• ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • HİZMETLERİMİZ
  • SEMİNERLER
  • Mevzuat Takip Programı
  • YAYINLARIMIZ
  • Soru / Cevap
  • İLETİŞİM
Follow

2016 YILINDA UYGULANACAK ASGARİ GEÇİM İNDİRİMİ MİKTARLARI BELİRLENDİ

Ara22
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Ocak ayı tüm çalışanlar için zam ayı olacak. Çalışanlar, işverenlerin yapacağı zammın yanı sıra, asgari ücretteki artıştan da etkilenecek. Maaşlara eklenen asgari geçim indirimi, asgari ücret zammıyla yükselecek. Bekar çalışan 90 lira yerine 123 lira, eşi çalışmayan 4 çocuklu ise 153 lira yerine 210 lira asgari geçim indirimi almaya başlayacak. Çalışanların maaşlarından kesilen gelir vergisinde yapılan geri ödemelerden oluşan asgari geçim indirimi tutarı, her yıl Ocak ayı için belirlenen brüt asgari ücret üzerinden hesaplanıyor. İkinci 6 ayda asgari ücret değişecek olsa bile, asgari geçim indirimi yılda bir kez hesaplanıyor ve bütün yıl bu rakam geçerli oluyor.

Asgari geçim indiriminin tutarı, çalışanın evli olup olmamasına ve çocuk sayısına göre değişiyor. Yine evli olup da eşi sigortalı olan çalışanlar için de rakamlar farklılık gösteriyor.

 TUTARLAR BELLİ OLDU

                Ocak ayında net bin 300 liraya çıkacak asgari ücretin brütü ise bin 647 lira olacak. Buna göre yapılan hesaplamaya göre; bekar çalışanın asgari geçim indirimi 90 liradan 123 liraya ulaşacak. Asgari geçim indirimi; evli, eşi çalışmayan, çocuksuz kişi için 108 liradan 148 liraya, evli, eşi çalışmayan, 1 çocuklu kişi için 121 liradan 166 liraya, evli, eşi çalışmayan, 2 çocuklu kişi için 135 liradan 185 liraya, evli, eşi çalışmayan 4 çocuklu kişi için ise 153 liradan 210 liraya yükselecek. Evli ve eşi çalışan kişiye de, çocuksuz ise 90 lira yerine 123 lira, 1 çocuklu ise 103 lira yerine 142 lira, 2 çocuklu ise 117 lira yerine 160 lira, 4 çocuklu ise 135 lira yerine 185 lira ödenecek.

Yazıldı Güncel Mevzuat

6245 Sayılı Kanun

Ara15
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

25.11.2105 gün,E.2015/13,2015/108 sayılı Anayasa Mahkemesi kararıyla ; 6245 sayılı Kanunun 33.maddesinin (d ) bendinde yer alan,”………………ve her defasında on gün ile sınırlı olmak……………..”  ibaresini Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Buna  ilişkin karar 15.12.2015 gün ve  29563 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır.

Yazıldı Güncel Mevzuat

Danıştay 8. Daire, E. 1998/1426, K. 2000/4362, T. 06.06.2000

Ara10
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

             

ÖZÜ: Kamu yararına ayrılmış olan belediye taşınmaz mallarının bir hizmete tahsisi, tahsis şeklinin değiştirilmesi veya akar haline dönüştürülmesinin belediye meclisinin yetkisinde olduğu belirtilmiştir. Ancak, bir taşınmazın kamu yararına tahsis edilebilmesi için; kamu yararı amacının, yani tahsis edilme amacının, açık ve kesin olarak belirtilmesi, somut gerekçelere dayandırılması ve bu amaca elverişli olması gerektiği açıktır. Olayda, söz konusu tahsis kararının, somut bir ihtiyacın giderilmesine yönelik olarak ve somut gerekçelere dayanılarak alınması gerekirken, belediye meclisince ileri sürülen kullanılma amaçları gözönüne alındığında, aynı anda uygulanması mümkün olmayan ve birbiriyle çelişen ihtiyaçlar gerekçe gösterilerek alındığı görülmektedir. Bu durumda, somut bir ihtiyacın giderilmesine yönelik olmadığı görülen, meclis kararı uyarınca, taşınmazın tahsis şeklinin değiştirilmesinde kamu yararına uyarlık bulunmamaktadır.

İstemin Özeti: Mülkiyeti davalı idareye ait olan ve davacıların kiracısı olduğu, otopark içindeki otel ve pastanenin tahsis şekli değiştirilerek, akar halden çıkarılıp, kamu yararına tahsisine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada; belediyelerin, konukevi ve barınmaevi yapmaya ve de taşınmazların tahsis şeklini değiştirmeye yetkili olduğu, dava konusu olayda, söz konusu taşınmazın, somut bir amaca ve gerçek bir ihtiyaca cevap vermek üzere misafirhane ve barınma evi olarak tahsis edildiği, Konya 3. Sulh Mahkemesinin E:1996/279 sayılı dosyasında yapılan bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan raporda da, taşınmazların teknik olarak, belirtilen hizmetleri görmeye uygun olduğunun belirtildiği, sonuç olarak davalı idarenin taşınmazın tahsis şeklini değiştirme yetkisi olduğundan, bu yetki somut bir amaca yönelik kullanıldığından ve taşınmazlar bu amaca hizmet etmeye uygun olduklarından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden Konya İdare Mahkemesinin 22.10.1997 gün ve 978 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu, karara dayanak oluşturan sosyal hizmetler ihtiyaç raporuna ilişkin Konya 3. Sulh Ceza Mahkemesi kararının, Yargıtay 6. Dairesince ve daha sonra Hukuk Genel Kurulunda, sosyal ihtiyaç raporunun birbiriyle çelişir tarzda hazırlandığı ve kullanılma amacı itibariyle birbirine ters düştüğü ve ters uygulama amacı sebebiyle davacının ihtiyacında samimi olmadığı gerekçesiyle bozulduğu öne sürülerek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

3194 sayılı İmar Kanununun 3. maddesinde herhangi bir sahanın her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamayacağı kuralı yer almıştır. Davacının kiracısı olduğu belediye oteli, lokanta ve pastanenin akar halinden kamu yararına çevrilmesinde belediye meclisinin yetkisinin bulunduğu şüpheden uzak ise de; bu işlem sözü edilen tesisten gelir elde edilip edilmemesine ilişkin olup, binanın başka amaçla kullanılmasının imar planında tahsis amacının değiştirilmesi ile mümkün bulunduğu İmar Kanununun yukarıda metni açıklanan buyurucu hükmü gereğidir. Olayda ise, imar planında öngörülen kullanım amacı doğrultusunda imar planı değişikliği yapılmadığı dosyadan anlaşılmaktadır. İdare Mahkemesince; dava konusu taşınmazın somut bir amaca ve gerçek bir ihtiyaca cevap vermek üzere misafirhane ve barınma evi olarak tahsis edildiği, Konya 3. Sulh İdare Mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda, taşınmazların teknik olarak, belirtilen hizmetleri görmeye uygun olduğunun belirtildiği, sonuç olarak taşınmazın tahsis şeklini değiştirme yetkisi bulunan belediye meclisince, bu yetki somut bir amaca yönelik kullanıldığından ve taşınmazlar bu amaca hizmet etmeye uygun olduklarından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmayarak dava reddedilmiştir.

3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Yasanın ve bu yasada hüküm bulunmayan konularda gönderme yaptığı 1580 sayılı Belediye Yasasında; sosyal ve kültürel hizmetleri yerine getirmek, dinleme yerleri, barınma evleri yapmak gibi faaliyetler belediye görevleri arasında sayılmıştır. Yine 1580 sayılı Yasanın 70/11. maddesinde, kamu yararına ayrılmış olan belediye taşınmaz mallarının bir hizmete tahsisi, tahsis şeklinin değiştirilmesi veya akar haline dönüştürülmesinin belediye meclisinin yetkisinde olduğu belirtilmiştir. Ancak, bir taşınmazın kamu yararına tahsis edilebilmesi için; kamu yararı amacının, yani tahsis edilme amacının, açık ve kesin olarak belirtilmesi, somut gerekçelere dayandırılması ve bu amaca elverişli olması gerektiği açıktır. Öte yandan, İdare Mahkemesince verilen karara dayanak oluşturan bilirkişi raporu uyarınca Konya 3. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen tahliye kararını bozan Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin kararı ve anılan mahkemenin direnme kararını bozan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarında; ihtiyaç nedeniyle tahliyeye karar verebilmek için, ihtiyacın gerçek ve samimi olduğunun kanıtlanması gerektiği, belediyenin kendi lehine düzenlenmiş bulunan rapora dayanarak tahsis kararı almış olmasının tek başına ihtiyacın varlığını göstermeyeceği, ayrıca bilirkişi raporlarında bu konuda kesin kanaat vermekten uzak olduğu, belediyenin ihtiyaç nedenini açık ve seçik olarak belirlenmemiş ve bir çok neden göstermiş olmasının da samimi olmadığı kanaatini uyandırdığı belirtilmektedir. Olayda, söz konusu tahsis kararının, somut bir ihtiyacın giderilmesine yönelik olarak ve somut gerekçelere dayanılarak alınması gerekirken, belediye meclisince ileri sürülen kullanılma amaçları gözönüne alındığında, aynı anda uygulanması mümkün olmayan ve birbiriyle çelişen ihtiyaçlar gerekçe gösterilerek alındığı görülmektedir. Bu durumda, somut bir ihtiyacın giderilmesine yönelik olmadığı görülen, meclis kararı uyarınca, taşınmazın tahsis şeklinin değiştirilmesinde kamu yararına uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; Konya İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, 6.6.2000 gününde oybirliği ile karar verildi.

