin görülmesinde aynı kusurlu hareketlerin yapılması bu yolla belli ölçüde  engellenebilir.

 

B-Hukuki Niteliği

 

Yüksek disiplin kurulunun verdiği devlet memurluğundan çıkarma kararı ve daha genel olarak disiplin kurullarınca verilen kararlara göre idari işlem veya maddi kriter gereği bir yargı kararı mı olduğu ya da yargı benzeri bir işlem olarak mı kabul edilmesi gerekeceği hukuki sorununun irdelenmesi gereklidir.

 

aa-Yargı Kararı Görüşü

ONAR, yüksek disiplin kurulunun organik bakımdan olmasa bile fonksiyonel bakımdan yargısal bir organ durumunda olduğu görüşündedir.

 

bb-İdari İşlem Görüşü

GÜRAN, idari  mercilerin yargısal-benzeri bir işlem usulü uygulamasının o işlemi yargısal işleme dönüştürmeyeceğini idarenin bu tür usuller ile almış olduğu kararların “yargısal işlem” ve merciler de “yargı yeri” sayıldığı takdirde yargı yerine dönüşmeyecek idari mercinin neredeyse pek kalmayacağını belirtmekte, ÖZAY da idare içindeki makam ve mercilerce kararlaştırılıp uygulanan yaptırımların idari nitelikli işlemler olduğunu vurgulamakta ve ERKUT disiplin işlemlerinde uygulanan usulün tam yargısal benzeri bir usul olduğunu buna karşılık alınan kararların yargısal nitelikte değil aksine tamamen idari nitelikte ve idari yargı yerleri önünde iptal davasına konu edilebileceğini vurgulamaktadır.

 

Anayasa Mahkemesinin 24.09.1987 tarih ve E:1987/5, K:1987/21 sayılı Kararına göre; “yargı mercii” ve “yargı yolu” farklı kavramlardır. Bir merciin yargı mercii sayılabilmesi için yargısal usul uygulaması ve karar vermesi yeterli olmayıp aynı zamanda bu merciin mahkemenin bağımsızlığı ve karar verenlerin de hakimlik teminatına sahip olması gerekir. Çeşitli disiplin kurulları mahkemeler gibi bağımsız  ve bu mercilerde karar verenler de hakimlik teminatına sahip bulunmadıklarından söz konusu mercilerin tam bir yargı organı sayılamayacağı sonucuna varılabilir.

 

Danıştay, başlangıçta disiplin kurulu karalarını yargı kararı niteliğinde değerlendiriyor iken, 1970 yılından sonra verdiği kararlarda bu görüşünü değiştirmiş ve idari karar saymıştır. (Danıştay Daireler Kurulunun 10.04.1970 tarih ve E:143, K:53 sayılı Kararı) Yüksek disiplin kurulunun verdiği kararın neden yargı veya yargı benzeri bir karar olduğu konusunda özellikle Devlet Memurları Kanununun 129/1.maddesi gereği kendilerine intikal eden dosyaların incelenmesinde gerekli gördükleri takdirde ilgilinin sicil dosyasını ve her nevi evrakı incelemeye, ilgili kurumlardan bilgi almaya, yeminli tanık ve bilirkişi dinlemeye veya niyabetten dinletmeye, mahallen keşif yapmaya veya yaptırmaya yetkili olmalarıdır. Dolayısıyla yüksek disiplin kurulu idari yargı hakimlerinin yargısal bir uyuşmazlığın çözümünde sahip olduğu ve kullanabileceği yetkilerin önemlice bir kısmına hatta bazen daha fazlasına da sahiptir. Örneğin; tanık dinleme ya da dinletme ve bunu yeminle yapma gibi. Oysa bunun idari yargının yapısına uymadığı görüşü gereği yemin teklif etmenin mümkün olmadığı da dikkate alındığında yüksek disiplin kurulunun soruşturma bakımından kullanabileceği delil toplama yöntemlerinin idari yargı hakimlerine göre bu noktada daha fazla olduğu sonucuna ulaşılabilir. Öte yandan kanun koyucu devlet memurluğundan çıkarma yaptırımı bakımından diğer disiplin yaptırımlarından farklı olarak soruşturma boyunca vekil vasıtası ile savunma yapmayı da öngörmüştür. Bu husus da yargısal yönteme benzerlik konusundaki önemli bir noktadır.

 

Yargı-benzeri işlem usulü uygulanması o işlemi yargısal işleme dönüştürmez. Örneğin; Danıştay Yüksek Disiplin Kurulu üyelerinin tamamı hakimlerden oluşmakla birlikte yargısal değil disiplin konusunda idari bir karar vermektedirler. 2576 sayılı Kanunun 15.maddesinde yer alan “idare ve vergi mahkemelerinin görev alanına gören ve kanunlarla çeşitli kurul ve komisyonlara verilmiş bulunan görev ve yetkiler, bu mahkemelerin göreve başladığı tarihte sona erer” hükmü ile  ortadan kalkmış kabul edilmelidir. Ancak, bu hükmün Yüksek Disiplin Kurulunu da kapsadığını ileri sürmek mümkün değildir. Çünkü orası idari bir kurul olmakla birlikte yargısal karar vermemektedir. Disiplin yoluyla memuriyetten ihraçta tamamen yargısal usul ve yöntemler kullanılmadığı gibi yargılama usulündeki kimi yöntemlerin kullanılması da onu yargısal karar yapmaz. Ayrıca Anayasaya göre yargı yetkisi yalnız ve sadece bağımsız mahkemelerce kullanılır.

 

Yüksek Disiplin Kurulunca verilen devlet memurluğundan çıkarma kararı idari bir yaptırım olarak kamu kudretinin özel nitelikli bir görünümü olup araya başkaca bir işlemin girmesine gerek olmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuçlar doğurabilme yetenek ve yeterliğine sahip olması nedeniyle icraî işlemdir. Bir başka deyişle, kamu idare ve kurumlarını ilgilendiren disiplin uygulamalarının idarenin iç düzenini sağlaması gerçeği nedeniyle bunların icraî işlem olmadığı sonucuna varılmamalıdır.

 

C-Sebep Unsuru

 

İdari işlemin dayanağını oluşturan sebep; karar alınmadan, işlem oluşturulmadan önce varolan ve idareyi belli bir konuda karar almaya, işlem yapmaya götüren hukuki veya fiili tek ya da birden fazla etken anlaşılır ve birbirine yakın olmakla birlikte idari işlemin “sebebi” ile”gerekçe”si farklı kavramları ifade eder. Disiplin hukuku kuralları sadece usule ilişkin ilke ve kurallardan oluşan “şekli disiplin hukuku” boyutu ile değil “maddi disiplin hukuku”yönüyle de önem taşımaktadır. Disiplin soruşturmasına esas oluşturan kusurlu tutum ve davranış disiplin fiilini, disiplin yaptırımının sebep unsurunu oluşturur. İdari işlemin diğer unsurları, yetki, şekil, konu ve amaç unsurlarıdır. Bu tutum ve davranış bir şeyi yapma biçiminde aktif olabileceği gibi yapmama biçiminde pasif de olabilir. Konu ise, işlemin doğuracağı hukuki sonuç olup farklı şekillerde kendisini gösterebilir. Disiplin yaptırımı olarak devlet memurluğundan çıkarma işleminin konusu ilgilinin memuriyetle ilişiğinin kesilmesi, memuriyetine son verilmesi ve bu yolla memur statüsünden çıkarılmasıdır.

 

Disiplin fiilinin bir taraftan memuriyet onur ve vakarına aykırı davranış ve diğer taraftan kamu hizmetine olumsuz bir etkisi olmalıdır. Memura disiplin yaptırımı uygulama gerekçelerinden birisi de onun sadakat yükümlülüğüne uymamasıdır.

 

Devlet memurluğundan çıkarma konusunda idarenin gösterdiği sebep mahkemeyi bağlamaz. Çünkü idari yargılama usulünde hakim aktif bir konumda bulunduğundan uyuşmazlığın çözümlenmesinde her türlü araştırma ve incelemeyi re’sen araştırma ilkesi gereği kendiliğinden yapar. Dolayısıyla maddi olayın nitelendirilmesi ve ona uyulacak hukuki normu hakim belirler ve gerekli usûli işlemleri tamamlar. Devlet memurluğundan çıkarmayı gerektiren sebebin gerçekleşip gerçekleşmediğini de kendisi araştıracaktır.