Yazıldı Yargı Kararları

2016 MALİ YILI BÜTÇESİNDE ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER

Ara07
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Belediyelerimizde çalışan işçi ve memurların ücretlerinde bilinenlerin dışında önemli değişiklikler/artışlar olacağı kesindir. Bütçelerin  meclisten geçmesi ve kabulü nedeniyle öngörülen personel giderlerinde öngörülmeyen ciddi artışlar olacağı ve  bütçelere önemli bir yük getireceği kesindir.Bu nedenle  Mali Hizmetler Müdürlüklerinin çeşitli artış modelleri üzerinde çalışmaları ve gelecek yükü önceden  bilmelerinde yarar vardır. Bu çalışmadaki açıklamaların yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bilindiği gibi, çalışanların ücretlerinden kesilecek gelir vergisi miktarından indirilmesi nedeniyle aylık net ücrette artış sağlayan “asgari geçim indirimi”, takvim yılı başında geçerli olan brüt asgari ücret rakamına göre belirlenmektedir. Bu nedenle, “brüt asgari ücrete” gelecek zam, kamu çalışanlarının net maaşlarının da artması anlamına da geliyor.

2016 yılında asgari ücret ne kadar olacak?

Hükümetin seçim vaatleri arasında, asgari ücretin net 1300 TL’ye çıkarılacağı vaadi de yer almış ve seçim sonrası yapılan açıklamalarda da bu vaadin tutulacağı belirtilmektedir. Ancak, asgari ücretin brüt olarak belirlenmekte olması nedeniyle, net asgari ücret 1300 TL olacak şekilde belirlenecek brüt asgari ücretin miktarının ne kadar olacağı, Asgari Geçim İndirimine etkisinden dolayı önemlidir. Hükümetin net asgari ücret rakamı konusundaki düşüncesine göre, üç farklı brüt asgari ücret rakamından biriyle karşılaşmak mümkün olabilir.

Net asgari ücretin 1300 TL olma hesabı yapılırken;

**Çalışanların yararlandığı asgari geçim indirimi tutarı dahil edilmeden hesaplama yapılırsa, brüt asgari ücret 1818,41 TL olacaktır.

**Çalışanların yararlandığı asgari geçim indirimi en düşük tutarda(bekar/eşi çalışan ve çocuksuz) dahil edilerek hesaplama yapılırsa, brüt asgari ücret 1645,76 TL. olacaktır.

**Bu tutara, çalışanların yararlandığı asgari geçim indirimi en yüksek tutarda (evli eşi çalışmayan ve 3 çocuklu) dahil edilerek hesaplama yapılırsa, brüt asgari ücret 1543,19 TL olacaktır.

Öte yandan, 2016 yılında uygulanacak asgari ücretin brüt miktarının; işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından Aralık ayında belirlenecek olması nedeniyle, şimdiden konuşulan her rakam tahmin ve temenniden ibaret olacaktır.

2016 yılında asgari geçim indirimi tutarları ne kadar olur?

1 Ocak 2016 tarihinden itibaren geçerli olacak asgari ücretin net miktarı 1300 TL olarak belirlenmek istese bile, bu rakama nasıl ulaşılacağı konusunda izlenecek yöntem, 2016 yılında uygulanacak Asgari Geçim İndirimi miktarlarını farklılaştıracaktır.

Asgari Ücretin Net 1300 TL olacağı varsayımıyla, bu rakama ulaşılması için kararlaştırılacak Brüt Asgari Ücret rakamının belirlenmesinde, izlenebilecek olası yollardan hareketle hesaplanan Asgari Geçim İndirimi tutarlarına aşağıdaki tabloda yer verilmiştir.

1 OCAK 2016 TARİHİNDEN GEÇERLİ OLACAK BRÜT ASGARİ ÜCRET RAKAMINA GÖRE 2016 AGİ TUTARLARI

EŞ VE ÇOCUK DURUMU

ASGARİ GEÇİM İNDİRİMİ

2015

Brüt Asgari Ücret (1/1/2016)

1543,19 TL olursa

1645,76 TL olursa

1818,41 TL olursa

Bekar / çocuk yok

90,11

115,74

123,43

136,38

Bekar / 1 çocuk

103,63

133,10

141,95

156,84

Bekar / 2 çocuk

117,15

150,46

160,46

177,29

Bekar / 3 çocuk

135,17

173,61

185,15

204,57

Bekar / 4 çocuk

144,18

185,18

197,49

218,21

Bekar / 5 çocuk

153,19

196,76

209,83

231,85

Evli, eşi çalışıyor / çocuk yok

90,11

115,74

123,43

136,38

Evli, eşi çalışıyor / 1 çocuk

103,63

133,10

141,95

156,84

Evli, eşi çalışıyor / 2 çocuk

117,15

150,46

160,46

177,29

Evli, eşi çalışıyor / 3 çocuk

135,17

173,61

185,15

204,57

Evli, eşi çalışıyor / 4 çocuk

144,18

185,18

197,49

218,21

Evli, eşi çalışıyor / 5 çocuk

153,19

196,76

209,83

231,85

Evli, eşi çalışmıyor / çocuk yok

108,14

138,89

148,12

163,66

Evli, eşi çalışmıyor / 1 çocuk

121,65

156,25

166,63

184,11

Evli, eşi çalışmıyor / 2 çocuk

135,17

173,61

185,15

204,57

Evli, eşi çalışmıyor / 3 çocuk

153,19

196,76

209,83

231,85

 

Yazıldı Güncel Mevzuat

Hizmet Süresine Dair Soru-Cevap

Ara04
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

               TSK da astsubay olarak  görev yaparak, 15 yıl sonra   kendi isteğinle ayrılan ve açıktan atama yoluyla belediyede memuriyete giren bir kişinin,926 sayılı Kanuna göre  Türk Silahlı Kuvvetlerinde geçen süresi   Görevde Yükselme Yönetmeliğindeki  deki görev süresine  dahil edilebilir mi ?

Mahalli İdareler Personelinin Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Yönetmeliğin 6. maddesi şu şekildedir: “Bu Yönetmelik kapsamındaki kadrolara atanabilmek için son müracaat tarihi itibariyle 5 inci maddede öngörülen alt görevlerde toplam en az bir yıl çalışmış olmak.” Ancak yeni kurulan mahalli idarelerde, ilk yıl bu süre şartı aranmayacağı belirtilmiştir.

Bu hüküm, Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelik’in 6.maddesinde yer alan “Kurumlar, görevin niteliği itibarıyla görevde yükselme suretiyle atanacak personel için bulunduğu kurumda veya diğer kurumlarda alt görevlerde çalışmış olma şartı ve süresi arar.” hükmüyle uyumludur. Ancak maddenin devamında yer alan, “İlan edilen kadro veya pozisyon için bu şartı sağlayan personel bulunmaması durumu hariç olmak üzere, bu sürelerin en az altı ayının atamanın yapılacağı kurumda geçmiş olması esastır.” hükmü ile birlikte değerlendirildiğinde, Yönetmeliğin 6. maddesindeki bu düzenlemede bir anlatım hatası  olduğu  kanısı yaygındır. Çünkü; bu maddede yer alan “alt görevlerde toplam en az bir yıl çalışmış olmak” şartının “görev yapılan mahalli idaredeki alt görevlerde toplam en az bir yıl çalışmış olmak” olarak ele alınması gerekmektedir. Zira, Mahalli İdareler Görevde Yükselme Yönetmeliğinin 7 nci maddesinde her bir unvanlı kadro için aranan alt görev süreleri, yardımcı hizmetler grubunda yer alan kadrolar için 4 yıl; diğerleri için 2 yıl olarak belirlenmiştir. Genel Yönetmeliğin 6. maddesinin ikinci fıkrasında da “Kurumlar atanılacak görevin niteliği itibariyle aranacak hizmet sürelerini, Devlet Memurları Kanununun 68 inci maddesinin (B) bendi hükümlerine göre değerlendirerek kendi kurumlarında ve diğer kurumlarda geçen süreleri dikkate alarak belirler.” hükmü bulunmaktadır.