 

Devlet memurluğundan çıkarma işleminin sebebi ve söz konusu yaptırımın isabetli olup olmadığı konusunda idari yargı aşamasında ise, tarafların verecekleri savunma veya dilekçelerle hak iddia edememeleri asıldır. Ancak sonradan sunulan ve işlemin sebebine ilişkin belgeler ortaya çıkarsa, bunların zamanında sunulamamalarının mümkün olmadığına mahkemece kanaat getirilirse kabulü mümkündür.

 

Devlet Memurları Kanunu disiplin yaptırımını gerektiren fiillerin bir kısmını sayma yolu ile belirlemiş, diğer bir kısmının ise ne olduğunu belirlemeyerek idareye benzer durumları belirleme konusunda takdir yetkisi vererek sebep unsurunun belirlenmesinde bağlı yetkiden uzaklaşarak karma metod uygulamıştır.

 

Devlet memurluğundan çıkarma işlemini gerektiren disiplin soruşturması devam ederken aynı fiil gerekçe gösterilerek bir başka idari işlem tesis edilir ve bu işlem iptal edilirse –örneğin kurum işi yer değiştirme suretiyle naklen atama işlemi- söz konusu iptal kararı, devam eden disiplin soruşturması çerçevesinde  verilecek olan disiplin yaptırımının hukuki dayanağını ortadan kaldırmaz. (Danıştay 10.Dairesinin, E:1989/451, K:1989/889 sayılı Kararı)

 

Devlet Memurları Kanununun 124/2.maddesine göre; Devlet memurluğundan çıkarmayı gerektiren fiillerin mutlaka yurt içinde işlenmesi gerekmeyip yurt dışında işlense bile yine disiplin soruşturmasına konu olabilir. Bu hüküm ile yurt dışında bulunan devlet memurlarının kendilerini disiplin hükümleri ile bağlı hissetmeleri sağlanmak istenmiştir. Örneğin, izinli olduğu dönemde yurt dışında bulunan bir memur hakkında, diğer koşullar da varsa işlediği fiil sebebi ile disiplin soruşturması açılabilir. Zira Devlet Memurları Kanununun 131/son maddesi kurum dışında işlenen fiiller için de disiplin soruşturması açılabileceğini öngörmektedir.

 

Disiplin yoluyla devlet memurluğundan çıkarma memurun şahsına ya da mesleki yükümlülüğe aykırı hizmete ait bir kusur nedeni ile de uygulanabilir. Mesleki yükümlülüğe aykırı davranışlar başlıca; mesleğin yürütülmesine ilişkin yükümlülüklere aykırılık, memuriyet yasalarına, amirlerin emirlerine , mesleki gizliliği uymamak gibi şekillerde karşımıza çıkabilir. Memur hizmetsel yükümlülüklere zarar vermemelidir. Hizmetin düzenli devam etmesi memurun hizmet içi ve belirli ölçüde hizmet dışındaki faaliyetlerine de bağlıdır. Söz gelimi memur görev yerinde üçüncü kişiye ait bulduğu eşyayı kayıp bürosuna teslim etmelidir. Bir yükümlülüğün hizmetsel yükümlülük olup olmadığının belirlenmesindeki işlevsel sınır olarak başlıca, kanun koyucunun amacı ile memurun özel hayatı hatta hayatın gizli alanına girip girmediğine bakılmalıdır.

 

2- Devlet Memurluğundan Çıkarma Cezasının Mahiyeti ;

 

Devlet memurluğundan çıkarma cezası, bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere, memurluktan çıkarmayı ifade eder. Diğer bir ifade ile, bu ceza, ilgili kişiye de Devlet memuru olma hakkını kaybettirir, yani bu durumdaki bir kişi, bir daha yeniden de olsa Devlet memuru olamaz. Ancak, bu sonucu; Kamu hizmetlerinde bulunmadan sürekli olarak yasaklılık şeklinde anlamamak gerekir. Çünkü, Devlet memurluğu dışındaki kamu görevlerinde çalışılması mümkündür. Örneğin; Devlet memurluğundan çıkarma cezası, çıkarılan kişiler yönünden, seçimle meclise, belediye, il genel meclisine veya ihtiyar kuruluna seçilmeyi ve bu görevleri ifayı engellemez.

 

Daha önce, 657 sayılı Kanunun 125.maddesinde yer alan “ geçici olarak Devlet Memurluğundan Çıkarma Cezası “ 2670 sayılı Kanunla uygulamadan kaldırılmıştır.

 

3-Devlet Memurluğundan Çıkarma Cezasını Gerektiren Eylem ve Haller ;

 

Devlet memurluğundan çıkarma cezasının uygulanmasını gerektiren haller; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesinin ( E ) fıkrasında 11 bent halinde sayılmıştır.

 

a-     İdeolojik veya siyasi amaçlarla, Kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak; boykot, işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmak ;

 

1-İdeolojik veya Siyasi Amaçlı Faaliyet

 

İdeolojinin tek ve yeterli bir tanımının bugüne kadar yapılmamasının sebebi, terimin kullanışlı ancak birbirleriyle bağdaşmaz nitelikteki bir çok anlamı olmasından kaynaklanır.

İdeolojiyi kabaca altı farklı tarzda tanımlamak olanakladır. İlki, ideolojinin toplumsal yaşamdaki fikir, inanç ve değerleri üreten genel maddi süreç olduğudur. Bu tür bir tanım siyasi olarak yansızdır ve geniş anlamda ele alındığında “kültür”e yakındır. Biraz daha genel olan ikinci anlamıyla, ideoloji toplumsal açıdan önemli belirli bir grubun veya sınıfın içinde bulunduğu durumu ve hayat deneyimlerini simgeleyen (doğru veya yanlış) inanç ve fikirlere karşılık gelir. İdeolojiyi bir tür kollektif, simgesel kendini ifade etme biçimi olarak görmek onun ilişkisel ya da çatışmaya dayanan yönünü henüz fark etmemiş olmak demektir. Bu nedenle ideolojinin çıkar çatışması durumlarında bu tür toplumsal grupların çıkarlarının meşrulaştırılması ve desteklenmesi anlamına gelen üçüncü bir tanımını daha yapmak gerekir.

 

Bu anlamıyla ideoloji, kendi çıkarlarını gözeten toplumsal güçlerin bir bütün olarak toplumsal iktidarın yeniden üretilmesinde merkezi önem taşıyan meseleler üzerinde çatıştığı ve çarpıştığı söylemsel alan olarak görülebilir.Bu tanım ideolojinin düşünmeye dayalı bilme yetisinin genellikle “rasyonalite dışı” çıkar ve isteklerin gözetilmesine tabi olduğu özellikle “eyleme dönük” bir söylem olduğu varsayımını içerebilir. Kuşkusuz bu nedenledir ki, ideolojik olarak konuşmak deyince halkın zihninde zaman zaman hakikati hiç de saygın olmayan amaçlar için feda etmeye hazır oluşu dile getiren nahoş bir fırsatçılık izlenimi canlanır. İdeolojinin dördüncü anlamı ise, grup çıkarlarının meşrulaştırılması ve desteklenmesi üzerindeki vurguyu korumasıdır. Bu da böylesi egemen ideolojilerin yöneticilerin isteklerine uygun tarzda toplumsal birlik sağlanmasına yardımcı oldukları ve ideolojilerin basit fikirlerin yukarıdan zorla benimsetilmesi meselesinden çok bağımlı kılınmış sınıf ve grupların vs. suç ortaklığını sağlama alma meselesi olduğu varsayımlarını içerebilir. İdeolojinin bu anlamı da hala bilgi kuramına ilişkin olarak tarafsızdır ve nitekim ideolojinin bir yönetici grup veya sınıfın çıkarlarını meşrulaştırmaya yardımcı olan fikir ve inançları simgelediği beşinci tanımıyla daha da sadeleştirilebilir. İdeolojinin altıncı anlamı yanlış veya aldatıcı inançların bir egemen sınıfın çıkarlarından değil bir bütün olarak toplumun maddi yapısından kaynaklandığına inanır ancak sınıf-kökensel açıklama yapmaktan kaçınır.

 

İdeoloji, egemen toplumsal grup veya sınıf iktidarını meşrulaştırmakla ilişkili olmakla birlikte insanların genel olarak ideolojik dediği bir inanç yapısı belirli bir egemen siyasi iktidar ile ilişkili değildir. Bu nedenle meşrulaştırılmış olarak ideoloji tezini, siyasi keskinliğin yitirileceği araçların kullanılmasının hoşgörülmesi noktasına kadar genişletme riski hatalıdır. İdeolojiyi ahlak, felsefe, din, resim gibi sembollere dayandırmak her zaman isabetli olmayabilir.

 

Her düşünce veya fikir sistemi ideolojik değildir. İdeolojiden söz edebilmek için düşünce sisteminin aynı zamanda eyleme yönelik bir özellik taşıması gereklidir. Vejeteryanlık, varoluşçuluk eyleme yönelik olan ve değer yargısı taşıyan düşünce sistemleridir. Ancak fikir sisteminin ideolojik olması için daha başka unsurlara ihtiyaç vardır. O da fikir sisteminin siyasi nitelik taşıdığı ve siyasi iktidar olayı ile ilgili olduğudur. Eyleme yönelik fikirler siyasi bir nitelik ve içerik kazandığında ideolojiye dönüşmektedir.

 

2-Grev

 

Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun 25/1.maddesine göre;“Grev” toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıktığında işçilerin topluca çalışmayarak işyerinde faaliyeti durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla aralarında anlaşarak ya da bir kuruluşun aynı amaçla çalışmaları için verdiği karara   uyararak işi bırakmalarıdır.

 

Memurların grev hakkını sendika hakkına dayalı olarak açıklayan görüşe göre, sendika kurma hakkı, toplu pazarlık ve grev hakkını kapsar ve bu üçünden biri olmadığı takdirde diğerlerinin etkisi ile işlevi büyük ölçüde azalır. Ancak bu üç hakkın olmazsa olmazı sendika kurma hakkıdır. Bir insan hakkı olan sendika hakkı diğer sosyal haklardan farklı olarak doğrudan doğruya uygulanabilir nitelik taşıyan haklar olması nedeniyle devletin olumlu edimini gerektirmez. Devletin görevi bunların kullanılmasına engel olmamak, zarar vermemek olup, karar alma sürecine demokratik katılım yollarından birisi de budur.

 

1982 Anayasasında Temmuz 1995 değişikliğine kadar memurların sendikal haklarına ilişkin bir düzenleme bulunmamakla birlikte imzalanan uluslararası sözleşmelerden dolayı pozitif hukuk yönünden Türkiye’de memur sendikacılığının temelleri zaten bulunmaktaydı. 1995 yılı Temmuz ayında yapılan anayasa değişikliği ile kamu görevlilerine sendika kurma hakkı açıkça tanınarak, anayasal güvenceye bağlanmıştır. Anayasanın 53/3. maddesi (ek. 23.07.1995-4121/4.maddesi)hükmü şöyledir:”128.maddenin ilk fıkrası kapsamına giren kamu görevlilerinin kanunla kendi aralarında cevaz verilecek olan ve bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları ile 54.maddesi hükümlerine tabi olmayan sendikalar ve üst kuruluşları, üyeleri adına yargı mercilerine başvurabilir ve idareyle amaçları doğrultusunda toplu görüşme yapabilirler. Toplu görüşme sonunda anlaşmaya varılırsa düzenlenecek mutabakat metni taraflarca imzalanır. Bu mutabakat metni, uygun idari veya kanunu düzenlemenin yapılabilmesi için Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Toplu görüşme sonunda mutabakat metni imzalanmışsa anlaşma ve anlaşmazlık noktaları da taraflarca imzalanacak bir tutanakla Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usuller kanunla düzenlenir”. Bu hükümle memurların sendika kurma hakkına kanunla izin verileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla anayasa ile getirilen sistem de, toplu sözleşme değil, toplu görüşme esas alınmaktadır. Toplu görüşme sonunda anlaşmaya varılması veya varılmamasına ilişkin noktalar bir tutanakla tesbit  edilecektir. Bundan sonrası için Bakanlar Kurulunun tam bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Tarafların tüm konularda anlaşmaya varması durumunda da imzalanacak mutabakat metni bağlayıcılık taşımaz. Bakanlar Kurulu kendisine sunulan metin üzerinde dilediği değişikliği yapabilir.

 

Kamu görevlilerinin hak yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi anayasal zorunluluk olduğundan, sendika kurma hakkının kullanılabilmesi ve giderek memurların greve gidebilmesi için kanuni düzenleme yapılması gerekir.

 

Anayasanın 128/1.maddesinde yer alan kanunla düzenleme ilkesi dikkate alındığında çerçeve nitelikli kanuni hükümle düzenleme getirilip konunun toplu iş sözleşmesi ile belirlenmesinin sözkonusu ilkeyi ihlal edip etmediği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

 

Bu konudaki bir görüşe göre, ülkemizin taraf olduğu 98 yılı ILO Sözleşmesinin kanun hükmünde olmasından dolayı bu hakkın uygulanması gerektiği söylenmişse de, 98 sayılı ILO Sözleşmesinde bu hakkın nasıl kullanılacağını yeterli açıklıkta gösterilmediği için doğrudan uygulama hukuki gücüne sahip değildir.

 

Bu konudaki diğer görüş, mevcut pozitif hukuki düzenlemelerden doğan durum ve anılan anayasal hükmün konuluş amacı gereğini dikkate almaktadır. Memurla idare arasındaki ilişkinin kanuni durum kuramına dayandığı dikkate alınırsa sözleşmeyi amaçlayan bir yorumun yapılması bizce isabetli değildir. Aksine uygulama için öncelikle anılan anayasa hükmünün değiştirilmesi gerekir.

 

Bilindiği gibi, 657 sayılı Kanunun 26. maddesinde; Devlet memurlarının Kamu hizmeti aksatacak tarzda memurluktan kasıtlı olarak çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelmelerine rağmen, Devlet hizmetlerini ve işlerini yavaşlatma veya aksatma sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaklanmıştır.

 

Yukarıdaki yasağa uymama halinde, Devlet memurluğundan çıkarma cezası uygulanır. Ayrıca, toplu eylem ve hareketlerde bulunma fiili, Türk Ceza Kanununun 236. maddesiyle de cezalandırılmıştır.

 

Ayrıca, Devlet memurlarının grev kararı almaları, grev tertiplemeleri, grev ilan ertelemeleri, bu amaçla propaganda yapmaları da, 657 sayılı Kanunun 27. maddesi ile yasak kapsamına alınmıştır. Bu yasağa uymayanlar da, Devlet memurluğundan çıkarılmakla beraber, ayrıca haklarında Türk Ceza Kanununun 236. maddesi gereğince cezai kovuşturma yapılır.

 

b-    Yasaklanmış her türlü yayını veya siyasi veya ideolojik amaçlı bildiri, afiş, pankart ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya bunları Kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek ;

 

c-     Siyasi partiye girmek ;

 

d-    Özürsüz olarak, 1 yılda toplam 20 gün göreve gelmemek ;

 

Memurun mesleki yükümlülüklerinden olan “görev başında hazır bulunma”nın en ağır ihlali Türk memur hukukunda özürsüz olarak bir yılda toplam en az yirmi gün göreve gelmeme olup, disiplin yaptırımı olarak devlet memuriyetinden çıkarmayı gerektiren bir durum sözkonusu olur. Yıl kavramından “takvim yılı” anlaşılmalıdır. Gün kavramından ise kanunu ifadesi karşısında kanımızca işgünü anlaşılamaz.Diğer taraftan devamsızlığın kesintili veya kesintisiz olmasının disipliner ihraç bakımından önemi yoktur. Önemli olan bir yıldaki özürsüz gelmeme toplamının en az yirmi günü bulmasıdır. Ancak sözkonusu devamsızlık aynı yıl içinde özürsüz ve kesintisiz en az on gün sürmüşse bu durumda yazılı müracaat şartı aranmaksızın çekilme isteğinde bulunulmuş sayılacağından Devlet Memurları Kanununun 94/1.maddesine göre, memura devlet memurluğundan çıkarma yaptırımının uygulanması (toplam devamsızlığın yirmi güne ulaşmadığı durumlarda) imkansız hale gelecektir. Çünkü burada disiplin yoluyla memuriyetten çıkarma düzeyine ulaşmamış ancak memuriyeti sona erdiren diğer bir durum sözkonusudur.