 

Bu bilgiler ışığında, örnek olarak, 4 üncü dereceli “şef” kadrosuna atanabilmek için:

1- 657 sayılı Kanun’un 68/B maddesi çerçevesinde, lisans mezunu olunması durumunda en az 8 yıl toplam hizmet süresinin bulunması gerekir; astsubay olarak geçirilen 15 sene bu süreden sayılır.

2- Mahalli İdareler Görevde Yükselme Yönetmeliğinin 6.maddesi çerçevesinde, görev yapılan belediyede en az 1 yıl çalışılması gerekir; astsubay olarak geçirilen süre bu süreden sayılmaz.

3- Mahalli İdareler Görevde Yükselme Yönetmeliğinin 7.maddesinin e/2 bendi çerçevesinde, “bilgisayar işletmeni, veri hazırlama ve kontrol işletmeni, veznedar, ambar memuru, ayniyat memuru, belediye trafik memuru, bilet satış memuru, evlendirme memuru, gemi adamı, koruma ve güvenlik görevlisi, gişe memuru, memur, mutemet, sayaç memuru, tahsildar, şoför” kadrolarında ayrı ayrı veya toplam en az 2 yıl çalışılması gerekir; astsubay olarak geçirilen süre bu süreden sayılmaz.

Özetlemek gerekirse, 926 sayılı Kanun’a tabi astsubay olarak geçirilen hizmet süreleri , “toplam hizmet süresinden” sayılır; ancak, “kurumda geçen hizmet süresinden” ve “alt görev şartı ve süresinden” sayılması mümkün değildir.

Yazıldı Soru / Cevap

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 2012/145 E. 2013/622 K.13.05.2013

Ara04
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

               ÖZÜ: Gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse de Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da açıkça vurgulandığı şekilde, taraflar arasında şayet abonelik ilişkisi var ise, katı atık ve/veya atık su bedelinin vergi benzeri mali yükümlülük olmayıp, idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alınan bir ücret olduğu yolundaki kabulün sonuçları itibariyle tarife kararlarının yargısal denetiminin idare mahkemelerinin, abonman sözleşmesinden doğan bir alacak-borç ilişkisi kapsamındaki atık su bedeline ilişkin davaların  ise adli yargı yerinde görülüp çözümlenmesi gerekir.

Dava, davalı Zonguldak Belediye’si tarafından 18.11.2009 gün, 133 sayılı Meclis Kararına istinaden, Mithatpaşa Mahallesi, Ankara Caddesi No:12 Merkez/Zonguldak adresinde bulunan iş yeri ile ilgi olarak davacı adına 2010 yılı için belirlenen toplam 2.832,00 TL tutarındaki katı atık, toplama taşıma ve bertaraf ücreti ödenmesine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır.03/07/2005 gün ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun ‘’Belediyenin Yetkileri ve İmtiyazları’’ başlıklı 15. maddesinin (d) bendinde,özel kanunları gereğince belediyeye ait vergi, resim, hA., katkı ve katılma paylarının tarh, tahakkuk ve tahsilini yapmak; vergi, resim ve hA. dışındaki özel hukuk hükümlerine göre tahsili gereken doğal gaz, su, atık su ve hizmet karşılığı alacakların tahsilini yapmak veya yaptırmak belediyenin yetki ve imtiyazları arasında sayılmıştır.2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun ‘’Ücrete Tabi İşler’’ başlıklı 97.maddesinde; ‘’Belediyeler bu Kanunda hA. veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet (…)  için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediye’ye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir.’’ hükmü yer almakta olup, kanuna 15.7.1993 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 3914 sayılı Kanunla eklenen ve “Çevre Temizlik Vergisi” başlığını taşıyan mükerrer 44.maddesinde de; belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bulunan ve belediyelerin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden yararlanan konut, işyeri ve diğer şekillerde kullanılan binaların çevre temizlik vergisine tabi olduğu, çevre temizlik vergisinin katı atıklar için maddedeki tarifeye göre hesaplanacağı, belediyelerin, atık su ile ilgili olarak da, katı atıklarla ilgili tarifede yer alan bina gruplarını topluca veya ayrı ayrı dikkate almak suretiyle su tüketim bedelini aşmamak üzere meclislerince belirlenecek miktarda çevre temizlik vergisi alacakları, atık su ile ilgili çevre temizlik vergisinin su tüketim bedeli ile birlikte tarh ve tahakkuk etmiş sayılacağı ve bu bedel ile birlikte tahsil edileceği, su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan belediyelerde ise atık su bedellerinin tahsiline ilişkin uygulamanın kendi kanunlarındaki hükme bağlı olduğu hükmüne yer verilmiştir. Belediye, belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisini ifade etmektedir. Böyle olmakla birlikte, bu kuruluşun kişilere sağladığı hizmete ilişkin işlem ve eylemlerinin yargısal denetimini yapacak yargı düzenini belirleyebilmek için, işlem ya da eylemin özel hukuk ilişkilerinden veya kamusal yetkilerin kullanılmasından doğup doğmadığına bakmak gerekir. Dosyanın incelenmesinden, davalı Zonguldak Belediyesi’nce 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 11.maddesinde yer alan, ‘’… Büyükşehir belediyeleri ve belediyeler evsel katı atık bertaraf tesislerini kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmekle yükümlüdürler. Bu hizmetten yararlanan ve/veya yararlanacaklar, sorumlu yönetimlerin yapacağı yatırım, işletme, bakım, onarım ve ıslah harcamalarına katılmakla yükümlüdür. Bu hizmetten yararlananlardan, belediye meclisince belirlenecek tarifeye göre katı atık toplama, taşıma ve bertaraf ücreti alınır. Bu fıkra uyarınca tahsil edilen ücretler, katı atıkla ilgili hizmetler dışında kullanılamaz.’’ hüküm gereği 18.11.2009 gün, 133 karar sayılı meclis kararına istinaden Mithatpaşa Mahallesi, Ankara Caddesi No:12 Merkez/Zonguldak adresinde bulunan iş yeri ile ilgi olarak davacı adına 2.832,00 TL tutarında katı atık, toplama taşıma ve bertaraf ücreti belirlendiği anlaşılmıştır.Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için iptali istenilen katı atık, toplama taşıma ve bertaraf ücretinin vergi, resim, hA. ve benzeri mali yükümlülük olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.Su abonesi olmayan kişi hakkında İSKİ Tarifeler Yönetmeliği hükümlerine göre tahakkuk ettirilen atık su bedeline ilişkin faturanın iptali istemiyle açılan bir davada; İSTANBUL 3. VERGİ MAHKEMESİ’nce, dava konusu bedelin vergi, resim, hA. benzeri mali yüküm olduğu kabul edilmek suretiyle işin esası hakkında verilen kararı temyizen incelemekte olan DANIŞTAY DOKUZUNCU DAİRESİ tarafından, iş yerinde yer altı suyunun kullanılması nedeniyle İSKİ tarafından istenen atık su bedelinin vergi, resim, hA. benzeri mali yükümlülük olmayıp, akdi nitelik taşıdığı kanaatine varıldığından bahisle temyiz incelemesi ertelenerek, 2247 sayılı Yasa’nın 20. maddesine göre görevli yargı yerinin belirlenmesi için başvuruda bulunulması üzerine, UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ HUKUK BÖLÜMÜ; 14.10.1991 gün ve E:1991/29, K:1991/29 sayı ile, gerek 2560 sayılı Yasa’nın 23. maddesi gerekse buna dayanılarak çıkarılan İSKİ Tarifeler Yönetmeliği’nin 5,16 ve 17. maddelerinde, İSKİ’ye ait kanalizasyonu kullananlardan atık su bedelinin tarifeye göre alınacağının açıkça belirtildiği ve bunun taraflar arasında bir sözleşmeye dayandırılacağının hükme bağlandığı, buyurucu nitelikteki bu hükmün sözleşme yapılmaksızın atık su üretenleri de sözleşme yapmakla yükümlü kıldığı, bu hükme uymayanların sözleşme yapma durumunda olmaları nedeniyle atık su bedeli ödemekten kaçınmalarına olanak bulunmadığı, sözleşmeden kaçınmanın söz konusu bedelin ödenmesinden kurtulma sonucunu doğurmayacağı ve bunların da sözleşmeli sayılmalarının gerektiği, öte yandan Yasa ve Yönetmelik ile öngörülen usul ve esaslara göre İSKİ tarafından düzenlenen tarifelerle tespit edilen atık su bedelinin Anayasa’nın 73. maddesinde öngörüldüğü biçimde kanunla konulan vergi, resim, hA. ve benzeri bir mali yükümlülük olduğundan söz edilemeyeceği, bu itibarla, atık su bedeli, vergi, resim, hA. ve benzeri mali yükümlülük olmayıp, özel hukuk alanındaki alacak- borç ilişkisini içeren abonman sözleşmesine dayalı ve idarece düzenlenen bir tarife uyarınca alınan bir bedel olduğundan, bu konuyla ilgili anlaşmazlığın çözümünün adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle ve Anayasa Mahkemesi’nin 14.2.1991 gün ve E:1990/18, K:1991/4 sayılı kararında yazılı gerekçede de bu görüşün kabul edildiğinden bahisle, Danıştay Dokuzuncu Dairesi’nce yapılan başvurunun KABULÜ ile uyuşmazlık konusu davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir. (Bu karar 26.11.1991 tarih ve 21063 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)Anılan Uyuşmazlık Mahkemesi kararında atıfta bulunulan ANAYASA MAHKEMESİ’nin 8.5.1991 tarih ve 20865 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 14.2.1991 gün ve E:1990/18, K:1991/4 sayılı kararında, atık sular karşılığı alınacak bedelin niteliği sorunu ayrı bir başlık altında ele alınmış ve aynen  “Vergi benzeri mali yükümlülüklerin en belirgin özellikleri (…) genellikle, bir kamu hizmeti karşılığında kamu gücüne dayanılarak tek taraflı yükletilmeleri, ve resme göre, daha çok ücret görünümünde olmalarıdır.

Atık su bedeli, kullanılmış suların uzaklaştırılması karşılığında yapılacak bir tarifeye ve abonman sözleşmesine göre alınmaktadır. Başka bir deyişle, idareyle kişi arasında sözleşmeyle alacak- borç ilişkisi doğmakta, ödenecek miktar İSKİ ile kişi arasında abonman sözleşmesiyle özel hukuk ilişkisi kurulmasından sonra yapılan hizmet karşılığında maliyet- kâr esasına göre belirlenmektedir. Ödemenin hukuksal dayanağı, kamu gücüne değil, tarifeye ve iki taraf arasında yapılan abonman sözleşmesine dayanmaktadır. Nitekim, ödemelerin yapılmaması durumunda İSKİ alacağını, Amme Alacaklarının Tahsili Hakkındaki Yasa’ya göre değil, özel hukuk ilişkisi içinde ilgili Yasa’ya göre alacaktır. Abone ile İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) arasında yapılan abonman sözleşmesi, daha çok “tip” sözleşme görünümündedir. Hizmetten yararlanan kişinin, sözleşmeyi idareyle birlikte düzenlemesi yerine katılımı (iltihakı) söz konusudur. Ancak bu durum, idareyle kişi arasında kurulan özel hukuk ilişkisini, kamu hukuku ilişkisine dönüştürmez. Çünkü, birçok durumda hizmetin tekel niteliği ve çok kişiye götürülme zorunluluğu, işin, çoğunlukla, tip sözleşmelerle ve kişilerin katılımıyla gerçekleşebilmesini olanaklı kılmaktadır. (…)” “Açıklanan nedenlerle, atık suların uzaklaştırılması karşılığında alınan ücretlerin vergi, resim,  ve benzeri mali yükümlülük olarak kabul edilmemesi gerekir” denilmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesinin Konya 4.Asliye Hukuk Mahkemesi ile Konya Vergi Mahkemesi arasında çıkmış olan bir hüküm uyuşmazlığı ile ilgili olarak 16.6.2003 gün, E:2002/57,K: 2003/34 sayılı kararı ve İzmir 3.Vergi Mahkemesi ile İzmir 11.Asliye Hukuk Mahkemesi arasında çıkmış olan bir hüküm uyuşmazlığı ile ilgili olarak 02.04.2007 gün, E:2004/127,K:2007/31 sayılı kararı ile vermiş olduğu kararında, su ve kanalizasyon  hizmetleri  ayrı  bir  kanunla  düzenlenmiş   bulunan büyükşehir belediyeleri bakımından, atık  su bedelinin tahsiline ilişkin davaların görüm ve çözümünde adli yargı yerinin, Tarifeler Yönetmeliği ile buna dayanan tarife kararlarının yargısal denetiminde idare mahkemelerinin görevli bulunduğuna karar vermiştir. Yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi ile Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarındaki “atık su bedelinin, vergi benzeri mali yükümlülük olmayıp, idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alınan bir ücret olduğu” yolundaki kabulün sonuçları itibarıyla: idarenin faaliyet alanıyla ilgili olarak yürürlüğe koyduğu yönetmelik ile buna dayanan tarife kararlarının yargısal denetiminin idari yargı yerinde -idare mahkemeleri; abonman sözleşmesine dayanan bir alacak- borç ilişkisi kapsamındaki atık su bedelinin tahsiline ilişkin davaların ise adli yargı yerinde görülüp çözümlenmesi gerekmekte olup, uygulama bu doğrultuda istikrar kazanmıştır.

Hal böyle iken, 15.7.1993 tarih ve 3914 sayılı Belediye Gelirleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 1. maddesiyle 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’na eklenen Mükerrer 44.madde ile, katı atık ve atık su ile ilgili “çevre temizlik vergisi” ihdas edilmesi ve yasal süreç tamamlandıktan sonra da 1.1.1994 tarihinden itibaren uygulamaya geçilmesi üzerine katı atık ve atık su ile ilgili uyuşmazlıkların, belediye ayrımı gözetilmeksizin vergi kapsamına alındığı gerekçesiyle vergi mahkemelerinde bakılarak sonuçlandırılması ve diğer taraftan tahsilata ilişkin uyuşmazlıkların da ücret kapsamında adli yargı yerinde çözümlenmesine devam edilmesi nedeniyle, uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için anılan Yasanın mükerrer 44. maddesinin incelenmesi gerekmiştir.