 

Devamsızlığın gün olarak toplam yirmi gün olması gerekli ve yeterlidir. Gün olarak değil fakat saat olarak memurun görevden uzak kaldığı saatlerin toplamı yirmi günü geçen yani sözgelimi ek mesai saatleri, gece çalışmasına vs. tabi olan memur kanunun ifadesi nedeniyle devlet memurluğundan çıkarılmamalıdır. (Danıştay 1.Daire Dairesinin 15.12.1983 tarih ve E:1983/309, K:1983/323 sayılı Kararı)

 

Göreve gelmemeden söz edilebilmesi için haklı bir neden ya da özürün bulunmaması gerekir. Seferberlik emri, tutukluluk, ya da gözaltına alınmada geçen süreler özür kavramı içerisinde değerlendirilir. (Danıştay 8.Dairesinin E:1991/2308, K:1992/1586 sayılı Kararı)

 

Görevden uzaklaştırılan memurun süre içerisinde göreve ilişkin yükümlülükleri askıya alınır. Memur fiilen görevden uzaklaşmış bulunduğundan görevi terk etme kasdından sözedilemez ve çekilmiş sayılmaya ilişkin hükümler uygulanamaz.

 

Kanundan doğan hakların kullanılması (örneğin, yılık, hastalık, mazeret izni gibi) özür sayılamaz.

 

Mahkumiyetini çekmek üzere cezaevine giren memurun durumu özür kavramı içerisinde değerlendirilmeli midir? Danıştay’a göre özürsüz kabul edilip çekilmiş saymak mümkün değildir. (Danıştay 5.Dairesinin 26.01.1984 tarih, E:1983/1126, K:1984/333 sayılı kararı) Mahkumiyetin niteliği ve süresi bakımından Devlet Memurları Kanununda öngörülen ve memuriyet koşullarının kaybı nitelik  ve derecesine ulaşıldığında koşullarda eksiklik gerekçesiyle idare memuriyete son verebilecekse de bu niteliğe ve süreye ulaşmayan mahkumiyet kararları ile bu durumdaki kişilerin durumlarının –tıpkı tutuklamada olduğu gibi- açıkça kanunda düzenlenmesinde fayda hatta zorunluluk bulunmaktadır.

 

e-     Savaş, olağanüstü hal veya genel afetlere ilişkin konularda, amirlerin verdiği görev ve emirleri yapmamak ;

 

Memurun itaat yükümlülüğüne aykırı disipliner ihraç yaptırımını gerektirecek düzeyine ulaşması mümkün olup savaş, olağanüstü hal veya genel afetlere ilişkin konularda amirlerin verdiği görev ve emirleri yapmamak buna bir örnek teşkil etmektedir. Dolayısıyla öncelikle “emir” kavramından ne anlaşılması gerektiği, içeriği ve kapsamı hakkında bilgi verme yararlı olabilecektir.

 

 

1-Emir ve İçeriği

 

Emir, hukuk tarafından kabul edilen genel veya özel üstünlük kudretine sahip kimsenin belirli bir davranışta bulunmasını empoze eden irade beyanı olarak tanımlanabilir. Emir, yetkili makam tarafından verilmelidir. Amirden sözedildiğine göre hiyerarşik düzene dayalı durum söz konusu olmakla birlikte, amir hiyerarşik olarak değil yetkisi dahilinde emir vermiş olmalıdır. Amir tek kişi olabileceği gibi birden fazla kişi de olabilir. Eğer emir verme konusunda birden fazla amir yetkili ise herhangi birisi de emir verebilir. Aynı amirin birden fazla verdiği emirler arasında farklılıklar var ise son emre uymak yeterlidir. Ancak, çeşitli derece ve konumdaki kimselerden verilen emirler arasında uyuşmazlık varsa derecesi en yüksek ve en üst amirin emrine uymak gerekir. Eğer aynı düzeyde farklı dereceler birbirinden farklı emirler vermişse memur yetkili makamın emrini yerine getirmelidir.

 

Emir konusunda Devlet Memurları Kanununun 125/E-(e) maddesinde belirtilen emir ile aynı kanunun genel hükümlerinde yer alan 11.madde karşılaştırıldığında 11/2.maddede yer alan emrin tekrarı görüşünden ziyade 11/4.maddede yer alan acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunda gösterilen istisnaların saklı olduğuna dair hükmün tamamlayıcısı olduğu söylenebilir. Bunun sonucu hüküm bazı amirlerin sorumluluktan kaçan memurları bahane ederek kamu hizmetlerinin aksamasını önlemeyi de sağlamaktadır.

 

Eğer açık düzenleme yoksa emir yazılı veya sözlü olabilir. İdari işlemlerin yazılı olması asıl olmakla birlikte ihraç sebebi olarak belirtilen söz konusu durumların uygulanması bakımından emrin sözlü olması da mümkündür.

 

Görev veya emrin konusu idarenin takdir yetkisinin artıp idari kolluk yetkisinin genişlediği savaş, olağanüstü hal veya genel afetlere ilişkin olmalıdır. Devlet Memurları Kanununda savaş ve olağanüstü halden sözedildiğine göre sıkıyönetim durumu da bunun içerisinde değerlendirilmelidir. Çünkü, sıkıyönetim olağanüstü halden daha vahim ve ağır olan kamu düzenini bozan durumların varlığı halinde uygulama alanı bulmaktadır. Yine seferberlik uygulamasına ilişkin görev ve emirler de bu kapsama dahil olmalıdır.

Genel afet, olağanüstü hal uygulamasına gerekçe olabilecek bir kavramdır. Kanun hükümleri dikkate alındığında emrin verilme zamanının bu konu dışında verilen bir emir veya görevin yapılmaması söz konusu bent bakımından disipliner ihraç sebebi oluşturmaz. Yine ortada kademe ilerlemesinin durdurulmasını gerektiren “verilen görev ve emirleri  bilerek ve isteyerek yapmamama” durumunun özel bir şekli sözkonusudur.

 

Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise memurun emri yerine getirmede emrin meşrutiyetini denetim hakkının olup olmadığı ve varsa bu hakkın sınırının ne olması gerektiğidir.

 

2-Memurun Emrin Haklılığını Tartışması

 

a-Şekli Denetim Görüşü

 

Buna göre amirin emri vermeye yetkili olup olmadığı, yetki sınırını aşıp aşmadığı, yazılı şekil şartı konulmuşsa buna uyulup uyulmadığı gibi hususlara bakılır. Ancak emrin sadece şekli yönden incelenip içeriği incelenmezse konusu suç teşkil eden emir, emir mekanizması ile uygulanmış olur.

 

b-Muhteva İtibariyle Denetim Görüşü

 

Buna göre memur, emrin içeriğini de denetlemelidir. Çünkü onun görevi objektif hukuka uymaktır. Ancak bu görüş kabul edilirse hiyerarşik düzen bozulabilir ve devlet içinde anarşi olabilir.

 

c-Emrin Tekrarı Görüşü

 

Bu görüşe göre, memur emri kanunlara, kamu haklarına ve devletin hayrına ve kendi görüşüne aykırı görür ise durumu normal bir şekilde amirine bildirmelidir. Amir ikna olmazsa ast itaat etmelidir. Böylece sorumluluktan kurtulur. Belirtelim ki tekrar edilen emir, memuru disiplin yaptırımından kurtarır. Ancak bu memurun alınacak önlem ve kararları meydana getiren şartların maddi unsurlarını memurun amirinden daha iyi bilmesi düşüncesinin gerçekleşmesi ile mümkün olabilir.