2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 3914 sayılı Kanun’la eklenen Mükerrer 44. maddesinin birinci fıkrasında, “Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bulunan ve belediyelerin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden yararlanan konut, iş yeri ve diğer şekillerde kullanılan binalar, çevre temizlik vergisine tabidir.” hükmü yer almış; aynı maddenin on ikinci fıkrasında, “Belediyeler, atık su ile ilgili olarak da; katı atıklarla ilgili tarifede yer alan bina gruplarını topluca veya ayrı ayrı dikkate almak suretiyle ve su tüketim bedelini aşmamak üzere meclislerince belirlenecek miktarda çevre temizlik vergisi alırlar. Atık su ile ilgili çevre temizlik vergisi, su tüketim bedeli ile birlikte tarh ve tahakkuk etmiş sayılır ve bu bedel ile birlikte tahsil edilir. Su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan belediyelerde ise, atık su bedellerinin tahsiline ilişkin uygulama kendi kanunlarındaki hükümlere tabidir.” denilmiş ve son fıkrasında da, bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasların, İçişleri ve Çevre Bakanlıklarının görüşleri alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı tarafından belirleneceğine işaret edilmiştir.  Anılan Yasa maddesine ilişkin “Belediye Gelirleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı” Genel Gerekçesinde (Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü; 10.6.1993-Sayı: B.02.0.KKG/101-530/04937), çevre temizlik vergisinin, belediyelerin içinde bulunduğu mali sıkıntılara acil ve kısa vadeli bir çözüm olmak üzere getirildiği belirtilmiş; madde gerekçelerinde ise on ikinci fıkra hakkında, “Belediyeler, belediye meclislerince yapılacak tarifeler üzerinden su tüketim bedelini aşmamak üzere, kanalizasyon hizmetlerinden yararlananlardan belirlenecek miktarlarda ayrıca çevre temizlik vergisi alacaklar, su tüketim bedeli ile birlikte tarh ve tahakkuk ettirilecek bu vergi su bedeli ile birlikte tahsil olunacaktır. Ancak su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan belediyelerde, atık su bedellerinin tahsiline ilişkin uygulama kendi kanunlarındaki hükümlere tabi olacaktır.” denilmiştir. Buna göre, yasa koyucu tarafından, mali sıkıntı içinde bulunan belediyelere, katı atıkların toplanması ve atık suların uzaklaştırılması hizmetleri karşılığında gelir sağlamak amacıyla, acil ve pratik bir çözüm olarak çevre temizlik vergisi ihdas edilmiştir. Buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında; su ve kanalizasyon hizmetleri 2560 sayılı İSKİ Kanunu ile düzenlenen büyükşehir belediyelerinin, atık su bedeli uygulaması bakımından 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 3914 sayılı Kanun’la eklenen Mükerrer 44. maddesi ile getirilen çevre temizlik vergisi düzenlemesinin dışında kaldığı, buna karşın su ve kanalizasyon hizmetleri özel bir kanun ile düzenlenmeyen belediyelerin ise atık su bedeli uygulaması bakımından 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 3914 sayılı Kanun’la eklenen Mükerrer 44. maddesi ile getirilen çevre temizlik vergisi düzenlemesi kapsamında kaldığı, bu hususun yukarıda bahsedilen gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse de Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da açıkça vurgulandığı, bununla birlikte taraflar arasında şayet abonelik ilişkisi var ise, katı atık ve/veya atık su bedelinin vergi benzeri mali yükümlülük olmayıp, idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alınan bir ücret olduğu hususuna da vurgu yapıldığı anlaşılmakla, bu bağlamda su ve  kanalizasyon hizmetleri özel bir kanun ile düzenlenmeyen belediyeler bakımından katı atık ve/veya atık su bedelinin vergi benzeri mali bir yükümlülük mü, yoksa özel hukuk ilişkisine dayalı bir ücret mi olduğu hususunun belirlenmesinde ABONELİK İLİŞKİSİNİN belirleyici olduğu anlaşılmıştır.27.10.2010 gün, 27742 sayılı Atıksu Altyapı Ve Evsel Katı Atık Bertaraf Tesisleri Tarifelerinin Belirlenmesinde Uyulacak Usul Ve Esaslara İlişkin Yönetmeliğin ”Tanımlar” başlıklı 4.maddesinin 1-a fıkrasında ”Abone” tanımı yapılmış olup, buna göre, Abone: Su ve atık su ve katı atık hizmetlerinden faydalanan ve/veya faydalanacak gerçek veya tüzel kişiyi ifade etmekte, ”Abonelik” başlıklı 10.maddesinde ise, ”Atık su altyapı yönetimlerinin hizmet vermekle yükümlü olduğu tüm gerçek ve tüzel kişilerin abone olması zorunludur” hükmü yer almaktadır. Belirtilen yasal düzenlemeler ve ilgili mahkeme kararları da dikkate alındığında, davalı Zonguldak Belediyesi tarafından 18.11.2009 gün, 133 sayılı Meclis Kararına istinaden, Mithatpaşa Mahallesi, Ankara Caddesi No:12 Merkez/Zonguldak adresinde bulunan B.P. Müessesesi Zahirecilik Ltd. Şti. adlı iş yeri ile ilgi olarak, davacı adına 2010 yılı için belirlenen toplam 2.832,00 TL tutarındaki katı atık, toplama taşıma ve bertaraf ücreti ödenmesine ilişkin işlemin, gerek su ve kanalizasyon hizmetleri özel bir kanun ile düzenlenmeyen Zonguldak Belediyesince tesis edilmiş olması, gerekse de taraflar arasında davacı vekilinin dava dilekçesindeki adı geçen iş yerinin su aboneliğine tabi olduğu yönündeki beyanı ile, bu beyanın aksine dosya kapsamında her hangi bir belge bulunmayışı karşısında taraflar arasında bir abonelik ilişkisi bulunduğunun kabulü gerektiği birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu ücretin idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alınan bir ücret olduğu anlaşılmıştır.Belirtilen durumlar karşısında, davalı Zonguldak Belediyesi tarafından 18.11.2009 gün, 133 sayılı Meclis Kararına istinaden, Mithatpaşa Mahallesi, Ankara Caddesi No:12 Merkez/Zonguldak adresinde bulunan B.P. Müessesesi Zahirecilik Ltd. Şti. adlı iş yeri ile ilgi olarak, davacı adına 2010 yılı için belirlenen toplam 2.832,00 TL tutarındaki katı atık, toplama taşıma ve bertaraf ücreti ödenmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden Zonguldak 1.Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ  : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Zonguldak 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 02.02.2012 gün, E:2011/932, K:2012/99 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 13.5.2013 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi

Yazıldı Yargı Kararları

Vekalet Aylığı Hakkındaki Karar

Kas30
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

Danıştay 11. Daire, E. 2000/9798,K. 2003/1654,T. 10.4.2003  “Dava, Mal Müdürlüğüne vekalet eden davacının, bu görevi nedeniyle kendisine ödenen zam ve tazminat farkları ile vekalet ücretinin ödenmemesine, ödenmiş olan zam ve tazminat farkları ile vekalet ücretinin geri istenilmesine ilişkin işlemin iptali ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır. Ordu İdare Mahkemesi 25.05.1999 gün ve E: 1998/817, K: 1999/358 sayılı kararıyla; davacının … Mal Müdürlüğünde… şefi olarak görev yapmakta iken ilçe Malmüdürü vekilinin tayininin çıkması üzerine 05.09.1997 tarihli … Valiliği oluru ile 3. dereceli Mal Müdürlüğü görevini vekaleten yürütmek üzere görevlendirildiği, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünün yapmış olduğu inceleme sonucunda, davacının lise mezunu olması ve dolayısıyla asilde aranan şartları taşımaması nedeniyle vekalet ücreti ile zam ve tazminat farklarını alamayacağına ve daha önce ödenen tutarın kişi borcu çıkarılması gerektiğine ilişkin olarak tesis edilen işlemin iptali istemiyle bakılan davayı açtığı, bu durumda, tayin nedeniyle boşalan Mal Müdürlüğüne vekalet etmesi nedeniyle 657 sayılı Kanunun 86/4. maddesi uyarınca davacıya vekalet ücreti ödenmesinin zorunlu olduğu, ancak 4.2.1998 gün ve 23248 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 98/10548 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının atıfta bulunduğu 99 Seri No’lu Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliğinin 1/a maddesinde yer alan 1-4. dereceli kadrolara vekalet edenlerin 657 sayılı Yasanın 68. maddesinde belirtilen şartları taşımaları gerektiği hükmü karşısında, anılan maddede aranılan şartlardan yüksek öğrenim görmüş olma koşuluna sahip olmayan davacıya 3. dereceli Mal Müdürlüğüne vekalet etmesi nedeniyle yaptığı iki görev ile ilgili aynı cins tazminat ve zamlardan miktarı fazla olanının ödenmesinin mevzuata göre mümkün olmadığı, zam ve tazminat farkının geri istenilmesine ilişkin kısmında ise, hatalı ödemelerin ilk yapıldığı tarihten başlamak üzere dava açma süresi olan 60 gün içinde alınabileceği, bu süre geçirildikten sonra hatalı ödenen zam ve tazminat farklarının geri istenilemeyeceği gerekçesiyle dava konusu işlemin vekalet ücretine, zam ve tazminat farklarının geri istenilmesine ilişkin kısmının iptaline, zam ve tazminat farklarının ödenmemesine dair kısmının reddine hükmetmiştir. Sehven kanuna aykırı olarak yapılmış bir terfi veya intibak işleminin kanunsuzluğunun tespitinden sonra idarece geri alınması sonucu fazla ödenmiş bulunan aylık ve ücret farklarının kararda belirtilen istisnalar dışında ancak ilk kanunsuz ödemenin yapıldığı tarihten başlamak üzere 90 günlük dava açma süresi ( 2577 sayılı Kanunun 7. maddesi uyarınca 60 gün ) içinde geri alınabileceği hakkındaki 22.12.1973 günlü, E: 1968/8, K: 1973/14 sayılı Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararında, idarenin hatalı eylem ve işlemlerinin ve bu işlemlere dayanarak yaptığı ödemelerin geri alınmasında uygulanacak temel ilkeler ortaya konulmuştur. Anılan kararın gerekçesinde iyi niyet kuralı üzerinde de durularak idarenin sakat ve dolayısıyla hukuka aykırı işlemine, idare edilenlerin gerçek dışı beyanı veya hilesi neden olmuşsa ya da geri alınan idari işlem yok denilebilecek kadar sakatlık taşımakta ise, hatalı işlemde idare edilenin kolayca anlayabileceği kadar açık bir hata bulunmaktaysa ve idareyi bu konuda haberdar etmemişse, memurun iyi niyetinden söz etmeye olanak bulunmadığı ve bu işlemler dolayısıyla bu işlemlere dayanılarak yapılan ödemeler için süre düşünülmeyeceği, bunların her zaman geri alınabileceği, ancak bunun dışındaki işlemler için memurun iyi niyetinin, istikrar ve kanunilik kadar önemli bir kural olduğu ve bu nedenle yukarıda belirtilen istisnalar dışındaki işlemlere dayanılarak yapılan ödemelerin ancak dava açma süresi içinde geri alınabileceği vurgulanmıştır. Yukarıda anılan Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararından, kanuna aykırı olarak yapılan ödemelerde, muhatabın kolayca anlayabileceği kadar açık bir hata bulunmakta ise ve idareyi bu konuda haberdar etmemişse iyi niyetin varlığından söz edilemeyeceği, bu işlemlere dayanılarak yapılan ödemeler için süre kısıtlamasının olmadığı, bunların her zaman ( genel zamanaşımı süresi içinde ) geri alınabileceği sonucuna ulaşılmaktadır.”

Yazıldı Yargı Kararları

HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU HUKUKİ MÜZAKERE TOPLANTILARI HAKKINDA

Kas30
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

31 Ekim – 03 Kasım 2013 / BURSA

31.10.2013 tarihinden başlamak üzere iki gün süre ile yapılan hukuki müzakere toplantılarında, Danıştay Altıncı Dairesi’nin görev alanına giren konular kapsamında belirlenen konu başlıkları çerçevesinde müzakere toplantısı yapılmıştır. Bu kapsamda, daha anlaşılır olacağı düşüncesiyle konu ve bu konu başlığı altında yapılan tartışmalar, değerlendirmeler ve sonuçlar maddeler halinde ve genel hatlarıyla aşağıda sistematikleştirilmiştir.

1 – İmar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması ile plan türleri ve plan yapma konusundaki yetkili idareler plan yapım sürecinde gündeme gelen yetki çatışmasından kaynaklanan uyuşmazlıklar ve söz konusu planların birbirleriyle olan ilişkileri konusunda görüş alışverişinde bulunulmuştur.

Bu madde başlığı altında yapılan müzakerelerde, plan türleri ve plan yapma konusundaki yetkili idareler üzerinde durularak, bu süreçte gündeme gelen yetki çatışması kaynaklı uyuşmazlıklar ve söz konusu planların birbirleriyle ilişkileri ele alındı.

1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının, plan hiyerarşisinde üst kademede bulunması ve planladığı alan itibariyle geniş bir bölgeyi kapsaması nedeniyle bu planlara karşı açılan davalarda yapılacak teknik ve hukuki incelemelerde, diğer plan türlerine göre farklılık arz etmesi nedeniyle, anılan planın diğer alt ölçekli planlara yön vermesi açısından uzun vadeli bir öngörü ve planlama getirdiği hususlarının özellikle dikkate alınması gerektiği paylaşıldı.Buna bağlı olarak, büyük ölçekteki planların şematik planlar olduğu, düzenledikleri alan itibariyle ayrıntılı kullanım kararları getiremeyecekleri, arazi parçalarının genel kullanış biçimlerini gösterir nitelikte oldukları, yapılaşma koşullarının alt ölçekli planlarla geliştirilmesinin gerektiği, alt ölçekli planların üst ölçekli planlara uygunluğu denetlenirken, planlar arasındaki kullanım kararlarının birbiri ile uyumlu olup olmadığı konusunda değerlendirme yapılmasının gerekliliği aktarıldı.

Plan türlerinin hiyerarşik bir ilişkisi olduğu saptandıktan sonra, bu kapsamda her ölçekteki planın kendi ölçeğinde düzenleyici işlem olduğu ve son zamanlarda değişen Daire görüşüne ilişkin örnekler verilerek, 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının 1/5000 ve 1/25000 ölçekli nazım imar planlarının uygulaması olduğunun kabul edildiği, uygulama imar planı ile birlikte, bu planın dayanağı olan üst ölçekli planlara karşı dava açılabileceği vurgulandı.

Genel düzenleyici işlem olan planlara karşı askı tarihlerinden itibaren dava açma süresi içerisinde uyuşmazlık çıkarılabilecekse de; uygulama işlemi ile birlikte planlara karşı her zaman dava açılmasının mümkün olduğu konusunda fikir birliğine varıldı.Bu kapsamda, her ölçekteki plana yönelik olarak yapılacak değişiklik talebinin, söz konusu planlara karşı dava açma süresini canlandıracağı, ancak; imar durum belgesi alınmak suretiyle açılacak davanın sadece uygulama imar planına yönelik olabileceği, nazım imar planına karşı dava açma süresini başlatmayacağı yolundaki Daire görüşü belirtildi.

Bir alanın planlanmasında, esas planın nazım imar planı olduğu, bu nedenle nazım imar planı olmayan bir alanda yapılan uygulama imar planının ve parselasyon işleminin hukuka aykırı olduğu, ancak; dava devam ederken nazım imar planının yapılmış olması halinde, bu plana göre uygunluğunun değerlendirilmesi gerektiği, yerel yönetimler dışında istisnai yetkiye sahip olan kamu kurumlarının yetki alanı içerisinde kalan alanlarda hazırlanan imar plan kararlarının, çevresiyle ve teknik altyapı alanlarıyla uyumlu olmasının gerekliliği müzakere edildi.

Nazım imar planlarının, varsa üst ölçekli plana uygunluğunun aranacağı, çevre düzeni planı olmaması ya da iptali halinde nazım imar planının dayanaksız kaldığından söz edilemeyeceğinden, bu gerekçeyle iptalinin uygun olmayacağı, ancak; üst ölçekli planın kullanım kararı yönünden iptal edilmesi ve dava konusu edilen nazım imar planının da aynı fonksiyonu içermesi halinde iptal edilebileceği tartışıldı.

Mahkemelerce yapılacak keşif ve bilirkişi incelemelerinde, uyuşmazlık konusu taşınmazın durumuna ve bilirkişilerin uzmanlık alanlarına göre bilirkişi seçiminin ve bilirkişiler için müellif yeterlilik belgesi aranmamasının daha doğru bir yaklaşım olacağı, bilirkişi incelemelerinin sadece uyuşmazlığın teknik konuları ile sınırlı kalması, uyuşmazlıkta hukuki bir değerlendirmeyi esas alan bilirkişi incelemesinden kaçınılmasının daha doğru bir yaklaşım olacağı kabul edildi.

İmar planlarına ilişkin dava süreci devam etmekte iken dava konusu planda değişiklik yapılması halinde yargılamanın ne şekilde devam edeceği hususu tartışmaya açılarak, dava devam ederken yapılan plan değişikliklerinin, dava konusu taşınmazı etkileyip etkilemediğinin incelenmesi gerektiği, aynı fonksiyonun yeni planda da devam ediyor olması halinde, bu husus belirtilerek yargılamaya devam edilmesi gerektiği anlatıldı. Diğer taraftan; fonksiyonel olarak değişiklik söz konusu ise davacı talebinin gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilerek karar verilmesi gerektiği üzerinde duruldu.

Kentsel dönüşüm alanlarının belirlenmesi konusunda kanunda öngörülen geniş yetki alanı tartışıldı. Güncel uyuşmazlıklarda kentsel dönüşüm alanı belirlenirken işlem ya da kararın sebep unsurunun idarelerce ortaya konulamadığı tespit edildi. Gerekçesiz ve araştırma yapılmadan kentsel dönüşüm alanı belirlenmesine yönelik işlemin yürütmenin durdurulmasına dair Daire kararının İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmadan karar verildiği gerekçesiyle kaldırıldığı ifade edildi. Sonuç olarak, davalı idarelerce bir alan kentsel dönüşüm alanı olarak ilan ediliyor ise kararın sebep unsurunun açık bir şekilde ortaya konulması gerektiği sonucuna varıldı.

Planların belediye tarafından belirlenen yerde ilanı ile birlikte 2011 yılında yapılan değişiklik sonrasında kurum internet sitesinde de ilan edilmesi gerektiği, sanal ortamda ilan konusunda ispat yükünün ilgili idarelere ait olduğu ortak görüşüne ulaşıldı. Bu koşul yerine getirilmeden uygulamaya geçirilen imar planlarının şekil şartlarının ihlali nedeniyle iptalinin gerektiği, ancak; herhangi bir uygulama söz konusu değil ise henüz kesinleşmemiş olarak kabul edileceği kanısına varıldı.