 

Anayasanın 137/1. ve Devlet Memurları Kanununun 11.maddeleri esas itibariyle emrin tekrarı kuralını benimsemiş ancak askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnaların saklı olduğu yine aynı hükümlerde belirtilmiştir. Konusu suç oluşturmayan emre amirin ısrarı halinde memurun uyması esastır. Aksi takdirde sorumluluk bahanesi ile her memur üstü tarafından verilen emirlerin kanuna aykırı olup olmadığını incelemeye kalkışacak olursa idarenin işgörme imkanı kalmaz ve devlet anarşiye sürüklenir.

 

Memurun bağlı bulunduğu kurum ve bu kurumda memurun konumu ile birlikte konunun değerlendirilmesi daha doğru bur yaklaşım olabilir. Kurum ya da örgüt türüne göre soruna bakıldığında; Dikey örgütlenme, buna “hiyerarşik” örgütlenme denir. Bu tip örgütlerde yönetme yetkisi tek bir makamda toplanmış olup, emirler üst makamdan alt makama doğru gider, otoriter bir nitelik taşır. Emir verenin sayısı az olduğu için işler daha kolay yürür. Üst kademelere gidildikçe otorite ve sorumluluk artar. Her memur bir üst kademeden emir alır. Dikey örgüt türünde dolaysız olarak uygulama yapma, çabuk karar alma, kesin sorumluları saptama ve disiplini sağlama gibi yararları vardır. Buna karşın uzman personelin görüşlerinden yararlanılmamaktadır. Yönetici örgüt içinde egemen konumdadır.

 

Görevsel örgütlenme söz konusu ise, bu tür örgütlenmede görevler gözönüne alınmakta, hiyerarşik sırayı izleme zorunluluğu bulunmamaktadır. Görevler dikkate alınarak birbiri ile ilgili olan birimler birbirlerine emirler verebilmektedir. Amaç, işlerin görülmesinde çabukluğu ve basitliği sağlamaktadır. Görevsel örgüt türü açık bir iş bölümü yapılmasına olanak sağlar, hiyerarşik sıra ve formaliteler belenmez, işler daha çabuk ve basit görülür, ekip halinde çalışma, elastikiyet ve yumuşaklık sağlanır. Bu tip örgütlenmenin sakıncalı yönü disiplin ve koordinasyonun sağlanmasında zorluk çekilebilir.

 

Dikey ve kurmay örgütlenme söz konusu ise, bu tür örgütlenme yürütme ve danışma organlarını aynı yapıda toplayan bir örgütlenme biçimidir. Buradaki “kurmay” tabiri danışma ve yardımcı birimler elemanlarını kapsamına almaktadır. Bir örgütü yalnız yürütme birimlerinin emirleri ile yönetmek olanaksızdır.  Danışma birimlerine de gereksinme vardır. Kurmay ve danışma birimleri emir ve kumanda doğrusuna dahil değildirler. Hiyerarşik birimler karar alan kesin karar yetkisine sahip organlardır. Danışma birimleri ise sadece görüş bildiren ve örgütün amaçlarına ulaşması için yardım eden birimlerdir. Dikey ve kurmay tipi örgütlenme uzmanlığa yer veren bir örgütlenme biçimidir. Bu tip örgütlenmede yöneticiler yetişmiş ve bilgili uzmanlara sahip olacakları için daha cesur karar alabilirler. Bu örgütlenme tipinin zayıf yönü danışmanlar arasında görüş ayrılıklarının bulunması durumunda işlerin yavaş yürümesi ile koordinasyonun zayıflamasıdır.

Komite tipi örgütlenme söz konusu ise, bu tip örgütlenmede karar alma ve yürütme yetkisi birkaç kişiden oluşan bir kurula verilmiştir. Kararlar tartışılarak, birden çok kişi ile alınır. Bu tip örgütlenme, işbirliği, uzmanlaşma, koordinasyonu basitleştirme, genel önerilere önem verme gibi üstünlüklere sahiptir. Sakıncalı yönü ise sorumluluk bölünmüştür, yöneticilik zayıftır, ödünlere yer verir, pratiğe elverişli değildir.

 

Yine bir örgüt içinde bilinen biçimsel kuruluş şeması dışında orada çalışan personelin birbirlerine çeşitli biçimde yakınlaşmalarından doğan biçimsel olmayan gruplar ve örgütler vardır. Biçimsel örgüte formel, resmi örgüt, biçimsel olmayan örgüte ise informel yada resmi olmayan örgüt denir. Biçimsel örgüt, yönetici ve memurların birbirleriyle ilişkilerinin yasal olarak saptandığı ve herkes tarafından bilinen örgüt biçimidir. Örgüt şeması içinde kimin kimden emir alacağı bellidir. Biçimsel olmayan örgüt ise, yasal ilişkilerin dışında personelin aynı dairede çalışmış olmaktan, benzer şeylerden hoşlanmak ya da sempati duymaktan, benzer niteliklere veya mesleki tecrübelere sahip olmaktan iler gelen yakınlaşma veya gruplaşmadır. Bu tip örgütlenmenin resmi veya hukuki yönü olmayıp, genellikle çalışmalarını saklarlar. İçlerinden birine yapılmış saldırı hepsine yapılmış sayılır. Bu tip örgütlenme örgüt için çok tehlikelidir, işler büyük ölçüde aksayabilir, huzur bozulabilir, memurlar arasında geçimsizlik çoğalabilir.

 

Memur yanılarak hataen kendi düşüncesini haklı veya doğru olduğunu sanarak emre uymamış olabililr.Ancak, emrin hukuka uygun olduğu sonradan anlaşılır ise bunun hukuki sonuçlarına katlanmak zorundadır.  Emir bir suç oluşturuyorsa memur esas itibariyle bunu yerine getiremez. Böyle bir konuda memurun yapılması kanunda suç olarak gösterilen bir fiil hakkında hataya düşmesi durumunda artık, fiili değil hukuku bilmeme veya yanlış yorumdan söz etmek gerekeceğinden, kanunu bilmemenin mazeret sayılamayacağını, bu nedenle memurun kanunun suç olarak belirttiği bir fiili bilmediğini veya yanıldığını ileri süremeyeceği açıktır.

 

Olağanüstü hal durumunda olağanüstü hal valisinin de belli disiplin yaptırımlarını, disiplin mevzuatında bu fiillerin disiplin yaptırımını gerektirip gerektirmediğine bakılmaksızın durumun ağırlığını dikkate alarak re’sen emir verme yetkisi de bulunmaktadır.

 

 

 

 

f-      Amirlerine, maiyetindekilere fiili tecavüzde bulunmak ;

 

g-     Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak ;

 

Kanun koyucu “memurluk sıfatı ile bağdaşmayan nitelik ve derecedeki yüzkızartıcı ve utanç verici hareketler”in neler olduğunu belirtmemiştir. Dikkat edilmesi gereken husus yargı kararı dışında soruşturmayı yapan idarenin bir fiili yüzkızartıcı olarak nitelendirebileceğidir. Bunun hangi eylemin memurluk sıfatı ile bağdaşmayan nitelikte ve yüzkızartıcı olduğunu belirleme konusunda idareye verilen takdir yetkisi bu konuda farklı uygulamaları beraberinde getirme tehlikesini taşımaktadır. Ayrıca kurumların niteliği ve özellikleri de farklı değerlendirmelere konu olabilir. Sözgelimi Emniyet mensupları bakımından genel kadınlarla yaşamak memuriyetten ihraç nedeni iken, bir başka kurumda çalışan memur için aynı fiil ihraç nedeni oluşturmayabilecektir.

 

Diğer taraftan “…. yüzkızartıcı harekette bulunmak…..”tan sözedilmekte sadece anılan nitelikli harekette bulunmak yeterli olmakta yani yüzkızartıcı bir “suçu” gerektiren eylem düzey ve yoğunluğunda olma gerekmemektedir.Oysa bu memur teminatına aykırı son derece genel bir düzenlemedir. Disipliner ihraç müessesesinin amacının, memur hukukunun ilke ve esasları ile bağdaştırılması güçtür. Bu uygulama idarenin belirlemesine göre, söz konusu yüzkızartıcı hareketin var olduğu iddiasıyla memur teminatının haksız şekilde ortadan kaldırılması tehlikesi taşımaktadır.