Planlara karşı açılan davalarda, dava açanların, taşınmaz maliki, kiracı, belde sakini, belediye meclis üyesi, kamu kurum ve kuruluşları, kamu tüzel kişileri, dernekler v.b. olma durumuna dava açma ehliyetinin değişik olasılıkları gözden geçirilerek, uyuşmazlık çıkaran şahısların ehliyetinin, yargılama boyunca devam etmesi koşulunun aranması gerekliliği üzerinde duruldu. Birel işlemlere karşı açılacak davalarda, işlemin muhatabı olmayan üçüncü şahısların dava açma ehliyetine dair Daire görüşleri paylaşıldı.

Uyuşmazlıklarda, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin, plan veya parselasyonu yapan idare/idareler üzerinde bırakılması gerektiği, yalnızca planı askıya çıkarmış olmasından dolayı ilgili idarenin yargılama giderlerinden sorumlu tutulmaması gerektiği açıklandı.

Plan değişikliği talebi ile yapılan başvuruların yetkisiz makam tarafından reddedilmiş olması nedeniyle verilen iptal kararlarının, söz konusu kararların davadan bekledikleri hukuki faydayı sağlamadığı gerekçesiyle davacılar tarafından temyiz edilmesi durumunda, plan değişikliği talebine yönelik olarak işin esasına girilmesi gerektiği gerekçesiyle Daire tarafından bozulduğu açıklanmışsa da, bazı katılımcılar tarafından bu husus eleştirilerek, bu görüşe katılmadıkları belirtildi.

2 – Parselasyon İşlemi ile İlgili Olarak Yapılan Değerlendirmeler Şu Şekildedir.

Bireysel işlem olarak kabul edilen, parselasyon planlarının iptali istemiyle açılan davalarda, ancak taşınmaz maliklerinin dava açma ehliyetine sahip oldukları, bunların yanında zilyet, ya da tapu tahsis belgesiyle taşınmazı kullananlar tarafından parselasyona karşı açılan davalarda, dava açma ehliyetlerinin bulunmadığı, ancak iddiaların bireysel menfaatin ötesinde kamusal nitelik taşıması halinin bunun istisnası olduğu yolundaki Daire kararları belirtildi.

Parselasyon işlemi yapılırken 2981 sayılı Kanunun Ek-1. maddesinin uygulanması şartlarının bulunup bulunmadığı hususlarının incelenmesi gerektiği, özel parselasyona dayalı olarak rızai taksim yapılmış olması ve yapılaşmanın tamamlanmış olması halinde Ek-1. maddenin uygulanabileceği, Sit alanlarında da parselasyon yapılırken Ek-1. maddenin uygulanacağı yolundaki Daire görüşü tartışmaya açıldı.Parselasyon yapılırken Hazine, vakıflar ve diğer kamu kurumlarına ait taşınmazlarla ilgili olarak da özel şahıslara ait taşınmazlar gibi dağıtım yapılması gerektiği belirtilerek, tapuda tescil edilmemiş olan taşınmazların düzenleme ortaklık payı kesintisi yapıldıktan sonra Hazine adına tahsis edilmesi gerektiği, 2B arazilerinin Orman Kanuna tabii olması nedeniyle, söz konusu alanlarda parselasyon yapılamayacağı aktarıldı.Parselasyon işlemine karşı açılan davalarda, taşınmaz malikinin daha önceki bir tarihte emlak vergi beyannamesi vermiş olmasının veya imar parseline ilişkin olarak tapu belgesi almış olmasının, dava açma süresinin hesaplanması sırasında gözönünde tutulması gerektiği belirtildi.

3 – Kamulaştırmayla ilgili olarak

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu yönündeki kararının, Daire kararlarına yansıması aktarıldı.

Bu kapsamda, imar planlarında sosyal donatı alanlarına ayrılan taşınmazların uzunca bir süre kamulaştırılmaması ve fonksiyonlarının değiştirilmemesi nedeniyle oluşan mülkiyet hakkı ihlallerinin önüne geçilmesi gerekliliğinin yargı mercilerinin görevi olduğu anlatıldı. İmar Kanununun 10. maddesi uyarınca belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklendiği, kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesinin uygun görülmediği, İdareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı sürelerle gerekli işlemleri yapma ödevi yüklenmiş olmasına rağmen taşınmazların imar programına alınmaması nedeniyle, davacıların mülkiyet hakkının belirsiz bir zaman diliminde kısıtlandığı, bu nitelikteki davalarda idareye taşınmazın imar programına alınıp alınmadığının sorulması, imar programına alınmayan taşınmazların fonksiyonlarının idarelerce değiştirilmesi ya da imar programına alınarak kamulaştırılması gerektiğinden hareketle kararın oluşturulması gerektiği, Daire kararlarından örnekler verilmek suretiyle açıklandı.

Taşınmazların kamulaştırılmaması nedeniyle açılan tazminat davalarında, tazminat istemlerinin Daire tarafından haklı görüldüğü, emlak değerlendirme uzmanın da aralarında bulunduğu bilirkişi heyetince taşınmazların rayiç bedellerinin hesaplanarak ödenmesine karar verilmesi gerektiği yönündeki yeni içtihatlar açıklandı.Uyuşmazlık mahkemesi kararı gereği, kamulaştırmasız el atma davalarında İdari Yargının görevli olduğu, buna karşın Yargıtay tarafından bu hususun henüz tam anlamıyla benimsenmediği, şu aşamada hukuki el atmalarda İdari Yargının, fiili el atmalarda ise Adli Yargı mercilerinin görevli olduğu konusunda bilgi alışverişinde bulunuldu.Organize Sanayi Bölgelerinin kamulaştırma yapma yetkilerinin bulunmadığı yolundaki Daire kararından bahsedilerek, Organize Sanayi Bölgelerine kamulaştırma yapma yetkisi veren düzenlemenin, somut norm denetimi yoluyla iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gönderildiği belirtildi.Bunların dışında; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından örnekler verilerek, çeşitli türdeki davaların çözümünde bu kararların nasıl yorumlandığı ve Danıştay kararlarına aktarıldığı, örnek kararlar eşliğinde gösterildi.En son olarak, İmar Hukuku kapsamındaki uyuşmazlıkların, niteliği gereği birçok uyuşmazlığa nazaran daha geç çözümlendikleri, gerek ilk derece mahkemeleri, gerekse de Danıştay tarafından uyuşmazlık sonuçlandırılıncaya kadar geçen zaman zarfında İdare tarafından, düzenleme ve uygulamaların hızlıca hayata geçirilebildiği, çoğu zaman uygulama imkanının kalmaması nedeniyle verilen kararların dava açanlar açısından bir anlam ifade etmediği konusunda katılımcılar hemfikir olduklarını belirttiler. Bu nedenle; bireylerin mülkiyet hakkı ile ilişkileri gözönünde bulundurularak uyuşmazlıkların daha hızlı karara bağlanmaları için uygulanabilecek yöntemler tartışıldı. Bu kapsamda; yargı mercilerince aşırı şekilci bir anlayışla yargılama yapılmasından kaçınılması, mümkün mertebe dava açan şahısların iradelerinin anlaşılması konusunda özen gösterilmesi, mülkiyet sorunlarını sürüncemede bırakacak nitelikte veya yeni uyuşmazlıklar ortaya çıkaracak “etkisiz” kararlar verilmemesinin, bu sorunları aşmada yardımcı olacağı yolundaki görüşler aktarıldı.

Yazıldı Güncel Mevzuat

Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliğindeki Değişiklik

Kas25
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 ÇEVRESEL GÜRÜLTÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ VE YÖNETİMİ YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK 18 Kasım2015 günlü ve  29536 sayılı Resmi Gazetede yayınlandı. Yönetmeliğin değişik 3.maddesine göre;

Çok hassas ve hassas kullanımların bulunduğu alanlarda faaliyet gösteren açık ve yarı açık eğlence yerlerinde, 24:00-07:00 saatleri arasında canlı müzik yayını yapılması yasaktır. Yörenin özelliğine bağlı olarak gerekli görülmesi halinde, canlı müzik yayınının yapılacağı zaman dilimleri İl Mahalli Çevre Kurulu Kararı ile yeniden düzenlenebilir. Diğer saatlerde ise (b) ve/veya (c) ve/veya (ç) bentlerinde belirtilen sınır değerleri sağlayacak şekilde faaliyetlerini sürdürür.”