 

Yüzkızartıcı suçlar Devlet Memurları Kanununun 48/A-5.maddesinde; zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas’dan sözedilmekte, yüzkızartıcı suçların neler olduğu konusunda kanunda açık düzenleme bulunmamakta, bu konuda daha ziyade içtihatlar yol gösterici olmaktadır. Örneğin, Danıştay içtihatlarına göre söz gelimi zina yüzkızartıcı suç sayılmamaktadır. (Danıştay 5.Dairesinin, E:1989/2846,K:1992/2603 sayılı Kararı)

 

Bir görüşe göre“Gibi” terimi iki şekilde yorumlanmaktadır. Bir görüşe göre, “gibi”sözcüğüne rağmen sorunun maddede sayılan suçlarla sınırlı bir şekilde ele alınması gerektiği esasına dayanmakta ve en azından “nası ızrar”(bir kimsenin taşınır veya taşınmaz malına zarar vermek,tahrip veya imha etmek) ,“sarkıntılık” ve “zina” suçlarının bu kapsamda olmayacağını söylemektedir.

 

Diğer bir görüş ise, dilbilgisi ve yorum kurallarını esas alarak benzer suçları da bu kategoriye almakta ve kanundaki sayımın sınırlı olmadığını vurgulamaktadır. Kanun hükmü esas alınmalı lafza bağlı yorumdan (kanunun metnindeki kelimelere dayanılarak yapılan yorum) bir sonuca varılamıyorsa amaçcıl yorum yapılmalıdır. Eğer sınırlı sayım yapılmış olsaydı ayrıca “yüz kızartıcılık” kavramına ilişkin belirleme yapılmasına gerek kalmazdı. Dolayısıyla “gibi” kavramı örnekleyici olarak kabul edilmesi mevcut kanuni ifadenin zorunlu sonucudur. Ancak memur teminatı bakımından bizce olması gereken, yüzkızartıcı suç deyiminin metinden çıkarılıp bu nitelikli suçların kanunda tek tek sayımı yoluna gidilmesidir.

 

Süresi ne olursa olsun herhangi bir yüzkızartıcı suçtan mahkum olan kişinin memuriyetine idarece son verilir. Çünkü fıkrada hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarı değil suçun türü esas alınmıştır. Bu önemine rağmen anılan hükümde sınırlı bir sayımın yapılması memur teminatı bakımından isabetli değildir.

 

Türk Ceza Kanununun 419.maddesinde yer alan alenen hayasızca vaz-ı harekette bulunmak suçundan mahkum olan bir kimsenin Devlet Memurları Kanununun 98.maddesi hükümlerine göre görevine son verilemeyeceğine karar vermiştir. (Danıştay 1.Dairesinin 09.11.1993 tarih ve E:1983/220, K:1983/260 sayılı Kararı) Oysa bu suçtan mahkumiyet “memurluk sıfat ve onuru ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüzkızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak” olarak nitelendirilmeli ve disiplin yaptırımı olarak devlet memurluğundan çıkarmayı gerektirmelidir.

 

Danıştay’a göre idarenin bir suçun yüzkızartıcı suç niteliğinde bulunup bulunmadığını tesbitteki takdir yetkisi mutlak değildir ve “gibi” suçların maddede yer alan diğer suçlarla mukayese edilerek belirlenmesi gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ise yüzkızartıcı fiilleri toplumdaki ahlak anlayışı üzerine kurduğu söylenebilir.

 

Özel hayatın dokunulmazlığı ile memuriyet mesleğinin gerekleri arasında denge olmalıdır. Bu bağlamda kişinin seksüel alanı da disiplin hukukunda tartışma konusu olmuştur. Görevini layıkıyla yürüten fakat söz gelimi homoseksüel ya da lezbiyen olan memurun memuriyetine disiplin yoluyla son verilebilir mi? Genel olarak bu soruya verilecek cevap tamamen o ülkenin toplumsal ve kültürel koşulları ile yakından ilgilidir ancak eğer bu soruya olumlu yanıt verilecek olursa bunun tanım ve unsurlarının da gösterilmesi gerekir. Bunun dışında örneğin polis memurunun genel kadınlarla yaşaması memuriyete son vermeyi gerektiren bir disipliner ihraç sebebi olup örneğin Danıştay öğretim elemanlarının da özel hayatlarındaki yüzkızartıcı ve utanç verici hareketlerden korunmak zorunda olduklarını vurgulamaktadır. (Danıştay 10.Dairesinin, 05.04.1988 tarih ve E:1987/487, K:1988/576 sayılı Kararı)

 

Özel hayat ile disiplin fiilleri arasında bağ kurulmasında ihtiyatlı olunmalıdır. Çünkü mesleğin ifasına uygun düşmeyen davranışların belirlenmesi kimi durumlarda temel bir hakkı zedelemeden mümkün olmayabilir. Söz konusu fiillerin kurum içinde işlenmesi esas olmakla birlikte kurum dışında işlenmiş fakat etkileri kurum çalışmasını etkileyen fiiller Devlet Memurları Kanununun 131/son maddesine göre yine disiplin soruşturmasına konu olabilir.

 

Saygın ya da ağır başlı olma yükümlülüğünün bir gereği olarak memur; konuşma tarzı, nereye kadar gideceği bilme, olaylar karşısında göstereceği tepki, üslûp, tavır gibi hususlarda daima ölçülü olmalıdır. Bu yükümlülük üst ya da ast olan mesai arkadaşlarının yanısıra gitgide bütün kamu görevlilerine ve ilgili üçüncü kişilere kadar uzanır. Memurun ailesine karşı tutum ve davranışları da yerine göre disiplin hukukunun konusunu oluşturur.

 

Sürekli anormal ve aşırı davranışlara sahip memurun ölçülü olmasından sözedilemez. Bu husus yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da görevli memurlar bakımından geçerlidir. Yurtdışında devletin itibarını düşürecek veya görev haysiyetini zedeleyecek tutum ve davranışlarda bulunmak sözedilmektedir.

 

Hizmet dışındaki alkol tüketiminin ise çalışma gücünü ve hizmetin görülmesini etkilememesi gerekir. Özellikle çalışma saatinden kısa süre önce alkol tüketilmemesi gerekir. Diğer taraftan görev dışında olmakla birlikte bağımlılık yaratacak düzeyde alkol kullanılmasının memurun sosyal çevresinde yarattığı olumsuz etki ölçülü olma yükümlülüğünün ihlali olmakla birlikte disipliner ihraç bakımından bu durumun göreve olumsuz bir etkisinin olması gerekir.

 

Uyuşturucu hap gibi bağımlılık yaratan maddeler kullanma, anormal bir yaşam, kumar da duruma göre ölçülü olma yükümlülüğünün ihlali olarak kabul edilebilir.

 

Memur, düşünce ve kanaat özgürlüğü başta olmak üzere diğer bütün haklarını kullanırken de ölçülü olmak zorundadır. Danıştay 8.Dairesinin E:1993/1617, K:1993/4214 sayıyla verdiği kararda; “…. her vatandaşın anayasa ile teminat altına alınan düşünce ve kanaat özgürlüğü çerçevesinde gözlemlerini dile getirmek ve başkalarına iletmek hakkı vardır. Ancak bu hakkın toplumun tüm bireylerince eşit olarak ve aynı yoğunlukta kullanılmasına olanak yoktur. Devlet memuru olan kişilerin amirleri ve kamu görevlileri hakkındaki açıklamalarında bu hak ve özgürlükleri daha ölçülü ve daha özenli kullanmaları gerekir….” diyerek bu yükümlülüğe içtihati bir boyut kazandırmıştır. Ayrıca Danıştay 10.Dairesinin 03.12.1984 tarih ve E:1984/1773, K:1984/2029 sayılı kararı ile hizmet dışında ve izinli olunan dönemde resmi sıfatın gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak nitelikteki davranışların meslekten çıkarma yaptırımını gerektirmeyeceğine karar vermiştir.

 

h-    Yetki almadan gizli belgeleri açıklamak ;

 

Sır kavramı; terminolojik anlamı ile “sır” ile kimseye söylenmemesi ve gizli tutulması gereken şey anlatılır. Doktrinde “sır”, herkes tarafından bilinmeyen ve açıklanması sahibinin şeref ve menfaatine zarar verme tehlikesi gösteren hususlar olarak tanımlanmıştır. Buna göre sırrın sübjektif ve objektif olmak üzere iki unsuru bulunmaktadır.

 

Sübjektif unsurda sır sahibinin sır teşkil eden hususun üçüncü kişiler tarafından öğrenilmemesini isteme anlaşılır. Objektif unsur ise,  sır olan hususun esasen başkaları tarafından bilinmemesidir. Sır konusunun başkaları tarafından bilinmemesi veya belirli bir çevre tarafından bilinmesi gerekir. Bu çevredekilerin sayısı tamamen nısbidir. Bir kişi olabileceği gibi birden fazla kişi de olabilir.

 

Meslek sırrı ise, bir kimsenin  mesleği icabı öğrendiği ve başkalarına açıklamamsı gereken bilgilerin tümüdür. Memurun meslek sırrını koruması göreve ilişkin olumsuz yükümlülüklerindendir. Memurun meslek sırrını koruması sadece özel kişilere karşı değil, diğer kamu kurumlarına karşı da olmalıdır. Gizli bilginin açıklanmasında kamu yararı varsa ancak yetkili makam bu bilgiyi açıklamama yönünde emir vermişse memur bu bent itibariyle mutlak itaat gibi gerekçelerle kendisini savunmamalıdır. Konusu suç teşkil eden emir yerine getirilmez.

 

Devlet Memurları Kanununun 125/E-(h) bendine göre, yetki almadan gizli belgeleri açıklamak devlet memurluğundan çıkarma yaptırımını gerektirir. Bu konuyla ilgili olabilecek yine aynı Kanunun 31.maddesinde (Değ.12.05.1982-2670/11.Md.) ise memurlara konulan yasaklar içerisinde gizli bilgileri açıklama yasağı; “Devlet memurlarını kamu hizmetleri ile ilgili gizli bilgileri görevlerinden ayrılmış bile olsalar, yetkili bakanın yazılı izni olmadıkça açıklamaları yasaktır” şeklinde düzenlenmiştir. Her iki hüküm karşılaştırıldığında, disipliner ihraçlarda kamu hizmeti ile ilgili olup olmama bakımından bir ayrım yapılmamış iken, 31.maddede böyle bir ayrım yapılmış ve gizli bilgilerin kamu hizmeti ile ilgili olması öngörülmüştür.

 

i-       Siyasi ve ideolojik eylemlerden arananları görev mahallinde gizlemek

 

j-      Yurtdışında, Devletin itibarını düşürecek veya görev haysiyetini zedeleyecek tutum ve davranışlarda bulunmak ;

 

k-    5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanuna Aykırı fiilleri işlemek ;

 

5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanuna aykırı fiilleri işleyen memurlar disiplin yoluyla devlet memuriyetinden çıkarılır.

 

Bu düzenleme gerekli olmasının yanısıra anayasanın öngördüğü sistemi tamamlayan bir yönü de bulunmaktadır.

 

Danıştay “Sömürülen Atatürk Ve Atatürkçülük” adlı kitabında halkı basın yolu ile kin ve düşmanlığa sevk ve yeni yılda yakınlarına gönderdiği tebrik kartında siyasi ve ideolojik amaçla güttüğü iddiasıyla açılan disiplin soruşturmasında Bakanlık Yüksek Disiplin Kurulu’nca verilen devlet memuriyetinden çıkarma yaptırımının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/1.maddesinde yer alan düşünce düşünceyi açıklama hürriyetini devletin, vatandaşına taahhüt ettiğini, bu nedenle dilek ve temenni niteliğindeki düşünce açıklamalarının açık ve somut bir kışkırtma ve suça iteleme niteliği taşımadığını (Danıştay 5.Dairesinin, 22.09.1991 tarih, E:1986/1723, K:1991/1933 sayılı Kararı), siyasi nitelikli düşünce açıklamalarının görev dışında eyleme dökülmedikçe Devlet Memurluğundan çıkarmayı gerektirmeyeceğini vurgulamaktadır, (Danıştay 10.Dairesinin, 15.12.1987 tarih, E:1987/1401, K:1987/2024 sayılı Kararı)

5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında  Kanun kapsamındaki suçları işleyen memurlar, bu Kanundaki cezalara muhatap olmalarının yanı sıra, Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile de cezalandırılır.

 

Danıştay Beşinci Daire Kararı

                        Esas No                      : 1989/531

                        Karar No       :1990/1649

                        Tarih              : 04.10.1990

ÖZÜ: 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 117. ve 118. maddeleri, olumsuz siciller konusunda özel düzenleme getirdiğinden, bu konuda açılacak davalarda süre, anılan maddeler gözönünde tutularak hesaplanmalıdır.

 

Danıştay Beşinci Daire Kararı

                        Esas No                      : 1990/3713

                        Karar No       : 1990/1812

                        Tarih              : 17.10.1990

ÖZÜ: Memuriyetle bağdaşmayan tutum ve davranışları saptanan ve bu eylemleri nedeniyle disiplin cezası verilen davacının, adaylık süresinin dolması beklenmeden görevine son verilmesinde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.

 

Danıştay Sekizinci Daire Kararı

                        Esas No                      : 1991/1226

                        Karar No       : 1991/1465

                        Tarih              : 26.09.1991

ÖZÜ:  Amirine veya mahiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak eyleminde bulunan davacıya, davacının bu eylemlerinin karşılığı 1701 sayılı Kanunda yer almadığından 657 sayılı Kanunun 125/D-d maddesi uyarınca bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilmesinde kanuna aykırılık görülmemiştir

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Güncel Danıştay Kararları

Mar03
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay Onbirinci Dairesi,17.2.2016 tarihli ve E:2016/223; K:2016/583 ;“ 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu kapsamında emekli aylığı bağlanarak 30 fiili hizmet yılı üzerinden emekli ikramiyesi ödenen davacıya, 30 fiili hizmet yılından fazla süreler için emekli ikramiyesi ödenmesine engel olan yasal düzenleme Anayasa Mahkemesinin 25.12.2014 tarih ve E:2013/111, K:2014/195 sayılı iptal kararı ile ortadan kalktığından, 30 fiili hizmet yılından fazla süreler için  emekli aylığının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan aylık bağlamaya esas tutar üzerinden hesaplanacak emekli ikramiyesinin başvuru tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesi yolundaki İdare Mahkemesi kararının onanması gerekir.

 Danıştay Altıncı Dairesi, 11.11.2015 tarih ve E:2012/4044; K:2015/6627; “Uyuşmazlığa konu kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilen Atatürk Orman Çiftliğine ait taşınmazların yapılaşmaya açılan kısımlarının daha önce yürürlükte bulunan imar planında da kamu kurumu alanında kaldığı ve önemli bir kısmında Orman Genel Müdürlüğüne ait yapıların bulunduğu, 1. derece doğal sit özelliğinin 3. Derece doğal site çevrildiği ve tarihi sit özelliği taşımadığının koruma bölge kurulu kararıyla belirlendiği, ayrıca taşınmazların satış ve devrinin de söz konusu olmadığı, bu durumda 5393 sayılı Belediye Kanununun 73. maddesinde öngörülen hükümlere uygun olarak kamu hizmeti alanlarının oluşturulması amacıyla taşınmazın “T.C Başbakanlık Gazi Yerleşkesi (OGM) Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı” olarak ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararında şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı yönlerinden hukuka aykırılık bulunmadığı”

 Danıştay Altıncı Dairesi, 19.06.2015 tarih ve E:2014/7813; K:2015/4418; “2863 sayılı Kanunda korunacak taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının örnekleri ayrı ayrı sayılmış olup anılan taşınmazların ve koruma alanlarının kamulaştırılması gerekmekle birlikte bu kapsamda olmayan sit alanındaki taşınmazlar için kamulaştırma esasının benimsenmediği, bunun yerine takas imkanının getirildiği takasın yapılabilmesi için de 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı bulunması gerektiğinden sit alanı ilanından itibaren belirli bir sürede anılan koruma amaçlı imar planının yapılma zorunluluğunun olduğu, uyuşmazlıkta ise, kamulaştırılması zorunlu statüde bulunmayan ve yeryüzü şartlarından dolayı tasarruf etme imkanı bulunmayan taşınmazın 1. derece doğal sit alanı olması nedeniyle kullanılamamasından doğan bir zarardan söz edilemeyeceği bu durumda tazminat istemine ilişkin davanın reddi gerektiği “