“e) Çok hassas ve hassas kullanımların bulunduğu yerlerde faaliyet gösteren açık ve yarı açık eğlence yerlerinin, yapılan denetimlerde (b) ve/veya (c) ve/veya (ç) bentlerinde belirtilen sınır değerleri bir yıl içinde üç defa sağlamadığının tespiti halinde, fiziki olarak tamamen kapalı hale getirilir.”

“k) Canlı müzik izni alınmadan hiçbir suretle müzik faaliyeti gerçekleştirilemez.”

Değişik 4/ı fıkrası uyarınca da ;Çok hassas kullanımların bulunduğu alanlarda konser, gösteri, miting, festival gibi açık hava faaliyetlerinin 24:00-07:00 saatleri arasında yapılması yasaktır. Yörenin özelliğine bağlı olarak gerekli görülmesi halinde, bu maddede belirtilen açık hava faaliyetlerinin yapılacağı zaman dilimi çevre ve şehircilik il müdürlüğü veya yetki devri yapılmış ilgili belediye başkanlığı tarafından yeniden düzenlenebilir.”

Yazıldı Güncel Mevzuat

İMAR YÖNETMELİĞİNE GÖRE KARMA KULLANIM ALANLARI

Kas24
2015
Yorum Yazın Tarafından Yazıldı admin

 Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğine göre; Yerleşme ve gelişme alanlarında konut kullanımına yönelik olarak planlanan alanları “konut alanı” olarak tanımlanıyor. Ancak, yol boyu ticaret olarak teşekkül etmiş konut alanlarında bulunan parsellerin zemin kat ve yol seviyesinde veya açığa çıkan bodrum katlarının yoldan cephe alan mekânlarında, gürültü ve kirlilik oluşturmayan ve imalâthane niteliğinde olmayan, gayrisıhhi özellik taşımayan, halkın günlük ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik dükkân, kuaför, terzi, muayenehane, aile sağlığı merkezi, lokanta, pastane, anaokulu, kreş gibi konut dışı hizmetler verilebilir. Binanın birinci katında veya bodrum katlarında zemin katta yer alan mekanla içten bağlantılı olan ve binanın ortak merdivenleri ile ilişkilendirilmeyen konut dışı piyesler yapılabilir. İlgili idare meclisince yol boyu ticaret olarak teşekkül ettiği karar altına alınan konut kullanımına ayrılan parsellerde müstakil olarak yurt, anaokulu, aile sağlığı merkezi, özel sağlık tesisi, özel eğitim tesisi ve kreş, ticari katlı otopark binaları yapılabilir. Konut alanlarında kalsa dahi parsellerin konut binası yapılıncaya kadar açık depolama veya ruhsata tabi bina yapılmaksızın bahçe düzenlemesi ve peyzajı yapılarak kullandırılmasına ilgili idaresi yetkilidir. Yol boyu ticaret olarak belirlenenler de dahil konut alanlarında kalan parsellerin araç giriş çıkışından kaynaklanan trafik yükünü azaltmak amacıyla ve ilgili idareden geçit hakkı almak koşuluyla otopark olarak kullanılan bodrum katlarından plan kararı ile kamuya ait yer altı otoparkına araç giriş çıkışı verilebilir.

Konut alanlarında özel eğitim tesisi, özel sağlık tesisi ve katlı otopark yapılabilmesi için uygulama imar planında bu amaçla değişiklik yapılarak konut kullanımından çıkarılması gerekir.

İmar Yönetmeliğine göre karma kullanım alanı nedir?

              Yönetmeliğin  (Değişik:RG-8/9/2013-28759)  14.maddesinde; “Kent bölgeleri tanımları ve alan kullanış şartları” düzenlenmiştir.Bu maddenin ( c ) fıkrasında ise karma kullanım alanları tanımlanmıştır.Buna göre; Ticaret+Konut, Turizm+Ticaret, Turizm+Ticaret+Konut gibi karma kullanım alanları: Tek başına konut olarak kullanılmamak koşuluyla, ticaret, turizm+ticaret, ticaret+konut, turizm+ticaret+konut kullanımlarından sadece birinin veya ikisinin veyahutta tamamının birlikte yer aldığı alanlardır.Bu alanlarda plandaki kullanım kararına bağlı olarak konut veya turizm tesisi yapılması halinde yoldan cephe alan zemin veya bodrum katların ticaret veya hizmetler sektörünün kullanımında olması ve konut veya turizm tesisi için ayrı bina girişi ve merdiveni bulunması şartı aranır. Bu alanlarda ayrıca plan kararı gerekmeden gerçek ve tüzel kişilere veya kamuya ait; yurt, kurs, dershane, ticari katlı otopark, sosyal ve kültürel tesisler yapılabilir. Ancak bu alanlarda katlı otopark, özel eğitim veya özel sağlık tesisi yapılabilmesi için uygulama imar planında bu amaçla değişiklik yapılması yapılarak karma kullanımdan çıkarılması gerekir. Ticaret+Konut, Turizm+Ticaret+Konut gibi konut da yapılabilen karma kullanım alanlarında konut veya yüksek nitelikli konut yapılabilmesi için konutun ihtiyacı olan sosyal ve teknik alt yapı ve donatı alanlarının konut kullanımının getireceği nüfus yoğunluğu üzerinden hesap edilerek bu alana hizmet verecek şekilde ayrılmış olması şarttır. Konutun da yapılabildiği karma kullanım alanlarında uygulama imar planında alanın veya alandaki yapılaşma hakkının ne kadarının konut kullanımına ayrılacağının belirlenmediği durumlarda konut kullanımları, alandaki parsellerin toplam emsalinin %20’sini aşamaz.

Yazıldı Güncel Mevzuat
Onceki Sayfa ← Sonraki Sayfa →

Son Yazılar

  • Sayıştay Daire Kararları
  • İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik Değişikliği
  • İmar Kanunu Değişiklik Taslağı (TBMM Komisyonlarında Görüşülen..)
  • 2020 Yiyecek Yardımı Tebliği
  • Tahsilat Genel Tebliği

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Şubat 2020
  • Aralık 2019
  • Kasım 2019
  • Eylül 2019
  • Temmuz 2019
  • Haziran 2019
  • Mayıs 2019
  • Nisan 2019
  • Mart 2019
  • Ocak 2019
  • Aralık 2018
  • Kasım 2018
  • Ekim 2018
  • Eylül 2018
  • Ağustos 2018
  • Temmuz 2018
  • Haziran 2018
  • Mayıs 2018
  • Nisan 2018
  • Mart 2018
  • Şubat 2018
  • Ocak 2018
  • Aralık 2017
  • Kasım 2017
  • Ekim 2017
  • Eylül 2017
  • Ağustos 2017
  • Temmuz 2017
  • Haziran 2017
  • Mayıs 2017
  • Nisan 2017
  • Mart 2017
  • Şubat 2017
  • Ocak 2017
  • Aralık 2016
  • Kasım 2016
  • Ekim 2016
  • Ağustos 2016
  • Temmuz 2016
  • Haziran 2016
  • Mayıs 2016
  • Nisan 2016
  • Mart 2016
  • Şubat 2016
  • Ocak 2016
  • Aralık 2015
  • Kasım 2015
  • Ekim 2015
  • Eylül 2015
  • Ağustos 2015
  • Temmuz 2015
  • Haziran 2015
  • Mayıs 2015
  • Nisan 2015
  • Mart 2015
  • Şubat 2015
  • Ocak 2015
  • Aralık 2014
  • Kasım 2014
  • Ekim 2014
  • Eylül 2014
  • Ağustos 2014
  • Temmuz 2014
  • Haziran 2014
  • Mayıs 2014
  • Nisan 2014
  • Mart 2014
  • Şubat 2014
  • Ocak 2014
  • Aralık 2013
  • Kasım 2013
  • Ekim 2013
  • Eylül 2013
  • Ağustos 2013
  • Temmuz 2013
  • Haziran 2013
  • Mayıs 2013
  • Nisan 2013
  • Mart 2013
  • Şubat 2013
  • Ocak 2013
  • Aralık 2012
  • Kasım 2012
  • Ekim 2012
  • Eylül 2012
  • Ağustos 2012
  • Temmuz 2012
  • Haziran 2012
  • Mayıs 2012
  • Nisan 2012
  • Mart 2012

Kategoriler

  • Duyurular
  • Güncel Mevzuat
  • Kategori Dışı
  • Makale ve Görüşler
  • Pratik Bilgiler
  • Seminerler
  • Soru / Cevap
  • Sunumlar
  • Yargı Kararları
  • Yayınlarımız