 Danıştay Altıncı Dairesi, 26.05.2015 tarih ve E:2013/3623; K:2015/3467 ; “ Dava konusu parselin mevcut imar planı sınırları içerisinde yer almadığı dikkate alındığında yapılaşmaya elverişli olmayan bir alan için mülkiyet hakkının sınırlandığı iddiasının yerinde olmadığı, tarım arazisi vasfı olan bu alanda mevcut duruma göre zirai faaliyetlerin yapılabilmesi bakımından herhangi bir kısıtlılığın bulunmadığı, davacının uyuşmazlık konusu taşınmazdan yararlanmasının tamamen ortadan kaldırılmadığı dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden söz edilemeyeceğinden kısa mesafeli koruma alanında kalan taşınmazın kamulaştırılması istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı hakkında “

 

 

Yazıldı Yargı Kararları

Yer Değiştirme Yönetmeliği Hakkında

Şub29
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 26 Şubat 2016 günlü ve  29636    sayılı Resmi  Gazetede ;  2016/8516 Karar sayılı Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” in yürürlüğe konulması; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (Devlet Personel Başkanlığı)’nın 22/1/2016 tarihli ve 374 sayılı yazısı üzerine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 2 nci ve 72 nci maddelerine göre, Bakanlar Kurulu’nca 26/1/2016 tarihinde kararlaştırılmıştır.

DEVLET MEMURLARININ YER DEĞİŞTİRME SURETİYLE ATANMALARINA İLİŞKİN YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

MADDE 1- 19/4/1983 tarihli ve 83/6525 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

Vali, kaymakam, bölge müdürü, başmüdür, il ve ilçe müdürleri, emniyet müdürü, emniyet amiri, milli eğitim müdürü, defterdar, mal müdürü, kadastro müdürü, tapu sicil müdürü, Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü, Nüfus Müdürü ve bunların yardımcıları, taşra teşkilatında görevli şube müdürü, müdür, il ve ilçe müftüsü ve bunların yardımcıları ile koruma ve güvenlik hizmetlerini yürüten personelin, nüfusa kayıtlı olduğu ile veya Nüfusa kayıtlı olmamakla birlikte, en az 15 yıl müddetle devamlı olarak ikamet ettikleri ile atanmalarını engelleyen yönetmelik hükmü yürürlükten kaldırılmıştır.

Bazı memurların, nüfusa kayıtlı olduğu il’e atanmalarını engelleyen hüküm genel yönetmeliğin yanı sıra kurumsal düzeydeki nakil yönetmeliklerinde de yer almaktadır.

Bu nedenle Yönetmelik değişikliğine paralel olarak; Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Yöneticileri,  Karayolları Genel Müdürlüğü,  Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, SGK, İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığının Yer Değiştirme Yönetmeliklerinde yer alan benzer hükümlerin yürürlükten kaldırılmasına yönelik değişiklikler yapılması gerekmektedir.

               YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILAN MADDE

Madde 15 – (Değişik madde: 06/05/1992 – 92/3009 K.)

Vali, kaymakam, bölge müdürü, başmüdür, il ve ilçe müdürleri, emniyet müdürü, emniyet amiri, milli eğitim müdürü, defterdar, mal müdürü, kadastro müdürü, tapu sicil müdürü, Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü, Nüfus Müdürü ve bunların yardımcıları, taşra teşkilatında görevli şube müdürü, müdür, il ve ilçe müftüsü ve bunların yardımcıları ile koruma ve güvenlik hizmetlerini yürüten personel;

a) Kendisinin veya eşinin nüfusa kayıtlı olduğu il ve bu il’e bağlı ilçelere,

b) Nüfusa kayıtlı olmamakla birlikte, en az 15 yıl müddetle devamlı olarak ikamet ettikleri veya hizmetini olumsuz yönde etkileyecek maddi ilişkisinin bulunduğu il veya ilçeye, bu il’e bağlı ilçelere, ilçenin bağlı bulunduğu il ve bu il’e bağlı diğer ilçelere,

c) (Mülga bend)atanamazlar.

Ancak, son genel nüfus sayımına göre;

a) Ekli 1 Sayılı Cetvelde IV, V ve VI ncı bölge kapsamında belirlenen il merkezleri ile bunlara bağlı ilçe merkezlerinden nüfusu 50.000’i aşan yerlere,

b) Diğer il veya ilçe merkezlerinden nüfusu 100.000’i aşan yerlere,yapılacak atamalarda yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz.

Kurumlar hizmet gereği ve özelliklerini dikkate alarak ikinci fıkrada belirtilen sınırın üzerinde bir rakam tesbit edebilirler.

Yazıldı Güncel Mevzuat

Sınav Genel Yönetmeliği Hakkında

Şub29
2016
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Kamu Görevlerine ilk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğe İlişkin DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞININ AÇIKLAMASI

           Resmi Gazetede yayımlanan değişiklik sonrasında, ÖSYM’nin sonuç açıklama tarihini değiştireceğini ve bu sayede 2016 yılında mezun olacakların 2016/1 KPSS tercih işlemlerine başvurabileceğini belirtmiştir. Bilindiği üzere, 29/01/2016 tarihinde yapılan duyuruda 2016/1 merkezi yerleştirme işlemlerinde 2014 yılı KPSS sonuçlarının kullanılmasını ve 2016 yılı Haziran ayında mezun olacak adayların da bu yerleştirmede tercihte bulunabilmesini sağlamak amacıyla Başkanlığımızca “Kamu Görevlerine ilk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı” hazırlandığı ifade edilmişti. Bahsi geçen “Kamu Görevlerine ilk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”; 26/02/2016 tarihli ve 29636 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak bugün itibariyle yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Söz konusu değişiklik ile;

            1. KPSS’NİN sonuçlarının açıklanmasından itibaren geçerlilik kazanması sağlanarak, sınavın yapıldığı ve sonuçların açıklandığı tarihler arasında adayların bir önceki KPSS sonuçlarını kullanabilmeleri temin edilmiştir.

2. 2017 yılından itibaren KPSS A Grubu sınavlarında birtakım düzenlemeler yapılabilmesi için, A Grubu kadrolara başvuru açısından 2016 KPSS puan türlerinin geçerlilik süresi bir yıl olarak belirlenmiştir.

Yönetmelikteki bu değişiklikle birlikte, ÖSYM Başkanlığı tarafından daha önce 9 Haziran 2016 olarak belirlenen 2016 KPSS Lisans sonuç açıklama tarihi de değiştirileceğinden, 2016 yılı Haziran ayında mezun olacak adayların 2016/1 merkezi yerleştirmelerinde 2014 yılı KPSS sonuçları ile tercih yapmaları sağlanmış olacaktır.

Bu nedenle 2016 yılında mezun olacak adayların 2016/1 yerleştirmelerine başvuramayacağına yönelik olarak basında yer alan haberlere itibar edilmemelidir.

Başkanlığın bahsettiği yönetmelik değişikliği 26 Şubat tarihli Resmi Gazetede yayımlandı. Yayımlanan değişikliğe göre, sınav sonuçları, bir sonraki sınavın yapıldığı tarihe kadar değil, bir sonraki sınav sonuçlarının açıklandığı tarihe kadar geçerli olacaktır. Hali hazırdaki ÖSYM açıklamasına göre, 2016 KPSS Lisans sonuçlarının açıklanma tarihi 9 Haziran’dır. Tüm bu gelişmeler sonrasında, Devlet Personel Başkanlığının yukarıdaki açıklamasında; KPSS sonuç açıklama tarihinin de değişeceğini, bu sayede de 2016 mezunlarının 2016/1 KPSS tercihlerine 2014 KPSS puanlarıyla başvuru yapabileceği anlaşılmaktadır.

Yazıldı Güncel Mevzuat
Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız